42
MİLLÎ KORKUMUZ MATEMATİK! 27. FYZY BİR MESLEĞİ BİRİKTİRMEK KÂĞIDIN SERÜVENİ ANTİOKSİDANLAR ANTİOKSİDANLAR KORFBOL Şubat 2014 FMV’nin armağanıdır. Para ile satılmaz. Anaokulundan üniversiteye güçlü ve çağdaş eğitim FMV Işık Okulları 128 yıllık köklü geçmişi, güçlü eğitimci kadrosu, çağdaş eğitim sistemiyle eğitimde öncülüğünü sürdürüyor. www.fmv.edu.tr Nişantaşı Kampüsü Ayazağa Kampüsü 73-KSY-SY-13-02/2014 Erenköy - Güneş Kampüsü Ispartakule / Bahçeşehir Kampüsü Işık Üniversitesi Şile Kampüsü

FYZY SAYI 27

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: FYZY SAYI 27

MİLLÎ KORKUMUZ MATEMATİK!

27.FYZY

BİR MESLEĞİ BİRİKTİRMEKKÂĞIDIN SERÜVENİ

ANTİOKSİDANLARANTİOKSİDANLARKORFBOL

Şubat 2014

FMV’n

in a

rmağ

anıd

ır.

Par

a ile

sat

ılmaz

.

Anaokulundan üniversiteye güçlü ve çağdaş eğitimFMV Işık Okulları 128 yıllık köklü geçmişi,

güçlü eğitimci kadrosu, çağdaş eğitim sistemiyle eğitimde öncülüğünü sürdürüyor.

www.fmv.edu.tr

Nişantaşı Kampüsü

Ayazağa Kampüsü

73

-KSY-S

Y-1

3-0

2/2

01

4

Erenköy - Güneş Kampüsü

Ispartakule / Bahçeşehir Kampüsü

Işık Üniversitesi Şile Kampüsü

Page 2: FYZY SAYI 27

Kış & Yaz Okulu

Işık Okullarında Spor ve Sanat Etkinlikleri

Fark Yaratır

[email protected]@fmv.edu.tr

SAYI: 27 ŞUBAT 2014

FYZYİMTİYAZ SAHİBİ

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adınaFMV Yönetim Kurulu Başkanı

Y. Müh. A. Tufan DURGUNOĞLU•

SORUMLU MÜDÜRElk. Müh. Alp GÜNAYFeyziye Mektepleri Vakfı

Genel Müdürü

•YAYIN KURULUSevil KARACIK

FMV ve Işık Okulları Kültür Sanat YöneticisiÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi MüdürüŞenay KURT

FMV Kalite MüdürüMert SANDALCIAraştırmacı - Yazar

•DÜZELTMEN

Sennur KARANLIKFMV Özel Ayazağa Işık Ortaokulu

Türkçe Öğretmeni•

TASARIMÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

EDİTORYAL YAPIM - BASKIMas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş.

Hamidiye Mahallesi, Soğuksu Caddesi, No: 334408 Kağıthane - İstanbul

Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 [email protected] No: 12055

•İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU MÜDÜR

VE YÖNETİM YERİ ADRESİTeşvikiye Cad. No: 6 Nişantaşı - İstanbul

Tel: 0212 233 12 03 444 1 368

(FMV)www.fmv.edu.tr

4 ayda bir yayınlanır.Yayınını türü: Dergi, yerel, süreli

FMV HaberlerEğitimci Gözüyle Erdoğan Bozdemirİçimizden BiriAkın Süel KapakKâğıdın SerüveniMatematikMillî Korkumuz: MatematikKent KültürKent Kültüründen SahnelerSanatRessam, Heykeltıraş, Dâhi...KoleksiyonBir Mesleği BiriktirmekBaharatÇiçeklerin Baharata Yolculuğu...SağlıkAntioksidanlarGezi İzlenimEge’nin Zümrütü…Spor“Kızlı Erkekli”Tarihten SayfalarAfrodisias Çığlığı

İ Ç İ N D E K İ L E R

49

10

14

18

20

24

28

32

34

36

38

42

Page 3: FYZY SAYI 27

3

Y

Subat ayında kurumumuzun uluslara-rası eğitim standartlarına ulaşmasını sağlayan iki projenin önemli aşaması-

na gelmiş olacağız. 12-14 ubat tarihlerinde, 2009 yılında C S (Council of nternational Schools) tarafından akredite edilmiş olan Ayazağa Kampüsümüzün 5. yıl ziyareti ger-çekleşecek. Akreditasyon, bir kere yapılan bir işlem değil, sürekli devam eden, süreçlerin analiz edildiği, aksiyon planlarının takip edil-diği ve yeni hedeflere uyarlandığı bir gelişim süreci. şte, bu sürecin beşinci yılına yaklaşır-ken Ayazağa kadrolarımız akreditasyon rapo-runda yazılı önerilerin ne şekilde uygulamaya geçirildiğini takip edip araştırdı ve raporla-dı. Okulun şimdiki durumunu değerlendirdi, geçen dönemde meydana gelen değişikliklerin okulu ve eğitimi nasıl etkilediğini, önümüz-deki yıllarda hangi alanlarda gelişmeyi plan-ladığını belirledi ve rapor hâline getirdi. Bu ziyaret sonrasında alınacak yeni rapor, oku-lumuzun önündeki beş yılda hangi yönlerde ilerlemesi gerektiği konusunda yön verecek. Geleceğimizi şekillendirecek bu raporu heye-canla bekliyoruz.

17-18 ubat’ta Ayazağa şık isesi, 27-28 ubat tarihlerinde ise Erenköy şık isesi, “ B

Verification Visit” yetkililerini ağırlayacak. ki senedir BDP programına hazırlanan bu iki lisemiz, gerekli dokümanları yazdılar, öğretmen kadrolarını eğittiler, akademik dürüstlük ve dil politikaları gibi bu programın temel prosedürle-rini oluşturdular, sayısız toplantılarla müfredat-lar hazırlandı, laboratuvarlar yenilendi, kütüp-hanelere gerekli kaynaklar alındı. Yapılacak bu ziyaretler ile liselerimizin BDP programına baş-layabilmesi için gereken otorizasyonun veril-mesini bekliyoruz. ki ziyaretin de olumlu geç-mesi durumunda 2014-2015 Eğitim-Öğretim Yılı’ndan itibaren B okulu olacağız. Böylece yerli müfredat dışında uluslararası boyutta eği-tim almak ve yurt dışında iyi üniversitele-re kabul edilmek isteyen; “challenge” almayı, düşünmeyi, okumayı, tartışmayı, analiz etmeyi

seven onlarca öğrencimizi tatmin edecek, onları daha yukarılara taşıyacak kaliteli ve uluslararası bir program sunabileceğiz. Ülkemizdeki bazı vakıf üniversitelerinin de BDP diplomasına sahip öğrencilere üniversite girişlerinde avan-taj sağlama girişimleri bilinmekte. Bu progra-mın, “önce iyi insan” yetiştirme amacındaki kurumumuza yakışacağına eminim. Bu projeye önayak olan, yoğun eğitimler alan, her hafta toplanarak çalışan, hazırlanan lise yönetici ve öğretmenlerine ve başta Eğitim Danışmanımız Betti Delevi olmak üzere, Ayazağa şık isesi B Koordinatörü enny Chavush ile Erenköy şık isesi B Koordinatörü Müge Yalım Alpan’a

teşekkür ediyoruz. abalarının olumlu sonuç vermesini diliyoruz.

Bu yıl, eğitim teknolojileri alanında dünyanın sayılı fuarlarından biri olan BETT’e (The British Educational Training and Technology Sho ) Eğitim Kurumları Genel Müdürümüz Erdoğan Bozdemir, CT Koordinatörümüz Candan Asal, Eğitim Teknolojileri Birimi Yöneticimiz Süha Hayal ve Sistem Mühendisimiz Erhan Atalar ile katılım sağladık. Arkadaşlarımız, dünyanın değişik ülkelerinde kullanılan eğitim teknolojilerinden en son örnekleri izleyerek okulumuzdaki eğitim teknolojileri standar-dını dünya çapındaki eğitim teknolojileri ile kıyaslama imkânı buldular. Birlikte çalıştığımız dünyaca ünlü teknoloji sağlayıcılarının stand-larını ziyaret ederek son gelişmeler hakkında bilgi aldılar.

Sanat ve spora verdiğimiz önemin bir gereği olarak sürekliliğini sağlamaya büyük önem verdiğimiz sanatsal ve sportif etkin-liklerimizi de önümüzdeki süreçte yine şıklılarla buluşturacağız.

YZY dergimize gelince; sanattan kültüre, spordan geziye ve diğer özgün yazılara insan hayatında ne varsa dergimizin sayfalarına taşı-dık. Evrensel ve tarihsel derinliği olan zengin bir içerik ile sizlere ulaşmaya çalıştığımız der-gimizi zevkle okuyacağınızı umuyorum.

Saygı ve sevgilerimle.

Mü u an D RG OFe i e Me te leri Va ı

netim Kurulu Ba anı

Page 4: FYZY SAYI 27

4

HABERLER

F eyziye Mektepleri Vakfının 128. kuruluş yıl dönümü 15 Aralık’ta işantaşı, Ayazağa ve Erenköy Kampüslerinde eş zamanlı düzenlenen etkinliklerle coşku içinde gerçekleştirildi.

işantaşı Kampüsü Muvaffak Benderli Salonu’ndaki törene çok sayıda şıklı katıldı. Tören genç şıklılardan oluşan koro ve en küçük şıklıların

konuklara seslenişi ile başladı. şıklılar 128 yıllık köklü bir kurumun parçası olmanın verdiği onur ve gururu bir kez daha dile getirdiler.

Düzenlenen törende mezuniyetlerinin 50, 40 ve 25. yılını kutlayan şıklılara gümüş anı plaketleri sunuldu. işantaşı, Ayazağa ve Erenköy Kampüslerindeki törenlere geleneksel öğle yemeği ve sonrasında eyziyeliler şıklılar Derneğinin düzenlediği etkinliklerle devam edildi.

Her yıl artan bir coşkuyla kutlanan törenlerde şık mezunları tekrar bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadılar.

eyziye Mektepleri Vakfının son dört yıldır başkanlığını yürüten Yük. Müh. Tufan Durgunoğlu, “128 yıl boyunca eğitim hayatına tanıklık etmek demek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugü-ne tüm değişim süreçlerine de tanıklık etmek demek. lerlemenin ancak eğitimle olduğu inancıyla kurulan MV şık Okulları, yeni açtığı okullarla büyümeye devam ediyor.” diyerek spartakule Kampüsü ve Tuzla şık Anaokulunun eğitime kazandırılmasında etkin rol oynayan Vakıf Genel Müdürü Alp Günay, Eğitim Kurumları Genel Müdürü Erdoğan Bozdemir, Vakıf Genel Müdür Yardımcısı nci lhan’a emeklerinden dolayı teşekkür plaketlerini sundu.

E İ İ İ Y NL NY LL K K

Mezuniyetlerinin 25. yılında Işıklılar

“SINIF FARKI”Okullarına olan sevgi ve bağlılıklarını göstermek amacıyla 1969

mezunları ve sınıf arkadaşları “Sınıf arkı” adıyla bir sergi düzenlediler. Sergide fotoğraf, heykel, seramik, yağlı boya, sulu boya, ebru, gravür, tezhip eserlerinin yanı sıra gemi maketleri de yer aldı. Sergi, gemi modelleri tasarımcısı Haldun Ünsal’ın şovuyla sona erdi.

12 Aralık 2013’te açılan sergi, Mezunlar Günü gelen konuklar tarafından da beğeniyle izlendi.

Mezuniyetlerinin 50. yılında Işıklılar

Mezuniyetlerinin 40. yılında Işıklılar

Page 5: FYZY SAYI 27

5

SACİT ÖNCEL İYİ İNSAN ÖDÜLÜeyziye Mektepleri Vakfına okul müdürlüğü ve yönetim kurulu üyeliği görev-

leriyle uzun yıllar hizmet etmiş bir isim olan Sacit Öncel’in anısını yaşata-bilmek amacıyla Durgunoğlu ailesi tarafından bu yıl bir ödül ihdas edildi.

Durgunoğlu ailesi, çok saygı duydukları Sacit Bey’in, iyi bir akla sahip olabilmek için kişinin kıyafetinden hareketlerine her yönüyle “düzgün” bir model oluşturması gerektiğine hem akademik başarıya hem güçlü sosyal kişiliğe bu şekilde ulaşabileceğine inandığını söylü-yorlar.

şte bu “ yi nsan” modelini yaşatabilmek amacıyla oluşturulan bu ödül çerçevesinde eyziye Mektepleri Vakfı Okulları 8. sınıf öğrencileri arasından akademik durumu, sanat, spor ve sosyal alanlardaki faaliyetleri ve okul toplumuna olan katkıları değerlendirilerek seçilen şık Ortaokulu 8. sınıf öğrencisi zeyir Valizade, Ayazağa şık Ortaokulu 8. sınıf öğrencisi Kaan Ertürk, Erenköy şık Ortaokulu 8. sınıf öğrencisi Elif Gezen “Sacit Öncel yi nsan Ödülü”nü almaya hak kazandılar.

RAUF MUTLUAY EDEBİYAT ÖDÜLÜEdebiyatın deneme, eleştiri, öykü gibi birçok alanında eser vermiş auf Mutluay’ın anısını yaşata-rak, gençlerimizin duygu, düşünce ve gözlemlerini yazarak ifade etmesini sağlamak; Türkçenin etkili ve doğru kullanımının yerleşmesine katkıda bulunmak, gençlerin öğrenim yaşamını yara-tıcılık yoluyla zenginleştirmek ve geleceğin yazarlarının yetişmesine öncülük etmek amacıyla

auf Mutluay’ın öğrencilerinden lkant Sümerman, hocası adına bir “Edebiyat Ödülü” tahsis etti. üri üyeliğini yazar Mario evi, Mine Soysal, Adnan Binyazar’ın yaptığı yarışmada şiir dalında Erenköy şık en isesi 10. sınıf öğrencisi Yalkın Kızılkan, öykü dalında şık isesi 12. sınıf öğrencisi Merve Selin Ertürk, “ auf Mutluay Edebiyat Ödülü”nü almaya hak kazandı.

FATMA SUAT ÖZKARTAL TEŞVİK ÖDÜLÜMustafa Kemal Atatürk’ün “Bilim, gerçeği bilmektir.” ilkesine bağlılığıyla 128 yıldır eğitimini bilim ve teknolojinin olanakla-rıyla sunan şık Okullarında bu yıl ilk kez 1968-1969 Eğitim Öğretim Yılı mezunu MV şık Okulları Yönetim Kurulu Üyesi ve şık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Vekili M. Kamil Özkartal’ın merhum eşi atma Suat Özkartal’ın adına, anısını yaşatabilmek amacıyla bir teşvik ödülü düzenlendi.Bu ödülü Erenköy şık isesi 10. sınıf öğrencisi Bengisu

Özaydın almaya hak kazandı. Öğrencimiz ödülünü M. Kamil Özkartal’ın kızı Miraç Zeynep Özkartal’ın elinden aldı.

DR. YUSUF ZİYA EFE MATEMATİK ÜSTÜN BAŞARI ÖDÜLÜ

Okulumuzda 1958-1969 yılları arasında görev yapan, matematik dalında başarılı öğrenciler yetiştiren merhum matematik öğretmemiz Dr. Yusuf Ziya Efe’nin anısını yaşatmak ve matematiğe verilen değeri vurgulamak için 2009 yılından bu yana verilen “Dr. Yusuf Ziya Efe Matematik Üstün Başarı Ödülü” sahibini buldu.

Bu yarışmayı tesis eden 1963 şık isesi mezunu Prof. Dr. Turan Durgunoğlu; şık ailesi kimliğini ve sevgili öğretmenine duyduğu vefa borcunu; öğrencilerimiz, mezunlarımız, öğretmenlerimiz ve aileleri ile birlikte yaşatma amacında olduğunu söylüyor. Bu yarışma ve ödül, “ şıklı merak eder.” yaklaşımıyla bilimin her alanında iyi insanlar yetiştir-meyi hedefleyen şık Okullarının yalnızca matematiğe verdiği önemi değil, aynı zamanda iyi insan yetiştiren öğretmenlerin üstlendiği göreve de saygının bir göstergesi.

şık isesi 12. sınıf öğrencisi Mehmet Akif ayman birinciliğe layık görüldü.

Page 6: FYZY SAYI 27

6

HABERLER

1 4 Aralık’ta 128. kuruluş yıl dönümünü kutlayan MV şık Okulları, bu yıl hizmete açtığı spartakule Kampüsü

ile bölgede sadece bir okul olarak değil, kültür-sanat ve spor faaliyetlerini destekleyen “bir yaşam merkezi” olarak da hizmet vermeyi amaçlıyor.

1885 yılında temelleri Selanik’te atılan MV şık Okulları bu yıl 14 Aralık’ta 128. yılını

kutladı. Türkiye’nin en eski ve köklü eğitim kurumlarından biri olan MV şık Okulları;

işantaşı, Ayazağa, Erenköy Kampüslerinden sonra spartakule Kampüsü ile de yeni ve önemli bir bölgede hizmet vermeye başladı. 2013-2014 Eğitim-Öğretim Yılı’nda faaliyete geçen kampüste bu yıl anaokulu, ilkokul 1, 2, 3 ile ortaokul 5 ve 6. sınıflar eğitim görüyor. Toplam 35.000 metrekare alan üzerine kurulu kampüste spor alanlarından yemekhaneye, kütüphaneden oditoryuma, her birim çok geniş alanlara yayılmış durumda. Yarı olimpik kapalı yüzme havuzu, tenis, voleybol ve jimnastik salonları, açık-kapalı basket ve dev futbol sahası ile öğrenciler kampüs içinde her türlü spor yapma imkânını bulabiliyor. Kampüs çevresinde herhangi bir üretim veya sanayi tesisi bulunmadığı için de öğrenciler okuldaki tüm zamanlarını daha temiz bir çevrede geçirebiliyor.

