Upload
others
View
21
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
N M liy e fl
YAY I NL ARI1 COCUK KİTAPLARI DİZİSİ
v:ir:'.jff JOH AN N A SPYRİ
HEİDI
Heidi, İsviçre'nin dağlıl< bölgesinde, dedesiyle birlikte yaşayan, küçük bir kız çocuğuydu. İyi kalpli, doğa sevgisiyle dolu, herkesin dostu Heidi, her- gün başka bir olayla karşılaşıyordu. Her zaman iyiliğin, saflığın ödülleneceğini belirten kitapta Heidi'yi Çok sevecek ve ailenizden biri gibi ona yakınlık duyacaksınız.
Dünya Çocuk ICÎâsikieri arasında önemli yeri olan HEİDİ, ilk kez hiç kısaltma yapmadan, tam olarak dilimize çevrilmiştir. Poğa sevgisi, inanç ve bilgiyi vazgeçilmez öge olarak işleyen bu eser bir başucu kitabı kadar yakınınızda olacaktır.
1 JOHANNA SPYRİ
JOHANNA SPYRI
HEİDİTürkçesi
Can E R E N
12} YAYINLARI
MÎLLÎYE! YAYIN LTD. ŞTÎ. YAYINLARI Çocuk Kitapları D izisi; 31
•Yayın hakkı (Copyright): Milliyet Yayın Ltd. Şti.
Birinci B ask ı; Aralık 1977
Bu kitap YELKEN Matbaası’nda dizilip basılmıştır.
Bu kitap hiç kısaltma yapılmadan dilimize çevrilmiştir).
BİRİNCİ BÖLÜM
ALM AM CA’YA ÇIKIŞ
S K Î ve sevim li b ir kasaba olan M aienfeld’den çıkan pati-
I ka, yem yeşil, gölgelikli çayır- la n n arasm dan geçe geçe, v a
d iyi heybetle süzen koca dağlarm eteklerine vanyordu. Toprak yol yavaşça me- yillen ip tırm anm aya başladığında fundalık la rın kokusu çevreyi sanyor, kısa ve sık çim enlerin, yüksek yaylalann havası her yana yayılıyordu. Daha sonra patika
İyice dikleşm ekte, Alplere tırm anan, geçmesi güç b ir yol haline gelmekteydi.
P arlak güneşli b ir haziran sabahı, uzun boylu, sağlam y a p ılı b ir kızın, e lin deki çocuku çeke çeke, dağlara a lışkın adım larla bu yoldan yukarıya tırm andığı görüldü. K üçük çocuğun yanakları alev alevdi. Y anık, kahverengi teninden bile b e lli oluyordu yanaklarındaki k ırm ızılık . Bunda şaşacak b ir şey yoktu tabiî. Çünkü, o rtalığ ı kavuran güneşe rağmen, m in ik kız sanki buzlara k a rşı korunacakm ış gibi sarınm ış sarm alanm ıştı. îk i, hatta üç kat üstüste giyinm işti. B un lar yetm iyorm uş gibi, onu kocam an b ir şala sarm ış, sıkıca bağlam ışlardı. Beş maşındaki çocuk bu durum da neye benzediği b e lli olm ayan b ir yaratık olm uş ç ık m ıştı. A ltı ç iv ili, ağır dağ pabuçlanyle yokuşu tırm anm aya çaba gösteriyordu. İk is i b irlik te b ir saat kadar böyle tırm andıktan sonra, Alm dağının ortalarına rast
8 H E Î D İ
layan D o rfli köyüne geldiler. B urada onla rı her kapıdan sevgi dolu sesler ka rşılad ı. Çünkü burası, genç kızın kendi köyüydü. Ama o, bu seslere hiç aldırm adan köyün son evine kadar h ız lı adım la rla yürüdü. Tam kapının önünden geçerken eşikten b ir ses ona seslendi: «Beni de bekle, Dete. Y u k a rı çıkıyorsan, ben de geliyorum .»
Genç kız durdu. Evden, tom bulca, iy i y ü rekli b irin e benzeyen b ir kadıncağız çık tı, onlara katıld ı. «Çocuğu nereye götürüyorsun, Dete?» diye sordu. «Bu, her halde ablanın k ızı o lm alı... öksüz kalan kız.»
Dete, «Evet,» diye k a rşılık verdi. «Onu Alm A m canın yanına bırakacağım .»
«Çocuğu onun yanına n asıl b ıra k ırsın? Ç ıld ırm ışsın sen, Dete! Ama nasıl olsa ih tiyar bunu dünyada kabul etmez. Hemen kovalar seni!»
«Yapamaz! Çocuğun dedesi oluyor.
H E Î D İ 9
Bugüne kadar hep ben baktım , büyüttüm onu. Ama, Barbel, bana teklif edilen güzel b ir iş i de onun yüzünden reddede- mem. Bundan böyle, görevini yapma s ıra sı dedeye geldi.»
«O da herkes gibi b iri olsa, o zaman b e lki...» diye iç in i çekti Barbel. «Ama oriu benim kadar sen de tanırsm . N asıl çocuk bakar? Hele bu kadar küçük b ir çocuk olursa! Hoş, zaten çocuk da onun yanında kalam az. Peki, sen nereye gidiyorsun, Dete?»
«Fran kfu rt’da çok iy i b ir işe.»«Doğrusu bu çocuğun yerinde olm ak
istemezdim. Tepedeki ih tiy a rı hiç kim se iy i tanım ıyor. Kim seyle konuşmaz. O çalı kaşlanyla, korkunç sakalıyla, tam b ir Vahşiye benziyor. Bütün köyün ödü kopuyor ondan.»
Dete, «Yine de!..» deyip biraz durakladı. «Yine de, ne de olsa çocuğun dedesi. Çocuğa bakm ak ona düşer.»
10 H E İ D Î
Barbel, « İh tiya r için çok kötü şeyle r söylüyorlar,» diyerek arkadaşına keskin gözlerle baktı. «Sen de kızkardeşin- den duymuş olm alısın anlatılan hikâyeleri. ö yle değil m i, Dete?»
«B elki de duym uşum dur ama, bunla rı konuşacak değilim . H akkında dedikodu yaptığım ı b ir duyarsa halim enfes o lu r doğrusu.»
Barbel, çoktan beri herkesin Alm Amca dediği bu ih tiya rla ilg ili b ir şeyler öğrenmeye can atıyordu. Neden herkesten nefret eder göründüğünü, neden tek başına dağın tepesinde oturduğunu m erak edip duruyordu. Dost b ir hareketle uzanıp Dete’nin koluna girdi. «Anlat- sana bana,» dedi. «Şu anda korkacak hiç b îr şey yok.»
Dete çevresine bakındı, çocuğun söylenenleri duyacak kadar yakınlarında olup olm adığını anlam aya çalıştı. Çocuk görünürlerde yoktu. Dete olduğu yerde
H E t Dİ 11
kalakaldı. K aygılanm ıştı. Duman olup uçmuş muydu bu çocuk?
Sonunda B arbel, «îşte, gördüm onu!» diye bağırdı. «Şurada!» Patikanın tâ ilerisinde b ir yeri gösteriyordu. «Peter’le yam açlara tırm anıyor. Çoban Peter ve keçileriyle. O bakar çocuğa. Sen de h ikâyeni anlat bakalım .»
«Kendi kendine de bakabiliyor zaten,» dedi Dete. «Bu da iy i b ir şey. Çünkü ih tiyar ona pek çok şey veremez. A rtık elinde ik i keçiyle o dağ kulübesinden başka b ir şey kalm adı.»
«Hem de nasıl,» diye k a rşılık verdi«Gençliğinde daha çok şeyi m i var
dı?)'Dete, «Domleschg’in en güzel ç iftlik
lerinden birinde büyüm üş. A ilenin en büyük oğluymuş. Ama iç k i ve kum ar yü- zünder; ç iftliğ i elden çıkarm ış. Hovardalığ ın ın , hesapsız para harcam asının haberleri gelince, annesiyle babası üzüntü
12 H E î D t
den ölm üşler. K endisi o sıra ortadan kaybolm uş. Kim se nerede olduğunu b ilm iyorm uş. K im isi, N apoli'de askere ya- zıldığm ı söylüyorm uş. On ik i, hatta on beş y ıl ondan h iç haber gelmemiş. Sonra günün birinde apansız Dom leschg’de belirm iş. Yanında boyuna gelm iş b ir erkek çocukla. Onu yanına yerleştirecek b ir akraba arıyorm uş ama, bütün ka p ıla r yüzüne kapanm ış.
«Buna o kadar gücenm iş k i, b ir daha-Dom leschg’e ayak basm ayacağına yem in etm iş. Çocuğu alıp D orfli'ye gelm iş, yerleşm iş. A nlaşıldığına göre, hâlâ biraz parası kalm ışm ış. Çocuğa yetecek kadar. Çocuğun adı Tobias. Onu b ir m arangozun yanına çıra k verm iş. İy i çocuk olduğu iç in D o rfli’de herkes onu severm iş. Ama ihtiyara güvenen yokm uş. Söylentilere göre, N apoli’den, başı belâya g ird iği iç in kaçm ak zorunda kalm ış... B irin i öldürm üşm üş. Savaşta değil tabiî. An-
H E Î D Î 13
Iıyorsun. Kavgada. Ama bize çok yakın akraba olduğu için gene de ilişk im izi kesm em iştik. Ona «amca» diyorduk. D o rfli’de oturan herkese baba tarafm - dan akraba olduğum uz için de, ona «amca» demeye başladılar. Daha sonra da, Alm dağında oturduğu için , ona Alm Amea adı takıldı.»
Barbel m erakla, «Peki, Tobias'a ne oldu?» diye sordu.
«Tobias, M els’de ç ıra k lık dönemini b itird i, -sonra da hemen D orfli'ye dönüp Adelheid ablam la evlendi. Çok m utlu oldular. Ama bu m u tlu lu kları kısa sürdü. İk i y ıl sonra Tobias b ir yapının doğrama işlerinde çalışırken başına b ir kalas düştü, ölüm üne sebep oldu. Parçalanm ış cesedini eve getirdiklerinde Adelheid'm şok yüzünden ateşi çıktı, b ir daha da iy ileşemedi. Zaten hiç b ir zaman pek sağlam olam am ıştı. Bazen k riz le r geçirird i.
14 H E İ D Î
Uyuyor mu, uyanık m ı olduğunu anlayam azdık.
«Tobias’m ölüm ünden birkaç hafta sonra Adelheid’ı da gömdük. B azıları, bunun ihtiyara T an n ’nm verdiği b ir ceza olduğunu söylediler. Yüzüne karşı bile söylediler. Papaz da ona günahları için tövbe etm esini rica etti ama, amca o zaman daha çok kızdı, daha çok içine kapandı. B ir süre sonra gidip Alm dağının tepesine yerleştiğini duyduk. O günden beri, hiç kim seyle görüşmeden, orada tek basma yaşıyor. T a n rı’yla da, dünyayla da sav aşii'casma.
«Annemle ben, Adelheid’ın k ızın ı yanım ıza aldık. O zaman daha b ir yaşındaydı. Geçen y ıl annem ölüp, ben de o yazlık otelde işe girince, çocuğu yanım da götürdüm . Pfaferserdorf’da ih tiyar U rsel’in yanına bıraktım . K ış boyu da hep o otelde çalıştım . Yaz gelince, daha önce F ra n kfu rt’da yanlarında çalıştığım
H E t D Î 15
b ir aile oraya geldi. Bana iş teklif ettiler, ben de kabul ettim. Şim di F ra n kfu rt’a gidiyorum . Ö bürsü gün yola çıkıyoruz.»
«Zavallı çocukcağızı da o korkunç ihtiyara bırakacaksın, öyle m i?» B arbel’ in sesinde ayıplayan b ir ifade vardı.
«Başka ne yapabilirim ?» Dete savunmaya geçm işti. «Yanım da götüremem ya! Peki, sen nereye kadar geleceksin, B arbel? Alm dağının ortasına vard ık bile.»
Barbel, «Geleceğim yere geldim zaten,» dedi. «Peter’in ninesiyle konuşacağım. K ışın benim için ip lik büker. Şim d ilik Allaha ısm arladık, Dete! îy i şanslar!»
Dete, arkadaşıyla el sık ıştı, o patikanın ile risin d eki kulübeye doğru yü rü rken durup arkasından baktı. Bu kulübe, köyden dağın doruğuna kadar olan yolun yarısından uzaktaydı. Böyle kuytu yerde kurulm uş olm ası da iyiyd i doğrusu. O nanlam ayacak kadar çürüm üştü ar
16 H E Î D t
tık. S ırtın ı yamaca dayam ış olduğu h alde, yine de bu evde oturm ak tehlikeli sa yılırd ı. B uralarda kopan fırtın a la r göz ününe alın ırsa, bu kulübenin ka p ıla rı, pencereleri, k iriş le ri bile y ık ıla b ilird i.
K üçük çoban, burada annesi ve kör ninesiyle b irlik te oturuyordu. On b ir yaşındaydı. H er sabah köyün keçilerin i toplar, Alm dağına çıkar, o n ları akşam a kadar otlatırd ı.
Dete olduğu yerde durup sabırsız gözlerle çevresini taradı, çocuklarla keç ile ri görmeye çabaladı. Ama onlar daha dolam baçlı b ir yola sapm ışlardı. K üçük kız başlangıçta çobanın peşinden tırm anm akta güçlük çekm iş, kat kat g iysile rin in içinde soluk soluğa kalm ıştı. K a rşısında çıplak ayaklan üzerinde sıçrayıp duran Peter'e, incecik bacaklanyla sarp yam açlara kolayca tırm anan keçilere sessizce bakıyordu. Sonra birden olduğu yere oturdu, pabuçlarıyla ço rap lan n ı çekip
H E Î D I 17
çıkard ı. B u iş i b itirin ce ayağa kalktı, üstündeki g iysile ri b ire r b ire r çıkarm aya koyuldu. B ir tek gömleği kalıncaya kadar soyundu, sonra k o lla rın ı ik i yana açıp temiz havaya k a rşı vücudunu gerdi. Üstünden çık a n la rı toplayıp düzgün b ir yığın halinde yerleştirdi, keçilerin peşinden sıçraya sıçraya tırm anm aya başladı. Onun yeni kılığ ınd a seke seke yaklaştığını gören Peter’in yüzüne geniş b ir gülümseme yayıld ı. Geriye bakıp giysilerin ağaç dibine yığılm ış olduğunu gördüğünde daha da çok gülüm sedi. Ama h iç b ir şey söylemedi. Kızcağız sonunda kenduji özgür hissetmeye başlam ıştı. Hemen çobanla konuşm aya g irişti. Ona kaç keçisi olduğunu, o n ları nereye götürdüğünü, orada ne yapacağını sorm aya başladı. Sonunda ik i çocuk, tepedeki kulübeye va rd ıla r ve Dete teyzeyi gördüler. Genç kız o n ları görür görmez, «H eidil» diye seslendi. «Bu ne hal bövle! E ’bişe’erir.
18 H E Î D İ
nerede? Ya daha yeni aldığım pabuçlar? E lim le ördüğüm çoraplar? Nereye b ıra k tın onları?»
Çocuk, parm ağını uzatıp yam açların aşağısını gösterdi.
Teyze, parm ağın gösterdiği yere doğru baktı. Evet, gerçekten orada b ir küçük yığın görünüyordu. «Kötü çocuk!» diye h aykırdı. Çok canı sık ılm ıştı. «Bu da ne demek oluyor? Neden soydun her şeyini?»
Çocuk h iç pişm anlık b e lirtisi göstermeden, «O nlara gerek yoktu,» dedi.
Teyze, «Senin h iç m i aklın yok,» diye yakındı. «Şim di kim inip alacak onla rı oradan?» Sonra Peter’e döndü, emretti. «Peter! Hemen koş, o elbiseleri al!»
Peter, «Zaten geç kaldım ben,» deyip olduğu yerde durdu, ik i elin i ceplerine sokm uştu.
«Bakıp durm asana! Böyle şey mi olur! Gel buraya! Sana b ir şey verece-
H E İ D t 19
ğim. B ak!» P ırıl p ır ıl b ir parayı havaya kaldırm ış gösteriyordu. Çocuğun gözleri parladı. Hemen yerinden fırla y ıp en kestirm e yoldan aşağı koşmaya başladı. K ısa zamanda elbiselerin yanına varm ıştı. E ğ ilip o n lan kucakladı. Y ukarıya öyle çabuk ulaştı ki, teyzenin elinden sevinmekten başka b ir şey gelmedi. Hemen parayı çocuğa verdi. Peter onu cebine soktuğunda yüzü gülmekten k ırış k ırış olm uştu.
Dete teyze, «Madem k i yukarıya gidiyorsun, bu elbiseleri A m canın evine götürüver,» dedi, kendi de dönüp Peter’ in kulübesinin arkasındaki yam aca tırmanmaya başladı. Peter bu em ri çabuk kabullendi. Onun ard ı sıra yürüm eye koyuldu. E lb ise le ri sol kolunun altına k ıstırm ış, çoban değneğini sağ elinde sa llıyordu. H eidi ile keçiler onun yanıbaşın- da, neşeyle sıçraya sıçraya ilerlem ekteydiler. K ırk beş dakika kadar sonra kü
20 H E t D t
çük grup, Alm dağının doruğuna, ih tiyar am canın kulübesinin bulunduğu yere vara b ild i. K ulübenin yam açlara bakan yanma ih tiya r b ir tahta kanepe kondurmuştu. Şu anda orada oturuyor, piposunu içiyordu. İk i eli d izlerinin üzerindeydi. Yokuştan yukarıya çocukların, keçilerin , Dete’in ç ık ış ın ı sakin sakin izledi. Önce H eidi göründü. Dosdoğru ihtiyara yürüdü, elin i uzatıp, «Günaydın, Dedeci- ğim !» dedi.
«Vay, vaay! Bu da ne demek oluyor?» İh tiy a rın sesi pek tok çıkm ıştı. Çocuğun e lin i hemen tuttu, bunu yaparken o çalı kaşlarının altından uzanan b ir bakışla, delercesine yüzünü inceledi. H eidi, onun bu b akışın ı gözünü kırpm adan karşıladı.
Bu arada teyzeyle Peter de gelm işlerdi.
Dete kısaca, « İy i günler!» dedi. «Bu, Tobias’la Adelheid'ın çocuğu. B ir bakış-
H E Î D İ 21
ta tanıyabilm eniz güç, çünkü onu b ir yaşından beri görmediniz.»
İh tiy a r ters b ir sesle, «Benim çocukla ne ilgim var!» dedi. Sonra Peter’e döndü. «Hey, sana söylüyorum ! K e çile rin i al, çabuk yola koyul! Geç bile kalm ışsm .»
Peter hemen söz dinledi. îh tiy a n n öfkeli b a k ışla rı, orada daha çok oyalanmak istem esini engelliyordu.
Dete, «Çocuğun seninle kalm ası gerekiyor, Amca,» dedi. «Ben dört yıldan beri kendime düşeni yaptım . Şim di sıra sende.»
İh tiy ar, «Demek öyle,» diye m ırıldandı. Şim şek dolu b a k ışla rı Dete'in üzerindeydi. «Peki, çocuk seni özlerse ne yapacağım?»
«O senin bileceğin şey. Çocuğu ben yanım a aldığım da kim se bana ne yapacağım ı, ona n asıl bakacağım ı söylemem işti. Ü stelik o zaman daha b ir yaşındaydı. Şim di artık benim de hayatım ı
22 H E Î D Î
kazanmam gerekiyor. E n yakın akrabası sensin. ty i bakam azsan bu kendi sorum luluğun. B aşına b ir şey gelirse suçlusu sensin. G ünahlanna b ir yenisin i ekleyecek yerin kalm am ıştır sanıyorum .»
Bu sözler üzerine ih tiya r yerinden kalktı, ö yle ürkütücü b ir h ali vardı ki, Dete ister istemez b ir adım geriledi. Amca kolunu uzatıp ona h aykırd ı, «Defol! B ir daha buraya gelmekte de acele edeyim dem e!»
Dete bu sözü ik i ettirm edi. «Allaha ısm arlad ık öyleyse,» dedi. «Sana da, H ei- di!» Hemen arkasın ı dönüp tâ D o rfli’ye kadar koştu.
B u sefer köylüler onu durdurup soru sorm aya daha da hevesli görünüyorla rd ı. Hepsi, H eidi'ye ne olduğunu merak ediyordu. Dete’i iy i tanıyorlar, çocuğun geçm işini de b iliy o rla rd ı. H er kapıdan, her pencereden sesler duyulm aya
H E 1 D I 23
başlam ıştı. «Çocuk nerede, Dete? Ne yaptın onu?»
Dete öfkeyle k a rşılık verdi, «Alm Amca’n ın yanında elbette! Onu Alm Am caya bıraktım . T ıp kı söylediğim gibi.»
Köyün içinden, elinden geldiği kadar h ız lı adım larla geçti. Tek düşüncesi, D o rfli’den b ir an önce uzaklaşm ak, kim seyle konuşm ak zorunda kalm am aktı. Çünkü yaptığı bu iş kendi vicdanını da rahatsız ediyordu.
24 H E 1 D i
İKİNCİ BÖLÜM
DEDENİN KULÜBESİ
DE T E gittikten sonra dede, uzun süre piposundan dum anlar üfürerek sessizce oturdu. H ei- di de bu arada yeni çevresini
incelemeye koyuldu. Önce keçi ağılına göz attı, sonra kulübenin öbür yanma yürüyüp oradaki üç ya şlı köknar ağacına baktı. G üçlü b ir rüzgâr ağaçların dalların ı sallıyordu. Çocuk h iç hareketsiz durdu, ya şlı ağaçlann arasında rüzgânn
uğuldam asını dinledi. Sonunda kulübenin çevresini dolaşm ayı b itird i, dedenin oturduğu yere döndü. Y ürüyüp onun tam karşısında durdu. E lle rin i arkasında kenetlem iş, gözlerini dosdoğru dedeye dikm işti.
ih tiy a r başını kald ırd ı, «Eee, şim di ne yapacağız?» diye sordu.
«Kulübenin iç in i görmek isterdim .»«Gel öyleyse!» Dede ayağa kalktı.
«E lb iselerin i de getir!»H eidi, «A rtık onlar bana gerekli de
ğil,» dedi.îh tiy a r dönüp onun yüzüne, b ir şey
arayan bakışlarla baktı. Alçak sesle kendi kendine, «Bayağı da a k ıllı galiba,» diye söylendi. Sonra, «Neden artık sana gerekli değillerm iş?» diye sordu.
«Çıplak ayakla gezen keçiler gibi o lmak istiyorum .»
«Pekâlâ. Ama gene de getir eşyaların ı!» diye em retti. «Dolaba koyarız.»
26 H E İ D İ
H eidi söz dinleyerek eşyaları kucakladı, ih tiyarın peşi sıra kulübeye girdi. K apı a ç ılır açılm az kendini kocaman b ir odanın içinde buldu. Odanın eni, ku lü benin eni kadardı, içerd eki eşyalar yalnızca b ir masa ve b ir sandalyeden oluşuyordu. K a rşı duvarda b ir şömine va rdı. Ateşin üstüne kocaman b ir çaydanlık asılm ıştı. Yan duvarın önünde deden in yatağı duruyordu. Aynı duvarın biraz ilerisind e de b ir kapı va rd ıİ Dede yürüyüp o kapıyı açtı. B urası, ih tiyarın kendi eşyalarını koyduğu dolaptı. R a fların b irinde b irkaç gömlek, çorap ve kalın , sert çarşaflar görünüyordu. Başka b ir rafta tabaklar, fincan ve bardaklar vardı. En üst rafta ise b ir ekmek, biraz salam ve peynir durm aktaydı. Kapak a ç ılır açılm az, H eidi öne doğru ilerled i, kendi eşyaların ı ra fın dibine, dedeninkilerin arkasına koydu, el altında olm am alarına çalıştı. Sonra d ikkatin i odaya çevirdi ve sordur
H E Î D Î 27
«Ben nerede yatacağım , dede?»«Nerede istersen.»Bu k a rşılık , çocuğun hoşuna gitm iş
gibiydi. H er köşeyi incelemeye başladı. Dedenin yatağının yanında yukanya ç ıkan m erdivenler görünüyordu. Oraya tırm andığı zaman kendini saman yığınla rı arasında buldu. T atlı ta tlı kokan taze b ir saman yığ ın ı duvarın dibinde duruyordu. Yanıbaşm da pencere vardı. Bu pencereden d ışa rısı, ta vadinin aşağılarına kadar görünüyordu.
«Ah, işte burada yatm ak istiyorum ben,» diye neşeyle bağırdı. «Çok güzel! Gel de gör buranın güzelliğini, dede!»
Aşağıdan, «Daha önce gördüm ben,» diye b ir ses duyuldu.
«Ben yatağım ı yapacağım.» Çocuk sağa sola koşuşm aya başladı. «Bana çarşaf vermen gerek, dede!»
«Öyle m i!» Dede dolaba yürüyüp raf- la n karıştırm aya başlam ıştı. Sonunda
28 H E Î D t
sert çarşaflardan b irin i çekti, yukarıya getirdi.- H eid i’nin bu arada sam anları çok güzel toplayıp yatak gibi şekillendirm iş olduğunu gördü. B ir tarafına, yastık yerine kullanm ak için , daha fazla saman y ığılm ıştı. B aşın ı buraya koyan insan vadiyi rahatça seyredebilirdi.
«Güzel yapm ışsın!» dedi ihtiyar. «Şim di çarşafı serelim . Ama d ur b ir dakika ...» E ğ ilip yerden biraz daha saman aldı, yatağı daha kah nlaştırdı. B ö ylelikle, a ğ ırlık binince küçük kızın sırtın ın tahtalara değmesini önlemek istiyordu.
«Şim di getir o çarşafı buraya!»H eidi sıçrayıp çarşafı kucakladı.
Ama öylesine ka lın d ı k i, ağırlığ ın ın altında sendelemeye başladı, ik is i b irlik te çarşafı serdiler. Y atak şim di çok düzgün görünüyordu. H eidi b ir adım geri çekilip ya ra ttık la n bu esere e le ştirici gözlerle baktı.
«B ir şey unuttuk, dede.»
H E Î D t 29
«O da neym iş?»«Üst çarşafı.»«Demek öyle! Peki ya çarşafım ka l
m am ışsa?»«Üzülme dedeciğim,» diye avutmaya
ça lıştı H eidi. «Sam anları örtü diye ku llanab iliriz.» Hemen eğilip yeniden saman toplam aya koyuldu.
«Dur b ir dakika!» İh tiy ar, merdi^'en- lerden ind i, kendi yatağına doğru yürüdü. Az sonra elinde kocaman, ağır b ir keten çarşafla döndü ve onu yere koydu.
«Bu, samandan daha iy i değil mi?» diye sordu. Ç arşafı yaym ak iç in H eidi'ye yardım etmeye başladı.
H eidi yeni yatağının başında durm uş, hayran hayran seyrediyordu. Zevkten kendinden geçerek, «Örtü çok güzel!» dedi. «Yatak da kusursuz! Keşke gece o lsaydı da hemen yatıp uyuyabilseydim !»
Dede, «Önce yemek yem eliyiz,» dedi.H eidi heyecanından, yeni yataktan
30 H E İ D Î
başka her şeyi unutm uştu. Ama bu söz üzerine kam m ın çok aç olduğunu farket- ti. Sabahtan beri h iç b ir şey yem em işti. «Evet, bence de öyle,» diye kabullendi.
«Eh, madem k i aynı yargıda b irle şi- yoruz, aşağıya inelim öyleyse.» İh tiyar, çocuğu m erdivene doğru yürüttü.
Odaya ayak basınca, önce şömineye doğru yürüdü, büyük çaydanlığı geriye alıp, yerine b ir küçüğünü kaydırdı. Ateşin önündeki üç ayaklı tabureye oturarak alevleri parlattı. Az sonra k ıv ılc ım la r neşeyle fışk ırıy o r, çaydanlık kaynamaya başlıyordu. İh tiy a r bundan sonra ir i b ir parça peynir kesti, uzun dem ir b ir çatala saplayıp ateşe uzattı, her yanı altın gibi kızarıncaya kadar çevirdi durdu. Bu olup bitenleri büyük b ir dikkatle izleyen H e id i’nin de aklına bazı fik irle r gelm iş olm alıydı. Çünkü, birden yerinden fır la yıp dolaba yöneldi. Dede, peynirin hazır olduğuna karar verip onu masaya setir-
H E I D î 31
diğinde, orada b ir somun ekmek, ik i tabak ve ik i bıçak hazırdı. H eidi nelerin gerekli olduğunu çabucak görmüş, hepsin i dolaptan getirm işti.
«Demek kafan çalışıyo r! Bu iy i işte!» dedi dede. Ekm eklerin üzerine peynir sürmeye başladı. «Ama b ir şeyi unutm uşsun.»
H eid i’nin gözleri şöm inenin üzerinde kaynayan çaydanlığa iliştiğ i anda, unuttuğu şeyin ne olduğunu an lad ı... Hemen dolaba koşup baktı, ama orada b ir tek fincan vardı. B ir an durakladı. Fincanın arkasında ik i de bardak duruyordu. Az sonra m asaya dönüp fincanla b ir bardağı sofraya koydu.
«Çok iy i! Çok iy i!» dedi ihtiyar. «Güçlüğün çaresini bulm uşsun. Ama sen nerede oturacaksın?» Bunu söylerken kendi sandalyesini masanm başına çekiyordu.
32 H E Î D Î
H eidi şömineye koştu, üç ayaklı tabureyi kaptığı gibi döndü.
«Neyse, h iç değilse oturacak b ir yerin oldu,» dedi dede. «Ama biraz alçak! Benim sandalyeme b ile otursan masaya boyun yetişmez. Ama gene de yemen gerek. H aydi gel!»
Fincanı sütle doldurup kendi sandalyesinin üstüne koydu, sonra onu H e id i' n in taburesinin önüne itti. B ö ylelikle H eid i'n in kendine göre b ir küçük masası olm uştu. İh tiy ar, bundan sonra tabaklardan b irin e ir i b ir parça ekm ekle, k ızarm ış peynir aldı, bunu da sandalyenin üzerine koydu. K endisi m asanın b ir köşesine iliş ip yemeye başladı. H eidi hemen fin can ın ı eline alıp soluk alm adan içti, b itird i.
«Sütü beğendin m i?»H eidi, «Ömrümde içtiğim en güzel
süt bu,» diye k a rşılık verdi.Dede, «B iraz daha içeb ilirsin ,» diye
H E I D I 33
rek fincanı tekrar doldurdu, önüne koydu.
Peynir, tıp k ı tereyağ gibi yum uşacıktı. Tadı da çok güzeldi. H eidi ara sıra fin canından süt içerek yiyor, pek çok m utlu görünüyordu.
Yemek bitince dede çıkıp keçi ağ ılına yürüdü. Orada yapılacak bazı işle ri vardı. H eidi onu dikkatle izliyordu. Önce uzun sopalı süpürgeyle yerleri süpürüp tem izleyişine, hayvanlar iç in yere taze samandan yataklar yapışına baktı. Sonunda ağıldaki işle r bitm işti. İh tiy a r bu sefer yan taraftaki sundurm aya ilerledi. Burada uzun tahta d irekleri eşit boyda kesti, yassı b ir tahtaya dikkatle biçim verdi, b ir yanına dört delik açtı. Uzun tahtaları bu deliklere soktuğu zaman o rtaya tıp k ı kendi sandalyesi gibi b ir sandalye ç ık tı ama, bu çok daha yüksekti! H eidi, hayranlığından soluğu kesilm işçe- sine seyrediyordu.
34 H E l D t
«Bu nedir dersin, H eidi?» diye sordu dede.
«Bu benim sandalyem , çünkü çok yüksek.»
İh tiy ar, «Gerçekten kafası çalışıyor,» diye düşünerek kulübenin içinde dolaşıp şurayı burayı onarm aya başladı. H eidi peşinden geliyordu. H iç b ir şey d ikkatin den kaçm ıyordu küçük kızın.
Akşam olup rüzgâr çıktığında, ku lü benin arkasındaki köknar ağaçları daha fazla uğuldam aya başladılar. H e id i’n in de yüreği daha h ızlı çarpm aya başladı. Ömründe bu kadar güzel b ir ses duymadığını düşünüyor, ağaçların altında sevinçten zıp zıp zıplıyordu. Dede, çocuğun bu ya p tık ların ı kapı eşiğinden seyretmekteydi.
Derken tiz b ir ıs lık sesi duyuldu. H eidi hareketsiz kaldı. Dede o sırada kulübenin kapısından çıkıp ilerled i. Y ukardan keçiler, vahşî hayvanlar gibi sıçraya
H E î D î 35
rak atlad ılar. A ralarında Peter de vardı. H eidi b ir sevinç çığlığ ı atıp sabahki arkad aşların ı karşılam aya koştu. Kulübeye varınca çocuklar da, hayvanlar da durdular, içlerinden ik i güzel, incecik keçi, dedeye doğru koşm aya başladı. B ir i beyaz, öteki kahverengiydi, ik is i de deden in e llerin i istekle yalıyo rlard ı. Çünkü, dedenin elinde onların çok sevdiği b ir şey vard ı; Tuz. Peter, az sonra sürünün geri kalanıyla b irlik te yola koyuldu. H eidi ik i keçinin önce b irin i, sonra ötekini kucaklıyor, okşuyordu.
«B unlar bizim m i, dedeciğim? Gerçekten bizim m i?» diye soruyordu. «Ağılda m ı kalacaklar?“ Hep bizim le m i k a lırlar?» H eidi, dedenin, «Evet! Evet!» dem esine bile vakit bırakm ıyordu.
K eçiler tuzu yalayıp b itirin ce ihtiyar, H eidi'ye, «Git, süt kabıyla ekmeği getir!» diye em retti.
H eidi hemen söz dinledi. Dede, be
36 H E İ D Î
yaz keçiyi kabın içine sağdı. Kap çarçabuk ağzına kadar dolm uştu. Sonra ekmekten biraz kesti, çocuğa uzattı. «Şim di b u n ları ye, sonra da yukarıya çık, uyu. Sanırım geceliğin Dete teyzenin b ıra k tığı pakettedir. İstiyo rsan onu da çıkar. Ben şim di keçileri bağlayacağım . îy i uyku lar! »
« İy i geceler, dedeciğim! Ama bu keçile rin adı ne? Ne o lu r söj'Ie, dedeciğim!» H eidi, ih tiyarın uzaklaşan adım larının peşinde koşuyordu.
«Beyazı K üçük Kuğu, kahverengisi de K üçük Ayı.»
« İy i geceler K üçük Kuğu, iy i geceler K üçük Ayı!» İk i keçi de ih tiyarın peşinden ağıla girm iş, görünmez olm uşlardı.
H eidi, kulübenin yanındaki tahta kanepeye yürüdü, oturup ekm eğini süte bandırm aya başladı. Rüzgâr öylesine sertleşm işti k i, neredeyse kanepeden uçuyordu. Bu yüzden kızcağız çabuk çabuk ye
H E t D 1 37
mek zorunda kaldı. Hemen eve girip yuk a rı çıktı, yatağına yattı. K ısa b ir süre sonra, sanki kuş tüyü üstünde yatıyor- muşcasma derin b ir uykuya dalm ıştı. Çok geçmeden, o rta lık büsbütün kararmadan, ih tiya r da yatağm daydı. Çünkü, sabahları güneş doğarken kalkard ı. Gece boyunca rüzgâr deli gibi esti, kulübe sallandı, bütün k iriş le r gıcırdadı, uğuldadı durdu.
Gece y a rısı b ir ara büyükbaba yatağında doğrulup kendi kendine yüksek sesle, «B elki de korkuyordur,» diye söylendi. M erdivenlerden yukarı çıktı, Hei- d i’n in yatağının başında durdu. A rasıra mehtap parıld ıyo r, sonra b u lu tlar üstünü örtünce her taraf yeniden karan lık lara göm ülüyordu. Tam o sırada b ir demet ay ışığ ı pencereden girip , H eid i'n in yatağının tam üstüne düştü. K üçük kızın yan a k la rı uykudan pembe pembe olm uştu. B aşın ı küçük, yuvarlacık ko lların ın üze
rine yaslam ış, sakin sakin uyuyordu. G ördüğü rü yalar m utlu rü ya la r olm alıydı, çünkü dudaklarında gülücüklerin dolaştığı görünüyordu. Dede, uyuyan çocuğa baktı, b aktı... derken ay gene buluta g irdi, o rta lık karardı. O zaman ih tiyar dönüp kendi yatağına yolicindı.
H E i D t 39
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ALM DAĞINDA
E İD Î, sabah erkenden b ir ıshk sesiyle uyandı. G özlerini açtığı anda güneş ışığ ı pencereden g irip yatağın üzerine dö
küldü, çevredeki sam anları öylesine parla ttı k i, her yan altın gibi göm ndü. H eidi şaşırm ış gibiydi. B ir an için nerede olduğunu hatırlam aya çalıştı. O sırada dışardan dedenin derinden gelen k a lın sesin i duydu, ve Alm dağmda olduğunun
farkın a vardı. A rtık yaşh U rsel'in yanında değildi. U rsel hemen hemen tüm üyle sağır olduğu için , H eid i’n in her dakika yanıbaşm da olm asını isterdi. Öyle k i, kızcağız zaman zaman kendim tutsak gibi hissetm iş, kaçm aya kalkışm ıştı. îşte onun iç in de, bu sabah uyanıp kendini yeni evinde bulunca çok sevindi. B ir önceki gün gördüğü ilg inç şeyleri düşündü, acaba bugün bana ne y e n ilik le r getirecek, diye m eraklandı. H er şeyden çok. K üçük Kuğu ile K üçük A yı’y ı görmek istiyordu. Çabucak yatağından fırla y ıp b irkaç dakikada giyindi. M erdivenlerden inerek kulübenin kapısından dışanya koştu. Çoban Peter çoktan keçileriyle oraya gelm işti. Dede, K üçük K uğu'yla K üçük A yı’y ı ağıldan çıkarm aktaydı. H eidi, ona ve keçilere günaydın demek üzere koştu.
Dede, «Sen de o n larla otlağa gitmek ister m isin?» diye sordu.
H E İ D t 41
42 H E 1 D t
H eidi sevincinden deliye döndü. H iç b ir şey onu bu kadar m utlu edemezdi.
«Ama, daha önce yıkanm ahsm . Yoksa güneş yukardan bakıp ne kadar k ir li olduğunu görünce sana güler! Anladm m ı! îşte burada yıkanacaksm .» B üyükbaba, kulübenin kap ısı önüne, güneşe konmuş, kocam an b ir banyo dolusu suyu gösteriyordu. H eidi hemen oraya uçtu, tertem iz oluncaya kadar silin d i, ovalandı. B u arada dede kulübeye girm iş, Peter'i çağırıyordu. «Gel bakalım , keçiler generali. Ç ık ın ın ı da getir!»
Peter şa şkın lık la emre uydu, içeri g irip fa k ir yemeğini taşıdığı çıkım ortaya koydu.
«Aç bakalım ,» dedi yaşlı adam. Ç ıkın ın içine koskoca b ir parça ekmekle, yine onun kadar büyük b ir peynir koydu. Peter’in yuvarlak gözleri tabaklar gib i açılm ıştı. B u yiyecekler onun kendi yem eğinin ik i katı kadardı.
İh tiy ar, «Kabı da koym ak gerek, öğlen olunca ona ik i kap süt sağarsın. Çünkü o da seninle geliyor. Akşam dönerken onu da getirirsin. D ikkat et, uçuruma düşm esin!» dedi.
Bu sırada H eidi de koşarak onlara doğru geliyordu. «Dedecigim, artık güneş benim le alay edemez!» Güneşin alay edeceğinden korkm uş, yüzünü, boynunu, ko llarım sert bezle öyle ovalam ıştı k i, rengi ıstakoza dönmüştü.
İh tiy a r gülüm sedi. «H ayır, a rtık gülmesi için b ir neden kalm adı,» diye yargısın ı b ild ird i. «Ama akşam dönünce ne olacak, b iliy o r m usun? Y ine b a lık gibi suya dalacaksın. Çünkü, bütün gün keçiler gibi koşanın ayaklan çok k irle n ir Şim di yola koyulun bakalım !»
Ç ocuklar neşeyle Alm dağına tırm anmaya başladılar. Geceki öfkeli rüzgâr, b u lu tla n iyice dağıtm ıştı. Gök5âizü artık
H E i D i 43
44 H E î D î
koskoca b ir m avi çarşaf olm uştu. Güneş p ın l p ır ıl p arlıyo r, yeşil yam açları parlatıyordu. M a vili-sa n lı dağ çiçekleri taç yap rakların ı açıp H eidi'ye b aşların ı sallayarak selâm veriyo rlard ı sanki. H eidi her yana sıçrıyordu. Bu parıldayan, dalgalanan çiçekler denizi ona Peter’i de, keçileri de unutturm uştu. Y ol boyunca durm adan çiçek topladı, önlüğünün için de b irik tird i. B u n la rı eve götürm ek istiyordu.
Peter’in her yanı kollam aya çalışm aktan gözü kamaşmaya başlam ıştı. Çünkü keçiler de, tıp k ı H eidi gibi, dört b ir yana dağılıyorlardı. Çocuk durm adan ıs lık çalıyor, h aykırıyo r, değneğini sallayarak on ları b ir araya toplam aya savaşıyordu,
«Şim di neredesin, H eidi?» Çocuğun sesi bezgin, biraz da öfkeliydi.
«Burada!» Ses geliyordu ama, Peter' in kim seyi görebildiği yoktu. H eidi kü
çük b ir tepeciğin arkasına oturm uş, görünm ez olm uştu.
Peter, «Gel buraya!» diye seslendi. «Uçurum un yanm a gidem ezsin... Amca öyle söyledi!»
«O da neresi?» H eidi hâlâ saklandığı yerden kıpırdam am ıştı.
«Şu tepede! Doruğunda büyük kartal oturur, avını kollar.»
îşte bu, tetiği çekmeye yetm işti.H eidi b ir anda yerinden fırla d ı, ön
lüğünün içine doldurduğu çiçeklerle b irlikte Peter’e koştu. T ırm an ırlarken Peter, «Eğer bana ayak uydurm ak niyetindeysen, bugünlük topladığın çiçekler yeter,» dedi. «Hem hepsini bugün to plarsan yarm a çiçek kalm ayacak.»
H eidi buna inandı. Zaten önlüğünde b ir tek çiçeğe bile yer kalm am ış gibiydi. Sakin sakin çobanın yanında yürüm eye başladı. Peter’in genellikle seçtiği ve bütün gününü geçirdiği otlak, yüksek ka-
H E î D i 45
yalai'in dibindeydi. K ayaların alt kısım - lanrn ç a lıla rla ağaçlar kaplıyordu ama, tepelere doğru ç ırılç ıp la k tıla r. Dağın b ir yanında s iv ri küm eler ta aşağılara doğru dim dik iniyordu. Dede, Peter’i uyarm akta haklıydı. Otlağa v a rd ık la n zaman Peter, çıkınım dikkatle b ir kovuğa yerleştird i. Çünkü, buralarda rüzgâr genellik le kudurm uş gibi eserdi. Peter de değerli yiyeceklerinin uçurum dan aşağıya yuvarlanm asını hiç m i h iç istem iyordu. B u iş i b itird ikten sonra, bunca yolu t ırm anm aktan iyice yorulm uş olan çocukcağız boylu boyunca güneşli çayırın ortasına uzanıverdi.
