32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 43 • 8 Kasım 2013 • 1 TL Haziran Direnişi / 1 - H. Fırat » s.16-23 » Mısır’da son durum ve Kerry’nin ziyareti » s.24 A KP iktidarı gerici-faşizan uygulamalarıyla toplumsal yaşamı cendereye almak için bir kez daha kadın kimliğini kullanarak gericiliği tırmandırmaktadır. “Ahlak” tartışmalarıyla gerici-faşizan uygulamaları perdelemeye çalışanların ahlak anlayışlarını ise defalarca gördük. Pozantı’da ve diğer hapishanelerde yaşanan taciz ve tecavüzlere sessiz kalan bir zihniyettir onlarınki. Hüseyin Üzmez gibi “hocalarının” çocuk tacizcisi kimliği karşısında susmaktır. » sayfa 6 Duvar inşaatı Kürdistan’da büyük tepki topluyor. Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan projeye karşı açlık grevine başladı. Duvar projesi yeni kitlesel eylemlere de yol açacak gibi. Çünkü bu duvarın Kürt halkı için başka anlamları da var. Duvar ile sadece Rojava’ya giden yardımların kesilmesi engellenmiyor. 90 yıl sonra Kürdistan’ın parçalanması derinleştiriliyor. Duvar inşası Kürtleri birbirinden tecrit etmeyi de amaçlıyor. Yani Kuzey Kürdistan da bir kuşatma altına girmiş olacak. Olası bir Kürt sığınmacı akınına karşı ırkçı bir set işlevi görecek. Halkların birbirleriyle dayanışması engellenmeye çalışılacak.. » sayfa 8 Çürüyen düzen, emekçilere umut olamaz! » Sermaye iktidarının hem iç politikada hem dış politikada açmazlarının derinleştiği bir dönemde yerel seçimlerin yaklaşması, AKP başta olmak üzere kokuşmuş düzenin partileri için yeni bir meşgale olacak. Haziran Direnişi’nin yankısı devam ederken, emekçileri oyalayabilecek bahane bulmakta güçlük çeken dinci- gerici iktidar, “can simidi” gördüğü seçimlere sarılmaya hazırlanıyor. Aylar sonra gerçekleşecek seçimlerin şimdiden toplumun gündemine yerleştirilmeye başlaması, burjuva iktidarın emekçileri oyalayacak malzeme bulmakta güçlük çekmeye başladığına işaret ediyor. Sermeye ve emperyalizmin vurucu gücü AKP iktidarının Haziran ayında isyan eden milyonları çileden çıkaran yeni icraatlara imza atması, “bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganının yankı bulmasına uygun iklimi hazırlarken, düzenin efendileri, yerel seçimlerle emekçileri oyalama mizansenlerinin başlatılması için acele ediyorlar. AKP ile diğer sermaye partilerinin toplumu seçimlerle oyalama hamlesini, “halkın yerel iktidarını kuracağız” söylemiyle meydana inen reformistler de, kendi meşreplerince güçlendiriyorlar. Seçimlere hızlı girişi yapan taraflar farklı olsa da, kesiştikleri nokta, düzeni/düzen kurumlarını işçi ve emekçilere “umut kapısı” diye takdim etmeleridir. Oysa bu düzen ne işçilere ne emekçilere, ne gençliğe ne kadınlara ne Kürtlere ne Alevilere ne de diğer ezilenlere umut olabilir. Gerçek umut, tüm ezilenlerin işçi sınıfı önderliğinde burjuva düzene karşı yeni isyanlarla gelecektir. Umutlarıyla birlikte emekçileri düzen içine hapsetme çabasının yoğunlaştığı bu dönemde, “Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarı her zamankinden daha güncel ve vazgeçilmezdir.

Kızıl Bayrak 2013 43

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-43/08 Kasım

Citation preview

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 43 • 8 Kasım 2013 • 1 TL

Haziran Direnişi / 1 - H. Fırat » s.16-23» Mısır’da son durum ve Kerry’nin ziyareti » s.24

AKP iktidarı gerici-faşizan

uygulamalarıyla toplumsal

yaşamı cendereye almak için

bir kez daha kadın kimliğini kullanarak

gericiliği tırmandırmaktadır. “Ahlak”

tartışmalarıyla gerici-faşizan

uygulamaları perdelemeye çalışanların

ahlak anlayışlarını ise defalarca gördük.

Pozantı’da ve diğer hapishanelerde

yaşanan taciz ve tecavüzlere sessiz kalan

bir zihniyettir onlarınki. Hüseyin Üzmez

gibi “hocalarının” çocuk tacizcisi kimliği

karşısında susmaktır. » sayfa 6

Duvar inşaatı Kürdistan’da büyük

tepki topluyor. Nusaybin BelediyeBaşkanı Ayşe Gökkan projeye karşı açlıkgrevine başladı. Duvar projesi yenikitlesel eylemlere de yol açacak gibi.Çünkü bu duvarın Kürt halkı için başkaanlamları da var. Duvar ile sadeceRojava’ya giden yardımların kesilmesiengellenmiyor. 90 yıl sonra Kürdistan’ınparçalanması derinleştiriliyor.

Duvar inşası Kürtleri birbirindentecrit etmeyi de amaçlıyor. Yani KuzeyKürdistan da bir kuşatma altına girmişolacak. Olası bir Kürt sığınmacı akınınakarşı ırkçı bir set işlevi görecek. Halklarınbirbirleriyle dayanışması engellenmeyeçalışılacak.. » sayfa 8

Çürüyen düzen,emekçilere umut olamaz!

»

Sermaye iktidarının hem iç politikada hem dışpolitikada açmazlarının derinleştiği bir dönemde yerelseçimlerin yaklaşması, AKP başta olmak üzere kokuşmuşdüzenin partileri için yeni bir meşgale olacak. HaziranDirenişi’nin yankısı devam ederken, emekçilerioyalayabilecek bahane bulmakta güçlük çeken dinci-gerici iktidar, “can simidi” gördüğü seçimlere sarılmayahazırlanıyor.

Aylar sonra gerçekleşecek seçimlerin şimdidentoplumun gündemine yerleştirilmeye başlaması,burjuva iktidarın emekçileri oyalayacak malzemebulmakta güçlük çekmeye başladığına işaret ediyor.

Sermeye ve emperyalizmin vurucu gücü AKPiktidarının Haziran ayında isyan eden milyonları çiledençıkaran yeni icraatlara imza atması, “bu daha başlangıç,mücadeleye devam!” sloganının yankı bulmasına uyguniklimi hazırlarken, düzenin efendileri, yerel seçimlerleemekçileri oyalama mizansenlerinin başlatılmasıiçin acele ediyorlar.

AKP ile diğer sermaye partilerinintoplumu seçimlerle oyalama hamlesini,“halkın yerel iktidarını kuracağız”söylemiyle meydana inen reformistlerde, kendi meşreplerincegüçlendiriyorlar.

Seçimlere hızlı girişi yapan taraflarfarklı olsa da, kesiştikleri nokta,düzeni/düzen kurumlarını işçi ve emekçilere“umut kapısı” diye takdim etmeleridir. Oysabu düzen ne işçilere ne emekçilere, ne gençliğene kadınlara ne Kürtlere ne Alevilere ne de diğerezilenlere umut olabilir.

Gerçek umut, tüm ezilenlerin işçi sınıfı önderliğindeburjuva düzene karşı yeni isyanlarla gelecektir.Umutlarıyla birlikte emekçileri düzen içine hapsetmeçabasının yoğunlaştığı bu dönemde, “Özgürlük, devrim,sosyalizm!” şiarı her zamankinden daha güncel vevazgeçilmezdir.

Sermaye iktidarının hem iç politikada hem dışpolitikada açmazlarının derinleştiği bir dönemde yerelseçimlerin yaklaşması, AKP başta olmak üzerekokuşmuş düzenin partileri için yeni bir meşgaleolacak. Haziran Direnişi’nin yankısı devam ederken,emekçileri oyalayabilecek bahane bulmakta güçlükçeken dinci-gerici iktidar, “can simidi” gördüğüseçimlere sarılmaya hazırlanıyor.

Aylar sonra gerçekleşecek seçimlerin şimdidentoplumun gündemine yerleştirilmeye başlaması,burjuva iktidarın emekçileri oyalayacak malzemebulmakta güçlük çekmeye başladığına işaret ediyor.

Sermaye ve emperyalizmin vurucu gücü AKPiktidarının Haziran ayında isyan eden milyonlarıçileden çıkaran yeni icraatlara imza atması, “bu dahabaşlangıç, mücadeleye devam!” sloganının yankıbulmasına uygun iklimi hazırlarken, düzenin efendileri,yerel seçimlerle emekçileri oyalama mizansenlerininbaşlatılması için acele ediyorlar.

AKP ile diğer sermaye partilerinin toplumuseçimlerle oyalama hamlesini, “halkın yerel iktidarınıkuracağız” söylemiyle meydana inen reformistler de,kendi meşreplerince güçlendiriyorlar.

‘Temelden�yoksun�vaatler�yarışı’

Seçimleri, sermaye düzeninin her gün yenidenürettiği sorunları unutturmanın olanağı olarakdeğerlendiren dinci-gerici AKP, burjuva muhalefetanlamında bile kayda değer birşey yapamayan sosyaldemokrat geçinen CHP, Tayyip Erdoğan’a etmedik lafbırakmayan, ama her kritik anda dinci-Amerikancılarakoltuk değnekliği yapan faşist MHP… Burjuvazinin buüç ana partisi, seçimleri, “temelden yoksun vaatleryarışı” şeklinde organize ederken, seçim sürecini,emekçileri sisteme bağlamanın bir imkanı olarakdeğerlendiriyorlar.

Sermayenin ana partileri ne kadar iddialıkonuşurlarsa konuşsunlar, ellerinde sahte vaatlerdışında bir şey yok. Zira temsil ettikleri kapitalistsistemin işçi ve emekçilere işsizlik, sefillik, zorbalıkdışında verecek bir şeyi kalmamıştır. Hal böyleykengündeme getirilen her vaat, ikiyüzlülük ve sahtekârlıkgösterisinden öte bir anlam taşıyamaz.

AKP, iktidar olmanın imkânlarını fütursuzcakullanmakla kalmıyor, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramıkutlamaları, Marmaray hattının bölük pörçük deaçılması bile, birer seçim gösterisine dönüştürülmeyebaşladı. Bu ölçüsüz açgözlülük, dinci-Amerikancılar’ıngeleceklerini yerel seçimlerdeki başarıya bağlıgörmelerinden kaynaklanıyor olsa gerek.

Zira Haziran Direnişi ile burnu sürtülmüş, dışpolitikası iflas etmiş, komşu ülkelere karşı izlediğisaldırgan politikanın ters tepmesinden dolayı duvaratoslamış, Ortadoğu halklarının ise nefret ettiği biriktidar durumuna düşen AKP’nin, umutlarını seçimlerebağlaması anlaşılır bir durum. Çünkü bu koşullarda bir

de seçimlerde hezimete uğrarsa, dinci-gerici akımın nesermeye ne emperyalistler için cazibesi kalır. Bundandolayı Tayyip Erdoğan’la müritlerinin en büyükkorkuları, seçimlerde hezimete uğramaktır.

Sermaye sınıfının ana muhalefet partisi CHP’yegelince, AKP’nin işini kolaylaştıran bir muhalefetyapmanın ötesine geçemiyor. Kapitalist sisteminyapısal sorunlarına değinmediği için, sorunların özüneinmiyor. Sorunlar etrafında dolaşıp duran “düzen solu”,içine düştüğü bu aczi, yerel seçimlerle aşma hesabıiçindedir. Bundan dolayı AKP gibi CHP de, yerelseçimlere büyük önem atfediyor.

Sermaye cephesinin üçüncü ana partisi faşist MHPise, pek çok noktada AKP’nin koltuk değneği olmanınötesine geçemiyor. Irkçı-şoven söylemde MHP ileyarışan Tayyip Erdoğan, kısmen de olsa, bu partininaltını oyuyor. Saldırganlık ve savaşa da destek verenMHP’nin, yerel seçimlerde vaat edebileceği fazla birşey yok. Ancak bu parti de, ırkçı-şoven söylemle yerelseçimlere hazırlanıyor.

Haziran�Direnişi’ne�çelme�takanlarınseçim�heyecanı

Haziran Direnişi’ne daha ilk günlerde çelmetakmaya çalışan Kürt hareketiyle reformist/sol cenahhanesinde de seçim heyecanı esmeye başladı. Durumagöre CHP ile de ittifak kurabileceğini ilan eden bukoalisyonun vaatleri, burjuva partilerininkinden deuçuk. Zira bu koalisyon, “yerel halk iktidarları”kuracağını vaat ediyor.

Haziran Direnişi’ne çelme takıp biran önce

bitmesini sağlamak için utanç verici bir role soyunanreformist koalisyon, hal böyleyken, burjuva devletinegemen olduğu alanlarda “yerel halk iktidarı”kuracağını iddia ediyor. Sermeye partilerinin vaatlerisahte olmasına rağmen, teorik olarak mümkün olanşeylerdir. Oysa reformist koalisyonun vaatleri, teorikolarak bile mümkün değil. Çünkü burjuva devletiktidarının egemen olduğu yerde, “yerel halk iktidarı”kurma iddiası, içi boş bir safsatadan başka bir şeydeğildir.

Buna rağmen reformist blok, umutlu görünüyor. Buiyimserlik hali, Haziran Direnişi’nin yarattığıpolitizasyonun, seçim sandıklarında kendilerineyarayacağı beklentisinden kaynaklanıyor. Dün direnişeçelme takanlar, bugün ise, onun etkisini seçimsandıklarına havale etme derdindeler.

Umut�kokuşmuş�düzende�değilyeni�isyanlarda

Seçimlere hızlı giriş yapan taraflar farklı olsa da,kesiştikleri nokta, düzeni/düzen kurumlarını işçi veemekçilere “umut kapısı” diye takdim etmeleridir.Oysa bu düzen ne işçilere ne emekçilere, ne gençliğene kadınlara ne Kürtlere ne Alevilere ne de diğerezilenlere umut olabilir.

Gerçek umut, tüm ezilenlerin işçi sınıfıönderliğinde burjuva düzene karşı yeni isyanlarlagelecektir. Umutlarıyla birlikte emekçileri düzen içinehapsetme çabasının yoğunlaştığı bu dönemde,“Özgürlük, devrim, sosyalizm!” şiarı her zamankindendaha güncel ve vazgeçilmezdir.

‘Çürüyen düzen, tükenen cumhuriyet’emekçilere umut olamaz

Örtülü ödenek ile ilgili olarak yasada şunlarsöylenmekte: “Kapalı istihbarat ve kapalı savunmahizmetleri, devletin millî güvenliği ve yüksekmenfaatleri ile devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyalve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgiliHükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlıkbütçesine konulan ödenektir.” Aynı yasa maddesinde“Örtülü ödeneklere ilişkin giderler Başbakan, MaliyeBakanı ve ilgili Bakan tarafından imzalanan kararnameesaslarına göre gerçekleştirilir ve ödenir” deniyor.

Erdoğan’ın inisiyatifinde olan bu para sermayedevletinin kirli işlerini rahatça yapabilmesi içinbütçeden ayrılmıştır. Bundandır ki, örtülü ödeneğin neiçin kullanıldığının yasa gereğince de açıklanmasınagerek yoktur ve harcama belgeleri hemen imha edilir.Başbakan’ın emriyle bu ödenekten isteyen bakanlıklarve kurumlar faydalanabilir. Ama bu kurumların başındaMilli İstihbarat Teşkilatı (MİT) gelmektedir. Sermayedevletinin bekası için bu ödeneğin, istihbarat ve diğer“güvenlik” kurumları dışında, medya ve akademikalanlarda da “devlet çıkarı” gereği kullanıldığı geçmişedair ortaya çıkan belgelerden anlaşılmaktadır. Tabiödenek kullanım sıralamasında başbakanların kişiselkullanımları da yer almaktadır.

Bütçe planlamasında işçi ve emekçilere, eğitime vesağlığa ayrılan pay ne kadar düşükse, örtülü ödeneğeve açıktan TSK, polis teşkilatı, MİT vb. kurumlaraayrılan pay o kadar yüksektir. Bütçe tercihi de devletinsermeyenin devleti olduğunu, işçi ve emekçileredüşman bir şekilde konumlandığını bir kez dahagöstermektedir.

Örtülü ödeneğin toplumda pek tartışma konusuedilmesi istenmemesine rağmen yine de çeşitli kerelergündeme gelmiştir. Örneğin Tansu Çiller dönemindekişisel kullanımları ifşa olunca çok tartışılmıştı. Ancaktabiî ki bu ödeneğin, o dönem yıllardır süren kirlisavaşın temel kaynaklarından biri olmasına vekontrgerilla faaliyetlerine hiç değinilmeden…

1993’te kurulan Çiller hükümeti ödenektendönemin parasıyla 5,3 milyon harcama yapmıştır.Ancak biliyoruz ki yine aynı dönemler faili meçhullerinarttığı, bin operasyonların yapıldığı dönemdir ve örtülüödenek paralarıyla devrimcilerin, Kürt halkının vemuhalif her sesin kanı akıtılmıştır. Mesut Yılmaz,Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit hükümetleridöneminde de örtülü ödeneğin miktarı sürekliartmıştır. Ecevit döneminde, istihbarat adı altındaödenekten 70 milyon TL kullanılarak o döneme kadarki en yüksek harcama yapılmıştır. (Soysaldemokrasiden beklentileri olanlar bir kez de bu açıdandüşünmelidir.)

AKP�bu�konuda�da�fark�yaratıyor!

AKP dönemine bakıldığında ise örtülü ödenekbütçesinin en yoğun kullanıldığı döneme bu yılulaşıldığı, yıl tamamlanmadan 1 milyar liraya yakın birmeblağın harcandığı ortaya çıkmıştır. AKP hükümetolduğundan beri, örtülü ödenek harcamalarında

2012’de rekor kırmıştı. 2012 rakamları bir öncekiseneye oranla yüzde 100 artarak 694 milyon lirayayükselmişti ve bu sayı cumhuriyet tarihinin rekorusayılmaktaydı. Anlaşılan o ki bu sene yeni bir rekorhazırlığındalar!

2012’deki rekor artışın nedenleri arasındaKürdistan’daki kirli savaş yöntemlerine ek olarakçeteler eliyle Suriye’de yürütülen yeni harcamaların daeklendiğini görmek zor değildir. Suriye’de silahlıçetelere her türlü para, silah vb. yardımın yapıldığıartık bilinmektedir.

Bu seneki rekor artışının gerisinde de kolluk güçleriiçin yapılan harcamaların daha da artırılması vardır.Kolluk gücüne zaten sermaye devleti bütçedenfazlasıyla kaynak ayırırken, örtülü ödeneğin de payınınarttırılması şaşırtıcı olmamalıdır. Sermaye, sınıfsalçıkarlarını korumak için kendi egemenlik aracı olandevletin kolluk gücüne devasa paralar ayırmaktadır.İşçi ve emekçilerden toplanan paralar, yine işçi veemekçilere daha çok baskı ve saldırı amaçlıkullanılmaktadır. 2014 bütçe planlaması bu gerçeği birkez daha doğrulamaktadır. Maliye Bakanlığı tarafındanbayram tatilinden önce meclise sunulan 2014 yılıbütçesinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın payıyükseltilmiştir.

Zaten MİT’e ayrılan bütçe beş yılda ikiyekatlanmıştır. MİT’in ek ödenek talepleri de ayrıcakarşılanırken, örtülü ödenekten de kaynak aktarımlarıolmaktadır. Sermaye hükümeti AKP’nin Emniyet GenelMüdürlüğü’ne sunduğu imkânlar sayesinde, polisinbütçesi TSK’nın bütçesine yaklaşmıştır. MİT’e ve poliseayrılan bütçe dinleme uçaklarından TOMA’lara, yeni

binalardan ek çalışanlara her türden ihtiyaçlar içinkullanılıyor. Haziran Direnişi’nde olduğu gibi gazbombası, plastik mermi, TOMA, yeni karakollar vb.olarak işçi ve emekçiler de bunun “karşılığını”fazlasıyla alıyorlar.

Kiralık�katiller�besleniyor!

Yeni bütçeye göre eğitime, sağlığa ayrılan pay işçive emekçilerin ihtiyacını karşılamaktan çok uzak olsada “iç güvenlik” için ayrılan kaynağın 25 milyon TL’yibulduğu bilinmektedir. Unutmayalım ki devletsermayenindir. Bu nedenle TOMA’lar yenilenmektedir.Polisin eline daha öldürücü silahlar verilmekte, dahaçok gaz bombası alınmakta, daha çok polise teşvik veödül verilmekte ve motive edilmektedir. Zira işkenceetmek ve insan öldürmek o kadar da kolay değildir,belli bir maliyeti vardır!

İçişleri Bakanı Muammer Güler, polis teşkilatındakipersonele yönelik ödüllendirmeler hakkındakiaçıklamasında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde işçi vesözleşmeli personel hariç görevli personelin yüzde91’inin maaş taltifiyle ödüllendirildiğini ifade ediyor.Yani her 10 polisten 9’u son 5 yılda maaş ödülüalmıştır. Ne karşılığında? Artan polis şiddeti ve terörüpolisin ne için ödüllendirildiğini göstermektedir.

Tüm bu “iç güvenlik” harcamalarındaki artışsermaye devletinin korkularının bir sonucudur. HaziranDirenişi de tekrar hatırlatmıştır ki, sonları yakındır.İşçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların sokaklaraçıkması sermayenin korkularını derinleştirmeyeyetmiştir. Oysa ki bu daha başlangıçtır!

Kirli savaş bütçesi: Örtülü ödenek

Sermaye devletinin hazırladığı 2014 Bütçesi’ndeorduya, polise ve diğer güvenlik birimlerine ayrılanpayın devasa miktarlarda olduğu biliniyor. Basınayansıyan son haberlerde yine istihbarat amaçlıdinleme-izleme tekniklerine bütçeden aslan payıayrıldığı haberleri yer alıyor. Ayrıca polis teşkilatı yeniteknik ve araçlarla donatılıyor. AKP’nin güvenlikgüçlerini ve istihbarat aygıtlarını tahkim etmeye dönükbu son adımları olsa olsa bir korkunun tezahürüolabilir. Zira Haziran Direnişi’nin yarattığı etki, hemAKP hem de bütün bir rejim için yaklaşan bir depreminilk sarsıntılarına benzemektedir.

Hatırlanacağı gibi kamuda tasarruf yapacağınıaçıklayan hükümet, telefon dinlemeleri için keseninağzını açacağını duyurmuştu. Telefon dinlemeleriningerçekleştirildiği Telekomünikasyon İletişimBaşkanlığı’nın (TİB) bağlı olduğu Bilgi Teknolojileri veİletişim Kurumu’nun (BTK) bütçe ödeneği her yılartarak 2016 yılında 2 milyar liraya ulaşacak. BTK, buödenekle kendisine en yakın düzenleyici ve denetleyicikurumun bütçesine tam 8 kat fark atacak. Düzenleyicive denetleyici kurumların toplam bütçelerinin üçteikisi de BTK’nin olacak.

Türkiye’de mahkeme kararıyla telefon dinlemeleriniBTK’ye bağlı TİB yapıyor. Hükümet 2014, 2015 ve 2016yıllarına ilişkin ödenek tahminlerinde düzenleyici vedenetleyici kurumlar arasında en yüksek payı BTK’yeayırdı. BTK’nin ödeneği 2014 yılında 1 milyar 785milyon 700 bin lira olacak. Kurumun ödeneği 2015yılında 1 milyar 931 milyon 200 bin liraya yükselecek.2016 yılında ise 2 milyar 93 milyon 650 bin lirayaulaşacak.

Yine sermaye hükümeti AKP’nin Emniyet GenelMüdürlüğü’ne sunduğu imkanlar sayesinde, polisinbütçesi TSK’nınkine yaklaştı. Fakat ayrılan devasabütçe dahi yetmediği için EGM’ye ek bütçe sunuldu.

Taraf gazetesinden Dicle Baştürk’ün haberine göre,Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 2012 yılında ayrılan 12milyar TL’lik bütçe yetmedi. Bunun üzerine 1 milyarTL’lik ek ödenek verildi. Polise 1 milyar TL verilirken,aralarında TÜBİTAK’ın da bulunduğu birçok kamukurumunun ‘bütçe sıkıntısı’ gerekçesiyle ek ödenektalepleri karşılıksız bırakılmıştı.

Taraf’a konuşan CHP Milletvekili Turgut Dibekşunları söyledi: “Yalnızca silah, biber gazı, araç vediğer gereçler için emniyetin harcadığı paranın 1milyar 360 milyon TL olduğu göz önüne alındığında eködeneğin biber gazı, TOMA ve silaha gittiği açıktır.”

Plan ve Bütçe Komisyonu’nun BDP’li üyesi AdilZozani ise şunları ifade etti: “Askeri ve güvenlikharcamaları tamamen denetim dışı bırakılmıştır. Kimnerede ne yapıyor bir milletvekili olarak bilgi sahibideğiliz. Bu harcamalar parlamentonun mutlakdenetiminde olması gerek.”

Yansıyan bütçe verileri son 10 yılda TSK’yla polisinbütçe farkının kapandığını gösteriyor. Emniyet GenelMüdürlüğü’nün 2002 yılındaki bütçesi 2 milyar TL ikenbu oran 2014 bütçe planlarında 16,5 miyar TL’ye ulaştı.Orduya 2014 bütçesinde ayrılacak payın 21,8 milyar TLolması planlanıyor. Aradaki fark sadece 5.3 milyar TL

olacak.Polis baskı ve saldırı araçlarını güçlendirirken

savunma yönlerini öne sürerek kendinimeşrulaştırmaya çalışıyor. Silah ve patlayıcısaldırılarına karşı korunaklı olması öne çıkarılan yeninesil TOMA’ların en büyük özelliği iki ayrı tazyikli susıkacak sisteme sahip olması.

Yeni diye sunulan zırh kalınlığı, kamera sistemi,araca tırmanmayı engelleyen paneller eskiTOMA’larda da mevcuttu. Yapılan birkaç değişiklikşişirilirken birçok insanın yaralanmasına neden olantazyikli su saldırısını arttıracak sistem geliştiriliyor.

Basında yer alan bilgilere göre su topu adı verilenbasınçlı su atışı yapılmasını sağlayan sistem de yeniTOMA’lara eklenmiş bulunuyor. Yeni alınanTOMA’ların 15’i Ankara’ya, 20’si İstanbul’a verilecek.İlk etapta üretilen 5 TOMA Emniyet GenelMüdürlüğü’ne teslim edildi. EGM, kalan 45 TOMA’nında ocak ayına kadar teslim edilmesini istiyor. ElbetteAKP bu öldürücü araçlarda görev alacak tetikçilerinrahatını düşünmeyi de ihmal etmiyor. Artık buaraçlarda polise dinlenme, uyuma imkânları dayaratılıyor. AKP iktidarı böylelikle kapitalist sistemikorumak için muazzam harcamalar yapıyor. Baskıaygıtını güçlendiriyor, kolluk güçlerini son teknolojininürünü öldürücü silahlarla donatıyor.

Tüm bu önlemlerin kime karşı olduğunu, neamaçlandığını görmek için hiç değilse 31 Mayıs’tansonrasına bakmak bile fazlasıyla yeterlidir. Her fırsatta“muhafazakâr demokrat” olduğunu söyleyen AKPhükümetinin ne kadar demokrat olduğu iseicraatlarıyla orta yerde duruyor. “Muhafazakâr” kısmıise bir büyük ortak-efendi ABD’nin izin verdiği kadar vekitleleri uyuşturabildiği kadardır. Esasında isemuhafaza edilen şey TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON vb.sermaye gruplarının emekçilerin sırtından elde ettiğikarlarıdır!

Polise dev bütçe

“Kaza”�savunması!

Mehmet Ayvalıtaş’ın katledilmesine ilişkin dava

21 Kasım’da görülecek. Fakat savcılık tarafından

hazırlanan iddianame şimdiden katilleri korumaya

almış bulunuyor.

Haziran Direnişi eylemleri sırasında kitlenin içine

arabayla dalan failler ‘kaza’ senaryosu ile aklanmaya

hazırlanılıyor. 1 Mayıs Mahallesi’ndeki yürüyüş

sırasında yolu kapatan kitleye araçla dalan failler

için hazırlanan iddianame mahkeme heyeti

tarafından kabul edildi.

İddianamede Mehmet Ayvalıtaş’ın katledildiği

olay trafik kazası olarak aktarılırken eylemcilerin

yolu kapatmasının neden olduğu ima ediliyor.

Olay yerinde bulunan MOBESE kameralarına ait

görüntülerin de Ali İsmail soruşturmasında olduğu

gibi kayıp olduğu açıklandı. Ümraniye İlçe Emniyet

Müdürlüğü, olayın olduğu yer ve civarındaki

MOBESE kamerasına yansıyan herhangi bir görüntü

olmadığını iddia etti. Bunu dikkate alan Cumhuriyet

Savcısı Müfit Büyükçolpan, iddianamede MOBESE

kamera kayıtlarına ilişkin bilgiye yer vermedi.

Mehmet Görkem Demirbaş ile diğer sanık Cengiz

Aktaş “taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma”

suçlamasıyla yargılanacak. İlk duruşma, 21 Kasım’da

saat 10.00’da İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza

Mahkemesi’nde görülecek.

Taksim Dayanışması Mehmet Ayvalıtaş davası

için Kartal Adliyesi önünde olmaya çağrı yaptı.

Davanın aklama sürecine karşı ancak sokakta

verilecek mücadele ile hesap sorulabilecektir.

Öğrenci evleri üzerinden gündeme gelen vetoplum üzerindeki gerici denetimi arttırmayıamaçlayan “kızlı-erkekli” tartışmasına, son olarakİçişleri Bakanı Muammer Güler de dahil oldu.Devrimci düşmanı bu zattın, “sorunun” sözde “terörboyutu”nu ele alan açıklamaları, AKP iktidarının asılderdinin ne olduğunu da ortaya koymuş oldu.

Toplumun ehlileştirilmesi için dinsel gericiliğisonuna kadar kullanan ve bu yolla kendi konumunusağlama almaya çalışan AKP iktidarı, geçtiğimizgünlerde yeni bir tartışma daha başlatmış, yurtlardansonra öğrenci evlerinde de kızlı-erkekli kalınmasınason verileceğini iddia etmişti. Kamuoyunda tepkiylekarşılanan bu tartışmaların hedefinde ise bir kez dahaöğrenci gençlik yer alıyordu.

Başını Tayyip Erdoğan’ın çektiği dinci-gerici takımınasıl derdinin ne olduğu ise Muammer Güler’inaçıklamalarıyla su yüzüne çıktı. Konuyla ilgili açıklamayapan Güler şunları söyledi; “Bize şu ana kadar buevlerle ilgili veya apartman daireleriyle ilgili gelendeğişik müracaatlar oldu. Bunların dadeğerlendirmeleri yapıldı. Bizim olaya bakış açımızterörle mücadele boyutuyla ilgili. Üniversiteöğrencilerinin kaldığı evler ve yurtlar terör örgütlerinineleman kazanmak için kaynak olarak gördükleriyerlerdi. Söz konusu oluşumlar üniversite kayıtdönemlerinde stand açarak broşür dağıtarakkendilerine yönlendirme çabasında olduklarınıgörüyoruz. Terörle ilgili yaptığımız çalışmalara daterör örgütlerinin öğrencileri elde etmede kız erkekilişiklerini kullandıkları bir vakadır.”

Muammer Güler’in bu sözleri, AKP iktidarınıngençlik üzerinde kurmak istediği denetimin arkaplanını da ortaya koyuyor. “Kızlı-erkekli kalıyorlar”tartışması ile önü açılmak istenenin ve toplumnazarında meşrulaştırılmaya çalışılan şeyin ne olduğuda, yine Güler’in bu sözleri üzerinden bir anlam

kazanıyor. Öte yandan İçişleri Bakanı Muammer

Güler’in açıklamaları, dinci-gerici takımın esasta kendi

kokuşmuş burjuva zihniyetini de tüm çıplaklığıyla

ortaya koyuyor. Zira “kızlı-erkekli” tartışması dahi,

beyinlerinin ne denli karanlık ve kirli olduğunu gözler

önüne seriyor.

AKP’li bakan, konuyla ilgili olarak yaptığı

açıklamalara şöyle devam ediyor: “Bu faaliyetlerde

maalesef gençleri kendi amaçları çerçevesinde evlerde

barındırdıklarını gördük. Ailelerin çocuklarının nerede

olduğunu bilme hakkı vardır. Devletin koruyucu tedbir

alma durumu da vardır.

Bu işin terör boyutudur. Bir de öğrenci evleri

denilen ülkemizde yeni yeni oluşan bir sektör var.