SPOR VE KÜLTÜREL AKTİVİTELERE DE ÖNEM VERİYOR

MV şık Okulları, spartakule Kampüsü ile bölgede sadece bir okul olarak değil kültür, sanat ve spor etkinliklerini destekleyen “bir yaşam merkezi” olarak da hizmet vermeyi amaçlıyor. Yalnızca kendi öğrencilerinin değil, diğer okul öğrencilerinin de kampüsün tüm olanaklarından yararlanmasını istiyor. eyziye Mektepleri Vakfı Başkanı Yük. Müh. Tufan Durgunoğlu, eğitimden aldıklarını her zaman eğitime yatırdıklarını, yeni bölgelerde kampüsler açarak bu misyonlarını da hayata geçirdiklerini söylerken, “ MV şık Okullarının büyüyerek her geçen gün daha çok çocuğa ulaştığını ve eğitime katkı sağladığını görmek bizim için en değerli şey. Biz, yalnızca dersle çocuk yetiştirildiğine inanmıyoruz. Her anlamda “iyi” insanlar yetiştirebilmek için onların her türlü kültürel, sosyal ve spor faaliyetlerinden yararlanmaları gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden spartakule Kampüsü’nde okulun

Y EY

Page 7: FYZY SAYI 27

7

SY

S

eyziyeliler şıklılar Derneği, okullarının 128. kuruluş yıl dönümü için düzenlediği sergide her biri kendi alanında zirveye ulaşmış şık mezunlarını bir araya getirdi. Sanat ve tasarım ara-cılığıyla felsefe, tarih, bilim, eğitim, sağlık, inovasyon, çevre ve toplumsal sorumluluk konularına “dokunan” ünlü şıklılar, bu sergiyle tarihi ve insanlığı bize yeniden sorgulattı.

Galeri şık Teşvikiye, bu kez çok farklı ve sıra dışı bir sergiye ev sahipliği yaptı. eyziyeliler şıklılar Derneğinin öncülüğün-de, “Bilginin şığında, DOK MA” adlı sergide, toplumda söz sahibi şıklılar, 128 yıllık bir tarihi, sanat ve tasarım aracılığıyla yorumladı.

sahip olduğu tüm imkânlardan çevredeki çocukların ve ailelerinin de faydalanmasını istiyoruz.” diyor.

ÖNCELİK DEVLET OKULLARINDA OKUYAN ÖĞRENCİLERİN

Bu çerçevede bölgede lçe Mill Eğitim Müdürlükleri ve lçe Belediye Başkanları ile bir sosyal sorumluluk projesi yapılandıran MV şık Okulları, spartakule Kampüsü tesislerini öncelikle çevredeki devlet okulları öğrencilerine açacak. Okul saatleri dışında belirlenen günlerde çevre okullardan gelen çocuklar tüm spor alanlarından ücretsiz yararlanabilecek.

336 kişilik oditoryum salonu da diğer okulların kullanımına açılacak. Devlet okulları oditoryumda kendi oyunlarını sergileyip konserler ve etkinlikler düzenleyebilecek. MV şık Okulları yönetimi zaman zaman kendi etkinliklerine çevre okulları da davet ederek, bölgede yaşayan tüm çocukların birbirleriyle kaynaşmasını ve iletişim içinde olmasını sağlayacak.

Page 8: FYZY SAYI 27

8

K

“Tiyatro Ayna” ekibi tarafından sahnelenen, Aziz esin’in yazdığı, Haldun Dormen’in yönettiği, dekor ve tasarımını Osman engezer’in yaptığı “Hadi Öldürsene Canikom” adlı oyun, şık Okulları işantaşı Kampüsü’nde sanatseverlerle buluştu.

Türk tiyatrosunun üç büyük oyuncusu Dilek Türker, Tiraje Başaran ve Ayberk Attila’nın oyunu “Hadi Öldürsene Canikom” 7 Ocak’ta sahnelendi.

Oyunda usta oyuncular seyircilere kâh güldüren kâh düşündüren anlar yaşattılar. Bir apartmanın bodrum katında, birbirlerine tutunarak yaşayan yalnız ve yaşlı iki dul kadının hikâyesiyle hayatın trajikomik yüzüne dokunma fırsatı bulan sanatseverler, tiyatronun insanı büyüleyen dünyası içinde neşeli bir gece geçirdiler. Ölmüş general kocasının anılarıyla yaşayan Siyen ile kendisine gönderilen aşk mektuplarıyla avunan Diha’nın özlem dolu dünyasını izlerken yalnızlığı da sorguladılar.

eyziye Mektepleri Vakfı, sadece eğitim alanında değil tiyatroya ve sanatçılara verdiği destekle de öncü kurumlardan biri olduğunu bir kez daha gösterdi.

EİS

eyziye Mektepleri Vakfı, 128 yıl boyunca geleceği aydınlatan bireyler yetiştirmenin yanı sıra kadrosunda yer alan öğretmenlerinin gelişimine öncelik vermiştir. Dört kampüsümüzün öğretmenleri yıl boyunca farklı eğitim-öğretim stratejilerini araştırırlar, çeşitli eğitimler alırlar ve farklı uygulamalar geliştirirler. Bu uygulamaları da diğer şık okullarının öğretmenleriyle paylaşırlar.

Bu paylaşımlardan ikisi 26 Ekim 2013 tarihinde spartakule Kampüsü’nde gerçekleştirilen Matematik Sempozyumu ile 28 Aralık 2013’te Ayazağa Kampüsü’nde gerçekleştirilen Türkçe-Sosyal Bilimler Sempozyumu idi. Dört kampüsten ilgili branş öğretmenlerinin derslerinde kullandıkları yaratıcı düşünme teknikleri ve görsel malzemelerle zenginleştirilmiş materyallerle hazırladıkları değişik ders sunumları paylaşıldı.

HABERLER

Page 9: FYZY SAYI 27

9

T ürkiye’nin ‘68 dönemini ergenliğe geçiş yıllarında yaşayan şu an 50-60 yaş grubu olan bizler, 78’de bizzat olayların için-

deydik. Bu yıllarda, ülkenin kamplaşan tarafla-rında yer alan bizler; Ata’mızı, Cumhuriyeti’mizi, devletimizi, hürriyetimizi canını verecek kadar seven ve hatta veren nesillerdik. Birbirimizi boğazladığımız sırada, birdenbire gelen 12 Eylül’ün, ülkenin gidişatına olumsuz etkileri oldu ama her köşe başında işlenmeye başlanan cinayetler ve hatta toplu katliamlardan yılmış insanlar olarak, askerin düzeni tekrar sağladığına şükretmiştik.

Vatan sevgilerinden hiç şüphe duymadığım kahraman askerlerimiz de, bence yine kendileri-ne özgü ve çok özel eğitimlerinden kaynaklanan sebeplerle (Aldıkları eğitim, maalesef mütevazı-lıktan uzak olmalarına, egolarının şişirilmesine ve kendilerini devletin tek sahibi sanmalarına neden oldu.) siyaseti bulaşıcı bir hastalık gibi gördü-ler. Ülkenin düşünen, üreten, vatanseverliğinden şüphe duyulmayacak bir sürü beyni yurt dışına kaçmak zorunda kaldı, bir kısmı da maalesef hayatını kaybetti.

Sonra ne oldu? Tamamıyla depolitize olmuş bir toplum yaratıldı. Zengin olmak için her şeyi mubah sayan; hayali ihracattan, devlet ihale ve anlaşmalarından, (Mavi Akım, Emlak Bankası Konut Projeleri, Türk Ticaret Bankası olayları vb.) alınan komisyonları, devlet-mafya iş birliğini hayatımıza sokan ve maneviyatlarının kuvvetli olduğunu iddia edenlerin dönemi başladı. 1984-2000 arasında ise karabasan gibi hayatımıza giren bölücü örgüt, milyar dolarlarla ifade edilen kay-nak kayıplarının yanı sıra binlerce insanımızın canına kıydı.

Güçsüz iktidarlar, koalisyonlar gördük ama milenyumun başına doğru iktidar ortağı olanlar bütün güçsüzlüklerine rağmen 8 yıllık zorunlu eğitimi hayatımıza soktu. Bölücü başını bile onlar yakaladı. Bu güçsüz iktidarlar döneminde hepimizin yadırgadığı yolsuzluklar, 2000’lerin başından itibaren, başlangıçta yeni bir kan olarak görülen ve uzun yıllardır olmadığı kadar güçlü tek başına bir iktidar yarattı. Ancak 2013 yılı sonu ve 2014 başı itibariyle yine bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Geçen zaman, usulsüz-lük ve yolsuzluktaki deneyimlerimizi öyle bir hâle getirmiş ki bu konuda herhâlde dünyanın en iyisiyiz! Üstelik, bütün usulsüzlükler zama-nımızın büyüklerinin “maneviyatları kuvvetli”

çocukları vasıtasıyla yapılınca sosyolojik bir soru-nun olduğu ve çok büyük bir eğitim yanlışının hayatımıza girdiği anlaşılıyor.

Sorun, manevi eğitimin ağırlıklı olarak veril-diği kurumları da kapsamış endişesini yaratıyor. Yıllardır eğitim kalitesi konusunda çok şey söy-lendi ama eğitimimizin önemli bir parçası olan imam hatip okullarının kalitesi hiç tartışılmadı. Bu okullarda okuyan öğrencilerin maneviyat-larının daha güçlü olması için uygulanan özel programların yanında neredeyse fen liseleri ile yarışan sayıda bilim-kültür dersleri olduğu söy-leniyor. Bunun ikisini de aynı kalitede vermek için gereken zaman ise yeterli değil. Kaldı ki bu çocukların da birey olduğundan hareketle sosyal hayatlarına zaman ayırmaları gerekir. Bir yerlerde hata yapıldığından hiç kuşku yok.

Geçen süre içinde neyi kaçırdık acaba? Hiç şüpheniz olmasın ki eğitimi iktidarı ele

geçirmek, gelecek yılları garantiye almak için önemli bir kaynak olan görenler her defasında eğitimin en önemli unsuru olan öğretmeni ele geçirme çabasının içinde olmuşlardır. Ancak önce köy enstitülerini sonra eğitim enstitüleri ile öğretmen okullarını yok ederek eğitimci/öğret-men yetiştirmenin önü kapatılmıştır.

Öncelikle bir durum tespiti yaparak nerede olduğumuzu anlamalıyız. Öğretmen yetiştirme-nin kaynağından, yani öncelikle eğitim fakül-telerinden işe başlanmalıdır. Okullar ağırlıklı teorik eğitimlerini pratiğe dönüştürecek yollar geliştirmeli ve öğretmenlerin staj esnasındaki eğitimine ağırlık vermelidir. Maalesef üniversiteyi bitiren öğretmen adaylarının büyük bölümü, ne ortaokulda ne de lisede öğretmenlik yapabilecek düzeyde branş bilgisine sahip. Kendisi üniversite sınavlarına girerken çözdüğü testler nedeniyle dershanelerde çalışabilecek kadar test bilgisi var. Sonrasında ise ezberlenen test soruları ile sebep-sonuç ilişkisini bile kuramadan test çözme konu-sunda uzmanlaşmış ama analitik zekâsı gelişme-miş öğrenciler üniversiteye başlıyor.

Türkiye kısa zamanda öğretmen yetiştirme kaynaklarını revize etmek ve eğitimin kalite-sini yükseltmek zorundadır. Bu, hiç de kolay bir iş değildir ve icatlar yapmaya gerek yoktur. Dünyada bu işi iyi yapanlar incelenerek hızla harekete geçmek gerekmektedir. Başarı; öğrenci-lerine düşünme becerisi kazandıracak, kişiliğiyle öğrencisinin hayranlığını kazanacak örnek öğret-menlerin yetiştirilmesiyle mümkündür.

E

E İ İ İYLE

Erdoğan BOZDEMİRFMV Eğitim KurumlarıGenel Müdürü

Page 10: FYZY SAYI 27

10

Sevil KARACIKFMV e ı O ulları

Kültür Sanat Yöneticisi

İ İ İ ENİ İ

I şık isesi sıralarından MV Yönetim Kuruluna uzanan bir başarı öyküsü bu... iseden 1971- 1972 döneminde mezun olduktan sonra

yüksek öğrenimini stanbul Hukuk akültesinde tamamladı. Üniversitenin son yıllarında bir avu-katlık bürosunda çalışarak mesleğe ilk adımlarını attı; üniversiteyi bitirdikten sonra özellikle ticari davalar, iflas ve konkordato işlerinde yoğunlaşan bu büroda stajını yaptı ve sonrasında da avukat olarak çalıştı. Askerlik yıllarında Elazığ’da asker savcı olarak bir yıla yakın görev yaptı. Takiben bir süre özel sektörde çalıştı ve hâlen Türkiye Sınai Kalkınma Bankasında çalışmaktadır.

Bu sayımızda konuğumuz, son derece ciddi görevlerinin yanı sıra spor hayatını da birlikte götürebilen bir “ şıklı”, MV Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sayın Akın Süel.

Türkiye’nin ilk özel sermayeli kalkınma ve yatırım bankası olan TSKB’de otuz yıldır görev yapıyorsunuz. Çok uzun bir süre… İş hayatınız hakkında bize neler söylemek istersiniz?

Türkiye Sınai Kalkınma Bankasına (TSKB) 1984 yılında uzman yardımcısı avukat olarak girdim. Yöneticilik, hukuk müdürlüğü derken şu an genel sekreterlik ve hukuk müşavirliği görev-lerini yürütüyorum. Ayrıca bankamızın çalışan

ve emekli (sandık) vakıflarının sorumlulukları-nı yürütmekteyim. Bu görevlerim sırasında ban-kamıza bağlı ortaklıklardan TSKB GYO A ’de, TSKB Gayrimenkul Değerleme A ’de ve TSKB Danışmanlık A ’de Yönetim Kurulu Başkanlıkları ve zmir Gözlük Sanayi A ’de Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevlerinde de bulundum. Dediğiniz gibi TSKB’de bu yıl 30. yılım doluyor, bu bana çok özel bir aidiyet duygusu veriyor. Esasen hukuku bir zemin olarak kabul etmek gerekir, bu zemin üzerine avukatlık, hâkimlik, savcılık gibi işler dışında, bankacılık, her türlü yöneticilik, sos-yal örgütlerde ve sivil toplum örgütlerinde görevler ve hatta siyaset adamlığı rahatça yapılabilir. Diğer bir deyişle mühendislik, tıp vb. meslekler dışında, hukukun her kapıyı açan bir anahtar gibi olduğu-nu kabul etmeli, diyorum. Ben şahsen, mesleğimi kullanarak, mesleğin bana verdiği hukuki, idari ve sosyal misyon sayesinde banka yöneticiliğinden spor kulübü yöneticiliğine kadar farklı kulvarlarda bulundum. Genç arkadaşlarıma ülkemizin dünya ülkesi, vatandaşlarımızın dünya insanı olması yolundaki süreçte, hukuk mesleğini ve özellikle

luslararası Hukuk dalını tavsiye ederim.Bu görevlerinizin yanı sıra hâlen Türkiye

Basketbol Federasyonunda asbaşkanlık görevi-ni de yürütüyorsunuz. Spor hayatınız ve spor yöneticiliği görevleriyle ilgili bize bilgi verir misiniz?

Evet, gerçekten şık isesinde başladığım bas-ketbol, benim hayatımda çok önemli yer tutar; on beş yıl lisanslı basketbolcuydum ve önemli bölümünde profesyonel olarak oynadım, hem sporculuğun keyfini çıkardım hem de avukatlık yanında ikinci bir meslek sahibi oldum. Yani çift maaşlı gibiydim.

şık’ta, lise yıllarımda boyum uzun diye beden eğitimi öğretmenim Osman engül, beni takıma aldı, sonrasında Galatasaray Kulübü altyapısına seçildim ve lisanslı oldum. O yıllarda ben koyu

S

2013 Beko Basketbol igi Türkiye ampiyonluğu Ödül Töreni

Page 11: FYZY SAYI 27

11

enerbahçeliydim ama evimize Galatasaray Kulübü ve antrenman salonu yakın diye orada spora baş-ladım. Ezeli rakibimiz enerbahçe ile oynuyorduk.

ok zor oluyordu ancak Galatasarak Kulübünü de çok sevmiştim. Arkadaşlarımla çok keyifli maçlar kazanıyor, enerbahçeyi de yeniyorduk, o yıllarda gençler kategorisinde Galatasaray en güçlü kadroya sahipti ve Türkiye’de daima birinci veya ikinci olu-yorduk. ederasyondaki görevlerimde tarafsız dav-ranmakla birlikte kalben enerbahçeliyim, ancak Galatasarayın her zaman gönlümde farklı bir yeri olmuştur. Sonrasında işlispor, Vinleks Spor, Efes Pilsen, Ortaköyspor ve stanbulspor Kulüplerinde oynadım. Bu kadar çok kulüpte oynamanın avan-tajı ile çok arkadaş kazandım. Takım arkadaşlarım-la hep iyi geçinmeye çalıştım, müsabaka sırasında kendi başarımdan çok takımımın başarısı için oynadım. Takım oyununun bana ileriki yıllarda çok katkısı oldu, geniş bir çevre ve gerçek arka-daşlar kazandım; bu vesile ile tüm gençlere takım olmayı ve paylaşmayı öneriyorum.

Sonrasında Türkiye Birinci Basketbol ve Voleybol

iglerinde, O r t a k ö y Kulübünde, yönetici-lik, asbaşkanlık yaptım. Yıllarca basketbol ve voleybol şube sorumluluğu yaptım, Mavi eans, Divarese ve Emlak Bankasının spon-sorluklarıyla bir semt takımını her iki branşta da Türkiye Birinci igi’nde yıllarca başarıyla oyna-tabildik. 1999 yılında altyapıdan Galatasaraydan arkadaşım hâlen Türkiye Basketbol ederasyonu Başkanı Turgay Demirel’in daveti ile TB yöneti-mine girdim. Özerk olan TB ’de üst üste üç seçim kazanarak devam ediyoruz. TB Disiplin Kurulu Başkanlığı, Hukuk Kurulu Başkanlığı görevlerin-de bulundum, hâlen TB Asbaşkanlığı görevini yürütüyorum.