Bu arada H eidi önlüğünü çözmüş, çiçeklerin çevresine sıkıca sarm ış, kovuğun içine, Peter’in ç ık ın ın ın yanına saklam ıştı. V adi çok aşağılarda görünüyordu, sabah güneşiyle p ır ıl p ırıld ı. H eid i’ nin önünde koskocam an k a rlı b ir alan göklere doğru yükseliyor, beyaz doruklar
46 H E l D t
sanki her şeye meydan okuyordu. H eidi hiç hareketsiz oturdu. H er yanı b ir sessiz lik kaplam ıştı. H a fif rüzgârın etkisiyle kıpırdayan tek şey, m avi ve sarı ç içeklerdi. in ce cik sapların ın ucunda, başla rın ı sallayıp duruyorlardı. Peter uyuyakalm ıştı. K e çile r ça lıla rın arasından yükseklere doğru tırm an ıyo rlard ı. A ltın güneş ış ık la n , o ta tlı rüzgâr, çevrenin güzel kokusu, H e id i’n in iç in i sevinçle doldurdu. «Keşke her zaman burada kala- bilsem ,» diye düşündü. Dağlara o kadar uzun süre baktı k i, sonunda her b irin in b ir suratı olduğuna karar verdi. B u dağ su ra tla rı a rtık ona eski b ire r dost kadar tanıd ık geliyorlardı.
B irden H e id i’n in kulağına sert b ir çığhk ulaştı. B aşın ı ka ld ırd ığ ı zaman yukarda kocam an b ir kuşun dönüp durm akta olduğunu gördü. Şim diye kadar böylesine büyük b ir kuş görm em işti. K oca kan atları ik i yana açılm ış durum da,
H E İ D Î 47
H E İ D Î
geniş b ir çem ber biçim inde uçup duruyor, tekrar tekrar aynı noktaya dönüyor, H e id i’n in başı üzerinde insanın iç in i delen ç ığ lık la r atıyordu.
«Peter! Peter! Uyan!» diye haykırdı H eidi. «Bak! Tepemizde b ir kuş var!»
Peter de ayağa kalkıp kuşa baktı. K uş gittikçe yükseldi, yükseldi, sonunda gri kayaların arkasında görünmez oldu.
D ikkatini ondan h iç ayırm ayan H eidi, «Nereye gitti şim di?» diye sordu.
Peter, «Evine, j'uvasına,» diye k a rşılık verdi.
«E vi o tepede m i? Ah, o kadar yüksekte yaşam ak ne güzel! Ne kadar da ko rkunç bağırıyor! H adi oraya çıkıp yuvasın ı görelim !»
Peter telâşla, «Olmaz,» dedi. «Keçile r bile tırm anam az o kadar yükseğe. Hem, Amca da kayalara tırm anm am am söyledi.»
Peter birden ıs lık çalm aya, bagınna-
j'ci başladı. H eidi bunun ne anlam a geldiğini anlayam adı ama, galiba keçiler anlıyo rla rd ı. Çünkü b ire r b irer, s-ıçraya seke, yem yeşil çayırın ortasına toplanm aya başladılar. B azısı otlam ayı sürdürüyor, bazısı neşeyle sıçrıyo r, b irb irle rin e tos vurarak eğleniyorlardı. H eidi yerin den fırla y ıp onların arasına daldı. O, keçilerle oynarken Peter çıkm ı sakladığı yerden çıkard ı, dört parça ekmeği çim enlerin üzerine koydu. B ü yü klerin i H e id i' n in tarafına, kü çü klerin i kendi önüne alm ıştı. Sonra kabı alıp K üçük K uğu’dan biraz süt sağdı, sofranın ortasına yerleştird i. «Şim di sıçram ayı b ırak!» diye seslendi. «Yemek zamanı geldi!»
H eidi gelip oturdu. «Süt benim m i?» diye sordu.
«Evet. îk i büyük ekm ekle şu peynir de senin. B u sütü b itird iğ in zaman K ü çük K uğu’dan b ir kap daha alacağız.»
H eidi sütünü içmeye başladı. Boş
. H E İ D t 49
kabı b ıra k ır bırakm az Peter alıp tekrar doldurdu. H eidi ekmeğinden büyük b ir parçayla peynirin hepsini ona uzattı. «Sen yiyebilirsin,» dedi. «Ben doydum artık.»
Peter ona baktı. Şaşkınlığından dilin i yutm uştu. Ömründe h iç kim se ona bu kadar çok şey verm em işti. B ir an durakladı. H eid i'n in ciddî söylediğine inanm ıyordu. K ız ona peynirle ekmek parça- la n n ı uzatıyordu ama, Peter h iç kım ıl- kabı b ıra k ır bırakm az Peter alıp tekrar damadı. Bunun üzerine H eidi, yiyecekleri onun dizleri üstüne b ırak tı. Peter ömründe bu kadar doyurucu b ir yemek yediğ ini hatırlam ıyordu.
H ayvanlar yine tepelere tırm anm aya başlam ışlardı. K im isi sevinçle sıçrıyo r, k im isi yolda durup yerdeki incecik, lezzetli o tlan tadıyordu.
H eidi, «Peter,» dedi, «bunların en güzeli K üçük Kuğu ile K üçük Ayı.»
Peter, «Biliyorum ,» diye k a rşılık
50 H E Î D İ
verdi. «Amca on ları y ık ıyo r, fırça lıyo r, onlara tuz veriyor, çok güzel b ir ağılda yatırıyor.»
B irden Peter’in yerinden fırla d ığ ı görüldü. Olanca hızıyla keçilere doğru koşuyordu. H eidi de onu izledi. Anlaşılan b ir şey olm uştu. Elbette uzaktan sey irc i kalam azdı. Peter, sürünün arasından geçip Alm. dağının yam acına vardı. B urası, s iv ri kayaların aşağıya doğru dalış yaptığı yerdi. D ikkatsiz b ir keçi burada ko laylık la yuvarlan ab ilir, bacağını k ıra b ilird i. Peter ta uzaktan, m eraklı küçük A ltınkuş’un o yana seğirtm ekte olduğunu farketm işti. Oraya tam vaktinde yetişti. K üçük keçi o anda uçurum un ken arına atlam ak üzereydi. Peter, kendini keçinin üzerine atarken yere kapaklandı, b ir eliyle hayvanın arka ayaklarından b ir tanesini yakalam ayı başardı. Altm kuş yakalandığını farkedince öfkeli b ir çığ lık kopardı, kendini kurtarm aya çabaladı.
H E î D 1 51
Peteı- düştüğü yerden kalkam ıyordu. Hei- di'ye seslenip yardım istedi. Hareket ederse keçinin bacağının kırılacağından korkuyordu. H eidi oraya varm ıştı bile. T ehlikeyi hemen gördü. Yerden b ir avuç güzel kokulu ot yoldu, A ltınkuş’a doğru uzattı. E n tatlı sesiyle, «Gel buraya Al- tınkuş,» dedi. «Uslu ol bakayım ! Bak! Neredeyse düşüp b ir yerin i kıracaktın.»
K üçük keçi çabucak döndü, H e id i’ n in uzanan elindeki o tları yemeye başladı. B u arada Peter de ayağa kalkm ıştı. A ltm kuş'un boynundaki çıngırağın ip in den yakaladı. H eidi de hayvanın başını öbür yanından tuttu. B irlik te onu otlayan keçilerin arasına götürdüler. Pster a rtık tehlike kalm adığını görür görmez, sopasını kald ırd ığ ı gibi A ltınkuş’u b ir temiz dövmeye koyuldu. Ama A ltınkuş başına gelecekleri çoktan anlam ış, büzülüyor, kendini sopadan uzak tutmaya savaşıyordu. H eidi, «Olmaz, Peter! D ur!»
52 H E î D i
diye bağırdı. «Onu dövme! Bak ne kadar ko rku yo r!»
Peter, «M aketti ama,» diye m ırıld an dı. Yeniden vurm aya hazırlanıyordu. H ei- di kendini onun koluna attı. Gücenik b ir sesle, «Dokunma ona,» diye bağırdı. «Ca- mm acıtacaksın! B ıra k kendi haline!»
Peter’in şaşkın gözleri k a ra rlı küçük kıza döndü, değneği tutan e li yanma sarktı. «Pekâlâ öyleyse,» dedi. «Onu b ıra kırım ama, eğer sen bana yarın da peynirinden biraz verirsen!» P azarlık yapıyordu.
«H epsini veririm . Y a rın da, her gün de. İstem iyorum zaten. Ekm ek de ve ririm . Bugünkü gibi. Ama b ir daha ne Al- tm kuş'a, ne K a r Tanesine, ne-de öteki keçilere dokunm ayacağına söz vereceksin.»
«Bana göre hava hoş!» dedi çoban- cık. Sözünü de tuttu. Alfm kuş’u b ıraktı.
H E î D t 53
K üçük keçi neşeyle sıçrayarak süm ye doğru koştu.
Böylece gün çarçabuk geçti, güneş dağların arkasına doğru alçalm aya başladı. H eidi çim enlerin üzerinde sessizce oturuyor, akşam güneşinde parıldayan k ır çiçeklerin i seyrediyordu. B irden yerinden kalktı. «Peter! Peter! Yangın var! H er yer yanıyor! Bütün dağlar alev iç in de! K a rlı dağ da öyle! Gökj'üzü de! Ah, bak, ne güzel alev rengi b ir k a r var orada! Büyük kuşun yuvasını da alevler sardı! Peter, ka lk da bak! K ayalara, köknar ağaçlarına bak! H er şey yanıyor!»
Peter ilg isiz b ir sesle, «H er akşam öyle olur,» diye k a rş ılık verdi. B ir yandan değneğini soym aktaydı. «Ama bu gerçek yangın değil.»
«N edir öyleyse?» H eidi dikkatle çevresine bakınıyordu. «N edir bu, Peter?»
«Öyle görünür işte.»«Ah, bak, bak, Peter!» H eidi gene
54 H E t D t
çok heyecanlanm ıştı. «Her şey pembeye dönüşmeye başladı. G ül rengi gibi. S iv ri doruklardaki karlara bak! O tepelerin adla n ne, Peter?»
«D ağların adı olmaz.»«Aman ne kadar güzel! K ıp kırm ızı
kar! Bak, şim di de hepsi g ri olm aya başla d ıla r... bütün renk gitti, Peter!»
H eidi oturuverdi. Gerçekten her şeyin sonu gelmiş gibi m utsuz görünüyordu.
Peter, «Y arın da aynısı olacak,» dedi. «K alk artık. Eve gitmem iz gerek.»
«Otlakta her gün böyle m i olur?»Yokuştan aşağı yanyana in iyo rla rd ı.
Peter k a rş ılık verdi:«Genellikle.»Çok m utluydu H eidi. O kadar çok
yeni güzellikler görmüş, düşünecek öyle çok şey b irik tirm işti k i, kulübeye gelinceye kadar h iç konuşm adı. Dede gene köknarlann altındaki kanepede oturuyor-
H E İ D t 55
M H E İ D Î
du. A kşam lan orada oturur, keçilerini beklerdi.
H eîdi ona doğru koştu. Peşinden de K üçük K ugu'yla K üçük Ayı geliyorlardı. S ahip lerin i iy i tanıyo rlard ı keçiler.
Peter, H eid i'n in arkasından, « îy i akşam lar!» diye seslendi, sonra da, «Y arın gene gel,» diye ekledi. H e id i’n in yu karıya kendisiyle gelm esini çok istiyordu.
H eidi, ih tiy a rın yanına varm ıştı.«Ah, dedeciğim, ne güzeldi bilsen!»
diye haykırdr. «K arların , kayalann üstündeki ateşi, m avi, sa n çiçekleri b ir gör- seydin. Bak, sana neler getirdim i » Önlüğünü açtı, bütün çiçekler dedenin r.yak- la n n ın dibine döküldü. Ama za va llıla r öyle b ir hale gelm işlerdi k i! H eid i unla n tanıyam ıyordu. Buruşm uş o tla ıa dönm üşlerdi. B ir tanesi b ile açık değildi artık. «Dedeciğim, ne oldu bu çiçeklere?> diye bağırdı küçük kız. Çok kaygılanm ış-
lı. «Daha önce h iç böyle değillerdi. Neden böyle oldular?»
« B ir önlüğün içine baglanm aktansa güneşte durm ayı daha çok seviyorlar da ondan.»
«Öyleyse b ir daha h iç koparm anı imla n . Ama, dedeciğim, kartal neden öyle bağırıyordu?»
Dede, «A rtık banyonu yapsan fena olmaz,» dedi. «Ben de sana sundurm adan biraz süt getireyim . Sofraya oturduğumuz zaman bana her şeyi anlatırsın.»
H eidi iş le rin i b itirip yüksek sandalyesine oturm uş, dedesi küçük kap iç in deki sütünü önüne koymuş, m asanın öbür yanına yerleşm işti. H eidi, aynı sonayu b ir daha sordu.
«K artal neden bize öyle bağırdı, dede?»
«V adinin aşağılarında, burun buruna yaşayan, durm adan dedikodu eden in sanlarla alay etmek iç in b a ğ ırır o. Onla
H E I D î 57
ra, 'Kendi işinize bakıp dalıa yükseklere gelseniz, siz de benim gibi m utlu o lurdunuz,’ demek ister.»
Dede bu sözleri öylesine b ir h ırsla söylem işti k i, H eid i'n in kulagm a sanki kartal hâlâ bağınyorm uş gibi geldi.
«Daglarm neden adı yok, dedeciğim?»«V ar... Neden olm asın? Sen her da
ğı bana tanıyabileceğim biçim de a n latırsan, sana adının ne olduğunu söylerim .»
H eidi önce ik i siv ri doruğu olan kay a lık dağı tanım lam aya çalıştı. Büyükbaba, onun sözünü keserek, «Evet, onu b iliyorum ,» dedi. «Adı Falknis. B aşkalarına da dikkat ettin m i?»
H eidi bu sefer yüksek yerinde kocaman k a rlı alan olan dağı h atırlad ı. Önce kırm ızı, sonra pembe olan ka rla n .
Dede, «Onu da biliyorum ,» dedi. «Onun adı Scesaplana. O tlak hoşuna gitti m i?»
H eidi o zaman bütün gördüklerini
58 H E Î D t
anlatm aya başladı. Gününü ne kadar güzel geçirdiğini, akşam üstü çıkan yangın ı... her şeyi. Dedenin bu olayların nedenini anlatm asını bekliyordu. Çünkü Peter anlatam am ıştı.
Dede söze başladı, «İşte o anda, güneş dağlara veda ediyor ve onlara iy i geceler d iliyo r. En güzel ış ık la rın ı onlara yolluyor k i, sabaha kadar kendisini unutm asınlar diye.»
Bu, H e id i’nin çok hoşuna gitm işti. E rtesi günü güç bekliyor, gene otlağa gitm enin hayalini kuruyordu. Güneşin dağlara iy i geceler dem esini seyredecekti b ir kere daha. Ama şim di a rtık yatıp uyum ası gerekiyordu. Sabaha kadar, saman yatağının üzerinde deliksiz b ir uj^ku uyudu ve kırm ızı ış ık la rla parıldayan dağları, küçük K artanesi'n in çayırda sıçra y ışın ı lüyasında gördü durdu.
H E t D t 59
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
PETER’İM NİNESİ
IR T E S Î sabah Peter keçilerle b irlik te göründüğünde güneş p ır ıl p ır ıl parlıyordu. Hepsi birden yukarıya, otlağa ç ık tı
lar, G ünler b irb irin i böylece izledi. H eidi zam anını böyle açık havada geçirdikçe günden güne güçleniyor, sağlam laşıyordu. Güneş yanığı yüzünden sağlık f ış k ır ır o lm uştu. Sonbahar geldiği zaman rüzgâr dağların çevresinde daha b ir kuvvetle e's-
meye başladı. B azı sabahlar dede, «Bugün evde otursan iy i o lur, H eidi,» d iyo rdu. «Bu rüzgâr senin gibi küçücük b irin i rah atlıkla dağdan aşağıya uçurab ilir.»
Ama Peter bunu duyduğu zaman çok m utsuzlaşıyordu. A rtık H eidi olm adığı za- • man canı çok sıkılm aya başlam ıştı. Ayrıca, tabiî o kadar çok yiyeceği de olm uyordu. Böyle günlerde keçilerin de inadı tutuyor, Peter her günkünün ik i katı kadar yoruluyordu.) K e çile r de alışm ıştı H eidi'ye. O olmazsa yürüm ek bile istem iyorlardı^
H eid i'n in ise pek canı sıkılm ıyordu. H er an d ikkatin i çekecek, ilg isin i uyandıracak b ir şey buluyordu. E n çok sevdiği, keçilerle b irlik te otlağa çıkm aktı ama, dedeyi çakşırken seyretmeye, ona yardım etmeye de bayılıyordu.
H eid i'n in en çok hoşlandığı şeylerden b iri de, dedenin o yuvarlak keçi peyn irle rin i h azırlayışın ı izlem ekti. Ama
H E i D î 61
bunlarla oyalanırken bile arasıra kulübeden dışarıya süzülür, kö kn arların altın da durup sert rüzgârın dallarda çık a rd ığı sesi soluksuz dinlerdi.
M evsim değiştikçe güneş de yazın gösterdiği sıcaklığ ı kaybetmeye başladı. H eidi dolaptan yün ço rapların ı, pabuçların ı, yün elbisesini çıkard ı. Derken hava daha da soğudu. Peter sabahlan kulübeye yaklaşırken hep avuçlarına hohluyor, o n ları ısıtm aya çalışıyordu. Günün b irin de uyan d ıkları zaman k a rla rın bütün Alm dağım örttüğünü gördüler. B ir tek çimen- cik bile görünm üyordu. Peter’le keçiler de gelm ediler. H eidi pencerede durup ir i kar tanelerinin düşüşüne baktı. A ra 'v e rmeden yağıyordu kar. Pencerenin yandan fazlasını kaplam ıştı. A rtık pencereyi açına olanağı da yoktu H eidi ile Alm Amca kulübede kapanm ış K alm ışlardı. Bu durum H e id i’y i oldukça eğlendiriyordu. B ir pencereden öbürüne koşuyor, ka rla n n ne
62 H E î D i
zaman evi büsbütün örteceğini anlamaya çalışıyordu. E rtesi gün ka r kesild i. Dede bin güçlükle kapıdan çıkıp kulübenin çevresine yığ ılan k a rla rı küreledi. A rtık pencereyi açabiliyo rlard ı. Öğleden sonra H ei- d i’yle dedesi ateşin karşısınd a o tu ru rlarken kapıya güm bür güm bür vurulduğu duyuldu. Gelen Peter’di. Ç izm elerini yere vurup üstündeki k a rla rı silkelem eye ça- baIıyordu|
« îy i akşam lar!» dedi Peter. İçeriye g irer girm ez, ateşin yanına sokuldu. H iç sesini çıkarm ıyordu ama, yüzü sevinçle parıldam aktaydı.
H eidi ona şaşkın gözlerle baktı. Çocuğun üstünü başını kaplayan k a rla r e rimeye başlam ış, yerlere dam layıp duruyordu.
Dede, «Eee, General, n asılsın bakalım ?» diye sordu. «K eçiler ordusu terhis edildiğine göre, sen de her halde gene kurşunkalem kem irm eye başlam ışsındır.»
H E î D î 63
H eidi, «Neden kalem kem irsin?» diye sordu.
«K ış gelince çocuğun okula gitm esi gerek. Orada okuyup yazm asını öğrenecek. Ama bu ona güç geliyor. K alem ini kem irdikçe kendini daha rahat hissediyor, öyle değil m i, General?»
Peter, «Evet, öyle,» diye kabullendi.
H eid i’n in m erakı iyice kabarm ıştı. Peter’e okuluyla, orada duyup öğrendik’ leriyle ilg ili so ru lar yağdırm aya başladı. Peter’le konuşm ak epey vakit aldığı için , bu arada çocuğun k a rla rı da kuruyabil- m işti. Çünkü çobancık, aklından geçenler i kelim elerle ifade etmekte her zaman güçlük çekerdi. Hele okul konusu daha da güçtü. B ir soruya k a rş ılık bulm ayı becerdiğinde, H eidi üç soru daha buluyordu. S o ru ların da hepsi uzun uzun cevapla r gerektiren cinstendi. Dede bu sırada sessizce oturuyordu ama, arasıra dudak-
64 H E Î D t
lannm köşelerinde oynaşan gülümsemele r onun da dinlediğini gösteriyordu.
«Eee, General, yeterince ısm dm sa şim di a rtık canın b ir şey içm ek istiy o rdur!»
İh tiy a r yerinden kalktı, dolaba gidip yiyecekleri çıkard ı. H eid i de sandalyeleri m asanın yanına çekti.
Dede tabağına o kadar kocam an b ir et parçası koydu ki, Peter’in gözleri ir i ir i açıld ı. Çoktan beri kendini bu kadar m utlu hissetm em işti. Yem eklerini b itird ik le ri sırada hava da kararm aya yüz tutm uştu. Peter eve gitm ek üzere h azırlanıyordu. O nlara veda edip kapıya }öirür- ken birden durdu, «Haftaya pazara gene gelirim ,» dedi. «Ama ninem de, b ir gün sen kendisini görmeye gelirsen çok sevineceğini söylüyor.»
B u m isa firlik f ik ri H eid i’nin çok hoşuna gitm işti. E rtesi sabah uyandığında dedesine ilk sözü, «Bugün nineyi görme
H E î D î 65
ye g id eb ilir m iyim ?» demek oldu. «Beni b ekliyor olm alı.»
Dede, «K ar adam boyu,» diye onu oyalamaya çalıştı, ama H eidi, ninenin yolladığı haberi aldıktan sonra, bu konuda çok k a ra rlı görünüyordu. H er sabah kalkar kalkm az, «Dede, bugün gitm eliyim ! Nine beni bekliyor!» deyip duru-- yordu.
Dördüncü gün ka rla r dondu. B astıkça çatırdam aya başladılar. Gene de güneş pencereden giriyor, yüksek sandalyesinde oturan H eid i'n in üstüne dökülüyordu. Çok geçmeden her sabahki sözlerini tekrarladı. «Bugün a rtık nineye gitmem gerek. Yoksa, beni beklemekten usanacak.»
Dede ayağa kalktı, sam anlığa çıktı, H eid i'n in yorgan diye kullan dığ ı kalın bezi alıp getirdi. «H adi, öyleyse,» dedi. K ızcağız sevinç içinde, p ır ıl p ır ıl parlayan ka rla r dünyasına adım ını attı. Y aşlı
66 H E l D Î
kö kn arlar bugün sessizdi. H er dalına kar yığ ılm ıştı.
Dede, sundurm aya g irip kocaman b ir kızak çıkard ı. K ızağın b ir yanına b ir de direk d ikilm işti. îç in e oturulunca kızağa ayak yardım ıyla ve bu sopayla yön veri- lebiliyordu.
Dede kızağa oturdu, çocuğu dizlerine aldı, kalın bezle sım sıkı sarıp üşüm em esini sağlamaya çalıştı. Sol koluyla onu sıkıca tutuyordu. Y o lla n uzunca olduğu için bu gerekliydi. E liy le sopayı kavradı, ayağıyla yere sıkıca basıp iterek kızağı hareket ettirdi. K ızak, Alm 'dan aşağı öyle b ir hızla kaym aya başladı k i, H eidi kendini ku şlar gibi havada uçuyor sandı. Neşe dolu ç ığ lık la r ata ata gidiyordu. Sonunda kızak, Çoban Peter’in kulübesi önünde durdu. Dede, çocuğu yere bastırdı, üstündeki örtüyü aldı. «Şim di içe riye gir,» dedi. «O rtalık kararırken çıkıp
H E t D î 67
doğcuca eve gel!» Kendi de indi, kızağı çeke çeke dağa tırm anm aya başladı.
H eidi, kulübenin kap ısın ı açtığı zaman, kendini oldukça karan lık b ir odada buldu, ile rd e b ir şöm ineyle üzerinde b ir raf görünüyordu. Rafta tabaklar vardı. H eid i bunu görünce, buranın m utfak olduğuna karar verdi. Gözleri karanlığa alıştığ ı zaman b ir kapı gördü. Bu kapı, onu başka b ir odaya götürdü. B urası daha da dardı. A slında bu kulübe, dedenin- kine h iç benzem iyordu. B urada her şey fa k ir ve eskiydi. H eidi odaya girdiği zaman b ir masa gördü. M asanın başında b ir kadın oturm uş, elinde tuttuğu ceketi yam ıyordu. H eidi, Peter’in ceketini hemen tanım ıştı. İle rid e k i köşede ih tiya r b ir kadın ik i büklüm oturm uş, yün eğiriyordu. H eidi dosdoğru oraya ilerled i, «tyi günler, Nine!» dedi. «İşte sizi görmeye geldim . Geç kaldım m ı acaba?»
Y a şlı kadın başım ka ld ırd ı, elleriyle
68 H E Î D I
çevreyi yoklayarak H eid i’nin kendisine uzattığı küçücük eli buldu, tuttu. Uzun süre bırakm adı. Sonunda, «Sen Alm A m canın yanında kalan çocuk m usun? H eidi m isin?» diye sordu.
«Evet,» dedi H eidi. «Dedem beni şim di kızakla getirdi.»
«N asıl o lur? E lle rin de sıcacık. B ri- gitta, Alm Amca gerçekten çocukla b irlikte geldi mi?»
Peter’in annesi B rigitta yerinden kalktı, küçük kıza m eraklı b akışlarla baktı. «Bilm iyorum , anne,» dedi. «Alm Amca’ mn gelip gelm ediğini çocuk iy i b iliyo rd u r her halde.»
H eidi, kadına cidd î b akışlarla bakarak, «Beni kim in örtülere sardığını, k im in buraya getirdiğini bilm ez o lu r m uyum?» dedi. «Dedemdi tabiî.»
Nine o zaman, «B elki de Peter'in Alm Amca hakkında söylediklerinde gerçek payı vardır,» diye konuştu. «Söylediği
H E 1 D î 69
zaman inanm am ıştık am a... K im in a k lına gelirdi! Çocuk orada ik i üç haftadan fazla kalam az sa'myordum. K ızın göm nü- şü nasıl B rigitta?»
Genç kadın o âna kadar H eidiŞ’i iy ice inceleme olanağını bulm uştu. «Tıpkı Adelheid gibi ince yapılı,» dedi. «Ama gözleri ve b u kleli saçları Tobias’a, Alm Amca'ya benziyor. Bence annesine de, babasına da benzeyen yerleri var.»
H eidi de bu arada boş durm uyor, çevresine dikkatle bakıyordu. Birden, «Bak, Nine,» dedi. «Pancurlarınızdan b ir tanesi gevşemiş. Dedem oraya b ir çivi çakarsa düzelir. Böyle b ırakırsan ız yakın da pencerenin pervazını koparacak. Nasıl sallanıyor, görüyor m usun?»
Nine, «Ah, evlâdım ,» dedi. «Ben a rtık görem iyorum . Ama işitebiliyorum . Hem, sallanan yalnız o pancur değil! Bu evde her tahta öyle sallanıyor. Rüzgâr estiği zaman her yandan evin içine do
70 H E 1 D 1
luyor. H er taraf çürüm üş. Geceleri herkes uyurken bu sesleri d in liyo r, evin üstümüze y ık ılıp hepim izi öldüreceğinden korkuyorum . Ama ne yazık k i, bun ları onaracak kim sem iz yok. Peter bu iş le ri bilm iyor daha.»
«Ama, pancum n n asıl çarptığını görm üyor m usunuz, Nine? B akın! İşte şurada!»
H eidi parm ağıyla orayı gösteriyordu.Nine, «Yavrum , ben ne yazık ki hiç
b ir şey görem iyorum ,» diye yakındı.«Ben d ışa rı çık ıp p an cu rları açsam,
içeriye ış ık dolsa, o zaman göremez m isiniz, Nine?»
«H ayır, o zaman bile göremem. H iç kim se o rtalığ ı benim görebileceğim kadar aydınlatam az.»
«Ama dışarıya, ka rla ra çıksanız, o zaman çok ayd ın lık o lur. Benim le gelin, Nine. Göstereceğim size.» H eidi büyük
H E Î D t 71
b ir üzüntü içinde yaşlı kadının elin i tutmuş, onu götürmeye hazırlanm ıştı.
«B ırak olduğum yerde oturayım , ev- lâdım . Benim iç in o rta lık her zaman ka- ranhk kalacak.»
«Ama yaz gelince bu durum her halde değişecektir, Nine.»
H eidi yardım cı olm aya hevesleniyor, yaşlı kad ını avutm aya çalışıyordu, «O zaman her halde size yetecek kadar ayd ın lık o lur! Güneş, dağların üstünde doğup bütün çiçekleri, bütün b a y ırla rı k ırm ızıya boyadığı zam an...»
«Ah, çocuğum, ben a rtık alevlenen dağları, k ırla rd a büyüyen altın çiçekleri h iç b ir zaman göremeyeceğim. Bu dünya h iç b ir zaman bana yetecek kadar aydınlanm ayacak. H iç b ir zaman!»
H eidi, birden ağlamaya başladı. Çok acım ıştı yaşlı kadına. H ıçkın yo rd u . «Size kim yardım ed ebilir? H iç kim se yok mu?»
72 H E t D î
Kadın, çocuğu avutm aya çalıştı. Onun böyle h ıçk ırd ığ ın ı duym ak iç in i burkm uştu. Gerçekten ağlıyordu H eidi. Ama ne kadar aglasa, için d eki üzüntüyü hafifletem iyordu. Sonunda Nine, «Gel, benim sevgili H e id i’m,» dedi. «Gel, anlatayım sana. Bak, insanın gözleri görmediği zaman, tatlı sözler duym asını çok sever. Ben de senin konuşm alarını çok seviyorum . Şim di yanım a otur, bana dedeni anlat. Y ılla r önce onu çok iy i ta n ırdım. Ama uzun zam andır görmedim. Y a lnız Peter’in anlattıklanm dinliyorum . O da çok fazla konuşmaz.»
B irden H eid i'n in aklın a b ir f ik ir geldi. G özlerindeki yaşlan çarçabuk ku ru layıp tatlı b ir sesle, «Sen m erak etme, N i- neciğim,» dedi. «Ben, dedeme her şeyi anlatırım . O, senin dünyanı aydınlatır, evi de onarır. H er şeyi y a p a b ilir benim dedem.»
Nine a rtık susm uştu. H eidi ona gün
H E Î D t 73
lük yaşam ını anlatm aya koyuldu. Otlakta geçirdiği yaz günlerini, k ışın gündüzle ri dedesiyle neler ya p tık ların ı b ir b ir dile getirdi. Dedenin tahtadan ne güzel eşyalar yapabildiğini, ne rahat kanepeler, sandalyeler hazırladığını, K ü çü k Kuğu ile K üçük A yı'n ın sam anlannı yiyebilm eleri için ne güzel ku tu lar yaptığını söyledi. Yaz iç in kocam an b ir banyo, süt sağmak iç in yeni b ir kap, b ir de kaşık yapacağını anlattı. H eidi tahtadan yapılabilecek şeyleri anlatm aya kendini iyice ka p tırm ıştı. Nine dikkatle din liyo r, arasıra sesleniyordu. «Duyuyor m usun, B rigitta? Alm Amca iç in neler söylüyor, duyuyor musun?»
B irden hikâye, kapının dışından duyulan gürültülerle kesild i, Peter içeriye daldı. H eid i’y i görünce olduğu yerde durup şaşkın şaşkın baktı. Sonunda H eidi, «tyi akşam lar, P eter!» diye onu selâm la
74 H E Î D t
yınca, onun da yüzüne b ir gülümseme ya- yıla b ild i.
Y a şlı kadın şaşırarak, «Çocuk okuldan bu kadar çabuk m u geldi?» diye sordu. «Bu kadar çabuk geçen b ir gün görm em iştim ! îy i akşam lar, Peter! Bugün okum an n asıl gitti?»
Peter, «H er zam anki gibi,» diye ka rş ılık verdi.
Nine, «Aah, ah!» diye iç in i çekti. «B elki bugün b ir değişiklik o lu r diye um uyordum . Şubatta on ik i yaşını dolduracağına göre...»
H eidi ilg iyle, «Ne gibi b ir değişiklik, Nine?» diye sordu.
«O kum asını öğrenir diye um uyordum. Şurada, rafın üzerinde eskiden k a lma b ir İlâ h ile r kitabı var. Çoktan beri o İlâ h ile ri dinleyem edim. A rtık unuttum b ile. Peter b ir an önce okum ayı sökerse, bana o nlan o kur diye bekliyorum . Ama
H E î D î 75
h arfle ri h iç öğrenem iyor. Ona çok güç geliyor.»
Peter'in annesi, « Işığ ı j^akayım artık,» dedi. «O rtahk kararm aya başladı.» Kadın hâlâ ceketi yam ıyordu. «H iç b ir gün bu kadar kolay uçup geçmemişti.»
H eidi ayağa fırla d ı, elin i nineye uzattı, «Allaha ısm arladık, nine,» dedi. «Ortahk kararırken eve gitmem gerek.» Sonra, Peter'le annesine de veda edip kapıya doğru yürüdü. Nine birden seslendi. «Dur, H eidi! Y alnız gidemezsin. Peter de seninle gelsin. D uyuyor m usun? Çocuğa iy i bak, Peter. Y olda düşmesin. Hem sallanarak gitm eyin. Uzun sürerse üşüyebilir , anladın m ı? Başında b ir örtü falan var m ı?»
H eidi, «Örtüm yok,» dedi. «Ama üşümem ben.»
B u n la rı söyler söylemez kapıdan fırla d ı, öyle h ız lı adım larla yola koyuldu ki, Peter arkasından yetişm ekte güçlük
76 H E t D 1
çekti. Nine bu sefer, «Sen de peşinden koş, B rigitta,» diye sesleniyordu. «Böyle b ir havada donar bu çocuk. Benim başörtüm ü al! Çabuk koş!»
B rig itta hemen fırla d ı. Ç ocuklar dağa doğru pek az tırm anabilm işlerdi ki, karşıdan dedenin gelmekte olduğunu gördüler. İh tiy a r onların yanına gelince, durdu.
«Aferin, H eidi! Sözünde durm uşsun bakıyorum ,» dedi. Sonra onu yanında getird iğ i örtüye sıkıca sarıp kucağına aldı, geri dönüp dağa tırm anm aya başladı.
B rigitta, ih tiyarın çocuğu sıkıca sarm alayıp kucağında götürdüğünü ta uzaktan görm üştü. Peter’le b irlik te kulübej'e döndü ve nineye gördüklerini anlattı.
Nine hem şaşırm ış, hem de çok sevinm işti. «T a n rıy a şü kü r k i, çocuğa iy i davranıyor,» dedi. «Keşke onu buraya tekrar yollasa! în sa n ı çok rtıhatlatan b ir çocuk! Ne kadar da iy i yürekli!» O gece
H E î D î 77
nine uyuyuncaya kadar sık sık kendi kendine aynı şeyi tekrarladı, durdu. «Keşke çocuk tekrar gelse! O zaman hayatta benim de bekleyeceğim, um acağım btr şey olurdu!»
H eidi yol boyunca dedesine b ir şeyler anlattı durdu. Ama koca örtünün iç in den yükselen boğuk sesler ihtiyara hiç b ir anlam ulaştıram ıyordu. B ir ara yaşlı adam, «Eve varıncaya kadar bekle, H eidi,» dedi. «O zaman bana her şeyi anlatırsın.»
Kulübeye girdiklerinde H eidi örtüsünden ku rtu lab ild i. îlk sözü şu oldu: «Dedeciğim, yarın yanım ıza b ir çekiçle b ir sürü ç iv i alıp , ninenin p an cu rların ı, gevşemiş tahtalarını onarm aya gitm eliyiz. E v durm adan sallanıp duruyor!»
«Öyle mi yapm alıyız? K im demiş onu?»
«H iç kim se söylemedi. Ben kendim biliyorum ,» diye açıklad ı H eidi. «Bütün
78 H E i D i
tahtalar gevşemiş. Ev, üstlerine yıkılacak diye korkusundan nine uyku bile uyuya- m ıyor. Hem onun dünyası kapkaranlık. Kendisine h iç kim senin yardım edemeyeceğini sanıyor, ama sen ed ebilirsin, de- deciğim. Em inim edebileceğinden. B ir düşünsene, zavallıcık iç in her zaman karan lıkta oturm ak, her zaman korkm ak ne kadar üzücü. Ona yardım edebilecek tek k iş i şensin. Y a rın b irlik te gideriz, ona yardım ederiz, değil m i, dedecigim?»
H eidi, ihtiyara sım sıkı sarılm ış, yüzünde um ut ve güvenle ona bakıyordu. Y a şlı adam b ir süre çocuğun yüzüne baktı, sonunda, «Evet, H eidi. Y arın sabah gider, o onarım lara bakarız,» dedi.
Çocuk yerinden fırlam ış, odanın o rtasında sıçrayıp duruyor, «Y arın gidiyoruz! Y arın gidiyoruz!» diye şa rk ıla r söylüyordu.
Dede sözünü tuttu. E rtesi gün gene
H E Î D İ 79
kızağa binip b ir gün önceki gibi aşağıya ind iler. İh tiy a r, çocuğu, Peter’in kulübesin in önünde in d ird i, «İçeriye gir, o rtalık kararırken yola çık,» dedi.
H eidi daha kapıyı açıp içeriye adım ını atarken, ninenin sesi köşeden duyuldu. «H eidi geldi! İşte çocuk gene geldi!» K adın heyecanından elindeki ip liğ i yere düşürm üştü. İk i kolunu H eidi'ye doğru uzattığında önündeki tekerlek de hareketsiz kaldı. H eid i hemen ona doğru koştu, küçük b ir sandalye bulup ninenin yanına çekti, oracığa oturdu. Nineye anlatacağı o kadar çok şey, soracağı o kadar çok soru vard ı ki. Ama tam o sırada duvara güm bür güm bür vurulm aya başlandı. Y a şlı kadın, korkusundan yerinden öyle b ir sıçrayış sıçrad ı k i, neredeyse ip lik ç ık rığ ı devriliyordu. Titreyen sesivle, «Tanrım sen bizi koru!» diye bağırdı. «Ne oluyoruz? H er halde ev tepemize y ık ılıy o r artık!» H eidi onun kolunu sım sıkı
80 H E İ D Î
tuttu, avutm aya çalıştı. «H ayır, hayır, ni- neciğim ! K orkm ayın! Dedemin çekicinin sesleri bunlar. H er tarafı onaracak, artık korkm anıza gerek kalm ayacak.»
«Böyle b ir şey gerçekten o la b ilir m i acaba? T an rı b izi unutm am ış m ı yani?»
Nine çok heyecanlanm ıştı. «Duydun m u B rigitta? Eğer Alm Amca gerçekten dışarıdaysa, hemen git çağır, ona teşekk ü r edeyim!»
B rigitta kapıdan çıktı. D ışarıd a Alm Amca, sağlam b ir keresteyi duvara çakmaya uğraşıyordu. B rig itta yaklaştı, « îy i günler. Amca!» dedi. «Annemle ben yardım larınız iç in size teşekkür etmek istiyoruz. Annem ne kadar şükran duyduğunu kendisi söylemek istiyor.»
«Yeter!» dedi ihtiyar. «Alm Amca hakkında neler düşündüğünüzü çok iy i b ilirim . Sen git buradan. Nereyi onaracağım ı kendim bulurum ben.»
B rigitta hemen bu emre uydu. Alm
H E Î D t 81
Amca’n ın sesi öyle sertti k i, başka b ir şey yapmaya zaten olanak yoktu.
İh tiy a r, önce evin çevresini dolaşarak her tarafa tahtalar çaktıktan sonra, duvara dayalı duran dar m erdivenden dama çık tı, elindeki ç iv ile rin en sonuncusunu çakıncaya kadar orada uğraştı durdu İş in i bitirdiğinde zaten ka ra n lık da bastırm ak üzereydi. M erdivenlerden in ip k ızağı koyduğu yerden çıkard ı. O sırada kapı açılm ış, H eidi görünm üştü. T ıp kı b ir gün önce olduğu gibi, dede onu yine ka lın örtüye sardı, kucağına aldı, kızağı ipinden çeke çeke tepeye doğru uzaklaştı.
K ış günleri b irb irin i izlemeye başlam ıştı. Y ılla r süren ya ln ızlık ve m utsuzluktan sonra, ih tiyar kö r kadının hayatına ilk defa büyük b ir m utluluk ve neşe giriyordu. A rtık günleri eskisi gibi karanlık , eskisi gibi kötü geçm iyordu. Bekle
83 H E î D î
diği b ir şey vardı: Gün doğduğu andan başlayarak H e id i’n in ayak sesleri... Çocuk da nineye çok bağlanm ıştı. Ona h iç kim senin yardım edemeyeceğini, dedesinin bile yardım cı olam ayacağını anladığı zaman çok üzülm üştü tabiî. Ama beri yandan nine ona defalarca aynı şeyi söyleyip duruyordu. H eid i yanm dayken karan lığ ı h iç de o kadar hissetm iyordu yaşlı kadın. Böyle olım ca H eid i de havanm güzel olduğu kış günlerini hep ninenin yanında geçirmeye başladı. İh tiy a r, onu kızakla getiriyor, kendisi de âletlerin i yanma a lıp gün boyu kulübenin onanm ıy- la uğraşıyordu. B u onanm lar kısa zam anda etk isin i gösterm işti. A rtık rüzgâr estiği zaman ev eskisi gibi inleyip g ıcırdam ıyordu. N ine yılla rd a n beri bu kadar rahat uyku uyum adığını söylüyor, Alm Am ca'nın kendisine yaptığı bu iy iliğ i h iç b ir zaman ım utm ayacağm ı tekrarlayıp duruyordu.
H E i D i 83
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALM KULÜBESİNE İKİ KONUK GELİYOR
iş çarçabuk geçmiş, onu izleyen yazsa ondan daha çabuk bitm işti. Şim di ik in c i k ış da sonuna yaklaşıyordu. H eidi b ir
kuş kadar m utluydu. H er gün hevesle ilkbah arın gelm esini bekliyor, yum uşak güney rüzgârının köknar dallarında çıka rdığı sesi dinlem eyi, yam açlardaki ka rla rın eriyip yok olm asını görmeyi özlüyor- du. A rtık otlaklarda geçireceği uzun gün
lere de kavuşacaktı. E n çok buna seviniyordu H eidi. A rtık sekiz yaşına gelm işti. Alm A m canın yanında kaldığı süre boj'unca b irço k şey öğrenm iş, keçileri gütmenin ustası olm uştu. K üçük K u ğ u yla K üçük Ayı onun sesini duyar duymaz peşine ta k ılıy o rla r, yanından b ir adım bile ayrılm ıyo rlard ı.