Günübirlik kiralanan öğrenci evleri var. Günü birlik

geçici konaklama dediğimiz yerler. Çoğunlukla sürekli

konaklanan yerlerde yapılmaktadır. Mesela

apartmanların bir-iki dairesinde geçici olarak

konaklama yapılmaktadır.

Günübirlik kiralanan evler ve illegal örgütlerin

kullandığı evlere yönelik çalışma içindeyiz. Hukuki

boşluk varsa gerekli düzenleme yapılacak. Konu ile

ilgili bir genelge önümüzdeki günlerde valiliklere

gönderilecek.”

AKP’li gerici takımın ağızlarından dökülen bu kirli

sözcükler elbette nedensiz değil. Gençlikten bu denli

korkmaları ve düşman olmaları da. Çünkü uykularını

kaçıran ve adeta kimyalarını bozan büyük Haziran

Direnişi bir kez daha gösterdi ki, gençlik böylesi bir

düzende ve dünyada yaşamak istemiyor. Bunun için

barikatların en önünde dövüşüyor ve tereddütsüz

ölümün üzerine yürüyor. İşte AKP iktidarının gençliği

hedef alan saldırıları bu bilince dayanıyor. Fakat

gelinen yerde ne yapsalar boşuna.

Zira gençlik, özgürlük istiyor, gelecek istiyor. Hem

de ölümüne dövüşmeyi göze alarak...

Güler baklayı çıkardıTalimat�verildi,�gericigüruh�hücumda!

AKP şefi Tayyip Erdoğan, partisinin Kızılcahamamtoplantısında yaptığı konuşmada “kızlı-erkekli”kalınan öğrenci evlerine müsaade etmeyeceklerinisöylemiş, aradan iki gün geçtikten sonra, durumutoparlamaya çalışan danışmanı ve yardımcısını dayalanlayarak, bu konudaki “kararlılıklarını” ifadeetmişti.

Şeflerinin bu sözlü talimatının ardından dinci-gerici güruh harekete geçti. Erdoğan’ın sözlerininardından, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yurtlardagüvenlik açısından denetim yapmaya başlayacağıöğrenildi. Maliye Bakanlığı da yurtları vergi denetimiile kıskaca alacak.

Gezi’ye�bağladı�

AKP’li Şamil Tayyar, “kızlı-erkekli” kalınan öğrencievlerini Gezi’ye bağladı. Öğrenci evleri için şefiyleaynı ifadeleri kullanan Tayyar, Gezi Parkı’nda daçadırlarda “kızlı-erkekli” kalındığını, insanların“bedava bira ve kızlar olması” nedeniyle orayagittiklerini iddia etti. Aşağılık yalan ve karalamalarınısürdüren Tayyar buna önlem alınması gerektiğini desöyledi.

Anayasaya�aykırıymış!�

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “kızlı-erkekli”kalınan öğrenci evlerine yönelik tahammülsüzlüğünüanayasal nedenlere bağladı ve şunları söyledi:

“Yaşam tarzına müdahale söz konusu değil.Anayasamızın 58. maddesinde devlet gençleri kumar,uyuşturucu ve benzeri alışkanlıklardan cehalettenkorumak yükümünü de getirir. Sorumluluğu yetkiyiseçimde size emanet etmişti. Biz bu emanetingereğini yerine getirmeliyiz, bu görev bize verilmiştir.Devletin gençlerini korumak için tedbir alması onlarınyaşam tarzına müdahale etmesi olaraknitelendirilemez. Sayın Başbakanımız gerekirse böylebir adım atarız dedi. Yasal düzenlemeyle ilgiliyapılmış bir çalışma yok henüz. Yapılırsa kamuoyunaaçıklanır. Hükümet anayasal görevini yapıyor.”

Vali�talimatı�aldı

Erdoğan’ın piyadeliğini yapan Adana ValisiHüseyin Coş, talimatı aldıklarını ve gereğiniyapacaklarını söyledi. “Başbakan’ın sözleri bizim içintalimat” diyen Coş, bunun gereklerini yerinegetireceklerini belirtti.

Yardakçılar�bile�sahiplenemedi�

Dinci partinin bu çıkışı AKP yardakçılığı ile ünlüisimlere bile “pes” dedirtti. Kalemi her elinealdığında methiyeler dizdiği AKP’ye oy verdiğini“göğsünü gere gere” söyleyen Nazlı Ilıcak “Buradanoy gelecekse gelmesin. Ben göğsümü gere gereErdoğan’a oy verdim dedim. Şimdi hakikatenutanıyorum” dedi. AKP’nin tüm icraatlarınınsavunucusu ve “gerekçelendiricisi” Mehmet Barlasda “Muhafazakarlık arkasına devlet gücünü alıncaçok tehlikeli oluyor” dedi.

AKP iktidarında somutlaşan dinsel gericilik, bu kezde “kızlı-erkekli aynı evde kalıyorlar” diyerek öğrencievlerini hedef gösterdi. AKP iktidarı döneminde kürtajtartışmasından hamilelerin “terbiyesizce” sokağaçıkmasına, 3 çocuk hesabından tecavüz mağdurukadınların suçlanmasına kadar pek çok gericilik örneğigördük. Şimdi de “muhafazakâr demokrat” bir partiolarak kızlı-erkekli öğrencilerin kaldığı evleri karalamakampanyası başlattı. Halka da ihbarcı olma tembihindebulunarak, valilerini ve polisi “göreve” çağırdı.

AKP iktidarı gerici-faşizan uygulamalarıylatoplumsal yaşamı cendereye almak için bir kez dahakadın kimliğini kullanarak gericiliği tırmandırmaktadır.“Ahlak” tartışmalarıyla gerici-faşizan uygulamalarıperdelemeye çalışanların ahlak anlayışlarını isedefalarca gördük. Pozantı’da ve diğer hapishanelerdeyaşanan taciz ve tecavüzlere sessiz kalan bir zihniyettironların ki. Hüseyin Üzmez gibi “hocalarının” çocuktacizcisi kimliği karşısında susmaktır. Öyle bir ahlaktır kionlarınki, çocuk gelinliğin önünü açmakta bir sakıncagörmemektedirler.

Tayyip Erdoğan şunları söyledi: “Biz sorumluluk

makamında, muhafazakâr demokrat bir parti olarak

herkesin çocukları bize emanettir. Biz kızların,

erkeklerin devletin yurtlarında karışık kalmasına

müsaade etmedik, etmiyoruz.” Öğrenci yurtlarında“kızlı erkekli kalmaya müsaade etmedikleriyle” övünenErdoğan devletin esas koruması altında olması gereken

Çocuk Esirgeme Kurumları’nda çocukların fuhuşa

zorlandıkları ve tecavüze maruz kaldıkları gerçeği

karşısında ne demektedir? Devlet koruması altında

olması gereken böylesi yerlerde her nasılsa her daim

tecavüz haberleri duyulmaktadır.

Mardin’de N.Ç. adlı kız çocuğunun, 2002’de, henüz

13 yaşındayken, aralarında Kaymakamlık Yazı İşleri

Müdürü, bir yüzbaşı, muhtar ve korucuların da

bulunduğu devleti temsil eden 28 kişinin tecavüzüne

uğraması karşısında “sorumluluk makamında” olanlar

ne yapmıştır? Devletin mahkemeleri “N.Ç’nin

sanıklarla rızasıyla birlikte olduğu” yönünde karar

vermiştir! Böylesi örnekler kuşkusuz ki çoktur.

Erdoğan gerici söylemlerini toplumda daha geçerli

kılmak için ayrıca “terör, illegal örgütler” demagojisine

de başvurmaktadır. Gerici saldırılarını meşru kılmak

için böylesi yolları hep denemektedirler.

Kapitalist düzenin bu dinsel gerici maskeli yüzüne

karşı yapılması gereken ise “kızlı-erkekli” mücadeleyi

yükseltmektir. Haziran Direnişi’nde olduğu gibi, işe

özgürlük için sokaklara çıkarak başlamak gerekir.

Emekçi�Kadın�Komisyonları olarak, kadınıyla,

erkeğiyle tüm işçi ve emekçileri, kadınları, gençleri bu

gericiliğe karşı örgütlenmeye çağırıyoruz.

Gericiliğe karşı sokağa, eyleme, özgürleşmeye!

Emekçi Kadın Komisyonları

6 Kasım 2013

Durdurmak için“kızlı-erkekli” mücadeleye!

Kadınlar�pakete�sığmıyor!

İstanbul forumlarından kadınlar, 1 Kasım akşamıKadıköy’de buluşarak yaptıkları basın açıklaması vebildiri dağıtımıyla hükümetin “müjde” olaraksunduğu Kadın İstihdam Paketi’ni protesto ettiler.

Eminönü İskelesi önünde bir açıklama yapankadınlar, paketin gerçekte ne anlama geldiğini şuifadelerle anlattılar: “Kadın ve emek örgütleri ilegörüşülmeden, oldu-bittiyle hazırlanan kadınistihdam paketi Kasım ayında Meclis’e getirilecek.‘Kadınlara müjde doğum izni artıyor’ haberiyleduyurulan bu paket aslında,

* Kadınları esnek, güvencesiz, düşük ücretliişlere sevk ediyor,

* Cinsiyetçi işbölümünü pekiştiriyor,* Kadınları aileye, eve, kocaya mahkum ediyor.”Açıklamanın devamında, paketin beraberinde

getireceği esnek çalışma ve güvencesizliğinyaratacağı sonuçlar teşhir edildi. Pakete karşı;annelik izninin ebeveyn izni olması, tüm çalışanlarakreş hakkı, evde çalışan kadınlar için de 24 saatlikücretsiz kreş talepleri dile getirildi.

AKP hükümetinin yaptığı yasal düzenlemelerlekadınlar üzerinde söz söyleyerek kadınlarınyaşamlarına müdahale etmesi eleştirildi.

Açıklamanın ardından konuşmalar eşliğindebildiri dağıtımı yapıldı. İstihdam paketini eleştirendövizlerin de taşındığı eylemde, kadınlar kartondanyapılan temsili Kadın İstihdam Paketi’nin içindençektikleri kağıtlarda paketin getireceği olumsuzsonuçları gördü.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Gebze’de�emekçi�kadıntoplantısı

Gebze’de Emekçi Kadın Komisyonu’nun ilkadımlarını atmak için yürütülen çalışmaların biradımı olarak 2 Kasım’da toplantı düzenlendi.

Emekçi kadın toplantısında ilk olarak“Kapitalizm’de kadınların yaşadığı sorunlar vegüncel talepler” başlıklı sinevizyon gösterimi yapıldı.Sinevizyon gösteriminin ardından kadınlarınyaşadıkları birçok sorun üzerine konuşuldu.

Konuşmalarda AKP’nin yeni dönem politikalarıüzerinde duruldu. Kadınların erken yaşta evlenmesive çocuk ile eve bağlanmasının hedeflenmesiüzerine vurgular yapıldı. İş yaşamında kadınlarınkarşı karşıya kaldığı sorunlar da dile getirildi.

Toplantının ikinci bölümünde “Gezi Direnişi vekadınlar” başlıklı sinevizyon izlenildi. Gezi sürecindeyaşanılan deneyimler üzerine örnekler verildi.Direniş sürecinin seyrine dair değerlendirmeleryapıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

“Kızlı-erkekli”�açıklamasına�tepki!

Dinci şef Tayyip Erdoğan, yaptığı açıklamalardan sonra ülkenin dört bir yanında tepkilere sebep oldu.Bunlardan biri de 6 Kasım günü Bursa’da oldu. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve ÜniversiteliKadın Kolektifi, flama ve dövizleriyle Görükle Yerleşim’e yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “AKP elinimedeni halimden çek!”, “AKP sussun kadınlar kurtulsun!”, “Yaşasın kadın dayanışması!”, “Kızlı-erkekli AKP’yi yeneceğiz!” sloganları atıldı.

Yürüyüşün ardından basın açıklaması yapıldı. “AKP önce kadın cinayetlerini çözmeli, tecavüzüengellemeli” denilerek basın açıklaması sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa

Sermaye devletinin çabaları boşunadır. Faşistbaskı ve devlet terörü sınıf devrimcilerinin sınıfıörgütleme çabalarını engelleyemeyecektir. Onlaryılmadan, yorulmadan bu çabalarını aralıksız biçimdesürdürmeye devam edeceklerdir. Dün olduğu gibibundan sonra da, ellerinden hiç düşürmedikleri KızılBayrak her yerde ve Kayseri’de dalgalanmaya devamedecektir. Devrim ve sosyalizm mücadelesinibüyütme çağrıları hiç ama hiç susmayacaktır.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformuolarak, tüm uluslardan işçi, emekçi, ilerici vedevrimci güçleri sermaye devletinin saldırılarınakarşı sınıf devrimcileriyle omuz omuza olmaya,devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmeyeçağırıyoruz.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu(BİR-KAR)

2 Kasım 2013***

İşçi sınıfına kölece yaşamı dayatan sermayedevletinin işçi sınıfının öncülerine saldırması dabundandır. Sermaye devletinin ve onun sözcüsü AKPiktidarının komplolarla gözaltına alması ya datutuklama terörü hiç bir zaman sınıf devrimcileriniyıldıramamıştır! Bu beyhude çabaları sadece sınıfkinimizi bilemektedir.

Adana Sanayi İşçileri Derneği olarak, Kayseriİşçilerin Birliği Derneği’ne yapılan saldırıyı kınıyor,tüm işçi sınıfını bu saldırıya karşı mücadeleyeçağırıyoruz.

Adana Sanayi İşçileri Derneği2 Kasım 2013

*** Bu saldırının devrimcilerle işçi ve emekçilerin yan

yana gelmesinden duyulan korkunun doğal biryansıması olduğunu düşünüyor, bundan önce olduğugibi bundan sonra da hiçbir saldırının, gözaltının,tutuklamanın devrim ve sosyalizm mücadelesiniengelleyemeyeceğini bir kez daha vurguluyoruz.

Mamak İşçi Kültür Evi2 Kasım 2013

***Bizler Manisa İşçi Kültür Sanat Derneği Girişimi

olarak Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ne yapılansaldırıyı şiddetle kınıyor, tüm işçi sınıfını bu saldırıyakarşı birliklerimizi-derneklerimizi sahiplenmeye veörgütlenmeye çağırıyoruz.

Manisa İKSD Girişimi2 Kasım 2013

***AKP iktidarı işçi ve emekçilere yönelik ekonomik,

sosyal, siyasal saldırıların daha rahat gerçekleşmesiiçin de öncelikle işçilerin örgütlülüklerine, işçi sınıfıiçerisinde ilerici-öncü kesimlere saldırıyor. Bugünsermaye devletinin, Kayseri işçi Derneği’nesaldırmasının ve dernek yöneticilerini ve sınıfdevrimcilerini gözaltına almasının arkasında da bugerçek yatmaktadır.

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Derneği2 Kasım 2013

*** Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ne yapılan bu

saldırı, devletin hangi sınıfa hizmet ettiğini de açıkbir şekilde göstermiştir. Patronların devleti işçisınıfının örgütlü gücünden korkuyor. Çünkü biliyor kiişçi sınıfı örgütlendiği zaman patronların mezarınıkazacak ve bu sömürü düzenini yerle bir edecektir.

Sincan İşçi Birliği2 Kasım 2013

***Patronlar işçileri haksız yere işten çıkardığında,

sigorta hakkından mahrum ederek yasaları ihlalettiğinde, yeterli önlemler almayarak işçilerinölümüne neden olduğunda devreye girmeyen devlet,işçilerin örgütlü mücadelesini açığa çıkartmakgörevindeki Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ne baskındüzenliyor.

OSB-İMES İşçi Derneği olarak, Kayseri İşçilerinBirliği Derneği’ne yapılan polis baskınını kınıyoruz.

İşçileri kendi örgütlülüklerine sahip çıkmaya,Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ne destek vermeyeçağırıyoruz.

OSB-İMES İşçileri Derneği1 Kasım 2013

*** Sokaklar ısınıyor, umut bizden yana dönüyor.

Haziran Direnişi’nin yaydığı isyan ateşi yolumuzuaydınlatıyor. Bizlerin yolları aydınlanır iken, karanlıkdağılıyor, yeni isyanların öngünlerinde sermaye sınıfıda her türlü zoru ile saldırıyor. Bizler Gebze İşçilerinBirliği Derneği Girişimi olarak, sermaye sınıfınınsaldırılarına karşı mücadelemizi büyütürken,sermaye sınıfının korkularını da büyüteceğiz. Kayseriİşçilerin Birliği Derneği’nin yanında olduğumuzubildiririz.

Gebze İşçilerin Birliği Derneği Girişimi1 Kasım 2013

*** Baskınların, Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’nin

öncülüğünde geçtiğimiz günlerde başarılı bir şekildegerçekleşen “Taşeron�İşçiliğe�Karşı�MücadeleSempozyumu”nun hemen ardından gerçekleşmesikuşkusuz ki bir tesadüf değildir. Açıktır ki, bizlerikoyu bir geleceksizliğe, sömürüye mahkum etmeyeçalışan sermaye devleti, bu gidişata dur demek içinyola çıkan Kayseri İşçilerin Birliği Derneği’ninbüyüyen mücadelesinden korkmuştur.

İşçilerin Birliği Derneği1 Kasım 2013

*** Sermayenin efendileri korkularından tir tir

titremekte haklılar, çünkü proleterlerinzincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri yok!Bu nedenle er ya da geç, gerçek dostlarını vedüşmanlarını tanıyacaklardır. Sınıf devrimcilerinintüm faaliyeti ve çabası da bu süreci hızlandırmayayöneliktir. Sermaye devletinin “önlemleri” bufaaliyeti durduramayacaktır.

Ankara Ekim Gençliği1 Kasım 2013

Korkularını gerçeğe çevireceğiz!

Kayseri’de�iki�sınıfdevrimcisi�tutuklandı!

Kayseri’de 1 Kasım günü Kayseri İşçilerin BirliğiDerneği’ne ve evlere yapılan baskınlarda 5 sınıfdevrimcisi gözaltına alınmıştı. Gözaltındaki sınıfdevrimcileri üç günün ardından Kayseri CumhuriyetSavcılığı’na ifade vermek üzere götürüldüler. 4Kasım’da sabah saatlerinde doktor kontrolünegötürülen sınıf devrimcileri ardından savcılığaçıkartıldılar.

Sınıf devrimcilerinden Hacı Bora Koç, SercanKaraaslan ve Şinasi Topçu savcılık işlemlerininardından serbest bırakıldı. Tutuklanmaları istemiylemahkemeye sevkedilen Haydar Baran ve UğurCandar ise tutuklandı.

Bir�kez�daha�polis�servisi�haberler��

Bu arada, sınıf devrimcilerinin gözaltına alındığıve savcılığa çıkarıldığı ulusal ve yerel basında yeraldı. Ancak TEM’in servis ettiği her halinden belliolan haberlerde “Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin(TKİP) İç Anadolu Bölge Sorumlusu’nun yakalandığı”iddia edildi. Devrimcilere yönelik her operasyonunardından kullanılan bilindik demagojik söylemlerinsıralanması da “ihmal edilmedi.”

Haberlerde, ayrıca, Haydar Baran’ın Ölüm OrucuGazisi olması öne çıkarılarak “terör” demagojisigüçlendirilmeye çalışıldı.

Demokratik ve meşru eylemler ise “teröreylemleri” olarak gösterilmeye çalışıldı. HaziranDirenişi sürecinde Kayseri’de düzenlenen eylemlerve diğer işçi eylemleri bu manipülasyonun hedefioldu.

Sömürgeci sermaye devleti Kürt halkına yönelikkapsamlı bir kuşatma harekatı içerisinde. Cumhuriyettarihi boyunca sürdürülen imha ve inkar politikasındatıkanıklık yaşayan rejim, bu tıkanıklığı aşabilmek içinyeni ama nafile çabalar içerisine girmiş durumda.Rojava’da radikal İslamcı kartını oynayan Türk sermayedevleti, bu hamlesi boşa çıkarılınca şimdi çareyi sınıranafile duvarlar örmekte arıyor. Türk devletininİsrail’den son ithalatı da bu duvar oldu. Filistin’dekiutanç duvarı şimdi Kürdistan’da “güvenlik duvarı”olarak inşa ediliyor.

AKP’nin Kürdistan üzerine politikaları 90 yıllıkcumhuriyetin imha ve inkar politikalarından ayrı değil.Kürt halkının büyük bedeller ödeyerek kazandığıhakları, sermaye hükümeti bir lütuf gibi gösterip“demokrasi atılımları” olarak sunmak istese de,riyakarlığı gün gibi ortada. “Açılım”, “çözüm süreci”kelimelerinin arkasından nasıl ki imha ve tasfiyepolitikaları çıktıysa; devletin son “demokrasipaketi”nin ardından da Rojava sınırına duvar örmekçıktı. Üstelik bu “güvenlik duvarı” son dönem imhapolitikasının önemli bir parçasını oluşturuyor.

AKP�iktidarının�Kürt�sorunu�açmazıderinleşiyor

Açıktır ki, Türk sermaye devleti Kürt sorununda birtıkanma yaşıyor. Senelerdir süren bu tıkanıklık Rojavahalkının özgürlük atılımıyla daha da derinleşti ve Türksermaye devleti için büyük bir tehlike haline geldi.Suriye’de emperyalistler adına tetikçilik yapmakisteyen sermaye devleti Rojava duvarına çarpınca,onların deyimiyle “PKK sınıra bayrak dikince”,kendilerini bir cephede daha savaşır halde buldular.İpleri Washington’daki efendileri tarafından tutulanişbirlikçilerin işgal-tampon bölge gibi tehditleri hayatageçmedi. Rojava “realite”sini tanımak zorundakaldıklarında ise kendi Kürtleri’ni yaratma çabasıiçerisine girdiler. İşbirlikçi Barzani’nin, bu yöndekiçabaları da başarısız oldu. Geriye tek seçenek olarak ElKaide-ÖSO çetelerini kullanmak kalmıştı. İki yıldır daRojava halkına karşı bu çeteler silahlandırılıyor vecepheye sürülüyor. Ancak örgütlü halk karşısındaçeteler hiçbir başarı gösteremiyorlar.

Kuşkusuz hedef alınan kesim sadece Rojava halkıdeğildir. Kuzey Kürdistan ile Rojava’ya yönelik imha vetasfiye politikaları bir bütünlük taşıyor. Rojavasürecinin başında Kuzey Kürdistan sokaklarında büyükbir hareketlilik yaşanıyordu. Ayrıca gerilla “alanhakimiyeti” denilen bir atılım içerisindeydi vecezaevlerindeki direniş, ülke gündeminin ilk sırasınaoturmuştu. Sıkışan Türk sermaye devleti bir kere daha“milli birlik” projesini devreye sokarak KuzeyKürdistan’da az-çok bir rahatlama içerisine girdi.Bunda Kürt hareketinin masabaşı çözüm hayallerininde payı tartışılmaz. Dahası Kürt hareketi tarafından yeryer devlete ‘bizimle anlaş, Ortadoğu’da yolun açılsın’gibi mesajlar verilmesi sermaye devletinin elinirahatlatan gelişmeler oldu. Üstelik devlet içi boş

“çözüm” sürecini epeyce parlattı, bunun en sonörneğini de “demokrasi paketi” ile gerçekleştirdi. Kürthareketi ise bir kere daha devlet ile uzlaşmaya çalışmadüşüncesinin handikapını yaşadı ve yaşamaya devamediyor. Gerillanın kısmi olarak çekilmesi üzerineonlarca kalekol yapımına başlandı. İlerleyen zamandabunun Rojava özelindeki yansıması da “güvenlikduvarı” oldu.

Kürt�halkı�imha�ve�asimilasyona�direniyor

Kürt halkı “demokrasi” paketlerinin, “çözüm”sürecinin ne olduğunun farkında ve devletinkalekollarına, duvarlarına militan bir biçimde karşıçıkıyor. Duvar inşaatı Kürdistan’da büyük tepkitopluyor. Son olarak Nusaybin Belediyesi Başkanı AyşeGökkan projeye karşı açlık grevine başladı. Duvarprojesi yeni kitlesel eylemlere de yol açacak gibi.Çünkü bu duvarın Kürt halkı için başka anlamları davar. Duvar ile sadece Rojava’ya giden yardımlarınkesilmesi engellenmiyor. 90 yıl sonra Kürdistan’ınparçalanması derinleştiriliyor. Emperyalist paylaşımsavaşı sonunda Türk sermaye devleti ileemperyalistlerin imzaladığı Lozan Antlaşması ileKürdistan coğrafyası parçalara bölünmüştü. Aynı şehir,kasaba ve köylerin arasına dikenli teller örülerek yapaysınırlar çekilmişti. Şimdi bu yapay sınırlar birkaç metrekalınlıkta, yüksek duvarlar ile çevrelenmek isteniyor.Bundan dolayı duvarın inşası daha üst boyuttaanlamlar taşıyor. Hükümet cephesi ise her zamankiyalanlarına devam ediyor. Duvar yapımının “sözkonusu olmadığını” söylüyorlar.

Duvar inşası şu an için Rojava’yı kuşatma amacıtaşıyor gözükse de Kürtleri birbirinden tecrit etmeyi deamaçlıyor. Yani Kuzey Kürdistan da bir kuşatma altınagirmiş olacak. Olası bir Kürt sığınmacı akınına karşıırkçı bir set işlevi görecek. Halkların birbirleriyledayanışması engellenmeye çalışılacak.

Rojava�abluka�altına�alınmak�isteniyor

Duvar son günlerde Kürdistan üzerine oynananoyunların cisimleşmiş halidir. Son dönem yaşanangelişmeler, saldırının sadece bu alanda olmadığınıgösteriyor. Güney Kürdistan sınırları da Rojava’yakapalı tutuluyor. KDP ve Barzani Rojava’ya karşıdüşmanca bir tutum içerisinde ve Rojava halkınınbaşarısından büyük bir korku duyuyor. Çünkü Rojava

halkının başarısı işbirlikçi Kürtler’in koltuklarınınsallanması anlamına geliyor. Barzani sürecin başındaRojavalı Kürtleri kendi nüfuzu altında toplamakistemişti. Türk devleti de Barzani’den bu şekildericalarda bulunmuştu. Ancak Suriye’de işbirlikçi Kürtcephesi yaratma çabaları suya düştü. Rojava’da asılgüç olan PYD, kendisine üçüncü bir yol çizerek nerejimle ne de işbirlikçi muhalefet ile birlikte hareketetti. Gelinen yerde iki taraf arasında büyük bir gerilimvar ve Barzani Rojava halkına karşı sınırı kapatarakablukaya kendi cephesinden destek veriyor. Geçtiğimizhafta Salih Müslim’in Güney Kürdistan’a girmesine izinverilmemişti. Dahası işbirlikçi KDP, Rojava’ya insaniyardımların dahi girmesini engelliyor. Sığınmacılarısınırları içerisine almıyor. Güney Kürdistan yönetimi vesömürgeci Türk devleti Rojava halkına karşı birliktepolitika yürütüyorlar.

Emperyalistlere�veişbirlikçi�sömürgecilere�karşı�

direniş�büyütülmelidir!

50’li yıllarda Türk sermaye devleti, bugünkünebenzer bir biçimde Kürdistan’ı bölen yapay sınırlaramayınlar döşemişti. Neredeyse Kıbrıs büyüklüğündeolduğu söylenen bu mayınlı alanlar Menderesdöneminde uygulamaya sokulmuştu. Suriye’ninAmerikan nüfuzunu kabul etmemesi “komünizmtehdidi” olarak görülmüş, yine emperyalistler adınaSuriye’ye yönelik savaş tamtamları çalınmıştı. 60 yılsonra bir kere daha Suriye’ye yönelik savaş tamtamlarıile Kürdistan duvarlarla parçalanmak isteniyor.Bahsettikleri “güvenlik” ise halk için değil, kendigüvenlikleri için alınıyor.

AKP’nin paketlerinde kırıntılar haricinde bir şeybulunmuyor. Paketlerin ardında ise Kürt hareketinisilahsızlandırma ve ehlileştirmenin yanında gelecekdönemlere dair savaş hazırlıkları bulunuyor. Bupolitikanın son adımları olan kalekol ve duvarlarolmuştur. Elbette halkların örgütlü güçleri karşısındaduvarlar da kağıda dönüşecektir. Ancak sermayedevletinin “demokrasi” aldatmacalarına kanmadan,duvarları başlarına yıkılmalıdır. Yürünecek yol açıktır.Demokratik ve ulusal hakların yegane kazanmanınyolu ise emperyalizme ve işbirlikçi sömürgecilere karşıcepheden bir karşı koyuştan geçmektedir. Gerçek vekalıcı çözüm ise devrim ve sosyalizmle mümkünolacaktır.

Sömürgeciliğin nafile duvarları

Nusaybin’de utanç duvarı çalışmalarınındurdurulmasaı için ölüm orucuna başlayan NusaybinBelediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın sağlığı giderekağırlaşıyor. Gökkan’a destek için yapılan ziyaretlerengelleniyor, eylemlere polis ve asker saldırıyor.

Bir haftayı aşkın süredir eylemi sürdüren Gökkan’ımuayene eden Türk Tabipler Birliği Mardin ŞubeBaşkanı Kamiran Yıldırım, sağlığının tehlikeye girdiğinedikkat çekti.

Yıldırım, bir haftada Gökkan’ın 9 kilo kaybettiğinibelirterek “bütün bu bulgular açlığın çok hızlı ve yıkıcıbir şekilde etkisinin göstergesidir” dedi.

Yıldırım, Gökkan’ın durumu hakkında şunları ifadeetti: “Kritik noktalara gelinmiş. Kas erimesi sonucu kaskrampları ve ağrıları başlamış. Karın ağrısı belli orandabaşlamış. Ayaklarında ödem oluşmuş. Bütün bubulgular açlığın çok hızlı ve yıkıcı bir şekilde etkisiningöstergesidir. Kendisi, sınırda hala duvarın örüldüğünügördüğünü söylüyor. Duvar durdurulmadığı sürece deölümüne kadar mücadelesini sürdüreceğini belirtti.”

Gökkan sınırdaki mayınlı arazide başlattığıeylemine devam ederken BDP de destek eylemlerinisürdürüyor.

Gökkan’a�destekler�sürüyor

Utanç duvarına karşı ölüm orucuna başlayanNusaybin Belediye Başkanı’na destek eylemleri veziyaretler her türlü engellemeye rağmen sürüyor. Türkaskerleri Qamişlo’daki halkın Ayşe Gökkan’ıgörmelerini önlemek için sınırı bezlerle perdelemişti.

Nusaybin halkı belediye başkanının eyleminedestek olmak için 1 Kasım’da sınıra geldi. Destekeylemine, polis gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdı.Yeşilkent Mahallesi’nde polis gaz bombalarıylasaldırırken, sınırın diğer tarafı olan Qamişlo kentindede toplanan kitleye asker saldırdı. Askerler orduya aititfaiye aracından tazyikli su sıktı.

Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. ÖzdemirAktan ile bölge TTB başkanlarından oluşan bir heyetin,Nusaybin-Qamişlo sınır hattında bulunan mayınlıalanda ölüm orucu eylemini sürdüren NusaybinBelediye Başkanı Ayşe Gökkan’ı ziyaret etmesine polisizin vermedi.

Engellemeye tepki gösteren TTB heyeti polisbarikatı önünde basın açıklaması yaptı.

TTB Merkez Konsey Üyesi Osman Öztürk,Gökkan’ın sağlık durumunun düzenli olarak kontroledildiğini, bugün ise Gökkan ile dayanışmak içingeldiklerini söyledi.

Görüşmeye izin verilmemesine tepki gösterenÖztürk, sorunun Gökkan’ın hiçbir şekilde zarargörmeden çözülmesini istediklerini belirtti.

TTB Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan da,engellemeye tepki göstererek Ayşe Gökkan’ın insaniihtiyaçlarının karşılanmadığını belirterek şunları ifadeetti: ‘’Görüyoruz ki, Ayşe başkanın insani ihtiyaçları dakarşılanmıyor! Güneşin altında korumasız bir şekildetutuluyor ve bir çadır bile verilmesi engelleniyor. İnsaniaçıdan baktığımız zaman bunun anlaşılır ve kabul edilirhiç bir tarafı yok. Tuvalet ihtiyacını karşılaması için deuygun bir tuvalet verilmiyor. Bunlar en basit sağlıkkoşullarının engellenmesi anlamına geliyor.”

DİSK Genel Başkanı Kani Beko da bir yazılı açıklamayaparak, Nusaybin’de örülen duvara karşı ölüm orucuyapan Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ıntalebinin kabul edilmesini istedi. “Kürt halkına karşıörülen bu utanç duvarı derhal kaldırılmalı”dır diyenBeko, şunları söyledi: “Sınırın diğer tarafında korkunçbir savaş ve çetelerin savunmasız halka karşı kıyımları,katliam ve saldırıları sürerken, komşuluk ilişkileri, insanhakları ve uluslararası hukuka sığmayan, vicdanlabağdaşmayan bir ‘utanç duvarı’nın örülmesi,hükümetin Kürt halkına yönelik tutumunu ve ‘barışsüreci’ne yönelik niyetlerini bariz olarak ortayakoymaktadır.”