Özetlemek gerekirse şık isesi sayesinde ve derslerimin yanında fedakârlığım sonucu, apayrı ama çok keyifli bir yol olan sporun içindeyim ve tüm şıklı gençlerin spor yapmalarını ve spordan kopmamalarını istiyorum. Konuya iş anlamında da bakmalıyız. Birçok spor dalında ve bilhassa basketbolda Dünya ve Avrupa sıralamalarında

en önlerdeyiz. Bu demektir ki, ülkemizde, spor yöneticiliği, sponsorları, reklamcılığı ve halkla iliş-kileri ile ciddi boyutta bir sektör doğmaktadır. Bu sektörde ve organizasyonlarda öncelikle yer almak ve yatırım yapmak, dünyanın gelişmiş ülkelerinde yapılanlar dikkate alındığında önemli bir fırsattır.

Bir taraftan da FMV Yönetim Kurulunda Başkan Vekilliği görevini yürütüyorsunuz. Bu noktaya nasıl geldiniz, hedefleriniz nelerdir?

Esasen iş ve spor hayatımın yoğunluğu sebe-biyle 14 Aralık günü okuluma geliyor ve arada sırada birkaç sınıf arkadaşımla görüşebiliyordum. Ama daima yetiştiğim camiayı sevgimden ötürü uzaktan izler, okulumu o yıllardaki disiplin anla-yışıyla hatırlar, açıkçası o sert hocalarımı görsem de, şimdi ne düşünüyorlar, diye sorsam, derdim. Acaba sporcu yetişiyor mu? şık Spor Kulübü daha büyüse diye takip ederdim. Sonrasında 2006 yılında şık Üniversitesi Mütevelli Heyetine seçil-

dim, özlediğim camiama hep hizmet etmek isterdim. Böylece

bu imkâna kavuş-tum, daha

sonrasın-da da

2007 y ı l ı n -

da MV Y ö n e t i m

Kuruluna seçildim, bu görevimi son üç yıldır Yönetim

Kurulu Başkan Vekili sıfatıyla yürütmekteyim.Bu süreçte arkadaşlarımla birlikte birçok pro-

jede fiilen çalıştım. Örneğin, şık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi iken, kızım sayesinde öğrendiğim üniversite karşılıklı burs sistemini inceleyip şık Üniversitesine ve şık camiasına adapte edilmesine çalıştım. Bu sistemde MV, burslarından bir kısmını, şık Üniversitesindeki başarılı ve ihtiyaç sahibi öğrencilere tahsis ediyor ve bu çocuklar üniversiteden mezun olduktan birkaç yıl sonra aynı bursu, aldıkları süre zarfında ödüyorlar ve bu sayede geri dönen burs yeni bir öğrenciye tahsis ediliyor. Bu sistem, üniversite yöneticileri ve Vakıf yönetiminin de katkılarıyla başarılı oldu ve hâlen devam etmekte.

Ben felsefe olarak, “dengeli ve sağlıklı büyüme”ye inanan biriyim. Eğitim alanında büyü-me demek; fiziki büyümeden önce öğretim ve yabancı dil konusunu dikkatle izleyerek, sonuç

Türkiye Basketbol ederasyonunun

Anıtkabir’i Ziyareti

Page 12: FYZY SAYI 27

12

İ İ İ ENİ İ

alarak, okullarımızın kalitesini ve düzeyini yük-seltmek olmalıdır.

Yönetim Kurulu olarak öncelikle eğitim-öğre-tim seviyesini daha yükseklere çıkarmak hedefi-nin yanı sıra, MV’ye yakışan kampüsler açmak ve şıklıları arttırmak, “iyi insanları” ülkenin her yerinde görmek ve iyi yetişen şıklı gençlerin Türkiye’mize güç katması hedefiyle büyüme projelerine de destek veriyoruz. Bu eğitim yılın-da tüm yönetimimizin katkıları ile spartakule Kampüsümüzü ve Tuzla Anaokulunu açtık.

İş yaşamınızdaki başarının altın kurallarını aktarır mısınız?

Teşekkür ederim ama açıkçası kendim için başarılıyım diyemem. evremde başarılı şıklıları gördükçe gurur duyuyorum. Onların sayısını ve düzeyini arttırabilmek için, elimizdeki 128 yıllık eğitim tecrübesini de kullanarak, MV yönetimi olarak “ eler yapabiliriz?” arayışı içerisindeyiz. Günümüz iş ve sosyal hayatında belli konuda uzmanlaşmak gerekiyor ancak bunu yaparken kişinin tüm enerji ve dikkatini aynı yöne toplama-sının ciddi sakıncaları ortaya çıkıyor, bu nedenle sosyal faaliyetler ve sosyalleşme çok önemli. Yine çağımızın kolaylığı olan bilgisayar ortamının yanı sıra mutlaka kişisel ilişkiler, dostluklar kurulmalı; bu sayede güvenle ve sağlıklı bir çevreyle önce ufkumuzu genişletmeli, sonrasında da işler gelişti-rilmelidir diye düşünüyorum.

Feyziye Mektepleri Vakfında da önemli görevleriniz var. Başkan Vekili olarak çalışmaları-nız devam ediyor. Sadece Vakıfta değil, Işık Spor Kulübünün başarılarında da katkılarınız var.

Öğretimin hemen yanında spor ve sanat faa-liyetlerinin aynı anda yürütülmesinin gereğine inanan bir kişiyim. Aslında şık Sporu ciddi bir enstrüman olarak düşünmeliyiz. Bu çerçevede sporu geliştirmeyi ve şık Üniversitesi ile şık Okullarını, şık Spor çatısı altında toplayarak, mümkün olan en yüksek sinerjiyi yakalamalıyız, diye düşünüyoruz. Zaten bu birliktelikte karar alınmış olup hukuki ve idari süreç tamamlanmak-tadır. Gerçekten şık Okullarında spor tesisleri, kampüslerin fiziki şartlarına göre geliştirilmekte-dir, en son spartakule Kampüsünün spor tesisleri için muhteşem denilebilir. Temennimiz odur ki, önümüzdeki yıllarda tüm şık camiası, eyziyeliler şıklılar Derneğinin de katkıları ile sporda da

yukarı istikamette çıkışını sürdürecektir.

Işık Okullarının Türk eğitim sistemi için-deki yerini nasıl görüyorsunuz?

şık Okulları, anaokulundan üniversiteye kadar hizmet veren 128 yıllık dev bir eğitim kuru-luşu. şık ismi de Atatürk’ün onayı ile verilmiş. Sloganı “Önce iyi insan yetiştirir.” Özel okul ola-rak ticari değil, tamamen eğitime yönelik hedefleri var. Kuruluş gayesini güncelleyerek muhafaza ediyor; rekabeti, eğitim, spor ve sanat alanlarında; kaliteden taviz vermeksizin sağlıklı ve dengeli büyüme çabası içerisinde. Ben MV olarak, geç-mişten alınan güç ile öğretmenlerimiz, öğrencileri-miz, mezunlarımız ve tüm çalışanlarımızla ortaya çıkan bu büyük topluluğun gelecekte de ülkemiz için büyük ve doğru bir güç olmaya devam edece-ğine inanıyorum.

Tüm bu emek ve çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda “24 saat size yetmiyor.” diye düşünüyorum. Her zaman planlı program-lı çalışmak ve zamanı iyi kullanmak bu işler için yeterli olmasa gerek. Nasıl yetişiyorsunuz bu kadar işe?

Gerçekten hep koşuşturuyorum; işim, işim dışındaki çabalarım beni bazen yoruyor ancak neticelerin pozitif olması beni kamçılıyor. Özetle, hep bir şeyleri eksiksiz tamamlama çabası içeri-sindeyim, galiba Başak burcundan gelen titizlik ve mükemmeliyetçilik hâlim de var. Günlük progra-mımı son derece iyi bir şekilde ve yazarak planla-rım, genelde uyarım ancak yaptığım planı değiştir-me özgürlüğümü de aklımdan çıkartmam. Esasen, yakın zamanda işimden emekli olup MV’ye ve spor gibi sosyal sorumluluklarıma daha fazla zaman ayırmam gerektiğini düşünüyorum.

Temel eğitime dönersek sizin başarı öykü-nüzde Işık Lisesinin yeri nedir?

şık isesinin benim hayatımda, her öğren-cinin olduğu gibi, olumlu ve olumsuz yönleri elbette olmuştur. Ancak olumlu yönleri daha faz-ladır. Olumlu yönü olarak, “Önce iyi insan yetiş-tirmek” felsefesini çok önemsiyorum. yi insan tanımının içinde, sayfalarca yazılacak sözler var-dır ancak iyi eğitilmiş; sporu, sanatı bilen; sosyal-leşebilen, paylaşabilen, etrafına olumlu ve yapıcı izler bırakan bir insan figürü bence her şeyden önemlidir. Altmış yaşına yaklaştığım bugün dahi “önce iyi insan olmak” ve “kendini geliştirmek” felsefesini hep düşünmek ve geliştirmek çabası içerisindeyim.

Sizin ve dönem arkadaşlarınızın Işık Üniversitesi Mütevelli Heyetinde de önem-li görev ve çalışmalarınız oldu. Bu süreçten ve Işık Üniversitesinin bugünkü durumundan bahsedebilir misiniz?

şık Üniversitesi bugün 5000’e yakın öğrencisi ve büyük bir kampüsü olan, on yılı geride bıra-kan, rüşdünü üniversite eğitiminde ispat etmiş, kaliteli mezunlar vermiş bir kuruluştur. çinde bir süre görev aldığım Mütevelli Heyeti de bugünkü yapısıyla çok değerli akademisyen, iş, sanat ve spor adamlarından teşekkül etmiştir. Başarı orta-dadır, MV Yönetim Kurulu ve şık Üniversitemiz

40. yıl mezuniyet anısı16 Aralık 2012

Page 13: FYZY SAYI 27

13

Mütevelli Heyetleri birlikte çalışarak MV bayrağı-nı çok daha yukarılara taşıyacaklardır.

Bugün Feyziye Mektepleri Vakfı Yönetim Kurulunda sınıf ve okul arkadaşlarınızla birlik-te Işık’ı ileri götürmek adına çalışıyor ve emek harcıyorsunuz. Okul yıllarında arkadaşlık iliş-kileriniz nasıldı, çokça rekabet olur muydu ara-nızda, yoksa Işık kardeşliği mi ön plandaydı?

Okul yıllarımız 1965 ve sonraki yıllar... Malum bilgisayarlar, cep telefonları yoktu o dönemde, sabit telefonlarla konuşurduk. Sıkça bir araya gelirdik. Bazen kavga ederdik, bazen gezer-dik ama hep “birlikte” vakit geçirirdik. Mesela, o yıllarda Müfit Öget arkadaşımla okul çıkışı masa tenisi salonuna gider, iddialı maçlar yapardık; hafta sonları da Semih Yörük ve diğer enerli arkadaşlarımla enerbahçenin basket ve futbol maçlarına sıkça giderdik. Okul bahçesinde ayak topu yasak olduğundan, aralarda elle orta yapıp kafa ile şut atar, yarışmalar yapardık. O yıllarda rekabetten ziyade, şık kardeşliği ön plana çıkar-dı. Bunun en güzel örneği, farklı zamanlarda sıra arkadaşlığı da yaptığım, iki sınıf arkadaşım, dost-larım Ahmet Burak ve Gün Han Başik ile MV Yönetim Kurulunda birlikte görev yapmamızdır. El birliği ile kurumun geleceği için çalışıyoruz. Bu, benim için çok kıymetli bir şans, tüm aklım ve kalbimle bu şansı değerlendirmeye çalışıyorum.

Işıklılık bağında Feyziyeliler Işıklılar Derneğinin yeri nedir?

Bence eyziyeliler şıklılar Derneğinin önemi çok büyük. Bu dernek geçmişten geleceğe şıklıları organize edebilir, birleştirebilir. Bu birleşen güç, okullarımıza ve hatta tüm toplumumuza katkı sağlayabilir. Geçmiş ve mevcut dernek yönetici-lerinin ne kadar içten ve özveri ile çalıştıklarını görüyorum ve onlara destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Okul yılları bir insanın gelişim sürecinde çok önemli yer tutuyor ve o döneme ait hatıra-lar da hafızalardan hiç silinmiyor. Sizin Işıklı yıllarınız nasıl geçti? Silinmeyen anılardan, arkadaşlardan, öğretmenlerden bize aktaracak-larınız neler olabilir?

Bahsettiğim gibi, şıklı yıllarım unutamadı-ğım, genel olarak keyifli yıllardı. Tabiidir ki, bu genel güzelliğin yanında irili ufaklı problemler de yaşanıyordu. Bunlardan da bahsetmezsem, samimi olmam, diye düşünüyorum. öyle ki, sıkı disiplin ve katı uygulamalar nedeniyle çekingen olmuştum. Derslerimde sınıfı geçer durumda ve orta karar bir öğrenciydim. Okul çıkışında hafta-da üç gün idmana gider ve yorgun olduğumdan evde çalışırken uyuyakalırdım. Ama zor da olsa birden çok işi bir arada yürütebildim. Okul yıl-larımdan kalan bir hatırayı anlatayım Ben ilko-kulu Ankara’da okurken, müziğe meraklıydım ve melodika çalardım. O süreçte çocuk bandosuna seçilmiş, mill bayram günleri cumhurbaşkanına, başbakana konserler verir noktaya gelmiştik. Bu sayede smet nönü’ye konser vermiş, bizzat ken-disinden çok güzel espri ve iltifatlar duymuştum. Anlatmak istediğim kendimi bayağı müzisyen

filan sanıyordum. şık’ta 7.sınıftayken, müzik öğretmenimiz ada Koper Hanım, sınıfta notalar-la parçayı yüksek sesle söylememizi isterdi. Ben de o zaman da gündemde olan assolistlik gibi bir durumu katiyen yapamam, utanır, kalkıp söyleyemezdim. Ancak müziği, notayı iyi biliyor-dum. eticede öğretmenim beni müzik dersinden bütünlemeye bıraktı. Babam da kızıp bütün yaz, tek bütünleme dersim olan müzik dersi çalışmamı zorunlu tuttu. O günkü aklımla bütünle-meden, parçaları notalarıyla söyleyerek geçtim ama müzikle ilgimi de kestim. Bir de 10. sınıfta edebiyat öğret-menimiz rahmetli Aysel Hanım, beni kompozisyon dersinden önce bütünlemeye sonrasın-da da sadece kompozisyon dersinden sınıfta bıraktı. nanılmaz bir durum oldu,

sınıfta kalmam sonucu, tüm arkadaşlarım ve okulumdan kompozisyon dersi nedeniyle kopuyor, hayatımdan bir yılı kaybediyordum. Kâbus dolu anlar yaşadım, bazen kendimi uykudayım uyanacağım sanırdım. Sonra bir mucize oldu ve hükümet tek dersten sınıfta kalanlara o yıl için tekrar bir sınav hakkı tanıdı. O yaşımda korkunç tepkili ve inat hâlindeydim, birkaç satır yazıp kâğıdı verdim, bu sefer hocam sınıfı geçirmek zorunda kaldı sanı-rım. Halbuki sonradan avukatlık mesleğinde beğe-nilen, anlaşılır dilekçeler yazıyordum. Bu olayları hâlen düşünür, kesinlikle kişiler üzerinde dur-mam, hep kendime ders çıkarır, en azından eleş-tirdiğim, beğenmediğim, içime sindiremediğim davranış ve eylemleri, çalışma hayatımda astlarıma ve çalışma arkadaşlarıma yapmam, böylece keyifli ve başarılı bir çalışma ortamı yaratmaya çalışırım. Bu hatıramı anlatmamın sebebi, birtakım sebepler veya belli kişiler nedeniyle “okuluna kırılanlar” olabilir ancak kişiler değil, kurum önemlidir; daha da önemlisi, insanın kurumuna ve kendisine inancı, güvenidir.

Son olarak genç Işıklılara neler söylemek istersiniz?

Hayatta daima sorgulayıcı olsunlar, yapıcı olsunlar; okullarını yuva gibi kabul etsinler, okul-larından kopmasınlar. Hepsinin gözlerinden öpe-rim, hepsine başarılar dilerim.

TB Kadınlar Türkiye Kupası 2012-2013 Ödül Töreni

2013 Kadınlar Cumhurbaşkanlığı Kupası Ödül Töreni

Page 14: FYZY SAYI 27

14

H iç kuşkusuz insanoğlunun gelişiminde kâğıdın yeri çok önemlidir. Hepimizin çok kabaca bildiği ise kâğıdın yapımında

ağaç kullanıldığıdır. Hepsi bu kadar mı? Hayır, hepsi bu kadar değil. ok daha karmaşık, çok daha önemli ve çok daha sanatsal bir şey bu. Aslında bu, binlerce yıldır süregelen bir serüvendir.

Bugün dünyada neyin altına baksak epublic of China etiketini görüyoruz. Milyarlarca insa-nın yaşadığı dünyamızda, tüketimin inanıl-maz boyutlara ulaştığını düşünecek olursak, küçük, büyük, ucuz, pahalı ne olursa olsun sadece üretmeyi düşünen bir ulus. Sevsek de, sevmesek de, kabul etsek de, etmesek de gerçek bu. Tarih boyunca birçok buluşa imza atmış olan

in halkı, bugün kullanılan kâğıdın bulunuşuna da imza atmıştır. MS 2’nci yüzyılda in Han Hanedanlığı’nda kâğıt kullanıldığı bilinmekte olup Cai un da kâğıt hamuru ve kâğıdın mucidi olarak kabul edilmektedir. 13’üncü yüzyılda ise kâğıt, Orta Doğu ve Avrupa’ya ulaşmıştır. Elbette bir-çok imparatorluk, savaş ve aşk bu uzun yolculuğa eşlik etmiştir. Kâğıt kullanılarak bazen bir ferman-la bazen de ilahi sözlerle insanlara sözcükler ve duygular taşınmıştır.

Yazının icadı ile birlikte kil t a b l e t l e r d e n sonra bir su bit-kisi olan papi-rüsün gövdesi kullanılarak elde edilen kâğıt, MÖ 3000 yıllarında Mısır’da kullanıl-mıştır. lk bulunan papirüs parça-larının ise MÖ 2925 yılında kullanıldığı görül-mektedir. Papirüs bitkisi, bu bölgede daha verimli yetiştiği için tüm Akdeniz dünyasına buradan dağılmaktaydı.