K ış boyunca Peter ik i kere D o rfli’de- k i okuldan haberler getirm iş, öğretmenden Alm Am caya rica la r taşım ıştı. Öğretmen, Alm Amca’nın yanında kalan çocuğun okul yaşının çoktan geçmeye yüz tuttuğunu, eğitim ine b ir y ıl önceden başlanm ış olm ası gerektiğini hatırlatıyordu. H er ik i seferinde de Alm Amca'nm cevabı aynıydı: Çocuğu okula göndermeye h iç niyeti yoktu.
M art ayının güneşli b ir gününde, H eidi evin kapısından fırla d ığ ı zaman, s iyahlar giym iş yaşlı b ir adamla karşı karşıya kahnca şaşırdı. Adam b ir süre Hei-
H E i D i 85
d i'y i inceledi, sonra bu beklenm edik k a rşılaşm anın küçük k ızı korkutm uş olabileceğini düşünerek yum uşak b ir sesle, «Korkacak b ir şey yok,» dedi. «Sen Hei- d i'sin her halde. Deden nerede?»
«İçerde, m asanın başında oturuyor. Tahtadan k a şık la r yapıyor.»
H eidi kapıyı itip konuğu içeriye soktu.
Gelen adam D o rfli kasabasının papazıydı. Am ca'yı eskiden tanıyordu. Tahta parçalannm üzerine eğilm iş çalışan ih tiyara doğru yürüdü, «Günaydın, kom şu!» diye seslendi.
Dede şaşırarak başını k a ld ırd ı, sonra ayağa kalkıp, «Günaydın, papaz efendi,» dedi. K endi sandalyesini konuğa uzattı, «Lütfen oturun,» diyerek onu ağırlam aya çalıştı.
Papaz oturdu. «Sizi uzun süreden be- r i göremedim, komşu.» dedi.
«Ben de sizi!»
86 H E î D î
«Sizinle b ir şey konuşm aya geldim. H er halde ne konuşacağım ı biliyorsunuzdur. B ir konuda ne yapm ayı düşündüğünüzü bilm ek istiyorum .»
B ir sessizlik oldu. Papeız, H eidi'ye çabucak b ir bakış fırla ttı. Çocuk, kapının yanında durm uş, ko nuşulanları büyük b ir ilg iyle dinliyordu.
Dede, «H eidi, sen keçilere b ir bak bakalım , ne yapıyorlar!» dedi. «Onlara biraz da tuz götür istersen. Ben gelinceye kadar onların yanında kal!»
H eid i hemen gözden kayboldu.Papaz, «Bu çocuk geçen y ıl okula
başlam alıydı,» diye konuştu. «Öğretmen size kaç kere h atırlattı, ama ku lak asmadınız. B u çocuğun n a sıl yetişm esini is tiyorsunuz, kom şu?»
«Okula gitm em esini istiyorum !»Papaz, ko llarım kavuşturup tahta ka
nepeye k a ra rlı b ir ifadeyle yerleşm iş olan ihtiyara şaşkın b ak ışla rla baktı.
H E 1 ü i 87
«Ama bu çocuk n asıl büyüyecek?» dij e m an tıklı b ir soru sordu.
«K eçilerle, ku şlarla b irlik te büyüyecek. B öylelikle kötü şeyler öğrenmeden büyüyecek.»
«Ama o ne b ir keçi, ne de b ir kuş! B ir insan o!» diye söylendi papaz. «Belk i bu dostlarından kötü b ir şey öğrenmediği doğru ama, onlar ona A B C'yi öğretemezler! Oysa öğrenmesi gerek. Başlam a zam anı da geldi. Bu konuya dikkatin iz i çekmeye geldim. Ben gittikten sonra, boş zam anınızda kendi kendinize düşünürsünüz. Yaz boyu, gerekli h a zırlık la r ı yaparsınız. B u çocuğun b ir kış daha eğitim siz ve başıboş kalm asına izin verilm em eli. Gelecek y ıl okula düzenli b içim de gidip gelmesi şart!»
«H ayır, gitmeyecek, papaz efendi!» diye m ırıld an d ı ihtiyar. K ararlılığ ın d an b ir dirhem b ile kaybetm em işti.
«Bu kararınızda böyle d iren diğin i/
88 H E î D î
sürece size m antık yolunu gösterebilm em in çaresi yok mu?» Papazm sabn tükenmeye başlam ıştı. «Siz kendiniz dünyayı görm üş, yaşam nedir bilen b irisin iz. Çok şey gördünüz, çok şey öğrendiniz. Daha a k ıllıca davranm anızı beklerdim , kom şu!»
«Öyle m i?» Ih tiy a n n sesindeki titreşim , a rtık onun da heyecanlanm aya başla d ığ ın ı b e lli ediyordu. «Gelecek kış, in cecik, zayıf, hassas b ir çocuğun, karların , buzların üzerinde ik i saatlik yol aşıp okula gitm esine izin vereceğim i m i sanıyorsunuz? K ış rüzgârlarında koca adam bile yam açlardan aşağıya yuvarlanabilir ... nerede ka ld ı küçücük b ir çocuk! B e lk i çocuğun annesi Adelheid’ı da h atırlarsın ız. Uykusunda gezerdi. Çok narin y a ra tılışlıy d ı. Çocuk da onun gibi ince y a p ılı olduğuna göre, böyle güç koşu lla r onu da sarsm az m ı? K im beni m ecbur edecek onu okula göndermeye?
H E 1 D I 89
Bunu bilm ek isterdim ! Ü lkenin en büyük mahkemesine başvurup araştıracağım . B akalım kim se beni buna m ecbur edebilecek m iym iş?»
Papaz anlayışla, «Okula u zaklık b akım ından haklısınız,» dedi. «Çocuğu buradan okula göndermeye olanak yok. Ama onu çok sevdiğinizi görüyorum . Onun hat ır ı iç in b elki de çoktan yapm anız gereken şeyi yapar, D o rfli’ye taşın ırsın ız! B izim aram ızda yaşarsınız! Burada, bu dağın başında, hem Tann'ya, hem insana küskün b ir hayat sürm ek neye yarar! Böyle insandan uzak b ir yerde başınıza b ir şey gelse, yardım ınıza kim ko şa b ilir? K ış geldiğinde bu kulübede n asıl donm uyorsunuz, ona şaşıyorum . înce y a p ılı çocuk n asıl dayanıyor buna?»
«Üşüm em esini sağlıyorum . Yatağı da hem yum uşak, hem de sıcak. B u n la rı b ilm enizi isterim , papaz efendi. B ir şey daha var; K ışın başında, gerekecek bütün
90 H E t D i
odunu hazırlıyorum . Eğer şuradaki sundurm aya bakarsanız, kendi gözünüzle de gö reb ilirsin iz! H epsi y ığ ılı duruyor! K ış boyu bu kulübenin ocağını h iç söndürmem. Vadiye in ip orada yaşam aya gelince, bunun sözü bile olamaz. O radaki in sanlar benden nefret ediyor, ben de onlardan nefret ediyorum . A yrı kalm am ız hepim izin iy iliğ in e olur.»
«H ayır, hayır, çok yanılıyorsunuz!»Papazın sesi yum uşacıktı. «Aşağıda
k i insan lar sizden sandığınızın y a rısı kadar b ile nefret etm iyorlar, öğüdüm ü tutun, kom şu! T an n 'yla banşm . O’ndan sizi affetm esini isteyin. O zaman aşağıya indiğinizde herkesin size k a rşı n asıl değiştiğini göreceksiniz! B akın o zaman ne kadar m utlu o lacaksın ız!»
Papaz ayağa kalktı. İh tiy a ra elin i uzatırken yine aynı yum uşak sesle b ir kere daha tekrarladı: «Size güveniyorum ,komşu! Gelecek kış vadiye gelip, bizim
H E 1 D t 91
aram ızda yaşayacağınıza inanıyorum . Gene eski günlerdeki gibi kom şu olacağız. Hem, yalnız çocuğun okulu iç in gelmenize de üzülürüm . T an n 'y la ve insanoğ- luyla b arıştığ ın ız iç in aram ıza döndüğünüzü bilm ek isterim . Bana söz verin!»
Alm Amca, papazla el s ık ıştı ama, gene direndi, «B u nlan iy i niyetle söylediğinizi b iliyo ru m ... ama olamaz! Bu çocuğu asla okula yollam ayacağım , kendim de vadiye in ip yerleşmeyeceğim.»
«Öyleyse T an rı yardım cınız olsun!»Papaz iç in i çekip üzgün adım larla dağ
yolundan aşağıya doğm uzaklaştı.B u görüşmeden sonra Alm Amca, çok
s ık ın tılı ve s in irli b ir adam oldu. Öğleden sonra H eidi, «Bugün nineye gidecek m iyiz?» diye sorduğunda, sert b ir sesle, «H ayır, bugün olm az!» dem iş, b ir daha da h iç ağzım açm am ıştı. E rtesi sabah da çok sessiz geçti. H eidi b ir kere daha, «Bugün nineye gidecek m iyiz?» diye sordu.
92 ÎI E 1 D î
îh tiy a r bu sefer sakalının arasından, «Belki.» diye m ırıldandı.
Ama daha onlar öğle yem eğinin bula şık la rın ı yıkayam adan, b ir konuk daha çıkageldi. B u seferki, Dete teyzeydi. Çok güzel b ir elbise giym iş, başına tüylü b ir şapka oturtm uştu. Alm Amca, onu tepeden tırnağa, şaşkm hkla süzdü. Dete bu sefer sohbeti dostça sürdürm eye karar- lıj' dı. B u yüzden işe iltifa tla rla başladı:
«Çocuk ne kadar iy i görünüyor! Onu tanım akta güçlük çektim ! Alm Am ca’yla yaşam anın onu sıkm adığı ortada. T ersine! Ben sık sık sizi düşünüyor, gelip çocuğu buradan alm ayı planhyordum . H er halde işinize engel, ayağınıza bağ oluyordur? B ir dakika bile aklım dan çıkm adı bu düşünceler. îşte bugün de bunun için geldim . Duyduğum b ir habere göre, galib a H eid i'n in şansı iyice açıld ı. H er şeyi ayarladım . Gerçekten çok büyük b ir
H E I D i 9
fırsat. Y anlarında çalıştığım ailenin çok zengin akrab alan var. Fran kfu rt'd a oturuyo rlar. F ra n k fu rt’un en güzel evinde. B ir tek k ız la n var. O da sakat. Tekerle k li b ir sandalyede öm rünü geçirip duruyor. Çok y a ln ızlık çekiyor. D erslerini eve gelen özel b ir öğretmenden öğreniyor. B u da ta b iî çocuğu çok sıkıyo r. Y anına b ir arkadaş istiyo r. B irlik te oynayabilm ek için . A ilesi benim hanım ım dan böyle b ir arkadaş bulm asm ı rica etmiş. E vin kâhyası olan kadın, şım arık olm ayan, basit, zamane çocuklarına benzemeyen b irisim bulm ak istiyorm uş. Tabiî aklım a hemen H eidi geldi. K adına gidip, çocuğum uzun k iş iliğ in i anlattım . Onu alm ayı hemen kabul etti. H e ld i’nin bundan ne kadar büyük ölçüde yararlanabileceğini b elki bugünden bilem eyiz bile. B elk i kendi çocuklannm başma b ir şey gelirse ... zaten öyle zayıf ve güçsüz k i... ’ zaman belki de çocuksuz kalm ak iste
94 H E î D i
m ezler, onun yerine b e lk i... ne büyük b ir şans olur, değil m i?»
Alm A’~'ca kendini zorla tutabilm iş- ti. «Sözlerin 4.’tti m i artık?» diye gürledi.
Dete başm ı arkaya atarak, «Öff!» dedi. «Sanki önemsiz b ir şey anlatıyorm u- şum gibi davranıyorsunuz. Böyle b ir habere kim sevinmez!»
«Sen de o iy i haberini başkasına götü r o zaman. B ir daha duym ak istem iyorum !» İh tiy a rın sesi kupkuruydu.
Dete hemen öfkelendi: «Yaa!» diye bağırdı. «Eğer bütün sözünüz bu kadarsa, ben de size kendi düşündüklerim i söyleyeyim, Amca; B u çocuk sekiz yaşm a geldi. Daha h iç b ir şey bilm iyor. Onu ne okula, ne de kiliseye gönderiyorsunuz. H epsini D o rfli’de a n lattılar bana. Benim ablam ın çocuğu o. B aşına gelenlerden ben sorum luyum . Y oluna bu kadar büyük b ir kısm et çıktığ ı zaman' engelleme
H E İ D İ 95
ye çalışan insan, ona h iç aldırm ıyor, geleceğiyle h iç ilgilenm iyor dem ektir. Kim e sorsanız benim tarafım ı tutar. Herkes size karşı. Eğer bu iş i mahkemeye götürmek niyetindeyseniz, daha önce iy i düşünm eniz gerekir, Amca! O mahkemede duym aktan hoşlanm ayacağınız konular da ortaya dökülebilir.»
«Kes sesini!» diye gürledi Alm Amca. Gözlerinden sanki alevler fışk ırıyo rd u . «Pekâlâ, senin dediğin gibi olsun. Çocuğu al, götür, ve mahvet! B ir daha da ne o gülünç şapkalı su ratın ı göreyim, ne de o terbiyesiz sözlerini duyayım !» Amca bu sözleri söyler söylemez arkasın ı döndü, kulübeden d ışa n çıkıp gözden kayboldu.
H eidi keskin kara gözlerini teyzesine dikerek, «Dedeyi çok kızdırdın,» dedi.
Dete sabırsız b ir sesle, «Yakında unutur, üzülm e,» diye k a rşılık verdi. «Şim di yürü bakalım . E lb iselerin nerede?»
96 H E I D t
H eid i diklenerek, «Ben gitm iyorum !» dedi.
«Ne dedin?»Teyzesi öfkelenmeye hazırdı. Ama
birden sesini yum uşatıp çocuğu in a n d ırm ak yolunu seçti. «H adi, hadi, sen daha bu iş le ri anlayam azsın. Orada ne kadar rahat edeceğini bilem ezsin.»
Dolaba doğru yü rü d il, H eid i'n in eş- y a la n n ı çıka rd ı, paket yaptı. «Şim di yürü,» dedi. «Şapkan da burada! Şunun haline bak! Ama ziyanı yok! Bugünlük idare eder. Çabuk giy.»
H eidi b ir kere daha, «Ben burada kalacağım !» dedi.
«Aptallaşm a. K eçi gibi inatçı olm uşsun. K eçilerle dolaşm aktan olacak. Ama b ir şeyi iyice anlam an gerek: Deden çok kızgın. B iz i b ir daha görm ek istem iyor. Kendi ağzıyla söyledi, sen de duydun. Benim le gelmeni istiyo r. Şim di onu daha da çok kızdırm anın anlam ı yok. Fran kfu rt’
H E î D î 97
un ne kadar güzel olduğunu bilem ezsin. Ama, gene de, beğenmezsen buraya döneb ilirs in . O zamana kadar da dedenin öfkesi geçer.»
«İstediğim zaman hemen çık ıp eve dönebilir m iyim ?»
«H adi yürü ve aptallığ ı b ırak! İste diğin zaman dönebilirsin dedim sana. B ugün M aienfeld'e kadar gidebileceğiz. Oradan trene binm em iz gerek. Y a rın günümüz trende geçecek. Aynı tren seni istediğin zaman evine rüzgâr gibi u la ştıra b ilir.»
Dete teyze elbise paketini kolunun altına k ıstırd ı, öbür eliyle H e id i’yi s ık ıca yakaladı, yokuştan aşağıya inmeye başladılar.
Peter o sırada elinde b ir yığın kam ışla kendi kulübesinin önüne doğru yü rüm ekteydi. H eidi'yle teyzesinin karşıdan geldiklerini görünce ağzı açık durup onlara baktı. Az sonra a k lın ı başına topla
98 H E î D t
yıp arkalarından bağırdı: «Nereye gidt yorsunuz?»
H eidi, «Teyzemle F ra n kfu rt’a gitmem gerekiyor,» diye seslendi. «Ama daha önce nineye veda etm eliyim . Beni bekler sonra.»
Teyze hemen, «Olmaz, olm az!» diye onun sözünü kesti. «Çok geç kald ık: Onu buraya döndüğün zaman görürsün. Şim di yürü yolunda!»
Çocuğu çekiştirerek ilerled i. Y a şlı kad ını görmekte dayatır da, yollanndan k a lırla r, diye korkuyordu.
Peter olanca h ızıyla kulübeye daldı, elindeki kam ışları fırla ttığ ı gibi yere attı. Çıkan gürültü ih tiya r nineyi yerinden sıçratm ıştı. Yakınm a dolu b ir sesle, «Gene ne oldu?» diye sordu. «Ne oluyor burada?» Peter’in annesi de m asanın başından söze k a rıştı: «Ne var, Peter? B ir şey mi oldu, söylesene!»
H E t D î 99
Peter soluk soluğa, «H eidi’yi götürüyor!» diyebildi.
Nine um utsuz b ir sesle, «Kim götü- i'üyor?» diye sordu. «Nereye götürüyor? Anlatsana, Peter?» Ama olup bitenleri anlam aya başlam ıştı bile. K ız ı B rig itta az önce Dete’in Alm Am ca'yla konuşm ak üzere dağa tırm andığını söylem işti ona. İh tiy a r kadın yerinden kalktı, titreyen parm aklarıyla pencereyi açtı, dışarıya seslendi: «Dete, Dete, çocuğu bizden uzaklaştırm a! Götürm e H e id i’yi, Dete!»
Dete’le H eidi bu sesi duydular. Dete her halde ninenin sözcüklerini de duymuş olm alıydı. Çünkü, H eid i’nin elin i daha da s ık ı kavrayarak adım larını h ızland ırdı, koşa koşa ilerlem eye başladı.
H eidi, elin i bu mengeneden k u rta rmaya çalışıyordu. «Nine beni çağırıyor,» diye haykırdı. «Ona gitm ek istiyorum !»
Ama teyze de bunu h iç m i h iç istem iyordu. Çocuğu yatıştırm aya çalıştı:
100 H E i D i
«Çabuk yürü. Yoksa çok geç k a lırız, yarın k i yolculuğum uz aksar. F ra n kfu rt’u ne kadar çok seveceğini yakında göreceksin. B elki de buraya dönmeyi h iç istemeyeceksin. Ama istersen, dönmesi güç değil. G elirken nineye bazı arm ağanlar da g e tireb ilirsin ... sevdiği b ir şey.»
B u fik ir H eid i’n in hoşuna gitm işti. K a rşı koym aktan vazgeçti, teyzesine ayak uydurup koşmaya başladı.
B iraz sonra, «Nineye ne getirebilirim acaba?» diye sordu.
«Güzel b ir şey. B elki küçük beyaz ekm eklerden. Yum uşacık. Ne kadar çok hoşuna gider. H er zaman yediği o kara ekmekten o kadar fa rk lı o lu r ki!»
«Evet, biliyorum . Ekm eğini her zaman Peter'e verir. ’Bana çok sert geliyor, yiyem iyorum ,' der. Kendi kulaklarım la duydum.»
H eid i biraz düşünüp devam etti: «Çabuk olalım öyleyse, Dete teyze! Bugün
I I E İ D İ 101
F ran kfu rt'a varırsak, hemen ekm ekleri a lır dönerim .» H eidi uçarcasına koşmaya başlam ıştı. Koltuğunun altında epey b ir yük taşıyan Dete'in ona yetişm esi güç olm uştu bu sefer. Ama onun bundan yakındığı yoktu. Çocukla mücadele etmekten kurtulduğuna seviniyordu. K ısa zamanda D o rfli’nin ilk evlerine vard ılar. B urada üstlerine yağacak sözler ve sorula r H eid i’y i gene cayd ıra b ilird i. Dete bunu önlemek için , H eid i’n in eline sım sık ı yapıştı ve kasabanın öbür ucuna doğru ılizg â r gibi ilerled i. O nları her gören, aceleleri olduğunu an layabilirdi. Seslenip soru soranlara, «Şim di konuşamam, yolum uz uzun,» diye k a rş ılık veriyordu.
H er pencereden duyulan seslere rağmen durm adan geçmeyi başard ıklarına çok seviniyordu Dete. H eidi de h iç sesin i çıkarm ıyor, hevesle koşuyordu.
102 II E î D i
İşte o günden sonra, Alm Amca a lışveriş için D o rfli'ye ind iği günlerde eskisinden bile daha korkunç görünmeye başlam ıştı. H iç kim seyle konuşm uyor, sırtın da peynir sepeti, elinde bastonuyla herkesin ödünü koparıyordu. Kasaba h alkı aynı kanıda birleşm işti: Çocuğun Alm kulübesinden kurtulm uş olm ası büyük b ir şanstı. Alm Amca’nın tarafın ı tutan b ir tek kö r nine kalm ıştı. Ona ip lik sip a rişi verm ek için evine gelenlere hep Alm Amca’nın çocuğa ne kadar iy i davrandığını anlatıyor, kendilerine n asıl yardım cı olduğunu sayıp döküyordu. T ersliğiyle ünlü ih tiya rın n asıl günler günü bu ku lü beyi onardığının hikâyesi kısa zamanda D o rfli’ye yayıld ı. Nine durm adan, «Alm Amca onarm asa, kulübenin çoktan başların a y ık ılm ış olacağını» söylüyordu ama, kasab alılar kadının artık bunam aya başladığını, etrafında olup b itenleri pek anlayam adığım sanıyorlardı.
M E î D i 103
O narım lann yapılıp b ittiğ i de iy i o lm uştu doğrusu. Çünkü Alm Amca, b ir daha Çoban Peter’in kulübesine uğram adı. N inenin günleri gene iç çekm elerle, yakınm alarla dolu geçmeye başladı. Ara- sıra alçak sesle, «Ne yazık! Bütün neşe, bütün m utluluk çocukla b irlik te gitti!» diye söyleniyordu. «G ünler ne kadar uzun oldu! N asıl da bitm ek bilm iyor! Keşke Ölmeden önce H eid i’y i b ir kere daha görebilseydim !»
104 H E 1 D 1
ALTINCI BÖLÜM
YENİ BİR BAŞLANGIÇ
m RA N K FU RT’D A K Î evde. Bay Sesemann’m küçük kızı, bütün öm rünü geçirdiği tekerlekli sandalyesinde oturm aktay
dı. Onu b ir odadan b ir odaya hep bu sandalyeyi iterek götürürlerdi. Şu anda, çalışm a odası dedikleri odadaydı. D erslerin i burada yapardı.
C lara’n ın küçük yüzü solgun ve in ceydi. Yum uşak b a k ışlı, m avi gözleri kapıya d ikilm işti. Bugün zaman gerçekten
geçmek bilm iyordu. Kızcağız sık sık, «Daha vakit gelmedi m i, Bayan Rotten- m eier?» diye soruyordu.
Onun bu soruyu sorduğu kadın, küçük b ir çalışm a m asasının başında dim dik oturm aktaydı. Sonalara yalnızca başın ı sallayarak k a rşılık veriyordu. Bayan Rottenm eier, giydiği elbisenin biçim inden olacak, insana ko rku veren b iriy d i. Omuzla rın ın üzerine kaskatı ko la lı yakası olan b ir pelerin kondurm uş, başına da pek süslü b ir kep giym işti. Bayan Sesemann’ ın b irkaç y ıl önce ölm esinden bu yana evin ve hizm etçilerin yönetim inden o sorum luydu. Bay Sesemann sık sık iş yolcu lu kların a çıkar. Bayan Rottenm cier'i evin yöneticisi olarak b ıra k ır, yalnızca k a ra rla n n ı alırken C lara'ya danışm.asmı, onun istem ediği b ir şeyi yapm am asını emrederdi.
C lara aynı soruyu b ir kere daha sor
106 n E i D i
maya hazırlanırken Dete'Ie H eidi de evin kapısına varm ışlardı.
Dete z ili çaldığı zaman, ceketinde tıp kı gözleri gibi kocaman yuvarlak düğm eler bulunan b ir uşak aşağıya indi, kapıyı açıp onlara şaşkın gözlerle baktı.
Dete, «Acaba Bayan Rottenm eier’i gö reb ilir m iyiz?» diye sordu.
Sebastian b ir an on ları donuk bakışla rla süzdü, sonra b ir zile bastı ve başka b ir şey söylemeden arkasın ı dönüp uzaklaştı. O giderken üst kattaki b ir kapıdan b ir kadın hizm etçi göründü. Başına kar gibi, tertem iz b ir kep kondurm uştu. M erdivenin tepesinden konuklara bakarak, «Ne var?» diye sordu.
Dete, Bayan Rottenm eier’i görmek istediğini b ir kere daha tekrarladı. H izmetçi Tinnette gözden kayboldu. Ama az sonra yeniden, b e lird i ve merdivenden aşağıya seslendi, «Buraya gelin! S izi bekliy o rla r!»
H E t D î 107
Dete’le H e iâi üst kata ç ık tıla r ve Tinnette’in peşinden çalışm a odasına doğru yürüdüler. K apıya vard ık lan n d a Dete terbiyeli b ir tavırla durdu. H e id i’nin eli-
,n i hâlâ s ık ı s ık ı tutuyordu. Çünkü bu yabancı ortam da çocuğun neler yapacağını kestirebilm e olanağı yoktu.
Bayan Rottenm eier yerinden kalktı, yavaş yavaş onlara doğru yürüyüp evin kızına arkadaş diye getirilen bu yeni çocuğu inceledi. G ördüklerinden pek lıoş- lanm ışa benzem iyordu. H eid i'n in sırtında çok eski basm a b ir elbise vardı. B aşın daki h a sır şapka iyice eskim iş, biçim i de bozulm uştu. Şapkanın kenarları altından masum b akışlarla bakıyor, karşısınd aki kadının giydiği garip şapkaya pek şaştığını da h iç gizlem iyordu.
Bayan Rottenm eier, «Adın ne?» diye sordu. Çocuğa baktığı sürece onun da kendisine baktığına, gözlerini kaçırm adığına dikkat etm işti.
108 II E i D i
Çocuk, «Heidi,» diye k a rşılık verdi. Çok açık, çok a n la şıla b ilir b ir sesle söylem işti bunu.
«Nee? B u isim değil k i! H er halde seni vaftiz ederken başka b ir isim koym uşlardır! H angi isim le vaftiz edildin?»
«H atırlam ıyorum .»K adın başını beğenmez b ir ifadeyle
sallayarak, «Ne kadar saçma b ir cevap bu böyle,» dedi. «Dete, bu çocuk aptal m ı, yoksa küstah m ı?»
«Çok üzgünüm! Lütfen izin verin de çocuğun adına konuşayım . Y abancılara h iç a lışk ın değildir.» Dete çabuk çabuk anlatıyordu. B ir yandan da, bu kadar uygunsuz b ir cevap verdiği için H e id i’y i gizlice dürtm ekteydi. «Aslında a]Jtal da değildir, küstah da. Ama aklından geçenle ri olduğu gibi söylemeye alışm ış. Y ü ksek sınıftan insan ların oturduğu b ir eve öm ründe ilk defa giriyo r. Görgü k u ra lla rından da h iç haberi yok. Uysal b ir ço
H E î D i 109
cuktur. Öğrenmeye heveslidir. Eğer ona biraz sab ır gösterebilirseniz çok çabuk yetişecektir. V aftiz adı Adelheid. Aslında annesinin adını verd iler ona. Annesi benim ablam dı. Kaybettik onu.»
«Neyse bari. H iç değilse bu ism i telaffuz edebiliyorum ,» dedi Bayan Rotten- meier. «Ama Dete, bana k a lırsa bu çocuk yaşına göre biraz garip görünüyor. Ben sana Bayan C lara iç in gene o yaşlarda b ir arkadaş istediğim i söylem iştim . D erslerin i ve oyunlanm iy i paylaşabilsinler diye. Bayan C lara şim di on ik i yaşında. B u çocuğun yaşı kaç?»
Dete sözü dolaştırm ak kararındaydı, «Özür dilerim , ben de pek kesin b ilm iyorum ama, sanıyorum biraz daha küçü k... yine de çok küçük sayılm az. On yaşında... H atta belki biraz geçti bile.»
H eidi atılıp , «Sekiz yaşındayım ben,» dedi. «Dedem söylem işti.» Teyzesi onu b ir kere daha dürttü ama, H eidi bunun
110 H E t D i
nedenini anlayam adı. Anlayam adığı için de h iç b ir utanm a b e lirtisi göstermedi.
Bayan Rottenm eier, «Nee! Sekiz m i?!» diye bağırdı. «At'ada dört yaş fark var! Böyle b ir arkadaş ne işe yarar? Peki, neler b iliyo rsun bakalım , çocuk? Derslerinizde hangi k ita p la rı okudunuz?»
«H içi»«H iç m i? Peki, okum ayı n asıl öğren
din?»«Öğrenmedim k i! Peter de öğrenme
di!»«Tanrım ! H iç okum ak b ilm iyo r m u
sun? B u doğru o la b ilir m i!!!» Bayan Rottenm eier pek şaşırm ıştı. «Ne öğrendin peki?» diye sordu.
H eid i'n in cevabı gene basitti, «H iç b ir şey.»
«Deteü!»Bayan Rottenm eier kap ıld ığ ı şoktan
kurtulm ayı sonunda başarm ıştı. «Seninle vardığım ız anlaşm a h iç böyle değildi! Bu
H E t D İ 111
çocuğu bana getirmeye n asıl cesaret et' tin?!»
Ama Dete kolay kolay ürkecek insanlardan değildi. H iç çekinm eden k a rşılık verdi: «M üsaadenizle, bu çocuk tam sizin istediğiniz tipte b ir çocuktur sanıyorum . Siz bana sıradan, her gün rastlanan çocuklara benzemeyen b irin i aradığınızı söylem iştiniz. B u çocuğu bu yüzden seçtim . Y aşı daha büyük olanlar daha şım arm ış, daha bozulm uş o luyorlar. Ama şim di korkarım k i, gitmem gerek. Hanım ım beni bekliyor. F ırsa t bulursam yakında gelir, çocuğun durum una bakarım .»
Dete sözlerini b itird ikten sonra çarçabuk d izlerin i büküp b ir selâm verdi ve olanca h ızıyla m erdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Bayan Rottenm eier b ir an için ağzını açam ayacak kadar şaşırm ıştı. Ama kısa zamanda kendini topladı ve Dete’in arkasından koştu. Eğer bu çocuk burada kalacaksa, b ir çok şey üze
112 H E Î D İ
rinde konuşup karara varm ak gerekiyor^ du. Teyzesi de kalm ası konusunda pek k a ra rlı gibiydi.
H eidi hâlâ kapının yanında duruyordu. O âna kadar C lara onu sessizce seyretm işti. B irden e lin i k a ld ırıp ona yakına gelm esi iç in işaret etti.
H eidi ona doğru.yürüdü.«Sana, Adelheid denm esini m i ister
sin, yoksa H eidi denm esini m i?»«Bana herkes her zaman H eidi de
m iştir.»«O halde ben de seni öyle çağırırım ,»
dedi Clara. «Bu isim hoşum a gitti. Ama daha önce ömrümde senin gibi b ir çocuk görmedim. S açların her zaman böyle kısa ve k ıv ırc ık m ıydı?»
H eidi, «Galiba,» diye k a rş ılık verdi.«Fran kfurt'a dün mü geldiniz?»«H ayır. Bugün geldik. Ama yarın ge
ne eve dönüyorum . Dönerken nineye de beyaz ekm eklerden götüreceğim.»
H E İ D İ 113
C lara dayanam ayıp patladı, «Ne garip çocuksun sen. B uraya kalm ak, benim le arkad aşlık etmek, derslerim i paylaşm ak iç in getirild in. Şim di dersler öyle eğlenceli olacak k i! B ir kere sen hiç okum a bilm iyorsun! B u büyük b ir değiş ik lik . G enellikle dersler çok sık ıc ı geçerdi. Çok da uzun! Öğretmen her sabah saat lO’da gelir, 2’ye kadar ders yapar. Çok fazla. Bazen öğretmen kitab ı yüzüne kapatır. B irdenbire m iyop olm uş gibi. Ama bunu kitabın arkasında b e lli etmeden esnemek iç in yaptığını çok iy i b iliyo rum . Bayan Rottenm eier de dersleri dinlerken sık sık m endilini çıka rıp , sanki okunan şeyden etkilenm iş gibi yüzüne götü rü r. A slında o da hep esnem esini saklam aya çalışıyo rdu n Ama ben, böyle b ir şeye h iç cesaret edemem. B ir kere yapacak olsam . Bayan Rottenm eier hemen koşup b a lık yağım ı getirir, zayıf düşmeye başladığım ı söyler. Başım a gelebile
114 H E i Dİ
cek şeylerin en kötüsü de o balık yağını içm ek. Ama şim di her şey değişecek. A rtık senin okum a öğrenmeni dinleyip oyalanabileceğim .»
H eidi, okum ayı öğrenmek söz konusu olunca başını kuşkuyla sallam aya başlam ıştı.
C lara bunu görünce devam etti: « E lbette öğrenm elisin okum ayı H eidi. H erkesin öğrenm esi gerekir. Hem öğretmenim çok iy i b ir insandır. H iç kızm az. Sana her şeyi en başından anlatacaktır, göreceksin.»
O sırada Bayan Rottenm eier tekrar odaya giriyordu. Dete’e yetişip onunla konuşm ayı başaram am ıştı. B u durum çok canını sıkm ışa benziyordu. Sebastian çalışm a odasının kap ısın ı açtı, C lara'nın teke rlekli sandalyesini iterek öteki odaya götürdü. O sandalyeyi yerine y e rle ştirirken H eidi de onun karşısm a geçmiş, d ikkatli b a k ışla rın ı uşağın yüzüne dikm işti.
H E İ D İ 115
Adam, «Eee, ne bakıyorsun?» diye hom urdandı.
B u sırada Bayan Rottenm eier de odaya girm ekteydi. H e id i’nin, «T ıpkı Peter’e benziyorsun,» diye k a rşılık verdiğini duydu. ik i e lin i korkm uş gibi havaya ka ld ırarak, «Tanrım !» diye m ırıld an dı. «Uşağa kendi eşitiym iş gibi davranıyor! Bu çocuk h iç b ir şey b ilm iyo r galiba!»
Sebastian, C lara'nın sandalyesini masanın başına yerleştirm işti. Bayan Rottenm eier de onun yanına oturdu. H eidi'ye eliyle k a rşı tarafa oturm asını işaret etti. H e id i’n in tabağının yanında taptaze, beyaz, küçük b ir ekmek duruyordu. K üçük kız m utlu gözlerle ona baktı. Sebastian’ m Peter’e benzemesi çocuğun içinde uşağa karşı b ir güven yaratm ışa benziyordu. Sofrada fare gibi sessiz oturup beklemesi bu yüzdendi. Sebastian, bahğı servis yapmak üzere onun yanm a geldiği zaman
116 H E İ D İ
parm ağıyla ekmeği göstererek ona, «Bunu a la b ilir m iyim ?» diye sordu.
Sebastian b ir yandan başıyla 'evet' anlam ında işaret verirken, b ir yandan da gözünün ucuyla Bayan Rottenm eier’e bakıyor, bu sorunun onun üzerinde ne gibi b ir etki yaptığını anlam aya çalışıyordu.
H eidi e lin i uzatıp ekmeği aldı, cebine soktu. Sebastian gülm esini güç saklayabilm işti. H eid i'n in yanında h iç k ıp ırd a m adan , duruyor, k ızın servis tabağından b alığ ı alıp kendi tabağına koym asını bekliyord u. B irk a ç saniye H eidi de onun 3'üzüne baktı. Sonra, «Bundan da biraz a la b ilir m iyim ?» diye balığı gösterdi. Sebastian tekrar başını salladı. H eidi o zaman; «Öyleyse tabağım a biraz koyar m ısınız?» dedi. Gözleri sakin sakin kendi tabağına dönmüştü. Görgü k u ra lla rın ın böylesine bozulm ası üzerine Sebastian neredeyse yüzünün ciddî ifadesini y itir
H E İ D İ 117
mek üzereydi. B a lık tabağını tutan eli titremeye başlam ıştı.
Bayan Rottenm eier en cid d î suratıyla, «Tabağı m asanın üzerine bırak, biraz sonra gel, al,» diye em retti. Sebastian kaşla göz arasında ortadan yok oldu.
K adın, derin b ir iç çekişiyle söze başlad ı: «Adelheid, görüyorum k i sana önce en basit k u ra lla rı öğretmekle işe başlamam gerekiyor. H er şeyden önce sofrada n asıl davranm an gerektiğini anlatacağım.» Bundan sonra H e id i’ye ne yapması gerektiğini, uzun uzun, açık açık anlattı. Bunu b itird iğ i zaman, «Ayrıca, Se- bastian’a sofrada, gerekm edikçe, h iç b ir şey söylem em elisin,» dedi. «Ona b ir dost gibi davranm an da yersiz. A nlıyor musun? Tinnette için de öyle. Bana b ir şey söylemek istediğin zaman, başkaları benim le n asıl konuşuyorsa sen de öyle konuşursun. Clara, kendisini nasıl çağıracağını kendisi söyleyecektir.»
118 H E Î D Î
C lara hemen sözü keserek, «Clara diye çağıracak tabiî.» dedi.
Bundan sonra Bayan Rottenm eier b irincisind en daha uzun b ir konuşmaya girm işti. Sabah n asıl kalkılacağ ını, akşam n asıl yatılacağım , ortalığ ın n asıl hiç dağıtılm ayacağım , b ir odaya girince kap ıla rın n asıl kapatılacağını b ire r b irer anlattı. B u sırada H e id i’n in gözleri kapanıverdi. Sabahın beşinden b eri ayaktaydı çocukcağız. Ü stelik çok yorucu b ir yolculuk yapm ıştı. Sandalyesinin arkasına yaslandı, kısa sürede derin b ir uykuya daldı. Bayan Rottenm eier sözlerini b itirince, «Şim di, bu söylediklerim i h iç b ir zaman unutm ayacaksın, Adelheid,» dedi. «H epsini anladın m ı?»
C lara ne kadar eğlendiğini saklaya- madan, «H eidi çoktan beri uyuyor,» d iye atıld ı. Ne zam andır bu kadar eğlenceli b ir akşam yemeği yem em işti!
Bayan Rottenm eier öfkeyle, «Bu çu-
H E i D i 1!9
cuk başım ıza epey dert olacak!» diye söylenip z ili çaldı. Öylesine h ırsla çalm ıştı k i, b ir anda hem Sebastian hem de Tinnette kapıda b e lird iler. Bütün bu gürültülere rağm en H eidi hâlâ uyuyordu. Onu bin güçlükle uyandırıp odasına ç ıkarab ild iler. Odası, C lara ile Bayan Rot- tenm eier’in odalarının biraz daha ile ris in de, koridorun sonundaki odaydı.
12Û H E 1 D 1
YEDİNCİ BÖLÜM
OLAYLI BİR GÜN
E İD İ sabahleyin uyanıp çevresine şaşkın b akışlarla bakındı. Gözlerim k ırp ıştırd ı, k irp ik le rin i ovuşturdu, nerede oldu
ğunu hatırlam aya çalıştı. Kocam an b ir odada, yüksek b ir yatakta yatıyordu. Penceredeki uzun perdelerin arasından içe riye güneş ışığ ı sızm aktaydı. İle rd e çiçekli kum aşla kaplanm ış ik i büyük koltuk duruyordu. D uvarın önünde b ir kanepe,
onun biraz ilerisind e alçak, yuvarlak b ir masa vardı. Köşede yıkanm ak iç in b ir m usluk da görünüyordu.
H eidi, birden F ra n kfu rt’da bulunduğunu h atırlad ı. B ir gün önce olup bitenle r b ir b ir gözünün önünden geçti. Y ataktan aşağıya atlayıp giyindi, sonra pencereye doğru yürüdü, dışardaki parlak gökyüzünü, k ırla rı görmeye çalıştı. Bu koca perdelerin gerisinde kendini kafesteki b ir kuş gibi hissediyordu. Perdeler çok ağır olduğu için , o n ları yana çekmeyi başaram adı. E teklerin i k a ld ırıp arkasına geçti, pencereye oradan ulaşm aya çabaladı. Pencere öylesine yüksekti ki, boyu b ir tü rlü yetm iyordu. Ancak gözlerin i k a ld ırıp pen'azın kenarından birazcık görebildi. Gördüğü m anzara güzel k ırla rla ilg ili b ir şey değildi. K arşısınd a beton d u varlarla pencerelerden başka b ir şey yoktu. O sırada kapıya vum lduğunu duydu. Tinnette başını içeriye uzatıp sık
122 H E i D i
kın b ir sesle, «K ahvaltı hazır!» diye seslendi.
H eidi bunun b ir davet olduğunu anlayam am ıştı. Tinnette’in yüzündeki ifade, onu çağırm ak yerine, uzak durm asını anlatm ak ister gibiydi. Ya da H e id i’ye öyle
-gelm işti. O da içgüdüsüne göre davrandı. M asanın altındaki küçük tabureyi çekti, köşeye koydu, üstüne oturup bundan sonra ne olacağını beklemeye koyuldu. B ir süre sonra Bayan Rottenm eier büyük b ir gürültüyle kapıdan içe ri g iriyo rdu. Canı gene pek sık ılm ış gibiydi. Hei- di'ye bağırdı, «Ne oluyor sana, Adelheid? K ah valtı nedir, b ilm iyo r m usun? H adi gel!»
işte bunlar anlaşılabilen sözlerdi. H eidi hemen yerinden kalkıp onun peşinden gitti. C lara epeyden b eri yemek odasında oturm uş, bekliyordu. H eid i'yi dostça karşılad ı. K ızın yüzünde her zam ankinden daha m utlu b ir ifade vardı.
H E i D i 123
Çünkü o gün, b ir sürü beklenm edik olayla rın yer alacağına kendini hazırlam ıştı. K ah valtı olaysız geçti. H eidi küçük ekm eklerini güzel güzel yedi. Bu iş b ittik ten sonra, C lara tekerlekli sandalyesiyle çalışm a edasına götürüldü. Bayan Rot- tenmeier, H eidi'ye de oraya gitm esini, öğretmen gelinceye kadar orada C lara ile b irlik te beklem esini söyledi. Ç ocuklar çalışm a odasında yalnız kalınca, H eidi hemen C lara'ya b ir soru yöneltti:
«D ışardaki toprağı n asıl görebilirim ?»
C lara, «Pencereyi açar, dışarıya bakarsın,» diye k a rş ılık verdi. B u sorudan pek lıoşlanm ıştı.
H eidi üzgün b ir sesle, «Ama pencereler açılm ıyor,» dedi.
«A çılır,» diye onu avuttu Clara. «Ama bu işi yalnız başına yapam azsın. Ben de yapamam. Sebastian'a söylersen o sana açar.»
124 H E i D i
H eidi yeni b ir um utla iç in i çekti. Neredeyse kendini tutuklu gibi hissetmeye başlayacaktı. O sırada Clara, H eidi'ye eviyle ilg ili so ru lar sorm aya başladı. H eidi ona Alm dağını, keçileri, o tlakları, sevdiği şeyleri anlatm aktan büyük b ir sevinç duyuyordu.