“Gezi�direnişçileri”

Uzmanların “kesinlikle binmeyin” uyarılarıyla

açılan Marmaray’da hemen hemen hergün bir arıza

yaşanıyor. Gelinen noktada sermaye devletinin

“üstün belediyecilik hizmeti” tam bir fiyaskoya

dönüşmüş durumda.

Yaşanan arızalara dair sermaye hükümeti

tarafından yapılan açıklamalar ise, sorunu alışık

olduğumuz biçimde son derece bilimsel (!) bir

şekilde ortaya konmakta. TCDD Genel Müdürü

Süleyman Karaman “İnsanlar Marmaray’ı çok merak

ediyorlar. O arada da maalesef her tarafını

elliyorlar. Bu arada birisi trenin imdat frenini çekti”

açıklamasını Tayyip Erdoğan da destekledi ve

aksaklıkların imdat freninin gelişigüzel çekilmesine

bağladı.

Sermaye hükümeti temsilcilerinin hemen

ardından, gene alışıldık bir biçimde yandaş medya

da sahnedeki yerini aldı. Türkiye gazetesi sermaye

hükümetinin “imdat kolu” yalanını şu şekilde

haberleştirdi:

“Asya ile Avrupa yakasını denizin altından

bağlayan “asrın projesi” Marmaray, 5 gündür

sabote ediliyor. Haziran ayında Gezi Parkı

protestolarıyla ortaya çıkan marjinaller, Marmaray

trenlerini mesken tuttu. Yolcuların arasına sızan

‘Gezi’ciler seyir hâlindeyken imdat frenini çekiyor;

trenler otomatik duruyor. Dün de, hafta sonu tatilini

fırsat bilip Marmaray’la seyahat eden vatandaşlar

‘Gezici ihaneti’nin getirdiği çileyi yaşadı. Keyfi olarak

çekilen imdat frenleri sebebiyle trenler otomatik

olarak durunca yolcular büyük korku ve panik

yaşadı. Yaklaşık 1 saat 15 dakika yer altında mahsur

kalan yolcular, görevliler tarafından istasyonlardan

tahliye edildi. İçeri girmek isteyenler de alınmadı. Bu

arada fenalık geçiren bir kadın yolcu sedye ile

istasyondan güçlükle çıkartılabildi. Bu arada,

Marmaray’ın istasyonlarında gerekmedikçe acil

butonunun kullanılmaması, gereksiz yere

kullananların uyarılması yönünde anonslar yapıldı.

Arıza sebebiyle trenlerin durduğu dakikalarda sosyal

medyada da çok sayıda fotoğraf paylaşılması dikkat

çekti.”

Türkiye gazetesinin haberi tek kelimeyle

“Marmaray fiyaskosu”nun üzerini örtme çabasını

ortaya koyarken bir yandan da sermaye

hükümetinin Gezi Direnişi korkusunu gözler önüne

serdi. Böylece yeni bir direnişten duyulan büyük

korkuyla yazılan senaryolara Marmaray da eklenmiş

oldu.

Marmaray’ı tamamlanmadan açan sermaye

hükümeti AKP, tüm inkarlarına rağmen büyük bir

felakete sebep olabilecek bir projeye imza atmıştır.

“İmdat kolu” tartışmalarının ardından sorunun

çözümü noktasında yetkililer hızla harekete geçmiş

(!) ve Marmaray’da “imdat kolu nöbeti”

başlatılmıştır. Kısacası, sermaye hükümeti

Marmaray’da “imdat kolu nöbeti” gibi

uygulamalarla ciddiyetsizliğini ve pervasızlığını açık

bir şekilde devam ettirmekte, emekçilerin

yaşamlarıyla adeta dalga geçmektedir.

Gökkan'ın durumuağırlaşıyor

Baskılara, gericiliğe ve asimilasyon politikalarınakarşı yapılan 3 Kasım mitingine on binlerce Aleviemekçi katıldı. Miting, son dönemde Alevileri hedefalan saldırılara karşı tepkinin ortaya konmasıbakımından anlamlı oldu. İçeriğinden katılımın genişbir kesime yayılmasına kadar birçok bakımdan miting,olumlu özellikler taşıyordu. Özellikle de Kadıköy’üdolduran Alevi emekçilerin, hükümetin gerici-baskıcıpolitikalarına karşı boyun eğmeyeceklerini, hakları veözgürlükleri için mücadele edeceklerini coşkulu birşekilde haykırmaları oldukça anlamlı olmuştur.

Dinci-gerici AKP hükümetinin farklı etnik, dinsel vemezhepsel kimliklere karşı yürüttüğü asimilasyonpolitikalarından Alevi emekçiler fazlasıyla etkilenmiştir.Elbette Alevileri hedef alan asimilasyon politikalarısermaye düzenin 90 yıllık tarihi boyunca bir devletgeleneği olarak devam ettirilmektedir. Ancaksaldıranın dozajı hiç şüphesiz ki AKP hükümetidöneminde görülmemiş boyutlara varmıştır. Toplumunyönetiminde Diyanet kurumunun daha çok öneçıkmasından eğitimin dinsel temelde yenidenörgütlenmesine, kadınlar üzerindeki baskınınartırılmasından Alevi emekçilere yönelik saldırılarınartmasına, cemevlerinin belediyeler tarafındanyıkılmasından 3. Köprü’ye “Yavuz Sultan” ismininkonmasına kadar bir dizi uygulama, AKP dönemindeAlevi emekçileri hedef alan saldırıların öne çıkanlarıolmuştur.

Bu baskı ve saldırılara karşı Alevi emekçilerinörgütlü mücadeleleri ve direnişi de yıldan yıla artarakdevam etmiştir. Bu dönemde demokratik Alevihareketi, Diyanet’in kaldırılması, laikliğin gerçekanlamda uygulanması, zorunlu din dersleriuygulamalarına son verilmesi, okullarda din derslerininkaldırılması vb. talepler üzerinden yürüttüğü mücadeleile toplumsal mücadele dinamikleri içerisinde öneçıkmıştır.

Elbette ki Alevi toplumu da kendi içerisindehomojen değildir. İleri sürülen talepler ve bu taleplerinelde edilmesine yönelik mücadele anlayışları,bünyesindeki çeşitli sınıflar üzerinden farklıyaklaşımlara konu olmaktadır. İşte AKP hükümetigelinen yerde İzzettin Doğan türünden “modern HızırPaşalar”a dayanarak asimilasyon politikalarını hayatageçirmeye çalışmaktadır. Zira dinci-gerici hükümet deçok iyi bilmektedir ki toplumsal muhalefet sadecebaskı politikalarıyla ilelebet dizginlenemez. Bu nedenleAKP hükümeti de Alevi toplumundaki kendisine yakınolan ve işbirliği yapabileceği güçleri kullanmayaçalışmaktadır. AKP’nin bu türden arayışlarına Aleviemekçilerden değil de burjuva sınıfsal kimliğiyletamamen bu düzene ait olan İzzettin Doğan gibilerdenyanıt gelmesi bu nedenle doğaldır.

Bu kirli işbirliğini reddeden, haklarını veözgürlüklerini ancak mücadeleyle kazanacağına inanAlevi emekçiler ise, 3 Kasım mitinginde kendiyaklaşımlarını net bir şekilde ortaya koyarak “devletinAlevisi olmayacaklarını” bir kez daha haykırmışlardır.Dahası sadece kendi sorunlarını dillendirmemiş, aynızamanda Haziran Direnişi’nden Kürt halkının

taleplerine, Suriye’ye yönelik emperyalistsaldırganlıktan sosyal yıkım saldırılarına kadar birdizi sorunu da dile getirerek kendi sorunlarıyla diğerdemokratik sorunların bağını kurmasını bilmişlerdir.Keza Alevi emekçilerin kendi taleplerinikazanabilmesinin yolu diğer emekçi kesimlerinsorunlarına duyarlı olmasından ve onların dadesteğini almasından geçmektedir. Bu da Aleviemekçilerin sorunların çözümüne ilişkineğilimlerini göstermektedir.

Bu tabloda Alevi emekçilerin tepkilerini veenerjilerini kendi seçim hesapları doğrultusundakullanmak isteyenler de bulunmaktadır. Baştadüzen solu CHP olmak üzere reformist hareketler,Alevi emekçilerine çözüm yolu olarak düzeninparlamentosunu göstermektedirler. Alevilereyönelik saldırı ve inkâr politikalarını 90 yıllık burjuvaCumhuriyeti’nin geleneksel tutumu değil de AKPhükümetinin icraatlarıymış gibi sunmakta, onlarıyeniden bu düzene eklemlemeye çalışmaktadırlar.Demokratik hak ve özgürlüklerin dişe diş bir mücadeleve bedel ödeyerek kazanabileceği gerçeğiniunutturarak, çözümün “demokratik anayasa” ya daparlamentarist mücadele yoluyla çözülebileceğineilişkin hayaller yaymaktadırlar. Bu ise Alevi emekçilerinbir kez daha oy deposu olarak görülmesi ve bu düzenemahkûm edilmesi anlamına gelir ki, sonuç itibariyleİzzetin Doğanlar’ın tuttuğu yoldan farklı bir kapıyaçıkmaz.

Alevi emekçiler bugünkü sorunlarına çözümbulmak istiyorlarsa geçmişteki tarihsel deneyimlerinebakmalı ve “bozuk düzende sağlam çark” olacağınıiddia edenlere kanmamalıdır. Alevi emekçilerin yoluPir Sultanlar’ın yolu olmalı ve sermaye düzenine karşı

“özgürlük, devrim, sosyalizm” mücadelesinibüyütmelidirler. Ancak bu sayede sorunlarına nihaiçözüm bulabilirler.

Elbette bu nihai hedefe varana dek inanç ve vicdanözgürlüğü savunulmalı, toplumsal hayatın tümalanlarında kadın-erkek eşitliği için mücadeleedilmelidir. Din ve devlet işlerinin tam olarak ayrılmasıve Diyanet’in dağıtılması talepleri haykırılmalı,devletin dinsel kurumlara her türlü yardımına karşıçıkılmalı, gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerindağıtılması savunmalıdır.

Alevi-Sünni tüm işçi ve emekçiler mezhepselayrıcalıkların ve baskıların son bulması için, bilimsel,demokratik ve laik eğitim için, bilim, sanat ve kültürüzerindeki her türlü gerici baskı, sansür vekısıtlamaların son bulması için mücadeleyibüyütmelidir.

Hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkan Alevi emekçiler kazanacak!

3 Kasım 2013 / Kadıköy

Mitingde cami-cemevi projesi, 3. köprüye YavuzSultan Selim’in adının verilmesi, 4+4+4 ile eğitimdekidinci gericiliğin artması protesto edilerek, inkarcılığakarşı işçilerle, Kürtlerle, devrimcilerle birliktemücadelenin büyütüleceği vurgulandı.

Miting için Numune Hastanesi ve Söğütlüçeşmeolmak üzere iki yürüyüş kolu oluşturuldu. Kollardabaşlayan yürüyüş öncesi alana şubeler bazında ve tekilgirişler oldu. Diğer illerden gelenler sabah erkensaatlerde Kadıköy’e gelmelerine rağmen, kürsününkurulduğu alana saat 11.30’da girişlerine izin verildi.

İlk olarak Tokat, Kahramanmaraş, Sivas, Erzurum,Mersin, Bursa ve Aydın illerinden gelen Aleviler alanagiriş yaptı. İstanbul dışından mitinge katılan Alevikurum şubelerinin fazlalığı dikkat çekti. Kortejlerincoşku ve canlılığı öne çıkarken, AKP’ye, İzzettin Doğan-Fetullah Gülen’e, başta cami-cemevi projesi olmaküzere asimilasyon ve inkara dayalı politikalara tepkileryer aldı. Mitingde Haziran isyan günlerinin ruhu dayansırken, şehitler unutulmadı. Gezi ruhuyla hesapsormak için mücadele çağrıları yükseldi.

Her iki yürüyüş kolunun en önünde Alevi kurumlarıyer aldı. Söğütlüçeşme kolunda Pir Sultan Abdal KültürDerneği Genel Merkezi, Alevi Dernekleri Federasyonu,İstanbul ve il dışından gelen İskenderun,Kahramanmaraş, Didim, Aydın, Van, Sivas, Erzurum,Bursa, Manisa, Erzincan, Antalya, Malatya, Mersin,İzmir’in aralarında olduğu çok sayıda yerden Alevikurumları yer aldı. Bu kolda ayrıca BDSP, DHF,Mücadele Birliği, Altınteri, Halkevleri, Gezi TutuklularıAileleri Platformu, HDP ve HDK bileşenleri, TKP,ÖDP’nin de aralarında olduğu çok sayıda kurum yeraldı.

Komünistlerden�kızıl�kortej�

Komünistler eyleme, kızıl flamalarla katılarak görselbir kortej oluşturdu. “Faşist baskıya, gericiliğe veasimilasyona geçit vermeyeceğiz!” ve üzerinde Marx,Engels, Lenin’in resmi olan “Bütün ülkelerin işçileribirleşin!” pankartı taşındı. Yürüyüş boyunca yapılankonuşmalarla devletin inkar ve asimilasyon politikalarıteşhir edildi. Emperyalist savaş, baskı ve devlet terörüteşhir edilerek Gezi Direnişi’nin ruhuyla işçi veemekçilere mücadeleyi büyütme çağrısı yapıldı.Komünistler, eylemin başından sonuna kadar hemyürüyüş kollarında hem de alanda Kızıl Bayrak, EkimGençliği, Liselilerin Sesi’nin satışını yaparken BDSP’ninasimilasyona karşı hazırladığı binlerce bildiri de Aleviemekçilere ulaştırıldı. Gezi tutsağı Burcu Koçlu’nunserbest bırakılması için de stand açılarak imzatoplandı.

Eyleme liseli komünistler de pankartları ile katıldı.“Asimilasyona ve gericiliğe karşı direnişeözgürleşmeye! / Devrimci Liseliler Birliği” pankartıaçan DLB’liler sloganlarla yürüyüşte yerlerini aldılar.

Numune Hastanesi kolunda ise Pir Sultan AbdalKültür Derneği’nin şubeleri, Garip Dede Dergahı, HacıBektaş Veli Kültür Derneği, Karacaahmet SultanDergahı, Dersim Dernekleri Federasyonu, çok sayıda

yöre derneği, Koca Mustafapaşa Dayanışması,Devrimci Alevi Komitesi, direnişteki Beltaş işçileri,KESK üyeleri yürüdü.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko, Genel Sekreter ArzuÇerkezoğlu, KESK Genel Başkanı Lami Özgen, İstanbulTabip Odası Başkanı Taner Gören, milletvekilleriSebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü, sanatçı PınarAydınlar da mitinge katılım gösterenler arasındaydı.Yaşar Kemal, Türkiye Barolar Birliği Başkanı MetinFeyzioğlu da mesaj göndererek mitingi selamladılar.

Miting alanına girişler sırasında kürsüden yapılananonslarla katılımcılar selamlandı. Miting alanındagirişler ve anonslar kitlenin coşkulu alkışları ıslıkları vesloganları ile karşılanırken “Her yer Taksim her yerdireniş!”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halkahesap verecek!” sloganları sıklıkla atıldı.

Miting, yapılan saygı duruşu ile başladı. Saygıduruşu sırasında Sivas Katliamı’nda yaşamınıyitirenlerin adının okunması, Maraş’ta, Roboskî’de,Gezi’de, Lice’de, Diyarbakır cezaevinde öldürülenler,Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya,Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın dile getirilmesi kitlenin“burada” haykırışları, ıslıkları, havada sıkılı yumruklar,zafer işaretleri ve zılgıtları ile karşılandı.

Saygı duruşu sırasında alanın dolması nedeni ileçoğu kurum kortejleri dışarda kaldı. Alevi gençleringirişte polis barikatlarını yıkarak açması ile kısa sürelibir arbede yaşandı.

Miting programı Garip Dede Dergahı YönetimKurulu Başkanı Celal Fırat’ın konuşması ile başladı.Fırat devletin asimilasyon ve inkarcı politikalarına karşımitingi gerçekleştirdiklerini ve hakları için mücadeleedeceklerini dile getiren kısa bir konuşma yaptı.

Aleviler�asimilasyona�ve�inkara�geçitvermeyecek�

PSAKD Başkanı Kemal Bülbül de konuşma yaparak,Fethullah Gülen’le işbirliği yapan İzzettin Doğan’a “Senne yapmak istiyorsun” diye seslendi. “Muaviye soylu”iktidardan hesap soracaklarını belirtti. Hacı Bektaş VeliAnadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez,Şahkulu Dergahı Vakfı Başkanı Mehmet Tural, Alevi

Kültür Dernekleri Başkanı Doğan Emir, birer konuşmayaparak asimilasyon politikalarını protesto ettiler.

Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı HüsniyeTahmaz da bir konuşma yaptı. Suriye’deki savaşpolitikalarına dikkat çeken Tahmaz, demokratikpaketleri ile de insanların ciğerlerini yiyen, kadınlarısavaş ganimeti sayan gericilerin önünü açan yasalarınçıkarıldığını vurguladı. Türban konusuna da değinerek,türbanın altına girecek kadar küçük olmadıklarını,ifade etti. Tahmaz, iktidarın adaleti ortadankaldırdığını, tüm okulların imam hatibe çevrildiğini vebuna sessiz kalmayacaklarını belirtti.

Alevi Bektaşi Federasyonu Başkan Yardımcısı EnginGündüz, Lazkiye’de cihatçılara yapılan silah vemühimmat yardımına değinerek, AKP iktidarının buutancı taşıdığını belirtti.

“Demokrasi paketine” de değinen Gündüz, AKP’ninyandaşlarına çalıştığını, sadece tren olarak gördüğüdemokrasiden kan ve göz yaşı getirdiğini belirtti.Gündüz şunları söyledi: “Aleviler kızılbaşlar oldukça,kardeş kavgası çıkaramayacaksınız. Arzu etmezseniz,din dersini kaldırmazsanız, bu halkın direnişi ilekaldıracaksınız.” Gündüz, Türkiye halklarınaseslenerek, “Diyanetin hükmünden çıkın, buMuaviyeler’in hükmünden çıkın, özgürleşin” dedi.

Avrupa Alevi Dernekleri Konfederasyonu BaşkanıTurgut Öker konuşma yaptı. Öker, Fethullah Gülen-İzzettin Doğan işbirliğindeki asimilasyon saldırılarınatepki göstererek Tuzluçayır’da direnenleri selamladı.

Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi konuşma yaparakherkesi 21 Kasım’daki davaya çağırdı.

Ardından, Gezi Tutukluları Aileleri Platformu adına,Gezi tutsağı Hasan Tunç’un annesi Leyla Tunç birkonuşma yaptı. Tunç, 20 Kasım’da Eskişehir’de Aliİsmail Korkmaz davasının görüleceğini hatırlattı,herkesi davet etti. Tunç konuşmasını “Bu dahabaşlangıç mücadeleye devam!” sloganı ile bitirdi.

Mitingde direniş sürecinde yaşamını yitirenler veBerkin Elvan selamlandı.

Konuşmaların ardından miting, Tolga Sağ,Muharrem Temiz, Gani Pekşen, Grup Yorum, GülcihanKoç ve MKM sanatçısı İdris Demir’in ezgileri ile sonaerdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Aleviler inkar ve asimilasyona karşıKadıköy’deydi!

Ekonomik krizin yansımaları bir dizi göstergeninyanı sıra açıklanan işsizlik verileri üzerinden degörülebiliyor. Buna göre Türkiye genelinde işsizsayısının 2013 yılı Temmuz döneminde geçen yılın aynıdönemine göre 363 bin kişi artarak 2 milyon 686 binkişiye yükseldiği ifade ediliyor. İşsizlik oranın budönemde yüzde 0,9 artarak yüzde 9,3’e ulaştığıbelirtiliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Temmuz 2013Hanehalkı İşgücü İstatistikî açıklamalarına bakılacakolunursa; Haziran ayına kıyasla Temmuz ayındaistihdamın sanayide 24 bin, inşaatta 80 bin kişilik birazalma yaşandığı görülüyor. Hizmet alanındakiistihdamın artışında da bir yavaşlama sözkonusu.

Öte yandan Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR)yaptığı açıklamaya göre TÜİK’in verilerine 2013dönemi için umudu olmadığı için iş aramayan ya dason 3 aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve bunedenle işsiz sayılmayan kesimler de eklendiğindegerçek işsizlik oranının yüzde 9.3 değil, yüzde 15.79olduğu belirtilmektedir. Keza işsiz sayısının 2 milyon686 bin değil, 4 milyon 894 bin kişiye ulaştığı ifadeediliyor. Yine bu rakamlara gizli işsizlik olarak görüleneksik ve yetersiz istihdam edilenler de ilave edildiğindegenel işsizlik oranının yüzde 19.45’e, işsiz sayısının ise6 milyon 591 bine ulaştığı görülüyor.

İşsizlik rakamları üzerinden de anlaşılacağı üzereekonomik kriz Türkiye’de de hızla derinleşmektedir.Dinci gerici hükümetin ekonomiye dair yaptığı tümgüzellemelere rağmen büyüme rakamlarındaki düşüş,dış borçlardaki büyüme ve döviz kurlarında yaşananartış gidişatın hiç de çizilen tozpembe tabloya denkdüşmediğini ortaya koyuyor. İşçi ve emekçiler için budurumun en somut karşılığı ise işsizliğin artışı oluyor.

Elbette rakamların diliyle ifade edilen bu gerçekliğien iyi bilen ve yaşayan ise hiç şüphesiz ki işçi veemekçiler olmaktadır. Ama bilinmeyen ya dasermayenin işçi sınıfının farkına varmasını istemediğidiğer bir gerçeklik ise işsizliğin işçi ve emekçilerin birkaderi olmayıp onlara sermaye düzeni tarafındandayatılıyor olmasıdır. Zira işsizlik kapitalizmin yolarkadaşıdır. İşsizlik bir zorunluluk değil kapitalizminyarattığı bir sorundur.

İşsizlik bir tercihtir; çünkü kar için üretim anlayışınadayanan kapitalist düzende kar oranlarının düşmeeğilimi gösterdiği her koşulda bu durumukoruyabilmek için ilk başvurulacak yöntemlerden biriolarak işten çıkartmalar gündeme gelir. Ekonominindurağanlaştığı dönemlerde ise kitlesel iştençıkartmalar yaşanır. Fakat çalışma sürelerininkısaltılması ve bu yolla yeni işçi alımları da birtercihken bu yöntem kar oranlarını daha fazladüşüreceğinden sermaye sınıfı tarafından tercihedilmez. O halde işsizliğin tamamen ortadankaldırılması ancak onu doğuran koşulların, yani artıdeğer sömürüsü ve meta üretimi üzerine kurulmuşolan kapitalist üretim tarzının dışına çıkılmasıylamümkün olabilir. Bunun dışındaki her yol işsizliğinnispi olarak azalması veya artmasına yol açar fakat

işsizlik problemini tamamen ortadan kaldırmaz. Öte yandan işsizlik sermaye sınıfının işçi sınıfı ve

emekçileri daha ucuza, daha ağır şartlar altındaçalışmaya ikna edebilmesi için zorlayıcı bir etkenolması bakımından da sürekli el altında tutulan birsilah işlevi görür. Bu yüzden işçi ve emekçileri adeta birveba salgını gibi tehdit eden işsizlik, kapitalistlertarafından her daim korunur ve meşru kılınır. Örneğindinci gerici partinin şefi Erdoğan “üniversiteden hermezun olan iş bulacak diye bir kural yok” diyerekaslında temsil ettiği kapitalist düzenin anlayışınıtoplum nezdinde meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

İşsizlik, kar mantığına dayalı kapitalist üretimtarzının “doğal” bir sonucuyken ve sermaye sınıfınınbilinçli politikalarıyla sürekli olarak desteklenirken,kapitalistler tarafından işsizliğe sunulan “çözüm”önerileri de bu temel mantığın dışında olamaz. Yaniişçi ve emekçilere işsizliği dayatanlar “çözüm” adıaltında işsizliğin daha yaygınlaşmasına vegenelleşmesine yol açacak politikalar sunarlar. Çünkügerçek amaç işsizliğin çözümü değil kar oranlarınındaha fazla arttırılmasıdır. Bunun için işçi ve emekçilereönerilen yol; her türden güvenceyi ortadan kaldıracakve emekçilerin işsiz kalmamak için daha kıyasıya birrekabet içine girecekleri esnek çalışma modelleri olur.Taşeronluk sisteminden, kiralık işçi uygulamalarına,belirli süreli çalışma sözleşmelerinden, parça başı,prim usulü vb. üretim biçimlerine kadar bir diziyöntem kapitalistler tarafından sürekli ve herdefasında daha ağır biçimde dayatılır.

İşsizliğin ülkemizde de çığ gibi büyümeye başladığıbu dönemde AKP hükümetinin bir kez daha “istihdampaketi” vb. çalışmalarıyla karşımıza çıkıyor olmalarınınbundan öteye bir anlamı yoktur. Onlara göre işgücüpiyasası çok “katı” olduğu için istihdam artmıyor veişsizlik artıyormuş. Yani işçi ve emekçilerin sırtındangeçinen asalak patronlar işçileri işten çıkartabilmekiçin bugün olduğundan daha rahat koşullaristemektedirler. Hiçbir kural tanımadan, alabildiğinekeyfi ve her türlü yükümlülükten kurtularak bizleriçalıştırmak istiyorlar. Bunun için başta kıdem

tazminatının fona devredilmesi olmak üzere, özel

istihdam bürolarından, esnek çalışma modellerine

kadar bir dizi uygulamayı “Ulusal İstihdam Stratejisi”

adı altında hayata geçirmeye çalışıyorlar. Kadın

istihdamının önünü açıyoruz diyorlar fakat işçi ve

emekçi kadınları ya evde çocuk doğurmaya ya da

çalışacaksa her türlü güvenceden yoksun, düzensiz ve

belirsiz çalışma koşulları dayatıyorlar.

Hiç şüphesiz ki bu sözde istihdam paketlerinden biz

işçi ve emekçiler için yeni iş kapıları değil sermayeye

daha fazla kölelik etme koşulları çıkacaktır. Bu da

işsizliğin azalması değil daha geniş ve genel bir hal

alması anlamına gelecektir. Ancak bu durumu tayin

edecek olan onların verecekleri kararları değil bizlerin

göstereceği mücadele direnci ve azmi olacaktır. Eğer

biz işçi ve emekçiler haklarımız uğruna dişe diş bir

mücadeleyi göze alır, birleşir ve örgütlü bir mücadele

yolu tutar isek ancak o zaman mevcut haklarımızı

koruyabilir ve yanı sıra işsizliğe karşı da bir çözüm yolu

bulmuş oluruz. Fakat işsizliğe karşı en nihaiyi çözümün

onu sürekli doğuran “bataklığı” kurutmaktan yani artı

değer sömürüsü ve özel mülkiyete dayalı kapitalist

düzeni alaşağı etmekten geçtiğini unutmamalıyız.

İşsizliğin en tam çözümünün ise, üretim araçlarının

üzerindeki özel mülkiyetin kalktığı ve üretimin kar için

değil toplumsal çıkarlar için gerçekleştiği sosyalist

düzende bulacağını bir an olsun akıldan

çıkartmamalıyız.

O günlere ulaşana değin işçi sınıfının devrimci

partisinin programında yer alan “Herkese iş, tüm

çalışanlara işgüvencesi”, “Tüm çalışanlar için genel

sigorta (işsizlik, sağlık, kaza, yaşlılık vb). Sigorta

primlerinin devlet ve işveren tarafından ödenmesi.

Sosyal sigorta kurumlarında işçi ve emekçi denetimi”,

“7 saatlik iş günü 35 saatlik çalışma haftası”, “Esnek

üretim, prim, parça başı akord vb. çalışma

sistemlerinin ve taşeronlaştırmanın yasaklanması”

(TKİP Programı Acil demokratik ve sosyal istemlerbölümü, Emeğin korunması bölümü) gibi talepler

uğruna mücadeleyi büyütmeliyiz.

Çözüm mücadelede, kurtuluş sosyalizmde!

Kartal’da DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş, DevrimciSağlık-İş, Genel-İş sendikalarına üye Anadolu yakasındabulunan işçilerinin katıldığı eylem, Kartal Köprüsüüzerinde buluşulmasıyla başladı.

En önde DİSK yazılı pankartın olduğu yürüyüşkortejinin arkasında “Güvencesiz, kuralsız çalıştırmaya,taşeronlaştırmaya, işçi simsarlığına hayır! Kıdemtazminatımız iş güvencemizdir, yok edilemez! Köleliğekarşı #DİRENİŞÇİ” pankartı taşındı. Arka tarafta daDİSK’e bağlı sendikalar, devrimci ve ilerici kurumlar yeraldı.

Köprüden başlayan yürüyüşle merkeze gelen kitle,AKP Kartal İlçe Binası’nın önüne gitmek istediğindepolis yığınağıyla karşılandı.

Bu esnada polisin tutumu “İşçilere değil, çetelerebarikat!” sloganları ile protesto edildi.

Polisin AKP Kartal ilçe binasının önünde açıklamayapılmasına engel olmasının ardından KartalMeydanı’na geçilerek basın açıklaması buradagerçekleştirildi.

Basın metnini DİSK Genel Başkanı Kani Beko okudu.Beko, kıdem tazminatının gaspedilmek istenmesine veesnek çalışma uygulamalarına karşı mücadeleyisürdüreceklerini ifade etti.

Eyleme BDSP’de flamaları ve “Kıdem tazminatıgaspına, özel istihdam bürolarına, esnek çalışmakoşullarına karşı örgütlenmeye! Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!” yazılı ozalitle katıldı. Eylemde KızılBayrak işçilere ulaştırıldı.

Basın açıklamasının ardından sonlandırılan eyleme;HDP, UİD-DER, TKP ve DAF da destek verdi.

Gebze’de ise 4 Kasım günü Birleşik Metal-İşSendikası Gebze Şubesi’nde yapılan DİSK TemsilcilerKurulu’nun ardından eylem gerçekleştirildi.

Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi önünde

birçok fabrikadan işçiler toplanmaya başladı.

Yürüyüşte Birleşik Metal-İş’te örgütlü birçok

fabrikadan gelen işçiler ile Lastik-İş ve Nakliyat-İş’te

örgütlü fabrikalardan işçiler yer aldı.

FENİŞ�işçileri�yürüyüşle�geldiler�

Kıdem tazminatları ve maaşları gasp edilerek işten

çıkartılan Feniş işçileri de eyleme katıldılar. Eski

Öğretmenler Evi’nden yürüyüşe başlayan işçiler

“Maaşlarımız ve kıdem tazminatımız gasp edilemez /

Feniş Alüminyum işçileri” pankartı ile yolu keserek

yürüdüler.

Coşkulu�ve�kitlesel�yürüyüş�

Birleşik Metal-İş Gebze Şubesi’nin önünden

başlayan eylemde Eskiçarşı’dan geçilerek Cumhuriyet

Meydanı’na kadar yüründü. Cumhuriyet Meydanı’na

gelindiğinde DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu

basın açıklamasını okudu. Yapılan açıklamada kıdem

tazminatının gaspedilmek istenmesi eleştirilirken bu

hakkın gaspedilmesiyle iş güvencesinin de ortadan

kalkacağı ifade edilerek mücadelenin gerekliliğine

vurgu yapıldı.

Eyleme birçok sendika ve demokratik kitle

örgütünün temsilcileri katılım sağladı. BDSP ve UİD-

DER kendi pankartları ile yürüyüşte yer aldılar.

BDSP, “Kıdem tazminatının gaspına karşı birleşik,

örgütlü mücadeleye” ozaliti ve kızıl flamalar ile katıldı.

Ayrıca 17 Kasım’da gerçekleştireceği “Yaşasın sosyalist

işçi-emekçi iktidarı” etkinliğinin bildirilerini işçilere

ulaştırdı.

Kızıl Bayrak / Gebze-Kartal

DİSK’ten #Direnİşçieylemleri

Aliağa’da�kıdem�eylemi!

Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu tarafındankıdem hakkının gaspına karşı 1 Ekim’de eylemörgütlendi.

Kitlenin Petrol-İş Sendikası önündetoplanmasıyla birlikte pankartlar açıldı. AliağaBelediyesi işçileri de eyleme Genel-İş Sendikasıflamalarıyla katıldılar. Önde “Sakın ha dokunma,kıdem hakkımız güvencemiz! Aliağa Emek veDemokrasi Platformu”, arkasında ise “Kıdemtazminatıma dokunma! Petrol-İş Sendikası” yazılıpankartlar taşınırken, arkasında işçi ve emekçilerkortej oluşturarak yürüyüşe başladı.

Sık sık sloganlar atılan eylemi çevreden geçenlerde ilgiyle izleyerek destekledi. Yürüyüşle DemokrasiMeydanı’na gidilerek basın açıklamasıgerçekleştirildi.