Bergama kütüphanesinin gelişmesini kıska-nan Ptolemaniosların Mısır’dan papirüs sevkiya-tını durdurunca MÖ 2’nci yüzyılda yaşamış olan Bergama Kralı . Eumenes’in isteği ile parşömen

Ömer ORHANFMV el a ağa

ı i e i Müdürü

K K

K S

Bugün dünyada neyin altına baksak epublic of China etiketini görüyoruz. Milyarlarca insa-nın yaşadığı dünyamızda, tüketimin inanıl-maz boyutlara ulaştığını düşünecek olursak, küçük, büyük, ucuz, pahalı ne olursa olsun sadece üretmeyi düşünen bir ulus. Sevsek de, sevmesek de, kabul etsek de, etmesek de gerçek bu. Tarih boyunca birçok buluşa imza atmış olan

in halkı, bugün kullanılan kâğıdın bulunuşuna da imza atmıştır. MS 2’nci yüzyılda in Han Hanedanlığı’nda kâğıt kullanıldığı bilinmekte olup Cai un da kâğıt hamuru ve kâğıdın mucidi olarak kabul edilmektedir. 13’üncü yüzyılda ise kâğıt, Orta Doğu ve Avrupa’ya ulaşmıştır. Elbette bir-çok imparatorluk, savaş ve aşk bu uzun yolculuğa eşlik etmiştir. Kâğıt kullanılarak bazen bir ferman-la bazen de ilahi sözlerle insanlara sözcükler ve duygular taşınmıştır.

3000 yıllarında Mısır’da kullanıl-mıştır. lk bulunan papirüs parça-larının ise MÖ 2925 yılında kullanıldığı görül-mektedir. Papirüs bitkisi, bu bölgede daha verimli yetiştiği için tüm Akdeniz dünyasına buradan dağılmaktaydı.

Bergama kütüphanesinin gelişmesini kıska-nan Ptolemaniosların Mısır’dan papirüs sevkiya-tını durdurunca MÖ 2’nci yüzyılda yaşamış olan Bergama Kralı . Eumenes’in isteği ile parşömen

Page 15: FYZY SAYI 27

15

bulunmuştur. atince “Pergamena” denilen par-şömen adını Bergama kentinden almıştır.

Papirüs ve parşömen çok değerli tarihsel dokümanlar olsa da inli Cai un’un bugün kullanılan kâğıdı bulduktan sonra insanoğlunun tüm kaderi değişmiştir. Bilgi hızla paylaşılmış, birçok dâhi insanlığa hizmet etmiş veya gele-cekte neler olacağını kestiremedikleri buluşlara imza atmışlardır. 6 Ağustos 1945 tarihinde Enola Gay isimli atom bombası Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise at Man isimli atom bombası agazaki’ye atılarak 215.000 insa-nın ölümüne neden olunmuştur. Madam Curie

hayatını feda ettiği radyum ile ilgili deneyle-ri yaparak kâğıtlara not düştüğünde

gelecekte nükleerin insanlığı bu denli tehdit edeceğini düşünmüş müydü? Ya eonardo Da Vinci

o muhteşem desenlerini çizdiği kâğıtların bugün bile hayranlıkla izleneceğini

biliyor muydu? Peki, ya Piri eis haritala-rını çizerken, Shakespeare omeo

ve uliet’i kaleme aldığında ne hayal etmişti? Gerçek olan şu ki, sanatsal, bilimsel veya sos-

Papirüs yapımı: Papirüs bitkisinin kamış şeklindeki gövdesi istenilen ölçüde parçala-ra ayrılır ve bu papirüs parçaları boylaması-na kesilerek su içerisinde altı gün belirli ara-lıklarla su değiştirilerek bekletilir ve böylece belirli bir renk elde edilir. Altı günden daha fazla bekletildiğinde ise kâğıt daha koyu renk alır. Altı gün sonunda doğranmış bu papirüs parçaları örgü şeklinde birbirinin üzerine gelecek şekilde boşluk bırakılmadan döşenir. Bu işlem bittikten sonra üzerine bez örtülerek ağaç çekici ve merdane kullanıla-rak ezilerek fazla suyun dışarı çıkartılması sağlanır. Son olarak da bir pres kullanılarak 5-6 gün sıkıştırılan kağıdın iyice kuruma-sı ve liflerin birbirine yapışması beklenir. Böylece papirüs liflerinden elde edilen kâğıt kullanıma hazır hâle gelmiştir. Kolaylıkla yırtılmayan ve ıslandığında dağılmayan da-yanıklı bir kâğıt. Mısırlılar yüzyıllar boyu bu kâğıdı kullanarak hiyeroglif yazısı ile tarihe not düşmüşlerdir.

Parşömen yapımı: Doğal bir ürün olan ve tüm dün-yada kolayca elde edilen hayvan derisi kirece yatı-

rılarak kıllarından temiz-lendikten sonra üzerindeki

yağ ve et parçaları temizlenerek farklı zımparalarla inceltilerek gerilir ve

güneşte kurutulur. Bu şekilde işlemlerden geçirilerek hazırlanan parşömen son dere-ce dayanıklıdır. Parşömenin kalitesi derinin alındığı hayvanın genç olmasına bağlıdır. En iyi deriler genç hayvanlardan elde edilir. Hayvanın rengi parşömenin rengini de etki-ler. En beyaz parşömenler beyaz tüylü hay-vanların postundan elde edilir. Parşömen, papirüse göre daha pahalıydı ama her yerde bulunabiliyordu. Üstelik rulo yapılmadan da katlanarak saklanabiliyordu.

Enola Gay isimli atom bombası Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise at Man isimli atom bombası agazaki’ye atılarak 215.000 insanın ölümüne neden olunmuştur. Madam Curie

hayatını feda ettiği radyum ile ilgili deneyleri yaparak kâğıtlara not düştüğünde

gelecekte nükleerin insanlığı bu denli tehdit edeceğini düşünmüş müydü? Ya eonardo Da Vinci

o muhteşem desenlerini çizdiği kâğıtların bugün bile hayranlıkla izleneceğini

biliyor muydu? Peki, ya Piri eis haritalarını çizerken, Shakespeare omeo

ve uliet’i kaleme aldığında ne hayal etmişti? Gerçek olan şu ki, sanatsal, bilimsel veya sos

rılarak kıllarından temizlendikten sonra üzerindeki

yağ ve et parçaları temizlenerek farklı zımparalarla inceltilerek gerilir ve

güneşte kurutulur. Bu şekilde işlemlerden geçirilerek hazırlanan parşömen son derece dayanıklıdır. Parşömenin kalitesi derinin alındığı hayvanın genç olmasına bağlıdır. En iyi deriler genç hayvanlardan elde edilir. Hayvanın rengi parşömenin rengini de etkiler. En beyaz parşömenler beyaz tüylü hayvanların postundan elde edilir. Parşömen, papirüse göre daha pahalıydı ama her yerde bulunabiliyordu. Üstelik rulo yapılmadan da katlanarak saklanabiliyordu.

Page 16: FYZY SAYI 27

16

yolojik alanda kâğıdın insan hayatındaki yeri ve önemi çok büyüktür.

Ancak ormanlarımız yok edilirken son derece cimri davranılması gerektiği de gerçe-ğimiz olmaya devam edecektir. Bu anlamda en önemli kâğıt tasarrufu, kullanılmayan kâğıtla sağlanır! Elbette olabildiğince Tercihen de dönüştürülmüş kâğıt kullanılarak bilinç oluş-turulmalıdır. Gelecekte yazı için kâğıt yerine dijital ekranların kullanılacağı ve buna göre bir dünya oluşacağı kesin gözükmektedir. Kesin, çünkü zaten böyle giderse ağaç kalmayacağı için ağaç kullanılarak kâğıt yapmak mümkün olmayacaktır.

e yaparsak yapalım konu insana, insanın yaklaşımlarına, bencilliğine, vizyondan yoksun olmasına dayanıyor. Kapitalist sistemin getirdiği kullan-at dönemi başlamıştır. Kâğıdın dokusunu hissetmek, dolmakalem kullanmak, tekrar tekrar doldurup onunla bütünleşerek anılarını paylaş-

manın keyfini yaşamak yerine bittiğinde atılan plastik kalemler!

Hayatımızı kendi elimizle değersizleştiriyor, kaynaklarımızı umarsızca yok mu ediyoruz?

ster kâğıt ol, ister kalem, istersen de kalem-deki mürekkep ol. Yeter ki geleceğe bir mesaj ve bir iz bırak.

Kaynak

(http://www.turkishpaper.org)

PPI

(Pulp

&

Paper

Industry), Temmuz

2002,

1 ton kâğıt için yaklaşık ortalama 15-20 adet yetişkin ağaç (1,5 ton) kullanılır.

1 yetişkin ağaç 250 kişiye oksijen sağlar.

100 yaşındaki bir kayın ağacı, saatte 40 kişinin çıkardığı 2,35 kilogram karbondioksiti yok eder.

1 hektar iğne yapraklı orman yılda 30 ton, geniş yapraklı orman ise yılda 16 ton oksijen üretir.

Ormanlar aynı iklim koşullarına sahip çıplak toprağa kıyasla yüzeysel akışı 15-20 kat,

erozyonu da 350 kat azaltır.

Ülkemiz ormanlarında yılda 40 milyon ton civarında oksijen üretilmektedir.

Dünya Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri Üretimi 370,7 milyon tonTürkiye’de Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri Üretimi 5,4 milyon ton

(2009 yılı verilerine göre)

Dünya Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri Tüketimi 362,9 milyon tonTürkiye’de Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri Tüketimi 2,017 milyon

ton (2001 yılı verilerine göre)

Günümüzde kâğıt yapımı: Öncelikle ağaç-lar kesilip kütükler hâline getirilir. Kütük-lerin dış kısmındaki kabuk soyulur ve so-yulmuş kütük parçaları daha ufak parçalara ayrılırlar. Daha sonra kâğıt yapımı için ge-rekli diğer kimyasal malzemeler ile birlikte parçalanmış ağaçlar öğütme makinesinin içine alınır. Burada kimyasallar ve ağaç kü-çülerek birbirleri ile iyice özdeşleşirler. Öğü-tücüdeki işlem biterken kâğıda renk vermesi için beyaz boya maddesi de karışıma ilave edilir. Kâğıt üretimi için sona yaklaşılırken kurutma işlemine başlamadan karışım içinde bulunan suyun süzülmesi gerekmektedir Hamurun süzülmesi için üretimhanelerde bulunan hareketli bantlara hamur dökülür. Tabii bu hareketli bant ince bir tel örgüden oluşmalıdır ki hamur içindeki fazla suyu dı-şarı atabilsin. Hamurun içindeki su azalınca silindirle üzerinden geçilip hamur sıkıştırılır. Silindir, hamurun üzerinden geçtikçe iyice düzleşir. Düzleşip incelen hamur kuruması için sıcak silindirler arasından geçirilir. Ku-rutulduğunda incecik bir kâğıt hâline gelmiş olur. Üretim işlemi bittikten sonra istenilen boyutta kesilerek sayfalar hâline getirilir ve artık kâğıt kullanıma hazırdır.

* Kâğıda işlenen uygarlık-Jonathan M. Bloom

K K

Page 17: FYZY SAYI 27

17

Page 18: FYZY SAYI 27

18

E İK

H ayatımızın çeşitli aşamalarında, özellikle de eğitim yıllarımızda hepimiz çeşitli deneyimler yaşarız. Bu deneyim bazen

kasadan takla atmak olur bazen bir enstrüman çalmayı öğrenmek bazen de bir matematik soru-sunu çözmeye çalışmak

Ancak birkaç denemeden sonra başarılı ola-madığımızı hissettiğimizde artık yeni deneme-ler yapmaktan çekinmeye başlar, kendimizi bu konuda yeteneğimiz olmadığına inandırmaya çalışır ve aslında “korkularımızla” yüzleşmekten kaçındığımız için kendimizi geri çekeriz.

Bunun adı, öğrenilmiş çaresizliktir ve bu duyguyu yaşayanların tutkuları kaybolur. steklerinden vazgeçerler, isteyerek yaptık-

ları davranışları azalır ve mecbu-ren yaptıkları artar. Akılları ve düşünme yetenekleri zayıflar. Sorunlar kar-şısında akıllarını kul-lanmanın sonucu değiştirmeyeceğine inandıkları için beyinlerini fazla k u l l a n m a z -lar. Bu yüzden davranışlarının s o n u ç l a r ı n a karşı umarsızla-şırlar. Duyguları zayıflar.

zun süre bir sorunla uğraşan, ondan kurtulmak için çabaladığı hâlde başaramayanlar sorunu kabullenir, onunla yaşama-yı öğrenir.

şte öğrenilmiş çaresizliklerimizin biri de Türk toplumunda neredeyse “Mill Korku” hâline gelen matematik korkusu olmuş ve bir kaçış noktası olarak standart bir cümle belir-lenmiştir

Matematik zordur! Oysa her insanın doğuştan gelen bir sayma,

sıralama, şekilleri tanıma yönünde sezgisel bir algısı vardır. Zaman algısı, çokluk azlık algısı Ancak eğitim sürecinin başlaması ile beraber bu algı doğal sürecine pek de uygun olmayan bir biçimde önceden belirlenmiş, kişisel farklı-lıklara odaklanmayan bir müfredat kapsamında işlenmeye başlayınca da bu yetenek, yaptıkları birkaç başarısız denemeden sonra birçok öğrenci tarafından unutulmuştur.

Oysa tarih boyunca insanoğlu dünyanın temel işleyişini ve düzenini anlamaya uğraştı. Sürekli olarak içinde bastıramadığı merak duy-gusu ile çevresindeki nesnelerin özelliklerini belirleyen kuralları ve modelleri, bu nesnelerin bizimle ve birbirleriyle olan ilişkilerini keşfetmek istedi. şte keşfetmeye çalıştığı bu düzen aslında matematikti.

Matematik kelimesinin anlamının Eski Yunancada Matesis yani “Ben Bilirim” olması anlamlı değil mi?

nsanın 35.000 yıldır sayılarla uğraştığı, elde edilen son veriler eşliğinde kanıtlanmıştır. Ancak matematiğin matematik olarak incelenmesi MÖ

6000’li yıllardan başlamaktadır. Mısır il ehri kıyıları, matematiğin ortaya çıktığı

ilk yer olarak kabul edilmekte-dir. Ancak yapılan araştır-

malar aslında aynı anda dünyanın farklı böl-gelerinde de mate-

matiksel uyanış-ların başladığını göstermektedir.

Ö r n e ğ i n , Babiller impa-rator luklar ını genişletmek ve yönetmek için sayılar konu-

sunda uzman-laşmaları gerek-

tiğine inanıyor-lardı. Matematik

bilmek bir saygınlık meselesiydi onlar için.

Yunanlılar matematiğe âşıktılar. Matematiği cebirsel

hesaplardan çıkarıp, felsefi olarak ele aldılar. Ve daha niceleri

Günümüze dönersek son birkaç yıldır üni-versite giriş sınavlarında matematik testinde sıfır çeken aday sayısı 25-30 binler civarında. OECD tarafından 1997’den bu yana düzenlenen P SA sınavında ( luslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) hem matematik hem de dil ve fen değer-lendirmesinde öğrencilerimiz hep son sıralarda yer alıyor. Bu sınav okulda öğretilen müfredatı ölçmeyi hedeflemekten ziyade, 15 yaş çocuklarının hayata hazır olup olmadığını ve bireylerden ziyade ülkelerin eğitim ve paralelinde kalkınmışlık düze-yini ölçmeyi hedefleyen, karşılaştırmalı bir çalışma.

Sadece matematiksel kavramlar ve işlemler bilgisi yerine, kişilerin gerçek hayatta karşıları-

i el RFMV el a ağa ı i e i

Matemati ğretmeni

ları davranışları azalır ve mecburen yaptıkları artar. Akılları ve düşünme yetenekleri zayıflar. Sorunlar kar-şısında akıllarını kul-lanmanın sonucu değiştirmeyeceğine

ondan kurtulmak için çabaladığı hâlde başaramayanlar sorunu kabullenir, onunla yaşama-

şte öğrenilmiş çaresizliklerimizin

kıyıları, matematiğin ortaya çıktığı ilk yer olarak kabul edilmekte

dir. Ancak yapılan araştırmalar aslında aynı anda

dünyanın farklı bölgelerinde de mate

tiğine inanıyorlardı. Matematik

bilmek bir saygınlık meselesiydi onlar için.

Yunanlılar matematiğe âşıktılar. Matematiği cebirsel

hesaplardan çıkarıp, felsefi olarak

K

Page 19: FYZY SAYI 27

19

na çıkabilecek meselelerle baş etmede matema-tik bilgilerini ne kadar etkili kullanabildiklerini ölçen yani matematik okuryazarlığı kavramı üze-rine odaklanan bu sınavda bazı sorular seçenekli olarak sunulurken bazı sorular da açık uçlu yani sadece cevap yazılacak biçimde soruluyor. Bu tarz sorularda ise öğrencilerimizin başarısının

1 ile 5 arasında olması, 15 yaşına dek hayat-larını matematik sorusu çözmekle geçirmiş olan bu çocuklar hakkında nerede yanlış yaptığımızı düşünme zamanının geldiğinin bir kanıtı.

Gelişmiş ülke olma yolunda en önemli ser-maye, eğitimli insan. Yakın gelecekte iş gücüne katılacak bugünün genç kuşağının, uluslararası rekabette nerede olduklarını gösteren bu testin sonuçları ise bu açıdan oldukça önemli. Onca dershane, özel ders, ilkokuldan lise sona değin alınan matematik dersleri demek ki işe yaramıyor.