Bu arada öğretmen de gelm işti. Ama Bayan Rottenm eier onu her zam anki gibi hemen çalışm a odasına alm ak niyetinde değildi. Önce onunla konuşm ak istiyo rdu. B u yüzden adam ı koridorda k a rşıla yıp yemek odasına götürdü. Odaya g irin ce ona büyük b ir kaygı ve telâş içinde, ortaya çıkan garip durum u anlatm aya koyuldu. N asıl b ir süre önce C lara için b ir arkadaş gerekli olduğunu Bay Sesemann’a kendisinin önerdiğini, arkadaş konusunda n asıl kendisini oyuna getirdiklerini, H eid i’n in n asıl kapkara cah il olduğunu, ta en baştan başlayıp A B C 'yi bile öğrenm esi gerektiğini, dün gece çocuğa en
H E i D i 125
basit görgü k u i'a lla n n ı bile kendisinin anlatm ak zorunda kald ığın ı b ir b ir saydı döktü. Çünkü, Bayan Rottenm eier'e göre, bu tatsız durum dan kurtulm ak için b ir tek yol vardı. O da, öğretmenin bilgi düzeyi bu kadar fa rk lı ik i çocuğa b ir arada ders verm ek istemem esi, böyle yaparsa C lara'nın eğitim inin aksayacağını söylem esiydi, O zaman Bay Sesemann da çocuğu gerisin geri göndermek zorunda kalacaktı. H e id i’n in geldiğini Bay Sese- m ann’a duyurm uşlardı. Şim di onun izni olm adan. Bayan Rottenm eier, çocuğu kendi kendine geri gönderemezdi.
Ne va r k i öğretmen, kadının beklediği tepkiyi gösterm edi. B u konuda kesin b ir şey söylemeye h iç yanaşm ıyordu. Bayan Rottenm eier’i sakinleştirm eye çalış t ı ve yeni gelen çocuğun bazı konularda b ilg isiz olm asına k a rşılık , diğer bazı konularda epey ile ri b ir düzeyde olabileceğini, böylelikle derslerde yeni tü r b ir
126 HE Î D İ
denge kurulabileceğini söyledi. Sonunda Bayan Rottenm eier, öğretm enin kendisini bu konuda desteklem eyeceğini anlaym ca çalışm a odasm ın kap ısın ı açtı ve adamı çocukların yanm a soktu.
Henüz b irkaç dakika geçm işti k i, çalışm a odasında korkunç b ir gürültü koptuğu duyuldu. B unu Sebastian’ın kopardığı ç ığ lık izledi. Bayan Rottenm eier hemen odaya koşup ne olduğunu anlam aya çalıştı. K apıdan girdiği zaman odayı büyük b ir k a rış ık lık içinde buldu. K itap la r, defterler, m ürekkep h o kkası... hepsi yerlere saçûm ıştı. H a lın ın üzerinde m ürekkepten b ir nehir akıyordu. H eidi görünürlerde yoktu.
Bayan Rottenm eier, «Ne oluyor burada?» diye h aykırd ı. «H alı, kitap lar, iş sepetim, hepsi m ürekkep içinde kalm ış! Ömrümde böyle p is lik görmedim! E m inim ki, hepsinin suçlusu gene o sefil çocuktur!»
H E i D i 127
Öğretmen pek kaygıh göi'ünüyordu, ama C lara olup bitenleri belirgin b ir keyifle izlem ekteydi. K adına o cevap verdi:
«Evet, H eidi yaptı ama, bilerek değil. Cezalanm ası gerekmez. Acelesinden m asanın örtüsüne takıld ı, her şey yere yuvarlandı. A rabaların geçişini görebilmek istiyordu. V a k it geçirm eden kapıya yetişmeye çalışıyordu. B e lk i de daha önce öm ründe araba görm em işti!»
«Size söylem em iş m iydim ?! B u yaratık daha h iç b ir şey bilm iyor! Ders nas ıl y a p ılır, ondan bile haberi yo k... sessizce oturup dinlem esi gerektiğinin fa rkında değil. Nerede şim di o baş belâsı? H er halde kaçm ış olamaz! Bay Sesemann ne der sonra?»
Bayan Rottenm eier m erdivenlerden aşağıya koştu. H eid i açık duran kapının eşiğinden şaşkın b ak ışla rla sokağı izlemekteydi.
«Ne oldu gene? A klına ne geliyor da
128 H E t D î
H E İ D İ 129
böyle koşuyorsun?» Bayan Rottenm eier avaz avaz bağınyordu.
«Kulağım a sanki köknar ağaçlan uğulduyorm uş gibi geldi. Ama o n ları görem iyorum . Ü stelik a rtık sesleri de kesild i.» H eid i iyice üzgündü. Başım arabala rın gözden kaybolduğu tarafa çevirm iş, ile ris in i görmeye çalışıyordu. Tekerlekle rin çıkard ığ ı ses ona köknarlarda rüzc'' gelm işti anlaşılan, gitm işti.
«Köknar ağacı m ı? Bu B iz orm anda m ı oturuyoruz? Gel karda yarattığın p isliğ i g ö r!»
H eidi, Bayan Rottenm eier’in peşi sıra m erdivenlerden çıktı. Odanın kap ısın da durup kendi oluşturduğu karm aşıklığa şa şkın lık la baktı. Aşağıya koşarken acelesinden h iç b ir şeyi farketm em işti.
Bayan Rottenm eier, « B ir daha böyle b ir şey yapm ayacaksın!» diye onu uyar
130 H E Î D İ
dı. «Ders ya p ılırken sessizce oturup d ikkat kesileceksin. Bunu yapamazsan seni sandalyene bağlarım . A nlıyor m usun?»
H eidi, «Evet,» dedi. «A rtık u slu olmaya ça lışırın ı.»
Sebastian’la Tinnette o rtalığ ı tem izlemek üzere geldiler. Öğretmense hemen
gitm ek zorunda kaldı. B u koşul- la r-,â Jj^ lݧ ı'^ î'tık o gün ders yapma ola-Î A V
nagı kalmamıstı^q olursa olsun, o günk-ü'’de^s¥e Kimsenin esneme}-e~ fırsat bulamadığı ortadaydı!
Clara, öğleden so n raları istirahat ederdi. H eid i’ye de bu süre içinde istediğ ini yapabileceği söylenm işti. Bu durum , çocuğun çok işine geldi. Çünkü, yapm ayı çok istediği b ir şey vardı. Ama bunu yapabilm ek iç in de yardım gerekiyordu. İstediği yardım ı sağlayabilm ek iç in yemek odasının kapısına d ik ild i, konuşacağı insanı gözden kaçırm am aya çalıştı. Çok geçmeden Sebastian, elinde ko
caman b ir tepsiyle m erdivenlerden o kata çık tı. Yemek odasm a girm eden önce durup H e id i’ye, «Küçük hanım b ir şey mı arzu ediyorlar?» diye sordu.
«Pencereler n asıl açılıyo r, Sebas- tian?»
«İşte böyle!» Uşak, yemek odasındak i büyük pencerelerden b irin i tutup açtı. H eidi hemen oraya yürüdü ama, d ışa rısın ı görmeye boyu yetm iyordu.
Sebastian ona yüksek b ir tabure getird i. «Buna basın,» dedi. «Şim di küçük hanım sokaktan gelip geçen her şeyi görebilir.»
H eidi sevinç içinde tabureye çıktı. A rtık gerçekten sokağı görebiliyordu. Ama sevinci kursağında kaldı. Bakm asıyla başını geri çekmesi b ir oldu. «B uradan yalnızca taş sokak görünüyor,» dedi. «Başka h iç b ir şey gözükm üyor ki!» Sesi çok üzgündü. «Sebastian, evin öteki
H E î D i 131
tarafındaki pencerelerden bakarsam oradan neler görürüm ?»
«Aynı şeyleri!»«Peki, vadiyi görebilm ek iç in nereye
gitmem gerek?»«Yüksek b ir kuleye çıkm anız gerek.
K ilise n in çan kulesi veya b ir saat kulesi gibi. O ralardan bakınca çok u zakları göreb ilirsin iz.»
B u söz üzerine H eidi çabucak tabureden aşağıya atladı, m erdivenleri çifter çifte r inerek sokak kapısından dışarıya fırla d ı. Oysa, saat kulesine ulaşm ak sandığı kadar kolay olm adı. Pencereden baktığında, kule sanki k a rşı kaldırım a geçince varılacak kadar yakın gözükm üştü gözüne. Gene de epeyden beri yürüdüğü h alde, kuleye hâlâ gelememişti. Ü stelik a rtık onu görem iyordu da. Duraklam adan yürüm eyi sürdürdü. Yanından b ir sürü insan lar gelip geçiyordu. Ama hepsinin çok acelesi varm ış gibiydi. H eidi onlar-
132 H E İ D İ
dan b irin i durdurup yol sorm aya cesaret edemedi. Derken gözüne sokağm köşesinde duvara yaslanm ış duran b ir erkek çocuk iliş t i. Çocuğun elinde küçük bit la terna vardı. Omuz başına da H eid i’nin şim diye kadar görm ediği garip b ir hayvan oturtm uştu. H eidi hemen çocuğa doğru ilerleyip sordu: «Tepesinde altıntop olan kule nerede?»
«Bilm em !» dedi çocuk.«Kim b ilir öyleyse?»«Bilmem.»«Yüksek kulesi olan b ir k ilise b ili
yor m usun?»«Evet, b ir tane biliyorum !»«Öyleyse hadi gel de bana göster!»«Sen daha önce bana bu iş iç in ne
vereceğini göster!»Çocuk, elin i H e id i’ye uzatm ış, bekli
yordu. H eidi ceplerini araştırm aya başladı. B irin d e güzel resim li b ir kart buldu. B ir buket kırm ızı gül resm i. B u karttan
H E î D I 133
aynim ak kolay değildi. C lara onu H e id i’ ye daha bu sabah verm işti. Ama vadinin yeşil yam açlannı görmeyi de o kadar çok istiyordu k i... «Al,» dedi H eidi. «Bunu vereyim sana. îste r m isin?»
Çocuk e lin i hemen geri çekip başm ı ik i j'ana salladı.
H eidi, «O halde ne istiyorsun?» diye sordu. B ir yandan resm i büyük b ir sevinç içinde cebine sokuyordu.
Çocuk, «Para,» diye k a rşılık verdi.«Bende şim di para yok ama, C lara
daha sonra verir. Kaç para istiyorsun?»«Beş kuruş.»« îy i. Gel öyleyse!»Sokaktan aşağıj’a doğru yürümeye
başladılar. Yolda giderlerken H eidi yeni arkadaşına om uzundaki çalgının ne olduğunu sordu. Çocuk, bunun küçük b ir laterna olduğunu anlattı. Yan tarafındaki kolu çevirince kutudan çok güzel b ir müzik sesi geliyordu. B irden kendilerini
134 II E İD İ
yüksek kulesi olan eski b ir k ilisen in önünde buldular. Çocuk, olduğu yerde durup parm ağıyla kuleyi gösterdi.
H eidi ka p ıla rın kapalı olduğunu görünce, «Peki, içeriye n asıl gireceğim ?» d iye sordu.
Cevap hazırdı, «Bilmem .»«Belki Sebastian'ı çağırırken yaptı
ğım ız gibi z ili çalmam gerek.» H eidi z ili arıyordu. Sonunda kapının yan tarafına a sılı ip i görebildi ve olanca gücüyle çekti. B ir yandan çocuğa,
«Ben yukarıya çıktığım zaman sen burada bekle,» dedi. «Çünkü, eve nasıl dönebileceğim i de bilm iyom m .»
«Ne vereceksin?»«Ne istiyorsun?» .«Beş kuruş daha.»İçerden ayak sesleri duyulm aya baş
lam ıştı. Sonunda kapı gıcırdayarak açıldı, ih tiyar b ir adam gözüktü. Ç ocukları gördüğü zaman önce şaşırd ı ama, sonra
H E î D î 135
dan iyice kızd ı. «Ne cesaretle kapıyı ça lıyorsunuz?» diye bağırdı onlara. «Yazıyı görm üyor m usunuz? Kuleye çıkm ak isteyen ko n uklar kap ıyı çalsın diye yazıyo r!»
Çocuk h iç b ir şey söylemeden parm ağıyla ihtiyara H e id i'yi gösterdi.
H eidi, «Ben de onu istiyorum işte!» dedi.
B ekçi, «Y ukarıya neden çıkm ak is tiyorsun?» diye sordu. «Seni b iris i m i gönderdi?»
H eidi, «H ayır,» diye k a rşılık verdi. «Y ukarıya çık ıp oradan aşağıya bakm ak istiyorum .»
«Çekilip gidin buradan! B ir daha da beni böyle oyalam aya kalkışm ayın!» ih tiya r adam iyice öfkelenm işti. K apıyı H e id i’nin yüzüne kapatm aya çalışıyordu. H eidi hemen adam ın ceketini yakalayıp yalvarm aya başladı. «Lütfen izin verin de b ir kerecik çıkıp bakayım !»
K üçük kızın gözlerindeki yalvaran
136 H E î D î
b akışlar ih tiy a rı yum uşattı. Onu küçük elinden tutup tatlı b ir sesle, «Eğer bu kadar çok istiyorsan, gel çıkarayım seni yukarıya,» dedi.
Laternacı bunu duyunca kaldırım ın kenarına oturdu ve beklemeye h azırlan ' dı.
H eidi ile ihtiyar, sayısız basam aklardan yukarıya tırm anıyorlardı. Y ükseldikçe m erdivenler de küçülüyor, daralıyo rdu. E n sonuncusu kulenin tepesine çıkan daracık b ir şeydi. B ekçi oraya varınca H eid i’y i tutup ka ld ırd ı, pencereden dışarıs ın ı gösterdi. «Şim di aşağıya b a k ab ilirsin işte,» dedi.
H eidi baktı. Ama gözlerinin önüne yayılm ış b ir sürü dam lardan, kulelerden, bacalardan başka h iç b ir şey göremedi. B aşın ı geri çekip üzüntülü b ir sesle, «H iç de benim sandığım gibi değilm iş!» dedi.
«Gördün mü! Ben sana söylem iştim . Senin yaşında çocuklar m anzaradan an
H E t D t 137
lam azlar. Şim di git, b ir daha da gelip benim zilim i çalm a!»
İh tiy a r adam, H e id i'yi yere b astırd ı ve onun önü sıra dar m erdivenden aşağıya inmeye başladı. Basam aklar gittikçe gen işliyordu. Sonunda bekçinin odasının önüne va rd ık la rı zaman, b ir sandalyenin üzerinde duran sepet, H eid i'n in d ikkatin i çekti. Sepetin önünde kocaman, duman rengi b ir kedi oturm uş, h ırlayıp dum - yordu. Çünkü o sepette bu kedinin yavru la n yaşam aktaydı. Anne kedinin çabası, kim senin yavruların a el sürm em esini sağlam aktı. H eidi, kediye şa şkın lık la baktı. öm ründe böyle büjöik kedi görm em işti. B u kuledd çok fare olm alıydı. H er halde bu kedi her gün yavru ların a yedirm ek için en az yarım düzine yakalıyor olma- hydı. Bekçi, küçük kızın yüzündeki sevinç ifadesini görünce, «Gel de bak,» dedi. «Ben yanındayken sana b ir şey yapmaz. Y a vru la rı sevebilirsin.»
138 H E î D t
H eidi ilerleyip sepetin başma geldi. «Ay, ne güzel yavru la r b u n lar böyle!» diye bağırdı.
Bekçi ona, « B ir tanesini ister m iydin?» diye sordu. K üçük kızdan hoşlanmaya başlam ıştı.
H eidi heyecanından ancak fısıldayabildi, «Kendim için m i? Tem elli m i?» Talih in e inanam am ıştı.
«Evet. İstersen hepsini al götür.» İh tiyar böylelikle bu yavrulardan kurtulacağını düşünüp sevinm işti. O nları ö ldürmekten iyiyd i böylesi.
H eid i’yse kabına, sıgam ıyordu. O koca evde kedileri sığdıracak dünya kadar yer vardı. Hem C lara bu y avru larla oynarken ne kadar m utlu olurdu kim b ilir!
«Ama n asıl taşırım hepsini?» diye sordu. Bu arada elin i uzatm ış, b ir tanesin i avucuna alm ıştı. Büyük kedi hemen H eid i'nin koluna doğru atıld ı, öylesine
II E t D i 139
öfkeyle tısla d ı ki, kızcağız gerileyip olduğu yere büzüldü. Y a şlı bekçi,
«Bana adres b ırakırsan , on ları sana getiririm ,» dedi.
«Bay Sesemann’ın evi. Kapıda kocaman b ir köpek başı var. Ağzından zilin ip i sarkıyor.»
B ekçinin bu a y rın tılı tariflere ihtiyacı yoktu. Y ılla rd an beri bu kilisede çalıştığ ı için çevredeki evlerin hepsini b iliyordu.
«Hangi ev olduğunu anladım ,» dedi.«Keşke b ir ik i tanesini şim di yanı
ma alıp götürebilseydim ... B ir tane kendime, b ir tane de C lara’ya! A la b ilir m iyim?»
«Tabiî. Al!»H eid i’n in gözleri sevinçle parladı. B ir
beyazla b ir tekir yavru seçti, b irin i sağ cebine, ötekini sol cebine yerleştirdi. Bu iş i b itirin ce aşağıya inmeye başladılar.
Çocuk hâlâ kaldırım da oturuyordu.
140 H E î D 1
H eid i'yi görür görmez ayağa fırla d ı. K ısa zamanda eve vard ılar. H eid i z ili çaldı, Sebastian gelip kapıyı açtı. K üçük k ızı görür görmez hemen onu omuzundan tutup içeriye aldı.
«Çabuk ol, yemek odasına geç,» dedi. «Hepsi sofrada bekliyorlar. Bayan Rottenm eier patlam aya hazır b ir top gibi. Neden kaçtın öyle?»
H eidi odaya yürüdü. Bayan Rottenm eier başını h iç kaldırm adı, C lara da b ir şey söylem edi. Ama hava gene de çok gergindi. H eidi yerine oturunca. Bayan Rottenm eier çok kuru ve cidd î b ir sesle konuşm aya başladı:
«Adelheid! Seninle daha sonra konuşacağım. Şim di yalnızca davranışının çok kötü olduğunu söylemelde yetineceğim. Evden izinsiz çıkm an olacak şey değil. Bu yaptığın, eşi benzeri bulunm az b ir küstahlık!»
H E İ D İ 141
«M iyaaav!» Bu ses o anda b ir cevap gibi gelm işti.
K adının öfkesi bİ4'den arttı: «Ne dedin, Adelheid! Y alnız yaram az değil, ayn ı zamanda çok da terbiyesizsin! Bak seni uyarıyorum !»
Heidi, «Ama ben...» diye söze başlayacak oldu. «M iyaav! M iyaav!»
Sebastian a rtık gülm esini saklayam ı- yordu. Çabucak odadan çıkm ak zorunda kalm ıştı.
Bayan Rottenm eier, «Yeter!» diye bağırm ak istedi ama, hırsından sesi çatallaştı. «Derhal çık bu odadan!»
H eid i'n in ödü kopm uştu. Ayağa k a lktı, durum u açıklam aya çalıştı. «Aslında ben h iç...»
«M iyaav! M iyaav!»C lara ayıplayan b ir sesle, «Ama H ei
di, Bayan Rottenm eier'in çok kızdığını gördüğün halde neden hâlâ ’m iyav!’ diyorsun?» diye sordu.
142 H E 1 D i
«Ben dem iyorum ! K ed iler diyor!»«Nee! K ed iler m i?!»Bayan Rottenm eier kendini kaybet'
m işti. «Aahh! Sebastian! Tinne;tte! Çabuk bulun o korkunç hayvanlan! Hemen yok edin on ları buradan!»
Kadm yerinden fırla y ıp kendini odadan dışarıya attı. Çalışm a odasına dalıp kapıyı arkasından k ilitle d i. Ömründe en çok nefret ettiği yaratık kediydi.
Sebastian önce kapının dışında durup gülm esinin bitm esini beklem ek zorunda kalm ıştı. Az önce H e id i’nin tabağına yemek servisi yaparken kızın cebinden kedi yavrusunun dışarıya baktığını görm üştü. Sonunda odaya girebild iğ i zaman her şeyi sakinleşm iş buldu. Clara, kedi yavrularım dizinin üstüne alm ış, onla rla oynuyordu. H eidi onun yanına çö- m elm işti. İk i çocuk da çok m utlu görünüyorlardı.
Clara, «Sebastian,» dedi. «Bize bu
H E 1 D i 143
kediler için b ir yer bul. Bayan Rotten- m eier’in o n ları bulam ayacağı b ir yer. K edilerden çok korkuyor. O nları attırm ak isteyecektir. Nereye saklayab iliriz?»
Uşak, « B ir çare düşünürüm . Bayan Clara,» diye k a rşılık verdi.
Aradan epey zaman geçtikten sonra, Bayan Rottenm eier çalışm a odasının kap ısın ı , açtı, ik i santim aralayıp d ışarıyı gözetledi.
«O korkunç hayvanlar gitti m i?» diye sordu.
Sebastian, y a vru la rı C lara'nm kucağından çabucak alıp uzaklaşırken ona, «Evet, evet!» diye cevap verdi.
H e id i’ye verilecek öğütler ertesi güne kalm ıştı. Bayan Rottenm eier çok yorgun olduğu iç in erken yatacaktı. C lara ile H eidi sevinç içinde odalarına çekild iler. K edi y avru ların ın em in ellerde olduğunu bilm ekten doğan b ir neşe kaplam ıştı iç le rin i.
144 H E 1 D î
SEKİZİNCİ BÖLÜM
EVDE BİR KARGAŞALIK
,. R T E S l sabah, Sebastian kapı-l l j y ı açıp öğretmeni içeriye al-
diktan kısa b ir süre sonra, sokaktan z ilin tekrar çalındığı
duyuldu. Öylesine kuvvetli çalın m ıştı ki, uşak önce evin beyinin apansız yo lculuktan döndüğünü sandı. Hemen aşağıya koşup kapıyı ardına kadar açtı. K arşısınd a y ırtık p ırtık giysiler içinde b ir erkek çocuk duruyordu. Omuzunda küçük b ir laterna asılıydı.
Sebastian sabırsızlanarak, «Ne is tiyorsun?» diye sordu. «Ben sana kapı çalm ayı öğretirim ! Hemen defol buradan!»
D ilenci, «Ben, C lara’yı görmek istiyo rum ,» diye k a rşılık verdi,
«Seni küstah yaram az seni! Bayan C lara diyecek kadar da m ı aklın yok! Senin ona söyleyecek neyin o lab ilir?» Sebastian iyice Öfkelenm işti.
Çocuk, «Bana on kuruş borcu var,» diye k a rş ılık verdi.
«H er halde çıld ırm ışsın sen! Bayan C lara 'n ın bu evde oturduğunu da nereden çıkardın?»
«Dün ona, beş kuruş karşılığ ın d a yol gösterdim . Dönüş yolunu da ayn beş k u ' ruş karşılığ ınd a gösterdim . H epsi b ir lik te on kuruş ed iyo r!»
«Yalan söylüyorsun! Bayan C lara hiç b ir zaman evden çıkm az k i... jöirüyem i- yor b ir kere! Şim di hemen buradan defol da benden dayak yeme!»
146 H E ID î
Ama çocuk bu kadar kolay atlatılabilecek b irine benzem iyordu. «Ona dün yolda rastladım ,» dedi. «Size ta rif edebilirim onu. K ısa, k ıv ırc ık saçları var. K ahverengi b ir elbise giyiyor. Konuşm ası da bizim kinden farklı.»
Sebastian, «A..a!..» dedi. «Demek b izim küçük hanım ın yaram azlıklarından b ir i daha su yüzüne çıkıyo r!» K endi kendine k ık ır k ık ır gülmeye başladı. Aklına b ir f ik ir gelm işti. Yüksek sesle çocuğa, «tyi öyleyse!» dedi. «Benim le gel, ama ben seni çagırm caya kadar odanın kapısında bekle, içeriye girdiğin anda hemen laternanla m üzik çalm aya başla. B u m üzik genç bayanın çok hoşuna gidecektir »
Sebastian çalışm a odasının kapışım tıkırd attı, sonra açıp içeriye girdi. «K üçük b ir çocuk. Bayan C lara ile görüşmek istiyor,» dedi.
D ersin bu şekilde orta yerinde kesilmesi C lara'nın pek hoşuna gitm işti. «He
II E î D î 147
men gelsin!» diye em ir verdi. Sonra öğretm enine dönüp, «Çünkü benim le konuşmak istiyorm uş,» diye açıklam a yaptı.
Çocuk, oda kapısından girdi, ve g irm esiyle de hemen laternasını çalmaya başladı. A slında Sebastian’ın em irlerine uyuyordu. Bayan Rottenm eier o sırada yemek odasında m eşguldü. K ulağına b ir m üzik sesi geldiğini farketti. Acaba sokaktan m ı geliyordu? Ama olam azdı. Çok daha yakından geliyordu bu ses! Ç alışma odasında kim m üzik çalıyo r o la b ilirdi? Yine de... Hemen yerinden kalkıp çalışm a odasına koştu. Oraya vardığında gözlerine inanam adı. Orta yerde b ir laternacı durm aktaydı. Y ırtık p ırtık b ir pantolonla b ir gömlek giym iş, yalınayak b ir çocuk. Öğretmen b ir şey söylemeye ç a lış ır gibiydi ama, başaram ıyordu. Clara ile H eidi büyük b ir m utluluk içinde müzik dinlem ekteydiler.
Bayan Rottenm eier, «Susun! Kesin
148 H E î D i
bu gürültüyü!» diye bağırdı ama, sesi müzik sesinin arasına karıştı, h iç duyulm adı. Çocuğa doğru ilerlem eye çalıştı. Tam o sırada yerde, h alın ın üstünde çok garip b ir hayvan gördü. Sürünerek ile rle yen b ir hayvan! K orkunç, kapkara b ir şey! Kaplum bağa! Bayan Rottenm eier bunu görünce olduğu yerden havaya doğru sanki uçtu! Avazı çıktığ ı kadar, «Se- bastiaaaan! Sebastiaaaan!» diye h aykırmaya başladı.
Çocuk, çaldığı m üziği hemen kesti. Sebastian bu arada kapının dışında saklanm ış, gülm ekten k ırılıy o rd u . Sonunda ciddî yüzünü takınıp içeriye girebildi.
«Götür b u n ları! H epsini! Çocuğu da, hayvanı da, hepsini! Çabuk ol, Sebastian!»
Sebastian, çocukla kaplum bağayı hemen dışarıya çıkarırken , çocuğun eline de b ir şey sık ıştırıyo rd u . «İşte on kuruş,» dive fısıldad ı. «Bayan C lara’nın borcu. Bu
H E 1 D i 149
on kuruş da çaldığın m üzik için . Aferin, tyi iş gördün.»
K apı küçük laternacının arkasından kapandı, çalışm a odası yeniden sessizliğe büründü, ders kaldığı yerden gene başladı. B u sefer Bayan Rottenm eier de çalışm a odasında kalm ayı seçmiş, daha başka o laylar çıkm asını kesin likle önlemeye k a ra r verm işti.
B ir ara çalışm a odâsm ın kapısına tekrar vuruldu. Sebastian bu sefer b ir is inin Bayan Clara'ya verilm ek üzere b ir sepet getirdiğini haber veriyordu. îçeriye g irip kapaklı sepeti b ir kenara b ıraktı, döndü ve çıktı.
Bayan Rottenm eier, «Bence, önce dersin bitm esini beklem eliyiz,» dedi. «Sepette ne olduğuna daha sonra bakarız.»
Clara, kendisine ne getirilm iş olabileceğini b ir tü rlü düşünem iyor, özleyen gözlerle sepete bakıp duruyordu. B ir ara dersi orta yerinde kesip, öğretmenden
150 H E 1 D t
sepetin içine şöyle b ir bakm ak için izin istedi. Öğretmen kaşlanm çattı. Tam bu isteği reddetm ek üzereydi k i, sepetin kapağı kendiliğinden biraz yükseldi, önce b ir, sonra ik i, daha sonra b ir sürü kedi yavrusunun dışarıya atladığı görüldü. H epsi odanın içinde çeşitli yönlere doğ- m koşuşm aya başladılar. K im isi, Bayan Rottenm eier’in eteklerine tırm anıyor, k im isi ayaklarıyla oynuyordu. B a zıla rı Cla- ra 'n ın koltuğuna tırm anm ayı başarm ışla rd ı. T ırm ıklaya m iyavlaya odanın her köşesine yayılm ış durum daydılar. C lara sevinç dolu b ir çığ lık kopardı: «Ah, şunlara bak, H eidi! Ne tatlı şeyler, değil m i?»
H eidi b ir köşeden b ir köşeye, kedile ri kovalam aya çalışıyordu. Öğretmen tedirgin b ir biçim de a ğ ırlığ ın ı b ir b ir ayağına, b ir ötekine vererek öylece duruyor, ne yapacağını h iç bilem iyorm uş gibi görünüyordu. Başlangıçta Bayan Rotten- meier, ses çıkaram ayacak kadar şaşala-
H E Î D Î 151
m ıştı. Ama az sonra toparlandı ve bağırmaya başladı:
«Tinnette! Sebastian! Sebastian! Tin- nette!»
Hizm etçiyle uşak gelip kedi yavruların ı alıncaya kadar, oturduğu koltuktan kıpırdayam am ıştı bile.
O gün de ders süresi içinde esnemeye gerek olm am ıştı.
Akşam üstü Bayan Rottenm eier iş i soruşturm aya başladı. Sebastian’la Tin- nette’i çağırıp onlara bazı şeyler sordu ve H eidi n in b ir önceki gün yaptığı kent gezisi sırasınd a bu tatsız o layların tohum unu atm ış olduğunu anladı. Yüzü öfkeden solm uş, rengi atm ıştı. Sebastian’la Tinnette’i kendisini yalnız bırakm aları için işaret etti, sonra C lara'nm sandalyesi yanında durm akta olan H e id i’ye doğru döndü. K üçük kız suçunun ne olduğunu pek de anlayam am ış gibiydi.
Bayan Rottenm eier çok katı b ir ses
152 H E 1 D I
le, «Adellıeid!» diye söze başladı. «Sana yaptığın işin kötülüğünü anlatabilm ek için ancak b ir tek ceza düşünebiliyorum . Başka türlüsünden anlam azsın, çünkü sen, küçük barbarın b iris in ! B akalım bodrum a, farelerle ham am böceklerinin ara- sma kapatılm ak, bundan sonra böyle şeyler yapmaman gerektiğini sana öğretebilecek m i?»
H eidi sessizce dinliyordu. Ortaya atılan ceza onu şaşırtm ıştı. Daha önce h iç bodrum görm em işti çocuk. Dedenin kulübesinde bodrum denen yer, pek sevim li b ir yerdi. Orada taze peynirlerle sütler saklanırd ı.
Ama C lara o sırada h ıçk ıra h ıçkıra ağlamaya başlam ıştı. «H ayır! H ayır! B ayan Rottenm eier! Babam gelene kadar beklem eniz gerek. M ektubunda çabuk döneceğini yazm ıştı. Döndüğü zaman ona her şeyi anlatırım . H e id i’ye ne yapm ak gerektiğine o kendisi karar verir.»
IIE 1 D t 153
Bayan Rottenm eier bunu kabul etmek zorundaydı. Ayağa kalktı, hom urdanarak odanın kapısına yürürken, «Baban geldiği zaman benim de ona söyleyecek birkaç sözüm var, C lara!» dedi.
Bundan sonraki b irkaç gün pek sessiz geçti ama, Bayan Rottenm eier gene de kendini toparlayam adı. H eid i'n in ne büyük b ir hayal k ırık lığ ın a sebep olduğunu, o geldiğinden beri ev düzeninin nasıl altüst olduğunu düşünmeden edemiyordu. Oysa Clara, çok m utluydu. A rtık h iç canı sıkılm ıyordu. Derslerde de her zaman eğlenceli b ir şeyler oluyordu. Hei- di h a rfle ri öğreneceği yerde, h iç durm adan, «Aa, bu keçinin boynuzlarına benziyor!», «Şu, tıp k ı kartal gibi!» diye bağ ırıp duruyordu. Z avallı öğretmen de aı^ tık sab rın ı tüketm ek üzereydi. Öğleden sonra, dersler b ittiğ i zaman, H eidi, C lara'nm yanına oturuyor, ona Alm dağını, oraya dönmeyi ne kadar çok istediğini
154 H E 1 D 1
anlatm aya başlıyordu. A nlattıkça, küçük kızın evine dönme isteği de gittikçe artıyordu. Sözünün sonunda hep, «Hemen evime dönm eliyim ben,» diyordu. «Y arın kesin likle yola çıkm alıyım !» Ama Clara, oriu her seferinde kalm aya razı ediyordu. «Babam gelinceye kadar bekle, Heidi,» diyordu. H eidi de, burada kaldığı her günün, nineye b ir ekmek daha fazla götürebilm e anlam ına geldiğini hesaplıyor, bununla avunuyordu. A kşam lan sofraya oturduklarında, tabağına konm uş olan küçük beyaz ekmeği hemen cebine kaydırm ayı âdet edinm işti. Y u karıd aki dolapta a rtık nineye götürülm ek üzere inanılm ayacak kadar çok ekmek b irikm iş bulunuyordu!
Öğleden so nralan, C lara dinlenirken H eidi yalnız kalıyordu. O zam anlar da kendi başına oturup Alm dağını düşünürdü. B ir seferinde ka r b a şlık lı dağların , yeşil vadinin özlemi öyle dayanılm az
H E i D 1 155
b ir hal a ld ı k i, küçük kız hemen ekmekle rin i kırm ızı eşarbının içine doldurup düğüm ledi, h a sır şapkasını başına geçirdi, evine dönmek üzere yola koyuldu. Ama ne yazık k i ön kapıdan ileriye gidemedi. Çünkü, orada Bayan Rottenm eier durm aktaydı. K adın çıktığ ı yürüyüşten yeni dönüyordu. K eskin gözleriyle H e id i’yi tepeden tırnağa süzdü: «Bu da ne demek oluyor?» diye gürledi. «Ben sana sokaklarda gezinmek yok dememiş m iydim ?»
H eidi korku içinde, «Ben gezinecek değildim k i!» diye açıklam aya çalıştı. «Yalnızca evime dönmek istiyordum .»
«Evine dönmek istiyorm uş! Şu işe bakın hele! B akalım Bay Sesemann bu işe ne diyecek! Güzel evinden kaçm ak isteyenler bulunduğunu duyunca n asıl tepk i gösterecek! N esini beğenm iyorsun buranın? M erak ediyom m doğrusu. Sana hakettiğinden daha iy i davranılm ıyor mu? Ömründe bu kadar güzel b ir evde
156 I I E î D î
yaşadın m ı? Bu kadar çok hizm etçin oldu mu? Oldu mu? Söylesene!»
«H ayır,» dedi H eidi.K adın, «Sanırım ,» diye k a rşılık ver
di. «Sen çok nankör b ir çocuksun- Y aram azlıktan başka hiç b ir şey düşünem iyorsun.»
Bu ağır sözler H eid i'n in dayanamayacağı kadar fazlaydı. Bunca zam andır içinde sakladığı şeyler birden ortaya dökülm eye başladı. «Ben evime, Kartanesi beni özleyip ağlam asın, diye gitm ek is tiyorum . Nine beni beklediği iç in gitmek istiyorum . Çoban Peter benim yemeğimin b irazın ı yemezse A ltınkuş’u dövüyor. Sonra burada, güneşin dağlara, iy i geceler, dem esini h iç b ir zaman görem iyorum . Koca kuş eğer F ra n k fu rt’un üzerinde uçuyor olsaydı, b irb irin e sokulan, dedikodu eden, dağlarda oturacak kadar a k lı o lmayan bu insan ları görünce k im b ilir ne kadar daha çok b ağ ırırd ı!»
H E t D î 157
Bayan Rottcnm eier, «Tanrı yardım cım ız olsun! Çocuk aklın ı kaybetti!» d iye bağırdı. Acele adım larla yukarıya koşarken Sebastian'la çarp ıştı. Ona, «Hemen şu sefil çocuğu yukarıya götür!» d iye em ir verdi.
Sebastian, H e id i’nin yanına yaklaşarak, «Bu sefer ne yaram azlık yaptık bakalım ?» diye yum uşak b ir sesle sordu. H eid i ko rku içinde, titreyerek duruyordu. Sebastian, çocuğun yüzündeki um utsuzluğu görünce daha da yum uşadı, «Üzülme! Üzülm e!» dedi. «Bu kadar üzerinde durmaya değmez! Sen neşeni bul, her şey düzelir! Gel hadi! Bize söyleneni yapalım , yukarıya çıkalım !»
H eidi basam akları çıkarken hayal k ırık lığ ın ın , um utsuzluğun ta kendisi gibiydi. Sebastian ona gerçekten acım ıştı. «Sen um udunu kaybetme,» dedi. «Cesur kızsın sen. Bunca zam andır buradasın, daha b ir kere bile ağladığını görmedim.
158 H E t D i
Oysa senin yaşındakiler durm adan ağlarlar. Kedi y avru lan da öyle m utlu k i! Onla rı sıçrar, oynarken b ir görebilseydin! B ir gün b irlik te tavanarasm a çıkar, onları seyrederiz... o lu r m u? Bayan burada olm adığı b ir zaman.»
H eidi, «evet» anlam ında başını salladı. Ama gene de pek neşeli görünm üyordu. Odasına g irip kap ıyı sessizce kapadı.
Akşarn yemeğinde Bayan Rotteri- m eier h iç konuşm adı ama, H e id i’ye dur- madan gizli g izli, garip garip baktı durdu. Sanki her an çocuğun beklenm edik b ir şey yapm asını bekliyor gibiydi. Hei- d i’yse, sessizce oturuyor, ne yiyo r ne iç iyordu. Tabağının yanındaki ekmek gene her seferki g ibi cebini bulm uştu ama.
E rte si sabah öğretmen geldiğinde, Bayan Rottenm eier onu yemek odasına götürdü ve H eidi hakkındaki kaygılarını anlattı. Çocuğun b ir gün önce n asıl eve
H E î D î 159
dönmek üzere hazırlanıp yola koyulduğunu söyledi. Sonunda, «Ben bu çocuğun a k lın ı oynattığına iyice inanıyorum !» dedi. Öğretmen hemen kad ını yatıştırm aya çalıştı. Adelheid’m belki diğer çocuklara benzem ediğini, biraz garip olduğunu, ama gene de, d ikkatlice yönetilirse dengenin kısa zamanda sağlanabileceğini savundu.
Bayan Rottenm eier bu konuşm adan sonra epey sakinleşti. Öğleden sonra b ir ara, H eid i'n in yola çıkm ak üzere hazırlandığında ne garip b ir kılığ a girm iş olduğunu h atırlad ı. Bay Sesemann eve dönüp onu bu k ılık ta görmeden önce, kü çük kıza Clara'nm dolabından bazı giysile r verm ek iy i olacak, diye düşündü, C lara da bu f ik r i sevinçle kabul edince, Bayan Rottenm eier, H e id i’n in odasına girip dolaba b ir bakm aya karar verdi. Ama az sonra, yüzünde tiksin ti dolu b ir ifa deyle ço cukların yanma döndü, «Adel- heid!» dedi. «Ömrümde böyle şey görme
160 H E î D i
dim! E lb ise dolabına baktığım da, ne b u lsam beğenirsin? Tepeleme ekmek yığm - la rı! E lb ise dolabında ekmek saklam ak da kim in aklına gelir! Tinnette! Hemen git, o bayat ekm ekleri H e id i’n in dolabından çıkar. B u arada o eski h a sır şapkayı da atıver!»
H eidi, «H ayır! Olmaz!» diye bağırdı. «Ne olur, şapkayı atm ayın! Ekm ekler de nineye gidecek!» Hemen yerinden fır la yıp Tinnette’in peşinden koşmaya ça lıştı ama, Bayan P.ottenmeier onu durdurdu:
«Olduğun yerde dur bakayım !» dedi. «O süprüntü b ir an önce atılm alı!»
B u sefer H eidi, kendini C lara’mn koltuğu üzerine attı, k ızın kucağında um utsuzca hıçkırm aya başladı, «A rtık n ine de ekm eklerini yiyemeyecek!» diye ağlıyordu. «H epsini atıyorlar!» K a lb i yerin den çıkacakm ış gibi h ıçkırıyordu.
Clara, bu dum m karşısınd a çok te- lâşlanm ıştı. Yalvarm aya başladı, «Heidi!
H E î D î 161
H eidi! Ne olursun, ağlama! D inle beni! Evine dönerken yanına istediğin kadar ekm ek vereceğim! Hem, hepsi de taze ve yum uşak olacak! Seninkiler iyice bayatlam ıştı. Ne olur, a rtık ağlama, H eidi!»
H eid i'n in h ıç k ırık la rın ın dinm esi gerçi epey sürdü ama, C lara'nm bu sözü onu b ir an içinde rahatlatm ıştı bile.
Akşam yemeğine oturduklarında H eidi'n in gözleri ağlam aktan şiş şişti. B akışla rı, önündeki ekmeğe ilişin ce tekrar h ıçkırm aya başladı. Ama bu sefer çok büyük b ir çaba gösterip kendini kontrol etmeyi başardı. Çünkü, sofrada ses ç ık a rmamak gerektiğini a rtık öğrenm işti. Se- bastian yanına yaklaştığında, ona dostça gülüm süyor, sanki, «Sen üzülm e! Ben her şeyi düzelteceğim!» demek istiyordu.
H e id i’nin yatma vakti geldiği zaman, küçük kız odasına çıktı, yorganını açınca yatağının içinde ne bulsa beğenirsiniz! E sk i şapkasını! Hemen onu kapıp sevgiy
162 H E t D i
le göğsüne bastırdı. Böyle yapm akla zav a llı şapkanın b içim in i daha da bozduğunun h iç farkın da değildi. Sonra onu kocaman m endiline sarıp tekrar dolaba, eşyaların ın arkasında b ir yere sakladı. Se- bastian, Tinnette'i elinde bu şapkayla odadan çıkarken görm üş, hemen yanına sokulup onu elinden alm ış, «Bunu ben atarım ,» diye hizm etçiyi kandırm ıştı. İşte sofra boyunca uşağın durm adan gülüm sem esinin, başını sallayıp durm asının nedeni buydu.
H E i D î 163
DOKUZUNCU BÖLÜM
BABADAN HABER
« IR K A Ç gün sonra eve yepyeni1=',^ b ir heyecan dalgası yayıldı. Bay® A Sesemann dönm üştü. Sebas-
tian’la Tinnette h iç durm adan b avu lları, paketleri arabadan eve taşıyıp duruyorlardı. B u paketlerin içi, C lara’nın babasının seyahatlerinden dönerken hep getirdiği tü rlü tü rlü ilg inç arm ağanlarla doluydu.
Bay Sesemann eve akşam üstü dön-
m üştü. K apıdan girer girm ez hemen çalışm a odasına, C lara ile H eid i'n in bulunduğu yere yürüm üş, k ız ın ı sevgiyle kucaklam ış, sonra H eidi'ye elin i uzatarak onunla da ta tlı b ir sesle konuşm uştu; «Demek küçük is v iç re li kızım ız bu! Gel seninle el sıkışalım ! Tamaam! Clara, şim di bana izin ver de b ir . şeyler yiyeyim . Kahvaltıdan bu yana ağzıma b ir lokm a bile koym adım . Daha sonra o turur konuşuruz. Sana getirdiğim güzel şeyleri de o zaman gösteririm .»