Basın açıklamasını platform adına Petrol-İşSendikası Aliağa Şube Başkanı İsmail Doğan okudu.İşten atmalara, taşeronlaştırmaya, esnek üretime vebunların bütünü olan Ulusal İstihdam Stratejisi’nekarşı mücadele vurgusunun yapıldığı açıklamada sonolarak şunlar ifade edildi: “Kıdem tazminatınıngaspına ve işçilerin her türlü kazanımına karşıyapılan saldırılar karşısında emekçileri uyanıkolmaya, sendikaları genel grev dahil her türdendirenişi örgütlemeye, siyasi partilerimizi emektenişçiden yana yer almaya bu mücadelede işçilerinyanında olmaya davet ediyoruz.”

Eylem açıklamanın ardından atılan sloganlarlasona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Leroy�Merlin’deişten�atma�saldırısı!

Türkiye’de ilk AVM grevinin yaşandığı Leroy

Merlin’de işten atma saldırısı yaşandı.

Leroy Merlin yönetiminin “kırmızı çizgimiz”

diyerek kapsam dışında bırakmak istediği muhasebe

bölümünün sözleşme sonrası kapsam dışında

kalmasıyla, greve çıkan Derya Gökçay “daralma

gerekçesi” ile işten atıldı.

Leroy Merlin yönetimi, işe başladığı ilk günden

itibaren Derya üzerinde baskıları arttırdı. “Sözleşme

sonrası aynı koşullarda olan başka bölümde

sendikalı çalışabilir veya aynı yerinde çalışmak

istiyorsa da işine dokunulmayacak” vaadinde

bulunan Leroy Merlin yönetimi, muhasebe

bölümünden ayrılıp depoda çalışması için Derya’ya

baskı uygulamaya başladı. Aynı çalışma koşulları

haricinde başka bölümde çalışmayı kabul etmeyen

Derya’ya bu sefer istifa baskısı yapılmaya başlandı.

Ardından tazminatlı olarak işten atıldı.

Sendikalı�işçilere�baskı

Grev sonrası işlerine başlayan işçiler üzerinde

baskılar arttırıldı. Birçok işçinin bölümlerinin

kaydırılmasının yanında sendikalı birçok işçi için de

tutanaklar tutulmuş durumda.

Kızıl Bayrak / Bursa

İlk olarak THY grevcilerini ziyaret eden Feniş işçilerihavayolu işçileriyle grev alanında sohbetlergerçekleştirdi. Yapılan sohbetlerde sınıfdayanışmasının büyütülmesi gerektiği vurgulandı.

THY grevcilerinin yanından ayrılan FENİŞ işçileri,Mecidiyeköy’de bulunan Aloğlu Holding önünegeçtiler. Pankartlarını açan FENİŞ işçileri yoldangeçenlere haklarının gaspedildiği, Aloğlu’nun hırsızolduğu üzerine teşhir konuşmaları yaptılar.

Mecidiyeköy’deki eylem sonlandırıldıktan sonraKazova işçilerinin yanına ziyarete gidildi. Kazovaişçileri, süreçlerini anlattılar, işgal ve üretime geçmedeneyimlerinden bahsettiler. Yapılan konuşmalardaKazova işçileri direnişlerin ortaklaştırılmasının önemiüzerine vurgular yaparak, direnişleri birleştirmeçağrısında bulundular.

FENİŞ işçileri ayrıca direniş çadırında film gösterimigerçekleştirdiler. Maden ocağındaki bir devrimci veişçileri, yaşananlara karşı mücadele sürecini anlatan“Maden” filminin gösterimi yapıldı.

Feniş�Alüminyum�işçileriTÜSİAD’ın�önündeydi!

İşçiler 31 Ekim günü eylemlerini TÜSİAD’ın TaksimTepebaşı’ndaki binasının önüne taşıdılar.

Feniş Alüminyum İşçileri imzalı “Maaşlarımız vetazminatımız gaspedilemez!” pankartlarıyla yürüyüş vesloganlar eşliğinde Feniş patronu Sedat Aloğlu’nun daüye olduğu TÜSİAD’ın önüne gelerek burada bir

konuşma yapıldı. Yapılan konuşmada Gebze’de yakın

zamanda 9 fabrikanın kapandığı belirtildi. Feniş

Alüminyum’un da bu fabrikalardan biri olduğu

söylendi. “Sedat Aloğlu’nun hiçbir hakkımızı vermeden

3 aylık maaşlarımız, tazminatlarımızı ve 1 yıllık zam

farklarını gaspetmek istiyor” denilen açıklamada süreç

aktarıldı. İşçiler konuşmadan sonra oturma eylemine

başladılar.

Eylemde üzerinde “Emek hırsızı Sedat Aloğlu”

yazan patronun maketi de TÜSİAD’ın önüne getirildi.

TÜSİAD önüne kurulan polis barikatı işçilerin kararlı

duruşlarıyla geriye çekildi. Feniş Alüminyum işçileri

TÜSİAD’ın kapısına dayandı. Burada Feniş Alüminyum

işçileri adına Fırat Güneş açıklama yaparak

eylemlerinin her gün devam edeceğini belirtti.

Açıklamanın ardından getirilen maket sloganlarla ateşe

verildi. İşçiler, sloganlar eşliğinde otobüslerine binerek

fabrikaya döndüler.

Birleşik�Metal-İş’ten�Feniş�direnişine�destek

1 Kasım günü direnişçilerin öğle yemeği Birleşik

Metal-İş Sendikası Gebze Şubesi tarafından verildi.

Sendika temsilcileri ve şube çalışanları da yemek

dağıtımına katıldı. Yemek sırasında bir konuşma yapan

Birleşik Metal-İş şube yöneticilerinden Ali Gündüz sınıf

dayanışmasının önemine değindi. Maddi manevi her

türlü desteği Feniş işçilerine sunacaklarını ifade etti.

Kızıl Bayrak / Gebze

Sınıf dayanışmasınıgüçlendiriyorlar!

Devrimci�sınıf

faaliyetlerinden...

Sınıf devrimcileri, bulundukları her alanda son

zamanlarda artan yoğun devlet-polis terörüne karşı

işçi ve emekçileri devrim ve sosyalizm mücadelesini

yükseltmeye çağırıyor. “Özgürlük, devrim,

sosyalizm” şiarını işçi ve emekçilere taşımaya devam

ediyor.

Küçükçekmece’de BDSP imzalı “Faşist polis

terörüne karşı direnişe!”, “Özgürlük, Devrim,

Sosyalizm!” afişlerinin yanı sıra “Gericiliğe, faşizme,

emperyalizme karşı direnişe, özgürleşmeye!” şiarlı

DLB afişleri İnönü Mahallesi, Kanarya, Yenibosna ve

Şahintepe’ye yaygın olarak yapılıyor.

Sarıgazi’de sınıf devrimcileri 31 Ekim’de Penta

Elektronik fabrikası ve Enel Elektrik fabrikasında

çalışan işçileri kölece çalışma koşullarına, kıdem

tazminatının gaspına karşı 16 Kasım’da

gerçekleşecek “Özgürlük, devrim, sosyalizm”

etkinliğine çağırdı. Dağıtımlar sırasında işçilerle

kıdem tazminatı üzerine sohbet edildi.

1 Kasım’da da sabah işe giriş saatinde İMES E

Kapısı’nda etkinliğin içeriğini, kapsamını anlatan

bildiri dağıtımı gerçekleştirdi. İşçilerle yaşanan hak

gaspları ve kıdem tazminatının fona devri

konusunda, kapitalizmin alternatifinin sosyalizm

olduğu üzerine sohbet edildi.

Manisa’da BDSP’liler “Özgürlük, devrim,

sosyalizm!” şiarlı afişleri Yeni Mahalle, Merkez

Efendi, Şoförler Cemiyeti gibi işçi duraklarının

bulunduğu alanlarda kullandılar.

Afiş faaliyeti sonrası, afiş yapan iki sınıf

devrimcisi TMŞ ekipleri tarafından durdurularak

GBT işlemi uygulandı. İşlem sonrası para cezası

kesilmesinin ardından, bir BDSP’li, araması olduğu

gerekçesiyle gözaltına alınarak emniyete götürüldü.

Savcılığa sevkedilen sınıf devrimcisi, savcılık

sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

Öte yandan, Devrimci Liseliler Birliği de

Manisa’da mücadele çağrısını yükseltti. “Gericiliğe,

faşizme, emperyalizme karşı direnişe,

özgürleşmeye!” şiarlı afişleri kent merkezine yaptı.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece-Ümraniye-Manisa

Batıkent’te�UİS�tartışıldı

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, 3 Kasım günü

SODER’de Ulusal İstihdam Yasası ve Kıdem Tazminatı

konulu söyleşi gerçekleştirdi. OSTİM, İvedik,

belediye ve sitelerde çalışan işçilerin katıldığı

söyleşide gündemdeki Ulusal İstihdam Yasası’nın

neler getirdiği ve yasaya karşı neler yapılması

gerektiği üzerinden iki sunum gerçekleştirildi.

UİS�ile�sömürü�katmerlenecek�

İlk sunumda gündemdeki yasa işlenirken genel

olarak kıdem tazminatının gaspı vurgusu öne çıktı.

Yasanın aslında işçi ve emekçiler için tam kölelik

getirecek saldırılarla dolu olduğu ifade edildi.

Sermayenin uzun bir zamandan beri içinden geçtiği

kriz dönemlerinde faturayı işçi ve emekçilere

ödettiği, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda

geçmişten günümüze gerçekleştirilen saldırılar

anlatıldı.

Yasada dört başlığın öne çıktığı belirtildi.

“Taşeron uygulamasının yasallaştırılması”, “işçi

kiralama büroları”, “kıdem tazminatının fona

devredilerek gasp edilmesi” ve “kadın istihdamı”

başlıklarının her birinde çalıma yaşamının sermaye

lehine düzenlenmesi ve patronların üzerindeki

yüklerin alınarak sömürünün katmerlenmesi

anlamına geldiği vurgulandı.

Saldırıya�karşı�haziran�ruhu�kuşanılmalı�

“İşçi ve emekçileri tam anlamıyla köleleştirecek

bu yasa karşısında ne yapmalıyız?” sorusu üzerinden

ikinci sunum gerçekleştirildi. Bu sunumda

sermayenin kapsamlı saldırıları karşısında hak alıcı

bir mücadelenin yürütülmesi gerektiği, bu

çerçevede yakın bir zamanda kitlelerin kendi

talepleri etrafında sokağa döküldüğü Haziran

Direnişi’nin örnek alınması gerektiği ifade edildi.

“Haziran Direnişi’nin ruhunu fabrikalara, atölyelere

yani çalıştığımız her alana taşıyabilmemiz gerekiyor”

denildi. Sermayeye geri adım attıracak şeyin ancak

hak alıcı bir mücadele olacağı vurgulandı.

Sendikaların bu saldırı yasası karşısında hak alıcı

bir mücadele hattını ortaya koyamadıkları

belirtilirken, DİSK’in saldırı yasasına karşı başlattığı

“direnişçi” kampanyasının önemli bir kampanya

olduğu ancak tek başına saldırı yasasını

püskürtmeye yetmeyeceği vurgulandı.

Taban örgütlülüklerinin güçlendirilmesi ve

üretimden gelen gücün kullanılmasıyla sermayeye

geri adım attırılabileceği ifade edildi.

“Çalışma alanlarımızda ne yapabiliriz” sorusuyla

söz söyleşiye katılan işçilere bırakıldı. Anlamlı

tartışmaların yapıldığı bu bölümde somut kararlar

da alındı. Burada yapılan tartışmalarda yasanın

içeriğine dair işçileri bilgilendirecek bir materyal

çıkartarak bunun kullanılması, belli periyotlarla

biraraya gelerek gündemin değerlendirilmesi,

söyleşide bulunan işçiler arasında iletişim

sağlanması ve saldırı yasası üzerinden

gerçekleştirilecek olan eylem ve etkinliklere hep

birlikte destek verilmesi kararları alındı. Alınan

somut kararların ardından söyleşi sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara

AKP’nin sahte demokrasi paketini açıklamasınınardından Eğitim Sen’in başlatmış olduğu “özgür giyimkuşam” eylemi devam ediyor. Eğitim Sen’in çağrısıüzerine binlerce öğretmen sivil kıyafetleriyle okullarınagidiyor. Ne var ki, eyleme katılan emekçileri ne KESK neEğitim Sen yeterince sahipleniyor.

Eğitim Sen’in özgür kıyafet eylemini, kamuemekçilerini ayrıştırıcı bir zeminde, “dinsel sembollerekarşıtlık” adı altında geliştirmiş olması, eylemidarlaştırıyor. Buna rağmen, Eğitim Sen üyesi binlerceöğretmen eylemi sürdürüyor. Eylem sonrasında yaptığıikinci açıklama ile Eğitim Sen, eylemi darlaştıranyaklaşımı düzletmeye çalıştı. Ancak bu, Eğitim Sen veKESK’in kılık kıyafet sorunu üzerinden yaratmış olduğualgıyı ortadan kaldırmaya yetmemektedir.

Eğitim Sen’in “Kamuda ‘Kılık - Kıyafet Özgürlüğü’Söyleminin Gerçek Olmadığı, Yönetmelik Değişikliği ileNet Bir Şekilde Görülmüştür!” başlıklı ikinci açıklaması,doğru bir zeminde hem AKP’nin sahteözgürlükçülüğünü teşhir ediyor hem yasakçıyönetmeliğin devam ettirilmesi karşısında eğitimemekçilerini tutum almaya çağırıyor. Bu açıklamayla,sorunu “başörtüsü” meselesine darlaştıran algınınönemli oranda aşıldığı görülmektedir.

Ne var ki, geçmiş süreçlerin ürünü olan algınınemekçiler arasında yarattığı karşıtlıklar, eylemekatılanlar üzerinde basınç yaratıyor. Eylemin istikrarlıbir çaba ile yaygınlaştırılamaması ise, idare karşısındaeğitim emekçilerinin elini güçsüzleştiriyor. Bu tabloaşılamazsa eğer, önümüzdeki süreçte eyleme katılaneğitim emekçilerinin yoğun bir soruşturma saldırısıylayüz yüze kalacakları aşikardır.

AKP iktidarının henüz -birkaç istisnai soruşturmayıbir yana bırakırsak- yoğun bir soruşturma terörünebaşvurmamış olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Butaktik, eylemin zayıf kalacağına ve kendiliğindensönümleneceğine dönük bir beklentinin ürünüdür.Diğer bir etken ise, bu aşamada soruşturma saldırısınınbaşlatılmasının, AKP’nin sahte özgürlükçülüğününteşhir olmasına ve eylemlerin yayılmasına yolaçabileceği korkusudur. Kısacası dinci-Amerikancı AKP,uygun zamanı kollamaktadır.

AKP’nin sahte demokrasi paketiyle, sadecebaşörtüsüne dönük kısıtlamaları kaldırması,emekçilerin dinsel inançlarını istismar edip siyasi rantahavale etme derdinde olduğunu kanıtlamaktadır.AKP’nin bu sahte özgürlükçülüğünü teşhir etmekbugünün en acil görevlerinden biridir. Ancak bunuyaparken “başörtüsü” savunuculuğu ya da karşıtlığıekseninde bir tutum geliştirmemek, sorunu tam birkılık kıyafet serbestliği üzerinden ele almak büyükönem taşımaktadır. Ne var ki, “başörtüsü” meselesi,KESK ve bağlı sendikaları da kilitleyen bir meseleolmuş, kılık kıyafet yönetmeliğinde yapılan“başörtüsü” ile sınırlı düzenlemeler karşısında EğitimSen’in (ilkin yine yanlış bir zeminde olsa da) geliştirdiğitutumun ötesine geçilememiştir.

Eğitim Sen “özgür kıyafet” eylemini pasif birbiçimde sürdürürken, KESK ve diğer bağlı sendikalar

ise süreci sessizce izlemektedirler. Eğitim Sen eğerönümüzdeki dönemde gelişebilecek soruşturmalaragöğüs germek, eylemin sönümlenmesine izinvermemek ve onu yaygınlaştırmak istiyorsa, “özgürkıyafet” tutumunu eylemli bir hatta dönüştürmekdurumundadır.

Okullarda, illerde fiili eylemli bir tutum geliştirmek,basın açıklamaları, imza kampanyaları gibi araçlar ileözgür kıyafet talebini örgütleyip yaygınlaştırmak,günün ertelenemez görevidir. KESK ve ona bağlısendikalar ise, bir an önce eğitim emekçilerinineylemine fiili destek örgütlemelidirler.

Vurgulamak gerekiyor ki, binlerce eğitimemekçisinin soruşturma terörünü de göze alarakgünlerdir sürdürdüğü eylemi, KESK ve ona bağlısendikaların sahipsiz bırakmaları, kamu emekçilerihareketine darbe vurmaktan başka bir anlamtaşımayacaktır. Bu arada belirtelim ki, bütçe dönemiboyunca satış sözleşmesi üzerinden Memur Sen’iteşhir etmek ve kamu emekçilerini talepleri uğrunaharekete geçirmek de KESK’in sorumluluk alanındadır.“Satış sözleşmesini tanımıyoruz” gibi başlıklar altındakampanya ve eylem süreci örgütlemek, bunu, “özgürkıyafet” eylemi ile bütünleştirmek amaca uygun birtutum olacaktır.

Eğitim Sen ve KESK başta olmak üzere, bağlısendikalar, sendika şubeleri ve öncü kamu emekçileri“özgür kıyafet” eylemini sahiplenmekle yükümlüdürler.Bütçe döneminden de yararlanarak eylemi, kamuemekçilerinin güncel talepleriyle birleştirerek büyütenbir süreç olarak örgütlemek için hareketegeçmelidirler. Bu aynı zamanda, AKP’nin sahteözgürlükçülüğünün ve kamu emekçilerini yok sayantutumunun teşhir edilmesinin, emekçilerin sınıfsaltalepler etrafında buluşturulmasının da olanağı olarakdeğerlendirilmelidir.

Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, KESK ve bağlısendikaları, sendika şubelerini ve öncü kamuemekçilerini eğitim emekçilerinin “özgür kıyafet”eylemini sahiplenmeye, bütçe dönemine ilişkin somuttaleplerle bütünleştirerek eylemli bir hat örmeyeçağırıyoruz.

Sosyalist Kamu Emekçileri01 Kasım 2013

KESK ve bağlı sendikalaraçağrımızdır!

(Haziran Direnişi üzerine Eylül ayında verilmiş

bir konferansın kayıtlarıdır...)

Yeni tarihsel dönem

Partimizin girmiş bulunduğumuz yeni tarihseldöneme bir bakışı var. Dünya tarihi yönünden yeni birbunalımlar ve savaşlar dönemine girildiğini, geridekalan tarihsel sürecin de gösterdiği gibi, bununkaçınılmaz bir biçimde beraberinde devrimleri degetireceğini; nitekim halen dünya ölçüsünde, henüzdevrimler düzeyine varmamış olsa bile, yarınındevrimlerine götürebilecek büyük toplumsalhareketlilikler yaşandığını, dolayısıyla tarihsel ölçülerleburada bir bütünlük bulunduğunu söylüyor parti. Butahlilin sağladığı bilinç açıklığı iledir ki, HaziranDirenişi’ne ilişkin değerlendirmelerimiz olayların genelçerçevesi kapsamında yeni tarihsel döneme özel birtarzda işaret etmektedir. Bu doğru bir yöntemselyaklaşımdır. Bu türden ve bu çapta gelişmelerin gerçekanlamı ve önemi ancak bu genel çerçeve içinde doğrubir biçimde anlamlandırılabilir ve tam olarakanlaşılabilir. Nitekim biz bu yöntemsel tutumudünyanın çeşitli bölgelerindeki sınıf ve kitlehareketlerine, bu arada yakın dönemde Tunus veMısır’da yaşanan büyük halk hareketlerine deuygulayageldik. Olup bitenleri dünya genelindeki sonotuz yıllık birikimlerle ve bunun ürünü olarak gitgidedaha çok belirginleşen yeni tarihi dönemleilişkilendirdik.

Kuşkusuz bu, hiçbir biçimde birbirinden çok farklıkoşullara sahip toplumları aynı genel çerçevede elealmakla yetinmek demek değildir. Tabii ki her ülkedepatlak veren olayların son derece özgün koşulları veburadan kaynaklanan tümüyle kendine özgü yönlerivar. Şu veya bu ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal,kültürel, dini ya da etnik-ulusal koşulları olaylarınoluşum ve gelişim seyrinde temel önemde bir roloynar. Yeni tarihsel dönemi belirleyen temeldinamikler de, her bir toplumda, o toplumun kendineözgü koşullarının oluşturduğu prizmadan kırılarakyansır, böylece kendine özgü biçimi bulur. Bu gerçeğibiliyor ve hesaba katıyoruz. Ama yine de bu bize,günümüz dünyasının bir bütün olduğu, olaylarındünyanın bu genel tarihsel sahnesi içerisindegerçekleştiği, burada ortak bir zemin ve buna bağlıolarak da büyük bir etkileşim dinamiği bulunduğugerçeğini unutturmamalıdır. Gezi Direnişi’nin anındatüm dünyada özel bir ilgiye konu olması, özellikle Mısırve Tunus’un ilerici kesimleri tarafından özel birheyecanla karşılanması, aynı günlerde Brezilya’dapatlak veren büyük kitle hareketinin kendini dahabaştan Haziran Direnişi ile özdeşleştirmesi, tüm bunlarbunun bir ifadesidir.

Türkiye, bunalımlar, savaşlar, içsavaşlar ve

toplumsal hareketliliklerle çalkalanan bir coğrafya ileçevrilidir ve kendisi de çok yönlü bunalımlar içinde birülkedir. Ekonomide biriken sorunlar giderek ağırlaşıyorve her an patlak verebilecek yeni bir bunalımıhazırlıyor. Uzun yıllardır sürdürülen sosyal yıkımsaldırılarının mayaladığı sosyal bunalım katmerleşiyor,sosyal gerginlikler büyüyor. Rejim bunalımında yeni birdenge oluşmuş gibi görünse de gerçekte herşey halabelirsizliğini koruyor. Olup bitenleri cumhuriyetinkuruluş ilke ve değerleriyle bir hesaplaşma sayanönemlice bir toplum kesimi var ve bunların güçlenenmuhalefeti zaman zaman sokağa taşıyor. Türkiye’nin enyakıcı sorunlarından olan Kürt sorunu bölgeselleştiğiölçüde rejimi giderek daha çok zorluyor, düzenin kendibünyesindeki parçalanma ise sorunu daha karmaşıkhale getiriyor. Dinsel gericilik devlet ve toplumyaşamına daha etkin bir biçimde yerleştiği ölçüdemilyonlarca Alevi yurttaşın kaygıları ve huzursuzluğuartıyor, Alevi sorunu daha da yakıcı bir hale geliyor.Aynı şekilde, dinsel gericiliğin kendi değer vetercihlerini tüm topluma dayatmaya yeltenmesi,kamusal alanda dinsel ideoloji ve uygulamalara sürekliyeni alanlar açılması, yaşam tarzına sinsi ama sistemlimüdahaleler, yeni türden bir siyasal-kültürel bunalımımayalıyor ve bunun ürünü bir muhalefeti hazırlıyor.Aynı gelişmeler kadın sorununu daha da ağırlaştırıyor,ona yeni biçimler ve boyutlar kazandırıyor.

Tüm bunların etki ve sonuçları, beslediği muazzamtepki birikimi, Haziran Direnişi aynasından tüm açıklığıile yansıyor. Denebilir ki Haziran Direnişi tüm bu farklıtürden tepki ve hoşnutsuzluklar birikiminin birleşik birpatlaması olmuştur.

Öte yandan içteki bu çok yönlü bunalımlartablosunu, dışarda emperyalizmin hizmetinde bir savaşve saldırganlık çizgisi tamamlıyor. Türk devletiAfganistan’da NATO gücü olarak savaşıyordu, Irak’ayönelik emperyalist savaşta cephe gerisi olarak hizmetverdi, Libya’ya yönelik emperyalist savaş içerisindebizzat yer aldı. Son iki yıldan beridir de Suriye’ye karşıemperyalist savaşı birinci dereceden bir aktör olarakbizzat kışkırtıyor ve sürmekte olan gerici iç savaşınetkin ve aktif bir tarafı olarak hareket ediyor. Bu aradaTürkiye’nin dış politikası tüm cephelerde birbiripeşisıra çöküyor. AKP iktidarının saldırgan ve maceracıpolitika ve girişimleri ülkeyi hemen tüm komşularıylasorunlu hale getirmiş bulunuyor.

İç ve dış tablosu bu olan bir toplum kaçınılmazolarak büyük toplumsal çalkantılara da gebedir, tümsöylenenleri buraya bağlıyorum. Nitekim büyüksarsıntılar yaratan Haziran Direnişi tam da bunugöstermiş, yeni dönemi belirleyecek bu türdentoplumsal çalkantıların geniş çaplı bir ilk örneğiolmuştur.

Özetle partimizin yeni tarihsel dönem üzerindenişaret ettiği üç temel dinamik, aynı zaman dilimi

Hazira

içerisinde birbirini keserek ve besleyerek Türkiyeüzerinden de kendini gösterebilmektedir. Birbirinibesleyerek diyorum, zira bugün açığa çıkmış olanbüyük toplumsal tepkide Suriye üzerinden son iki yıldırsürdürülen o kışkırtıcı politikanın az bir rolü yok değil.Birçok gözlemci yerinde bir tutumla bu gerçeğe işaretediyor. Haziran Direnişi boyunca Hatay’ın sergilediğikitlesel canlılık ve faşist polis terörüne verdiği şehitlerbile bu konuda bir fikir verebilir.

Yeni tarihsel dönem değerlendirmesinin desağladığı bilinç açıklığıyla partimiz Türkiye’de olaylarınmuhtemel seyri konusunda devrimci bir iyimserlikiçinde olageldi. 2009 yılında toplanan TKİP III.Kongresi, sosyal durgunluk koşullarının egemengöründüğü ve AKP gericiliğinin toplumda yarattığıatmosferin büyük bir ağırlık oluşturduğu bir evrede,bunun yanıltıcı olmaması gerektiğini, dünya olaylarınınaktığı bir doğrultu bulunduğunu ve Türkiye’nin hiçbirbiçimde bu genel gidişin dışında kalmayacağınıvurguladı. Herkesin artık açıklıkla gördüğü gibikalmıyor da. Türkiye’de öylesine bir toplumsal sarsıntıyaşanıyor ki, bir anda bütün bir dünyada ilgi konusuolabiliyor.

Türkiye uluslararası ilişkilerin çok kritik birbölgesinde. Tayin edici düğümlerin birbirineeklemlendiği bir yerde, dolayısıyla sonuçta belirleyicirol oynayabilecek bir bölgede. Böyle bir ülke olaylarıngenel gidişinin dışında kalamayacağı gibi, etkili birşekilde öne de çıkabilir. Türkiye’nin gericiliği güçlüdür,fakat aynı şekilde devrimci dinamikleri de... Türkiye’ninburjuvazisi güçlüdür, ama aynı ölçüde anti-tezi olansınıf, işçi sınıfı da... Türkiye işçi sınıfı çapında bir işçisınıfı yok Ortadoğu’da. Ortadoğu’dan da öteye,Rusya’yı dışında tutarsanız Türkiye’yi çevreleyen bütünbir bölgede yok. Türkiye işçi sınıfının etkin bir hareketegeçişi bütün Ortadoğu’da Türkiye’yi bir odak halinegetirecektir, sayın ki Türkiye devrimini...

Sonuç olarak, partinin yeni tarihsel döneme ilişkindeğerlendirmesi, bu türden olayları derinlemesinekavramada, yerli yerine oturtmada ve onlardanevrensel bir perspektif içinde doğru sonuçlarçıkarmada bizim için her zaman bir hareket noktası, birkılavuz ipi olmalıdır.

Bir büyük kendiliğinden patlama

Haziran Direnişi bir büyük kendiliğinden patlama,hemen herkes için beklenmedik bir olay oldu. Yıllardırsonu gelmeyen sosyal yıkım saldırılarının yanısırabüyük bir kent yağması, çevrenin hoyratça tahribi,yaşam tarzına ve kültürel yaşam alanlarına açık ya dasinsi saldırılar var. Bütün bunlar karşısındaki tepkilerincılız, sınırlı ve genellikle de yerel düzeyde kaldığınıbiliyoruz. Böyle bir toplumsal atmosfer içinde anidenİstanbul’da görkemli bir kitle hareketi patlak veriyor,

tüm Türkiye’ye de aynı hızla yayılıyor ve bu günlerce,haftalarca sürüyorsa, işte bu kimsenin beklemediğitürden bir kendiliğinden patlamadır.

Haziran Direnişi’nin kendiliğinden patlama olmasıonun geriliğini ya da bilinçsizliğini değil fakat yalnızcameydana geliş mantığını anlatır. Devrimler dekendiliğinden gelir, çoğu durumda hiç beklenmedik birolay ona ateşleyici bir vesile oluşturur. Oysa devrimgerçekte toplumsal mücadelenin en ileri, en üst, engelişmiş ve bütün bunların ifadesi olarak da en bilinçlibir düzeyidir. Demek istiyorum ki Haziran Direnişi’ninkendiliğinden bir patlama olması, hareketin birzaafiyeti değil fakat yalnızca bir özelliğidir. Bu türdenhareketler genellikle de beklenmedik zamanlarda vebeklemedik biçimlerde patlak verirler. Devrimcipartinin geleceğe, geleceğin beklenmedik olaylarınabugünden en iyi biçimde hazırlanması gerektiğine biztam da bunun için döne döne işaret ediyoruz.Mücadelelerin daha ileri aşamalarında büyükpatlamaların, hele de devrimin ne zaman sökünedeceği belli olmaz. En beklenmedik bir anda çıkagelirbu türden patlamalar, hele de devrimler. Siz o günekadar ne ölçüde hazırlanmışsanız, patlak veren olaylarüzerindeki etkiniz de ancak o kadar olabilir. Eğer herşeye rağmen iyi kötü bir hazırlığınız varsa, bellimevziler tutmuşsanız, belli güçler biriktirmişseniz, buolaylar üzerindeki etkiniz bir türlü olur. Ama ciddi birhazırlığınız yoksa, her şeyden önce düşünsel ve ruhsalbakımdan hazır değilseniz, artı bu türden gelişmelerietkilemenizi kolaylaştıracak mevzileriniz yoksa,sonuçta hareket karşısında da yapabileceğiniz fazlacabir şey olmaz. Beklenmedik biçimde patlak verenolaylar sizi ya ezerek, ya da girdabında sürükleyerekgeçer gider. Siz ona herhangi bir bilinçli müdahaledebulunma gücü ve yeteneği gösteremezsiniz.

Yaşananlar sizde derin izler bırakabilir, ama sizinyaşananlarda en ufak bir iziniz olmaz.

Halbuki devrimci bir parti olarak sizin bilinçli veörgütlü müdahaleniz, kendiliğinden patlak verecekolaylarda olağanüstü önem taşır. Hareketin kendisikendiliğindendir, nesneldir. Ama bilinçli örgütlümüdahale, sürecin öznel yönüdür. Nesnel olan ileöznel olanın buluşmadığı yerde toplumsal patlamalarçoğu kere boşa gider. Nesnel dinamikler kendini uzunzaman dilimleri içinde mayalar, gün gelir şu veya bubiçimde, şu veya bu düzeyde bir toplumsal patlamaolarak kendini ortaya koyar. Bu hareketin nesnelyönüdür. Ama bir de, siyasi partilerde, onlarınprogramlarında, taktiğinde, örgütlenmesinde, yarattığımevzilerde, biriktirdiği deneyimlerde ifadesini bulanöznel yön vardır. Bu mücadelelerin başarısı, kalıcımevziler oluşturabilmesi, devrimse eğer patlayan,zafere ulaşabilmesi, öznel olanın ne ölçüdehazırlandığına ve nesnel olan patlak verdiğinde onunlane ölçüde buluşabildiğine ve birleşebildiğine sıkı sıkıyabağlıdır.

Haziran Direnişi kendiliğinden bir büyük patlamaidi. Ama bu hiçbir biçimde onun bilinçtenyoksunluğuna bir gösterge değildir. Harekete katılangeniş yığınlar bunu neden yaptıklarının fazlası ilebilincinde idiler. Toplumda AKP dönemi üzerinden onyıllık, 12 Eylül üzerinden otuz yıllık büyük bir tepkibirikimi vardı. Tüm heterojenliği içinde birleşik bir güçolarak patlayan bu büyük tepki birikimi oldu.