Peki, matematik eğitiminde başarılı olan ülkelere bir göz atalım Her ne kadar uzun zaman-dır inlandiya eğitim alanında örnek gösterilse de P SA sınavındaki ilk sıraları in, Singapur gibi

zak Doğu ülkeleri kapmış durumda. Bu bek-lenmedik başarı artışının ardında yatan nedenler ülkeler bazında araştırılmaya devam edilirken, gelin örnek bir model olan inlandiya eğitim sis-temini inceleyelim. Bu sistemde sınav stresi yok, dershaneler ve özel hocalar yok. Eğitim saatleri ortalama günde dört saat. Okullarda okutula-cak kitaplara öğretmenler kendileri karar veri-yor. Öğrenciler, öğretmenin hazırladığı sorularla değerlendiriliyor. Ayrıca bu ülkede öğretmen olmak kolay değil, çok aşamalı bir eleme siste-minden geçtikten sonra ancak başvuranların 10 kadarı öğretmen olabiliyor.

yi örnekler, kötü örnekler... Bu yazı böyle uzar gider

Hayatta bazen değiştiremediğimiz şeyleri kabul etmek zorunda kalabiliriz, bunlardan biri de ülke-mizin eğitim gerçeği Türkiye bir sınav ülkesi.

Ancak unutmayalım ki eğitim kurumlarının görevi öğrencileri sadece bu sınavlara değil, hayata hazırlamak, insanların içindeki sanat, bilim ve spor potansiyelini ortaya çıkarmalarına ortam-lar yaratmaktır. Bu yüzden yeni deneyimlerden korkmamalıyız. Asıl önemli olan “öğrenilmiş çaresizlikler”imizin ardına saklanmadan kendi içi-mizdeki potansiyeli keşfetmemiz, hayatta neyi yap-maktan hoşlandığımızın farkına varıp bunu elde etmek için çaba harcamaktan kaçınmamamızdır.

Yazıyı Charles Buko ski’nin bir sözü ile kapatalım

“Sevdiğiniz bir şey bulun ve sizi öldürmesine izin verin.”

Page 20: FYZY SAYI 27

20

İ stanbul, kurulduğu günden bugüne yaşamını besleyen birbirinden çok farklı kültürleri, kimi zaman koruyarak, kimi zaman yaşa-

mının bir parçası olarak özümseyerek, bazen reddederek, bazen de görmezden gelerek sürdür-müştür. stanbul’u sevenler, ona âşık olduğunu zannedenler, kendilerini stanbullu olarak gören-ler, kendilerince şehri kurtarmaya çalışanlar veya kıskançlık duygularına yenik düşüp şehri yok etmek için elinden geleni ardına koymayanlar olmuştur. Hâlen de durum değişmiş değildir.

Geriye dönüp baktığımızda önceleri gör-kemli Bizans stanbul’u vardır, daha sonra

Doğu oma’nın son günlerinde sefaleti yaşayan, bitmiş bir başkent görülür. etihten sonraki stanbul ise Osmanlı mparatorluğu’nun payi-

tahtı olmuştur ama gelişme sürecinde kendi hâlinde bir şehirdir yine de Güzeldir, eşsizdir ancak şehirden sorumlu bir bilen veya bilenler heyeti yoktur. Plansızdır, programsızdır, gele-cek kaygısı, hesabı kitabı yoktur; sık sık çıkan yangınlara teslim olmakta, sokaklarında sık sık başıbozuk tulumbacıların sesleri yankılanmak-tadır. ehri bir kadı yönetir, halkın ihtiyaçlarına yönelik sorunlar da genellikle vakıflar tarafın-dan çözülür.

19. yüzyılda Batılılaşma eğilimindeki impara-torlukta yeni bir stanbul’a yelken açılır.

1853 yılına gelindiğinde ilk kez ciddi bir yönetim değişikliği yapılır, şehir birine emanet edilir. O dönemdeki adıyla “ ehremaneti” yani “Belediye Başkanlığı” kurulur. stanbul’un ilk belediye başkanlığına “Pepe Salih Paşa” (1813-1861) atanır. e var ki devrim niteliğindeki bu yönetim değişikliği stanbul’un çehresini değiştir-mez çünkü maddi yokluklar, hızla eriyen devlet hazinesi, kaybedilen savaşlar sonucu yaşanan büyük göçler yüzünden şehir birbiri ardına çok sancılı süreçlerden geçmektedir.

K K SMert Dra tırma ı a ar

KENK L

Karlı bir kış gününde Sultanahmet Meydanı’ndan

Ayasofya’ya bakış.

Anadolu Hisarı

Göksu

Adalar’dan

Page 21: FYZY SAYI 27

21

stanbul’a ilk ciddi neşter 1936’da bizzat Atatürk’ün davetiyle ransa’dan gelen, Paris ehircilik Enstitüsü üyelerinden Mimar Henri

Prost’un (1874-1959) projeleriyle vurulur. Prost; daha önce de (1904) stanbul’a gelmiş, 1926’da da zmir için bazı çalışmalar yapmıştır, stanbul’u Türkiye’yi ve Türkleri yakından tanımaktadır. Prost, hemen işe koyulur ve stanbul’un nâzım planını hazırlar. Plan, 1938 yılının sonlarında stanbul valisi ve belediye başkanı olan Dr. ütfi

Kırdar tarafından uygulanmaya başlanır. O tarihlerde planda öngörüldüğü şekilde,

motorlu trafiğin gerektirdiği yolların açılması sırasında bakımsız durumdaki bazı tarih bina-ların yıkılması ve Haliç’in her iki yakasında 19’uncu yüzyılın başından itibaren gelişmeye başlayan endüstriyel yapılaşmanın teşvik edil-mesi eleştirilere neden olur. 1950’den sonra ise Prost’a yapılan eleştirileri solda sıfırda bırakacak dönüşüm projeleri ortaya atılır. Yeni bulvarlar açılırken sadece Prost’un önemsemediği ahşap dokunun yanı sıra pek çok tarih eser bu yıkım-lardan nasibini alır ve bu projelere direnen Prost görevinden alınır.

1950’li yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan bu oluşumun ciddi biçimde pro-pagandası da yapılmaya başlanır ve göçlerle farklılaşan bu yeni şehir, stanbullulara sev-dirilir. Değişim hızla ve kesintisiz bir biçimde sürer. 1980’ler, 1990’lar, 2010’lar derken şehrin görüntüsü, büyüklüğü, o denli değişir, nüfusu o denli artar ki artık geleceğe yönelik neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar vermek âdeta imkânsız hâle gelir çünkü artık stanbul yan yana ve üst üste birçok şehri barındırmaktadır bünyesinde.

Peki, sorarlarsa bize, “Siz nasıl bilirsiniz bu şehri?” diye Cevabımız, “ otoğraflardan, kart-postallardan, belgesellerden.” olur ancak unut-mamak gerekir ki artık yüzyılın ikinci yarısında hayata gözlerini açanlar için Osmanlı stanbul’una ait her şey, özellikle elle çizilen gravürler, tablo-lar ve erken dönem fotoğrafları, iyidir, hoştur ama sadece tarih bir belge niteliği taşır. nsanda “çocukluk günlerine özlem” duygusu uyandır-

ındıklı

Tophane

Aksaray Meydanı

Galata Kulesi’nden Sarayburnu

Aksaray’dan Beyazıt’a doğru.

Galata Kulesi’nden Köprü.

Page 22: FYZY SAYI 27

22

KENK L

maz. Saltanat kayıkları, süslü püslü at arabaları, yük çeken katırlar, Arnavut kaldırımı dar sokak-lar, sık sık anlatılan bir masalın dekoru; şalvarlı, kavuklu, fesli erkekler, feraceli kadınlar, sokak satıcıları ise bu masalın kahramanları gibidirler. Buna karşın 1950 sonrası çekilen fotoğraflar günümüz gençlerine masal gibi gelse de bizim kuşaktakileri hemen çocukluğumuza götürüve-rir. Yaşamı, dünyayı yakından takip eden herkesi derinden etkiler çünkü onların anılarında şehir hâlâ yaşamaktadır.

Ben, bu yazıyla sizleri, kent kültüründen bazı sahneler seyretmeye, kimileri için masal, kimileri için hayal olan bazı gerçekleri izlemeye davet ediyorum. Yol gösterenimiz 1950’lerin ikinci yarısında “Doğan Kardeş Matbaası”nda gazeteci-yazar evket ado tarafından bastırılarak piyasa-ya sürülen bugün “Doğan Kardeş kartpostalları” olarak tanınan kartpostallar olacak. Bakın bu kartpostallar nasıl basılmış

Yapı Kredi Bankasının kurucusu Kazım Taşkent’in sviçre’deki bir yatılı okulda okuyan

on yaşındaki oğlu Doğan, 10 isan 1939’da Alplerde çığ altında kalınca, babası binlerce çocuğu kendi çocuğuymuşçasına eğitebilmek için onun adını taşıyan bir matbaa kurmuş ve bir çocuk dergisi çıkarmaya karar vermiş. Doğan Kardeş böyle doğmuş, kısa sürede de hedefine ulaşmış, 4-5 kuşak boyunca eğitici ve eğlendirici yönleriyle çocukların hatta büyüklerin anılarında derin izler bırakmayı başarmış. evket ado, Doğan Kardeş Matbaasında bir yandan dergiyi çıkartırken diğer yandan ilk kartpostal serilerinin basımını da gerçekleştirmiş ve ortaya bu mükem-mel kartpostallar çıkmış.

O yıllarda az sayıda turistin ziyaret ettiği ülkemizde bu kartpostallar asıl amaçlarından ziyade bir eğitim aracı gibi kullanılmışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Matbuat mum Müdürlüğü tarafından bastırılan reklam ve pro-paganda amaçlı kartpostallar dışında doğru dürüst bir kartpostal dizisi yoktur, olanlar da son derece kalitesiz baskılardır.

Doğan Kardeş kartpostalları ise ilk olarak Tifdruk tekniği ile basılmış, baskı kaliteleri, sepya renkleri ile çok büyük bir beğeni toplamış ve yayınlanmalarından itibaren özellikle iç turizmde ve bayram kutlamalarında kullanılmaya başla-mıştır. Tarih mekânlar, şehrin modern yapıları, bulvarlar, Atatürk anıtları, camiler, antik kentler, müzeler hatta ünlü edebiyatçılarımız bu ilk bas-kılarda yer almışlardır.

Doğan Kardeş kartpostallarının basımında 1960’lardan itibaren Tifdruk tekniği terk edi-lerek renkli ofset baskıya geçilmiştir. Göz alıcı renkleri ve mükemmel baskı kalitesiyle dik-kat çeken bu kartpostallarda başta stanbul olmak üzere birçok şehri tanıtan fotoğraflar yayınlanmaya başlamış; Trabzon, Aydın, Konya, Bodrum, ethiye, azilli gibi şehirlerimiz ve kasabalarımızla ilgili ilk renkli görüntülerin yer aldığı kartpostallar bu dönemde piyasaya sürülmüştür. Bu kartpostallar yayımlandıktan bir süre sonra turistik kartpostal basımı konu-sunda yeni kurulan firmalara da örnek olmuş, günümüzde adından söz ettiren pek çok firma ülkemizi baştan başa fotoğraflamış ve kartpos-tallara yansıtmışlardır.

Doğan Kardeş Matbaasında 650 kadar kart-postal basılmıştır. Bunlar içinde az sayıda da olsa (23 adet) normal kartpostallardan çok daha büyük (15 21 cm) ve çok daha uzun (10,5 22,5 cm), âdeta panoramik sayılabilecek (56 adet) kartpostal basılmıştır. Yazıma konu ettiğim kart-postalları bunlar arasından seçtim. Onlar geride kalan yılların ve artık var olmayan yerlerin görsel belgeleri. Bugün şehirlerimizin eskiye nazaran içler acısı diyebileceğimiz hâlleri hepimizin içini burkuyor ama ben bu kartpostallara baktığımda geçmişle bugün arasında bir köprü kurabiliyor, hiç olmazsa bazı şeyleri anımsayabiliyor ve onları hafızamda korumayı başarıyorum. Bakalım kart-postallarla yakın geçmişe yapacağınız yolculukta siz neler hissedeceksiniz?

Valide Camii’nden köprüye bakış

Eminönü

Eminönü balıkçılar

Page 23: FYZY SAYI 27

23

Karaköy

Page 24: FYZY SAYI 27

24

S N

P ietro e var, niçin bakıyorsun?ocuk Hiçççç!..

Pietro e demek hiç, neden öyle sırıtı-yorsun?

ocuk iziminPietro e varmış çizimimde?

ocuk Genelde tek çizgi kullanmışsın. Bence yanlış

Pietro Sen de benim gibisin, alt tarafı bir öğrencisin; sen nereden bileceksin ki yanlış çiz-diğimi?

Aslında Pietro yanılıyordu arkadaşı hakkın-da ünkü arkadaşı, resim eğitimi alan bir öğ-renciden daha öteydi. Sadece dünya, onu henüz keşfetmemişti. Dehasını ve yaratıcılığını yıllar içinde sergileyecek ve dünya ona büyük bir saygı duyacak; üniversitelerde tezlere, romanlarda ma-ceralara konu olacaktı.

Bu kirli ve bakımsız çocuk, şimdilik Ghirlandaio’nun işliğinde çalışan bir grup genç-ten biriydi. 1480’li yıllarda loransa bir şanti-yeyi andırıyordu, şehrin üstüne bir toz bulutu çökmüştü çünkü her köşede yeniden yapılanma gerçekleşiyordu. Bu yüzden işliklerde öğrencilere çok ihtiyaç vardı. Babası da onu 1 isan 1488’de eğitim alması için Ghirlandaio’ya göndermişti. Gerçi kendisi için ressam ile boyacı, heykeltıraş ile fırıncı arasında fark yoktu ya, bu söz dinlemez çocuğu da bu ilgisi yüzünden çok dövmüştü, bel-ki oğlu zoru görür vazgeçerdi kim bilir? En iyisi mi yaşayarak görmesiydi.

Oysa bu çelimsiz çocuğun vazgeçmeye pek ni-yeti yoktu, işlikteki öğrencilerin içinde en yetenek-lisi olarak kendisini görüyordu ve evet, hiç müte-vazı değildi. Alaycıydı, bu alaycılığı zaman zaman başına dertler açıyordu hatta Pietro, yukarıdaki diyalogdan sonra -sırf bu huyu yüzünden- onun burnunda hafif bir düzeltme (!) yapmaya hazırdı.

ocuk, kararlıydı o yüzden kendisine gös-terilen bir eserin kopyasını yaparken saatlerini harcıyor, bir balığın gözünü mü çizecek balık pazarına gidip balıkların gözlerine bakıyordu.

esimde ustasını bile hayran bırakacak kadar ye-tenekliydi ama o, sanatın başka bir dalına çoktan göz dikmişti heykel.

Ghirlandaio’yu bırakma zamanı gelmişti de-mek ki Bertoldo’nun heykel yapmak isteyen gençler için kurduğu atölyenin müdavimi olma-ya karar verdi. Atölyede harap durumdaki bir

aunus (Eski oma’da Eski Yunan tanrısı Pan’la özdeşleştirilen kır tanrısı) yüzünü kopyalarken önemli bir buluşma gerçekleşti. aunus’u gö-rünce orenzo de Medici bu gence hayran oldu. Mediciler, loransa’nın saygın ailelerinden biriydi ve sanata da çok önem veriyorlardı.

şte, orenzo de Medici hayranlık duyduğu bu genci himayesine alacak, ona âdeta babalık edecek; o da bu ilgiye karşılık “Merdivendeki Madonna” kabartmasıyla hem Medici’yi onur-landıracak hem de ilk önemli eserini dünyanın huzuruna çıkaracaktı.

Sennur K R K FMV el a ağa ı Ortao ulu

ür e ğretmeni

Ressam, Heykeltıraş, Dâhi...

Page 25: FYZY SAYI 27

25

Dünya, onu tanımaya ve kucaklamaya hazır mıydı bilinmez fakat Michelangelo Buonarrroti, dehasını gözler önüne sermeye çoktan hazırdı.

Artık onun için dur durak yoktu. 15 yaşında “Kentaurların Savaşı”na başlamıştı, 24 yaşında San Pietro Kilisesi’ne yerleşecek olan “Pieta”yı bi-tirmişti, 26 yaşında ise Davud heykelini yapmaya karar vermişti.

Davud Bir taştan şahesere dönüşen ve bugün binlerce turistin akınına uğrayan devasa görsellik Hesaplamış mıydı acaba eserinin ken-disinden daha ünlü olacağını? asıl betimlenir ki bu heykel? Sözü burada Tarihçi Giorgio Vasari’ye bırakalım “Bu eser, bütün çağdaş ve klasik hey-kellerin ününü aldı, bu eseri gören kişi bizim dönemimizde veya başka dönemlerde herhangi bir sanatçı tarafından yapılmış başka bir heykeli görmese de olur.” okta!

Hikâyesi mi?Yıl 1501’di. Michelangelo, orenzo’nun sı-

cak yuvasını terk edeli çok olmuş; Venedik’e, Bologna’ya gitmiş; sonrasında da

oma’ya yerleşmiş ama babasının davetiyle loransa’ya dönmüştü.

Cebinde bir sözleşme vardı 500 duka karşılığında üç yıl içinde Siena Katedrali için

on beş havari heykeli ya-pacaktı. alışmaya

başlamıştı başlama-sına da, biçim ver-mesi gereken kat kat giysiler için-deki havariler,

onun gibi çıp-lak beden yap-

mak isteyen bir sanatçıya uygun değil miydi yoksa?

Canı sıkılıyordu ve gözü Santa Maria Del iore Kilisesi’nin arkasında terk edilmiş hâlde bulunan mermer kütleden başkasını görmüyordu. Ancak mermerin bir talibi daha vardı eonardo da Vinci. Üstelik eonardo kendisinden çok daha ünlüydü. Yine de bir dostunun vasıtasıyla dev bir heykel yapmak istediğini anlatınca mermerin sahibini ikna etmeyi başardı. 16 Ağustos sabahı mermer kendisine teslim edildi, sanatçı on beş havariyi unutmuştu artık. Opera del Duomo’ya çektirdiği kazıklı çitler ardında gece gündüz, gün ışığında, mum ışığında sadece Davud üzerinde çalışarak iki yıl geçirdi. Otuz kişilik bir meclis -iç-lerinde eonardo da vardı, Botticelli de- heykeli inceledi ve nereye yerleştirileceğine karar verdi. Michelangelo kıskanılan bir sanatçıydı artık.