Yemek odasında Bayan Rottenm eier onu bekliyordu. Akşam yemeği iç in sofra kurulm uş, hazırdı. Bay Sesemann oturdu, Bayan Rottenm eier de, en üzgün, en ekşi suratıyla onun karşısında yerin i aldı.
Bay Sesemann, «Ne oldu. Bayan Rottenmeier?» diye sordu. «Çok üzüntülü görünüyorsunuz. îş le r ters m i gitti? Oysa C lara pek neşeli. Anlatsanıza!»
K adın, sıkıntıdan uzam ış, enikonu
H E t D î 165
sarkm ış suratıyla konuşm aya başladı, «Bay Sesem am ı... ne yazık k i çok kötü biçim de kan d ırılm ış bulunuyoruz. Hem de konu C lara ile ilg ili.»
«Ne bakım dan?» Bay Sesemann sakindi.
«B iliyorsunuz ki, C lara’nm b ir arkadaşı olsun diye k a ra r verm iştik, İy i yetişm iş b ir kız çocuğu istediğinizi b iliy o rdum. H akkında çok şey duyduğum bu İs v içre li k ızı düşündüm . Ama aldatıld ık. Tüm üyle k a n d ın ld ık! Hem de özür kabul etmeyen b ir biçim de!»
«Özür kabul etmeyen ne var ortada? Çocukta h iç b ir aksayan taraf göremedim ben.» Adam hâlâ eski sa kin liğ in i koruyordu.
«Ah, bu çocuğun evinize ne tü r in san lar... hatta hayvanlar getirdiğini b ir bilseniz! Öğretmen size bun ların hepsini anlatacaktır.»
«Hayvan m ı? Bundan ne anlam ç ı
166 H E ÎD İ
karm am ı bekliyorsunuz. Bayan Rotten- m eier?»
«Bay Sesemann, ben kendim bile anlam verem iyorum durum a! Çocuğun bütün davranışm da tek anlaşılacak nokta yok. B ir tek açıklam ası o la b ilir: A rasıra zihinsel bozukluklar geçiriyor belki!»
Bayan Rottenm eier son sözünü söylem işti artık.
O ana kadar Bay Sesemann olaya pek büyük b ir önem verm em işti. Ama 'zihinsel bozukluk!' Bu durum un kendi kızı üzerinde çok kötü etkileri o la b ilird i.
Bayan Rottenm eier’e çabucak, keskin b ir bakışla baktı. Sanki a k lı bozuk olanın bu kadın olm adığından em in olm ak istiyorm uş gibi görünüyordu. O sırada kapı açıld ı, öğretmen içeriye girdi.
Bay Sesemann, «Ah, işte öğretmen de geldi!» diye bağırdı. «B elki bu durum u bize o an latab ilir. Gelin, şöyle oturup b izim le b irlik te b ir kahve için . Aram ızda
H E î D t 167
yabancı yok. Şim di bana anlatnı bakalım , kızım a arkad aşlık etsin, diye getirttiğim iz bu küçük çocuğun nesi var? Eve hayvan getirm esi, a klın ın bozuk olm ası falan gibi hikâyeler an latılıyo r. B unların a slı nedir?»
Öğretmen konuya gene her zam anki dolam baçlı konuşm asıyla g ird i: «Benim fik rim i sorduğunuza göre, Bay Sesemann, d ikkatin izi b ir noktaya çekm ek isterim ; G erçi, eğitim yetersizliği veya gecikmesi nedeniyle bazı gelişme g e rilik le ri olm uş gibi görünüyor ama, beri yandan hepim iz kabul etmek zorundayız ki, böyle dağlarda tek başına yaşam ış olm aktan gelen bazı kazançlar da söz konusudur. D ikkate alm am ız gereken b ir başka nokta d a...»
Bay Sesemann, «Sevgili dostum !» diye onun sözünü kesti. «Kendinizi bu kadar zahmete sokm anın gereği yok. Söyleyin bana, çocuğun eve hayvan getirm esi sizi de korkuttu mu? Sonra, bu çocu
168 H E ID I
ğun kızım a arkadaş olarak evde tutulm ası konusundaki fik rin iz nedir?»
Öğretmen bu sefer, «K üçük hanım ı kötüleyen şeyler söylem eyi h iç istemem,» diye söze başladı. « B ir yandan F ran kfu rt'a gelmeden önce geçirdiği uygarlık d ışı yaşam ın etkisiyle, toplum sal yaşam ve görgü k u ra lla rı açısından bazı eksiklik le r görülm esine rağmen, beri yandan çok belirgin bazı yetenekleri de var. Ve eğer b un lar üzerinde dikkatle...»
«Peki, şim di bana biraz izin vermenizi rica edeceğim. K ızım la konuşmam gerekiyor.»
Bay Sesemann bu sözleri söyledikten sonra h ız lı adım larla odadan çıktı.
Çalışm a odasına g irer girm ez, hemen yürüyüp sevgili k ızın ın yanına oturdu ve H eidi'ye dönüp, «Dinle, küçüğüm ,» dedi. «Acaba gidip bana b ir... b ir...» Bay Sese- mann’ın niyeti, çocuğu odadan çıkarm ak
H E t D î 169
tı. Ama buna çare bulm akta güçlük çekiyordu. « B ir bardak su g e tirir m isin?»
H eidi b ir anda kapıdan fırla y ıp görünmez oldu.
Bay Sesemann bu sefer C lara’ya döndü, «Sevgili Clara'm ,» dedi. Sandalyesini ona daha yaklaştırıp kızın ın e lin i tuttu. «Şim di bana açıkça söyle bakayım ; küçük arkadaşın eve ne tü r hayvanlar getirdi? Bayan Rottenm eier neden bu çocuğun arasıra a klın ın bozulduğu yargısına varm ış?»
Clara olup bitenleri anlatm akta hiç güçlük çekm edi. Babasına kaplum bağanın, kedilerin hikâyesini anlattı. Bayan Rottenm eier’in çok garip bulduğu sözleri, konuşm alan b ire r b ire r ortaya serdi.
Bay Sesemann içten kahkahalar atarak gülüyordu. «Yani, demek k i sen bu çocuğu geri göndermemi istem iyorsun, C lara!» dedi. «Ondan bıkm adın, öyle m i?»
170 I IE î D i
«H ayır! H ayır! Babacığım , lütfen gönderm eyin onu!»
C lara pek kaygılanm ıştı. «H eidi geldikten sonra zaman öyle çabuk geçmeye başladı k i! H er gün yeni b ir şeyler oluyor. Oysa eskiden h iç öyle değildi. H er şey ne kadar sık ıcıyd ı. Hem, bana anlatacak öyle çok şeyi var k i!»
«Pekâlâ öyleyse. Ah! İşte küçük dostumuz da döndü! Bana taze su getireb ild in m i?» B ir yandan küçük kızın uzattığı bardağı alıyordu.
H eidi, «Evet, tulum badan çekilm iş taze su,» dedi.
«Tulum baya sen kendin m i gittin, Heidi?»
«Evet, ama epey uzağa gitmem gerekti. B u sokağın köşesindeki çeşmede b ir sürü insan sıra olm uş, su içm ek için bekliyordu. ö teki köşe de gene öyle kalabalık tı. Ben de başka b ir sokağa saptım .
H E İ D İ 171
oradaki tulum badan çektim . Beyaz saçlı b ir adam, Bay Sesemarm’a selâm yolladı.»
Bay Sesemann gülerek, «Aman ne uzun b ir yolculuk olm uş!» dedi. «O beyaz saçlı bay kim m iş peki?»
«Tulum banın yanından geçiyordu. Beni görünce durdu, yanım da bardak olduğuna göre, kendisine de biraz su yerip veremeyeceğimi sordu. Sonra suyu kime götüreceğim i de sordu. Ben de. Bay Se- senıann’a götürdüğüm ü söyledim . O zaman güldü, size selâm yolladı, ve suyu zevkle içeceğinizi um duğunu söyledi.»
«Peki, bana böyle güzel d ilekler yol- laj'an bu adam n asıl b iriyd i?»
«K alın altın zin cir takm ıştı. Ucundan kocaman kırm ızı b ir taş sarkıyordu. Bastonunun sapı da at başı biçim indeydi.»
C lara ile babası aynı anda, «Bu, b izim doktor dostumuz olm alı,» diye bağ ırd ıla r. Bay Sesemann kendi kendine
172 H E î D i
gülüm sedi, arkadaşının evde su içmek iç in b u ld u kla rı bu yeni yöntem h akkında ne düşünm üş olabileceğini kestirm eye çalıştı.
O akşam , Bay Sesemann, Bayan Rot- tenm eier’e H e id i’nin bu evde kalacağını b ild ird i, çocuğu çok norm al bulduğunu, k ızın ın da onun dostluğunu başka herkesin dostluğundan daha çok sevdiğini açıkladı. B u sözleri söyledikten sonra, «Çocuğun bundan sonra çok iy i muamele görm esini, yaptığı küçük g arip lik le rin suç diye nitelendirilm em esini istiyorum ,» diye ekledi. «Hem zaten, bu çocuğu yönetmekte güçlük çekiyorsanız, yakında sizi bu yükten kurtaracak b ir olanak da var: B irkaç güne kadar annem in uzun süre kalm ak üzere buraya gelm esini bekliyorum . B ilirs in iz o, herkesle geçinmeyi başarır. Bayan Rottenm eier.»
B u sözleri çok anlam lı b ir biçim de söylem işti.
H E 1 D i 173
«Evet, biliyorum , Bay Sesemann.» Bayan Rottenm eier’in sesi enikonu ekşi çıkıyordu.
Bay Sesemann evinde pek uzun süre kalm adı. Geldiğinden on beş gün kadar sonra P a ris’e doğru yola çıkarken küçük kızına büyükannesinin b ir ik i güne kadar geleceğinin m üjdesini de verdi.
Bay Sesemann evden ayrıld ıktan b ir gün sonra, büyükanne Bayan Sese- m ann’dan b ir m ektup geldi. E rtesi gün geleceğini b ild iriyo rd u. C lara sevinç için-' deydi. H eidi'ye büyükannesini öyle çok anlattı k i, sonunda H eidi de ona «Büyükanne» demeye başladı. Bayan Rotten- m eier bunun üzerine H eidi'ye ayıplayan b akışlarla baktı ama, H eidi bunun anlam ını b ir tü rlü anlayam adı. Bu kadın zaten onun her yaptığına ku su r buluyordu.
Geç saatte, H eid i odasına çıkarken. Bayan Rottenm eier onu yolda çevirip kendi odasına götürdü ve ona orada Ba
174 H E î D i
yan Sesemann’a hiç b ir zaman «Büyükanne» dememesi gerektiğini, onu «Madam» diye çagırm asm m doğru olacağını anlattı. Sözlerini b itird ikten sonra, «Anladın m ı?» diye sordu.
Ile id i yaşlı kadını neden böyle çağırm ası gerektiğini aslında h iç anlayam am ıştı. Ama Bayan Rottenm eier’in yüzündeki ifade öyle ciddî, öyle katıydı k i, ona bunun nedenlerini sorm aya cesaret edemedi.
H E i D t 175
ONUNCU BÖLÜM
BİR NİNE DAHA
_____ R T E S İ akşam , Sesem ann'larınevinde büyük b ir h a zırlık var-
J l ^ dı. Çok geçmeden kapının^ önünde b ir arabanın durduğu
duyuldu. Sebastian’la Tinnette olanca hız- la n y la m erdivenlerden aşağıya koştular, arkalarından da Bayan Rottenm eier guru rlu adım larla basam akları ağır ağır in meye başladı. Bayan Sesem ann'ı ka rşıla mak, ona 'hoş geldiniz' demek zorunda
olduğunu biliyordu. H eid i’ye odasında oturm ası, çağrılm adan aşağıya gelmemesi em redilm işti. K ızcağız köşeye koyduğu taburenin üstünde oturup bekliyor, b ir yandan Bayan Sesem ann'la ta n ıştırıld ığ ı zaman söylemek üzere kendisine ezberletilen küçük söylevi tekrarlıyo r, iyice ezberlemeye çalışıyordu.
Çok geçmeden Tinnette kapıda b e lirdi ve onu çağırdı. H er zam anki gibi başım kapının kenanndan içe ri uzatarak, yine o y ılış ık sesiyle, «Çalışm a odasına ineceksin,» dedi.
H eidi yerinden kalkıp yola koyuldu. B ir yandan hâlâ söyleyeceği kelim eleri aklından tekrarlıyo r, b ir yandan da neden bu yaşlı kad ınla Bayan Rottenm eier’ in öğrettiği biçim de konuşm ası gerektiğine şaşıyordu. Odanın kap ısın ı açtığında büyükanne ta tlı b ir sesle, «Ah, işte çocuk geldi,» diye seslendi. «Gel de sana b ir bakayım !»
H E i D 1 177
H eidi yaklaştı, her zam anki açık konuşm asıyla, « İy i akşam lar, Madam,» dedi.
Büyükanne gülerek, «Aman Tanrım ,» diye bağırdı. «Siz, Alm dağında in san larla böyle m i konuşursunuz?»
«H ayır. B izim orada haç kim senin böyle b ir adı yoktur.» H eid i’nin sesi çok ciddiydi.
Büyükanne, «Burada da yoktur,» dedi. H âlâ gülüm süyordu. Uzanıp H eid i'nin yanağını okşadı. «Çocukların yanında olduğum zaman adım Büyükanne’dir. B u nu hatırlayabilecek m isin?»
«Elbette. Hem de çok iy i. Çünkü, ben de ilk önce öyle diyordum .»
Büyükanne başını sallayarak, «Anlıyorum ,» dedi. H e id i’ye daha b ir dikkatle baktı. H eid i'n in titrem eyen, cidd î gözle ri de ona sevecenlikle bakıyordu. Y aşlı kad ını bu çocuğa doğru çeken b ir sıcaklık doğmuş gibiydi. H eidi, kadının çok güzel ak saçlarına, üstündeki dantelli f i
178 II E i D i
leye, ik i yanındaki fiyonklara bakm aktaydı.
«Senin adın nedir, çocuğum?»«Aslında adım H eidi. Ama eğer beni
Adelheid diye çağırırsanız, gene de hatırlam aya ça lışıp ...» H eidi suçlu suçlu sustu. Bazen Bayan Rottenm eier kendisin i bu isim le çağırınca hatırlayam adığını, h iç aldırm adığını h atırlam ıştı. Tam o sırada Bayan Rottenm eier de odaya giriyordu. Bu sözleri duym uştu. Hemen söze başladı:
«Bayan Sesemann da hak verecektir ki, bu çocuğa insanın telâffuz edebileceği b ir isim bulm ak zorundaydım . Evde birço k hizm etçinin de bulunduğunu d ikkate alırsanız, elbette k i.. •»
Bayan Sesemann, «Çok haklısın ız, Rottenm eier,» diye onun sözünü kesti. «Ama madem ki çocuğun adı H eidi, kend isi de böyle çağrılm aya a lışık , ben de
H E i D I 179
onu öyle çağıracağım . Böylece bu iş i de halletm iş olduk.»
Bayan Rottenm eier kendisine yalnız soyadıyla hitap edilm esinden pek utanm ıştı. Ama büyükanne dediği dedik b ir insan olduğu için , elinden b ir şey gelmezdi. Çok uyanık b ir kadındı büyükanne. A k lı başındaydı. B u evde neler olup b ittiğ in i b ir bakışta anlam ış gibiydi.
E rtesi gün öğleden sonra Clara, öğle uykusuna dalıncaya kadar, onun başında oturan Bayan Sesemann, odadan çıktığ ı zaman m erdivenlerden üst kata doğru yürüdü, Bayan Rottenm eier’in odasının kap ısın ı vurdu. Bayan Rottenm eier bu beklenm edik ziyaret karşısınd a oldukça şa- şalam ıştı. Bayan Sesemann sözü h iç dolaştırm adan:
«H eidi nerede ve ne yapıyor, bunu bilm ek istiyorum ,» dedi.
Bayan Rottenm eier, «Odasında,» diye k a rşılık verdi. «Eğer niyet ederse orada
180 H E i D î
kendisine hem oyalayıcı hem de yararh b ir sürü iş b u la b ilir. Ama eğer Bayan Sesemann bu çocuğun düşünebildiği, yapabildiği şeyleri b ilse le r... Anlatm aya b ile cesaret edemiyorum.»
«Onun yerinde olsam, sanıyorum ben de tıp kı öyle davranırdım . Şim di lütfen küçüğe söyle de, odama gelsin. Ona bazı güzel k ita p la r verm ek istiyorum .»
«tşte sorun da burada ya!» diye patlad ı Bayan Rottenm eier. E lle rin i um utsuzluk b e lirtisi o larak yukarıya k a ld ırm ıştı. «Kitap onun ne işine yarar? Daha alfabeyi bile bilm iyor! Ona b ir şey öğretme olanağı da yok! Öğretmen de size aynı şeyi söyleyecektir. Peygam berler kadar sa b ırlı b ir insan olm asa, bu çocuğa ders verm eyi çoktan reddederdi.»
«Yaa... B u garip. Çocuk bana h iç de aptal gibi gozükm em işti. Şim di git, bana getir onu. Başlangıçta yalnızca kitap
H E Î D l 181
lard aki resim lere bakm akla yetinsin öyleyse.»
Bayan Rottenm eier daha çok .şeyler anlatm ak niyetindeydi ama, Bayan Sese- mann hemen arkasm ı dönüp çabucak odadan çıktı.
H eidi içinde güzel re n kli resim ler olan kitabı görünce gerçekten çok sevinm işti. Büyükanne b ir sayfa çevirdi, H eidi birden neşeli b ir çığhk attı. Y a şlı kadın, çocuğun yüzüne baktığında yanaklarından aşağı yaşların süzülm ekte olduğunu §ördü. Resim de çok güzel b ir otlak görünüyordu. Yem yeşil o tlarla kaplıydı. Üzerinde çeşit çeşit hayvanlar otluyordu. B iraz ilerde çoban, sopasına dayanm ış, sürüsünü m utlu b ak ışla rla süzm ekteydi. H er taraf altın ışık la ra bürünm üştü. Güneş ufukta batm ak üzereydi.
Büyükanne uzanıp H e id i’nin elin i avuçları içine aldı. «Hadi yavrum , ağlama! Ağlama!» dedi. «B elki bu resim sana
182 H E t D 1
b ir şey h atırlatm ıştır. Ama bak, kitapta bununla ilg ili çok güzel b ir hikâye anlatılıy o r. Sana bu gece o hikâyeyi anlatacağım. Başka hikâyeler de va r kitapta. H epsini tekrar tekrar o kuyab iliriz. Şim di gel seninle biraz konuşalım . Gözlerindeki yaşlan kurula, karşım a geç k i yüzünü görebileyim . Tamaam, oldu işte. Şim di yeniden m utlu olduk.»
H eidi h ıç k ırık la rın ı durdurabilm ek için büyük çaba gösterdi ve sonunda başardı. Büyükanne o zaman, «Şim di bana b ir şey söylemeni istiyorum , küçüğüm,» dedi. «D erslerin n asıl gidiyor? Onlardan hoşlanıyor m usun? B aşarı gösteriyor musun?»
H eid i iç in i çekerek, «H ayır,» diye k a rşılık verdi. «Ama bunu beceremeyeceğim i zaten biliyordum .»
«Neyi beceremeyeceksin, H eidi? Ne demek istiyorsun?»
«Okumayı öğrenmeyi. Çok zor.»
H E î D 1 183
«Ömrümde böyle şey duymadmi! Kim söyledi sana zor olduğunu?»
«Peter söyledi. Hem Peter bu iş i b ilen b irid ir. Öğrenmeye çok ça lıştı ama, b ir tü rlü başaram adı. Çok zor çünkü.»
«Bu Peter ne biçim b ir çocuk böyle! Şim di sen beni dinle H eidi. B iz, Pe- ter’in dediğine inanm ayacağız. Kendim iz deneyeceğiz. Em inim k i öğretm enin dediklerine pek dikkat etm iyordun. Gösterdiği harflere dikkatle bakm ıyordun.»
«Y aran yok,» dedi H eidi. Um utsuzca iç in i çekmeye devam ediyordu.
«H eidi, söylediklerim i iy i dinle! Sen okum ayı şim diye kadar öğrenemedin, çünkü Peter’in söylediklerine inanm ıştın Şim di ise benim söylediklerim e inanacaksın. Ben sana, senin de her çocuk gibi okum ayı öğrenebileceğini söylüyorum . Öbür çocuklar da senin gibi çocuklardır. Ama Peter gibi çocuklar değildir. Hem bunu çok da çabuk öğreneceksin. H er
184 H E İ D Î
şeyden önce, okum ayı b ild iğ in zaman nele r olaçağm ı anlam an gerek. Şu resimde, yeşil o tlann üzerinde duran çobanı görüyo r m usun? îşte okum ayı öğrenir öğrenmez bu kitap senin olacak. O çoba- nm başına gelenlerin hikâyesini kendi kendine okuyup, sanki b iris i sana anlatıyorm uş gibi öğrenebileceksin. Çobanın sürüsüyle ne yaptığını, karşısın a nelerin ç ık tığ ın ı... hepsini! B u n la r seni sevindirmez m i, H eidi?»
H eidi bu sözleri büyük b ir dikkatle dinliyordu. B irden, p ır ıl p ır ıl parlayan gözleriyle, «Ah, keşke şu anda okuyabil- seydim !» diye bağırdı.
«Çarçabuk öğrenirsin... bundan em inim H eidi. Ama şim di a rtık b irlik te Cla- ra ’nın yanm a gidelim , istersen bu kitapla rı da götürelim .»
Büyükanne, H eid i'yi elinden tuttu, b irlik te çalışm a odasına doğru yürüdüler.
H eid i’nin ev e gitmeye kalkıştığ ı, B a
H E I D Î 185
yan Rottenm eier’in onu yakalayıp nankör b ir çocuk olduğunu söyleyerek azarladığı günden bu yana, çocuğa b ir değiş ik lik olm uştu. A rtık canı istediği zaman evine dönemeyeceğini iyice anlam ış bulunuyordu. Oysa Dete teyzesi, ona öyle söylem işti. Söylem işti ama, o gene de Frank- fu rt’da kalm ak zorundaydı. Çok uzun b ir süre. B elki de öm rünün sonuna kadar. T ekrar buradan gitmeye kalkarsa,- Bay Sesemann’ın da, C lara ile büyükannenin de kendisini nankör diye nitelendirecekle rin i anlıyordu. Y ani sözün kısası, evini ne kadar çok özlediğini anlatabileceği h iç kim sesi yoktu. Büyükanneye anlatam azdı. Çünkü, kendisine çok iy i davranan bu yaşlı kad ını da Bayan Rotten- m eier gibi öfkelendirm eyi göze alam azdı.
Ama bu dertlerin hepsini kendi iç in de tutm ak ona taşıyam ayacağı kadar büyük b ir a ğ ırlık veriyordu. İşta h ın ı kaybetmeye başlam ıştı. Günden güne sara-
186 H E t D t
n p soluyordu. Geceleri yatağına yattığı zaman uzun süre uyanık kalıyor, el ayak çekilince Alm dağını, güneşin parlak ış ık la rın ı, re n kli çiçekleri gözünün önüne getirm eye çalışıyo r, sonunda uykuya daldığı zaman rüyasında dağların k ıp k ız ıl doru k la rın ı, tepelerindeki alev rengi karlar ı görüyordu. Sabah uyandığında hemen dışarıya, güneşe koşm ak istiyo r, ama F ra n kfu rt’da olduğunu h a tırlıyo r, evinden çok, çok uzakta olduğunu farkediyordu. O zaman sessizce, uzun uzun ağlıyordu H eidi. H iç kim se işitm esin diye yüzünü yastıklara gömerek ağlıyordu.
H e id i’nin bu m utsuzluğu büyükannenin gözünden kaçm am ıştı. Önce belki b ir d eğişiklik olur, diye b irka ç gün bekledi. Ama H eidi gene öyle sessiz kalm akta devam ediyordu. B ir sabah büyükanne, çö- cuğun yüzünde ağlam ış gibi b ir ifade gördü. Onu kendi odasına götürdü, sevgi dolu b ir sesle, «Şim di söyle bana, Heidi,»
H E 1 D i' 187
dedi. «Derdin nedir? B ir şeye m i üzülüyorsun?»
Ama H eidi bu iy i yü rekli kadm a k a rşı nankörlük gösteremezdi kesinlikle.
«Lütfen... size söyleyemem,» diye k a rşılık verdi.
«Clara'ya söyleyebilir m isin?»«H ayır! H iç kim seye!»H eidi o kadar acınacak durum daydı
ki, büyükannenin iç in i b ir hüzün kapladı.
«Gel buraya, küçüğüm ,» dedi. «Sana b ir şey söylemek istiyorum : Eğer insanın üzüntüsü olursa, h iç kim seye de anlatam azsa, o zaman o üzüntüsünü T a n rı’ ya söyler, T ann'dan kendisine yardım etm esini ister. Çünkü T anrı, bütün dertlerim ize son verebilecek güçtedir. Bunu b iliy o r m uydun? H er akşam yatarken seni yaratan büyük T a n n ’ya dua edip, O'na, sana verdiği güzel şeylerden dolayı şük
188 H E î D t
rediyor m usun? Seni kötülüklerden uzak tutm asını d iliyo r m usun?»
«H ayır! Bunu h iç yapm ıyorum ,» dedi H eidi.
«Ömründe h iç dua ettin m i H eidi? Dua etmenin n a sıl b ir şey olduğunu b iliyor m usun?»
« B ir zam anlar ilk büyükanne ile b irlik te dua ederdim . Ama çok eskidendi. Şim di unuttum .»
« B iliy o r m usun, H eidi, sana yardım edecek h iç kim se olm adığı için m utsuzsun sen. iç im iz üzüntüyle dolu olduğu zaman. T a n rıy a koşm anın, O’na her şey i anlatm anın, bize h iç kim senin veremeyeceği yardım ı verm esini istem enin ne güzel olduğunu düşünebiliyor m usun? B izi m utlu edecek şeyleri O her zaman vere b ilir.»
H eid i'n in gözlerine birden b ir sevinç geldi. «O'na her şeyi a n la ta b ilir m iyim ?» diye sordu.
H E Î D İ 189
«Her şeyi, H eidi. H er şeyi.»O zaman çocuk, büyükannenin avu
cunda duran e lin i geri çekti. «Yukarıya g id eb ilir m iyim ?» diye sordu.
«Elbette! Elbette!»H eidi bunu duyar duymaz, hemen
kendi odasına koştu. Taburesinin üstüne oturdu, e lle rin i kavuşturdu, T a n rıy a ta içinden gele gele, her şeyi anlattı, sonunda da ondan eve, dedenin yanına dönebilm ek için yardım istedi.
B u olaydan b ir hafta kadar sonra b ir gün öğretmen. Bayan Sesemann’ı görmek istediğini b ild ird i. Ona çok şaşılacak b ir haber verm ek niyetindeydi. Y a şlı kadının oturduğu odaya alın d ığ ı zaman. B ayan Sesemann ona elin i uzattı, «Sizi gördüğüme çok memnun oldum,» dedi. «Şim di beni neden görmek istediğinizi anlatın. Oturmaz m ısınız? Um arım bana b irin i şikâyet için gelm iyorsunuzdur.»
190 H E î D i
«Türsine, efendim,» diye söze başladı öğretmen. « B ir şey oldu... h iç beklemediğim b ir şey. Geçmiş tecrübelerim in ışığm da bana b ir m ucize gibi görünm esine rağmen, gene de oldu. Asim da da gerçekten mucize. Bütün beklediklerim in tersine...»
Büyükanne, «Yoksa küçük H eidi okum ayı m ı öğrendi?» diye öğretm enin sözünü kesti.
Öğretmen şaşkınlıktan d ilin i yutarak ona baktı. Neden sonra:
«Bu gerçekten mucizeden aşağı kalm ıyor,» diye açıklam aya başladı. «Bütün çabalarım a rağmen, alfabeyi bile b ir türlü öğrenem iyordu. Oysa şim di, birdenbire öyle çabuk öğrendi k i... Göz açıp kapayıncaya kadar demek yerinde olur! Derslere yeni başlayan b iri için gerçekten olm ayacak şey!..»
Bayan Sesemann, «Hayat m ucizelerle doludur,» diyerek gülüm sedi. «Tabiî
H E î D 1 191
bu arada çocukta yeni b ir istek yaratm ak, ya da yeni b ir eğitim yöntem i uygulam ak gibi rastla n tılar da o la b ilir. Şim di bize çocuğun yaptığı bu aşamaya sevinm ek ve ilerde de böyle devam etm esini ummak kalıyor.»
Öğretmeni kapıya kadar geçirdikten sonra büyükanne, hemen çalışm a odasına yollandı, aldığı iy i haberin sonuçların ı kendi gözleriyle görmek istedi. H eidi orada, C lara'nın yambaşmda oturuyor, elindeki kitaptan b ir hikâyeyi büyük b ir ilg i ve m erakla, yüksek sesle okuyordu. Sayfanın üstüne dizilm iş küçük, kara h arfle rin gerçek insanlara, ilg in ç serüvenlere dönüşm esi onu da şaşırtm ış gibiydi,
O akşam H eidi sofraya oturduğu z£ • man, tabağının üzerinde güzel re n kli resim lerle dolu olan o kitabı buldu. Soru soran b a k ışla rın ı büyükanneye çevirdi. Büyükanne başım sallayarak, «Evet, o kitap senin oldu artık, H eidi!» dedi.
192 H E 1 D î
«H er zaman için m i? Eve gittiğim zaman bile m i?»
H eid i'n in yüzü m utluluktan k ıp k ırm ızı kesilm işti.
«Elbette her zaman için ! Y a rın bu kitabı okumaya başlarız.»
C lara a tıld ı: «Ama henüz eve gidecek değilsin, H eidi,» dedi. «Daha y ılla rca b izim le kalacaksın. Hep yanım da kalm am istiyorum . Hele büyükannem gidince.»
H eidi o gece yatm adan önce k ita b ına baktı. Ondan sonra da her gece, o güzel resim leri anlatan hikâyeleri tekrar tekrar okum ayı âdet etti.
A kşam lan büyükanne, «Şim di H eidi bize biraz kitap okusun,» dediği zaman, küçük kız sevinç içinde kitab ın ı getiriyor, okuduğu hikâyeler ona her seferinde daha güzel, daha ilg inç geliyordu. E n çok sevdiği resim , çarp ık sopasına dayanmış duran çobanı, o yeşil otlağı gösteren resim di. Bu çoban, babasının sürüsünü ot
H E i D î 193
latıyordu. Ama b ir sonraki resim de ço- bamn evden kaçıp, yabancıların domuz sü rü le rin i otlatm ak zorunda k a lış ı gösterilm ekteydi. K ötü şeyler yemekten zayıflam ıştı. Bu resim de güneş ötekindeki kadar parlak değildi. H er taraf g ri ve sisliy d i. Ama b ir üçüncü resim daha vardı. B u seferkinde çobanın babası ko lların ı açm ış, pişm an olup evine dönen oğlunu kucaklam aya koşuyordu. Çocuk utanarak yaklaşıyordu babasına doğru. Yorgundu, pisti, üstü başı y ırtık p ırtık tı. Kitapta H e id i’nin en çok sevdiği hikâye buydu. Bunu tekrar tekrar okuyor, büyükannenin açıklam alarım dinlem ekten h iç usanm ıyordu. Başka güzel hikâyeler de vardı kitapta. O nları okuyarak, resim lerine bakarak, günler çok daha çabuk geçmeye başlam ıştı. Sonunda büyükannenin gideceği gün de geldi çattı.
194 H E 1 D î
Heidi okum ayı çok sevmişti.
ON BİRİNCİ BÖLÜM
HEİDİ BİRÇOK ŞEY ÖĞRENİYOR
V D E kaldığı süre boyunca b ü ' yükanne her gün öğleden son-
I ra C lara’nın yatağı yanında oturuyor, o dinlenm ek üzere
yattığında uyuyuncaya kadar onu b ekliyor, daha sonra H eid i’y i kendi odasına çağırıp onunla konuşuyor, çeşitli konula rla onu oyalamaya çahşıyordu. B üyükannenin b ir sürü oyuncak bebekleri vardı. H eidi'ye bebeklere giydirm ek için el
biseler, paltoiar dikm eyi de öğretm işti. Böyle böyle H eidi h iç farkm da olmadan d ik iş dikm esini de b iliyo rd u artık. Okum ayı da b ild iğ i için , arasıra büyükanne- 5'e yüksek sesle kitap okuyor, bu onu çok eğlendiriyordu. Okudukça, hikâyeler onu daha çok sarm aya başlam ıştı. Ama gene de h iç b ir zaman tam anlam ıyla m utlu görünm üyordu H eidi. P ır ılt ılı gözleri esk isi gibi parlam ıyordu.
Büyükannenin gideceğine yakın, son hafta içinde H eidi b ir gün onun odasında otururken büyükanne birden, «Söyle bana yavrum ,» dedi. «Neden m utlu değilsin? Yüreğinde b ir üzüntü mü var?»
H eidi, «Evet,» diye başım salladı.«T a n rıy a anlattın m ı?»«Evet.»« İşle r düzelsin, eskisi gibi m utluluk
gelsin diye her gece dua ediyor m usun?»«Yoo, hayır,» dedi H eidi. «A rtık hiç
dua etmiyorum.»
196 H E 1 D 1
«Neden, H eidi? Neden artık dua etm iyorsun?»
«Y aran yok. T ann h iç dinlem iyor. Sebebini anlam ak da kolay. Fran kfurt'da yaşayan bu kada!r insam n, hepsi ona dua ederken, elbette' tüm ünü birden dinleyemez. Beni duyam ıyor galiba!»
«N asıl bu kadar emin olabiliyorsun, H eidi?»
«H aftalar boyunca aynı şey için her gün dua ettim, gene de yapmadı.»
«Ah, H eidi! T a n rıy ı bu şekilde düşünmek çok yanlış. O bizi j^aratan baba- m ızdır. B izim için en iy i şeyin ne olduğunu O çok İ3 I b ilir. Bazen biz bilem eyiz, ama O b ilir. Eğer kendim iz için iy i olmayan b ir şey istersek, O, bize onu değil, hakkım ızda daha h a y ırlı olan şeyi verir. Bıkm adan, içten gelerek dua etmeyi sürdürürsek, Tanrı'dan uzaklaşm adan, inancım ızı kaybetmeden beklersek, dualarım ız kabul olacaktır. A nlıyor musun,
H E î D t 197
H eidi? O istediğin şey senin iç in iy i b ir şey değilm iş. Daha doğrusu, bugün için sana iy i gelmeyecek b ir şeymiş. Yoksa T an rı seni elbette duym uştur. O, herkesi, her zaman duj'ar. Çünkü, T a n rı’d ır O. Senin, benim gibi insan değildir. Sana neyin y a ra rlı olacağını b ild iğ i için de, ’H eidi istediğini elde edecek ama, şim di değil,’ dem iştir. ’Onu ancak kendisi iç in iy i olduğu zaman elde edecek. Çünkü ona istediğini hemen verirsem , günün birinde bunun iy i olm adığını anlayacak, ve bana, 'Tanrım , neden duam ı kabul ettin?’ d iyecektir.’ 'Bana verdiğin şey h iç de sandığım kadar iy i olm adı,' diyecektir. Tanr ı seni her zaman izlediğine göre, sen de O’na güvenm eliydin. H er derdinle O’na koşm alı, O’na dua etm eliydin. Ama sen O'ndan kaçtın. Dua etmeyi b ıraktın . Tümüyle unuttun O'nu!..
«Oysa b iris i senin gibi davrr>.]dıiM zaman, T anrı, onun sesini dua edenlerin
198 H E î ü t
arasında a rtık işitmemeye başlar. O zaman da onu kendi haline b ıra k ır. Sonra o insanın b ir derdi olunca, 'Bana yardım edecek kim se yo k!' diye yakınm aya başlayınca, T an rı da ona, 'Benden niye kaçtın?' der. 'K açarsan sana yardım edemem.' Sen böyle olm asını m ı istiyorsun, H eidi? Yoksa, gene O'na gidip, kaçtığın iç in bağış dilem eyi, her gün dua etmeyi, O'nun her şeyi düzelteceğine inanm ayı, tekrar m utlu olm ayı m ı istiyorsun?»
Büyükannenin söylediği her söz küçük kızın ta yüreğine dokunuyordu. Sonunda pişm an b ir sesle, «Hemen T an rı' dan beni bağışlam asını isteyeceğim ve b ir daha da O'nu unutmayacağım,» dedi.
«Aferin ‘sana. Zam anı gelince O, sana yardım edecektir, h iç korkm a!»
Bunun üzerine H eidi, hemen odasına koştu. T an rı'ya kendisini bağışlam ası ve b ir daha unutm am ası için dua etti.
H E t D t 199
Büyükannenin gidişi, hem Clara, hem H eidi iç in çok üzücü b ir olaydı. O gün ik is i de pek sessizleşm işlerdi. Ama büyükanne iş i b ir p arti havasm a sokm akta direniyordu. O zaman çocukların kendi gidişine o kadar üzülm eyeceğini düşünm üştü. Y a şlı kadın, arabasına binip uzaklaştıktan sonra, ev birden çok boş, çok sessiz gibi görünmeye başladı. C lara da, H eidi de kend ilerin i kaybolm uş gibi hissettiler.
E rtesi gün öğleden sonra çocuklar b irlik te otururken H eidi, C lara’ya her gün yüksek sesle kitap okum ayı önerdi. C lara bu fik re çok sevindi, H eidi de büyük b ir istekle işe koyuldu. Ama okudukla rı ilk hikâye, ölen b ir büyükanneden söz ediyordu. Okuduğu hikâyelerin hepsin i çok ciddîye alan, her kelim esinin doğru olduğuna inanan H eidi, birden bu ölen in Alm dağındaki nine olabileceğini düşündü ve göz yaşlarına boğuldu. Clara,
200 H E I D î
ona bu ninenin bam başka b ir nine olduğunu anlatm aya ça lıştı ama, b ir kere H e id i'n in kafasına böyle b ir şeyin olabileceği düşüncesi girm işti artık. B irden ninenin, hatta dedenin de ölebileceği, kend isin in o sırada çok uzaklarda olabileceği, sonunda Alm dağına döndüğünde, oradaki bütün ca n lıla rı sessiz ve ölü bulabileceği, kendisinin yapayalnız kalabileceği, sevd iklerin i b ir daha h iç göremiyebi- leceği aklın a geldi. B u düşünceler daha da yüksek sesle h ıçkıra ra k ağlam asına sebep oldu.
Clara, onu avutm aya çalışırken . B ayan Rottenm eier de odaya girdi. H eidi hâlâ hıçkırm aya devam ettiği için , kadın, «Adelheid!» diye seslendi. «Yeter artık! H er okuyuşta böyle tepki gösterirsen, o kitabı elinden ahnm !»
H eidi bu sözler üzerine sapsarı kesild i. K itap, onun en değerli m alıydı. Çabucak gözyaşlarını ku ru ladı. B u yöntem
H E t D t 201
İşe yaram ıştı. A rtık okuduğu hikâye ne olursa olsun, H eidi h iç ağlam ıyordu. Ama bazen göz y a şla rın ı tutm ak öyle güç oluyordu ki, C lara ona, «Yüzün ne biçim lere giriyor, H e id i!» diyordu. Ama yüzünün değişik biçim lere girm esi h iç değilse, sessizce o lab iliyo r ve böylelikle de Bayan Rottenm eier’in d ikkatin i çekm iyordu.
H eidi, yeniden iştah ın ı kaybetmeye başladı. Öylesine zayıfladı, öylesine soldu ki, sofrada uzatılan yem ekleri alm adığını gören Sebastian da üzülm eye başladı. Bazen b ir servis tabağını küçük kızın önüne tutarken, «Şundan biraz alın. B ayan H eidi,» diye, fısıld ıyo rd u , «öyle güzel k i! Yok, o kad arcık değil, tepeleme dolu b ir kaşık alın ! İk in c is in i de alın!» Ama yaran olm uyordu bu sözlerin... H eidi, hemen hemen h iç b ir şey yem iyordu artık. Geceleri yatağına yattığı zaman evin i düşünüyor, orada neler olup b ittiğ i
202 H E î D i
ni m erak ediyor, sonra yüzünü yastığa gömüp sesini saklayarak kalb i pai'çala- nırcasm a ağlıyordu.
G ünler geçip duruyordu. H eidi yaz mı, kış m ı olduğunun farkında bile değildi. D ışarıya baktığı zaman, yalnızca gri d u varları ve kire m itli dam ları görebiliyordu. Sokağa ancak C lara araba gezintisine çıkabilecek kadar iyiyse çık ıyo rla r, h iç b ir zaman b ir-ik i sokaktan ile ri gitm iyorlardı. T ab iî ne çimen, ne çiçek, ne köknar, ne de dağ görüyorlardı. H ei- d i'n in h atırlad ığ ı güzel şeylere k a rşı duyduğu özlem de, günden güne büyüyordu. Sonunda b u n ları ne zaman hatırlasa, ne zaman sözünü etse, gözleri dolmaya başladı.
Sonbaharla kış geçmiş, a rtık ilk b a har güneşi k a rşı evin d u varların ı ışık la n dırm aya başlam ıştı. H eidi yakında Peter' in keçilerle Alm ’a tırm anm a vaktinin geleceğini b iliyo rd u . Ç içekler güneşte p a rıl
H E î D i 203
dayacak, gurup vakti dağlar k ıp kırm ızı kesilecekti. H eid i odasında otururken karşı duvara vuran güneşi görmemek için avu çların ı gözlerine bastırıyordu. Tek başına, özlem lerine sa n la san la, C lara onu çağınncaya kadar öylece bekliyordu.
204 H E t D î
e
ON İKİNCİ BÖLÜM
EVDE HAYALET VAR
İR süreden beri evde pek ga- rip şeyler olm aktaydı. H er sa- bah hizm etkârlar uyanıp aşağıya indiklerinde, evin sokak
kap ısın ı ardına kadar açık buluyorlardı. Bu durum ilk ortaya çıktığında, birkaç gün boyunca bütün odalar teker teker aranm ış, h ırsız g irip girm ediği, b ir şeyle r çalın ıp çalm m adığı anlaşılm aya ç a lışılm ıştı. Ama kaybolan b ir şey yoktu.
Geceleri bütün ledbirleı- a lın ıyo r, kapı dikkatle kapanıp sürgüleniyor, daha da sağlam laştırm ak iç in arkasm a kocaman b ir de tahta m andal yerleştiriliyo rd u . Ama bütün bun lar h iç b ir sonuç verm iyor, sabah olduğu zaman kapı gene a rdına kadar açık bulunuyordu. Sonunda John'la Sebastian, bütün cesaretlerini topladılar, alt kat holüne açılan odada oturup sabaha kadar, h iç uyum adan beklemeye, olup biteni anlam aya ahdettiler. Bayan Rottenm eier, ik i uşağın eve girebilecek yabancılara k a rşı s ilâ h lı olm asında yarar görüyordu. Y u karıd aki çekmeceden Bay Sesemann’ın ik i tabancasını çıka rd ı, mahzenden de b ir şişe şarap getirerek nöbetçilere biraz cesaret sağlamaya çalıştı.