İşçi sınıfı 12 Eylül döneminin yarattığı tepkibirikimini oldukça erken bir zamanda eylemli biçimdedışa vurmuştu. 1987’den başlayarak 1991 başındadoruğuna ulaşan kitlesel sınıf dalgası bunun ifadesi idi.‘87’de Netaş ve Derby grevleriyle başlayan, ‘89’daBahar Eylemlilikleri’yle büyük bir ivme kazanan, ‘90

an Direnişi-1

sonbaharında Zonguldak’taki o büyük madencifırtınasıyla en üst düzeye çıkan ve ardından kırılandalga... İşçi sınıfı kitlelerinin bu büyük hareketliliğitümüyle 12 Eylül birikiminin ürünü idi ve döneminhemen ardından kendini etkin biçimde açığavurmuştu. Ardından ‘90’lı yıllar boyunca ve dahasonrasında, işçi sınıfı tepki ve hoşnutsuzluğunu,değişik birimler ya da sektörlerde, çok değişikvesilelerle, çok değişik biçimlerde hep ortayakoyageldi. İşçi sınıfına esnek bir tanımlamayla kamuçalışanlarının önemli bir kesimi de dahil edilmelidir, kibütün bu dönem boyunca onlar da şu veya bu biçimdehep bir hareketlilik içinde oldular. Ama kısmengençliğin dar bir kesimi hariç tüm öteki kesimler,özellikle de en farklı kesimleriyle küçük-burjuvakatmanlar, bunu bugüne kadar ancak sınırlı bir şekildeyapabildiler.

‘80’li yıllardan beri kendi dar mecrasında ilerleyenKürt hareketi doğal olarak bunun dışındadır. Kürtulusal hareketi kitleselleşmiş biçimiyle bu ülkede yirmiyılı aşkın bir süredir var. Zira Türkiye’de sosyalmücadelenin ezildiği dönem, Kürt hareketininyükselmeye başladığı dönemdir aynı zamanda. ‘80’liyılların ikinci yarısından itibaren Kürt halkının o büyüktarihsel-ulusal birikimi kendini açığa vurdu, çok değişikevrelerden geçti ve bugüne kadar süregeldi. Bunakendi yönünden zaman zaman Alevi kitlelerininmezhepsel ezilmişlik ve bunun ürünü demokratikistemler üzerinden yaptığı çıkışlar eklenebilir. Fakat buetkin ve büyüyen bir kitle dinamiğinden çok yıldan yılagerçekleşen barışçıl güç gösterileri sınırlarını aşamadı.

Denebilir ki Haziran Direnişi, yeni dönemde,alabildiğine heterojen bir tepki birikiminin kendinibirleşik, kapsamlı, etkili, soluklu ve uzun süreli olarakdışa vurduğu bir ilk büyük kitle hareketi oldu.Susturulmuş, sindirilmiş, atomize edilmiş, karşıdurmasını bilmeyen yığınların beklenmedik biçimdeetkin bir ayağa kalkışıydı bu.

AKP�karşıtlığı�ortak�paydası�

Direniş oldukça özgün bir vesile üzerinden patlakvermiş olsa bile asıl harekete geçirici etkenin AKPiktidarına karşı birikmiş tepki olduğu yeterince açık.Öfkeyle ayağa kalkmış kitlelerin baş hedefi AKPhükümeti, daha çok da hükümetin başı olarak TayyipErdoğan’dı. Ama Tayyip Erdoğan burada bir politikanın,bir programın, bir yönelimin, bir yönetimin de baştemsilcisi, yoğunlaşmış bir simgesidir. Dolayısıyla öfkeve tepki kişiye değil fakat onun simgelediği bütün bir

politika ve icraatadır. Direniş içinde sosyal konumu ve siyasal eğilimleri

bakımından heterojen fakat AKP karşıtlığı ortakpaydasında birleşmiş geniş bir kitle yer aldı.

Bunun içerisinde AKP iktidarının baskı, sömürü,yıkım ve yağma politikalarına karşı yıllarınhoşnutsuzluğu içinde bulunan başta işçi sınıfı olmaküzere farklı emekçi katmanlar var. Direniş bu yönüylebir sosyal-sınıfsal öfke patlamasıdır.

Öte yandan direniş içinde kendini cumhuriyetdeğerlerine bağlı sayan ama salt bundan da ibaretolmayan etkili bir laik tepki birikimi var. AKP çatısıaltında birleşmiş dinsel gericilik koalisyonu ortaçağartığı ideoloji ve normları, bunun gereği olan kurallarıve elbette bunun gerektirdiği yasakları, doğrudan yada dolaylı biçimler içinde topluma gitgide daha çokdayatıyor. Toplumda buradan gelen ilerici bir laik tepkivar ve bu sosyal tepki birikimi ile kesişmekle birlikteonu aşıyor da. Çok daha geniş, birbirinden farklı sosyalkatmanları kapsıyor demek istiyorum. Örneğin sosyalyönden nispeten rahat durumda olan bazı arakatmanlar da, modern yaşam biçimine bağlılıkları velaik duyarlılıklarından ötürü, hareket içinde etkinbiçimde yer almışlardır.

Yanısıra bu ülkede bir kemalist gelenek olduğunu,kemalist hareketin ileriye dönük adımlarınınoluşturduğu bir tarihsel, siyasal ve kültürel birikim vetoplumda kendini bununla özdeşleştiren önemlice birkesimin bulunduğunu da biliyoruz. Direniş içinde bukesimin küçümsenmeyecek bir yeri ve etkisi var.Bunlar laik kesimlerle kesişiyor ama onların tamamınıoluşturmuyor. Kemalist olmayan ama laiklikkonusunda hassasiyet gösteren kesimler de sözkonusuburada.

Direnişe kadınların etkili katılımı üzerinde çokduruluyor. Bunda cinsel ezilmişliğe karşı birikmiştepkinin kuşkusuz önemli bir rolü var. Bu tepkininAKP’nin kadın karşıtı icraatlarıyla özellikle büyüdüğünüde biliyoruz. Ama yine de bunu salt cinsel ezilmişliğetepkiye indirgemek yanlıştır. Kadınların bu nispetengeniş katılımında ekonomik, sosyal, siyasal, ulusal vb.bir dizi başka etkenin de önemli bir rolü var. Nitekimbu kadınlar aynı zamanda sosyalist, kemalist, sosyaldemokrat ya da Kürt yurtseveridir. Onların aynızamanda bir sosyal konumu ve bir siyasal kimliği,dolayısıyla bunun ürünü tutum ve davranışları da var.

Kadın katılımındaki nispi genişliği kendicephesinden gençliğin geniş katılımı tamamlıyor. Bubirçok bakımdan anlaşılabilir bir durumdur. Bunun biryanında Türkiye’deki gençlik hareketi geleneği, öteyanında gençlik için geleceğin gitgide daha karanlık ve

belirsiz bir hal alması gerçeği var. Ve elbette ezilen ulus konum ve kimliğinden gelen

bir tepki birikimi de var Haziran Direnişi bünyesinde.Kürt hareketinin olaylar karşısında aldığı tavır tümüyletartışmalıdır ve eleştiriyi fazlasıyla hak ediyor. Ama bu,bu ülkedeki ezilen ulus tepki birikiminin HaziranDirenişi’ne yansımadığı anlamına gelmiyor. Kürtlerinde özellikle büyük kentlerde bu harekete genel sosyal-siyasal nedenlerin yanısıra aynı zamanda ezilen uluskimliğinden gelen ulusal duyarlılıkları üzerinden deetkin biçimde katıldığını biliyoruz.

Dolayısıyla birilerinin, özellikle de burjuvayorumcuların hareketi salt bir yaşam tarzı tepkisiolarak yorumlaması dayanaktan yoksundur ve tümüylekasıtlıdır. Burada amaç hareketin sosyal-sınıfsalniteliğini gözlerden gizlemek, onu alabildiğine dar,güdük, dahası sınıflar üstü bir çerçeveye sıkıştırmak,böyle göstermektir. Elbette burada yaşam tarzısorunundan da gelen bir duyarlılık, buna yönelik de birtepki var. Ama bunun tüm ötekilerin içinde, onlarınözel bir boyutu olarak bir anlamı ve değeri var.

Heterojen�sosyal�bileşim�

Bu denli farklı sosyal, siyasal, kültürel tepkiyi içerenbir hareket doğaldır ki sınıfsal açıdan da heterojendir.Bu hareketi nitelemek için işçi sınıfı, küçük-burjuva yada orta sınıf türünden sıfatlar kullanmaya çalışmakanlamsızdır. Böylesi bir girişim tümüyle tek yanlıdır vedolayısıyla yanıltıcıdır. Sözkonusu olan bütün bukatmanları içeren bir harekettir. İşte bundan dolayı daHaziran Direnişi tam anlamıyla genel bir halkhareketidir. İşçi sınıfından başlayarak yarı proleterler,küçük-burjuvazinin farklı katmanları, orta burjuvazininbelli kesimleri hareket içinde yer almışlardır.

Bu denli farklı sınıf ve tabakalardan katılımlarınolmasının gerisinde, birbirinden farklı duyarlılıklar varkuşkusuz. Örneğin işçi sınıfının sınıf bilinçlikesimlerinin yanısıra Kürt yurtseveri, ezilen cins, genç,laiklik konusunda duyarlı ya da kemalist kesimlereyleme katılırlarken, dinsel ya da milliyetçi-şovengericiliğin etkisi altındaki kesimler dışında kaldı. Bupolitik davranış farklılığı öteki sınıf ya da katmanlar içinde aynı biçimde geçerlidir. Tüm bu sınıf ya dakatmanların ilerici-devrimci kesimleri hareketiçerisinde yer alırken gerici, dinci, şoven kesimleridışında kaldılar, dahası karşısında oldular.

Bütün bunlardan çıkan sonuç, hareketin sosyal vesiyasal açıdan heterojen bir hareket olduğudur. Buonun herhangi bir sınıfın esaslı biçimde damgasınıtaşımadığı anlamına da gelir. Haziran Direnişi’ndeherhangi bir sınıf harekete damgasını vuramadı.Hareket, heterojenliği içerisinde kendini bütünzenginliği ile sergilemiş oldu. Kimi yerlerde hareketinsınıfsal ve dolayısıyla siyasal rengi daha açık biçimdeortaya çıkmış olabilir. Ama toplamında onu kendiekseninde toplayan, ona kendi damgasını vuran birsınıf ya da siyasal akımdan sözetmek olanağı yoktur.Sosyal açıdan da siyasal açıdan da bu hareket bütün oheterojenliği içerisinde bir zenginlik olarak kaldı.

Bu onun hem gücü hem zaafıydı. Gücüydü; ziratam da bu sayede bu denli geniş bir güçler yelpazesiniiçerebildi, bu denli kitlesel olabildi. Ama öte yandanzaafıydı; zira bu heterojenlik hareketin açık biryönelimden yoksun, bulanık, dağınık, şekilsiz veörgütsüz kalışının da nedeniydi. Kendiliğindenpatlayan ve önderlik edebilme potansiyeli taşıyanbütün özneleri de hazırlıksız yakalayan bir hareketinbu durumda kalması şaşırtıcı değildir. Yine de hareketkendi koşullarında gösterebileceği başarıyı fazlasıyla

göstermiştir. Böyle bir hareketten bugününTürkiye’sinde daha büyük bir başarı beklenemezdi.Kimse ona önderlik edecek durumda değildi, zirakimsenin ne böyle bir gücü, ne de bunu olanaklıkılacak bir hazırlığı vardı. Büyük bir bölümüyle soldaböyle hareketlerin patlak verebileceğine inanç bilekalmış değildi, değil ki onu kucaklayacak bir hazırlıkiçinde olmak...

Halk�hareketi�ve�sınıfsal-siyasal�nitelik�

Bir halk hareketi pekala şu veya bu sınıfın ya dasiyasal akımın damgasını taşıyabilir. Kitle katılımındakisosyal heterojenlik bir halk hareketinin özel bir sınıf yada siyasal akımın damgasını vurmasına engel değil.Kürt hareketi bir halk hareketidir; zamanında küçük-burjuva devrimci demokrat bir kimlik hareketedamgasını vuruyordu, bugünse burjuva demokrat birkimlik... Tunus ve Mısır’da patlak veren isyanlar birerhalk hareketi idi; olayların seyrine bağlı olarakburjuvazinin belli fraksiyonlarının denetimine girdikleriölçüde ya da onlar tarafından kendi amaçlarıdoğrultusunda kullanılabildikleri ölçüde onlarındamgasını ya da hiç değilse onlardan belirli izler taşıroldular. Fakat Haziran Direnişi’ne bu türden belirgin birsınıfsal-siyasal damga vurulamadı. Şu veya bu sınıf yada siyasal akım bu direnişi kendi amaç ve hedefleridoğrultusunda yönlendiremedi, ya da ondan budoğrultuda yararlanmayı başaramadı. Bütünbunlardan çıkan sonuç, Haziran Direnişi’ni belirli birsınıf ya da siyasal kimlikle tanımlamanınolanaksızlığıdır. Kendiliğinden patlayan ve yarattığıbüyük sarsıntının ardından yine kendiliğindensönümlenen bir halk hareketinin kendine özgü biryönü oldu bu.

Burada tartışmada iki temel yanlış var. Bunlardanilki, Haziran Direnişi’ni bir “orta sınıf” hareketi olarakniteleyen yaklaşımdır. Hareket belirgin bir alt sınıflarkatılımına dayandığı halde bunu “orta sınıf” hareketiolarak niteleyenler, özellikle medya üzerinden önplanaçıkan görüntüden hareket ediyor olmalılar. Önplandagörünen bir takım figürler genellikle burjuvazinin altkatmanlarına ya da küçük-burjuvazinin iyi hallikesimlerine denk düşüyor. Ama bu görsel medyanıngetirdiği bir yanıltıcı görünümdür. Herşeye rağmenharekette etkin olan toplamında sol harekettir, bütüno çeşitliliği içinde sol hareket... Yılları bulan örgütlümücadeleci süreçlerden gelen, harekete de bununbirikimiyle katılan sol parti, örgüt ya da çevrelerdir. Vesol hareketimiz tüm yapısal zaaflarına rağmen hiç desalt bir “orta sınıf” hareketi değildir. Nesnel konumuylagenellikle küçük-burjuva bir kimliği temsil ediyor olsabile, herşeye rağmen emekçi katmanlara yakındır veişçi sınıfıyla açık bir gönül bağı içindedir.

Tersinden düşülen temel yanlış ise hareketiolgunlaşmış sınıf tepkisi olarak niteleyen yaklaşımdır.Hareketin genel tablosu gözler önündeyken bunu iddiaedebilmek anlaşılır şey değildir ama şaşırtıcı biçimdebazı sol aydınların iddiası budur. Buradaki en temelargüman, hareketin kent yağmasına, dolayısıyla daneoliberal saldırılara karşıt yönüdür. İlgili kimselerbunun bir sınıf tepkisi olduğu inancındalar. Ama busorunu alabildiğine basite indirgemektir.

Bu değerlendirmede hareketin heterojenliği, ortaburjuva ve küçük-burjuva ara katmanların buhareketteki etki ve ağırlığı gözden kaçırılıyor. Onlaraynı zamanda toplumun kültürlü ve bilinçli kesimleri.Dikkat ediniz, barışçıllık, örgütsüzlük, taleplerinsınırlılığı, sınıfsal tutum ve söylemlerden uzaklık,devrimci sloganlardan kaçınmak, hep bu kesimlerin

davranışı olarak kendini gösteriyor. Bu hiç de rastlantıdeğildir. Bu tutumda olanlar ne söylediklerini ve neyaptıklarını çok iyi biliyorlar. Hareketi sınırlamak içingösterdikleri gayret tam da bunun bir ifadesi. Hareketikendi tepki ve duyarlılıklarının sınırlarında tutmakistiyorlar. AKP karşıtlığı, laiklik, yaşam tarzı vb.sınırlarda...

Bu harekete işçi sınıfının olgunlaşmış tepkisidiyenler, bu harekette neden işçi sınıfının herhangi birsosyal-sınıfsal talebinin ya da siyasal şiarının gündemegelmediği sorusuna yanıt veremiyorlar. Hareketinderinliklerinde elbette sosyal istemler, radikal siyasalşiarlar yer almıştır. Ama hareketin genel görünümüiçerisinde AKP karşıtlığı, kent yağması öne çıkıyor. Kentyağmasına karşı olmak için hiç de salt proleter olmakgerekmiyor. Küçük-burjuvazi, onun üst katmanları,hatta burjuvazinin alt katmanları da bu kadar sınırsızbir yağmaya pekala karşı çıkabilirler. Avrupa’da bütünyeşilci hareketler burjuvazinin alt katmanlarınındamgasını taşıyorlar. Ama dikkat ediniz, sorunu hepsistemin içinde çözmeye çalışıyorlar. Çevrecihareketlerde büyük bir çevre duyarlılığı var, kentyağmasına karşı bir tepki var. Onların da tekellerinsınırsız kar hırsına karşı belli itirazları var. Ama tekelcikapitalist düzenin kendisine temelde bir itirazları yok.

Haziran Direnişi farklı sınıf ve katmanlardan insangruplarının katıldığı büyük bir halk hareketidir. Bunedenle ben burada, kendiliğinden patlayan ve bukendiliğindenlik içinde gelişimini sürdüren, şu veya busınıfı temsil etmek yeteneğindeki siyasal öznelerinhazırlıksız olduğu bir harekette özel bir sınıf damgasıaramanın bir mantığını göremiyorum. Ardından daekliyorum, herşeye rağmen küçük-burjuvazi, onun altve üst katmanları daha bilinçli, daha kültürlü, dahaetkili, daha inisiyatiflidirler. Kitle katılımında etkili birrolleri olmasa bile, bu direnişe ivme kazandırmadasözü edilebilir bir müdahalede bulunmasalar bile,onlar gene de hareket içinde önplana çıkmakta belliüstünlüklere sahiptirler. Nitekim bundan kaynaklananbir yanılsama ile kimileri hareketi “orta sınıf ” etiketi iletanımlıyorlar.

Oysa bu hareketin yükünü taşıyanlar, şiarlarınıformüle edenler, direnme ruhunu ve kapasitesinioluşturanlar, emekçi katmanlara yakın sol siyasalakımlar. Bu da onların bir biçimde ağırlığını gösteriyor.Ölenler gençler, genç işçiler. Çünkü en önde ve enuzlaşmaz bir biçimde onlar dövüşüyorlar. Bu, işçisınıfından, emekçi katmanlardan buna katılan gençkesimin savaşma, direnme kararlılığının bir göstergesi.

Bunu ne için yaptığının bilincinin de bir göstergesi. Haziran Direnişi’nde özel bir sınıf damgası aramak,

şu veya bu sınıfın damgasını taşıyor demek, buhareketin heterojen ve kendiliğinden karakterinianlayamamanın, onun gücünü ve güçsüzlüğünüoluşturan o kendine özgü yönünü gözden kaçırmanınbir ürünüdür.

Az çok gelişmiş, kendini bulmuş bir kapitalisttoplumda, burjuvazi, küçük-burjuvazi (kent ve kırsalkesimleriyle) ve işçi sınıfından oluşan üç temel sınıfvar. Fakat bu temel bilimsel olgu, bu sınıflar arasındakatmanlar olmadığı anlamına gelmiyor. İşçi sınıfı ileküçük-burjuvazi arasında arada yarı-proleterlerlekesişen bir takım katmanlar, küçük-burjuvaziyleburjuvazi arasında bir takım katmanlar, burjuvazininalt kesimleri var.

Bu katmanlar kavramının önemini tam olarakdeğerlendirebilmek için, işçi sınıfı içerisindekikatmanlaşmanın tarihteki ve günümüzdeki siyasalsonuçlarına bakmak yeterlidir. İşçi sınıfının ayrıcalıklıkatmanları devrimler tarihinde sosyal-şovenizmin,emperyalist burjuvazinin politikalarına alet olmakanlamında sosyal emperyalizmin, reformizmin,devrimin karşısına dikilmenin dayanağı olabilmişlerdir.Düşünün ki işçi sınıfının kendi içindeki katmanların bilebir önemi var. Özellikle kapitalist bir ülkede buayrıcalıklı katmanlar belli siyasal akımlar üretmişlerdir.Olgun biçimiyle II. Enternasyonal tam olarak budur.Sınıfın kendi bünyesindeki katmanlaşmanın böylesonuçları olabildiğine göre sınıflar arası katmanlargerçeğinin haydi haydi önemi büyüktür. İşçi sınıfındançıkıldıkça küçük-burjuvaziye doğru yükselen, küçük-burjuvaziden çıkıldıkça burjuvaziye doğru büyüyen...Yani sınıflar arasında bir geçişkenlik, bu geçişkenliğisağlayan bir dizi ara katman var. Haziran Direnişi’ndede bu olgu tüm açıklığıyla görülüyor.

Parti raporlarında, işçi sınıfının ağırlıklı olduğusemtlerde hareketin daha zayıf ama nispeten iyi halliküçük-burjuva kesimlerin oturduğu bölgelerde dahaetkin ve kitlesel olduğu bilgisi yer alıyor. ÖrneğinEsenyurt’ta en fazla beşyüz kişi harekete geçirilebiliyor,ki onbinlerce işçinin oturduğu bir işçi semtidir. Azaşağıda Avcılar, nispeten iyi halli kimselerin ağırlıklıolduğu bir yerdir, ama eylemler orada onbini-yirmibinibulabiliyor. Hareketin kalbi Kadıköy’de atıyor. Kadıköybugün ara katmanların, iyi halli küçük-burjuvazinin,onun üst kesimlerinin oturduğu ayrıcalıklı bir bölgedir.Aynı şey kısmen Beşiktaş için de geçerli. Proleterlerinbu gibi semtlerde artık kalmadıklarını, sanayi ile

birlikte kentlerin dışına ya da eteklerine atıldıklarınıbiliyoruz.

Dolayısıyla, buna olgunlaşmış sınıf hareketidiyenler, ciddi bir teorik yanılgı taşıyor olmanınötesinde sonuçları bakımından sorunlu bir siyasalargüman ileri sürmüş oluyorlar. Bütün küçük-burjuvakatmanları alıp işçi sınıfı torbasına atmak, işçi sınıfınıanlamsızlaştırmak, onu devrimci bir sınıf yapan temelöğeleri böylece boşa çıkarmaktır.

Siz küçük-burjuvazinin, hele de bu azgın neoliberalsaldırı döneminde, yarının proleter adayı olduğunusöyleyebilirsiniz. Gençliğin geleceksiz olduğundanhareketle bugünün gençlerinin, liselilerin ya daüniversitelilerin yarının işçi sınıfı bireyleri olduğunu dasöyleyebilirsiniz. Fakat bunları söylemek bu kesim yada katmanların bugünden proleter oldukları anlamınagelmez. İşçi sınıfının bu toplumdaki potansiyellerine yada asıl anlamını gelecekte bulabilecek olanrezervlerine işaret etmek ile kendisini birbirinekarıştırmak çok ciddi bir teorik yanılgıdır ve siyasalsonuçları bakımından da tehlikelidir. Teorik olarakyanlıştır ve siyaseten de işçi sınıfı ekseni dediğimiz otemel sorunu bulandırıp karartmaktır.

Marksist olmak iddiasındaki bazı aydınlar bukonuda ölçüyü o kadar kaçırıyorlar ki, günümüzdesanayi işçi sınıfının artık fazlaca bir anlamı kalmamıştır,halen herşeye rağmen bir anlamı varsa bile bunu dagiderek kaybetmektedir, yerini etkinliğini daha çoksanal alanda, dijital ağlarda, bilişim tekniklerinehakimiyette gösteren yeni türden bir işçi sınıfıfraksiyonuna bırakmaktadır, diyebiliyorlar. Bu böyleyseeğer, kapitalizm sonsuza değin egemen kalacakdemektir. Bir kere tanımladıkları katmanların çoğuüretken konumda bile değil. Tersine, burjuvazininüretken işçi sınıfı üzerinden sömürerek elde ettiği artıkdeğerden pay alan kesimler. Kendi tanımlamalarıiçinde var; bunlar burjuvazinin denetim ve disiplinmekanizmalarının içerisinde yer alıyor, artık-değerinçoğaltılması ve üretimin hızlandırılması süreçlerindeönemli rol oynuyor diyorlar. Bununla sözünü ettiklerikatmanların günümüz teknolojisine hakimiyetlerinianlatmış oluyorlar aynı zamanda. Teknik her zamanburjuvazinin bir parçası olan ya da onun denetimindebulunan unsurların elindedir. Bu ara burjuvakatmanlardan “işçi sınıfının geleceği elinde tutan yenibir fraksiyon”u türetmeye kalkmak aydın fantezisininbir sınırı olmadığını gösterir en fazla.

İşçi�sınıfı�ve�küçük-burjuva�demokratizmi�

Haziran Direnişi’ne işçi sınıfının örgütlü bir güçolarak katılmamış olması, tam da hareketin yapısalzayıflığının bir göstergesidir. Zira işçi sınıfı direnişinoluşturduğu hareketi en sağlıklı biçimdeayrıştırabilecek yegane güçtür. İşçi sınıfının direnişeaçık sınıf kimliği üzerinden, üretim birimleri planındakatılması, olduğu kadarıyla burjuva ara katmanlarınçoğunu hareketin dışına iterdi. Zira sınıfın bu türdenbir varlığı harekete belirgin bir sosyal-sınıfsal görünümkazandırır, böylece hareket içindeki burjuva katmanlarıda buna uygun bir tutum ve tercihe yöneltirdi.

Bu aynı gerçeğin bir de öteki yüzü var. Bugünharekete salt burjuva demokrat sınırlarda, AKPkarşıtlığında, hak ve özgürlükler mücadelesisınırlarında katılan emekçi katmanlar, işçi sınıfınınetkin katılımı durumunda bu dar çerçevenin ötesinegeçerlerdi. Bu katmanlar işçi sınıfını arkasındansürükleyemez ama işçi sınıfı onları rahatlıkla sürükler.Onlar işçi sınıfına güven veremezler ama işçi sınıfıonlara güçlü bir biçimde güven verir. Sorun, bu

katmanların işçi sınıfının davasına katılmayacağı,geleceğin toplumsal devriminde yer almayacaklarıdeğil, fakat işçi sınıfının davasını onun adına temsiledemeyecekleri, yürütemeyecekleri veyönetemeyecekleridir. Bunlar toplumsal devriminmotor gücü olamazlar, ancak eksenini işçi sınıfınınoluşturduğu bir toplumsal devrime şu veya bu şekildekatılabilirler.

Küçük-burjuva katmanların bugünkü umutsuzluğuişçi sınıfının dünden bugüne süren edilgenliğindengelmekteydi. Onlar bugün kendilerini bir parça ortayakoydular, bununla bir özgüven kazandılar. Ama onlarınsıradan bireylerini bir yana koyarak siyasaltemsilcilerine baktığımızda, toplumudemokratikleştirme çizgisi dışında bir şeysöylemediklerini görüyoruz. Gezi Direnişi’ni Türkiye’yidemokratikleştirmenin motoruna çevirelim diyorlar,neredeyse koro halinde. Hiç kimse devrimden,sosyalizmden, kapitalist mülkiyet ilişkileri ileemperyalist egemenliğin tasfiyesinden sözetmiyor. Buhareketi Türkiye’yi demokratikleştirmenindinamizmine çevirebiliriz diyorlar. EMEP ve ÖDP baştaolmak üzere Türkiye’nin reformist solunun HaziranDirenişi’nin sunduğu imkanlara ve geleceğe bakışı bu.

Bu, Türkiye’nin bugünkü burjuva siyasal düzeninikendi zemini üzerinde demokratikleştirmek çizgisidemektir. Ama bu devrimci açıdan hiçbir şey demekdeğildir. Burada devrimci olan bir şey yok. Ziradevrimci siyaset sınıf ilişkileri ve çatışması alanınadayanır. Siz çatışan sınıfları karşı karşıya koyacaksınız,özgürlükler ile despotizmi değil. Mevcut siyasal sistemikendi temelleri üzerinde demokratikleştirmeniz temelsınıf ilişkilerini herhangi bir biçimde etkilemez, sınıflaryerli yerinde kalır.

Yeni bir tarihsel dönemden, bir büyük tarihselçalkantı dönemine girişten sözediyoruz. Bu dönemburjuva düzen tabanı üzerinde demokrasiye gidişdönemi değil. Tam tersine, neoliberal yağma için,emperyalist savaşlar için despotik devlet gerekli,gelinen yerde gerekliden öteye zorunlu. Köklü burjuvademokrasilerinin bile polis rejimine evrilmekte olduğubir yeni dönemin içindeyiz artık. Bu kuşkusuzdemokrasi uğruna mücadelenin önemini ortadankaldırmaz, ama bu mücadelenin artık herzamankinden daha çok toplumsal devrim mücadelesiiçinde ele alınmasını gerektirir. Demokrasimücadelesini sosyalizm uğruna mücadele içindeanlamlandırmanızı gerektirir. Sorunu böyle ele

aldığınızda, mücadeleyi sınıfsal bir ekseneoturttuğunuzda ise hareket zaten saltdemokratikleşme sınırlarında kalamaz. Salt siyasalözgürlükler uğruna harekete geçmek her zaman küçük-burjuvazinin dar ufkudur. Demokratizm onunprogramıdır.

Kapitalist bir toplumda işçi sınıfının sınıf programıise toplumsal devrim ve sosyalizmdir. Başka sınıflarınardından sürüklenmediği sürece, onların temsilcisisiyasal akımlara alet olmadığı sürece, işçi sınıfınınkapitalist sınıf ilişkilerinin egemen olduğu birtoplumdaki programı budur. Bunun esası ise burjuvasınıf egemenliğinin yıkılması ve kapitalist mülkiyete elkonulmasıdır. İşçi sınıfı sınıfsal konumu gereği kendinisermaye sınıfına karşıtlık içinde tanımlar, mücadeleside buna yönelir. Sıradan direnişlerin bile ortak sloganıolan “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!” söylemibunun en popüler bir ifadesidir. Burada tüm sadeliğiiçinde siyasal değil fakat sınıfsal bir tanım var. Sınıfınkarşısında sınıf var burada. İşçi sınıfının birliği sermayeegemenliğini yenecek anlamına gelir. Bu henüz ilkel birbilinçtir ama belirli bir sınıfsal konumun doğasındangelmektedir. Bu, bir sınıfın kendini bir başka sınıfınkarşısına koymasıdır.

Haziran Direnişi’nde etkin bütün küçük-burjuvaöğelerin hareketi hep geriye çekmeye çalışmalarıdikkate değer bir tutumdur. AKP karşıtlığı, siyasalözgürlük istemleri, genel olarak demokrasi talebi,yaşam tarzı hassasiyeti, çevre hassasiyeti, kadınhakları... Bunları sınıf ekseninden kopardığınızda, herbirini kendi içinde bir reform istemine indirgemişolursunuz. Bu ulusal sorun için de geçerlidir. Ulusalsorunu toplumsal devrim ekseninden kopardınız mı,en iyi durumda onu devrimci demokrat, çoğudurumda ise burjuva demokrat bir programaindirgemiş olursunuz. Ulusal özgürlüğü iyi kötü eldeeder, ama kurulu düzenin sınırları içinde kalırsınız. 20.yüzyılın zengin ulusal hareketler deneyimi bunu bizetüm açıklığı ile gösteriyor. Cezayir’den Güney Afrika’yakadar. Güney Afrika’da son yirmi yıldır siyahlarınmücadelesine önderlik eden parti iktidardadır, amaaynı Güney Afrika bugün hala dünyanın gelir uçurumuen keskin olan ülkesidir. Bunun bütün bir acısını dadoğal olarak siyah işçi sınıfı ile emekçiler çekiyor. Bu,ulusal özgürlük mücadelesini toplumsal devrimmücadelesinden koparan her ulusal hareketinkaçınılmaz akibetidir.

Geriliğin�teorisi�

Haziran Direnişi, uzayıp giden bir nispi sosyaldurgunluk döneminin üzerine milyonlarca insanınkatılımıyla gelen büyük bir toplumsal patlama oldu. Buçapta bir patlamanın genel açıdan olduğu kadarTürkiye’nin bugünkü özel siyasal koşulları bakımındantaşıdığı önem yeterince açıktır. Fakat gene de budireniş aynı zamanda yeni döneme yalnızca bir ilkbasamaktır. Etkili bir patlamadır, uzun süreli birbirikimin üzerine geldiği için; ama yine de bu bize,onun yeni döneme henüz yalnızca bir ilk önemlibasamak olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Yenihareketler bunun üzerine gelecektir. Bu bir alandüzleme, dinsel gericiliğin yarattığı bunaltıcıatmosferin ardından bir tür soluklanma hareketidir.Bu, birçok çevrenin de tekrarlayıp durduğu gibi, birözgüven kazanma hareketidir. Bir şeyler yapabilirmişizdiyebilme hareketidir. Ama hala yapılacak çok şey var.Direnişin temel bir şiarı bu açıdan fazlası ile anlamlıdırve direnişi yorumlayanların bilincinin de ilerisindedir.“Bu daha başlangıç, mücadele sürecek!” diyorsözkonusu şiar. Gerçekten bu daha başlangıç! O zamanhenüz başlangıç halindeki bir hareketten çok derinteorik sonuçlar çıkarmanız gerekmiyor, sözü burayabağlıyorum. Buna yeltenirseniz eğer, bu sizi hareketingeri bir basamağı üzerinden teori yapmaya götürür veböylece geriliğe mahkum eder.