Ama bu Michelangelo için yeterli değildi çünkü Davud, onunla konuşmamıştı Oysa o, taşlarla konuşmaya niyetliydi. Taşlara canlılık veren adam, onları sese de kavuşturabilir miydi? Denemeye değerdi. Bunu, Papa . ulius’un ölü-mü üzerine anıt mezar yapması için görevlendi-rildiğinde sınadı.

Michelangelo, papanın anıt mezarını iki bölüm olarak tasarlamıştı. Üst kısmında Hz. Meryem, Hz. sa ve papanın heykelleri bulunmaktaydı. Alt kısmın ortasında ise bir elinde on emir taşıyan Hz. Musa Musa öfkeyle bakıyordu dünyaya, başında da iki boynuzla heybetli görünüyordu. ( eden mi boynuz? Bu boynuzlar önesans döneminde yapılan çeviri hatasından kaynaklanıyordu çünkü branicede “keren” kelimesinin iki anlamı vardı

ışık yansıması ve boynuz. Tevrat’ı bu dönemde atinceye tercüme eden, “Hz. Musa’nın ba-

şındaki ışık” yerine, “Hz. Musa’nın başında-ki boynuz” diye çevirmişti.)

Anıt mezarı tamamladığında bakışlarını Musa’ya çevirdi ve “Konuş.” dedi sonra, bir iki adım geriye gitti, elindeki çekici fırlatarak “Kalk gidelim.” diye seslendi.

Davud gibi Musa da ses vermemişti kendisine. Oysa onlar konuşmasa da görünüşleriyle çok şey anlatacaklardı dünyaya.

Michelangelo, heykellerini uzun uğraşlar sonucu tamamla-mıştı, onlardan bir ses bekle-mişti ama acaba en zahmet-li eserleri Davud’la Musa mıydı?

Peki, ya Sistine a-peli?

Heykelleriyle efsaney-di Michelangelo Üstelik ortalık sanatçı kaynıyordu ve hepsi kendini usta görü-yordu. şte onlardan biri olan ve Michelangelo efsanesi-ni yıkmak isteyen mimar Bramante, Vatikan’daki Sistine apeli’nin tava-nını boyayabilecek tek

Bologna’ya gitmiş; sonrasında da oma’ya yerleşmiş ama babasının

davetiyle loransa’ya dönmüştü. Cebinde bir sözleşme vardı

500 duka karşılığında üç yıl içinde Siena Katedrali için

on beş havari heykeli yapacaktı. alışmaya

başlamıştı başlamasına da, biçim vermesi gereken kat kat giysiler içindeki havariler,

onun gibi çıplak beden yap

mak isteyen

ışık yansıması ve boynuz. Tevrat’ı bu dönemde atinceye tercüme eden, “Hz. Musa’nın ba-

şındaki ışık” yerine, “Hz. Musa’nın başında-ki boynuz” diye çevirmişti.)

Anıt mezarı tamamladığında bakışlarını Musa’ya çevirdi ve “Konuş.” dedi sonra, bir iki adım geriye gitti, elindeki çekici fırlatarak “Kalk gidelim.” diye seslendi.

Davud gibi Musa da ses vermemişti kendisine. Oysa onlar konuşmasa da görünüşleriyle çok şey anlatacaklardı

Michelangelo, heykellerini uzun uğraşlar sonucu tamamla-mıştı, onlardan bir ses bekle-mişti ama acaba en zahmet-li eserleri Davud’la Musa

-

Heykelleriyle efsaney-di Michelangelo Üstelik ortalık sanatçı kaynıyordu ve hepsi kendini usta görü-yordu. şte onlardan biri olan ve Michelangelo efsanesi-ni yıkmak isteyen mimar Bramante, Vatikan’daki

nını boyayabilecek tek

Page 26: FYZY SAYI 27

26

ustanın Michelangelo olduğu konusunda papayı ikna etmişti; plan basitti Onu hem papanın hem sanat dünyasının gözünde küçük düşürmek çün-kü ona göre resim sanatında pek de başarılı de-ğildi Michelangelo!.. Ama Bramante galiba “deha” sözcüğünün tanımını bilmiyordu!

Michelangelo, papanın isteğine karşı gelmedi; koca bir tavanı resmetmek ekip işiydi ve o da bir ekip kurdu, freskte ustalaşmış yirmi sanatçıyla 20 duka karşılığında anlaştı. Birkaç freski çizdirdi,

loransa’dan oma’ya gelen sanatçılara. Ancak bir sabah gün doğarken sinirle duvardaki fresk-lere baktı, sanatçıların bu eserlerini kazıdı, boya-ları devirdi, kapıyı iki gün boyunca çalan sanatçı dostlarına açmadı ve bugün milyonlarca insanın başları dönerek gezdiği şapelin tavanına “dört yılda”, tek başına -yanlış okumadınız- evet, tek başına, bir destan kazıdı Tavanda dokuz öykü. şığı karanlıktan ayıran Güneş ve Ay; hayvanları

bitkileri yaratan elini uzatarak dem’e can veren Tanrı; Havva’nın doğuşu; insan suretine bü-rünmüş yılanın ayartması; işlediği suçun bilinci içinde olan Havva; Cennet’ten kovuluş; uh’un fedakârlığı; Tufan; uh’un sarhoşluğu.

Bir de mihrabın üzerindeki duvara mahşer gününü ekleyince...

Sanki her bir fırça darbesi bir dâhinin destanı

gibi Dinsel bir destanın fırçadaki aksi nsan elinin fırçaya kattığı sihir Sihrin duvarlara ver-diği hayat engin; öyküyle, insanla, insanlık tarihi ile buluşması, kaynaşması

Mavinin büyüsü Gümüş rengin kudreti Kasların gücü ama aslında Yaratıcı karşısındaki acizliği Yüzlerdeki şaşkınlık, dehşet, umut, umutsuzluk, korku, çaresizlik kısaca insana ait duygu seli Kaderine karşı gelemeyen insanoğ-lunun boyun eğişi

Bir insanın, bir sanatçının emeğinden çok daha fazlası Sadece Vatikan’ın, sadece Hristiyanlığın değil, sanatın epopesi Kısaca Michelangelo’nun dehası

Bugün turistlerin uğrak yeri olan, Dan Bro n’un romanında macera mekânına dönüşen Sistine apeli, bize “ oğumuz için en büyük tehlike, hedefi yukarı çekip ulaşamamakta değil, çok aşağılarda tutup ulaşmakta.” diyen ve dört yıl boyunca iskele üzerinde yatıp kalkan, yiyip içen, 37 yaşında kamburlaşmış Michelangelo’nun as-lında hedefe kilitlenme, inanç, sabır konularında verdiği görsel bir ders.

Michelangelo gibi tarihe ismini yazdıranlar farklı araçlarla, farklı yöntemlerle bize ve gele-ceğe şu mesajı ne güzel veriyor, değil mi? “Asla pes etme.”

S N

Page 27: FYZY SAYI 27

27

Page 28: FYZY SAYI 27

28

KOLEKSİYON

Y azının başlığı bu olunca aklınıza hangi meslekler geliyor acaba? Hangi mesleğin koleksiyonu yapılabilir sizce? Bir ecza-

cılık tarihi koleksiyoncusu olarak ben hemen “eczacılık” diyebiliyorum. Peki, ya başka hangi meslekleri sayabiliriz?

Örneğin, tıp diyebilir miyiz? Tabii, hekimlik-le ilgili de pek çok koleksiyon yapılabilir. Bunlar ameliyat aletleri olabilir ki bu konuda binlerce yıl gerilere dahi gidilebilir veya konuyla ilgili bib-lolar ve oyuncaklar toplanabilir. Birkaç yıl önce Prof. Dr. Cenk Büyükünal’a ait hekimlikle ilgili muhteşem bir oyuncak ve biblo koleksiyonunu Cerrahpaşa Tıp Tarihi Müzesi’nde izlemiştim. Tıp, eczacılık hatta diş hekimliği, koleksiyon yapmaya çok uygun meslekler

Gelin birlikte diğer mesleklere de bakalım Örneğin, gazeteciler muhteşem gazete ve dergi koleksiyonları oluşturabilirler. Polis veya asker olanlar da belge ve objelerle çok değerli kolek-siyonlar yapabilirler. Hele modacılar, onların işi zaten koleksiyon üretmek ve her yıl bir kenara koyacakları örneklerle geçmişe yönelik muhte-şem koleksiyonlar ortaya çıkarabilirler öyle ki seyretmenin tadına doyulmaz.

Öğretmenler, sporcular, elektrikçiler, bah-çıvanlar, kantinciler Hepsi de o kadar çok şey biriktirebilirler ki Bugün için hiç de değerli

sayılmayan ama gelecekte geçmişimizi değerli kılacak onlarca şey toplayabilirler mektuplar, madalyalar, fotoğraflar, alet edevat

Görülüyor ki özellikle icrası sırasında çeşitli küçük objelerle çalışılan her meslekte koleksi-yonlar yapmak kolaydır. şi biten, modası geçen, teknolojisi eskimiş, kullanılmayan her türlü eşya günün birinde nadir bir koleksiyon parçası olarak karşımıza çıkabilir. Bunları çöpe atmak yerine bir yerde saklamak, günün birinde iyi bir koleksi-yoncu olmamızı sağlayabilir.

Biriktirme konusunda en talihsiz mesleğin mensupları bence “inşaat mühendisleri” ve “avu-katlar”. Bugüne kadar bir çimento fabrikası, bir havaalanı, bir de Boğaz Köprüsü ile haşır neşir oldum. eyi ve nasıl biriktirebilirdim sizce? Koca koca eserlerden parçaları saklayamayacağıma göre Keza avukatların da işi zor, aslına bakar-sanız sadece konuşuyorlar; bir cübbe, bir çanta bir sürü dosya ile sürdürülen bir hayat, üstelik bir de gizlilik ellerini bağlıyor. Düşünüyorum neyi biriktirebilirler diye, bir şey bulamıyorum.

Ama ben bir inşaat mühendisi olarak kendi sorunumu çözdüm. Sihirli kelime, “model”. Evet, model biriktirmekle mesleğimi evin içine kadar getirebiliyorum artık. Yollar, tüneller, dev yapılar, havaalanları yapmayı hayal etmek için kütüphane-me bakmak yeterli. Sırasında bir çocuk gibi onlarla

İ ESLE İİ İK İ EK

Mert Dra tırma ı a ar

KOLEKSİYON

Page 29: FYZY SAYI 27

29

oynayabiliyorum da Üstelik yalnız da değilim bu konuda, benim gibi olan başkaları da var, yıllar evvel dostum Sunay Akın’la bir canlı yayına çık-madan önce kuliste dizlerimizin üstünde oyuncak bir posta uçağı ile oynarken hâlimizi görüp çıkar-dığımız sesleri duysaydınız ne demek istediğimi çok daha iyi anlardınız. O işi ilerletti, dünyanın sayılı oyuncak müzelerinden birini kurdu; eh, ben de elimdekilerle kendi çapımda mutluyum!

nşaat makineleri modelleri koleksiyonculuğu aslında çok yeni bir alan çünkü inşaatlarda çalı-şan dev araçların modellerini üretmek gerçekten ileri bir teknoloji gerektiriyor. 1980’lerin sonunda yolum San Marino’ya düşmüş, ilk kez orada tanış-mıştım bu heyecan verici modellerle. O yıllarda “ oel” adında bir spanyol firması ünlü “Caterpillar” markasının son derece detaylı, aslına uygun bir biçimde çalışan, seyretmeye de, oynamaya da doyulamayacak modellerini üretmişti. Modeller çeşit bakımından da oldukça zengindi. Daha sonra yolum Almanya’ya düştüğünde Münih’teki ünlü oyuncakçı “Obletter”de bir kez daha yoldan çık-tım. Özel olarak kilit altında tutulan asfalt makine-ler, hazır beton kamyonlar, jeneratörler daha neler neler gördüm ve tabii ki dayanamadım, aldım.

Sayfalarımızı bu kez sizin için inşaat maki-neleriyle donattım. Makine parkımız zengin Yeni barajlara, yeni köprülere, yeni havaliman-ları inşaatlarına teklif verebiliriz. Ayrıca milletçe inşaat seyretmeye çok meraklıyızdır. Sanırım bu modelleri seyretmek de en az asıllarını seyretmek kadar keyif verecektir. Üstelik “Arkadaş, taş kırı-lıyor burada, sıçrarsa çocuğun gözünü kör eder, al çocuğunu uzaklaş hele biraz!” veya “Üzerinde durduğun yer her an çökebilir, kardeşim boşaltın bu alanı lütfen!” gibi uyarılar almadan rahatça, çekinmeden seyredebilirsiniz.

nutmadan, işin bir de bilimsel koleksi-yon yapmak, topluma faydalı olmak yanı var. Günümüz koleksiyoncularının bir derdi de bu Paylaşmak, paylaşırken de faydalı olmak. Evet, bu koleksiyon da pekâlâ faydalı, öğretici olabilir, nasıl mı? Söyleyeyim

Page 30: FYZY SAYI 27

30

Ülkemizin neredeyse tüm televizyon kanal-larındaki haber spikerleri anlattıkları olaylarda kullanılan bütün “sarı” renkli inşaat makinele-rini aynı kefeye koyup tamamına “dozer” veya “greyder” diyorlar. Bu yanlışı düzeltmek için hiçbir çaba gösteren de yok. Belki böylesi kolek-siyonlara ilgi duyanlar veya duyması gerekenler buldozer, greyder, skreyper, ekskavatör, loder, konkasör, backhoe, silindir, finisher, betonyer, beton pompası, kule vinç, seyyar vinç gibi inşaat makineleri arasındaki farkları, ne işe yaradıkları-nı kabaca öğrenebilirler. Televizyon haberlerini kaleme alan ekip ve belli bir düzeyde genel kül-tür sahibi olması gereken sunucular da bundan böyle gördükleri her inşaat makinesine “dozer” veya “greyder” demekten vazgeçerler. Hazır yeri gelmişken şu muhteşem “sarı”lar hakkında kısa bilgiler vereyim

Buldozer: Zemin tesviyesinde, kazı işlemlerinde kulla-

nılan paletli iş makinasıdır. Ön tarafından düşey doğrultuda aşağı yukarı hareket edebilen, zaman zaman da açılı olarak zemine girerek kendinden çok daha büyük kayaları sökebilen güçlü bir kepçe vardır. Buldozer, bu kepçenin alt tarafın-daki kesici bıçakla toprağı parçalar ve kazıyarak kaldırır. Kaldırılan toprağı kepçesi vasıtasıyla da ileri doğru iterek sürükleyebilir. Eskiden, küçük olanları toprak zeminlerde yol yapımı, tesviye veya tarla açma gibi çeşitli işlemlerde kullanılan buldozerler, artık dev boyutlu inşaat makinele-rinden sayılıyor; arkalarına takılan “riper” denilen parça ile zeminde bulunan kayaları kolaylıkla sökebiliyor. Sert zeminleri yararak, parçalayarak yüklemeye uygun hâle getirebiliyor. Son otuz yıl içinde üç dingilli ve olağanüstü güçlü olanları piyasaya sürülmüş.

Greyder: Greyder için yol yapımında kullanılan has-

sas düzeltme, kazıma ve doldurma makinesidir, diyebiliriz. Ön ve arka tekerlekleri arasında her iki yana da uzayabilen mekanik veya hidro-lik kumandalı geniş bir içbükey bıçağı vardır. Bıçağın her iki ucu da alçaltılıp yükseltilebilir. Arka dingillerine bağlı tekerlek düzeneği yukarı ve aşağı 90 dönebilmektedir, ön tekerlekleri neredeyse yere yatay bir konumda bile kulla-nılabilir, zemin ne derece bozuk olursa olsun bıçakları sabit kalabildiği için de tesviye işlemi başarıyla yapılabilir.

Skreyper: Gevşek zemini karnındaki bıçakla kendi

kendine sıyıran, yükleyen, taşıyan ve istenilen yere istenilen kalınlıkta kendiliğinden serebilen bir ağır iş makinesidir.

Ekskavatör: Toprak, kum, çakıl gibi malzemeleri yükle-

meye yarayan makinedir. Kanal açmada, nispeten gevşek yamaçlarda, şevlerin1 yapımında da kulla-nılır. Zeminin durumuna göre paletli veya lastik tekerlekli olabilir.

Loder:Gevşek malzemelerin, yıkıntıların kamyon-

lara yüklenmesi için kullanılır. Paletli ve lastik tekerlekli çeşitleri vardır. Kepçe kapasitelerine göre çok çeşitli büyüklükte olabilir. Ülkemizde şehir içinde, dar ve sıkışık alanlarda yapılan bina temel kazılarında, yıkıntılarını yüklemekte uzun yıllar Cat 955 modeli loder kullanılmıştır. Halkımız büyük bir çoğunlukla bu aracı da dozer olarak tanımlar.

şte, size bilindik bir mesleğin pek de bilin-medik ama bir o kadar da keyifli koleksiyonun-dan seçmeler marım bu yazı geleceğin şıklı mühendislerine heyecan verir ve bu alanda çalış-mak isteyenleri yüreklendirir.

1 şev: meyilli alan

KOLEKSİYON

Page 31: FYZY SAYI 27

31

İn aat mü endi liği

zor ve yorucu bir

meslek. Benimkisi

meslekle ilgili

biriktirmek,

biriktirirken de

eğlenme

Page 32: FYZY SAYI 27

32

Mert Dra tırma ı a ar M utfaklarınızda kullandığınız kahve-

rengi, kırmızı, sarı tozlardan birini yapmakta olduğunuz yemeğe “bir

tutam” veya bir tatlı kaşığı serperken pek de düşünmezsiniz o baharatın nereden, nasıl geldi-ğini değil mi? Ama o bir tutam baharatın rengiyle, tadıyla yemeğinize kattığı görüntü, lezzet veya koku o kadar önemlidir ki Sofrada, yemeğini-zin ilk değerlendirmeleri, kullandığınız baharat üzerinden yapılır zaten “Biberi az olmuş, kimyo-nu biraz fazla kaçmış, rengi tamam ama safranın tadını hiç alamıyorum, bu fıstık gerçekten çam fıstığı mı?”