K a ra rla ştırıla n gece gelince ik i uşak aşağı kattaki odaya yerleştiler. Y erleştik le ri anda da hemen cesaretlerini arttıracak b irkaç yudum a ihtiyaç duydular.
206 H E i D i
Başlangıçta şarap o n ları pek konuşkan yaptı. Az sonra u yk u la rın ı getirdi, ik is i de ko ltu kların ın arkasına yaslanıp horul h o ru l uyum aya b aşladılar. H oldeki büyük saat on ik iy i çalarken Sebastian uyandı. John’a da seslendi ama, arkadaşı uyanm ıyordu. Sebastian tekrar uyum adı. Gecenin sessizliği içinde, koltuğunda tedirgin tedirgin oturm aya devam etti. Y alnızca arasıra John’un uyanıp uyanm adığını anlam ak için onu dürtüyordu. Saat b ir i çalarken John da sıçrayarak uyandı. Hemen ayağa fırla d ı, büyük b ir cesaret gösterisiyle, «Sebastian, şim di a rtık d ışarıya çıkıp durum a b ir baksak iy i olur,» dedi. «Korkm uyorsundur um arım ! H aydi, yürü! Önce ben çıkayım.»
John odanın kap ısın ı tutup ardına kadar açtı, adım ını hole attı. O sırada esen b ir rüzgâr, elindeki mumu söndürdü. John hemen b ir adım geri bastı ve a r
H E 1 D i 207
kasında duran Sebastian’a tosladı. Onu itiştire re k odaya sokuldu, kap ıyı çarparak kapattı ve büyük b ir telâşla anahta- n da çevirip k ilitle d i. Ancak bundan sonra k ib riti çakıp elindeki mumu tekrar yakabildi. Sebastian bu garip davranışlardan ne anlam çıkarabileceğini bilem em işti. Şaşkın b a k ışla n n ı John’a çevirdi. Mum ışığında John’ın yüzü kâğıt gibi bembeyaz görünüyordu. Ü stelik t ir t ir titrem ekteydi adam. Sebastian aceleyle, «Ne var?» diye sordu. «Ne gördün?»
«K apı ardına kadar açıktı,» diye soludu John. «M erdivenlerde de beyaz b ir şey v a rd ı... sonra birden puf diye yok oldu.»
Sebastian korkuyla ürperdi. D izleri bükülüverdi. O gece sabaha kadar ik is i b irb irin e sokulup oturdular ve pencerelerden içeriye gün ış ık la rı doluncaya kadar yerlerinden kıpırd am adılar. Ancak sokaktan in san lar geçmeye başladıktan
208 H E 1 D î
sonra odadan çıkıp , sokak kap ısın ı kapatabild iler, ve üst kata. Bayan Rotten- m eier'e hikâyeyi anlatm aya gittiler. Bayan Rottenm eier olup bitenleri d inledikten sonra, hemen oturup Bay Sesemann’a uzun b ir m ektup yazdı. Ona hemen eve dönmesi gerektiğini, çünkü evde herkesin can korkusu içinde olduğunu, bu korkunç o laylan n ne gibi sonuçlara yol açacağını da kim senin kestirem edigini anlattı. Fakat Bay Sesemann’dan gelen mektupta, henüz eve dönmesine im kân olm adığı yazılıyor, adam ın olayı pek hafife aldığı da b e lli oluyordu.
Bayan Rottenm eier a rtık bu korkudan bezmeye başlam ıştı. O zamana kadar hayaletten çocuklara h iç söz etmemiş, bu durum un on ları korkutacağını düşünm üştü. Ama şim di durum değişikti. A klına b ir f ik ir gelm işti. Hemen C lara ile H eid i’ nin yanm a gitti, onlara k ısık sesle, ama çok re n kli ayrın tılarla, bütün olayı baş
H E î D î 209
tan sona anlattı. B u d in led ik leri C lara’ y ı öylesine korkuttu ki, kızcağız avaz avaz bağırarak babasının eve gelm esini istediğini söyledi. B u durum da onu b ir saniye b ile yalnız bırakm ak doğru olam azdı. Bayan Rottenm eier, Bay Sese- m ann'a b ir m ektup daha yazdı, bu sefer olup bitenler yüzünden C lara’n ın zaten nazik olan sağlık durum unda b ir kötüleşme olursa kendisinin h iç b ir sorum luluk kabul etmeyeceğini de ekledi. B u sözler beklenen etkiyi yapmaya yetm işti. Bay Sesemann ik i gün içinde eve döndü. C lara onu görünce sevinçten coştu. Babası onu böyle m utlu gördüğüne çok memnun olm uştu. Y üz çizgilerinden b e lli oluyordu bu rahatlığı.
Gözlerinde b ir p ırıltıy la Bayan Rot- tenm eier’e, «Hayalet ne âlemde bugünlerde?» diye sordu.
K adın ekşi b ir sesle, «Y azdıklarım şaka değil, efendim,» dedi. «Em inim ki,
210 H E î D i
Bay Sesemann da yarın bu iş in şaka olm adığını anlayacak ve fik irle rin i değiştireceklerdir.»
«Bakarız,» dedi Bay Sesemann. «Bana Sebastian'ı gönderin.»
A slında Sebastian’la Bayan Rotten- m eier’in her zaman pek iy i geçinemedik- le rin in farkındaydı. B u garip olayların meydana gelişi hakkında bazı ku şku lan \’ardı.
Uşağa, «Şim di bana açık açık söyle, Sebastian,» dedi. «Bayan Rottenm eier’i korkutm ak iç in sen hayalet ro lü yapıyor olm ayasın?»
«Şerefim üzerine yem in ederim ki öyle b ir şey yapm ıyorum , efendim !» dedi Sebastian. Sesi, onun gerçekten doğru söylediğini b e lli ediyordu. «Lütfen a k lınıza böyle b ir şey gelmesin, efendim ! B u konu son günlerde beni de epey tedirgin etmeye başladı.»
«Madem k i durum böyle, o zaman sa
H E İ D İ 211
na vc cesur Jo hn’a hayaletlerin gün ış ığında n asıl göründüğünü göstermem gerek. A slında kendinden utanm an gerekir, Sebastian. Koskoca, k a lıp lı kıyafetli adam sın! B ir hayaletten ödün kopuyor. Şim di hemen dostum D r. C lassen'in evine git, benden selâm söyle, bu akşam saat dokuzda burada olm asını istediğim i haber ver. Paris'ten buraya s ırf onunla konuşm ak, öğüdünü alm ak iç in geldiğim i söyle. Gece de burada kalm ak üzere haz ır lık lı olsun. A nladın m ı?»
O akşam saat tam dokuzda doktor kap ıyı çaldı. K ır saçlı, p arlak gözlü, iy i y ü rekli b ir adam dı. İçeriye girerken b iraz kaygılı görünüyordu ama. Bay Sese- m ann’ı görünce kahkahalarla gülmeye başladı.
«Şu hale bak hele!» dedi. «Gece sabaha kadar başında beklenm esi gereken hasta sensen, oldukça iy i görünüyorsun!»
«O kadar çabuk karar verme, dos
212 H E î D 1
tum! Sana olup bitenleri anlatayım da, öyle karar ver. Bu evde b ir hayalet dolaşıyor! P e rili ev burası!»
D oktor bu sefer sarsıla sarsıla gülmeye başladı.
Bay Sesemann, «Ne de an layışlı dostmuşsun,» diye sözlerine devam etti. «Ne yazık ki, Bayan Rottenm eier böyle gülem iyor ve iş in zevkini senin kadar çıkaram ıyor. A ilenin atalarından b irin in hortlayıp geceleri evin içinde gezindiğine iy ice inanm ış.»
D oktor hâlâ k ık ır k ık ır gülerek, «Peki, Bayan Rottenm eier bu hayaletle nasıl tanışm ış?» diye sordu.
Bay Sesemann hikâyeyi başından sonuna kadar anlatınca, ik i arkadaş aşağıya in d ile r ve birkaç gece önce Sebastian’ la John’ın nöbet beklediği odaya yerleştile r. K o ltuklara kurulup sigara içerek, çene çalarak vaktin n asıl geçtiğini anlamadan saat on ik iy i çaldı.
H E t D i 213
Doktor, «G aliba hayalet bizim kokumuzu aldı, bu gece gelmemeye karar verdi,» dedi.
«Biraz sabırh ol! G enellikle saat b ir olm adan geliyorm uş!»
Gene sohbete başladılar. Saat b iri çalm caya kadar holden h iç ses gelmedi. Derken b ir ara doktor tek parm ağını havaya kald ırıp ,
«Şşşş, Sesemann,» dedi. « B ir şeyler işitiy o r m usun?»
İk is i de susup dinlediler. Sokak kapısına takılan tahtanın ka yd ırıld ığ ı duyuluyordu. Daha sonra anahtarın k ilit iç in de dönüşünü dinlediler. Bay Sesemann, m asanın üstünde duran tabancalardan b irin i kaparken kapının a ç ılış ı da iş itild i.
Doktor, «Korkm uyorsun ya?» diye sordu.
Bay Sesemann, «D ikkatli olm akta yara r vardır,» diye k a rşılık verdi. E lin e lam bayı alıp hole çıktı.
214 H E i D t
Açık kapıdan içeriye ay ışığ ı doluyor, eşikte hareketsiz duran beyazlar giym iş k işin in üstüne dökülüyordu.
D oktor yüksek sesle, «Kim var orada?» diye sordu. Sesi holün içinde yankılanıyordu. îk i adam b irlik te kapıdaki beyaz gölgenin üstüne yürüd ü kleri zaman, gölge döndü ve küçük b ir çığ lık attı. Beyaz geceliği, çıp lak ayaklarıyla H eidi oracıkta titreyerek duruyor, göz kam aştıran ışığ ın altında gözlerini k ırp ıştırarak kendisine çevrilm iş silâh lara şaşk ın lık la bakıyordu.
ik i erkek de b irb irle rin e şaşkın bak ışla rla baktılar.
Doktor, «Bu, su getiren küçüğün ta kendisi!» diye söylendi.
Bay Sesemann, «Bu ne demek oluyor, çocuğum?» diye sordu. «Neden aşağıya indin sen?»
H eidi solgun, titreyerek adamm ka r
H E İ D Î 215
şısında durm aktaydı. «Bilm iyorum ,» dij e fısıld ad ı.
O sırada doktor söze karışm ak gereğini duydu. «Sesemann, bu dum m ben i ilg ile n d iriyo r galiba,» dedi. «Sen odaya geç, ateşin karşısın a oturup beni bekle. Ben, çocuğu yatağına yatırırım .»
B u sözlerden sonra doktor hemen tabancasını b ırak tı, çocuğu kucaklayıp yukarıya, odasına çıka rd ı, yatağa yatırıp üstünü dikkatle örttü. K endisi de yatağın kenarına oturdu, küçük kızın elin i tuttu, yum uşacık b ir sesle, «A rtık her şey yoluna girdi,» dedi. «Söyle bana, nereye gitm ek istiyordun, çocuğum?»
H eidi, «H iç b ir yere gitm iyordum ,» diye k a rşılık verdi. «G ittiğim in farkında değildim . Ama birden kendim i orada b u ldum.»
«Rüyanda b ir şey m i görüyordun?»«Evet. H er gece aynı rüyayı görü
rüm . Kendim i dedemin yanında sanırım .
216 H E i D i
Resimli kitabı çoi< beğenmişti
D ışarda köknar ağaçlarının rüzgârda ç ıkardığı sesi duyarım . Y ıld ız lı gecede gökyüzünün ne güzel olacağını düşünürüm . Hemen kulübenin kapısına koşup açarım .
‘Ama uyandığım zaman kendim i gene F ra n kfu rt’da bulurum .»
«H iç b ir yerinde ağrı, sızı var m ı?»«H ayır. Y alnız şuram da ağır b ir taş
varm ış gibi hissediyorum .»«B ir şey yem işsin de yutam am ışsın
gibi mi?»«H ayır, öyle değil. Ama gene de o ka
dar ağır k i, canım durm adan ağlamak istiyor.»
«Anlıyorum . O zaman uzun uzun ağlıy o r m usun?»
«Yoo, hayır! Ağlamak olanaksız. B ayan Rottenm eier izin verm iyor.»
«Sen de bu yüzden yutkunuyor, dayanmaya çalışıyorsun, öyle m i? Ama beri yandan, F ra n kfu rt’da kalm ak hoşuna gidiyor, değil m i?»
H E Î D î 217
H eidi ezik b ir sesle, «Evet,» dedi ama, sesi sanki 'h a yır' derm iş gibiydi.
«Dedenin yanm dayken nerede oturuyordun?»
«Alm dağmm tepesinde.»«S ıkıcı olm uyor muydu?»«H ayır! Çok güzeldi. Öyle güzeldi
k i...»H eidi sözlerine devam edemedi. Geç
m işi hatırlam ak, az önce geçirdiği serüvene eklenip bunca zam andır içinde tuttuğu göz ya şla rıy la da birleşince, artık kendini tutam am ıştı. Gözlerinden aşağı yaşlar boşalm aya başladı. K üçücük vücudu h ıç k ırık la rla sa rsılıp duruyordu. Doktor ayağa kalktı, elin i H eid i'n in yastığı üzerine koydu, «Ağla biraz,» dedi. «H iç b ir zararı olmaz. Daha sonra da uyum aya çalış. Y a rın her şey düzelecek.»
Bundan sonra doktor aşağıya, arkadaşının yanına indi. Onun oturduğu ko ltuğun karşısınd a duran ik in ci koltuğa
218 H E Î D İ
yerleşerek cidd î b ir yüzle konuşm aya başladı: «Sesemann, bu küçük çocuk b ir uyurgezer. H er gece, hiç farkında olm adan evin içinde dolaşıyor, ön kapıyı açıyor ve hizm etkârların korkm asına sebep oluyor. A slında çocuk evini özlüyor ve bu özlem içinde kavruluyor. Ne kadar zayıf, ne kadar acınacak halde olduğuna hiç dikkat etmedin m i? Bunun b ir tek çaresi var, o da çocuğu hemen evine göndermek. B eni dinlersen hemen yarın yola çıkarm akta da ya ra r var.»
Bay Sesemann büyük b ir heyecan içinde ayağa kalktı, odanın içinde b ir aşağı b ir yu kan gezinmeye başladı. «Hasta dem ek!!! E vin i özlüyor h a!!! Üzüntüden zayıflıyor! Benim evimde! Kim se de fa rkında olm uyor Sen de b ir dojctor olarak onu evine yollam am ı öğütlüyorsun. Olamaz, doktor. Bunu yapamam ben. Sen önce bu çocuğu ele a lırsın , sağlığına ka
II E t D i 219
vuşturursun, ondan sonra, eğer istiyorsa, evine yollayabilirim .»
Doktor, «Sesemann!» diye onun sözünü kesti. « B ir düşün. B u hastalık, hapla rla, şu ru p larla iyileştirilece k türden b ir hastalık değil. Çocuk zaten ince yap ılı ama, eğer evine, o dağ havasına geri dönerse çabucak to parlan abilir. A ksi halde... sen çocuğu evine hasta yollam ayı mı tercih edersin, yoksa h iç yollayam am ayı mı?»
Bu açık sözler Bay Sesem ann'ı çok korkuttu. D oktorun dediklerini hemen kabul etmek zorunda kaldı. «Eğer sen tek yolun bu olduğuna inanıyorsan, hemen harekete geçmemiz gerek,» dedi.
Konuyu aralarınd a biraz daha ta rtıştıla r, b ir süre sonra da doktor izin isteyip evden ayrıld ı. B ay Sesemann, onu geçirm ek iç in kapıyı açtığı zaman, sabah ış ık la rın ın sokağı iyice aydınlatm ış olduğunu farketti.
220 H E t D î
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ALM’A DÖNÜŞ
B a y Sesemann, heyecanlı adım la rla yukarıya, Bayan Rotten- m eier’in odasına yürüdü. K ap ıya sert vurulm ası, kad ını uy
kudan uyandırdı. Bayan Rottenm eier, efendisinin, «Lütfen yemek odasına gelin! Y o lculuk h a zırlık la rı yapm am ız gerekiyor,» dediğini duyunca iyice şaşaladı.
Daha ömründe bu kadar erken kalkmak zorunda kalm am ıştı Bayan Rotten-
meier. Saat dört buçuktu. Ne olm uş olab ilird i acaba? Öyle kaygılanm ıştı k i, elb iselerin i bile güçlükle giydi. Bay Sese- mann o kapıdan ayrıld ıktan sonra evin bütün hizm etkârlarını b irer b ire r uyandırm aya koyuliBuştu. Hepsine seslenerek dolaşm ası, za va llıla rı hayaletin eve saldırdığına inandırm ıştı. H er halde efend ile ri kendilerinden yardım istiyo rd u!.. Oysa onu yemek odasında b ir aşağı b ir y u karı gezinir buldular, ve yüzünde h iç korku ifadesi olm adığını görünce, daha da çok şa şırd ılar. John'a a tla n ve arabay ı hazırlam ası söylenm işti. Tinnette ise H e id i'yi uyandırıp giydirm ek görevi alm ıştı.
Sonunda Bayan Rottenm eier de hazırlan ıp aşağıya inebildi. Bay Sesemann, ona: İsv iç re li çocuğun eşyalarını b ir sandığa yerleştirm esini, C lara'nın g iysile rin den de b azıların ı ona verm esini tembih etti. B öylelikle küçük kız, evine birkaç
222 H E t D i
kat dogm dürüst kıyafet de götürebilecekti. Bay Sesemann bütün b u n ların çarçabuk yapılıp b itirilm e sin i istiyordu.
Z avallı Bayan Rottenm eier, Bay Se- semann’a şaşkın şaşkın bakakalm ıştı. B uraya gelirken hayalete dair, insanın saçla rın ı diken gibi havalandıracak b ir olay dinlemeye hazırlanm ıştı. Oysa, kendisine pek olağan şeyler anlatılıyordu. K ulakla- nna inanam ayarak dürdü, bekledi. Bay Sesemann’ın başka şeyler de söyleyeceğini um uyordu. Oysa onun uzun açıklam ala rla kaybedilecek vakti yoktu. Hemen C lara’n ın odasına doğru uzaklaştı ve B ayan Rottenm eier’i oracıkta tek başına b ıraktı. C lara yatağında uyanık yatıyordu. Bu erken saatte evin içinde başlayan hareketin nedenlerini m erak etmekteydi. Babası, onun yatağının kenanna oturarak olup bitenleri b ir b ir anlattı, doktorun vardığı yargıyı, H e id i’nin hemen evine
H E î D i 223
dönmesine n asıl karar verdiklerin i açıkladı.
C lara’ysa pek üzülm üştü. H eid i’yi yanında tutabilm ek için aklın a gelen her çareyi ortaya atıyordu ama, babası kara rın ı değiştirm iyordu. C lara’ya eğer iy i çocuk olur, H e id i’n in gidişine sızlanm azsa, ertesi y ıl onu İsv iç re ’ye götüreceğine söz verdi.
Sebastian’a da çocuğu alıp evine kadar götürm esi em redilm işti. B irin c i gün Basel'e kadar gidecekler, ertesi gün oradan H e id i’n in oturduğu yere geçeceklerdi. Sebastian, aynı zamanda çocuğun dedesine Bay Sesemann’dan b ir m ektup götürecekti. B u m ektup yerine v e rilir verilm ez Sebastian eve dönebilecekti.
Bay Sesemann sözlerini b itirirke n , «A sıl önem li olan şu, Sebastian...» dedi. «Şu karta B asel’deki b ir otelin adını ve adresini yazdım . B u k a rtı otelin m üdürüne gösterdiğin zaman, sana ve çocuğa
224 H E 1 D î
b irer oda verecekler, önce çocuğun odasına gideceksin, bütün pencerelerin sım sık ı kapalı olduğundan em in olacaksın. O yatıp uyuduktan sonra dı; ardan odanın kap ısın ı kilitlem eni istiyorum . Çünkü bu çocuk, uyurgezer.»
Sebastian, «Demek hayalet oymuş! Şim di anlıyorum !» diye h aykırdı. E n iko nu şaşırm ıştı.
Bay Sesemann, «Elbette, koca budala! » dedi, sonra dönüp kendi odasına yo llandı. N iyeti, Alm Am ca'ya yollayacağı m ektubu yazm aktı.
H eidi hâlâ ne olup b ittiğ in i bilm iyo rdu. Tinnette tek kelim e söylemeden onun giyinm esine yardım etm işti. Bunun nedeni de ortadaydı. Tinnette, onu aşağı s ınıftan b ir çocuk sayıyor, konuşm aya lây ık bulm uyordu.
Bay Sesemann m ektubu bitirince, yemek odasına döndü. K ah valtı sofrası ha
H E i D t 225
zırd ı. «Çocuk nerede?» diye sordu. Hemen H e id i’y i çağırd ılar.
H eidi odaya girip, «Günaydın!» derken Bay Sesemann, onun üzgün küçük yüzüne baktı. «Ne diyorsun bu olup b itenlere, küçüğüm ?» diye sordu. Sesi çok yum uşak ve anlayışlıydı.
H eidi, ona şaşkın şaşkın bakıyordu.Bay Sesemann, «Daha bilm iyo r mu
sun?» diye güldü. «Bugün evine dönüyorsun.»
H eidi birden solarak, alçacık b ir sesle, «Evim e m i?» diyebildi. B ir an için soluğu k e silir gibi olm uştu.
Bay Sesemann gülüm seyerek, «Yoksa gitm ek istem iyor m usun?» diye sordu.
«Yoo, hayır, çok istiyorum .» K üçük kızın yüzüne birden renk gelm iş, gözleri parlam aya başlam ıştı.
«Pekâlâ öyleyse. T ıka basa kahvaltı et, sonra da hemen arabayla yola çıkacaksın.»
226 H E î D t
H eidi ne kadar çabalasa, tek lokm a >Tatamıyordu. Çok heyecanlanm ıştı. B ütün b un lar rüya gibi geliyordu ona.
Bay Sesemann, odaya girm ekte olan Bayan Rottenm eier’e döndü: «Sebastian'a söyleyin, yanına fazla yiyecek alsın,» dedi. «Çocuğun şim di b ir şey yiyememesi çok doğal.» Sonra gene H eidi'ye baktı, «İstersen araba gelinceye kadar Clara'nm yanma git,» dedi.
H eidi hevesle yerinden kalkıp üst kata koştu. Clara'nm odasında, orta yerde kocam an b ir sandık duruyordu. Cla- ra bu sandığa elbiseler, önlükler, m endiller, tü rlü tü rlü g iysiler yerleştirtiyordu. «Bak, sana neler hazırladım ,» diye bağ ırdı. «Sevinm iyor m usun, H eid i? Hem bak, H eidi!» Zafer dolu b ir gülüşle elinde tuttuğu sepeti gösteriyordu. H eidi ilerleyip sepetin içine baktı, bakar bakmaz da sevincinden havaya sıçradı. Sepetin içinde
H E î D i 227
on ik i tane b irbirin den güzel küçük, beyaz ekmek vard ı. Nine için.
Ç ocuklar öyle büyük b ir m utluluk içinde h a zırlık la ra dalm ışlardı ki, a y rılık vaktinin geldiğini bile unutm uşlardı. Araba kapıya dayandığı zaman da, a rtık üzülmeye vakit kalm adı.
H eidi birden sevgili k itab ın ı h atırlayarak yukarıya, odasına koştu. E lin i yastığının altın a dald ırıp kitab ı çekti. Hep orada saklard ı onu. Olanca hızıyla aşağıya ind i, kitab ı ekm eklerin bulunduğu sepete koydu. Daha sonra, dolabına da b ir göz atm ayı a k ıl etti. Elbette! îşte k ırm ızı şa lı orada duruyordu. H eidi onu sardı sarm aladı, görünm esin diye öteki eşyaların arasına sakladı.
Ç ocukların hemen vedalaşm ası gerekiyordu. Bay Sesemann kapıda, H eid i'yi arabaya bindirm ek üzere beklem ekteydi. Bayan Rottenm eier de m erdivenin tepesinde durm uş, aşağıya bakıyordu. B irden
228 H E 1 D t
H eid i'n in eşyaları arasında gözüne kırm ızı b ir şey iliş ti. Hemen in ip ucundan yakaladı ve çekti. K ırm ızı şa lı görünce b ir kenara fırla ttı.
«Olmaz, Adelheid!» diye küçük kızı azarladı. «O eski püskü şeyi dünyada yanında götürem ezsin! H aydi şim di, güle güle!»
H eidi şa lın ı alm aya cesaret edemiyordu. Y alvaran gözlerini evin efendisine çevirdi. B u gözlerde en değerli hâzinesinin elinden alındığına inandığı okunuyordu.
Bay Sesemann cidd î b ir sesle, «Yok, yok, karışm ayın,» dedi. «Çocuk neyi isterse götürebilir. îste r kedi yavrusu, ister kaplum bağa olsun. B iz de bunlara lütfen sinirlenm eyelim . Bayan Rottenm eier!»
H eidi hemen şa lın ı aldı. Gözlerinde bu sefer şükran vardı. Bay > Sesemann onunla el sık ıştı, iy i yo lcu lu klar diledi, C lara'nın onu her zaman hatırlayacağını
H E î D i 229
söyledi. H eid i de ona bütün iyiliklerin d en dolayı teşekkür ettikten sonra, «Lütfen doktora da benim tarafım dan veda edin, ve ona çok, çok teşekkür edin,» dedi. Doktorun uyum adan önce kendisine, «Yarın her şey düzelecek,» dediğini unutm am ıştı. îşte şim di gerçek olm uştu o sözler. H eidi bütün bu o lanlan doktorun sağladığına iyice inanm ıştı.
Onu kucaklayıp arabaya b in d ird iler, sonra da sandığı, sepeti, yiyecekleri yüklediler. Bay Sesemann, ona b ir kere daha iy i yo lcu lu klar diledi, sonra da araba yola koyuldu.
K ısa b ir süre sonra H eidi, Sebastian’ la b irlikte, trenin vagonundaydı. Sepetini kucağında tutuyordu. Evine, dedesine dönmekte olduğuna, yakında nineyi, Pe- ter’i, o çok sevdiği vadileri, o tlak la rı göreceğine daha yeni yeni inanm aya başlam ıştı. B irden kaygıyla Sebastian’a dön
230 H E i D I
dü: «Sebastian, Alm ’daki ninenin ölm ediğinden em in m isin?» diye sordu.
Uşak, onu avutm aya çalışarak, « E lbette, em inim tabiî.» diye k a rş ılık verdi.
H eidi b ir kere daha kendi düşüncelerine daldı. Ara sıra sepetin içine göz atıyordu. B ir süre sonra tekrar, «Sebastian,» diye seslendi. «Keşke ninenin yaşadığını kesin olarak bilebilseydim !»
Sebastian y a rı uyu r y a rı uyanık b ir sesle, «Evet, evet,» dedi. «Y aşıyordur elbette. Neden ölsün?»
Az sonra H eidi de uyuklam aya başladı. Öyle derin b ir uykuya daldı k i, Sebastian onu sarsm caya kadar uyanm adı. «K alk! Uyan! Basel'e geldik.»
E rtesi sabah tekrar yola çık tıla r. Bu sefer de y o lla n gene epey uzundu. İn e cekleri yere yaklaştıklarınd a, H eidi konuşam ayacak kadar heyecanlanm ıştı. D erken, h iç beklenm edik b ir zamanda tren m em urunun sesi duyuldu: «M aienfeld!»
H E t D t 231
H eidi hemen oturduğu yerden fırla d ı, Se- bastian da onu izledi. İstasyonda, H eid i' n in sandığının yanında d u rd u kları zaman, Sebastian uzaklaşan trenin ardından m utsuz gözlerle bakıyordu. Uygar b ir taşıtın içinde yolculuk yapm ayı, bu barbar ülkede dağlara tırm anm aktan çok daha güvenli buluyordu. K uşkuyla çevresine bakındı, D orfli'ye giden en güvenli yolu kim e soracağına karar vermeye çalıştı, tlerde geniş om uzlu b ir adam vardı. K ocaman, ağır çu va lla rı b ir arabaya yüklem ekteydi. Ç uvallar az önce trenden in d irilm işti. Sebastian sorusunu ona sorm ayı seçti.
Adam, «B uralarda bütün y o lla r güvenlidir,» diye k a rşılık verdi.
Bunun üzerine Sebastian yolda b ir uçurum a yuvarlanm am ak iç in hangi yolu seçmek gerektiğini, b ir de sandığın yukarıya n asıl götüıülebileceğini sordu. Adam, sandığa şöyle b ir göz attı, pek ağır
232 H E t D t
olm adığını, isterlerse onu da arabasına yükleyebileceğim söyledi. K endisi de zaten oraya gidiyordu. B iraz daha konuşulduktan sonra, arabacı hem sandığı, hem çocuğu arabaya alıp D o rfli’ye kadar götürm eyi teklif etti. Oradan da b iris i onu A lm a ç ık a rırd ı nasılsa.
H eidi, «Ben oradan yalnız da giderim ,» dedi. «D o rfli’den Alm ’a giden yolu iy i b ilirim .»
Sebastian bu tırm anm a yolculuğundan kurtulduğuna pek sevinm işti. H e id i’ yi b ir kenara çekip ona küçük deri b ir çanta verdi, sonra da dedeye gidecek mektubu uzattı. «Bu çanta Bay Sesemann’ın arm ağanıdır,» dedi. «Bunu sepetin en a ltına koyacağız. Ekm eklerin altına. Buna çok dikkat edeceksin. Eğer kaybedersen. Bay Sesem ann çok kızar.»
«Kaybetmem,» dedi H eidi. Güvenli b ir hareketle çantayı da, m ektubu da ekm eklerin dibine yerleştirdi.
H E 1 D î 233
Az sonra sandık da arabaya yüklenm işti. Sebastian, H e id i'yi ka ld ırıp arabacın ın yanındaki yere oturttu, sepetini dc yam başına koydu. A slında Sebastian, b iraz kaygılıydı. Çocuğu evine kadar kendi eliyle teslim etmesi gerektiğini b ilm iyor değildi. Arabacı da o ara tırm anıp H eid i' nin yanına yerleşti, arabayı hareket ettirdi. Sebastian bu yorucu işten kurtulduğuna memnun, istasyondaki kanepelerden birine oturdu ve dönüş trenini beklemeye başladı.
Arabayı süren adam, D o rfli’deki f ır ının sahibiydi. Gelen u n la n götürm ek için inm işti istasyona. H e id i'yi daha önce hiç görm em işti ama, bunun o sözü çok edilen çocuk olduğundan em indi. Zaten annesiyle babasını da tanıyordu. B ir ara, «Sen, Alm Amca’n ın yanında kalan çocuk değil m isin?» diye sordu.
H eidi, «Evet,» dedi.
234 H E î D 1
«Çabuk döndün bakıyorum . Sana iyi davranm adılar m ı orada?»
«Yoo, ondan değil. Kim se bana onlar kadar iy i davranam azdı.»
«Öyleyse neden dönüyorsun?»«Bay Sesemann dönmeme izin verdi
de ondan.»«Ama orada kalm ak daha hoşuna git
mez m iydi?»«Ben Alm dağında, dedemin yanında
olm ayı, dünyadaki başka her yere tercih ederim !»
«B elki de oraya varınca fik rin i değiştirirsin ,» diye m ırıld an d ı fırın c ı. Sonra kendi kendine b ir ıs lık tutturdu, b ir daha da konuşm adı.
H eidi çevresine bakıp, b ild iğ i ağaçları, yükseklerde gördüğü tepe ve dorukla n tanıdıkça heyecanından titremeye başlam ıştı. H epşi de ona eski dostlar gibi görünüyordu. Araba, D orfli'ye g irerken saat da beşi vurm aktaydı. K a d ın lar
H E î D 1 235
dan ve çocuklardan oluşan b ir grup, hemen arabanın çevresine toplandı, yolcula rın nereden gelip nereye gittiğini öğrenmeye çalıştı. F ırın c ı, H e id i’y i tutup yere koyarken küçük kız çabucak, «Teşekkür ederim,» dedi. «Dedem sandığı sonra alır.» Hemen dönüp koşarak uzaklaşm ak istedi. Ama kalab alık onu durdurdu, soru yağm uruna tuttular. H eidi öyle b ir inançla ve k a ra rlılık la kendine yol açmaya çalış tı ki, sonunda çaresiz yol verip arkasından bakm akla yetindiler.
K üçük kızın gidecek başka yeri olsa, dünyada dedenin yanma gitm eyi seçmeyeceğine hepsi kesin likle inanm ışlardı. Ama fırın c ı hemen onlara durum u anlattı. H er şeyi olan, zengin, süslü b ir evde yaşam ak şansı olduğu halde, kızın her şeyi tepip dedesinin yanına dönmeyi seçtiğ in i söyledi. B u havadis herkesi çok şaşırttı. K ısa zamanda D o rfli’de bun ları duymayan kalm adı. Herkes, H eid i’nin
236 H E î D t
Alm ’daki kulübeye dönebilm ek için lüks b ir yaşam ı teptiğinden söz ediyordu.
H eidi, D orfli'den dağa giden yokuşu gücü yettiği kadar hızla tırm anm aya çabalıyordu. Y ükseldikçe patika giderek dikleşiyor, kolundaki sepet daha ağırlaşmış gibi geliyordu. B u yüzden ara sıra duraksayıp soluk alm ak zorundaydı. K afasında yalnız b ir tek düşünce vard ı: Acaba nineyi her zam anki köşesinde yün eğirirk en m i bulacaktı? B irden çoban kulübesi uzaklarda gözüne iliş ti, yüreği h ızlı h ız lı çarpm aya başladı. Kapıya va rın caya kadar olanca hızıyla koştu. Öylesine titriyo rd u ki, kapıyı güçlükle açabildi. Sonunda içeriye girebilm işti işte. K üçük odanın orta yerinde durakladığı zaman solum aktan ağzını açam ıyor, tek kelim e söyleyem iyordu.
Köşeden b ir ses, «Ulu Tanrım !» d iye seslendi. «Bu ayak sesleri tıp k ı H e id i’ ye benziyor. Ah, keşke onu b ir kere daha
H E t D î 237
yanım da hissedebilseydim ! Kim var orada?»
«Ama ben H eid i'n in ta kendisiyim , ni- necigim ! Döndüm ben!» K üçük kız kend in i yaşlı kadının ko lların a attı. Ona sım sık ı sarıld ı. Sevincinden konuşam ayacak haldeydi. Nine, önce şaşkınlıktan d ilin i yutm uş gibi göründü. Sonra, H e id i’nin k ıv ırc ık saçların ı okşayarak, «Evet, onun saçları, onun sesi,» dedi. «T anrı’ya şükür ki, bana bu günleri gösterdi!» Görmeyen gözlerinden sevinç göz yaşları boşanmaya başlam ıştı. «Gerçekten sensin, değil mi, H eidi? Bana geri döndün, değil m i?»
«Evet, ninecigim , gerçekten döndüm,» diye k a rşılık verdi H eidi. «Ağlama. A rtık buradayım . H er gün seni görmeye geleceğim. B ir daha da h iç gitmeyeceğim. Hem bundan sonra o kara, bayat ekm ekleri yemek zorunda da kalm ayacaksın. Bak, nine, bak!»
238 H E t D i
H eidi sepetini açtı, on ik i ekmeği b irer b ire r ninenin kucağına koydu.
«Ah çocuğum, T an rı her zaman yardım cın olsun,» diyen nine, eliyle ekmekle ri yokluyordu. Ne kadar da çok ekmek vardı kucağında. «Ama beni en çok sevindiren, senin dönüşün,» dedi. H e id i’n in saçlarına b ir daha dokundu. « B ir şeyler söyle, çocuğum,» diye m ırıld andı. «Konuş ki, sesini duyabileyim .»
H eidi, nineye n asıl onu b ir daha görememekten korktuğunu anlatırken kapı açıld ı, Peter’in annesi odaya girdi. B ir an büyük b ir şa şkın lık içinde olduğu yerde durdu, sonra, «Bu gerçekten sen olab ilir m isin, H eidi!» diye bağırdı.
B rig itta ’nm d ikk a tli b a k ışla rı H e id i’ nin üstünü, başını, görünüşünü b ir an içinde değerlendirm işti. Beğeni dolu çığlık la rla nineye anlatm aya koyuldu, «Anneciğim , H eid i'n in giydiği güzel elbiseyi b ir görebilseydin! ö yle güzelleşm iş k i!
H E î D t 239
Onu güç tanıdım diyebilirim . Hele bu tüylü şapka! B u da senin m i H eidi? Başına giy de, yakışıyo r mu göreyim.»
«Giymem,» dedi H eidi. «Ondan hiç hoşlanm ıyorum . Siz beğendinizse sizin olsun. Benim kendi eski şapkam hâlâ duruyor.»
B ir yandan elindeki k ırm ızı bohçayı açmaya çalışıyordu. İçinden eski şapkasın ı çıkard ı. Z avallı şapka her zam ankinden bile daha buruşuk görünüyordu. Uzun yolculuk boyunca ezilm ekten, k ıv rılm aktan canı çıkm ıştı. Ama bu durum H e id i'yi h iç kaygılandırm adı. Dete teyze kendisini alm aya geldiği gün, dedenin onun tüylü şapkasıyla n asıl alay ettiği b ir tü rlü aklından çıkm am ıştı. Hemen oracıkta sırtın d a ki süslü elbiseyi de çık a rdı, eski k ırm ızı şalına sarındı. N inenin e lin i tutup, «Şim di a rtık dedeme gitmeliyim ,» dedi. «Y arın gene gelirim , iy i akşam lar, nineciğim .»
240 H E î D î
«Evet, gene gel, H eidi. Y a rın gene gel yavrum ,» diye yalvard ı nine. Çocuğun kü çük e lle rin i avuçlarında uzun uzun sıktı.
«Ama o güzel elbiseni neden çıka rdın?» B u soru B rigitta'dan geliyordu.
H eidi k a rşılık verdi, «Çünkü, dedeme böyle gitm ek istiyorum . Sonra beni tanımaz diye korkuyorum . Siz de ilk gördüğünüzde kolay tanıyam am ıştınız.»
K üçük kız, onlara veda edip Alm doruğuna doğru yola koyuldu. Scesaplana' nın tepesindeki k a rlı alan, akşam güneşinde p ır ıl p ır ıl parlıyordu. B irden H ei- d i’n in ayakları dibindeki yeşil o tların üstüne k ıp k ız ıl güneş ış ık la rı döküldü. H eidi şa şkın lık la olduğu yerde durdu, çevresine bakındı. B u görünüm ün ne kadar güzel olduğunu unutm uş olduğunu farke- diyordu. F a lk n is’in ik i doruğu b ir çift alev gibi yükselm ekteydi. K a rlı alan sank i ateş alm ıştı. Y ükseklerde pembe renkli b u lu tlar dolaşıyordu. V adi aşağıya doğ-
H E i D i 241
m dalış yapıyor, b e lirli b ir çizginin üstündeki her şey k ıp k ız ıl parlıyordu. H ei- d i'n in yanaklarından aşağı yaşlar süzülmeye başladı. E lle rin i içten lik le b irb irin e kenetleyip T an rı'ya kendisini tekrar evine kavuşturduğu için şükretti. H areketsiz duruyordu. Yüreği şükranla doluydu. K ız ıl ış ık la r solm aya başlayıncaya kadar öylece bekledi, ondan sonra olanca h ızıyla yukarıya doğru koşmaya başladı, îşte ilerde kö kn arların tepeleri, kulübenin dam ı belirm işti. B ir ik i adım sonra dedesinin tahta kanepede oturm uş, piposunu içm ekte olduğunu gördü. Daha da h ız lı koşmaya çalıştı. Alm Amca h iç b ir şeyin fa rkın a yaram adan H eidi sepetini yere fırlatm ış, kendini onun kucağına atm ış, k o lla rın ı ih tiy a rın boynuna dolam ıştı. Ağzından b ir tek kelim e çıkıyordu. «De- deciğim ! Dedeciğim! Dedeciğim !»
ih tiy a r da b ir şey söyleyemedi. Y ıllardan beri ilk defa gözleri yaşlarla nem-
242 H E î D i
lenm işti. E lin in tersiyle on ları çabucak kuruladı, sonra H eid i’y i d izlerinin üstüne oturttu, yüzüne baktı, «Demek evine döndün?» dedi. «Pek de şıklaşm am ışsın, Heidi. Seni onlar m ı geri gönderdi?»
«Yoo, h ayır dedeciğim. Sakın böyle düşünme. Bana hepsi çok iy i davrandılar. d a ra da, büyükanne de. Bay Sese- mann da. Ama ben, senden uzak yaşamaya daha fazla dayanamadım. Bazen kendim i boğulacak gibi hissettim . Gene de h iç kim seye b ir şey söylemedim. Çünkü, onların iy ilik le rin e k a rşı nankörlük olurdu bu. Sonra günün birinde, sabahın erken saatmda Bay Sesemann, beni çağ ırd ı... sanıyorum ona doktor söylem iş o lm alı... Ama b elki bütün b u n ları sana yazdığı m ektupta a n latm ıştır...» H eidi, dedesinin kucağından sıçrayarak indi, sepetinden küçük çantayı ve m ektubu çekip getirdi, dedesine uzattı.
«B unlar senin sanıyorum ,» dedi.
H E î D i 243
A lf Amca, K lara'yı taze sütle besliyordu.
Dede önce m ektubu alıp okudu, tek kelim e söylemeden cebine yerleştirdi.
«Benim le süt içm ek gene hoşuna gidecek m i?» diye sorarken H eid i'n in e lin i tuttu, onu kulübeye doğru yürütm eye başladı. B ir yandan, «Ama paranı sen kendin alm alısın,» diyordu. «Onunla kendine doğru dürüst b ir yatak a lab ilirsin . B irka ç ja l yetecek elbiseler de alırsın .»
«H iç ihtiyacım yok, dedeciğim,» di- 7e k a rşılık verdi H eidi. «Yatağım va r işte. G elirken C lara bana öyle çok elbise verdi k i, b ir şey satın almam gereksiz. H epsi sandığım da.»
«Öyleyse paranı getir, dolaba koy. Günün birinde gerekebilir.»
H eidi söz dinledi, paranın bulunduğu çantayı alıp kulübeye girdi. Önce neşe içinde koşup her köşeyi inceledi, sonra m erdivenlerden yukarıya, çatıya çıktı. Ayağım en üst basamağa atar atmaz ol
244 H E i D i
duğu yerde kalakaldı. «Ah, dedeciğim, yatağım nerede benim?» diye yakındı.
«Yakında gene eski yerinde bulacaksın onu,» diye cevap geldi aşağıdan. « B irdenbire çıkageleceğini nereden b ile b ilirdim ? Şim di aşağıya in de, sütünü iç.»
H eidi aşağıya ind i, yüksek sandalyesine yerleşti, sütünü seve seve, ömründe daha lezzetli b ir şey tatm am ış gibi içti, b itird i. D erin b ir soluk alıp konuştu: «Dünyada bizim sütümüzden daha güzel h iç b ir şey yok, dedeciğim !»