Bundan dolayıdır ki, başka bakımlardan zamanzaman yerinde ve yararlı şeyler söyleyebilen bazı solaydınlar, bu harekete ne bir program, ne bir yön, ne deörgütsel bir şekil gerekli; bu hareketin yönü de var,programı da var, şekli de var; solun yapması gereken,ondan öğrenmek ve onunla bütünleşmektir, bizi dekabul et saflarına demektir, diyebiliyorlar. İşte bugeriliğin teorisidir. Hareketi yücelteyim derken,hareketin en temel eksikliklerini ve ihtiyaçlarını gözdenkaçırmaktır.

Biz Haziran Direnişi’nin tam da sosyalkarakterinden dolayı ciddi zaaflar içerdiğini debiliyoruz. Gezi’de, Gündoğdu Meydanı’nda nelerolduğunu da biliyoruz. Biz partiyiz, eylemleriniçindeyiz. Şu an partinin elinde Gezi Direnişi ile ilgiliçok sayıda yerel rapor var, hareketin gücü ve imkanlarıkadar sınırlarını ve zaaflarını da veren... Herkendiliğinden hareketin temiz bir yanı, siyasal akımlarıaşan diri ve dinamik özellikleri olur. Ama bu hiçbirbiçimde bu türden hareketlerin geriliğini, buradangelen yapısal zaaflarını görmemize engel değil. HaziranDirenişi belli bakımlardan sol hareketi aşmıştır, bu birgerçek. Ama yalnızca yıpranmış, umutsuz, edilgen birsolu... Öte yandan da aynı direniş bilinçli birönderlikten ve hareketin ihtiyaçlarına yanıtverebilecek bir örgütlülükten yoksunluğun ne demekolduğunu da göstermiştir.

Bazı pek akıllı insanlar, hareketin o kendiliğindenpatlama dinamiğinden ve buradan gelen özgürinisiyatifinden hareketle ciddi ciddi örgütsüzlüğünteorisini yapmaktadırlar. Anti örgütçülük, antimerkezcilik, anti programcılık!.. Bu, bu gibi durumlardaküçük-burjuva aydınlarının hiç de ciddiye alınmamasıgerektiğini de gösteriyor, kendileri marksist olmaiddiasında olsalar bile. Bu, her şiddetli sarsıntıdaonların kafalarının böyle karıştığının, hareketin onlarındüşünme gücünü kendi girdabına aldığının da birgöstergesidir. Bundan dolayı bu gibi durumlardamarksist olmak iddiası taşıyan küçük-burjuva aydınınıçok ciddiye almamız gerekmiyor.

Haziran Direnişi’nin en temel ihtiyacı tam daörgütlülüktü. Tabii ki burada sözkonusu olan

bürokratik örgütlülükler ya da şu veya bu siyasalhareketin o dar örgütsel mengenesine hareketisığdırmak değildir. Kaldı ki bu hiçbir biçimde mümkünde değildir. Devrimci bir parti bu hareketin önünedüşebilseydi, tüm öteki gerçekleri ve duyarlılıklarıgözeten ve kucaklamasını bilen bir esnekliği göstermekzorundaydı. Direnişe güç katan farklı eğilimleridışlayacak ya da onların safları terk etmesine yolaçacak davranışlardan özenle kaçınmak, bunun yerine,onları mümkün mertebe kendi yedeğine almayısağlayabilecek bir esnekliği göstermek durumundaydı.Bu onun önderlik yeteneği ve başarısının da birgöstergesi olurdu. Bu esnekliği göstermek zorunluluğuile önderlik ve örgütlenme ihtiyacını reddetmek,tümüyle farklı şeylerdir.

Haziran Direnişi’nin soluğu bir bakıma tam dadirenişe örgütlü güçlerin katılımından geliyor.Bakıyorsunuz İstanbul’un bir semtinde binlerce kişibirikiyor. Birkaç genç devrimcinin yön vermesiyle bukitle bir yere, bir yöne doğru akıyor. O birkaç inisiyatifligenç devrimci olmasa, harekete yön vermese, birikenkitle ne yapacağını pek bilemeden kalabiliyor.Duyduğu öfke ile, olayların sağladığı etkileşim ilesokağa dökülüyor. Ama ne yapacağını, ne tarafayönelebileceğini bilemeyebiliyor. Zira şekilsiz veörgütsüz yığınlardır burada sözkonusu olan. Elbette butürden kitlesel çıkışlar kendi içerisinden kendiönderliklerini çıkarabilir. Ama bildiğimiz pek çokdurumda bunu pek göremiyoruz. Bu, harekete geçenkitlelerin örgütsüzlüğünü, yönsüzlüğünü, dolayısıyla dayakıcı önderlik ihtiyacını gösteriyor.

Kitleler tepki vermek istiyorlar, ama bu tepkiyialacak, ona şekil verecek, ona yön verecek, ona bilinçlibir örgütlülük kazandıracak olan, her zaman devrimciöznelerdir. Biz marksistler örgüt biçimlerinin tam damücadele biçimlerinden çıkacağını biliyoruz. Mücadelebiçimlerini ise kitle hareketleri ortaya çıkarır. Bunlarkitlelere yapay tarzda empoze edilemez. Hareketingelişme düzeyini ve aldığı biçimleri kitle hareketinindinamiği belirler. Ama ona bilinçli bir ifade vermek herzaman devrimci öznenin işidir, bunu ancak obaşarabilir.

Bütün o heterojenliği, dağınıklığı, zenginliği,çeşitliliği içerisinde aslında hareket çok saydam, bütünyönleri ve bütün sorunlarıyla. Onu bulandıran sadecekafa karışıklığının ürünü yorumlar oluyor. Hareketin neolduğu, özellikleri, sınırları, imkanları, zaafları apaçıkortada. Kafa karışıklığı nesnel tablodan değil fakatöznel öğenin onu algılama tarzından çıkıyor.

Hareket alt düzeyden üst düzeye, basitten

karmaşığa, geri biçimlerden ileri biçimlere doğru

gelişir. “Bu daha başlangıç!” diyor o direnen kitleler. Bu

başlangıçta bir dizi gerilik de kaçınılmazdır. Müthiş

kitle katılımı bu hareketin gücünü gösteriyor. İlk

günlerdeki o müthiş direnme ve yeri geldikçe çatışma

kararlılığı çok önemlidir. O olmasaydı hareket bu

soluğu zaten kazanamazdı. Yine de tüm bunlar bir

başlangıç çıkışının tüm zaaf ve yetersizliklerini

unutturmamalıdır. Hele de devrimci önderlik iddiası

taşıyan devrimci öznelere.

Hareketin�sınırları�ve�hareketi�sınırlayanlar�

Hareketin ne olduğu, nasıl nitelenebileceği bir

başka tartışma konusu. Direniş mi, isyan mı,

ayaklanma mı soruları var ortada. Bu soruların yanıtı

da basit ve tek biçimli değildir. Gerçekte burada da

karmaşık bir olgusal gerçeklik var. O ilk günlerin

direnme, alan tutma, çiğneyip geçme kararlılığına

baktığınız zaman, buna bir tür isyan diyebilirsiniz.

İstanbul’un ilk birkaç günü, İzmir’in ilk üç günü

örneğinde olduğu gibi... Ama hareket genel planda bir

halk direnişi formunu almış, bu sınırlarda kalmıştır. Zira

AKP iktidarı hareketin başlangıçtaki kararlılığı

karşısında kendi yönünden yerinde bir tutumla esnek

davrandı ve geri çekildi. Böylece de hareketin daha da

radikalleşmesini engellemiş oldu. Geri çekilmeseydi

kitle katliamlarına varabilecek bir sertliğe yönelmesi

gerekirdi; ama bu da hareketin o ilk günlerdeki

dinamizmi karşısında ters teper, olaylar kontrol

edilemez boyutlara sıçrar ve bu da tümüyle meşru

olurdu. Ama hükümet yapısal yetersizliklerini de

görerek, geri çekilme durumunda hareketin de daha

geri sınırlara çekilmek zorunda kalacağı hesabıyla

hareket etti ve sonuç beklediği gibi de oldu.

Bu tutumun ardından, tam da devletin umduğu

gibi, hareket içinde etkin küçük-burjuva öğeler onu

belli sınırlarda tutmak için çok özel bir gayret sarfetti.

Taksim Dayanışması’nın bu konudaki tavrı tek

kelimeyle utanç vericidir. Aman pankart asmayalım,

kızıl bayrak taşımayalım, devrim ve sosyalizm

sloganları atmayalım, barikatları kaldıralım, vb., vb...

Kim yapıyor bunu? Bilinçli ve örgütlü küçük-burjuvazi.

Kimler bunlar? ÖDP’li, EMEP’li, TKP’li kadrolar. EMEP

genel başkanı bir röportajda, tabii ki biz de “vurdulu

kırdılı şeyler”e karşıyız diyor. Buradaki dil bile

burjuvazinin o bildiğimiz dili. Ne demek “vurdulu kırdılı

şeyler”? İlk günlerde polis terörünün o azgınlığına karşı

kitleler her yolla direndiler ve bu her bakımdan meşruidi. Sonra Taksim Meydanı’nı barikatlarla çevirdiler,polis araçları da dahil ne buldularsa koydularbarikatlara. Bu mudur vurduluk-kırdılık? Böyleyapmakla birileri keyfi biçimde vurdu-kırdı mı yapıyor?Hareketin sertliğini, biçimlerini, yöntemlerini bizzathareketin gelişme seyri ve yaşanan çatışmanın mantığıbelirliyor. Etki ve tepki! Karşı taraf geri çekilincesonuçta hareket de daha yumuşak biçimlere geriliyor.Ama siz bir de yumuşamanın teorisini yapıyorsanız,böylece hareketi daha da gerilere çekmeyeçalışıyorsunuz demektir. Kitleler Taksim’in girişlerinebarikatlar kurmuş, bunlar meşru bir kazanımadönüşmüş, her an gelebilecek sinsi bir saldırıya karşıbir önlem olarak. Ama siz bu barikatların varlığındanrahatsızsınız, zira bunun sonuçlarından korkuyorsunuzve bu nedenle de bir an önce kaldırılmasınıistiyorsunuz. Bu utanç verici tutuma komünistler, HÖCve bir-iki başka grup dışındaki bütün bir sol dahil. Biran önce barikatların kaldırılmasını istiyorlar korohalinde. Çünkü barikatların kalması o barikatlarısavunma, o barikatın önlerinde dövüşme sorumluluğudemektir. İstemedikleri, kaçındıkları, korktukları bu...Haziran Direnişi içinde solun konumu ve tutumunagelmiş değilim henüz, bunun üzerinde ayrıcaduracağım. Burada, hala hareketin aldığı biçimler vebunun karşısında siyasal öznelerin rolü üzerindeduruyorum. Sola ilişkin değinmelerim de busınırlardadır.

Haziran Direnişi’nin sosyal bileşiminden kalkarak,Türkiye’de küçük-burjuvazinin ağırlığı, demokrasisorununun önemi, demokratik devrim programınınzorunluluğu diyen var mı bilmiyorum. Varsa eğer,böylelerininki boş ve umutsuz bir çabadır. Bakınız,hareket küçük-burjuvazinin etki sınırları içerisindekaldığı zaman bir sosyal şiar bile yükseltemiyor.Eskiden, ‘70’li yıllarda demek istiyorum, hiç değilsekomprador kapitalizme karşı, emperyalizme karşı birtavır vardı, köylü-toprak devriminin ifadesi şiarlarvardı. Bugün artık bunlar yok. Hareketin en ilerisloganı denebilir ki “Faşizme karşı omuz omuza!”dır.Bu ise devletin baskı ve terörüne karşı direnmekararlılığını dile getiren bir şiardır. BugününTürkiyesi’nde buna burjuvazinin belli katmanları bilekatılabilir. Zira “Faşizme karşı omuz omuza!” buradadaha somut olarak despotik AKP iktidarının baskı veterör rejimine karşı mücadele istemini dilegetirmektedir. Yani o genel şiarın bugünkü somutlukta

karşılığı AKP’nin keyfi polis rejimine karşı direnmemeşruluğudur. Buna bugünün koşullarındaburjuvazinin belli katmanları bile onay verebiliyor.Ama bu aynı zamanda hareketin sınırlarını dagösteriyor. Avrupa’dan ve ABD’den gelen olumlutepkileri de gözardı etmeyiniz. Bu emperyalistmihraklar olup bitenleri hemen “limitler”i aşmışbulunan AKP’yi terbiye etmenin bir imkanınaçevirmeye kalktılar. Zira hareketin belli sınırları var vebunu onlar herkesten daha iyi görüyorlar. Hareketinemperyalizme ve siyonizme karşı formüle edilmiş açıkve etkin bir şiarı yok. Hareketin sermayenin sınıfegemenliğine yönelik herhangi bir söylemi yok. HedefAKP iktidarı ve onun başı olarak Tayyip Erdoğan. Busınırlılığı emperyalist mihraklar tüm açıklığı ile dahabaştan gördüler ve harekete karşı hayırhah bir tutumiçine girdiler. Ondan AKP’yi yeniden “limitler içine”çekmek için yararlanmaya baktılar.

Çevrecilik�ve�işçi�sınıfı�

Kent rantlarına karşı olmak kendi başına kimseyianti-kapitalist yapmaz. Korkut Boratav, MustafaSönmez gibi aydınların yanılgısı bu. Nedir kent yağmasıdiye soruyor ve neoliberal azgınlığın bir görünümüdiye yanıtlıyorlar. Ardından neoliberal azgınlığınkarşısına işçi sınıfı ideolojisini koyuyorlar ve buradanda anti-kapitalizme bağlıyorlar. Bu çok düz, çok basit,aynı anlama gelmek üzere çok yüzeysel bir mantık.Tekellerin bu tür bir doğa yağmasına karşı dünyadaotuz yıldır küçük-burjuvazi ile burjuvazinin altkatmanları muhalefet ediyorlar. Batıdaki yeşilci-çevrecihareket tam da budur. Ama bu aynı hareket aynızamanda kapitalist düzenin sağlam dayanaklarındanbiridir, onun doğum yeri olan Almanya’da en açıkörneğini gördüğümüz gibi. Anti-kapitalist olmak biryana her türden kapitalist politikanın aleti de oluyorbu aynı hareket. Almanya ikinci emperyalist savaşsonrası dönemde dışarıya ilk askeri gücünü tam daYeşiller’in ortağı olduğu bir hükümet dönemindegönderdi. Hükümetin dışişleri bakanı Yeşiller’inlideriydi ve bu işi yaparken Alman tekelleriningözdesiydi. Almanya’nın etkin bir savaş gücü olarakyeniden dünya sahnesine çıkması Yeşiller’in ve sosyal-demokratların ortak hükümeti döneminde gerçekleşti.Bu aynı zamanda anti-kapitalist bir programdankoparılmış bir çevreciliğin, rant yağması karşıtlığının,feminizmin, ulusalcılığın (ezilen ulus duyarlılığıanlamında), düşünce özgürlüğünün, insan haklarısavaşçılığının sınırlarını gösteriyor. Bunlar anti-

kapitalist bir programa bağlanmadıkları ölçüde budüzenin sınırları içerisindeki tepkilerdir, bu düzenonları her zaman maseder, sonuçta terbiye ederekkendine bağlar. Bu türden akımlar kurulu düzeninkarşısına çıkamazlar. Kapitalist sınıf düzeninin karşısınaçıkma konum ve dolayısıyla yeteneği olan biricik sınıf,işçi sınıfıdır. Bilimin ve tarihin açıklıkla ortaya koyduğugibi.

Ama çok sözünü ettiğiniz işçi sınıfı da hareketiçinde yoktu ki diyebilir bazıları. Evet, işçi sınıfı örgütlügücüyle Haziran Direnişi’ne katılamadı. Ama işçi sınıfıbu ülkede ‘87’den beri direniyor. Haziran Direnişi’ninhemen öncesinde metal işçileri olarak direniyordu,Hava işçisi olarak direniyordu, direnişten hemen sonratekstil işçisi olarak direnmeye devam etti. İşçi sınıfı buülkede her zaman hareket halindeydi. HaziranDirenişi’nde etkin bir şekilde yer alamadı. Zira o kenditepki birikimini sınıfsal duyarlılıkları üzerinden herzaman bir biçimde dışarı vuruyordu. Küçük-burjuvazinin çok hassas olduğu bazı konularda ise işçisınıfının hassasiyeti halen zayıftır. Çevrecilik bunun birörneğidir. Çevreci duyarlılık işçi sınıfı saflarındahalihazırda son derece zayıftır ve bu da onun genelbilinç geriliğinin bir yansımasıdır. Ama işçi sınıfı nesneltoplumsal konumuyla kurulu sınıf düzeninin karşısınaçıkabilecek biricik sınıftır. Dolayısıyla kapitalizmindoğayı, çevreyi, bir bütün olarak gezegenimizi sonugelmez bir sermaye birikimi dürtüsü ve aşırı karhırsıyla hoyratça yağmalayıp tahrip etmesininüstesinden de gelebilecek biricik sınıf...

Öte yandan Haziran Direnişi içinde etkin toplumsalkatmanlar işçi sınıfına çok uzak da değiller. İşçi sınıfınınetkin bir biçimde harekete geçebildiği her durumda bukatmanların önemli bir kesiminden ona destekgelecektir. Kuşkusuz öteki bazı kesimler de karşısınageçecek, burjuvazinin yanında saf tutacaklardır.Halihazırdaki hareket bile henüz salt demokratikistemler sınırlarında kaldığı halde kendi içinde birayrışma yarattı. Bazıları, bizim için sorun üç ağaçmeselesiydi ama baktık ki bunu birileri hükümet karşıtıbir harekete çeviriyor, bunun üzerine biz yolumuzuayırmak durumunda kaldık diyebildiler. Bunu bellibireyler dile getirdiler; ama böylece, başlangıçtahareket içinde yer alıp da sonradan ondan kopanbelirli bir kesimin duygu ve düşüncelerini dile getirmişoldular.

Haziran�Direnişi’nin�gücü�ve�sınırları�

Haziran Direnişi’nde zor olan, onun gücünü değilfakat sınırlarını görebilmektir. Gücünü herkesgörebiliyor, üstelik çoğu durumda oldukça abartılı birbiçimde. Biz hareketi yerli yerine oturtmalı, sınırlarınave zaaflarına da açıklıkla işaret etmeliyiz. Ama bu bizihareketi küçümseme hatasına da götürmemelidir.Haziran Direnişi bugünün koşullarında muazzamönemde bir kitle hareketidir. Yarınki daha büyük, dahaetkili ve en önemlisi de devrimci kitle hareketlerininyolu tam da bu türden büyük toplumsal çalkantılarınoluşturacağı yeni atmosferle düzlenecektir. BugününTürkiyesi’nin böyle büyük bir toplumsal çıkışagerçekten ihtiyacı vardı. Hareketin etki ve sonuçlarızaman geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır. Demekistiyorum ki hareketin siyasal anlamını ve öneminihiçbir biçimde küçümsemeyelim, ama bunu onungücünü olduğundan öte boyutlarda görmeye devardırmayalım. Soldaki durum büyük bir bölümüylehalen bu.

Hareketi nitelik olarak da, güç olarak daolduğundan farklı görme eğilimi şu an tehlikeli bir

eğilim olarak duruyor. Oysa, düzen solu, burjuvazininbelli kesimleri, ABD, AB bu harekete hayırhah birtavırla yaklaşıyorlar, ona kontrolden çıkan AKP’yihizaya sokmanın bir imkanı olarak bakıyorlar. Kuşkusuzhareketin radikalleşmesinden korkuyorlar ama bellisınırlar içerisinde kaldığını, pek de kolaycaradikalleştirilemediğini, halihazırda bunubaşarabilecek devrimci öznelerin olmadığını dagörüyorlar. Halen bunun rahatlığı içerisindeler. Nezaman ki hareket belli sınırları aşmaya başlar, işte budurumda hemen açıktan karşısına geçer, AKP’yi heryolla desteklerler. Ama hareket mevcut sınırlardakaldığı sürece, AKP’yi terbiye etmeye fazlasıyla elverişlionlar için. Haziran Direnişi AKP’nin kurmaya çalıştığısınırsız siyasal ve kültürel tekele karşı bir çıkış ve butürden bir tekelden kendilerine göre nedenlerdendolayı onlar da rahatsız. AKP’nin ölçüyü kaçırdığını,bazı sınırları aştığını düşünüyorlar ve hareket busınırlarda kaldığı sürece ondan bu doğrultudayararlanmak istiyorlar. Bu nedenledir ki HaziranDirenişi’ni çevre, yaşam tarzı, kadın sorunu ve Aleviduyarlılığının en dar sınırlarında tanımlamaya özengösteriyorlar. Elbette kendi yönlerinden bu darsınırlarda tutmaya da çalışarak.

Haziran Direnişi’nde açık-seçik sınıfsal bir talep yok,net biçimde formüle edilmiş anti-emperyalist şiar yok.Daha da dikkate değer olan, sol parti ve gruplarınbunu fazlaca zorlamamış olmaları. Zira birçok kimsehareketin imkanları kadar sınırlarının da farkında.Kimse bu sınırları zorlamaya kalkmadı, bununhareketin birleşik gücünü dağıtacağından korktu.Hareketin AKP karşıtlığı ortak paydasında kalması buaşamada birçoklarına yeterli göründü. Ama işte bu dahareketin gerçek sınırlarını gösteriyor.

Bu böyle olsa bile bugünün Türkiyesi’nde hareketinbu sınırlarda kendisini dışa vurması da muazzam birönem taşımaktadır. Türkiye’nin bugünkü koşullarındabuna gerçekten ihtiyaç vardı. Bu gerçeği görmeli veönemsemeliyiz. Fakat bunun yalnızca önemli bir ilkçıkış olduğunu, asıl derinliği olan, giderek açık sınıfsalboyutlar kazanacak mücadelelerin böylesi çıkışlarındüzlediği zeminler üzerine geleceğini unutmaksızın.Bunun daha bir başlangıç olduğunu gözönündebulundurarak.

Haziran Direnişi’nin işçi sınıfı kitleleri üzerinde deoldukça olumlu bir etkisi olduğundan kuşkuduymamak gerekir. Ruh hali olarak, özgüven olarak,davranma yeteneği olarak. AKP işçi sınıfının geri vegerici kesimlerini kendi çizgisinde kemikleştirmeyekalksa bile bu böyle. Gericiliğin gücü edilgenliğingücüdür. Tayyip Erdoğan işçi sınıfının belli kesimlerini

gerici demagojik söylemleriyle sersemletse bile buetkin bir hareket olarak kendini dışa vurmaz. Oysa, buhareketten olumlu etkilenen işçi sınıfının ilericikatmanları davranma pratiği içine gireceklerdir. TayyipErdoğan’ın gücü edilgenliğin gücüdür, sandığıngücüdür. Onun için sandık, sandık, sandık diyor başkabir şey demiyor. Oysa Haziran Direnişi’nin ve onuizleyecek öteki çıkışların gücü mücadelenin gücüdür,sokağın gücüdür, davranmanın gücüdür. Bu nedenlebiz hareketin işçi sınıfının ilerici katmanlarınamücadele etme ruhu ve cesareti vermesi olgusunuönemseyelim. Olayın aktif, dinamik yönünü görelim,edilgen pasif yönünü değil. Olup bitenlerden olumsuzetkilenen kesimlerin tepkisi en fazla sandık tepkisidir.Olumlu etkilenenlerinki ise mücadeledir, sokaktır,dinamizmdir. Ve siyasette etkin, hareket halindekigüçler önemlidir, edilgen pasif güçler değil.

Biz bunu Mısır’daki halk hareketinideğerlendirirken de söyledik, haklı çıktık. Reformistkafa halk hareketini izleyen seçimlerin sonuçlarıüzerinden bakarak onu küçümsüyor, hareketin dinselgericiliği iktidara getirdiğini iddia ediyordu. Biz isesoruna böyle bakmanın büyük bir toplumsalpatlamanın etki ve sonuçlarına parlamentarist birkafayla bakmak anlamına geldiğini vurguluyorduk.Reformist kafa sandık üzerinden, devrimci olanmücadele alanları üzerinden bakar olup bitenlere.Sokağa çıkan, itiraz eden, direnen, polisin, yasağın-yasaların karşısına dikilen, böylece diktatörler devirenve bunu algılayan kitleler üzerinden bakar olaya. Onunkitlelerin ruh halinde, itiraz etme tutumunda,yasaların ve yasakların çiğnenebileceği bilincindeyarattığı etki üzerinden bakar ve yarınkimücadelelerde bu etkinin kendini göstereceğineinanır.

Dediklerimizin özü buydu. Çok geçmeden olaylarbu bakışı olduğu gibi doğruladı. Meydanlara yenidenmilyonlar çıktı, daha aradan ancak bir sene geçmişkenbu kez Müslüman Kardeşler’i devirmek üzere. Dahaörgütlü ve daha bilinçli olsalardı, kazanımlarını askeridarbeye yem etmezlerdi. Ama devrimci birönderlikten yoksunluk, böylece yönsüzlük,burjuvazinin belli katmanlarının etkisi altında olmak,bugün dünyada bu türden hareketlerin yaygın birözelliğidir. Halihazırda Türkiye’deki hareketin de birözelliği olduğu gibi. Bu bir durum, bu bir safha. Herşeygösteriyor ki bu safhalardan zorunlu olarakgeçilecektir.

(Devam edecek...)(TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’in Kasım 2013

tarihli 291. sayısından alınmıştır...)

“Demokrasi�mücadelesive�devrim”�söyleşisi

Basel Gökkuşağı Derneği’nde 3 Kasım günü, BİR-KAR ve İDHF, “Demokrasi mücadelesi ve devrim”konulu bir söyleşi gerçekleştirdi. GökkuşağıDerneği’nin belli periyotlarla yapmayı planladığısöyleşilerin ikincisi olan etkinlik, sunumkonuşmasıyla başladı.

Yapılan sunumda, demokrasi mücadelesinindevrim mücadelesiyle ilişkisine değinildi. Hak veözgürlükler temelinde yükseltilen demokrasimücadelesinin devrim mücadelesinin kaldıracıolarak algılanması gerektiğinin ve devrimperspektifinden kopuk bir demokrasi mücadelesininezilenler lehine toplumsal kazanımlaradönüştürülemeyeceğinin altı çizildi.

Sunumda, sınıf bilinci kazanan işçi sınıfının,demokrasi mücadelesinin önemini kavrayarak vedevrimle ilişkisini doğru kurarak önderlikedebileceği belirtildi. Ülkede Haziran Direnişisüreciyle başlayan halk hareketinin de demokrasimücadelesindeki önemine dikkat çekildi.

Avrupa’dan ithal edilmek istenen burjuvademokrasisine tamah edilemeyeceği belirtilensunumda, bu noktada ülke devrimci hareketiüzerinde yaratılmaya çalışılan ideolojik kırılmayabağlı olarak ortaya çıkan reformist-tasfiyecieğilimlere karşı devrimci direnç gösterilmesigerektiği vurgulandı. AKP iktidarının ülkedekidemokrasi sorununu ortadan kaldırabilecek birsiyasal irade olamayacağı gerçeği de ayrıntılı birşekilde teşhir edildi.

Yapılan sunumun ardından, söyleşi katılımcılarınkonuşmalarıyla sürdü. Konuşmalarda demokrasimücadelesinin önemine, yine devrim mücadelesiyleilişkisine, Kürt ulusal sorununun ülkedekidemokratikleşme sürecindeki yerine değinildi.Katılımcıların konuşmalarının ardından yürütülentartışmaların belli bir doyuma ulaşması itibariyleetkinlik sona erdi.

Kızıl Bayrak / Basel

ABD-Mısır ilişkilerinin gerilimli olduğu günlerdeOrtadoğu turuna çıkan ABD Dışişleri Bakanı JohnKerry’nin ilk durağı, Kahire oldu. Kısa süren ziyaret,halk isyanı ve ordu müdahalesiyle alaşağı edilenMuhammed Mursi’nin mahkemeye çıkarılmasından birgün önce gerçekleşti.

İhvan’ın�temennileri

Kerry’nin ziyaretiyle Mursi’nin yargılanmasınınçakışması bir tesadüf mü? Bilinmez ama ABD’nin halenİhvancıları (Müslüman Kardeşler) korumaya çalıştığıkanısını güçlendirdi. Nitekim ziyaretin ardından, kimiİhvan şefleri tarafından yapılan değerlendirmelerde,ABD’nin yakında Mısır Genelkurmay BaşkanıAbdülfettah el-Sisi’yi gözden çıkaracağı iddia edildi.

Bu iddianın değerlendirmeden çok, bir temenniolduğunu söylemek gerek. Zira hem sokak gösterilerinihem perde arkasında pazarlığı sürdüren İhvan şefleri,iktidardan alacakları payı büyütmek için, ABD’denmedet ummaya devam ediyorlar. Kimi zaman medyaönünde farklı söylemler dile getirseler de, bu şefler,Washington’dan umut kesmiş değiller.

Nitekim Kerry’nin ziyaretinin ertesi günümahkemeye çıkarılan Mursi’nin yargılanmasının iki ayertelenmesini, Arap medyasının bir kısmı, ABDmüdahalesinin sonucu olarak değerlendirdi.

ABD-Mısır�ilişkileri�gerilimli

Kahire’de Cumhurbaşkanı Adli Mansur, BaşbakanHazım el Beblavi, Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi veGenelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi ile görüşenKerry, Mısır’ı, “ABD’nin hayati ortağı” olarak niteledi.

Obama yönetiminin, Kerry’nin ziyaretini, “güvenlik”gerekçesiyle önden ilan etmemesi, Mısır’daki geçiciyönetim tarafından tepkiyle karşılandı. Taraflar,işbirliğini sürdürmekten yana oldukları halde, ABD-Mısır ilişkilerinin eski havasına kavuşamadığı gözlendi.

Kerry’nin ziyaretini sadece Mursi’ninyargılanmasıyla ilişkilendirmek isabetli değil elbet. İkiülke arasındaki ilişkilerin son aylarda yaşadığı sorunlar,Mısır’daki geçici yönetimin Rusya ile ilişkilerigeliştirmek yönünde attığı adımlar, Obama yönetiminikaygılandırmaya başlamış görünüyor. Zira Mısıregemen sınıflarının ve ordu üst düzey subaykademesinin 30 yıldan beri ABD ile işbirliğiyapmalarına rağmen, üçüncü yılına yaklaşan isyanhalinin yarattığı etkiler, ülkenin dış politikasına dayansımakta ve bu, ABD’nin Mısır’daki işlerinin artıkeskisi kadar kolay olmayacağına işaret ediyor.

ABD, Camp David Anlaşması gereği yaptığı askeriyardımda kesinti yaparak, geçici yönetim üzerindekibasıncı arttırmaya çalıştı. Ancak girişim, Kahire’deumulan etkiyi yaratamadı. Denebilir ki, Mısır’dakiözgün durum, ABD’nin girişiminin hem etkisinisınırlıyor hem ters tepme olasılığını gündeme getiriyor.Obama yönetiminin ikilem içinde olmasının temelnedenlerinden biri de, farklı olasılıklara açık olan bu

durumdur.

Mısır-Rusya�ilişkilerinde�yeni�dönem

Mısır’da hem halkın hem siyasal güçlerin kaydadeğer bir kesimi, Rusya ile ilişkilerin yenidengeliştirilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu yüksek sesledile getirenlerin sayısı giderek artıyor. Obamayönetiminin, Mısır’la ilgili açıklamalarda bazen üstperdeden söylemler kullanması, “Firavunlar ülkesi”ndeanti-Amerikancılığın tavan yapmasına yol açtı. Budurum, ordunun üst kademesi dahil, Mısırlı egemenlerüzerinde etkili bir basınç da oluşturuyor.

Bu arada Ortadoğu’daki etkisini ve saygınlığınıgiderek arttıran Rusya’nın, Mısır’la da yakındanilgilendiğine kuşku yok. ABD’nin “sömürgeci”Rusya’nın ise “partner” gibi davranması,Ortadoğu’daki atmosferi, hızla ABD aleyhine, Rusyalehine çeviriyor.

Ordu üst kademesi dahil, Mısırlı egemenlerin ABDile ilişkileri kesmekten yana oldukları söylenemezelbet. Buna karşın Mısır-Rusya ilişkilerinin ivmekazanmaya başladığını da belirtmek gerekiyor.Görünen o ki süreç, ABD’nin Mısır üzerindeki etkisininzayıflaması, Rusya ile ilişkilerin kademeli bir şekildegelişmesi yönünde ilerleyecektir.

Milyonların�talepleri�için�yine�isyan�ederiz!