Bu yazıyı kaleme alma sebebim de geçenler-de eşimle gittiğim iyi bir restoranda böyle bir soru sormam oldu. Yediğimiz, hoş bir mezeydi; paprika biberle renklendirilmiş, zeytinyağlı, fıs-tıklı ıspanak. Ama fıstıklar bir garipti işman, neredeyse çimlenmeye yüz tutmuş gibi, ortasında filizi çıktı çıkacak, kokusuz, lezzetsiz Bayağı bir inceledik, ne olduğunu çözemedik. Bunun üzerine garsonu çağırıp, “Bu fıstık gerçekten çam fıstığı mı?” diye sorduk. Kem küm etti, çay taba-ğının içinde bir miktar getirdi. Yemeğin üzerine gurme, tarihçi, çevreci damarlarımızın tamamı kabarmıştı. Ertesi gün bu çam fıstığı sorununu halletmek üzere soluğu Mısır arşısı’nda aldık.

arşı’ya gitmeyeli iki seneyi geçmişti. arşı yine değişiyor, farklılaşıyor, yüzyıllar öncesinden beri süregelen, tüm baharatların karışımından ortaya çıkan, adına “Mısır arşısı kokusu” denen o müthiş koku insanı çarpıyor hâlâ. Tarçın, zen-cefil, kakule, safran, karanfil, kimyon ve daha ne varsa

Artık arşı’da yalnızca “koku” değil “renk” curcunası da var. zak Doğu’dan, Yakın Doğu’dan ithal baharatların hepsi dizi dizi, renk renk tezgâhlarda Sanırım turistler Hindistan’a, Pakistan’a, Ürdün’e gideceğimize yol yakınken işimizi Türkiye’de halledelim, rengârenk baha-rat karışımlarından biraz alalım, böylelikle ark seyahatimiz de bir işe yarasın, diyorlar.

Gelelim bizim fıstık sorununa, ne yazık ki

artık baharat konusunda Mısır arşısı doğru adres değilmiş! Bu, bize gerçek bir hayal kırık-lığı yaşattıysa da doğru adresi sora sora bul-duk. Baharat toptancılarının yer aldığı bir han varmış, oraya gitmeliymişiz. Kararlıyız, yakın-lardaki Demirtaş Mahallesi’nin yolunu tutu-yoruz. Kendimizi, Odun Kapı Yokuşu’ndaki Hırdavatçılar arşısı’nda buluyoruz. Aslında neredeyse binaların arasında gizlenmiş bir yer gibi burası ama burnunuz biraz koku alıyorsa sorun yok, kokuyu takip ederek hanı kolaylıkla bulabilirsiniz. Biz de öyle yapıyoruz, baharatçı-ların en bilgilisi, en görmüş geçirmişi ıfat ırat Bey’i dinlemeye başlıyoruz

Bu han, Türkiye’nin bitkisel drog* merkeziy-miş, 81 vilayete hizmet veriyormuş. Ve iddialı bir rakam, Türkiye’deki baharatın 80’i bu han-dan pazarlanmaktaymış! Baharatçılar işi ilerlet-mişler, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ekim yaptırıyorlarmış. Artık pek çok bitkinin doğa-dan sorumsuzca toplanmasına yasaklar gelmiş. Kardelen, salep gibi nesli tükenme tehlikesi altında olan bitkilerin mutlaka kültür olarak yetiştirilmesi gerekiyormuş. Melisa, ekinezya, kekik gibi pek çok bitki de artan ihtiyaç sonucu kültür olarak yetiştiriliyormuş. Devlet bu konuda üreticiye her türlü desteği sağlıyormuş. ıfat Bey bu durumu, “Yavaş yavaş Avrupalı oluyoruz.” diyerek özetliyor.

Biraz ferahlıyoruz, aklıma çiğdem geliyor, Akdeniz ateşi tedavisinde kullanılan tek ilacın üretildiği çiğdem soğanları Eh, artık onlar da kültür olarak yetiştiriliyordur herhâlde, diyorum içimden.

Devam ediyor ıfat Bey; Türkiye’de 4000 çeşit drog sayılabilecek bitki varmış. Ancak çoğu bilinmiyormuş, bilinenler de bugüne dek uygun-suz olarak toplandığı için nesilleri tükenmek üzereymiş. “Sağlık Bakanlığı bu konuda çalışı-yor.” diyor, “Zamanla çoğu bitkinin toplanması-na yasaklar getiriliyor ama kimi nesli tükendiği için, kimi yan etkilerinden dolayı kullanılamıyor, kaybolup gidiyor.” Bu konuda Prof. Dr. Turhan

Y

Page 33: FYZY SAYI 27

33

Baytop’un kitapları dışında doğru dürüst bir kaynak da yokmuş aslında. Bilgi az olduğu için zengin drog çeşitlerinin kullanımı da yaygın değilmiş, neyin korunup, neyin korunmayacağı da tam olarak bilinmiyormuş. içekleri, gövdele-ri ve kökleriyle bitkisel droglar ülkemizde hâlen el yordamıyla tüketiliyormuş. Örneğin, gelincik çiçeği yılda yalnızca 50 kilo tüketiliyor, fazlası çöpe atılıyormuş. Etkisi ise gerçekten bir soru işareti Buna karşın ıhlamur, hatmi, papat-ya, anason ise “panason çayı” (pa-patya, na-ne, ana-son) ile rüşdünü kanıtlamış yüz yıllardır. Bu arada hayret verici bir bilgi, ülkemizde tıbbi papatya yok denecek kadar azmış ve biz yıllardır ithal papatya kullanıyormuşuz! Bizim papatya tarlalarındaki doğal papatyanın tıbbi olarak bir değeri yokmuş!

Peki, tüketim ne derece bilinçli diyoruz, gülümsüyor

ıfat Bey ve anlatıyorHalkımız kışın güzelce beslenir, yaza doğru

sıkıntılar başlar, kilo vermek gereklidir; bir yıl okaliptüs yaprağı zayıflamaya iyi gelir, denir, ona hücum olur. Geçen yıl 9 karışım çayı çıktı. Örneğin, mate çayı, kekik (ancak bildiğimiz siyah kekik değil, beyaz bilye kekik), çoban çökerten, çarut ağacı kabuğu, yeşil çay, sinirli ot, biberiye, funda yaprağı, Gimnea yaprağı Bunların satışı patladı. Ama bu mucizevi formüllerin neredeyse hepsi bir yıllıktır. Yaz geçer, plaj mevsimi biter, kış gelir, homini gırtlak devam eder, müşteri zayıflama reçetesinin faydasını görmediğine ina-nır; yeni arayışlar, yeni yol göstericiler ortaya çıkar. Daha geçenlerde bir manken “Hibiscus ile 5 kilo verdim.” dedi, ertesi gün her tarafta Hibiscus aranır oldu. Hâlbuki bu mümkün değil, Hibiscus C vitamini bakımından çok zengin bir çiçek, bir miktar diüretik etkisi var, ünlü hekim-eczacı Dioscorides’ten beri, yani 2000 yıldır bilinen, tıpta kullanılan bir bitki ama zayıflamak için asla

Biraz koleksiyoncu, biraz gazeteci mantığı ile soruyorum, baharatçıların bulmakta zorlandığı, kıymetli bir çiçek, bir bitki var mı, diye. Yokmuş. Ama zaman zaman ıhlamur ve melisa üretiminde sıkıntı olurmuş, esnaf arasında yıllık ürünün pay-laşılmasında sorunlar yaşanırmış ama bu halka sadece fiyat artışı olarak yansırmış, yoksa fiyatın neden yükseldiği konusu pek bilinmezmiş.

Konuyu safrana getiriyorum, yerli safranın çok özel olduğunu sandığım için. Gel gör ki bu dönemde kalitelisi ran’dan gelirmiş, 1 gramı 7,5 T civarındaymış. Afganistan ve spanya’da da üretiliyormuş, oralarda çok daha ucuzmuş ama çok da kalitesizmiş. Türk safranı ise baharat-çılarda hiç bilinmiyor, Safranbolu’da denemek için yetiştiriliyormuş ancak henüz ekonomik bir değeri yokmuş. Yani, Türk safranının ne oldu-ğunu anlamak için Safranbolu’ya gitmek, birkaç gram alıp ran safranı ile karşılaştırmak dışında yapacak bir şey yokmuş.

Sohbetimizin sonuna yaklaşıyoruz. Ülkemizin dört bir tarafından bu çarşıya drog geliyor. Örneğin, mahlep yalnızca Tokat’ta yetişiyor, kilo-sunun maliyeti 40 T . Bazı perakendeciler satar-ken içine acıbadem, un, vişne çekirdeği karıştırıp öyle satıyorlarmış. Bu konuda ucuz fiyatlara dik-kat etmek, uyanık olmak gerek. Bu işleri yapan-lar, piyasada tutunamasalar da bir süre insanları kandırmayı başarıyorlarmış.

Son olarak konuyu dolma fıstığına getiri-yoruz. Dükkânda bir çuval dolusu gördüğüm çam fıstığını soruyorum, Pakistan’dan ithalmiş. Orta kalite bir fıstıkmış. Bizimkisini andırsa da uzaktan yakından alakası yok aslında. Bakarsanız son birkaç yıl içinde her tarafı in fıstığı sarmış çünkü çok ucuzmuş. Peki, bizim fıstığa ne oldu, diyorum. Bez torbalarda ihraç ediyormuşuz. En kaliteli fıstık bizimkisiymiş ama karşılığında ülkeye gelen dolarlar, avrolar varken kendi fıstı-ğımızı yemek artık bize nasip değilmiş!

Eh, öğreniyoruz işte!are mi? Bilmiyorum vallahi Hayal kura-

rak, ah vah ederek geçecek galiba ömrümüz! Ta ki yeni bir nesil gelene kadar; eskiyi yaşamamış, çam kokulu dolma fıstığından bihaber bir nesil Sanırım o zaman külliyen rahatlayacağız.

* Hayvan ve bitkilerin kurutularak veya özel metotlarla top-lanarak elde edilen, eczacılık ve kısmen sanayide kullanılan ham veya yarı ham madde (TDK)

Mis kokulu çam

ı tığımı i ra

edili ormu

Bu durumda

urmelere a a ır

e me dü ü or

Page 34: FYZY SAYI 27

34

KOLEKSİYON

N İOKSİ NL

S on yirmi yılda günlük hayatımızda sık sık duyduğumuz bir kelime oldu anti-oksidan. Sağlık ve beslenme ile ilgili her

türlü görsel ve yazılı materyalde her gün karşı-mıza çıkıyor. Anti sözcüğünün “karşı” anlamı taşıdığını biliyoruz. “Oksidan”ın başına gelince ne oluyor? Oksitlenen yani havadaki oksijenle bozunabilen. Peki, biz neden oksidanlara karşı gıdalarımızla, gıda takviyeleri ile önlem almaya çalışıyoruz?

Oksijen canlıların yaşamları-nı sürdürebilmeleri için elzem olan bir elementtir. Canlılarda hayatın sürdürülebilmesi için gerçekle-şen olaylarda, oksijen hücre içi reaksiyonlar sonucu su haline dönüşürken, hücre için gerekli enerji sağlanmış olur. Ancak az miktarda oksijen suya dönüşmeden serbest hidroksil radikali şek-linde kalır. Kısaca söylemek gerekirse, metabolizması oksijenli ortamlarda ger-çekleşen canlılarda serbest radikaller doğal olarak bulunmaktadır. Bunların en çok rastlananı oksijen radikalleridir, daha az oranda karbon ve kükürt radikalleri ola-bilir. Doğadaki tüm elementler genelde çiftleşmiş elektronlara sahipken, serbest radikal hâlindeki oksijen, karbon veya kükürt atomlarının dış yörün-gelerinde tek sayıda ortaklaşmamış elektron vardır.

Bu serbest radikaller, canlı organizmada nor-mal miktarların üzerine çıktığı zaman hücrelerde hasara yol açarak çeşitli sağlık sorunlarına ve has-

talıklara neden olurlar Yaşlanma, ateroskleroz, kanser, kalp-damar hastalıkları, bağışıklık sistemi bozuklukları, enfeksiyonlar, katarakt, nörolojik hastalıklar gibi.

Canlı organizmalarda doğal olarak bulunan serbest radikalleri arttıran iç ve dış faktörler vardır. Yoğun egzersiz, stres, yaşlanma, doku hasarı ve kronik hastalıklar, iştahsızlık iç fak-törleri oluştururken dış faktörler üç ana başlıkta toplanabilir

1. Diyete yani beslenmeye bağlı olanlar Doy-mamış yağca zengin beslenme, alkol kullanımı, yüksek kalorili beslenme, hayvansal proteinlerce

zengin beslenme, aşırı demir ve bakır alınımı, az sebze ve meyve tüketimi, uygun koşul-

larda hazırlanmayan, pişirilmeyen veya saklanmayan yiyecekler

2. evre faktörleri Siga-ra ve dumanı, hava kirliliği,

asbest, pestisit gibi kirleti-ciler ve radyasyon

3. laçlar Antikanser ve glutatyon tüketen ilaçlar

Antioksidanlar bir nevi kendilerini feda eder

ve hücrelerimizin, besinle-rimizin bozulmasına sebebiyet veren oksijen radikaliyle kendileri bozunurlar.

Antioksidan etkiden yararlanabilmek için bol meyve ve sebze tüketmek gerekir. Özellikle mor, mavi, kırmızı, yeşil renkli sebzeler ile kırmızı, turuncu, sarı renkli meyveler tüketmek bu etki-den daha çok yararlanmamızı sağlar.

Antioksidan etkili maddeler; vitamin C, vita-min E ve türevleri, karotenoitler (bitkilere sarı ve

ro Dr e e K R MERAnadolu Üniversitesi

E a ılı Fa ülte i Farma o no i na ilim Dalı

S L K

Page 35: FYZY SAYI 27

35

turuncu rengi veren moleküller) ve polifenoller (çoğu hazır gıdada, atıştırmalıklarda rastlaya-bileceğiniz, raf ömrünü uzatmak, bozulmasını engellemek amacıyla eklenen kimi doğal, kimi yapay antioksidanlar çay, BHT, TBH gibi) ola-rak sıralanabilir.

Vitamin C (askorbik asit) kaynağı olarak narenciye meyvelerin yanı sıra çilek, brokoli, Brüksel lahanası, kavun, karnabahar, greyfurt, kivi, mango, nektarin, kırmızı, yeşil veya sarıbi-ber, bezelye, patates ve domatesi, vitamin E kay-nağı olarak ise yine brokoli, mango, kırmızıbiber ile havuç, pazı, hardal, şalgam, fındık, papaya, kabak, ıspanak ve ayçiçeği tohumunu sayabiliriz.

Karotenoitler diye adlandırılan antioksidan grubunda her yerde karşımıza çıkan havuç, maydanoz, ıspanak, yeşillikler, kayısı, üzüm, turuncubiber, mandalina, domates ve karpuz da yer alır.

Kekik, nane, biberiye, melisa gibi ballıbaba-giller familyasındaki bitkiler ile kiraz, kırmızı üzüm, yaban mersini, kırmızı soğan, bal kabağı, brokoli, yeşil ve siyah çay polifenoller grubunda mevcuttur.

inko ve selenyum da antioksi-dan etkili elementlerdir. inko; istiridye, kırmızı et, kümes hayvanları, fasulye, fındık, deniz ürünleri, tahıllar ve süt ürünlerinde, selenyum ise ton balığı, sığır eti, kümes hayvanları, tam buğday ekmeği ve diğer tahıl ürün-lerinde bulunmaktadır.

Kişinin ne kadar antiok-sidana ihtiyacı var sorusu-nun yanıtı kolay verilebi-lecek bir yanıt değildir.

Yukarıda sıraladığımız örneklerden anlaşı-lacağı gibi gıdalarımızın içinde sağlığımızı korumaya ve desteklemeye yönelik pek çok madde vardır. Bütün bu besinlerin ve diğer pek çok bitkisel materyalin antioksi-dan kapasiteleri ile ilgili pek çok araştırma vardır ve her gün sayıları artmaktadır. Ancak bu araştırmalar deneysel niteliktedir. Aynı maddelerin vücuda alındıklarında emilip emilmeyecekleri, nasıl metabolize olacakla-rı, hedeflenen organa ulaşıp ulaşamaya-cağı kısacası antioksidan etkiyi gösterip göstermeyecekleri bu araştırma sonuç-larıyla anlaşılamamaktadır.

nutulmamalıdır ki antioksidan etki-den tam olarak yararlanabilmek için anti-oksidan bileşikleri taşıyan gıdaların çiğ veya buharda pişmiş olanlarının tercih edilmesi, tam pişirilmemesi ve kaynatılmaması gere-kir. Vücudun ihtiyacı olan antioksidanların besinlerle alınamadığı düşünülüyorsa mineral-

ler de taşıyan multivitamin pre-paratları ile takviye edilmesi önerilebilir. Ancak bu duru-ma hekim veya diyetisyen karar verebilir.

OHO

OH

OH

OH

OH

OH

Epigallokateşin, çayda bulunan polifenollere bir örnek

Page 36: FYZY SAYI 27

36

KOLEKSİYON

şıkta, karanlıkta, yer altında, yer üstünde, iyilikte, kötülükte, hastalıkta, çaresizlikte, bilinmezlikte, ateşte, suda ve daha nice

şeyde önce onların kudreti vardı. Güçleri sınır-sızdı; da’nın tepelerinden lacivert Ege’nin derin-liğine hükmederlerdi. Üstelik insanların işlerine karışmayı, ortalığı karıştırmayı da çok severlerdi.

şte onların en büyüğü, Tanrılar Tanrısı Zeus, dünyadan uzak duramadığı bir gün, boğa kılığına girip Phoeni kralının kızını kaçırdı. Kral

Antionaras, kızını bulması için torunu Thassos’u görevlendirdi ve eli boş dönmemesi için de kesin talimat verdi. Kralın kızı Europa’yı bulmak için yollara düşen Thassos, günün birinde güzel bir adaya ulaştı ve adanın doğal güzelliklerinin ve ılıman ikliminin cazibesine kendisini öylesine kaptırdı ki adaya yerleşiverdi.