O sırada keskin b ir ıs lık sesi duyuldu. H eidi şim şek gibi kulübeden d ışa rıya uçtu. K e çile r zıplaya sıçraya yam açtan aşağı in iyo rla rd ı. Peter de onların arasındaydı. Çobancık, gözlerini ir i ir i açıp büyük b ir şa şkın lık la H e id i’ye baktı.
H eidi, « iy i akşam lar, Peter,» dedi. «Beni tanıyam adm m ı yoksa?»
Ama küçük keçiler, H e id i’nin sesini tanım ışa benziyorlardı. Hemen koşup
H E I D t 245
b aşların ı onun eteklerine süım eye başlad ıla r. H eidi, eski dostların ı tekrar görm enin sevinciyle coşuyor, o n ları b ire r b ire r ad larıyla çağırıp duruyordu.
Peter yavaş yavaş ona doğru yürüdü: «Demek döndün!» diyebild i sonunda. Sonra sanki eski günlerin devam ını ya- şıyorlarm ış gibi, «Y arın benim le otlağa gelecek m isin?» diye sordu.
«H ayır, yarın gelemem. Ama öbürsü gün gelirim . Y a n n nineyi görmeye gideceğim.»
Peter m utlu m utlu sın ta ra k , «Döndüğüne sevindim ,» dedi, sonra keçileri dağdan aşağı indirm eye koyuldu.
H eidi kulübeye döndüğünde yatağı da hazırlanm ıştı. Rahatlam ış gibi iç in i çekerek uzandı, b ir y ıld ır uyum adığı kadar derin b ir uykuya daldı. Gece boyunca dede birkaç kere yatağında doğrulup ayak sesi dinledi. Yukardan yalnız H eid i' n in so luklan duyuluyordu. Ama h iç ya-
246 H E i D î
tağmdan kalkm am ıştı kız. A rtık onu uykusunda gezdirecek nedenler ortadan kalkm ıştı. İsteklerine kavuşm uştu H eid i' cik. D ağları tekrar görm üş, köknarlarda rüzgârın çıkard ığ ı sesi tekrar dinlem işti. Alm ’a, yuvasına kavuşm uştu a rtık ...
H E i D i 247
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÇANLAR ÇALIYOR
E İD İ, kö kn arların altında durmuş, kendisini ninenin evine kadar götürecek olan dedeyi bekliyordu. Dede, onu oraya
b ıraktıktan sonra D o rfli ye inecek, H e id i’ n in sandığını alıp getirecekti. K üçük kız, ninenin ekm ekleri beğenip beğenmediğin i öğrenmek iç in sabırsızlanıyordu. Dedenin de iş i bitm ek bilm iyordu bugün. Sonunda ih tiya r kapıda b e lird i, «Ben ha- zınm , g id eb iliriz artık,» diye seslendi.
Çoban Peter’in kulübesi önünde ayrıld ıla r. H eidi hemen kapıdan içeriye daldı. Nine, onun ayak seslerini duyunca sevgi dolu b ir sesle, «Geldin m i, çocuğum?» diye bağırdı. H eid i'n in e lin i tuttu, ona ekm ekleri ne kadar çok beğendiğini, kendini daha şim diden ne kadar güçlü hissetmeye başladığını anlattı. B ri- gitta da söze karışarak, ninenin günde b ir ekm ekten fazla yemek istem ediğini, çünkü daha çok yerse, ekm eklerin çabuk biteceğinden korktuğunu söyledi. O zaman H eidi, «Onun çaresi var,» diye hayk ırd ı. «Ben hemen C lara'ya b ir mektup yazarım , nineciğim . O sana istediğin kadar beyaz ekmek gönderir. Bundan eminim.»
B rigitta, «Çok iy i yüreklisin ,» dedi. «Ama, korkarım oradan buraya gelinceye kadar ekm ekler bayatlar, yenmez olur. Keşke param olsaydı! D o rfli'd eki fırın c ı da bu ekm eklerden yapıyor ama, alm a
n E î D t 249
ya benim param yetm iyor. B ild iğ im iz kara ekm ekleri bile zor alabiliyorum .»
Çocuk sevinçle, «Bende dünya kadar para var!» dedi, «işte şim di o n ları nereye harcayacağım ı buldum . H er gün nineye b ir taze ekm ek alacağım . Pazar günle ri Peter, D o rfli'ye in ip b ir h aftalık ekmek getirebilir.»
Nine, «Öyle şey olmaz, çocuğum,» diye atıld ı. «Senin paran bu işlere harcanm ak için değildir. Onu dedene vermen gerekir. O, sana gerekli öğütleri ve rir, parayı nereye harcam an gerektiğini söyler.»
H eidi bu sözlere h iç aldırm adan konuştu: «Şim di a rtık nine her gün b ir ekmek yiyecek ve gücünü, kuvvetini kazanacak. B elki de çok zayıf, çok güçsüz olduğun iç in dünyan böyle karan lık ni- neciğim.»
Nine hiç b ir şey söylemedi. Çocuğun sevincini kursağında bırakm aya gönlü ra zı olm am ıştı.
250 H E î D t
H eidi birden rafın üstünde ninenin İlâ h ile r k itab ın ı gördü. A klına yepyeni b ir fik ir gelm işti:
«Şim di ben artık okum ayı da öğrendim, nine,» dedi. «Şu kitaptan sana b ir İlâh î okuyayım m ı?»
«Elbette, oku,» diye k a rşılık verdi n ine. Hem çok şaşırm ış, hem de çok sevinm işti. «Ama okum ayı gerçekten iyice öğrenebildin m i, yavrucuğum ?»
H eidi çoktan b ir sandalyenin üstüne tırm anm ış, tozlu kitab ı eline alm ıştı. Çok uzun süreden beri kim senin eli değmem işti anlaşılan bu kitaba.
Ü fleyip tozları uçurdu, sonra alçak tabureyi ninenin ayaklan dibine çekerek oturdu, yaşlı kadına hangi İlâ h iy i dinlemek istediğini sordu. Y a şlı kadın k a rşılık verdi:
«Sen hangisini istersen, evlâdım ! Sen hangisini seversen!» H eidi, sayfaları b irer b irer çevirirken, nine m erakla bekliyo r
H E i D i 251
du. H eidi peşpeşe çevirdiği sayfalardaki İlâhilerden b ire r sa tırın ı alçak sesle kendi kendine m ırıldanm aktaydı.
«işte, şuradaki güneşten söz ediyor,» dedi. «Sana bunu okuyacağım nineciğim .»
Yüksek sesle okumaya başladı. Sesi çok dokunaklıydı.
Nine e lle rin i kucağında kavuşturm uş, dinliyordu. Yüzündeki sevinç ifadesini H eidi daha önce gördüğünü h iç h a tırla m ıyordu. Y a şlı kadının gözlerinde yaşlar parıld ıyord u. Çocuk okum ayı b itirip sustuğu zaman, « B ir daha oku, H eidi, lütfen,» dedi. H eid i aynı İlâ h iy i b ir daha okudu.
«Ah, H eidi, işte benim kalbim i m utlu lu k la doldurm aya yetiyor bu,» dedi n ine. «în san ı öyle rahatlatıyor k i bu sözler! »
O sırada b iris in in kapıyı vurduğu duyuldu. Dede gelm işti. H e id i'yi eve götürmek için bekliyordu. H eidi hemen nine
252 H E i D t
ye veda etti, ertesi gün gene geleceğine söz verip dışarıya çıktı. Çok m utluydu. Çünkü, ninenin ka lb in i sevinçle doldurm ayı başarm ıştı. Bu, onu otlaktan da, keçilerden de daha çok m utlu ediyordu.
Dedesine anlatacağı o kadar çok şey vard ı k i... hele ekm ekleri. «Nine parayı alm ak istemese bile, sen bana verirsin değil m i, dedeciğim?» diye sordu. «Pe- ter’e her hafta gerekli sayıda ekmek ald ırırım .»
Dedesi, «Ya yatak, H eidi?» diye sordu. «Doğru dürüst b ir yatakta uyum ak h iç fena olmaz. Hem, gene istediğin kadar ekmek alacak paran da kalır.»
Ama Herdi direniyor, ihtiyara, «evet» dem iyordu. Sonunda dede, «Para senin,» demek zorunda kaldı. «Onunla istediğini yapab ilirsin , istersen y ılla rca nineye ekmek alm ana yeter de artar bile.»
H eidi zafere ulaşm ıştı, «Ah, dedeci- ğim, her şey ne kadar güzel, değil m i!»
H E 1 D i 253
dedi. Sonra birden cidd ileşti. «Eğer ilk dua ettiğim de T an rı bana istediğim i verseydi, her şey çok daha değişik olacaktı. K ısa b ir süre için buraya ziyarete gelecektim , nineye de yalnızca b irkaç ekmek getirm iş olacaktım . Ü stelik, ona İlâ h î kitabından b ir şeyler okum asını da bilm eyecektim . Ama T an rı bu iş le ri benden çok daha iy i düşünebiliyor. Büyükannenin Frankfurt'dayken anlattığı gibi. H er şey tam onun dediği gibi çık tı. Tan- rı'n ın benim duam ı o zaman kabul etmediğine öyle memnunum k i! Şim di artık hep büyükannenin öğrettiği gibi dua edeceğim. T an rı eğer istediğim i hemen yapmazsa, o zaman da F ra n kfu rt’daki gibi olacağını, O’nun benden daha iy i b ild iğini düşüneceğim. Ne olursun, her gün b irlik te dua edelim , dedeciğim. T an rı'y ı h iç -unutm ayalım ki, O da bizi unutm asın.»
İh tiy a r dudakları arasından, «O'nu
254 H E i D î
unutan çıkarsa ne olurm uş?» diye m u'il- dandı.
«O zaman o insan çok za ra rlı çıka r! Çünkü, T an rı da onu unutur. Kim se de ona acımaz, çünkü o, kendi isteğiyle Tan- r ı’dan kaçm ış, kendisine yardım edebilecek olan o büyük güçten uzaklaşm ış olur.»
«Bu doğru işte, H eidi. Ama sen bütün b u n ları nereden biliyorsun?»
«Büyükanneden. H epsini o anlattı bana.»
îh tiy a r sessiz adım larla yürüyordu. Kendi düşüncelerine dalm ış gibiydi. Der^ !ken b ir ara, «Ama b ir kere T a n rı’y ı unutan, b ir kere T a n rı’dan kaçan, artık ger i dönemez,» dedi. «Çünkü, a rtık Tann da onu unutm uş olur.»
«Yoo, h ayır dedeciğim! G eri dönüleb ilir! H er zaman dönülebilir. B unu da büyükanneden öğrendim . Zaten hikâye kitabım da da öyle yazıyor. Ama sen da
H E t D İ 255
ha okum adın benim kitabım ı. Eve döner dönmez sana okuyayım . Gör, bak, ne güzel b ir hikâye var içinde.»
Tepeye v a rd ık la rı zaman H eid i ku lü beye daldı, az sonra kolunun altında k itabıyla döndü. Dede hâlâ derin derin düşünüyordu. Tahta kanepeye oturm uştu. H eidi onun yanına tırm andı, oturup yerleşti, kitapta en güzel hikâyeyi açtı.
Kendi babasının sürülerine çobanlık ederken dünyada isteyebileceği her şeve sahip olduğu halde isyan eden, babasının servetinden payını isteyen, evinden uzaklaşıp kendi başına yaşam ayı düşleyen evlâd ın hikâyesini okum aya başladı. Elm - dekini, avucundakini aptalca harcayıp, h ar vurup harm an savurup bitird ikten sonra, domuz çobanı olarak işe girm ek zorunda kalm ıştı kitaptaki çocuk. S ırtına giyecek paçavralardan başka şeyi kalm am ıştı. Yemeği de, dom uzların b ıraktığ ı a rtık la rd ı. O zaman aklına babası geldi.
256 H E î D t
Ne kadar nankör b ir evlât olduğunu anlayıp iç in iç in ağlamaya başladı. Sonunda, «Babam ın yanma dönüp ondan beni bağışlam asını istem eliyim ,» diye karar verdi. Babasına, «Ben senin oğlun olmaya lâyık değilim . B eni yanına işç i olarak al,» diyecekti. Ama çocuk, babasının evine yaklaşınca, baba hemen onu tanım ış, ona doğru ilerlem iş ve.......
H eidi sözlerini burada kesip, dedesine sordu:
«Şim di ne olacak dersin, dedeciğim? Sence baba, oğluna kızacak, onu yanından kovacak m ı? Oysa, dinle de bak, ne o lu yo r!»
«Baba, oğlunun uzaktan gelmekte olduğunu görünce hemen ona doğru ile rle yip k o lla rın ı açti, onu kucaklayıp bağrına bastı. Oğlu ona, 'Babacığım , ben büyük günah işledim . A rtık senin oğlun olmaya lâ yık değilim ,’ dedi. Ama babası, hemen hizm etkârlara dönerek, 'Bana en
H E î D t 257
İy i pelerinim i getirin,’ diye seslendi. 'Oğlum un parm ağm a.şu yüzüğü takm , ayak- la n n a pabuç giydirin. Sonra b e sili b ir danayı kurban edin, oturup yiyelim , hep b irlik te sevinelim . Çünkü, çoktan ölm üş olan oğlum bugün yeniden hayata döndü. Kaybolm uştu ama, a rtık bulundu.’ »
«Ne kadar güzel b ir hikâye, değil m i dedeciğim?» diye sordu H eidi. Dedesinin h iç sesi çıkm ıyordu. Sessiz ve derin düşüncelere dalm ıştı ihtiyar.
Sonunda, «Evet H eidi, çok güzel b ir hikâye,» diyebildi. Yüzü hâlâ ciddîydi. Bunu göm nce H eidi de sustu. B ir süre kendi kendine kitaptaki resim leri inceledi.
B irka ç saat sonraydı. H eidi çoktan derin uykusuna dalm ıştı. Dede m erdivenlerden yu kan çıkıp , onun başucuna b ir lam ba tuttu, lam banın ışığında küçük k ızın uyuyan yüzüne baktı. Çocuk k o lla rını kavuşturm uştu. Sanki dua ederken
258 H E Î D Î
uyum uş gibiydi. K üçük yüzünde b ir barış ve güven ifadesi okunuyordu. İh tiy a r uzun süre ona baktı, sonra o da e llerin i ka\oışturdu, başın ı eğip yüksek sesle, «Ulu Tanrım , ben de sana k a rşı günah işledim, a rtık senin oğlun sayılm aya lâyık değilim ,» diye dua etmeye başladı. K onuşurken yanaklarından aşağı göz yaşları süzülüyordu.
E rtesi sabah Alm Amca, kulübesinin ününe çıkıp gülümseyen yüzüyle çevresine bakındı. Günlerden Pazar'dı. Hava çok güzeldi. V adinin aşağılarından k ilise nin çan sesleri duyuluyordu. Hemen dönüp kulübeye girdi, m erdivenin dibine yürüyerek yukarıya seslendi: «Heidi, a rtık kalk! Güneş doğdu bile. Güzel e lb iselerinden b irin i giy. K iliseye gidiyoruz bu sabah.»
H eidi hemen kalkıp çarçabuk Frank- fu rt’dan getirdiği elbiseyi sırtın a geçirdi.
H E î D î 259
aşağıya indi. Alm A m canın bu alışılm ad ık çağrısı onu pek m eraklandırm ıştı. Ama ihtiyara baktığı zaman bu şa şkın lığı daha da arttı: «Aman dedeciğim, bu güıpüş düğm eli ceketini hiç görm em iştim !» diye bağırdı. «Pazar g iysilerin ne kadar çok yakışm ış sana!»
İh tiy a r gülüm sedi, «Sana da elbisen çok yakışm ış,» dedi. «Haydi, yürü şim di.» Torununun e lin i tuttu, b irlik te yokuştan aşağı inmeye başladılar. Kasabaya yaklaştıkça her yandan çan sesleri duyulm aya başladı. Sesler vadide yankılanarak dağların doruklarına yükseliyordu. H er adım da daha da çın lıyo r, daha da zenginleşiyordu. H eidi kendinden geçerek bu sesleri dinlem ekteydi. «Bak, dedeciğim , duyuyor m usun? Bayram var sanki!» dedi.
Dedeyle H eidi kiliseye girdiklerinde, orada toplanm ış olanlar İlâ h ile rin i söyle
260 H E i D i
meye başlam ışlardı. Ama daha şarkın ın orta yerinde fısıldaşm alar b e lird i, «Alm Amca! Alm Amca gelm iş! Alm A m cayı gördünüz mü?»
K ısa sürede kasabanın tüm h alkı Alm A m canın kiliseye geldiğini duym uştu. K a d ın lar kend ilerin i tutam ıyor, başların ı çevirip çevirip arkaya, Alm Amca’yla H eid i’ye bakıyo rlard ı. V aiz başladığı zaman, herkes daha dikkat kesild i, b ir süre için arka sırada oturan Amca’yı unutmuş gözüktüler.
D ualar b itip Amca, elinden tuttuğu torunuyla kiliseden çıkınca, hemen papazın oturduğu eve doğru ilerled i. Bazı kim seler m erakla onlann peşine ta k ıld ıla r. İh tiy a rla çocuğun içeriye girdiğini görünce, m eraklı küm eler halinde topla- nıp kendi aralarında bu beklenmeyen olayı heyecanla tartışm aya koyuldular. İh tiy a rı dağın doruğundan aşağıya in d iren şeyin ne olduğunu b ir tü rlü anlaya
I IE t D t 261
m am ışlardı. İçlerin den pek çoğunun Alnı Amca hakkındaki düşüncelerini değiştirmeye b aşlad ıklan görülüyordu. «Ters b ir adam!» diye ta n ıd ık la rı bu kişin in , küçük çocuğa n asıl sevgiyle baktığını düşündükçe, onun san d ıkları kadar da kötü yüre k li olam ayacağı karanna varıyo rlard ı. Zaten öyle kötü b ir insan olsa, papazla konuşm aktan da korkm ası gerekirdi. O sırada fırın c ı da onlara bazı şeyler h a tırlatm ak gereğini duydu: «Ben size söylememiş m iydim ?» dedi. «Kendisine kötü davranan b ir dedenin yanına dönmek için öyle güzel b ir evi, hangi çocuk feda ederdi zaten?»
Böyle böyle, kalabalığın içinde ih tiyara karşı daha dostça duygular uyanmaya başlıyordu. H epsi de büyük b ir sab ır içinde papazın kapısında bekliyor, sanki çok uzun b ir a yrılıktan sonra araların a dönen b ir dosta, 'H oş geldin!’ demeye hazırlanıyorlardı.
262 H E t D 1
Amca, eve girdikten sonra, papazın çalıştığ ı odanın kapısına vurdu. Papaz onu, sanki geleceğini b iliyorm uş gibi karşıladı. İh tiy a rın kiliseye g irişin i görm üştü zaten. Hemen ona doğru yürüyüp e lini tuttu, sıktı. B u dostça karşılam a üzerine ih tiya r b ir an iç in söyleyecek söz bulam adı. Ama kendini çabuk topladı, «Alm’daki kulübem e geldiğinizde size söylediğim sözlerden dolayı özür dilem ek istiyorum . İy i n iyetli öğütlerinizi dinlemediğim, in a tçılık ettiğim iç in lütfen beni suçlam ayın. Sizin hakh, benimse haksız olduğum u şim di daha iy i anlıyorum . Bu yüzden de sözünüzü din liyo r, k ış için D o rfli’deki eve taşınıyorum . Soğuk mevsimde yukarda yaşam ak bu çocuğa zaten iy i gelemezdi. Sağlığı çok hassas. B uranın h a lk ı gerçi bana pek güvenm iyor ama, ben de bunu hakettim zaten,» dedi.
Papazın iy ilik yansıtan gözleri sevinçle parlam ıştı. îh tiy a n n eline b ir kere da
H E î D î 263
ha sarılarak derin heyecanlar saklayan sesiyle, «Çok büyük m utluluk duydum, komşu,» dedi. «Bizim aram ızda yaşam ayı kabul ettiğin için hiç b ir zaman p işman olm ayacaksın. Kapım sana her zaman a çıktır. Um arım kış boyunca b irlik te çok güzel akşam lar geçiririz. Çünkü, senin dostluğuna çok büyük değer veririm . Küçüğün de burada birçok oyun arkadaşı olacaktır.»
Papaz, H e id i’nin k ıv ırc ık saçların ı şefkatle okşadı, sonra çocuğun elin i tuttu, on ları kapıya kadar geçirdi. K apının eşiğinde vedalaşm alarını seyredenler, papazla Alm Amca’nın çok iy i dost oldukla rın ı anlam akta gecikm ediler.
K apı, ih tiyarın arkasından kapanır kapanmaz, herkes her yandan seslenmeye, Alm Am ca'yı selâm lam aya başladı, «Seni tekrar burada görmek ne güzel. Amca!», «Geri döndüğüne sevindik. Amca.
264 H E 1 D I
Seninle konuşm ayı çoktan beri istiyo rduk. Beklei'iz.»
Amca, onlara kışm D o rfli'd eki evine yerleşeceğini söylediği zaman, kalabalı- ğm içinden öyle jf-üksek sevinç ç ığ lık la rı e k s e ld i k i, duyan, Alm Amca’y ı köyün cn sevilen insanı sanırdı. Ç iftçile r ih tiya rla çocuğun yanına ka tılıp on ları patikanın başına kadar geçirdiler. Veda ederken herkes o n ları gelecek gelişlerinde evlerine gelm eleri iç in davet ediyordu. Sonunda onlar, kö ylüler döndüğünde ih tiyar b ir süre peşlerinden baktı. B akışlarında öyle ış ık la r p ırıld ıy o rd u k i, H eid i gözlerin i ondan alam adı. «Dedeciğim,» diye fısıld ad ı. «Bugün her zam ankinden daha sevim li görünüyorsun. Daha önce hiç böyle görm em iştim seni.»
İh tiy a r gülüm seyerek, «Öyle m i?» dedi. «Bugün çok m utluyum da ondan Hei- di. T a n rıy la ve insanoğluyla barış iç in de yaşam ak çok güzel b ir şey! Seni Alm
H E t D î 265
dağına geri göndermekle T an rı, bana çok büyük b ir iy ilik etm iş oldu.»
Çoban Peter'in kulübesine vard ık ların d a dede kap ıyı açıp içeriye girdi. Hei- di de peşinden yürüdü.
«Günaydın nine,» diye seslendi Alm Amca. «Sonbahar rü zg ârlan başlam adan bu evde b irkaç onarım daha yapmamız gerek galiba.»
Nine, «Tanrı yardım cım olsun!» diye bağırdı. «A m canın sesi bu!» Kadın hem şaşırm ış, hem de çok sevinm işti. «Şim di bize yaptığın büyük iyilik le rin d e n dolayı sana teşekkür edebilirim . Amca,» dedi. «Tann yardım cın olsun! T an rı sana ne istersen versin!» İh tiy a r, onun titreyen e lin i tuttuğu zaman kadıncağız, «Seni bilm eyerek incittim se bile, ne olur, H eid i’y i benden uzaklaştırarak beni cezalandırm aya kalkışm a,» diye yalvardı. «Bu çocuğun benim için ne kadar büyük an-
266 H E i D 1
;am taşıdığını bilem ezsin.» H eid i’yi bağrına basm ış, sım sıkı tutuyordu.
«Üzülme nine. Ne seni cezalandıracağım, ne de kendim i. A rtık bundan sonra b ir aradayız. T anrı izin verirse, uzun süre de b ir arada kalacağız.»
O sırada Peter, büyük b ir gürültüyle eve dalıyordu. Çok acelesi vardı anlaşılan. E linde b ir mektup tutuyordu. Daha önce hiç mektup görmemiş gibi davranıyordu. M ektup, H e id i’ye gelm işti. D o rfli’deki postaneden onu Peter’e verm işler, H e id i’ye götürm esini söylem işlerdi. H eidi m ektubu açtı, yüksek sesle okumaya başladı. C lara’dan geliyordu.
Clara, H eidi gittikten sonra günlerin nasıl tatsız geçtiğini, ne kadar çok s ık ıldığını anlatıyordu. Bu yüzden babasına yalvarm ış, gelecek sonbahar kendisini Ragatz’a götürm ek üzere ondan söz alm ıştı. Ragatz'a gelirse, H e id i’y i de görecek b ir fırsa t çıkm ış oluyordu. Büyükan
11 E 1 D i 267
ne de C lara ile b irlik te gelmek niyetindeydi. O da Alm dağına çıkm ak, H eid i’ yi ve dedesini ziyaret etmek istiyordu. Büyükanne ayrıca nineye biraz kahve gönderiyordu. E km eklerini ku ru kuru yemek zorunda kalm asın diye. C lara da b ir an önce Alm ’a gelip nineyi görmek, onunla tanışm ak için sabırsızlanıyordu.
Bu m ektuptan sonra sorulacak öyle çok soru, tartışılacak öyle çok konu o rtaya çıkm ıştı k i, dede vaktin ne kadar çabuk geçtiğini fa rk edemedi. Haberlere herkes çok sevinm işti. Ama ninenin de dediği gibi, en büyük sevinç, eski b ir dostun tekrar araların a dönmesinden doğuyordu. O nlar giderken, nine arkalarından seslendi: «Yine gelin, Amca! Sen de küçüğüm! Y arın gelin!»
İk is i de geleceklerine söz verdiler.
268 11 E i D 1
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
G
V O l HAZIRLIKLARI
ÜZEL b ir eylüj_ sabahıydı. Hei- d i'n in evine dönm esini sağlayan iy i 5'ürekli doktor, Sese- m an’larm evine doğru yürü
yordu. Yüzünde çok üzgün b ir ifade vardı. İlkbah ardan bu yana çok yaşlanm ış görünüyordu. K a rısın ın ölüm ünden bu yana bütün sevgisini verdiği, bütün m utluluğunun kaynağı olan tek k ızın ı birkaç ay önce kaybetm işti. Onun ölümünden bu
yana da doktorun eski neşesinden, eski parlak kişiliğinden eser kalm am ış gibiydi.
Sebastian, kap ıyı büyük b ir saygıy- la açtı. Doktor, yalnız evin efendisinin değil. Bayan C lara’n ın da en yakın dostuydu. A nlayışlı, iy i y ü rekli davranışlarıy la evde herkesin büyük sevgisini kazanm ış b iriy d i.
H izm etkârın önü sıra m erdivenlerden yukarıya çıkarken doktor, «H er şey yolunda m ı?» diye sordu.
O sırada üst kat holünden Bay Sese- m ann’m sesi duyuldu;
«Ah, geldiğine çok sevindim !» diye k a rşıla d ı arkadaşını. «Şu İsviçre yolculuğunu b ir kere daha konuşm am ız gerek. C lara'nın artık biraz daha iy i olduğu o rtada. Sen hâlâ onu yola çıkarm am ak kararında direniyor m usun?»
«Sevgili dostum Sesemann, ne biçim insansın sen?» dive k a rşılık verdi dok-
270 II E t D î
’or. «Üçüncü kere beni evine çağırıyorsun ve üçünde de aynı soruyu soruyorsun.»
«Evet, h aklısın . A rtık b ıktığ ın için seni suçlayacak değilim . Ama durum u her halde anlıyor sundur, aziz dostum. Çocuğa söz verdiğim , o kadar um ut bağladığı, aylarca beklediği b ir şeyi şim di yapm ayacağım ı söylemek çok güç. G eçirdiği zor günlere dayanabilm esini bile, bu yolculuk um uduna, H e id i’y i yeniden görebilm e um uduna borçlu. Şim di, tam iy ileşmeye yüz tuttuğu sırada, bu um udu elinden alıp onu tekrar üzmeyi içim götürm üyor. Yapam ayacağım bunu galiba.»
«Yapmaya m ecbursun, Sesemann.» D oktorun sesi ciddîydi. A rkadaşının pek üzgün durduğunu görünce devam etti: «Kendin de düşün b ir kere. Y ılla rd an beri C lara bu kadar kötü b ir yaz geçir- m em işti. Y olculuğa çıkarsa durum u daha da teh likeli o lur. Hem, mevsim de artık eylül. G erçi belki îsv içre dağlarm -
H E î D î 271
da hâlâ güneş p a rlıyo rd u r ama, oraya gittiğinde havayı soğumuş da b u la b ilir. G ünler gittikçe kısalıyo r. Ragatz’dan Alm dağına gitm ek b irkaç saat sürer. Sonra C lara 'yı dağa kadar da taşım ak gerek. Y ani sözün kısası, bunların olabilm esine im kân yok, Sesemann. Ama istersen onunla ben kendim konuşurum . A k ıllı çocuktur. Gelecek bahara onu tedavi iç in Ra- gatz'a götürebilirsek, kendini de yeterince güçlü hissediyorsa, o zaman dağ gezisinden daha çok zevk a la b ilir. İyileşm es i iç in ona çok dikkat etmeye, çok iy i bakm aya mecburuz.»
Bay Sesemann ayağa kalktı, her zaman yaptığı gibi odanın içinde gezinmeye koyuldu. B irden arkadaşının omzuna dokunarak, «Doktor, sana b ir önerim var,» dedi. «Sen de son zam anlarda pek iy i görünm üyorsun. E sk i günlerdeki doktora h iç benzem iyorsun. Senin de b ir değişikliğe, biraz dinlenmeye ihtiyacın var.
272 H E Î D İ
Aklım a ne geldi, b iliy o r m usun? Bizim adım ıza sen Alm dağına gidip H eid i'yi ziyaret et.»
Bu öneri doktoru pek şaşırtm ıştı. Hemen k a rşı çıktı. Gitmemek için b ir sürü neden ile ri sürmeye başladı. Ama Bay Sesemann ona fırsa t verm ek niyetinde değildi. Y ani, bulduğu bu plandan öyle memnundu k i, doktoru kolundan yakaladığı gibi, hemen C lara’nm odasına yürüttü.
Odaya g irer girm ez kendisi Clara'nm elin i tuttu, durum u ona anlatm aya ça lıştı. İsv içre yolculuğunu kendisinin de ne kadar çok istediğini b e lirtti ve oradan çabucak ana konuya geçti. C lara’nm gitmesi bugün için olacak şey değildi. Ama onun yerine, yakın dostlan doktor oraya gid eb ilir, ta tilin i orada geçirebilirdi.
C lara neredeyse ağlayacaktı. Göz y aşların ı saklam aya çalışıyo r, babasını üzmek istem iyordu ama, yolculuk plan-
H E î D î 273
la n n ın aksam ası küçük kız için çok büyük üzüntü nedeniydi. Nice günlerini hep bu yolculuğun hayalleriyle tek başına geçirm işti. Ama babasının kend isini boşu boşuna böyle üzmek istem eyeceğini de biliyordu. Y utkunarak göz yaşlarına engel olmaya çalıştı. D oktorun e lin i tutup ona yalvardı:
«Lütfen, doktor, siz gidip H e id i’y i görün. Sonra da gelip bana onun n asıl o lduğunu anlatın. Dedeyi, nineyi, çoban Peter’i, keçileri hep anlatın. Sanki hepsin i ben de çok yakından tanıyor gibiyim ! Hem, H eidi iç in hazırladığım arm ağanlar ı da götürürsünüz. Büyükannem de ona b ir şey göndermek istiyordu. Ne o lu r gidin, doktor. Eğer giderseniz, söz veriyorum , istediğiniz kadar b alık yağı içerim , h iç de sesim i çıkarm am .»
D oktorun yeni planı kabul etm esinin nedeni, belki aslında C lara’nın b a lık yağı içmeye söz verm esi değildi ama, gene
274 H E t D î
dc ‘ düşünceli dostumuz, gülümseyerek konuştu;
«Öyleyse gitm ekten başka çare ka lm adı! Senin şişm anlam anı, kuvvetlenm eni istiyorsam , gitm ek zorundaj'im demektir. Ne zaman yola çıkacağım ı da ka ra rlaştırd ın m ı bari?»
«Hemen, doktor. Ne kadar erken çıkabilirseniz. Y a n n sabah olmaz m ı?»
Bay Sesemann, kızın ın sözünü kesti, «H akkı var aslında,» dedi. «H azır hava güzel. Alm dağında geçirebileceğin b ir günü bile zij'an etmek çok yazık olur.»
D oktor gülmekten kendini alam adı. «Neredeyse bana bu sabah gitmediğim için çatacaksın, Sesemann,» dedi. «Anlaşılan yol h a zırlık la rım ı çok çabuk yapmam gerekiyor.»
Ama C lara b ir tü rlü doktorun yanından ayrılm asına izin verm iyordu. H e id i’ ye göndermek istediği b ir sürü haber vardı. D oktor bun ların hepsini yerine
H E t D i 275
ulaştıracağına söz verdi. Dönüşte de orada olup bitenleri b ir b ir anlatacaktı Cla- ra ’ya.
Büyük evlerin hizm etkârlarında, kendilerine söylenmeden olup bitenleri anlama yeteneği vard ır. Sebastian da bu geleneğe uym uş olm alı ki, doktoru geçirmek için kapıyı açarken kendini tutam ayıp fısıld a d ı: «Acaba sayın doktordan, küçük Bayan H eidi'ye benim selâm larım ı da u laştırm aların ı rica ed eb ilir m iyim ?»
D oktor gülüm sedi: «Aman Sebastian, sen benim gideceğim i nereden duydun hemen?»
Sebastian b ir an için utanm ış göründü: «Şey... aslında b ilm i... yan i... tam o sırada yemek odasının önünden geçiyordum, küçük Bayan H eid i’nin adının geçtiğ in i duydum, düşündüm k i...»
«Anladım , anladım ,» dedi doktor. «Selâm larını sahibine ulaştıracağım . A llaha ısm arladık, Sebastian.»
276 H E i D î
üoktor eşikten d ışa rı adım ım attı ama, atm asıyla geri çekm esi b ir oldu. Tam o sırada sabah yürüyüşünden dönen Bayan Rottenm eier de kapıdan içeri g irmek üzereydi. Rüzgâr eteklerini uçurdu- ğu iç in kadın, kapının ağzında yelkenli b ir gemi gibi görünüyordu. B u görünümünden h iç hoşnut olm ayan Bayan Rottenmeier, içe ri girme telâşı içinde fa rk ın da olm adan doktora küt diye çarptı. Zava llı çok da utandı. D oktora k a rşı büyük h ayran lık duyardı. Hemen saçların ı elleriyle düzelterek kendini toparlam aya çalıştı. Doktor, ona yeni p la n la rı anlattı, \'e H eidi'ye verilm ek üzere b ir paket hazırlam a iş in i yalnızca Bayan Rottenm eier’ in yapabileceğine inandığını, bunu ondan rica ettiğini söyledi. Sonra da veda edip çıktı, gitti.
C lara, Bayan Rottenm eier’in H eid i’ ye bu kadar çok armağan gönderilm esine karşı çıkacağını sanm ıştı ama, hiç de
H E İ D İ 277
öyle olm adı. Kadın, bugün pek iy i b ir gü- nündeydi. H atta paketler hazırlanırken C lara'nın seyretm esine bile izin verm işti. Paketlem ek aslında kolay b ir iş değildi. Gönderilen eşyalar hepsi ayn ayrı boyda, b irb irin e uym ayan şeylerdi. H eidi iç in kalın , kapişonlu b ir palto, nine için sıcacık b ir yün şal, b ir de ekm eklerin yerine, değişiklik olsun diye, b ir kek va rdı. Sonra C lara’nın önce Peter’e göndermeyi düşündüğü kocam an salam da vardı. Ama Clara, sonunda bu salam ı B ri- gitta'ya göndermeye karar verm işti. Pe- ter'e gönderirse, çocuğun hepsini kendi başına y iyip bitirm e tehlikesi vardı. Oysa B rigitta, akşam yemeğinde salam ı ç ık a rır, en U3'gun biçim de p ayla ştırırd ı. Dedeye de b ir torba pipo tütünü gidiyordu. Bütün bunlardan ayrı olarak, C lara’nın kendi elleriyle hazırladığı sü rp riz paketi de vardı. Bu pakette H e id i’y i sevindire
278 I I E İ D İ
cek ve şaşırtacak b ir sürü küçük şeyler doluydu.
Sonunda her şey hazırlandı. în san ı b ir bakışta etkileyen koskocam an paket, orta yerde şekillendi. C lara hayran gözlerle pakete bakıp duruyor, H e id i’n in bunu alınca n asıl sevinç ç ığ lık la rı atacağını gözünün önüne getirmeye çalışıyordu.
Bayan Rottenm eier zile basıp Sebas- tian’ı çağırdı, uşak gelince kendisi de en erjik hareketlerle paketin k a ld ırılıp om uzlanm asına yardım etti. Sonunda Se- bastian, paketi doktorun evine teslim etmek üzere yola koyuldu.
H E i D i 279
ON ALTINCI BÖLÜM
A L M ’DA BİR KONUK
A B A H LE Y İN gökyüzü p ır ıl pı- n ld ı. Sabah ış ık la n dağların üzerine dökülüyor, ta tlı b ir rüzgâr kö kn arların yaşlı dalla
rın ı h afif h a fif sallıyordu. H eid i gözlerini açtı. Onu uyandıran, rüzgârın ağaçlarda çıkard ığ ı sesti. Hemen yatağından sıçrayıp çabucak giyindi. M erdivenlerden aşağıya indiği zaman dedesini kapının önüne çıkm ış, havanın n asıl olacağını an
lam ak ister gibi gökyüzünü inceler b u ldu. K üçük pembe b u lu tla r dolaşıyordu yukarda. Ama gittikçe seyrekleşiyorlar, mavi lekeler daha genişliyordu. O sırada güneş de kendini gösterdi, dağların doru k la rın ı b ir anda a ltın rengine boyadı.
«Aman, ne güzel!» diye h aykırdı H ei- di. «Günaydın dedeciğim !» demeyi ancak bundan sonra a k ıl edebildi.
İh tiy a r, çocuğun k ıv ırc ık saçların ı okşayarak, «Ne kadar erken kalkm ışsın,» diye şaşkın lığ ın ı b e lirtti. Sonra, keçileri sağmak üzere küçük ağıla girdi. Az sonra da ik i keçi otlağa çıkm ak üzere, dışarıd a bekliyordu. U zaklardan Peter’in ıslığ ı duyuldu. B ir an içinde bütün keçiler H e id i’nin çevresini sardı. Peter, tekrar keskin b ir ıs lık öttürdü, keçiler isteksizce ilerlem eye başladılar.
Peter, «Bugün bizim le geliyor musun?» diye sordu.
«H ayır, Peter, bugün gelemem,» de
H E Î D İ 281
di H eidi. «Fran kfurt'd aki dostlar her an geleb ilirler. G eldiklerinde burada o lm alıyım.»
«Hep böyle diyorsun zaten,» diye hom urdandı Peter. «G elirlerse Amca burada işte.»
O sırada Am ca’mn da sesi duyuldu; «Bugün bu ordunun nesi var böyle? Yerinden kıpırdam ak istem iyor. Kabahat generalde m i, yoksa erlerde m i dersin?»
Peter hemen dönüp kırb a cın ı havada şaklattı. B u sesi çok iy i tanıyan keçile r h ız lı h ız lı dağ yoluna koyuldular. Peter de peşlerinden uzaklaştı.
H eidi geldiğinden beri evde yapacak çok iş buluyordu. Böyle şeyler daha önce hiç aklın a gelmezdi. H er sabah yatağını dikkatle yapıyor, aşağıya inip m utfağı topluyordu. Sonra da odadaki sandalyeleri düzenliyor, dağınık ne varsa dolaba yerleştiriyordu. Bundan sonra sıra toz alm aya geliyordu. K üçük sandalyenin
282 l i E i D I
Üzerine basıyor, m asanın üstünü p ırı] p ırıl oluncaya kadar ovalıyordu. Dede, bütün bunlardan pek memnundu. K u lü beye girince çevresine bakm ıyor, «Bugünlerde ev öyle temiz k i, her gün pazarm ış gibi,» diye m ırıldanıyordu. H e id i’ nin F ran kfu rt gezisi pek de boşa gitm iş sayılm azdı.
K üçük kız bugün de işlerin e her zam anki düzeni içinde başladı ama, havanın güzelliği onu çarçabuk dışarıya çekti. Pencereden içeriye süzülen ış ık ona, «Hadi, çabuk, dışarıya gel!» derm iş gibiydi. B u durum da içerde kalm asına olanak yoktu tabiî, tşin i çabucak b itirip d ışa rıya koştu. Güneş dağların üzerinde p ırıl p ır ıl p arlıyo r, vadiyi aydınlatıyordu. H eidi b ir an oturup çevresini seyretti. Dede gene sundunnada çalışıyordu. Ara sıra o da d ışarı çık ıp küçük kıza gülüm süyor, tekrar içeri giriyordu. B ir seferinde o içe
I I E İ D f 283
riye girer girmez, H eidi arkasından seslendi: «Dede, dedeciğim! Çabuk,gel!» İh tiyar çabucak ç ık tı. Çocuğun başına b ir şey geldi, diye korkm uştu. H eid i'n in , «Geliy o rla r! G eliyorlar! îlk gelen doktor oldu! » diye haykırarak patikaya doğru koştuğunu gördü.
K üçük kız e lle rin i ileriye doğru uzatm ış, eski dostunu karşılam akla koşuyordu. Onun yanına varınca, hemen eline sarıld ı, sevgi dolu b ir sesle, «Günaydın Dok- toi’I» dedi. «Size o kadar teşekkür borçluyum ki!»
«Tanrı seni kutsasın, H eidi! Neden teşekkür borçluym uşsun bana?»
«Eve dönmemi sağladığınız için.»D oktorun yüzü sevinçle aydınlandı.
Bu kadar güzel b ir karşılam a beklem iyordu. Dağ yoluna tırm anırken kendini çok yalnız hissetm işti. îç i hüzünle doluydu. Çevresindeki güzel m anzarayı gözü bile görm üyordu. H e id i’nin kendisini
284 H E î D 1
:am yacağından bile kuşku duym aklaydı. Beklenen dostlan getiremeden, kendi basma gelişinin, küçük kızda hayal k ırık -, lığ ı uyandıracağından da korkuyordu. Oysa H eidi, karşısınd a neşeden coşarak duruyor, iç i sevgi ve şükranla dolu, konu- ğur} e lin i bırakam ıyordu.
D oktor babaca b ir sevgiyle onun e lini tuttu; «H aydi kızım ,» dedi. «Beni dedenin yanına götür. E v in izi göster.»
Ama H eidi yürüm edi. G özleri patikanın aşağılanna d ikilm işti. K üçücük yüzünde üzüntü okunuyordu. «Clara ile büyükanne nerede?» diye sordu.
«Sana anlatacaklarım var, H eidi. B un lara senin de benim kadar üzüleceğini biliyorum . Bak, yavrum , bu sefer ben buraya tek başım a geldim. C lara çok hastalık geçirdi. Yolculuğa çıkam adı. Öyle olunca, büyükanne de gelmedi. Ama ilkbaharda, havalar ısınm aya, günler uza
II E î D i 285
maya başladığı zaman ik is i de ke sin likle gelecekler.»
H eidi şaşalam ış gibiydi. Beklediği şeylerin gerçekleşem em esini kabul etmek kolay değildi. Doktor, karşısında sessiz dm-uyordu. O rtalıkta köknSr d alların ın rüzgârda çıkard ığ ı sesten başka çıt yoktu. B irden H eid i'n in düşünceleri berraklaştı. Ne de olsa, doktor kalkm ış, buralara kadar gelm işti. G özlerini kald ırd ı, konuğunun yüzüîıe baktı. Ama bu yüzde derin b ir üzüntü okudu. D oktorun yüzünü h iç böyle görm em işti. îç i acım a duygusuyla doldu. H er halde fclara ile büyükannenin gelem eyişine üzülüyordur, diye karar verdi ve onu avutm anın yolla rın ı aradı.