Milyonların isyanı sayesinde işbaşına gelen geçicihükümet, şimdi aynı milyonların basıncı altındadır. Zirabu hükümetin, isyan eden milyonların taleplerinekarşılık vermesi mümkün değil. Bundan dolayı hem içpolitikada hem dış politikada adımlarını, belli birihtiyatla atmak zorunda kalıyor.

Sol/sosyalist muhalefetin oluşturduğu ‘DevrimciDemokratik İttifak’ (DDİ) ise, geçici hükümetin birçokicraatını eleştiriyor. Zira bu hükümet, bekleneceğiüzere, Mısır burjuvazisinin yönetimde olan kesimininçıkarlarını korumaya öncelik veriyor. Kuruluş

aşamasında oluşturulan “yol haritası”, isyan edenmilyonların belli taleplerini içerse de, geçici hükümet,her fırsatta bunları boşa düşürmenin yollarını arıyor.

DDİ’nin sert eleştirilerine mazhar olan yeni anayasataslağı, geçici hükümetin, isyan eden milyonlarıntaleplerini karşılama isteği ve iradesinden yoksunolduğunu da somut olarak gösterdi. Zira anayasataslağı, Suudi Arabistan’a yakın dinci-gerici Selefileri dememnun edecek tarzda hazırlanıyor. 30 Haziran isyanı,gerici anayasasıyla birlikte İhvan yönetiminin sonunugetirmişti. Şimdi ise, milyonların isyanı sayesindeişbaşına gelen geçici hükümet, çöpe atılan İhvancıanayasanın bir benzerini emekçilere ve sol/sosyalistgüçlere dayatmaya çalışıyor.

Geçici hükümetin gerici adımlarına rağmen, DDİçatısı altında birleşen güçlerin henüz aktif bir direnişegirişmekten kaçındıkları gözleniyor. Farklı araçlarlaitirazlarını dile getirseler de, sol/sosyalist güçler, halenİhvan’la çatışan geçici hükümete karşı cepheden birtutum almış değiller. Anlaşıldığı kadarıyla, DDİbileşenleri, İhvancılar’ın işine yarayacağı kaygısındandolayı, geçici hükümete karşı cepheden tutumalmaktan kaçınıyorlar.

DDİ bileşenleri, isyan eden milyonların demokrasi,özgürlük, onurlu yaşam, toplumsal adalet gibi temeltaleplerinin karşılanmadığını, oysa “iki devrimi” -25Ocak 2011 ile 30 Haziran 2013- bu amaçlagerçekleştirdiklerini belirtiyorlar. İşçilerin, emekçilerin,gençlerin talepleri için mücadele edeceklerini dilegetiren DDİ bileşenleri, bu uğurda gerekirse, yeni birisyan çıkarmaktan da geri durmayacaklarınıbelirtiyorlar.

İktidar mücadelesinde işçi sınıfıyla emekçilerinsiyasal temsilcileri, bağımsız devrimci bayraklarınıkaldırana kadar, egemenler arası çekişme vehesaplaşmalar gündemde önemli bir yer kaplamayadevam edecek. Mısır’da süreç, sol/sosyalist güçler,bağımsız devrimci bayraklarını yükseltip şu veya buburjuva akımla yan yana gelme zaafından kurtulduklarızaman, esas mecrasında akmaya başlayacaktır.

Mısır’da son durum ve Kerry’nin ziyareti

İtalya, Kıbrıs, Endonezya, Vietnam ve GüneyAfrika’da kapitalizme karşı öfkeli işçi ve emekçilersokaklara çıkıyor. Düzen kurumlarının taleplerinekayıtsız kalması karşısında on binler eylemlerle sözünüsokakta söylüyor.

İtalya’da evlerini boşaltmak istemeyen halk polisleçatıştı.

Geçen hafta, İtalya’nın başkenti Roma’da yüzlerceprotestocu hükümet binasını kuşattı, sokaklarabarikatlar kurdu, polisle çatıştı.

Göstericiler evlerinden zorla çıkartılmalarınıprotesto ederek sosyal konut desteği talep ediyorlar.

İtalya’da son süreçte özellikle büyük kentlerdeevlerinden zorla çıkartılan ailelerin sayısında hızlı birartış var. Bu arada işsizlik oranında da büyük bir artışgözleniyor. 1977 yılından bu yana en yüksek düzeyineulaşan işsizlik, yüzde 12.5’i aştı. Krizin emekçilerinyaşamına doğrudan yansıması olan bu veriler, İtalya’dasınıf çatışmalarının giderek sertleşeceğine işaretediyor.

Endonezya’da iki günlük kitlesel greve çıkıldı.Endonezya’da asgari ücretin yükseltilmesi için

sendikaların bir bölümü ülke genelinde iki günlük grevçağrısı yapmıştı. Asgari ücretin yüzde 50 oranındaarttırılmasını talep eden sendikaların çağrısı üzerine, 1milyona yakın işçi greve katıldı. Endonezya’dasendikalarda örgütlü işçilerin sayısı, yedi milyoncivarındadır.

Gerici rejime yakın duran iki büyük sendika, “asgariücret artışının Endonezya ekonomisinin rekabetgücünü zayıflatacağı” gerekçesiyle greve katılmayı

reddetti. Sermayenin güdümündeki iki sendikanınihanetine rağmen, grevin etkili olduğu bildirildi.

Kıbrıs’ta planlanan kesintilere karşı yeniden grevgerçekleştirildi.

Belediyelerde çalışan kamu emekçileri, sağlıkemekçileri ve emekliler parlamento binası ve MaliyeBakanlığı önünde protesto gösterisi düzenlediler. KamuÇalışanları Sendikası, kamu emekçilerini 4 saatliğine işbırakmaya çağırmıştı. Çağrı üzerine sokaklara inenemekçiler, saldırıya karşı mücadelede kararlıolduklarını gösterdiler.

Neo-liberal politikalara bel bağlayan hükümet,kamu harcamalarında 2014 yılına yüzde 12 oranındakesintiyle gitme kararı aldı. Ayrıca hastanelerde gecemesaisi için ödenen ek ücretler de yarı yarıyadüşürüldü.

Vietnam’da kar amaçlı kum çıkarılması protestoedildi.

Vietnam’da Quang Ngai ilinde geçtiğimiz hafta sonu600 kişi Dai Nehri’nin ağzında kum çıkarılmasına karşıprotesto gösterisi düzenledi. Göstericiler yollarabarikatlar kurdu. Bölgede geçtiğimiz yıl -doğrudanihraç için- kum çıkarılması heyelana sebebiyet vermişti.

Güney�Afrika’da yoksulluğa karşı eylem düzenlendi.Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town kentinde

emekçiler, giderek artan yoksulluk ve sefalete karşısokaklara çıkarak protesto gösterisi düzenledi.Gösteriye 3 bin kişi katıldı. Ev, elektrik ve suyun sınırlıolduğu şehrin kenar mahallelerinde yaşayan yoksulhalkın, belediye önünde sokaklara barikatlar kurduğuve dükkanları yağmaladığı bildiriliyor.

Sokaklar öfkeli!Troyka’ya�cevapgenel�grev�oldu!

Yunanistan’da işçi ve emekçileri köleliğemahkum eden kesintilere karşı 6 Kasım günü genelgrev yapıldı. Ayrıca Avrupa Birliği, Uluslararası ParaFonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankasımüfettişlerinden oluşan Troyka’nın denetimegelmesi genel grevi tetikleyen başlıca sebeplerdenbiri oldu. Emekçiler ülkenin tümünde hayatıdurdurarak sömürge valilerine gereken cevabıverdiler.

GSEE ve ADEDY sendikalarının grev çağrısınauyan emekçiler eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetlerivermediler. Havayollarında birçok sefer iptaledilirken, otobüs şoförleri belli saatler arasındakontak kapattı. Hastanelerde ise acil durumlarharicinde hiçbir sağlık hizmeti verilmedi.

Sömürge�valilerinden�denetim�

Troyka müfettişi ismiyle denetime gelensömürge valileri ise Yunanistan devletinden dahafazla kesintiye gitmesini istiyor. Troyka ikinci“kurtarma paketi”nin son taksidini vermek içinYunanistan devletinin yeterli kesinti yapıpyapmadığını kontrol edecek. Gelecek yılki bütçede2,5 milyar Euro’luk açık olduğunu söyleyen Troyka,daha çok kemer sıkma önlemleri gerekebileceğinisöylerken, sermaye hükümeti daha fazla kesintiyikarşılayamayacaklarını belirtiyor. Bazı analizcilerülkenin seneye 11 milyar Euro’luk yeni bir paketeihtiyaç duyacağını söylüyor.

Yunanistan’da kapitalist sistemin krizi en çokgençliği vuruyor. 24 yaşın altında bulunanlarınyüzde 60’lık kısmının işsiz olduğu belirtiliyor. Sonkesinti ve işten çıkarma dalgasından bu yana genelişsizlik ise yüzde 28 civarında.

Yunanistan işçi ve emekçileri kesintilere karşı2010’dan bu yana 30’dan fazla genel grevgerçekleştirdi.

Temizlik�işçileri�grevde

Madrid Belediyesi anlaşmalı olduğu şirketlerin

zarar ettiği gerekçesiyle yüzlerce işçinin işine son

vereceğini açıkladı. Ayrıca işçilerin maaşlarında

yüzde 43 kesinti yapılacağı belirtildi. Ağustos’ta 350

işçinin işine son veren belediye, şimdi de 750 işçiyi

işten çıkaracağını söylüyor.

Bu duruma tepki gösteren 6 bin işçi ise greve

başladı.

Sokaklara çıkan işçiler öfke dolu gösteriler

yaptılar. Gece yapılan gösterilerde bazı araçların

yakıldığı ve işyerlerinin camlarının kırıldığı söyleniyor.

Polis ise 5 eylemciyi gözaltına aldı.

Valencia’da�1700�kişi�işten�çıkarıldı�

Valencia’da ise özerk yönetim Katalanca yayın

yapan tek yayın kuruluşunu kapatma kararı aldı.

Özerk yönetim maaşları ödeyemeyeceğini 1700

kişinin işine son verdi.

Beyazıt’ta�kitlesel�YÖK�protestosu

İstanbul’daki YÖK protestosu Üniversite Forumları,Üniversite Emekçileri ve Eğitim Dayanışması tarafındanortak olarak gerçekleştirildi.

Eylem Laleli’deki İstanbul Üniversitesi EdebiyatFakültesi önünde toplanılmasıyla başladı. Diğerüniversitelerden gelen öğrenciler Edebiyat Fakültesiönünde toplanarak sloganlarla bekleyişe geçtiler.Aksaray Metro Durağı girişinde toplanan DÖDEF ve HDKGençlik Meclisi de buradan yaptığı yürüyüşle buluşmanoktasına geldi.

Bekleyiş sırasında fakülte içerisindeki öğrenciler “Aliİsmail’in dediği gibi: ‘Korkacaksın, titreyeceksin,yıkılacaksın adi hükümet!’ Yıkılacaksın YÖK!” yazan veAli İsmail’in resminin olduğu pankartı penceredensarkıttılar.

Edebiyat Fakültesi’nden diğer öğrencilerin deçıkmasıyla pankartlar açılarak yürüyüş başladı. Aynızamanda Merkez Kampüs’teki öğrenciler de araçkapısından çıkarak sloganlarla Beyazıt Meydanı’nayürüdü.

Diğer kitle de yolu tek yönlü trafiğe kapataraksloganlarla Beyazıt Meydanı’na doğru yürümeye başladı.

Yürüyüş boyunca sık sık YÖK düzeni ve beraberindegetirdiği baskılar, yasaklar ve soruşturma saldırılarınıteşhir eden, ODTÜ’deki saldırıları kınayan, direnişin vemücadelenin devam ettiğini vurgulayan konuşmalaryapılarak sloganlar atıldı.

Yürüyüşün sonunda Beyazıt Meydanı’na gelinerekburada program başlatıldı. Haziran Direnişi’nde şehitdüşenler şahsında yapılan saygı duruşunun ardındankonuşmalara geçildi.

Programda ilk olarak Eğitim Dayanışması adınaMustafa�Turgut bir konuşma yaptı. Turgut’unkonuşmasın ardından Haziran Direnişi sırasında polissaldırısı sonucunda gözünü kaybeden Selim Polat ve Dr.Burak Ünveren’in gönderdikleri mesajlar okundu.

Üniversite Emekçileri adına Eğitim Sen ÜniversitelerŞubesi Başkanı İsmet�Akça bir açıklama yaptı.

Son olarak Üniversite Forumları adına açıklamayıBeyza�Atabek okudu. Açıklama polisin okullarasokulmak istenmesine ve baskılara karşı mücadeleninsürdüğü, ODTÜ’de saldırıların ve bu saldırılar karşısındasergilenen direnişin devam ettiğinin hatırlatılması vemücadelenin devam edeceğinin söylenmesiylesonlandırıldı.

Konuşmaların ardından yapılan pandomim gösterisi,halaylar ve horonlarla eylem sonlandırıldı.

Devrim�Stadyumu’nda�6�Kasım�etkinliği

YÖK’e ve rantın yoluna karşı ODTÜ DevrimStadyumu’na yürüyüş gerçekleştirdi. Eğitim-Sen 5 No’luÜniversiteler Şubesi’nin de destek verdiği yürüyüşe bineyakın öğrenci ve öğretim elemanı katılırken, yürüyüşünardından etkinlik gerçekleştirildi.

ODTÜ’ye gelen öğrenci grubunun üniversiteye girişiÖGB tarafından engellenmek istendi.

E Blok önünde toplanan öğrenciler yürüyüş içinharekete geçti. Sloganlarla yapılan yürüyüşün ardından

Devrim Stadyumu’na yüründü. Bölümlerden sonrayurtlar bölgesi geçilerek stadyuma “DİREN” yazıldı veetkinlik başladı.

Etkinliğin başında öğrencilerin hazırladığı, YÖK’e veYÖK düzenine dair bir konuşma yapıldı. Konuşmanınardından sahneye çıkan Mehmet Özer, üniversitelerinesahip çıkanlara teşekkür ederek şiir dinletisigerçekleştirdi. Daha sonra Temel Demirer de ODTÜ’nündevrimci geleneğini öne çıkaran bir konuşmagerçekleştirdi. Konuşmalar sırasında Halk Cephesi’ninKızılay eylemine yönelik gerçekleşen polis saldırısı teşhiredildi ve “Faşizme karşı omuz omuza”, “Her yer Kızılay,her yer direniş!” sloganları atıldı. Etkinlik, Pınar Aydınlarve diğer müzik gruplarının devrimci marşları, halaylarıve türküleriyle devam etti.

Beytepe’de�YÖK�eylemi

Beytepe’deki eylem Edebiyat Fakültesi’nde başladı.Kampüs içinde gerçekleştirilen yürüyüşün ardındanbasın açıklaması yapmak için Rektörlük önüne gelindi.“YÖK’e, sermayeye, polise karşı üniversiteler direniyor!”pankartının açıldığı eylem Hacettepe Beytepe Forumubileşenleri tarafından örgütlendi. Eylem boyunca Gezişehitlerini anan, ODTÜ direnişini selamlayan sloganlarınyanı sıra, YÖK ve polis karşıtı sloganlar da atıldı.

Rektörlük önüne gelindiğinde basın metni okundu veeylem burada sloganlarla bitirildi. Ardından servislerebinilerek ODTÜ’ye gidildi.

Yüksel�Caddesi’nde�polis�saldırısı

Dev-Genç’in Yüksel Caddesi’nde yaptığı eylemdepolis kitlenin yürümesine izin vermedi. Ardından bibergazı ile saldırıya geçti. Saldırının sonrasında DTCF’deişgal eylemi yaparak binadan pankart sallandıran Dev-Genç üyelerine polis yoğun biber gazıyla saldırdı.Saldırının sonrasında 11 kişi gözaltına alındı.

Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi’nde akşamyapılan eylemle, gün içinde Kızılay’da ve AkdenizÜniversitesi’nde yapılan saldırılar protesto edildi.Aralarında Ekim Gençliği okurlarının da bulunduğudevrimci ve ilerici öğrenciler, yaptıkları basın açıklaması

ile durumu protesto ettiler.

Ege�Üniversitesi’nde�YÖK�eylemi

Ege Üniversitesi Forumunu’nun çağrıcılığını yaptığıeylem öncesi, sabah saatlerinde bildiri dağıtılıp eylemçağrısı yapıldı. Saat 12.00’de ise Edebiyat Fakültesi içinegirilerek yürüyüş başlatıldı. Yürüyüş boyunca sınıflar tektek dolaşılarak eylem çağrısı yapıldı. Yürüyüş, 1 No’luyemekhane önünden Hazırlık Yüksek Okulu, GıdaFakültesi, Kredi Yurtlar Kurumu, Öğrenci Çarşısı içindenüniversite girişine kadar sloganlar eşliğinde devam etti.Ardından üniversite girişindeki Manisa Kavşağı’nda yolkapatılarak basın açıklaması yapıldı.

Eylemin sonunda Haziran Direnişi’nde yaşamınıyitirenlerin isimleri tek tek söylenerek yaşıyor diyehaykırıldı ve saygı duruşu gerçekleştirildi.

Çorlu�NKÜ’de�ilk�6�Kasım�eylemiNKÜ öğrencileri, YÖK’ün kuruluşunu protesto etmek

amacıyla 6 Kasım Çarşamba günü, NKÜ ÇorluMühendislik Fakültesi ana girişi önünde bir basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Eylem, okul içerisindeki kantinde YÖK’ü teşhir edenajitasyon konuşmalarıyla başladı. Okulun giriş kapısınınönüne gelindiğinde ise “YÖK ve YÖK düzenine karşı Aliİsmail Korkmaz oluyoruz, mücadele ediyoruz!” şiarlıpankart açıldı. Burada YÖK’ü ve YÖK düzenini teşhireden konuşmalar yapıldı ve bahçede bulunan öğrencilereyleme katılmaya davet edildi. Konuşmalar çevredekiöğrenciler tarafından yoğun alkış ve ilgiyle karşılandı.Eylem sırasında ÖGB tarafından gerçekleştirilenmüdahale girişimi eylemci öğrencilerin kararlı duruşu veÖGB’yi teşhir eden konuşmalar ile boşa düşürüldü.

Gerek okul bahçesinde gerekse okul binasında yoğunilgiyle izlenen eylem, Ali İsmail Korkmaz ve HaziranDirenişi sürecinde şehit düşen tüm direnişçiler şahsındave bütün devrim şehitleri için saygı duruşuyla devametti. Saygı duruşunun ardından basın metni okundu.

NKÜ Mühendislik Fakültesi’nde yapılan ilk eylemolmasına rağmen ilgi büyüktü. Çevredeki öğrencilerslogan ve alkışlara eyleme destek verdi.

Ekim Gençliği / İstanbul-Ankara-İzmir-Trakya

Birleşik ve kitlesel 6 Kasım eylemleri...

Üniversitelerde uzun zaman sonra birleşik vekitlesel 6 Kasım eylemleri örgütlendi. Birçok ilde“üniversite öğrencileri” imzasıyla gerçekleştirileneylemlere üniversite bileşenleri olan çalışanlar veeğitim emekçileri de katıldı.

Uludağ�Üniversitesi Forumu, YÖK’ün kuruluşunuprotesto etmek için Sevgi Meydanı’nda toplanarakRektörlük önüne yürüyüş gerçekleştirdi. Polisablukasında gerçekleştirilen yürüyüşte “Ali İsmailYaşıyor/ Üniversite direniyor!” pankartı açıldı.

Yürüyüş boyunca ajitasyon konuşmaları yapıldı.Rektörlük önüne gelindiğinde ise Türkçe ve Kürtçebasın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasında, HaziranDirenişi’nden sonra artık her şeyin değiştiği ve hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağı vurgulandı.

Basın açıklamasının ardından YÖK ve YÖK düzeniniteşhir eden ajitasyonlara devam edildi ve GeziŞehitleri anıldı. Mediko Sosyal’de gerçekleştirmeküzere, YÖK’ün tartışılacağı bir forum kararı alınaraksloganlar eşliğinde buraya geçilerek forum yapıldı.

Çukurova�Üniversitesi’nde Eğitim-Sen’in çağrısıyla“YÖK’e Hayır Forumu” düzenlendi. ÇukurovaÜniversitesi R1, R2 amfileri önünde düzenlenenforumda, öğrenci ve öğretim görevlileri söz alarakdüşüncelerini ifade etti.

Mersin�Üniversitesi öğrencileri, ÇiftlikköyKampüsü’nde bulunan Yabancı Diller Yüksekokuluönünden Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüş düzenledi.Burada basın açıklaması yapıldı. Eğitim-Sen MersinÜniversitesi Temsilciği üyesi akademisyenler deeyleme destek verdi. Yapılan açıklamada “12 Eylüldiktatörlüğü” tarafından kurulan YÖK’ün önemlimuhalefet alanı olan üniversiteleri zapturapt altınaalma aracı olarak kullanıldığı kaydedildi.

Ali İsmail Korkmaz, kendi okulu olan AnadoluÜniversitesi’nde de selamlandı. “Ali İsmail yaşıyorAKP’ye ve YÖK’e karşı direniyor!” pankartı arkasındayapılan yürüyüşte kütüphaneye Ali İsmail’in adı verildi.Öğrenciler hazırladıkları çıkartmayla kütüphaneninismini değiştirdiler. Osmangazi Üniversitesi DirenişForumu da Anadolu Üniversitesi’ndeki eyleme katıldı.

Zonguldak Karaelmas�Üniversitesi Spor Salonuönünde toplanan kitle, Rektörlük binasına kadaralkışlar sloganlar ve ıslıklarla yürüdü. Yürüyüş sırasında

ÖGB’nin kampüs içindeki tacizlerine sert bir dillecevap verdiler.

Günler öncesinden YÖK protestosu için çalışmalarabaşlayan öğrencileri yıldırmayı amaçlayan ÖGB’ler,öğrencilerin kimliklerini zorla alarak disiplin cezasıylatehdit ettiler. Eylemin yapılacağı sabah ise erkensaatlerden itibaren çanta kontrolleriyle öğrencilerebaskı kurmaya çalıştılar.

Basın açıklamasına TKP, Öğrenci Kolektifi, ZKÜÖğrenci Platformu destek verdi. Basın açıklamasınınardından öğrenciler sloganlar eşliğinde eylemibitirdiler.

Cumhuriyet Caddesi’nde ( Sevgi yolu ) toplananDumlupınar�Üniversitesi’nden devrimci ve ilericiöğrenciler, YÖK’ü protesto etti.

Basın metninde şunlar ifade edildi: “Dün ODTÜ’deyaşanılan katliamlarda da gördük ki üniversitelerinbilim ve özerk yapıları işbirlikçilerin emperyalistlerintekeline geçirilmeye çalışılmıştır. Bizler dün ODTÜ’deişbirlikçilerin öğrenciler üzerinden rant sağlamasınases çıkararak birleştik. Bu direniş bütün üniversiteöğrencilerine mâl olmuştur.”

Yüzüncü�Yıl�Üniversitesi’nde (YYÜ) okuyanöğrenciler, Merkezi Yemekhane’nin önünde eylemgerçekleştirdi. Öğrenciler halay çekip sloganlarla YÖKdüzenini protesto ettiler.

Cumhuriyet�Üniversitesi’nde de YÖK protestosugerçekleştirildi.

Bingöl Üniversitesi’nde kantin ve yemekhaneboykotu 3. gününde devam ederken, YÖK’ün kuruluşuda protesto edildi.

Karadeniz�Teknik�Üniversitesi�öğrencileri de 6Kasım eylemi düzenledi. “YÖK’ün karanlığına karşıüniversiteleri aydınlatıyoruz!” pankartı açan öğrencilermeşaleli yürüyüş gerçekleştirdiler.

Çanakkale�Onsekiz�Mart�Üniversitesi’ndeöğrenciler “Geleceğimizin YÖK olmasına izinvermeyeceğiz!” pankartıyla yürüdüler. Sirenler, ıslıklarve zılgıtlar eşliğinde yapılan yürüyüşle YÖK protestoedildi.

Antalya�Akdeniz Üniversitesi’nde de RektörlükBinası’na yürümek isteyen öğrencilere polis ve özelgüvenlikler saldırdı. 1 öğrencinin başından yaralandığısaldırıda 4 öğrencinin de gözaltına alındığı öğrenildi.

Gençlik sokaklardageleceği için haykırdı!

KOÜ�öğrencilerindenkitlesel�YÖK�eylemi

12 Eylül faşist darbesinin ürünü YÖK, KocaeliÜniversitesi’nde 6 Kasım’da yapılan kitlesel bireylemle protesto edildi.

Sosyal Tesisler önünde toplanmaya başlayanöğrenciler “Ranta, yola, YÖK’e karşı üniversiteayağa” yazılı pankartı ve Gezi şehitlerinin resimlerinitaşıdı.

Mühendislik öğrencilerinin de “Halk için bilimüreteceğiz YÖK’e hayır” yazılı pankart ile SosyalTesisler önüne gelmesinin ardından Rektörlükönüne doğru coşkulu bir şekilde yürüyüşe geçildi.

Yürüyüş boyunca YÖK’ün üniversiteler üzerindekibaskılarını, Haziran Direnişi ile birlikte artan polisşiddeti ve katliamcı yüzünü teşhir eden konuşmalaryapılarak sloganlar atıldı.

Rektörlük Binası önünde barikat kuran ÖGB’lerleöğrenciler arasında arbede yaşandı ve öğrencileriniradesiyle barikat aşılarak sloganlarla Rektörlükönüne gelindi. Burada, Haziran Direnişi’nde hayatınıkaybedenler anısına saygı duruşu yapılarak,“Sokaklarda ve üniversitelerde yükselenmücadelenin ateşi elbet bir gün AKP’yi ve onunpolisinin zihniyetini yakacaktır” denildi.

Basın açıklamasında, YÖK’ün 12 Eylül’ün ürünüolduğu ve bugün de olduğu gibi baskı ve yaşamlaramüdahale anlamına geldiği ifade edildi. İktidarın sondönemde yoğunlaştırdığı baskı ve saldırı politikalarıteşhir edilerek parasız olması gereken eğitiminsektör haline geldiği söylendi.“Gezi’den aldığımızruhla bir kez daha YÖK’e karşı alanlardayız.”denilerek açıklama sonlandırıldı.

Çekilen halayların ardından eylem bitirildi.Ekim Gençliği / Kocaeli Üniversitesi

-Bir sanatçı olarak Haziran Direnişi hakkındadüşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

- Haluk Tolga İlhan: Haziran Direnişi, pek çokfarklı mecrada, parça parça sürdürülen mücadelenin,söz söyleme ihtiyacının ve yaşanabilir bir dünya içinharekete geçmenin bütünleştiği bir alan olduhepimiz için. Direnişin bileşenlerinin farklıideolojilere yaslanması, kitlenin sergilediği duruşanlamında birtakım ciddi ayrışmalar yarattığınınfarkındayız. Bu ayrık duruşla beraber, hareketinevirileceği yeri iyi analiz etmemiz, gerçekçidüşünmemiz ve bir hayalet gibi aramızda dolaşan,her gün soluduğumuz modernleşmiş darbeatmosferine karşı rehavete kapılmamamız gerekiyor.Özgür irademizle Haziran Direnişi’nde bulunmanın,şiddete karşı savaşabilmenin tazelediği bir özgüvenlebu hareketi gündelik yaşamlarımıza, çalıştığımızkurumlara, toplumsal muhalefete, kamusal alanımuhafazakâr bir dönüşüme tabi tutma çabalarınakarşı ayakta tutmamız gerekiyor. Bir sanatçı olarak,Haziran Direnişi’ni deneyimlediğim için kendimi çokşanslı hissediyorum. Ben bir türküyü, bir eseri, birşiiri okurken, o sanat eserinin içine girmeye, oradakiduyguları yaşamaya gayret ederim; ancak bu şekildesanatın bir eylemliliğe erişeceğine inanırım. Buanlamda, şiirlerin, türkülerin halk hareketlerinden,halkın kültürel ve toplumsal reaksiyonlarındanbeslendiğini düşünerek, modern çağda yaşadığımızbu direniş, geçmişle de, o sanat eserlerindekihissiyatla da empati kurmamızı sağladı. Ve akabindehalk direnişlerinde bestelenen, söz yazılan türküleriderleyerek bir proje yapmaya karar verdim. Bununlabirlikte altını çizmek isterim, Gezi Direnişi’nde “sol”kesim olarak bizlerin çoğu kez “kolektivizm” altındaunuttuğumuz birey olma hali de “doğru” bir yerbuldu diye düşünüyorum. O alanda bir birliktelik,kolektif yaşam deneyimi vardı ancak bir kişininyönetimi, ağır bir bürokrasi, bir kişinin ya dakurumun yönetimi değil, bireylerin özelliklerininsanatla, ifade gücüyle ortaya konabileceği birüretkenlik vardı. Haziran Direnişi’ni bu açılardan çokama çok önemli buluyorum.

- Erdoğan Emir: Bence yeni cenahın edindiğimirasın bir etkinliği. Direnişle birlikte apolitik bilinenbu topluluğun kendini var edebilme kudretinigösterdi. Birileri temelsiz kılsa da asıl olan geçmiştengünümüze ortaya çıkan bir bilinç sıçramasıdır.Yıllardır birbirine karşı ayrı saflarda olan güçlerinbirarada tek düşmana karşı mücadele edebilmesiönemliydi.

İktidarlar toplulukları değil kendi varlıklarını esasalırlar. Direniş toplulukların kendini var edebilmesavaşı, farklı toplulukların kendi talepleriyle alanlarıdoldurma ve kendi varlığından başka bir şey

tanımayan iktidara karşı kendi mücadelesiydi.Topluluk için birçok şey öğrettiğini düşünüyorum.

Fakat bu dönem direnişe yön verecek birsiyasetin olmadığını görmüş olduk. Ancak herkesintoplumun içinde öğrenerek yol alması gerekiyor.

Son olarak direnişte kayıplarımız var. Onlarınailelerine sahip çıkmak. Onları unutmamakgerekiyor.

- Kasım ayında gerçekleştireceğimiz “Özgürlük,devrim, sosyalizm!” başlıklı etkinliğin şiarları,içinde bulunduğumuz dönem şahsında sizce neyiifade ediyor?

- Haluk Tolga İlhan: Bu tarz etkinlikler, konserler,dayanışma bilincine dair en önemli platformlardanbirisi. Çünkü modernite ve kapitalizm olgusu güngeçtikçe hepimizi, mesleklerimize, sosyalilişkilerimize karşı yabancılaştırıyor. Bu tespit yapılalıyıllar oldu; ancak iş cinayetlerinin, ırkçılığın,cinsiyetçiliğin, devlet terörünün son noktaya ulaştığıgünümüzde ağırlaşan koşullar ve vahşi şiddet ortamıbu yabancılaşmayı çok daha derin hissettiriyor. Bumanada, umutsuzluğun, beklentisizliğin, birliktengelecek gücün bir çözümü olarak fedakârcaüstlenilecek sanatsal faaliyetler, ortak söz söylemealanlarının açılması, “özgürlük, devrim ve sosyalizm”söylemiyle birleşiyor.

Kapitalizm araçlarını gün geçtikçe yeniliyor, bunedenle bizler de mücadele alanlarında yeni veçözümcü, üretken ve inandırıcı, sahici söylemlerinüretildiği, aktif katılımın sağlandığı etkinliklerlesürekli bir araya gelmeliyiz. Hakkı verilecek halketkinliklerinde ise sanatçıların, siyasilerin ve halkınbiraraya gelebileceği, konuşup dertleşebileceği,paylaşabileceği ortak konuşma alanlarının dahagörünür olmasının çok anlamlı olacağıdüşüncesindeyim.

- Erdoğan Emir: Bireyin kendini açığaçıkartabilmesi, farkedebilmesi çevresel koşullarıtanıması ile mümkündür. Toplumu yaratanbireylerdir, bireylerin sağlıklı gelişmesi toplumungidişatını belirler.

Devrim benim için yeni bir arayıştır. Eskidenkurtulup yeni bir şeyler kurma gayretidir. Bununniteliğini de sonraki süreç gösterecek.

Sosyalizm bir insanın insani değerlerin açığaçıkarttığı erdemli bir yaşamdır. Ayrıca talepsınırsızlığı, özgürlük alanı esasında yaşadığımız birgeçiş sürecidir.

Yapılacak etkinliği önemli bir çaba ve ısrar olarakgörüyorum. Bu gibi etkinlikler mirasa ve referanslarakulak kabartacak önemli etkinlikler. Biz bu çabanınbir parçası olmuşsak ne mutlu bize.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

“Mücadele alanlarındabiraraya gelmeliyiz!”

Etkinlik hazırlıkları

Devrim ve sosyalizm şiarının yükseltileceğietkinliklerin, devrimci atmosferde geçmesi için çabasarfeden sınıf devrimcileri yaptıkları çalışmalarlaetkinliğin duyurusunu işçi ve emekçilere taşıyorlar.