Thassos ve kralın kızının hikâyesi nasıl sonuçlandı bilmiyoruz ama o günden sonra Thassos’un bulduğu ada, onun ismi ile anılmaya başlandı.

Biz, bugün adaya Taşoz diyoruz, Yunanlılar ise efsaneye sadıklar fakat adaya en yakışan isim Zümrüt Adası olsa gerek.

Ada, o zamanlardan günümüze kadar çok çeşitli uygarlıkların hâkimiyetine geçmiş. Buna Osmanlılar da dâhil. Bu durum adayı bir açık hava müzesi hâline getirmiş. Adanın her tara-fından âdeta tarih fışkırıyor. Öyle ki Thassos Arkeoloji Müzesi, Kuzey Yunanistan’ın en önemli müzelerinden biri konumunda.

Bizans döneminde Thassos Adası için sorunlu yıllar başlamış. Akdeniz’deki korsanların her sefe-rinde adayı yağmalama girişimlerinde bulunması, adanın sahil kesimlerinde yaşayan ada halkının tepelik bölgelerdeki köylere ve yerleşim bölge-lerine kaçmalarına sebep olmuş. Zaten Thassos’a gittiğinizde dikkatinizi çeken ayrıntılardan bir tanesi bahsettiğim köylerin bazılarının tepelik yerlerde ve hatta korsanların ulaşamayacağı vadi bölgelerinde kurulması, diğer bir ayrıntı da adada her on araçtan birinin Türk plakalı olmasıdır.

Kor an E İ MİFMV el ı Ortao ulu

Müdür ardım ı ı

E

E İİ LENİ

Page 37: FYZY SAYI 27

37

Thassos Adası, stanbul’a en yakın ve ulaşı-mı oldukça kolay bir Yunan adasıdır. psala’dan çıkar çıkmaz Kuzey Yunanistan’ı takip ede-rek Kavala’ya doğru yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuk sonrası Keramoti çıkışından Ege Denizi’ne doğru sapıyoruz. Denize doğru yakla-şık 10 km yol gittikten sonra Thassos Adası’na kalkan feribot iskelesi karşımıza çıkıyor. Bu feri-botlar Türkiye’deki Eskihisar-Topçular arasında çalışan feribotları andırsa da daha büyüğü ve daha hızlısı. Bu feribotlar adada imenas’a yani Thassos To n’a yanaşıyor. imenas, Thassos Adası’nın başkenti ve önemli bir ticari limanıdır. Kavala’dan kalkan feribotlar ise Prinos imanı’na yanaşıyorlar. Kavala parkuru biraz daha meşak-katli çünkü deniz yolculuğu Keramoti’ye göre oldukça uzun sürüyor. Bu bakımdan Keramoti-Thassos hattı daha kullanışlı bir hat.

eribot sanki lacivert bir dünyadan yeşil bir dünyaya götürüyor sizi dalgalarla. Efsanedeki Thassos gibi geride bıraktıklarınızı, aradıklarınızı unutuverecekmişsiniz hissiyle, “Güneş damlıyor içinize” ve aheste akan bir hayatın kapısına yana-şıyorsunuz. O kapıdan geçtiğiniz an Thassos’un yeşilliği sizi büyülüyor.

Adanın yaklaşık 95 km çevresi var ve ilginç olan husus bu 95 km yolun neredeyse tamamı sahil şeridinden ve ormanların içinden geçiyor. Yani arabanızla yapacağınız ada yolculuğunuz sırasında son derece mükemmel manzaralara tanık oluyorsunuz. Tabii ki bu 95 kilometreyi bir çırpıda dönmek söz konusu değil. ünkü yolculuğunuz sırasında karşınıza çıkan koy-lar, plajlar ve ada köyleri buralarda zaman geçirmenize neden oluyor. Thassos Adası’nda 70’ten fazla plaj var. Thassos To n- imenas, Makryammos, Marble Beach, Golden Beach, Skala Potamia, Kinira, Paradise, Agios oannis, Aliki, Thimonia, ivadi, Astris, Psili ammos,

osogremos, Potos, Pefkari, Metalia, imenaria, Tripiti, Atspas-Sk.Maries, Skala Maries, Skala Kallirachi, Skala Sotiros, Skala Prinos-dasilio, Skala achoni, Pachis, Glifoneri, Glykadi, Papalimani, Glyfada, isteri, Tarsanas, Agios Vasileios bu plajlar içinde en güzel olanlardan. Hemen hemen hepsinde denizin rengi turku-az. akat bunlardan ikisi bence diğerlerinin bir adım önüne geçiyor Saliari Beach (Marble Beach) ve Alyki Beach. Adından da anlaşılacağı gibi eski bir mermer ocağı olan Saliari Beach’in (Marble Beach) kumları, ufalanmış mermer par-çacıklarından oluşuyor. Bu mermer parçacıkları tertemiz deniz ile birleştiğinde ortaya son derece güzel bir fotoğraf karesi çıkıyor. Denizdeyken başınızı biraz kaldırdığınızda Thassos mermer ocağını görüyorsunuz. Bu ocağın ünü Antik

ağ’dan günümüze kadar gelmiş. Örneğin, Bizans yıllarında Ayasofya Kilisesi’nin mermeri buradan getirtilmiş.

Alyki Beach ise koyun güzelliği ve denizin temizliği ile adanın en güzel yerlerinden biri. Buradaki birkaç salaş tavernanın iplerine kuru-tulmak üzere asılmış ahtapotlar ilginç bir görün-tü ortaya çıkartıyor. Ahtapot deyip geçmemek gerek; o denizlerin korkunç canavarı, sekiz kollu yaratıklar -aslında ikisi bacaktır- kim bilir denizin maviliklerinde hangi balıkları, hangi yosunla-rı sardılar umarsızca, korkusuzca, gelin görün ki bir balıkçının trolünde can vermek varmış kaderlerinde ve güneşte kurutulup meze olmak turistlerin tabağına

Thassos Adası’nda bahsettiğimiz sahil kesi-minin dışında yazımın başında değindiğim, hal-kın korsanlardan kaçmak için kurdukları köyler adanın mutlaka görülmesi gereken yerleridir. Özellikle Theologos, Kazaviti ve Panagia köyleri gerek yapıları gerekse dar sokakları ile bizlere eşsiz bir ambiyans sunuyor. Osmanlılar, adayı

Page 38: FYZY SAYI 27

38

E İİ LENİ

Theologos köyünden idare etmişler. Yunanlılar da 1979’da kasabayı kültürel başkent ilan etmiş. Makedonya stili evleri, ebetika tavernaları, folklor müzesi ile tanınan bir kasaba. Panagia köyü ise imenas’a yakın konumda. Bu köyün en önemli özelliği, evlerin damlarının aynı renk-te olması. Köyün merkezinde yer bulması bir hayli zor olan, kuzu ve oğlak çevirme ile ünlü “E E estaurant”ı görüyorsunuz. Az ileride ise önünde suyu içilebilen taş çeşmesi olan bir köy kahvesi

Thassos Adası dağlık ve yeşillik bir ada. Yüksekliği 1000 metreyi geçen yedi tepesi var. En yükseği 1205 metrelik psario Tepesi.

imenas’ın güneyinde bulunan mermer yatak-ları, tarih boyunca adada yerleşen uygarlıkların bu mermerleri kullanarak, muhteşem eserler bırakmasına neden olmuş. Bugün de buradan kesilen tonlarca mermer, her gün gemilerle ana karaya taşınarak önemli bir ticaret hacmi yaratıyor.

Ada, birbirinden güzel 70’i aşkın plajı, tro-pikal cennetleri aratmayacak güzellikteki bembe-yaz kumları, mavi-turkuaz denizi, bazı yerlerde neredeyse denizin içlerine kadar uzanan zeytin ağaçları ve nefis deniz mahsulleri ile gidenin pek de dönmek istemeyeceği bir yer. Üstelik Türkiye’deki pek çok turistik mekândan daha ucuza bir tatil yapmak mümkün bu zümrüt adada.

Eğer Ege’nin mavi sularına kendinizi bırak-mak, yeşilin tonlarıyla kucaklaşmak, biraz efsa-ne biraz tarih koklamak isterseniz Thassos Adası’nı es geçmeyin, zümrüt rengin büyüsüne mitoloji kahramanı Thassos gibi siz de kapılıp gidiverin.

Page 39: FYZY SAYI 27

39

Page 40: FYZY SAYI 27

40

İ lk kez yeğenimden duydum adını... Sporun her dalını o kadar sevmeme ve olabildiğince takip etmeme karşın hiç duymamıştım daha

önce korfbol!Her yeni sözcük için yaptığımı korfbol için

de yapıverdim; ayaküstü etimoloijik inceleme... “Bol” kısmı kolay, futbol, basketbol, voleybol, hentbol gibi topla oynandığı belli. Yeğenim sepetle oynanıyor deyince “korf” da sepete giriverdi Aha! Almancadaki Korb gibi... Korf da elemenkçeymiş zaten. Yani sepet topu! Halbuki sepet topu deyin-ce basketbol anlaşılmaz mıydı? Meğer asıl sepet topu, korfbolmuş. Bildiğimiz örgü sepetle oyna-nıyor, hani masaldaki kırmızı başlıklı kızın sepeti gibi ama altı yok, bir de sapı...

Tabii bu masal sepeti zamanla yerini K ( luslararası Korfbol ederasyonu) yönetmeliği gereği sentetik bir materyalden yapılan 23,5-25 cm yüksekliğinde ve iç çapı 29-41 cm, dış çapı 40-42 cm, kenar kalınlığı ise 2-3 cm olan canlı sarı bir silindire bırakmış.

“Korf” üç buçuk metre uzunluğunda bir direğe bağlı olarak pota görevi görüyor. Amaç,

basketboldaki gibi topu rakip takımın potasına, sepetine atmak. Korfbolu basketboldan ayıran en önemli özellik her yaştan kadınların ve erkek-lerin oynayabilecekleri bir oyun olması. Üstelik yalnızca kapalı alanda da oynanmıyor, çimde, kumda ve hatta suda bile oynanabiliyor; hem de kızlı erkekli!.. Zaten oyunun ilk kuralı cinsiyet eşitliği Bayanlar ve erkekler birlikte oynuyor. Bir takım dörder bayan ve erkek olmak üzere toplam sekiz oyuncudan oluşuyor. Her bölgede iki-şer bayan ve erkek oyuncu yer alıyor. Ancak savunma erkek erkeğe, bayan bayana yapıla-biliyor ve bir kişiye karşı iki kişiyle savunma yapılamıyor. Topla koşmak veya top sürmek kurallara aykırı. Oyuncular, topu koşarken yakalarsa durup pas vermek zorunda. Korfbol oyuncuları hem savunmada hem hücumda görev yapmak durumundalar. Her iki sayı-dan sonra oyuncuların bölgeleri ve görevleri değişiyor. Yani hücumdaysa defansa, defans-taysa hücuma geçiyor. Tüm takım oyunlarında olduğu gibi arkadaşlık ve yardımlaşma çok önemli. akip oyuncuyu tutmak veya itmek yok ama kontrollü bir fiziksel temas müm-kün. Korfun dört bir yanından, her açı-dan atış yapılabiliyor yani oyun potanın arkasında da devam edebiliyor.

Bir basketbol sahasının ideal boyutları 28 m 15 m iken korfbol 40 m 20 m boyutlarında dik-dörtgen bir sahada oynanıyor. Açık alanda boyut 60 m 30 m, kumda 20 m 20 m oluyor. Her şey sahanın ölçüsüyle bitmiyor. Bir de oynanan top var Yine K onaylı 5 numaralı futbol topu benze-ri çift renkli, tercihen siyah-beyaz, çevresi 68-70,5 cm ve ağırlığı 445-475 g olan bir top kullanılıyor.

Maçlar 30 dakikalık iki devre hâlinde oynanı-yor. Devre arası 10 dakika. Takımlar ayrıca oyun süresine katılmayan bir dakikalık iki mola alma hakkına sahip. Top kullanma süresi her hücum için 25 saniye.

ena K RFMV ı O ulları

Kalite Müdürü

K E

Kadınların e

er e lerin a nı

ta ımda irli te

o nadığı dün ada i

te ta ım oru

Fotoğraflar:http//www.actionphotography-http//www.korfball.comforum-http//in-gl.dewp-contentuploads

korf

bol

S O

Page 41: FYZY SAYI 27

41

Peki, bu oyun nasıl ortaya çıkmış? Kaynaklara göre korfbol ilk kez Hollanda’da oynanmış. 1903 yılında Hollandalı bir öğretmen, ico Broekhuy-sen tarafından icat edildiği söyleniyor. Bundan tam otuz yıl sonra “ luslararası Korfbol ederas-yonu” kurulmuş ve korfbol sporu, gün geçtikçe daha fazla ülkede oynanmaya başlanmış. 1970’te

luslararası Korfbol ederasyonunun Avrupa’da 4 üyesi varken, 1992’de bu sayı 30’u geçmiş. Son verilere göre, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ngiltere’den Aruba’ya, aponya’dan Papua Yeni

Gine’ye kadar toplam 57 ülke federasyonun üyesi. luslararası Olimpiyat Komitesi ( OK) tarafından

1993 yılında resmen tanınmasına rağmen olimpi-yatlarda yer almamakla birlikte 4 yılda bir yapılan Dünya Oyunları kapsamına alınmış.

Korfbolun ülkemizdeki öyküsü ise 1995 yılı-na uzanıyor. Türkiye’de ilk kez başladığı iki eği-tim kurumu var Marmara Üniversitesi ve MV şık Okulları. Bu tarihte Marmara Üniversitesinde

Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğrencile-rine korfbol temel eğitim kursu verilir. Kursun sonunda şık Okulları beden eğitimi öğretmenleri ile Marmara Üniversitesi takımı arasında yapılan maçı şık Okulları kazanır. Bir yıl sonra yine şık Okulları beden eğitimi öğretmenleri Belçika’ya davet edilir ve yurt dışında bu dalda maç yapan ilk takım unvanını alır.

1997’de korfbol gönüllüleri tarafından Türk Korfbol Komitesi kurulur. Yaklaşık on yıl sonra rafting, kriket, s uash ve motonotik (motorlu su sporları) sporlarıyla birlikte Gelişmekte Olan Spor Branşları ederasyonuna bağlanan korfbol Türkiye’de stanbul, Ankara, Adana, Kocaeli ve stanbul Okullar iglerinden oluşan beş bölge ligiyle

oynanıyor. 2013-2014 stanbul igi’nin sekiz takı-mın katılımıyla şubat ayında başlaması planlanıyor.

Tabii yalnızca ülke sınırları içinde kalmıyor korfbol; Hollanda’da yapılan Avrupa ampiyonası elemelerinde, turnuvayı altı ülke arasında şampi-yon olarak tamamlayan A Mill Takımımız, Ekim 2014’te Portekiz’de gerçekleştirilecek olan Avrupa Korfbol ampiyonası’na katılmaya hak kazanıyor. Dileriz Avrupa’da da başarılara imza atarlar.

Bizler eğitim kurumları olarak gençlerin bir arada olabileceği, paylaşımlarda bulunabileceği sosyal ortamlar oluşturmalıyız. Korfbol bu amaç için çok uygun bir alan. Okullarımızda bu spor dalını yaygınlaştıralım ve çocuklarımızı da bu branşa yönlendirelim.

Haydi çocuklar hep beraber korfbola!..

Page 42: FYZY SAYI 27

42

İ ENS Y L

Y unan mitolojisinin en renkli karakterlerinden biri olan aşk tanrıçası Afrodit adına kurulan, günümüzde Aydın’ın Karacasu ilçesine bağlı

Geyre köyü yakınında yer alan Afrodisias antik kenti-nin bulunma öyküsü bir hayli ilginç.

1958 yılında Kemer Barajı’nın fotoğraflarını çek-mek için Aydın ilinin Karacasu ilçesine giden Ara Güler, gece yarısı zmir’e dönerken yolunu kaybeder ve geceyi gördüğü ilk köyde geçirmeye karar verir. Bir süre yol aldıktan sonra bir köy kahvesine girer. Burası Geyre’dir. Ara Güler tesadüfen bulduğu kentin ilginç hikâyesini ve keşfediş serüvenini şöyle dile getiriyor “Devir 1958. Adnan Menderes’in son zamanlarıy-dı. Aydın’da valiye gittim. Adnan Menderes’in açılış yapacağı baraj var. Beni oraya gönder, açılışta fotoğraf çekeceğim.” dedim. oför dedi ki “Ben bir kestir-me yol biliyorum, oradan gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik. Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu. Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var, bir kahve Kahveye girdik, adamlar oyun oynuyor. üks lambasıyla aydınlanıyor. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok. Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar. Tarih ve bugün iç içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim. Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir Baktım ki taşların içinden suratlar bana bakıyor. Hemen aklıma röportajın adı geldi Afrodisias ığlığı.

O taşlar bana bakıyor ve “Beni buradan kurtar!” diye çığlık atıyor.”

Ara Güler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bölgeyi keşfetmek için sokaklara düşer ve hayranlıkla kenti dolaşır. ektiği fotoğrafları Amerika’daki Princeton Üniversitesinde görevli olan Kenan Erim’e yollar.

otoğrafları gören Erim, hemen Geyre’ye gelir. Geliş o geliş

Afrodisias, 1900’lerin başından beri tarihçi ve gez-ginlerin uğrak yeri oldu. Kentte amatör pek çok kazı ve araştırma yapıldı. Ama “Afrodisias’ı bugüne getiren kimdir?” diye sorulursa, cevap kesinlikle 1961’den ölümüne kadar kendini Afrodisias’a adayan Prof. Kenan Erim olur.

Kaynaklar 1- http // .odatv.com/n.php?n dunya-bu-uygarligi-ara-guler-ile-tanidi-25120912002- Müze dergisi, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını, s. 6, 20123- Habertürk gazetesi, 18 Ocak 2014, sf. 7

Dr ri KDE İZFMV el ı i e iür e o al Bilimler B lüm Ba anı

AFRODİSİAS ÇIĞLIĞI