Gebze

“Yaşasın Sosyalist İşçi-Emekçi İktidarı!” şiarı ileörgütlenen etkinlik afişleri Gebze merkez,Köşklüçeşme Mahallesi, Ulaştepe, Emek,Mudurnutepe, Erişler mahallerine yapıldı.

Gebze merkezde etkinlik tanıtım standı açıldı.Standda etkinlik bildirilerinin dağıtımı yapıldı. KızılBayrak gazetesinin satışı ve GREV gazetesinindağıtımı da yapıldı.

Öte yandan Gebze’de, Grev gazetesinindağıtımları da sürüyor. Sınıf devrimcileri gazeteyiişçilere ulaştırıyor. Sabah işe gidiş saatlerindeduraklarda ve geçiş noktalarında gazetenin dağıtımıyapıldı. Esenyalı Köprüsü, Beylikbağı Durağı veYenimahalle Durağı’nda Grev gazetesi işçilereulaştırıldı.

Sarıgazi

Sanayi havzalarında etkinliğin duyurusuyapılırken işçilere gerçek kurtuluşun devrimde,sosyalizmde olduğu ifade ediliyor. Bu çerçevedeİmes A Kapısı, İmes E Kapısı, Penta, Enel, Uno, ABBfabrikalarında çalışan işçilere bildiri dağıtımıgerçekleştirilerek etkinliğe çağrı yapıldı.

Ayrıca Sarıgazi Merkez ve Yenidoğanmahallerinde bildiri dağıtımı gerçekleştirildi.

Bir yandan ev ziyaretleri ve birebir bilet satışlarıyapılırken, etkinliğin tarihinin yaklaşmasından dolayıSarıgazi ve Yenidoğan’da afiş ve ozalitler yapıldı.

“Liseliler özgürlük, devrim ve sosyalizm içinbuluşuyor” başlıklı etkinliğe çağrı yapan DLBozalitleri de Sarıgazi Ticaret Meslek Lisesi çevresineyapıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze - Ümraniye

5 Kasım Avrupa’da “Gazeteciler İçin Ayağa KalkGünü” olarak kabul ediliyor ve gazetecilerin yaşadığısorunlara dikkat çekilen eylemler gerçekleştiriliyor. Bunedenle Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP)bileşeni basın kuruluşları ve sendikalar, Taksim’de“Adım at” eylemi gerçekleştirdi.

GÖP bileşeni basın kuruluşları ve sendikayöneticileri ile gazetecilerin biraraya geldiği eylemGalatasaray Lisesi önünde başladı. Türkçe ve İngilizce“Adalete yürüyoruz” yazılı pankartın açıldığı eylemde,kısa bir açıklama yapılarak, 5 Kasım Gazeteciler İçinAyağa Kalk günü nedeni ile Türkiye’de gazetecilerinyaşadığı sorunlara dikkat çekmek için toplanıldığıbelirtildi. Çok sayıda gazetecinin tutuklu olduğu, basınve ifade özgürlüğünden bahsedilemeyeceği,gazetecilerin sürekli olarak işten atıldığı ve polisşiddetine maruz kaldığı bir süreç olduğu belirtilerek,eylemin “Adalet için 5 dakikada 1 adım” şiarıylayapıldığı vurgulandı. Eylemin içeriğinin açıklanmasınınardından bir adım atılarak yürüyüş başlatıldı.

Sloganlarının atıldığı eylemde GÖP adına basınaçıklamasını Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel BaşkanıAhmet Abakay okudu. Türkiye’de basının üzerindekibaskı ve sansürün anlatıldığı, gazetecilerin yaşadığışiddet ve tutuklamalara dikkat çekilen açıklamada,basın, ifade ve düşünce özgürlüğünün siyasal iktidarın

fiili baskısı altında olduğu ifade edildi. Yargı

organlarında kararların adalete göre değil, iktidarın

isteklerine göre şekillendiğine dikkat çekilerek, Terörle

Mücadele Kanunu’nun kaldırılmasının talep edildiği

açıklamada şunlar söylendi: “İktidarın baskısı sonucu,

muhalif görülen, gazeteciler, yazarlar, televizyon

yayıncıları işlerinden kovuluyor, işsizliğe mahkum

ediliyor. ‘İstenmeyen’ gazeteler, televizyonlar iktidara

yakın kişi ve kurumlara satılıyor, el değiştiriyor,

yüzlerce çalışanı işsiz hale sokuluyor. Yasa dışı telefon

dinlemeleri unutturulmuş, ne yazık ki artık olağan

kabul edilir hale sokulmuştur.”

Açıklama, başbakan ve iktidar temsilcilerine basın

düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması çağrısı

yapılarak, mesleğe ve meslektaşlara karşı yöneltilen

her türlü baskılara karşı mücadelenin devam edeceği

belirtilerek bitirildi.

Açıklamanın ardından bir saat süren “adım at”

eylemi gerçekleştirildi. Eylem boyunca birçok gazeteci,

sendikacı konuşma yaparak baskıları kınadı, basın

özgürlüğü için mücadelenin sürdürüleceğini belirtti.

Uluslararası basın kuruluşlarının gönderdiği mesajlar

okundu. Sendikal Güç Birliği Platformu ve Haber Sen

temsilcileri de eyleme katılarak destek verdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

3�bin�yıl�ceza!

2006 yılında “Gaye operasyonu” adı altında gerçekleştirilen polis baskınları sonucunda alınanların

davasında yüzlerce yıllık hapis cezası kararları çıktı.

10. Ağır Ceza Mahkemesi, 13 Eylül 2006’da polisin gerçekleştirdiği “Gaye operasyonu” ile alınan 9’u

tutsak 26 kişi hakkında toplam 3 bin yıla varan cezalar verdi.

Ali Hıdır Polat, Naci Güner, Ziya Ulusoy, Bayram Namaz, Arif Çelebi, İbrahim Çiçek ve Füsun Erdoğan

müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Müebbet cezasının yanında MLKP’nin yaptığı 155 eylem gerekçe

gösterilerek her bir eylem için ayrı ceza verildi. 7 kişinin toplamda aldığı ceza, yaklaşık 3 bin yıla ulaştı.

17 Mayıs 2011’de tahliye edilen Ziya Ulusoy hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

Erkan Özdemir ise, müebbet hapis cezasının yanı sıra 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Karar açıklandıktan sonra, tutsaklar “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz” sloganını atarak

mahkeme heyetini protesto etti. Salona çevik kuvvet polisleri alınarak tutsakların yakınlarıyla arasında

etten duvar örüldü.

Adalet için yürüdüler

İzmir’de�7�Gezi�tutsağınatahliye

İzmir’de Haziran Direnişi’nin ardından yapılanbaskınların 2. dalgasında tutuklananların davası 1Kasım’da görüldü. Evleri basılarak tutuklanan 7 Gezitutsağı, çıkarıldıkları mahkemede serbest bırakıldı.

Yedisi tutuklu 14 kişinin davasında serbestbırakılan direnişçilerin isimleri şöyle: GizemTürkmen, Görkem Özer, Mehmet Polat, SüleymanGöksel Yerdut, Seyithan Korkmaz, Sercan Üstündaş,Pınar Türk.

“Gezi�yargılanamaz,�tutsak�edilemez!”

Adliye önünde de İzmir Dayanışması ve GeziTutsak Aileleri’nin çağrısıyla eylem yapıldı.

Saat 09.00’da Bayraklı Adliyesi önünde birarayagelen kitle saat 10.00’da basın açıklamasıgerçekleştirdi. Önde “Gezi Parkı tutsaklarınaözgürlük! / Gezi Parkı Tutsak Aileleri” pankartı vetutsakların resimleri açıldı. Basın açıklamasındaHaziran Direnişi’nin yıllarca halkın yaşam hakkınasaldıran iktidara karşı başkaldırı olduğu ifade edildi.Tutuklamaların en çok yaşandığı illerden birinin deİzmir olduğuna dikkat çekildi.

Basın açıklamasında ayrıca şunlar ifade edildi:“Yargılanmak istenen Gezi tutsakları değil; asılyargılanmak istenen işçinin emekçinin alınteridir,grev ve sendika hakkıdır. Yargılanmak istenen, erkekegemenliğine, taciz ve tecavüze, katliamlara karşıkadınların mücadelesidir. Yargılanmak istenen,gençliğin akademik demokratik hakkıdır.Yargılanmak istenen, söz eylem ve örgütlenmeözgürlüğüdür. Yargılanmak istenen, 1 Mayıs’tır, 8Mart’tır, Newroz’dur, 1 Eylül’dür.”

Son olarak, direnişte katledilenlerin katillerininellerini kollarını sallayarak gezdiği, terfi ettirilereködüllendirildiği ifade edildi. “Gezi Direnişi meşru birhalk direnişidir, yargılanamaz” denilerek direnişsürecinde katledilenlere, yaralananlara ve tutsakedilenlere sahip çıkılacağı söylendi.

Basın açıklamasının ardından Çağdaş HukukçularDerneği’nden Avukat Kamil Ağaoğlu veİstanbul’daki Gezi tutsak ailelerinden Hasan Tunçsöz aldı. Konuşmaların ardından toplucamahkemeye girildi.

Mahkeme öğlen arası verdiğinde, bir basınaçıklaması da ESP ve HDK tarafından gerçekleştirildi.

Eylemde ayrıca Yenikapı Tiyatrosu ve gözaltındakaybedilen Hasan Ocak’ın ailesi de söz aldılar.

Basın açıklaması alkış ve sloganlarla bitirildi. Kızıl Bayrak / İzmir

İzmir’de 2. dalgada tutuklanan devrimcilerin 1Kasım’daki mahkemesinden hepsi serbest bırakılmıştı.Tutsak ailelerinin de bu haftaki oturma eyleminehapishaneden çıkanlar da katıldı.

Gezi tutsak aileleri ve yakınları her hafta olduğugibi bu hafta da 2 Kasım’da saat 17.00’de Konak YKMönünde biraraya geldiler. Yürüyüşte “Gezi Parkıtutsaklarına özgürlük!” pankartı ve tutsaklarınresimlerinin olduğu dövizler taşındı.

Yürüyüş boyunca konuşmalar ve sloganlarladevletin katliamcı yüzü teşhir edildi.

İş Bankası önüne gelindiğinde kısaca devletinbaskıcı, şiddet uygulayan politikalarına değinilerek 1Kasım sabahı Kayseri’de Kayseri İşçilerin BirliğiDerneği’ne düzenlenen polis baskını protestoedilirken, ev baskınları sonucunda gözaltına alınanBDSP’liler selamlandı.

Basın açıklamasını Gezi tutsağı Serdar Gür’ünannesi Nesrin Gür okudu.

Gür, basın metninde 31 Mayıs itibari ile bir kıvılcımçakıldığını ve isyan ateşinin tüm Türkiye’yi sardığınısöyledi. Elinde bu ateşi taşıyan çocuklarının, birer birerellerinden, evlerinden alınarak, karanlığın dehlizlerine,faşizmin zindanlarına konulduğunu belirtti. Anne Gür,bu baskı ve şiddetin sokağın sesini engelleyemediğinivurgulayarak şunları söyledi: “Bizler 14 haftadırsokaklardayız ve çocuklarımızın hepsini alıncaya kadar

da sokakta olmaya devam edeceğiz.”

Açıklamanın ardandan, İstanbul Gülsuyu

Mahallesi’nde çeteciler ve devlet işbirliğiyle öldürülen

Hasan Ferit Gedik için yazılan bir yazı, Gezi tutsağı

Barış Yalçın’ın kardeşi Melis Yalçın tarafından okundu.

130 günlük tutsaklığın ardından 1 Kasım’daki

mahkemede serbest bırakılanlardan Pınar Türk,

Süleyman Göksel Yerdut ve Sercan Üstündaş söz

aldılar.

Pınar Türk, Şakran Cezaevi’nden Gezi tutsağı

arkadaşlarının ve tüm devrimcilerinin selamını

getirdiğini söyleyerek içerden sloganlarla kendisini

uğurladıklarını belirtti. Süleyman Göksel Yerdut ve

Sercan Üstündaş da Kırıklar’dan devrimci tutsakların

selamlarını getirdiklerini söyleyerek “bugün bizlerin

dışarda olmamızın sebebi dışardaki dostlarımızın,

ailelerimizin ve arkadaşlarımızın sokağı boş

bırakmadan mücadele etmesidir” dediler.

Oturma eylemi 13 Kasım saat 09.00’da DHF’lilerin

Bayraklı Adliyesi’nde yapılacak duruşmasına çağrı ile

devam etti. Gezi tutsaklarının serbest bırakılması,

Grup Gün Işığı’nın çaldıkları halay parçalarıyla hep

birlikte halaya durarak kutlandı. Eylem halaylarla

sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir

“Kazananlar hepdirenenler olacak!”

Ailelerden�tutsaklar�içinaçıklama

Malatya E Tipi Hapishanesi’nde, hapishaneyönetiminin ve Adalet Bakanlığı’nın keyfiuygulamalarına karşı süresiz açlık grevi yapan MKPve TKP/ML dava tutsaklarının aileleri, 2 Kasım’dayaptıkları basın toplantısı ile desteklerini açıkladılar.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Binası’ndayapılan açıklamaya tutuklu aileleri, yakınları veavukatları katıldı. Toplantıda, tutuklu yakınlarındanAli Doğan, Hüseyin Dündar ve Avukat MeralHanbayat tarafından tutsakların maruz kaldıklarıuygulamalar anlatıldı.

Yapılan açıklamalarda tutsakların sürekli olarakkeyfi baskı ve tecrit altında tutulduğuna işaret edildi.Sürgünlerin süreklileştiği, şu anda 24 tutsağın beşayrı hapishanede tutulduğu belirtildi.

Doktor ve mahkemeye götürülürken ters kelepçeyapıldığı, muayene sırasında dahi ters kelepçeliolarak ve jandarma nezaretinde tedavi dayatıldığı,bu uygulamaların kabul edilmemesinden dolayıtutsakların sürekli olarak jandarma tarafından darpedildikleri ifade edildi.

Kimliği belirlenemeyen kişilerin hapishanehücrelerine girip tutsaklara ajanlık teklifi yaptığı,tutsakların dışarıyla ve diğer tutsaklarla olaniletişimlerinin engellendiği belirtilerek, ailelerle olangörüşmelerinin dahi 15 dakika olarak sınırlandırıldığıvurgulandı.

2 ay süresince masa ve sandalye gibi ihtiyaçmalzemelerinin verilmediği, daha sonra ise ücretleritutsaklara ödettirilmek şartıyla, ısrarlar sonucundaalınabildiği belirtildi.

Sohbet hakları tamamen gaspedilen tutsakların,havalandırma ve ring araçlarında kameralar ilesürekli olarak psikolojik işkenceye tabi tutuldukları,tutsakları ziyarete gelen ailelerin ince aramadayatmasına, ziyaretçi kadınların ise tacize maruzkaldıkları vurgulandı.

Psikolojik ve fiziki saldırıların yanında, tutsakların“adil yargılama” haklarından da maruz bırakıldığıvurgulanan açıklamada, 24 tutsağın davasının aynıolay üzerinden ve içeriği aynı olmalarına rağmendavaların ayrı ayrı görüldüğünü ve dava dosyalarınınsürekli talepte bulunulmasına rağmenbirleştirilmediği ifade edildi. Ayrıca davada savcımütalaasının verilmesine rağmen halen savunmasınıyapmayan tutsakların olduğuna işaret edildi.

Malatya E Tipi Hapishanesi’nde tutulan MKP veTKP/ML dava tutsaklarının, “keyfi uygulamalara sonverilmesi” ve “adil yargılama hakkı” talepleri için 25Ekim itibariyle süresiz açlık grevine başladığıbelirtilerek, taleplerin karşılanması istendi. Açlıkgrevine başlanılmasının ardından hapishaneyönetiminin tutsaklarla görüşme yaptığı fakat halenhiçbir adım atılmadığı belirtildi.

Toplantıda aileler, yakınlarına desteklerini şusözlerle ifade ettiler: “Biz aileler olarak çocuklarımızauygulanan bu teslim alma saldırısına karşıçocuklarımızın başlatmış oldukları süresiz açlık grevidirenişinin dışarıda bizlerin de direnişi olduğunu birkez daha haykırıyoruz. İçeride devrimci tutsaklarayapılan saldırılar sonucunda doğabilecek herhangibir olumsuz durumdan Malatya Hapishanesiyönetimi ve Adalet Bakanlığı sorumludur.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Cumartesi�Anneleri�Galatasaray’da�449.�kez�buluştu

Her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda yapılan Cumartesi Anneleri eyleminin bu haftaki gündeminde

27 Ekim 1995 yılında Yüksekova’da gözaltına alınarak katledilen 73 yaşındaki Abdülkerim (Şemsettin)

Yurtseven vardı.

Kayıpların fotoğraflarının taşındığı oturma eyleminde ilk olarak 1994 yılında gözaltında kaybedilen

Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin konuştu. Bilgin, 30 yıldır eylemlerinin devam ettiğini belirterek

iktidardan hiçbir umut beklemediğini ifade etti.

Bilgin’in konuşmasının ardından Abdülkerim Yurtseven’in eyleme katılan torunlarından Hüseyin

Yurtseven bir konuşma yaptı. Yurtseven, dedesinin gözaltına alınmasının ve katledilmesinin nasıl

gerçekleştiğini anlattı.

Ardından İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına basın açıklamasını Zuhal Çıldır

okudu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“AKP iktidarı ile birlikte, eğitim alanı başta olmaküzere, toplumsal yaşamın bir bütün olarakmuhafazakârlaştırılmasına ve kamu emekçilerinin kılık-kıyafetleri üzerinden tek tipleştirilmesine karşı tümeğitim ve bilim emekçilerini somut tutum almaya,yasakçı kılık-kıyafet yönetmeliğine karşı hep birliktemücadele etmeye çağırıyoruz.”

Eğitim-Sen, bu kararı ile tüm eğitim emekçilerini“özgür giyim kuşam” eylemine katılmaya çağırdı. Bukarar olumlu bir adımdır. Yalnız bu adımı atmak için neMemur-Sen’in yapmış olduğu kılık kıyafete özgürlükimza kampanyasını, ne başörtüsü için sivil itaatsizlikeylemini ne de demokratikleşme paketini beklemesigerekiyordu. Geçen yıldan beri kamu emekçilerininilgiyle izlediği kılık kıyafete özgürlük tartışmalarındaEğitim-Sen daha en baştan bu kararı almalıydı. OysaEğitim-Sen eşofman eylemi gibi bir karar alarak kamuemekçilerinin kılık kıyafet talebini kucaklayamadığıgibi, Memur-Sen’in kara propagandasına zeminhazırlamış oldu (Memur-Sen, eşofman eylemininbaşörtüsüne karşı yapıldığı üzerinden kara propagandayapmıştı). Eğitim-Sen ve KESK bu süreçte Memur-Sen’in kamu emekçileri arasında yaratmak istediğiayrışmayı besledi. Tüm bu süreci kapsayıcı vebirleştirici politika, eylem ve kararlar almak yerine laik-anti-laik çatışmasının bir tarafı olarak davrandı. Yaptığıçağrılarla, girdiği gereksiz polemiklerle kamuemekçilerinin bir bölümünü karşısına aldı. Laikliği dinve vicdan özgürlüğü temelinde değil başörtüsükarşıtlığı üzerinden kurgulayıp ulusalcı cenahayedeklendi.

KESK ve Eğitim-Sen, Haziran Direnişi’nde, toplusözleşme döneminde, kreş haktır kampanyasındasınıfta kalmıştır. Haziran Direnişi’nde kendi talepleriyleve örgütlü gücüyle sokağa inmemiştir. Üyeler kendiinisiyatifleri ile bireysel olarak direnişe katılmışlardır.Direnişe katılan kamu emekçilerine açılansoruşturmalar mücadele konusu yapılmamış sadecesavunma metinleri hazırlanarak kamu emekçileri yalnızbırakılmıştır. Toplu sözleşme dönemi, kadrolarınyaptığı yürüyüşle geçiştirilmiştir. Koskoca toplu

sözleşme dönemi, kamu emekçileri tatilde denilerekpasif bir şekilde geçirilmiştir. Kamu emekçilerinin veberaberinde tüm işçi ve emekçilerin iki yılı Memur-Sen’in satış sözleşmesine mahkûm edilmiştir. Okullarınbaşladığı döneme denk gelen kreş haktır kampanyasıda gerçekten bir kampanyaya dönüşmemiş, sadece adıkampanya olarak kalmıştır. Bu kampanya herhangi birtalep kazanılmadan bitirilmiştir. KESK ve Eğitim-Senbirçok karar almakta ama bunları kamu emekçileriylebuluşturamamaktadır. KESK ve Eğitim-Sen büyük biratalet içindedir. Sendikamızda tutumsuzluk ve pasifeylem biçimi iyiden iyiye hâkim hale gelmişdurumdadır.

Bütün bu olumsuzlukların yanı sıra Eğitim-Senolumlu bir adım olarak “özgür giyim kuşam kararı”almıştır. Bu adımın başarılı olabilmesi için başta Eğitim-Sen’in ve KESK’in alınan karara sahip çıkmasıgerekmektedir. Özgür giyim kuşam kararını imzakampanyalarıyla, basın açıklamalarıyla, kitleselgösterilerle kampanyaya dönüştürmelidir. Bunlarınolmadığı bir yerde tüm yük özgür kıyafet uygulamasınısahiplenen üyelerin üzerine binecektir.

Eğitim-Sen’in “süresiz özgür giyim kuşam” kararıüyeleri tarafından sahiplenilmiş, üyeler 7 Ekim’denitibaren birçok yerde özgür kıyafetle işyerlerinegitmeye başlamışlardır. Bu kararın hemen ardındaneğitim emekçilerine soruşturma terörü devreyesokulmuş hatta bazı yerlerde soruşturmanın yanı sıratehdit, korkutma ve hakarete varan uygulamalaryaşanmıştır. (Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürü`nü Tarsusşube yöneticimizi “seni okuldan sürdürürüm, tuvalettemizletirim, mahkemeye verilirsin, sonuçlanana kadartuvalet temizlersin” biçiminde tehdit etmişti) Buuygulamalar Eğitim-Sen üyelerinin alışık olduğuuygulamalardır. Ancak özgür kıyafet eylemine sahipçıkan kamu emekçilerinin yaptıkları eylemden kaynaklıyaşayacakları olumsuzluklar Eğitim-Sen’ibağlamaktadır. Tam da bu noktada Eğitim-Senüyelerine hukuksal destekle yetinmeyip tüm güçleriyleve tüm olanaklarıyla üyesinin yanında olmalıdır.Tarsus’ta yaşanan olaydan hemen sonra bir basın

açıklaması ile kınama ve hukuki destek sağlamaolumlu olmuştur, ancak yetersiz bir adımdır. Böyle birdurumda Eğitim-Sen bu tür olayların yaşandığıyerlerde kitlesel eylemlilikler yapmalıdır. Eğitim-Sen’inbirincil görevi özgür kıyafet uygulamasındaki tümkamu emekçilerini bu süreçte yalnız bırakmamak veher türlü yaşanan olumsuzlukta tüm gücüyle üyesininyanında olmaktır. Aksi durumda tek başına idareyleveya başka herhangi güçle mücadele etmek zorundakalan emekçide çaresizlik oluşacak, bu da kırılmayaneden olacaktır

Eğitim-Sen’in kararı sadece okullardauygulanacaktır. Ancak eğitim alanında çalışmayankamu emekçilerinin de özgür kılık kıyafet talebi vardır.Eğitim dışında çalışan kamu emekçilerini de bu sürecedâhil etmek gerekmektedir. Burada Eğitim-Sen’ebirden çok görev düşmektedir. Bunlardan en önemlisi,içinde bulunduğu konfederasyonun, yani KESK’in de bukararı alması için KESK’i ve bileşenlerini zorlamaktır.Kendi içinde bütünlüğünü sağlayan KESK bileşenlerieylemi daha güçlü gerçekleştirecek ve diğer kamuemekçilerine güven verecek, yol gösterecektir.

Eğitim-Sen’in bu kararı, laik-antilaik çatışmasınınyarattığı ikilemin oluşmasına yol açmadan kamuemekçilerinin tümünü kapsamalıdır. Özgür kıyafeteylemi başarıyla sürdürülürse Memur Sen’inişyerlerinde yaratmış olduğu bölünme ve özgürlüğüsadece başörtüsüne indirgeyen tutumu “özgür giyimkuşam” şiarıyla boşa düşecek, kamu emekçilerinin suniayrışmasını bir nebzede olsa asgariye indirecektir.

Eğitim-Sen almış olduğu bu kararla önemli bir adımatmıştır. Bu adımı üyelerine sahip çıkarak, eyleminKESK’te de hayat bulmasını sağlayarak, tüm kamuemekçilerini kucaklayan bir tutum izleyerek ve kararıbütünlüklü bir kampanyaya çevirerek hayata geçirmesigerekir. Eğitim-Sen’in bu başarıyı elde etmesi içinilerici öncü tüm kamu emekçileri bulundukları heryerde eylemi desteklemeli ve büyütmelidir.

Bir eğitim emekçisi

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2013/43 * 8 Kasım 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

“Özgür giyim kuşam” eylemleri üzerine...

Kadın sorunu tarihsel ve toplumsal bir sorundur.Diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi, kadın sorunuda tarihsel gelişmenin seyri içinde, belli koşulların veilişkilerin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Özel mülkiyete paralel olarak gelişen erkekegemenliği, tüm sınıflı toplumlarda özü aynı kalarak,değişen toplumsal düzenlerin kendine özgü yanlarıylayenilenerek günümüze dek sürmüştür. Bundandır ki,bu sorunun çözümünü sınıfsal ilişkiler ve sömürüdenayrı ele almak mümkün değildir. Diyalektikmateryalist yöntemi kılavuz edinen komünistler içinkonu oldukça açıktır; tarihin belli bir evresinde bellisınıf ilişkilerinin ürünü olarak ortaya çıkmış olan busorun, tarihin yine belli bir evresinde, bu koşullarındeğişmesi ile de ortadan kalkacaktır. Bu nedenle kadınemekçilerin özgül mücadele talepleri devrimmücadelesinden ve sosyalizm hedefinden ayrıtutulamaz.

Bilimsel sosyalist dünya görüşünün tarihseldoğrulanmasının önemli bir pratiği olan Ekim Devrimide bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Kadın sorununun devrimci yöntemle nasıl birçözüm zeminine kavuştuğunu anlamak için EkimDevrimi sonrası yapılanlara bakmak yeterlidir.Devrimle, sömürü ilişkilerinin ortadan kaldırılması içinatılan adımların, geçmişten miras kalan ataerkilkültüre, geleneklere ve gerici ideolojiye karşısistematik bir mücadele ile birleştirildiğine tanıkoluyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken esas noktabu mücadelenin birlikte ele alınması ve bu yöneliminkendisidir. Mesele, bu konuda da, “buzun kırıldığı,yolun açıldığı” gerçeğidir.

*“Batı Avrupa’daki özgürlük hareketlerinin

savunucuları, uzun zamandır, on yıllardır değil, yüzyıllardır, bu eskimiş yasaların kaldırılmasını ve kadınınerkekle hak eşitliğini istiyorlar. Ama bunugerçekleştirmeyi Avrupa’nın demokratikdevletlerinden hiçbiri, en ileri cumhuriyetlerden hiçbiribaşarmadı. Çünkü orada, kapitalizmin var olduğuyerde, mülkte ve akarda özel mülkiyetin, fabrikalardave işletmelerde özel mülkiyetin bulunduğu yerde,sermayenin henüz gücünü sürdürdüğü yerde, erkeğinüstüncelikleri saklı kalıyor.

Rusya’da kadının yasal hak eşitliği yalnızca 25Ekim 1917’de işçiler iktidara geldikleri içingerçekleştirildi. Sovyet iktidarı başlangıçtan beri, hersömürüye düşmanca karşı çıkan, çalışanların biriktidarı olma görevini benimsedi. Çalışanların mülksahiplerince ve kapitalistlerce sömürülmesiniolanaksızlaştırma, sermayenin egemenliğini yok etmegörevini benimsedi. Sovyet iktidarı mülkte ve akardaözel mülkiyet olmadan, fabrikalarda ve işletmelerdeözel mülkiyet olmadan, her yerde, bütün dünyada, endemokratik cumhuriyetlerde bile, çalışanlarıgerçekten yoksulluğa ve ücret köleliğine ve kadını ikikat köleliğe bırakan şu özel mülkiyet olmadançalışanların yaşamlarını düzenlemelerini amaç edindi.(Lenin)”

Ekim�Devrim�sonrası�atılan�adımlar

Ekim Devrimi ile kadınların gerçek anlamda

kurtuluşu için tohumlar atılmıştır. Sovyet iktidarı

hemen ilk aylarda ilk elden kadının toplumsal

yaşamdaki ikincil konumunu ve eşitsizliğini hedef alan

önlemler almıştır. Kuşkusuz; “Bu araçlar yeni değildir,

(sosyalizmin bütün maddi önkoşulları gibi) geniş-

ölçekli kapitalizm tarafından yaratılmışlardır; ama

kapitalizmde birincisi ancak bir az-bulunurluk olarak

kalmışlardır, ikincisi -özellikle önemli olan budur- ya

spekülasyonun, zenginleşmenin, aldatmanın,

yanıltmanın bütün kötü yanlarıyla kâr güden

girişimler ya da en iyi işçilerin haklı olarak hınç

duyduğu ve tiksindiği “burjuva iyilikseverliğinin göz

boyayıcı örnekçikleri” olmuşlardır.” (Lenin)

Neler mi yapılmıştır? Tüm alanlarda hak eşitliğini

sağlama çabasıyla, kadınları üretim süreçlerine ve

yönetime katmak, mesleki ve toplumsal yeteneklerini

geliştirmek için kurs ve enstitüler açmak,

doğumevleri, kreşler, çeşitli eğitim kurumları kurmak,

ana ve bebek yurtları açmak, anneler için danışmanlık

merkezleri, bebek ve küçük çocukların bakımı için

kurslar, ana ve bebek sağlığı ile ilgili çalışmalar

yapmak, kadın işçilerin emeğini korumaya yönelik

“dünyadaki en ileri yasaları” çıkartmak, ortak

mutfaklar, kamu aşevleri, yıkama ve onarma

kuruluşları açmak gibi adımlar atılmıştır. Rakamsal

birkaç örnek vermek gerekirse, 1919-20’de

Petrograd’da nüfusun yüzde 90’ı ve Moskova’da yüzde

60’ı ortak yemekhanelerde besleniyordu. Devrimden

önce kadınlar arasında okuma-yazma oranı oldukça

düşükken, 1927’de Bilim ve Teknik okulunda

okuyanların yüzde 40’ını kadınlar oluşturuyordu.

Ekim Devrimi ile Lenin’ in belirttiği gibi “Kadının

hak eşitsizliği ile boşanmanın sınırlanmaları ile

boşanmanın bağlandığı çirkin biçimsellikler(Formalitaeten) ile, evlilik-dışı çocukların tanınması,babalarının araştırılması ile vb. ilgili alçakçayasalardan, bütün uygar ülkelerde burjuvazinin vekapitalizmin yüzkarası olan sayısız kalıntıları bulunanyasalardan, sözcüğün en gerçek anlamıyla taşüstünde taş” bırakılmamıştır. Sovyetler Birliği dünyadakürtajın yasal hak olduğu ilk ülkedir.

Ancak esasta, kadının, eski ev köleliğinden veerkeğe her türlü bağımlılıktan kurtulması için “tekil evekonomisinin iktisadi ve eğitsel görevlerini toplumadevretmek” gerektiği bilinciyle çalışmalaryürütülmüştür.

Kuşkusuz bu adımların daha başlangıç olduğunubilen Lenin’in kendisi de “yasalar yalnız başlarınayetmez ve yalnız kararnamelerle asla yetinmiyoruz.”demektedir. Lenin önemle belirtmektedir ki, “Kadınev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zamansıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkeklegerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir,kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir.Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir.”

*Kadın sorununda acil demokratik taleplerin

yaşama geçmesi, kapitalizm koşullarında dahiçözülebilecek kimi eşitsizliklerin giderilmesi ancak birdevrimle mümkün olabilmiştir. Kuşkusuz bu adımlargerçek ve kalıcı çözümün ancak özel mülkiyetinkaldırıldığı koşullarda yaşanabileceği bilinciyleatılmıştır.

Ekim Devrimi ile kadının kurutuluşunun koşullarınıyaratabilecek olan tek devrimci sınıfın işçi sınıfıolduğu kanıtlanmıştır. İnsanın insan tarafındansömürüsü ve köleliğine dayalı olan kapitalizmdenkurtuluşla birlikte kadınıyla, erkeğiyle gerçek birtoplumsal kurtuluş yaşanabilecektir. Bundandır ki, 96.yıl dönümünde Ekim Devrimi güncelliğini ve yolgöstericiliğini korumaktadır.

Ekim Devrimi ve kadın