«O lsun... ilkbahara ne kald ı k i!» dedi. «H avalar düzelince g e lirle r elbette. B uralard a kış h iç b ir zaman fazla uzun sürmez. Hem İlkbaharda gelirlerse daha uzun k a la b ilirle r. C lara bundan çok hoş
286 II E i D t
lanacaktır, em inim ! Şim di dedeye gidelim .»
Doktorla cl ele, kulübeye doğru ile rledi, neşeyle dedesine seslendi. «Daha gelem ediler dedecigim, ama uzun sürmeyecek.»
Dedenin gözünde doktor yabancı değildi, çünkü H eidi ondan çok söz etm işti. İh tiy a r, konuğunu içten lik le k a rşıla dı, ik is i tahta kanepeye oturdular. Onların yan tarafında H e id i’n in de sığacağı kadar yer kalm ıştı. O da iliş ti. D oktor anlatm aya başladı:
«Bay Sesemann benim gelmemi istedi. Ben de razı oldum . Çünkü uzun süreden beri kendim i pek iy i hissetm iyorum . Tem iz dağ havasm ın bana da iy i geleceğini düşündüm .» Uzanıp küçük k ıza baktı. «H eidi, biraz sonra buraya b ir şey getirecekler. Onu Fran kfurt'dan beri yanım da taşıyorum . O şey seni, yaşlı doktorundan çok daha fazla sevindirecek.»
H E 1 D î 287
H eidi hemen ilg ilenm işti. Acaba gelecek şey ne o la b ilird i? D oktor h iç b ir ipucu verm iyordu.
Dede bu arada, doktora sonbaharm bu güzel günlerini Alm ’da geçirm esi için ısra r etm ekteydi. H iç değilse hava güzel olduğu günler dağa çıkabileceğini söylüyordu. «Burada kalm anızı öneremem, çünkü yerim iz yok,» dedi. «Ama isterseniz D o rfli’deki küçük, sevim li handa b ir oda tu tab ilirsin iz. Ragatz'a döneceğiniz yerde, orada k a lır, sabahlan buraya gelirsin iz. Çevrede size göstermekten zevk duyacağım çok güzel yerler var.»
B u öneri, doktorun öylesine hoşuna gitti k i, hemen ka ra rla r verild i, program la r ayarlandı.
Zaman çabucak geçiyordu. Neredeyse öğle olacaktı. Alm Amca ayağa ka lktı, kulübeye g irip küçük b ir masa getirdi, tahta kanepenin önüne koydu. «Şim di, H eidi, yemek için gerekli olan şeyle-
288 H E i D 1
n buraya getir,» dedi. «Doktor, bizim yediğim iz basit yiyeceklere razı olm ak zorunda kalacak ama, h iç değilse sofram ızı kurduğum uz güzel yeri beğeneceğine eminim.»
«Gerçekten çok güzel,» dedi Doktor. Gözleri vadinin aşağılarım tarıyordu. «Davetinizi sevinçle kabul ediyorum . Böyle b ir yerde insan ne yese tadı güzel gelir.»
H eidi telâşlı b ir sincap gibi, içe ri dışarı koşuşup duruyordu. Dolapta ne b u lduysa getirm işti. Dede, yem ekleri hazırladı ve az sonra elinde altın rengi kızarmış peynirle çıkageldi. Kendi eliyle k ızartm ış olduğu etten ince d ilim le r kesti. Doktor bu yemeği b ir yıldan beri gösterm ediği b ir iştahla yiyip b itird i.
«Evet, C lara gerçekten buraya gelm eli,» diyordu. «Bu gezi ona yepyeni b ir güç kazandıracak. îşta h ı da benim ki ka
H E î D î 289
dar a çılırsa göz açıp kapayıncaya kadar tom bul, güçlü kuvvetli b ir kız olur.»
O konuşurken, patikadan yukarıya doğru çıkm akta olan b ir adam b e lird i. S ırtınd a kocam an b ir kutu taşıyordu. Solu k soluğa kulübenin önüne gelip ağır yükünü yere in d ird i. Rahatlam ış gibi iç ini çekip bekledi. Doktor, «îşte F ra n kfu rt’ dan buraya yanım da getirdiğim şey bu,» dedi. Atağa kalkıp, kutunun üzerindeki kâğ ıtlan açtıktan sonra, «Gel küçüğüm , hâzineyi kendi ellerin le çıkar,» diyerek kanepeye döndü.
H eidi, açtığı her paketin içind ekilere kocaman, şaşkın gözlerle bakıp duruyordu. Doktor, kutulardan b irin in kapağını açarak, «Bak, H eidi,» dedi. «Bunu nine, kahvesiyle beraber yesin diye, gönderdiler.»
H eidi, kutudan çıkan keki eline alıp sevincinden sıçram aya başladı. «Nineye b ir kek! Nineye b ir kek!»
290 H E 1 D i
Hemen aşağıya koşup bu arm ağanı nineye ulaştırm aya can atıyordu. Ama dedesi onu akşam a kadar beklemeye ra zı etti. O zaman doktoru da yolun y a rısına kadar geçirm iş olurdu.
O sırada H eidi, kutudan b ir torba tütün çıkarm aktaydı. Onu dedesine uzattı, dedesi de açıp piposunu doldurm aya koyuldu. îk i adam tekrar kanepeye yerleştiler, H eid i’y i de C lara'nın arm ağanların ı incelem ek üzere yalnız b ıra k tıla r. K üçük kız hepsini tadını çıkara çıkara gözden geçirdikten sonra yerlerine yerleştird i ve dedesiyle konuğun yanma geldi. B ir an sessizlik olunca ciddî b ir sesle konuğa, «H iç b ir şey beni sizin buraya gelmeniz kadar sevindirm edi, doktor,» dedi.
îk i erkek, onun bu çocuksu ciddiyetine gülm ekten kend ilerini alam adılar.
Güneş dağların arkasında batarken konuk izin isteyip ayağa kalktı, D o rfli’ye
H E 1 D î 291
İnm ek üzere yola koyuldu. Dede, nineye gönderilen arm ağanları koltuğunun a ltına kıstırm ıştı. K eki, büyük salam ı, yün şalı, hepsini! Doktor, H eid i'n in e lin i tuttu, hep b irlik te Peter'in kulübesine kadar yürüdüler. Oraya varınca H eidi, doktora iy i akşam lar diledi ve beklenm edik b ir soru sordu.
«Y arın benim le ve Peter'le b irlikte keçileri otlağa çıkarm ak ister m isiniz, doktor?»
«O lur H eidi, hep b irlik te gideriz!»
D oktor bu yeni öneriyi sevinçle ka rşılam ıştı. îk i erkek yokuştan aşağı inm eye devam ettiler. H eidi kulübeye girdi. İlk girişinde keki, ik in c i seferinde salam ı, en sonunda da şa lı içeriye taşıdı. Hepsin i ninenin yanıbaşm a koyup, ih tiyar kadının o n lan elleriyle yoklayabilm esini sağladı. Ş alı ise, ninenin dizlerine serdi.
«B unlar, C lara'dan geldi, nineciğim ,»
292 H E î D î
dedi. «Clara ile F ra n kfu rt’daki büyükanne yollam ışlar.»
B rigitta da, nine de çok şaşırm ışlardı.
«Keke çok sevinm edin m i, nineci- ğim?»
«Evetl H eidi. Ne kadar iy i in san larm ış bu insanlar!» N ine eliyle sıcacık, jm- m uşacık şa lı yokluyordu. «Ne kadar güzel! K ış ın soğuk günlerinde beni n asıl ısıtacak! Ömrümde bu kadar lüks b ir şeye sahip olacağım aklım a gelmezdi.»
N inenin şala kekten daha çok sevinmesi, H eid i'yi şaşırtm ıştı.
B rig itta da, gözlerinde tapınm aya benzer b ir ifadeyle salam a bakıyordu. Ömründe bu kadar kocam anını görmem işti.
O sırada Peter koşarak içeriye girdi. «Alm Amca da peşim de... Bugün H e id i...» diye başladı, ama gözleri m asanın üstün
H E î D î 293
deki salam a ilişin ce sözleri boğazına tak ıld ı kaldı.
Dede a rtık nineye uğram adan bu kulübenin önünden geçmez olm uştu ama, bugün vakit oldukça geçti. Y alnızca kapıdan seslenm ekle yetindi. H eidi hemen dışarıya, onun yanına koştu. Dedesi, küçük kızın e lin i tuttu, y ıld ız la n n ışığında b irlik te doruktaki sessiz kulübelerine doğru uzaklaştılar.
294 H E î D î
ON YEDİNCİ BÖLÜM
BİR TESELLİ
R T E S l sabah erkenden Doktor, yanında Peter ve keçilerle b irlikte Alm ’a tırm andı. Adam da, çocuk da, sessizce
yanyana yürüyorlard ı. D oktor b irkaç kere Peter’le konuşm aya çalışm ış, ama çocuk inatla sessizliğini korum uştu. Tepede, Alm kulübesinin önünde H eidi, yanında ik i keçisiyle b irlik te o n ları bekliyordu.
Peter, ona gene her sabahki gibi, «GeUyor m usun?» diye sordu.
«Elbette. Eğer doktor da gehyorsa.»Peter'in gözleri, yanındaki adama
kuşkuyla baktı.O sırada Alm Amca da, elinde yemek
paketiyle kulübeden çıkıyordu. Paketin ip in i Peter’in omuzuna geçirdi. Bu sefer yem ekler her günkünden daha ağırdı. Çünkü dede, doktor için de b ir şeyler koym uştu. B elki konuk, otlakta uzun süre k a lır, çocuklarla b irlik te öğle yemeği yemek isterdi. Peter, om uzundaki paketin a ğ ırlığ ın ı hissettiği anda, yüzündeki üzgün ifade silin ive rd i. D üşünceleri artık paketin içinde güzel ve değişik yiyecekler olabileceği konusuna yönelm işti.
Y o lculuk hemen başladı. Doktor, H eid i'n in elinden tuttu. B u sefer konuşm aları başlatm akta pek güçlük çekmedi. H eid i'n in ona keçilerle, dağlarla, çiçeklerle, ku şlarla ilg ili olarak anlatacağı öy
296 H E î D î
le çok şey vard ı ki, vaktin n asıl geçtiğini anlayam adan kend ilerin i otlakta buldular. H eidi, doktoru kendi en sevdiği kö şeye götürdü, çevredeki y e şillik le rin üzerinde gözlerini m utlulukla dolaştırdı. B akışların d a sevinç p arıld ıyo rd u H eid i’nin. Konuğuna bakıp, onun da bu çevreden kendisi kadar m utlu olup olm adığını anlam aya çalıştı. D oktor sessiz ve düşünceli görünüyordu. H eid i'n in gösterdiği yere oturm uştu. K üçük kızın soru soran heyecanlı b a k ışla rın ı fa rk edince, «Evet, H eidi, gerçekten çok güzel,» dedi. «Ama, insanın iç i acıla rla doluyken bu güzellikle rin zevkini n asıl ç ık a ra b ilir? Onu söyle bana!»
H eidi güven dolu b ir sesle, «Yoo, burada h iç kim se acı hissetmez,» dedi. «O yalnız F ra n kfu rt’da olur.»
D oktor sessizce gülüm sedi, sonra tekra r sordu:
«Ama insan F ra n kfu rt’dan buraya
H E ID î 297
gelirken a cıla n n ı da beraber getirm işse ne olacak? O zaman ne yapm ak gerektiğini de b iliy o r m usun, H eidi?»
H eidi en cid d î sesiyle, «Ne yapm ak gerektiğini bilm ediğim iz zam anlarda her şeyi T a n rıy a anlatm ak en doğru yoldur,» dedi.
«Sevgili yavrum , bu, gerçekten çok iy i b ir fik ir. Ama ya o a cıla n gönderen, T an n ’n ın ta kendisiyse? O zaman O’na ne söyleyebiliriz?»
Bu seferki soruya cevap bulabilm ek için H eid i’n in düşünm esi gerekti. Sonunda, «O zaman biraz beklememiz gerekir,» dedi. «Beklem ek ve beklerken de düşünmek doğru olur. K ısa sürede T anrı her şeyi düzeltecektir. Eğer biraz sabrım ız varsa, hemen ondan uzaklaşıp kaçm azsak, m utlaka iy i b ir şeyler o lacaktır ve o zaman, her şeyin ta başından beri en doğru biçim de yürütülm üş olduğunu da anlayacağız dem ektir. Y alnızca üzüntüyü
298 II E i D t
hissettiğim iz, b ir daha h iç iy i b ir şey olmayacak sandığım ız sıralard a bile.»
«Çok güzel b ir inancın var, H eidi. Bunu h iç b ir zaman kaybetme.» D oktor gene sessizleşm işti. İle rd e ki doruklara doğru bakıyordu. B ir ara, « B iliy o r musun, H eidi,» dedi. «İnsan acısından ötürü çevresindeki güzelliklerin tadım çıkaram ayacak durum daysa, bu güzellikler ona daha büyük a cıla r veriyor. Bunu anlayab iliyo r m usun?»
H eid i'n in aklına birden nine geldi. Bu güzellikleri b ir daha asla göremeyecek olan zavallı ih tiyar nine. Ne güneşin heybetini, ne dağ lan... B iraz düşündükten sonra, «Evet, anlayabiliyorum ,» dedi. Sesi çok yum uşaktı. «Ninenin de durumu öyleydi. İlâ h ile r onu tekrar m utlu edinceye kadar. İlâ h ile ri dinlemeye başlayınca yeniden iç i sevinçle dolmaya başladı, ondan sonra da m utlu oldu.»
D oktor bu sefer, «O İlâhilerden ha
H E t D î 299
tırlayab ild iğ in var m ı, H eidi?» diye sordu.
«Evet, var. B ir tanesini okuyayım size.» H eid i’n in sesi istek doluydu. Doktor başını salladı, H eidi e lle rin i kucağında kavuşturup ninenin en sevdiği İlâ h iyi yüksek sesle söylemeye başladı.
B u arada Peter biraz ilerde dikilm iş, kendi kendine öfkelenip duruyordu. Bu y aşlı konuk, H eid i'n in yam başından hiç ayrılm ıyordu. B u yüzden H eid i’yle tek kelim e konuşm a olanağı bulam am ıştı şu ana kadar. İçinden taşan h ırsla doktorun arkasına geçti, ona uzaktan yum ruğunu salladı. Güneşin a rtık tam tepelerine geldiğini görmüş, öğle yemeği vakti olduğunu anlam ıştı. Avazı çıktığ ı kadar, «Yemek v a k tiiii!» diye bağırdı.
H eidi, oturduğu yerden kalkıp, yemek paketini getirdi. Ama doktor h iç aç olm adığım söyledi, yalnızca b ir bardak süt istedi. H eidi de pek a çlık hissetm i-
300 H E i D i
•• ordu. Hemen Peter’in yanma koşup, ona doktorla kendisi iç in ik i kap süt sağmasını söyledi. Peter ona şaşkm şaşkm bakıp, «Peki, torbadaki yem ekler ne olacak?» diye sorunca H eidi,
«H epsini sen y iye b ilirsin , Peter,» dedi. «Ama önce sü tleri getir.»
Peter öm ründe bu kadar çabuk iş gördüğünü hatırlam ıyordu. S ütleri götürüp döndükten sonra yemek paketini açtı, içind eki h arika yiyecekleri gördü, iş te o zaman doktora bu kadar surat ettiği iç in kendinden utandı. Önce adamın ensesine doğru özür dileyen b akışlarla baktı, sonra büyük b ir iştahla yem ekleri mideye indirm eye koyuldu.
H eidi ile doktor uzun süre gezip dola ştıla r ve b ir yandan konuştular. Sonunda doktor, a rtık gitme zam anının geldiğini düşündü. H eidi de onunla b irlikte tepeden aşağı inmeye başladı. Alm Amca' nm kulübesinin önüne geldiler. Oradan
H E 1 D t 301
sonra doktor yoluna tek başına devam etti. Ara sıra başını çevirip H eid i’nin kendisine el sallayışına k a rşılık veriyor, «Kızım da hayatta olsaydı, o da böyle yapardı,» diye düşünüyordu.
Bundan sonra doktor her sabah Alm 'a çıkm aya başladı. Bazı günler, sohbetinden çok hoşlandığı Alm A m cayla çene çalıyor, onun vahşî hayvanlar konusunda olsun, başka konularda olsun anlattığı hikâyeleri zevkle dinliyordu.
E y lü l ayı böyle güzel günlerle dolu olarak geçip gitti. B ir sabah, doktorun yüzünde her zam anki kadar m utlu olm ayan b ir ifade gördüler. K onuk bu sefer onlara, bugünün b irlik te geçirecekleri son gün olduğunu, çünkü a rtık F ra n kfu rt’a dönme zam anının geldiğini söyledi. «Gitmek zorunda olduğuma çok üzülüyorum,» diye açıkladı. «Çünkü, a rtık Alm dağını kendi evim sayacak hale gelm iştim.»
302 II E i D i
Alm Amca da bu habere pek üzülmüş, o da doktorun dostluğundan pek hoşlanm ıştı. H eidi'ye gelince, sevgili dostunun buradan ayrılacağına inanm ak b ile istem iyordu. G özlerini onun yüzüne dikip yalvaran b akışlarla baktı. Ama doktorun k a ra rlı gülüm semesi, bu ziyaretin artık kesin lik le sona erdiğini ona anlatmaya yetti. K a lk ıp konuğu yolun y a n sına kadar geçirdi. Oraya vannca doktor, durup onun k ıv ırc ık saçların ı sevgiyle okşadı ve, «H eidi, a rtık benim ayrılm am gerek,» dedi. «Seni yanım da Fran kfu rt'a götürm eyi ne kadar isterdim , bilem ezsin!»
H eidi, F ra n kfu rt’u çok iy i h a tırlıy o rdu. Koca koca evleri, uzun caddeleriyle F ra n k fu rt’u, Bayan Rottenm eier’i, T in- nette’i... B iraz düşünüp cevap verdi, «Sizin buraya dönm enizi daha çok isterim .»
«H aklısın. O daha iy i olur, öyleyse Allaha ısm arlad ık H eidi.»
H E 1 D t 303
Gözleri b ir au doktorun iy ilik yansıtan gözleriyle karşıla ştı, sonra adam hemen dönüp vadiden aşağıya doğru yoluna devam etti.
H eidi, yerinden kıpırdam adı. Doktorun gözlerinde gördüğü yaşlar onu üzm üştü. Canı ağlam ak istiyordu. Yerinden fırla y ıp h ızla doktorun peşinden koştu. Yanına varınca h ıçkırarak, «Sizinle gelmek istiyorum !» dedi. «Yalnız izin verin, dedeme gidip haber vereyim !»
Doktor, çocuğun heyecanını y a tıştırmaya çalıştı: «Ah, sevgili H eidi, sen burada, köknar ağaçlarının arasında kalm alısın ,» dedi. «Yoksa, yeniden hastalanab ilirsin . Ama bana söz verm eni istiyorum . Eğer günün birin de hastalanır, tek başıma kalırsam , o zaman gelip yanım da kalır m ısın?»
«Tabiî, hemen gelirim ,» dedi H eidi. «Sizi de dedem kadar seviyorum diyebilirim .»
304 H E 1 D t
Doktor, ona b ir kere daha veda etti, H eidi de onun arkasından uzun uzun el salladı, ta gözden kayboluncaya kadar. D oktor b ir dönemeçte H eid i’ye son kez el sallarken içinden, «Burada yaşam ak çok güzel,» diye m ırıldandı. «însanın hem vücudu, hem ruhu yeniden d irilm iş gibi oluyor. Yeniden m utlu olm anın tadını a lıyor insan.»
H E î D 1 305
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
DORFLİ’DE KIŞ
LM kulübesinin çevresine k a rla r yığılm ıştı. Sanki pencerele r yer hizasından başlıyorm uş gibi görünüyordu. Eğer Alm
Amca hâlâ orada oturuyor olsa, o da her gün Peter’in yaptığını yapm ak zorunda kalacaktı. K a r yağan her gecenin sabahında, Peter pencereden d ışan atlam ak zorundaydı. Eğer k a rla r henüz buz tutm am ışsa, çocuk k a rla rın içinde öyle de
rin lere göm ülüyordu k i, yeniden kalkabilm ek için , elleriyle, ayaklarıyle büyük b ir çaba gösterm esi gerekiyordu. O zaman annesi, ona pencereden küreği uzatıyor, o da bu kürekle kapınm önünü küreleyip b ir yol açmaya çalışıyordu. Ama eğer buz tutm uşsa, o zaman evden ç ık m anın tek yolu, o pencereydi. Oradan da ancak Peter çıkabiliyord u. Bunun b ir tek iy iliğ i vardı. B uzlu günlerde Peter pencereden çıktığ ı zaman kendini katı b ir taban üstünde ayakta bulabiliyordu. Annesi öyle günlerde, ona kürek yerine, k ızağı uzatıyor, Peter kızağa binip istediği yere gidiyordu. Koca Alm dağı tekdüze b ir kızak alanı olup çıkıyo rdu çünkü.
B u kış Alm Amca sözünü tutm uştu. K a rla r yağmaya başlayınca hemen ku lü beyi kapatm ış, H eid i’yle keçileri yanma alıp, D orfli'ye taşınm ıştı. K ilise n in yanında, b ir zam anlar dedenin ailesine ait olan kocaman b ir ev vardı. Bugün a rtık bu ev
H E i D i 307
b ir y ık ın tı haline gelm iş denebilirdi ama, gene de görünüşü eski ihtişam ını b elli ediyordu. Amca b ir zam anlar yanında, oğlu Tobias’la D orfli'ye geldiğinde, bu terk edilm iş eve yerleşm işti. O günden bu yana boş kalm ıştı ev. Kim se oturm am ıştı orada. Boş kalınca daha da çok eskiyen, h ırpalanan evin her yanı delik deşikti. B uralardan giren rüzgâr, evin iç in de f ır dönüyor, yakılan her mumu, her şam danı söndürüyordu.
Ama b u n ları onarm ak Amca’nm elinden gelirdi. K ış ı D o rfli’de geçirmeye kara r verdikten sonra, sonbahar boyunca buraya sık sık gelm iş, onanm lara çoktan başlam ıştı. E kim ayında b ir gün H ei- d i’y i elinden tuttu, yeni evine gelip yerleşti.
Eve arkadaki kapıdan girilince, b ir taraftaki duvann tüm üyle yık ılm ış olduğu görülüyordu. Öbür yandaki duvar da harabe helindeydi ama, üzerindeki üstü
308 H E î D î
yuvarlak pencere hâlâ b e lli oluyordu. Pencereyi hep y e şillik le r bürüm üştü. Bu duvarın üzerindeki dam, kule biçim indeydi. Herhalde burası evin küçük kilise si olm alıydı.
Buradan geçince kocam an b ir hole g iriliyo rd u . H olün d uvarları ve tavam da kısm en y ık ılm ıştı. Tüm üyle çökm esin diye, sütunlarla destek yapıld ığı görülüyordu. Alm Amca buraya b ir paravan yerleştirm iş, yerleri de sam anla döşernişti. Çünkü, burayı keçi ağılı o larak kullanmak niyetindeydi.
Holden sonra birço k koridorlardan, daha küçük hollerden geçiliyordu. B u ralarda yer yer tavandaki yanklard an gökyüzünün göründüğü de oluyordu. Sonunda insan kendini ağır b ir tahta kapı önünde buluyor, onu açınca da hâlâ iy i durum unu koruyan büyükçe b ir odaya giriyordu. Bu odanın dört duvarı sapasağlam dı. K aplam alan bile. Köşedeki so
H E î D î 309
ba öylesine büyüktü k i, tavana değecek gibiydi. Sobanın beyaz ç in ile ri üzerine kocaman m avi resim ler yapılm ıştı. K im isi eski şatoları, kim isi köpeklerİ3'le ilerleyen avcıları, yüksek ağaçlar altında avlanan b a lık ç ıla rı gösteriyordu. Soban ın çevresine tahta b ir kerevet kondurul- m uştu. Buraya oturan, sobanın üstündeki resim leri uzun uzun seyredebilirdi.
Bu durunî, H eid i'n in daha ilk bakışta çok hoşuna gitm işti. Odaya ayak basar basmaz sobaya doğru koşm uş, kerevete oturup resim lere bakm aya başlam ıştı. Ama resim leri izleyerek ilerleyip sobanın öbür yanm a vardığında, arka tarafta daha da hoşuna giden b ir şey buldu. Soba ile duvarın arasına dört tahta yerleştirilm işti. Sanki içine elm alar depo edilecekm iş gibi. Oysa, ortada elma falan yoktu. B urası her halde H eid i'n in yatağı olacaktı. Alm kulübesindeki yatak gibi b ir şey. İç i saman dolu, üzeri çar
310 H E İ D Î
şaf örtülü b ir yatak, H eidi sevinçten deliye döndü. «Ah, dedeciğim! B urası benim odam ha! Ne kadar güzel! Ama sen nerede yatacaksm ?» diye sordu.
Dede, «Senin odanm sobaya yakm olm ası gerek ki, kış gecelerinde üşüm eyesin,» dedi. «Şim di sana benim yerim i de göstereyim.»
H eidi, dedesinin peşinden koştu, yan tarafa açılan kapıdan içeriye girdi. B u rası daha küçük b ir odaydı. İh tiy a r oraya kendi yatağını yapm ıştı. Tam karşıya b ir kapı daha geliyordu. H eidi, onu da açınca kendisini koskocam an b ir m utfakta bularak şaşırdı. Dedenin burada da epey onarım yapm ış olduğu belliydi. Ama daha yapılacak pek çok iş de onu bekliyordu. D uvarlardaki bazı y a rık ve deliklerden rüzgâr hâlâ girebiliyor, m utfağın içinde ıs lık la r çalabiliyordu.
H eidi, yeni evi çok beğenm işti. E rtesi gün Peter geldiğinde, ona her tarafı
H E Î D t 311
gezdirdi. O zamana kadar hepsini ezberlem işti küçük kız.
Eve yerleştikten dört gün sonra Hei- di, dedesine nineyi ziyaret etmek istediğini söyledi. «Onu daha çok yalnız b ıra kamam,» dedi. Ama dedesi izin vermeye yanaşm adı.
«Bugünle yarın olmaz,» diye karşılık verdi. «Alm dağını k a rla r kapladı. H âlâ da yağıyor. Peter bile güçlükle kendine yol buluyor. Senin kadar küçük b iri hemen karlara göm ülür k a lır. Kim se de kolay kolay bulam az. B iraz bekle. K a rla r donunca ko laylık la y ü rü r gidersin.»
H eidi başlangıçta epey sabırsızlandı, beklem ek zorunda kalm aktan hoşlanm adı. Ama günleri öyle doluydu k i, n asıl geçtiğini fa rk edem iyordu bile. Sabahları da, öğleden so n raları da okula gidiyordu. Çok çabuk ve çok hevesle yeni yeni şeyler öğrenmeye başlam ıştı. Peter’i okulda pek görem iyordu, çünkü çocuk
312 H E I D Î
oraya oldukça düzensiz devam ediyordu. Öğretmen çok i j i b ir adam dı. Peter’i sınıfta görem eyina', «Bugün de gelmem iş!» diye m ırıId a.ııyo rdu. «H er halde k a rla r çok yüksek olduğu için inem em iştir!»
Oysa akşam ları, okul saatinden sonra Peter pekâlâ H eid i’y i görmeye gelebiliyordu!
B ir sabah Peter, gene pencereden k a rla rın üzerine sıçram ış, yerlerin iyice buz tuttuğunu görm üştü. Bu, onu şaşırttı. Sevincinden hemen kızağını alıp Alm ' dan aşağı kaym ak hevesine kap ıld ı. H er taraf m erm er gibi katılaşm ıştı. Sevinçten uçuyordu Peter. B uzlar böyle katı o lduğuna göre, a rtık H eidi de kulübeye gelebilecek demekti. Hemen tekrar evin içine atladı, «Benim okula gitmem gerek!» diye bağırdı.
Annesi, «Tabiî git, elinden geldiği ka
H E Î D Î 313
dar çok şey öğrenmeye çalış!» diye ka rş ılık verdi.
Peter pencereden çıktı, kızağına bindi, olanca hızıyla dağ yolundan aşağı kaymaya koyuldu. Öyle h ız lı gidiyordu ki, D orfli'ye vardığında da duram adı, köyün ortasından geçip öbür başından çıktı. Ancak, yokuş b itip yer düzlendikten sonra kızak kendiliğinden durabild i. Peter çevresine bakındı. Neredeyse M aienfeld’e varm ıştı. Şim di gerisin geriye o yokuşu tırm anm ak en azından b ir saatini alacaktı. Okul saatini kaçıracaktı yani. Eh n asıl olsa okul kaçacağına göre, acelesi yok demekti. Yavaş yavaş, geze geze gidebilirdi. O, D orfli'ye döndüğünde Hei- d i’yle dedesi de sofraya oturm aya h azırlanıyo rlard ı. Peter içeriye, sanki onlara çok özel b ir havadis getiriyorm uş gibi daldı ve hemen konuştu:
«Oldu nihayet!»İh tiyar, «Haa? Olan ne?» diye sordu.
314 H E î D t
«Bugün sanki savaşa gidiyor gibi b ir halin var.»
« K a rla r... dondu!» diye durum u b ild ird i Peter.
H eidi, «Ah, öyleyse nineye gidebilirim !» diye bağırdı. Peter’in bu olağanüstü h alin in nedenini en çabuk o anlayabilm işti. «Ama Peter, sen neden bugün okula gelm edin? K ızakla pekâlâ gelebilirdin.»
«Kızak çok aşağı kaydı. Geç kaldım .»Amca, «îşte ben bunun adına, okul
dan kaçma derim ,» dedi. «Senin gibi davrananların ku laklarım çekmek gerek, anlıy o r m usun?»
Peter oturduğu yerde tedirgin tedirgin kıp ırd an dı. Alm Amca kadar ko rktu ğu ik in c i b ir k işi tanım ıyordu.
Amca devam etti: «Hele senin gibi b ir lidere h iç yakışm az bu. K e çilerin başın ı a lıp kendi isted ikleri yerde dolaşsa ne yapardın?»
II E i D 1 315
Pcler, «Döverdim,» diye k a rşılık verdi.
«Peki, keçi değil de, çocuk aynı şeyi yaparsa, onu şöyle iy i b ir döverlerse, o zaman ne düşünürsün?»
«H aketm iştir derim.»«Pekâlâ öyleyse. B ir daha sefere k ı
zağın okulun önünden geçip giderse, sen de içinde olursan, hemen bana gel, haket- tiğ in i al!»
Peter, Amca’nm bu uzun nutkunun anlam ını daha yeni kavrayabilm işti. S ille yem iş gibi sindi, b ir köşeye büzüldü. Ama Amca, neşesini yeniden toplam ışa benziyordu. «Şim di gel de bizim le yemek ye,» dedi. «H eidi de seninle yu karı gelsin. Akşam olunca onu buraya kendin getirir, bizim le akşam yemeği yersin.»
Konuşm anın bu havaya girm esi Pe- ter’i çok sevindirdi. Hemen söz dinleyip masaya oturdu. H eidi de çok heyecanlıy
316 H E Î D İ
dı. N inenin yanma gidebileceğine sevinip duruyordu.
Sofradan ka lka r kalkm az dolaba koştu, Clara'm n ona verdiği kaim paltoyu alıp giydi, Peter’in son lokm asm ı yutm asın ı bekledi.
«H adi, çabuk ol!» diye seslendi.Kulübeye vard ıkların d a Peter’in an
nesi odada yalnızdı. Çocuklara, ninenin kendini pek iy i hissetm ediğini, üşümemek için yatağından kalkm am aya karar verdiğini söyledi. H eidi buraya her gelişinde nineyi köşesinde görmeye pek a lışm ıştı. Hemen içe rik i odaya koştu, daracık yatakta, incecik b ir örtünün altında yatan nineyi gördü. Kadıncağız F ra n kfu rt’ dan gelen sıcak şa lın ı da om uzlarına sarm ıştı.
H eid i'n in ayak seslerini duyunca, «Tann'ya şü kü rler olsun!» diye m ırıld an dı. F ra n k fu rt’dan gelen konuğun küçük kızı alıp götüreceğinden korkan nine.
H E i D t 317
bunca zam andır bu korkusunu kimseye çıtlatm am ıştı.
«Çok mu hastasm , ninecigim ?»H eidi iyice kaygılıydı.«H ayır, h ayır evlâdım . Y alnız, soğuk
iliklerim e işledi, o kadar.» İh tiy a r kadın, H eid i'n in başını sevgiyle okşuyordu.
«H avalar ısın ın ca daha iy i olacak m ısın?»
«Elbette, ta b iî... T anrı yardım ederse daha da önce iyileşip ip lik bükmeye başlayacağım .» Kadm , küçük kızın ne kadar üzgün ve kaygılı olduğunu fa rk etm işti.
A ldığı bu cevap, H eid i’yi b ir dereceye kadar sakinleştird i. B iraz düşündükten sonra, «Nineciğim , F ra n kfu rt’da in sanlar bu şa lla rı yürüyüşe ç ık tık la rı zaman om uzlarına alıyorlar,» dedi. «Sen bunu yatak için m i sanm ıştın?»
«Şalı ısınabilm ek iç in örtündüm , H eidi. Örtüm biraz ince de.»
318 II E i D î
«Ama nineciğim , yastığın da yukarı doğru yüksek olacağı yerde, aşağı doğru çökük duruyor!»
«B iliyorum yavrum .»Nine, incecik yastığın üzerine başını
daha rahat yerleştirebilecek b ir yer arayıp kıp ırd an dı. Tahta gibi sert görünüyordu bu yastık. «H iç b ir zaman yum uşak sayılabilecek b ir yastık değildi zaten,» diye açıklad ı kadın. «Ü stelik o kadar uzun y ıllard an beri kullanıyorum ki, yam yassı oldu artık.»
H eidi, «Keşke C lara’dan oradaki yatağım ı getirm ek için izin isteseydim ,» diye hayıflandı. «Üç tane kocaman, kalın yastığım vardı. O kadar yüksektiler ki, üstünde uyuyam ıyordum bile. Kafam ka- yıp aşağı düşüyordu. Sen o yastıklarda u yu yab ilir m iydin, nineciğim ?»
«Uyui'dum tabiî. İnsan o zaman da- !ıa sıcak olur. Y astık yüksek d u n ca daha da kolay ‘ oluk a lır. Neyse, şim di bun-
H E İ D Î 319
la n bırakalım . T an rı ya şükretm em için öyle çok şey var k i! H er gün beyaz, yum uşak ekm eklerim geliyor, sıcacık b ir şalım oldu, sen de beni görmeye geliyorsun, H eidi. Bugün bana b ir şeyler okum ak ister m isin yavrum ?»
H eidi, İlâ h i k itab ın ı getirdi, içinden en güzel sayfaları açıp okudu. N ine yüzünde sevinçli b ir gülümsemeyle d in liyo rdu. Oysa, az önce bu yüz öylesine yorgun, öylesine halsizd i k i!
H eidi b ir ara sustu. «Nineciğim , galib a şim diden iyileşm eye başladın sen,» dedi.
«Evet, çocuğum. Şim diden kendim i daha iy i hissediyorum . Lütfen o İlâh iyi sonuna kadar oku.»
B ir süre sonra H eidi, «A rtık eve dönm eliyim ,» dedi. «Geç oluyor nineciğim . Daha iy i olduğunuza çok sevindim .»
Nineye veda ettikten sonra Peter'e hemen yola çıkm aları gerektiğini söyledi.
320 II E t D I
Peter, kızağını çıkardığında karan lık bastırm ak üzereydi. Tam o sırada ay da bulu tla rın arasından çık tı, beyaz ka rla rın üzerine ış ık la rın ı saçmaya başladı. Sanki gün doğacakm ış gibi aydınlanm ıştı her taraf. Peter, kızağın ön tarafına oturdu, H e id i’y i arkasına aldı. B ir çift kuş gibi Alm ’dan aşağı uçm aya başladılar.
O gece H eidi, sıcacık yatağında yatarken nineyi düşünüyor, onu her gün ziyaret edebilse ne kadar daha iy i olacağını hesaplıyordu. Oysa, buna olanak yoktu. B ir daha gidinceye kadar aradan en az ik i hafta geçecekti. B irden aklına parlak b ir f ik ir geldi. B u planı uygulam aya koym ak için b ir an önce sabah olm asına dua ederek gözlerini yumdu.
tçten gelen b ir yakarışla dedesi, n inesi, tanıdığı bütün insan lar için dua etti, sam anların üzerinde kendinden geçip sabaha kadar deliksiz b ir uyku ujaıdu.
H E Î D Î 321
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
KIŞ DEVAM EDİYOR
R T E S İ sabah Peter tam saatinde okuldaydı. Okul bitince gene her zam anki gibi dedeyi ziyarete gitti. K apıdan girer
girm ez H eid i ona doğru koştu, «Peter, ben b ir şey düşündüm !» diye bağırdı.
«Neymiş o?»«Hemen okum asını öğrenmek zorun
dasın!»«Zaten b iliy o ru m -b ira z .»
«Evet, evet, Peter am a... benim demek istediğim , çok iy i okum ayı öğreneceksin. Çabucak ve ko la ylık la okuyacaksın.»
Çobancık üzgün üzgün, «Onu h iç b ir zaman yapamam işte,» dedi.
«inanm ıyorum sana. Kim se de inanmaz.»
H eid i'n in sesi çok ka ra rlıyd ı. «Sana ben kendim öğreteceğim. N asıl yapılacağını çok iy i biliyorum . Hemen öğrenip, ninene o İlâ h ile ri okum an gerek!»
Peter, «H iç de hoşum a gitmez,» diye hom urdandı.
K endisinin iy i ve gerekli bulduğu b ir şeye k a rşı Peter'in böyle in a tçılık etmesi H e id i’n in canını sıkm ıştı. Gözlerinden alevler saçarak, çocuğun karşısına d ik ildi, korkutan b ir sesle, «Eğer okum ak istemezsen neler olacağını söyleyeyim sana,» dedi. «Annen seni F ra n kfu rt’a okumaya göndermek istediğini söylem işti
H E Î D Î 323
bana. Ben oradayken erkek çocukların okulunu gördüm. C lara gösterdi. Ama erkekler oraya yalnızca çocukken gitm iyorlar. Büyüyüp koca adam lar olduktan sonra b ile orada kalıyo rlar. Hem öğretm enleri de bizim okulda olduğu gibi b ir tane değil.»
Peter’in sırtınd an aşağı ü rp e rtiler kaym aya başlam ıştı.
H eidi devam etti: «Orada o b ir sürü öğretm enin, öğrencinin arasında kalm ak zorundasın. Okuyamaz, y a n lışla r yaparsan, hepsi sana gülerler, alay ederler. Tinnette’den bile daha çok gülerler. Ah, Tinnette’i b ir tanısaydm , ne demek istediğim i çok daha iy i anlardın!»
«Pekâlâ öyleyse. Öğreneyim!» dedi Peter.
H eidi bu fırsa tı kaçırm adı. «Tamam işte. Hemen bugün başlayabiliriz.» Sesi sevinçli çıkıyordu. Peter'i tuttuğu gibi m asanın başına sürükledi, gerekli kitap-
324 H E Î D I
la n ortaya getirdi. C lara’mn gönderdiği o koca paketin içinden, H eid i’nin bu işe uygun bulduğu b ir kitap da çıkm ıştı. Ş iir biçim inde yazılm ış b ir Alfabe kitabıydı bu.
İk is i b irlik te kitabın üzerine eğildile r ve derse başladılar. Peter her sa tın birkaç defa tekrarlam ak zorunda kalıyo rdu. Çünkü H eidi, onun doğru ve gerektiği gibi okum asında direniyordu. B ir süre sonra, «Sen ş iir i hâlâ anlayam adın,» dedi. « B ir kere ben sana okuyayım . Anlam ını b ilirsen , kelim eleri daha kolay okursun.»
H eidi okumaya başladı:
«A B C yi istekle öğrenmeyeniJandarma tutuklayıp atar içeri.»
Peter inatla, «H iç de atmaz!» diye atıld ı.
«Efendim ?»
H E t D l 325
«Jandarm a içeri atmaz inşam !»« B ir an önce çaba gösterip şu üç
h a rfi öğrenirsen atmaz tabiî.»Peter tekrar hecelemeye koyuldu.
Durm adan aynı h a rfle ri tekrarlıyordu. Sonunda H eidi, «Şim di de bu dört harfe geçelim,» dedi. Yeni sa tırla rın Peter üzerin deki etk isin i fark ettiği zaman, gelecek dersler iç in de b ir h a zırlık yapm anın iy i olacağına ka ra r veren H eidi:
«Bak, aklım a ne geldi!» dedi. «Sana bu ş iir i şurasına kadar okuyayım . O zaman öğrenmeyenin başına neler gelebileceğini anlarsın.» K üçük kız ağır ağır, net biçim de okum aya başladı:
<vÇ D JS F ağzından su gibi dkmaltYoksa sopayı yersin, diken kakmalı.
326 H E î D I
G H I t kesinlikle unutulamaz Unuttuğun gün haşin belâdan çıkmaz
J K L M yi öğrenmek hiç güç olurmu?
Bunu hile bilmeyen ödül hulur mu?
N O O P yi eğer unutan varsa Ona hemen verilir koca hir ceza.
i
R s Ş T çok kolay, hir gayret yeter, Burda atlayan hir ay çok çile çeker.»
H E i D t 327
H eidi buraya gelince, sustu. Peter'in birden pek sessizleştiği d ikkatin i çekm işti. Ş iirin in içind eki bütün o e sra rlı ko rkutm alar, o g izli im alar galiba saf çoba- nm ödünü koparm ıştı. Peter korku dolu gözlerini H eidi'ye dikti. K üçük kızın iy i yüreği birden acıyla burkuldu. Onu avutmaya çalışan b ir sesle: «Korkm ana hiç gerek yok, Peter,» dedi. «H er akşam buraya gelir, bugünkü kadar dikkatle ders yaparsan, kısa sürede h arfle rin hepsini
Öğrenirsin, başına da b ir şey gelmez. Ama kesin likle her gün gelmen şart. Okulda yaptığm gibi bazı günleri atlatm ayacaksın. K a r bile yağsa. Zaten ka rın senin yoluna pek engel olabild iği yok.»
Peter söz verdi. Verilecek cezalara karşı duyduğu korku, onu birden uysallaştırm ıştı. H eid i’den izin isteyip evine doğru yola çıktı.
Peter bundan sonra H eid i’nin öğüdünü tutup her akşam gelmeye başladı. Bazen y a p tık ları dersi dede de dinliyor, b ir yandan piposunu içerken, keyifle gülüm süyordu. Peter'i genellikle akşam yemeğine alıkoyuyorlardı. B u ödül de, az önceki yorgunluğunu çıkarm aya yetiyordu Peter'in.
K ış böyle böyle geçip gitti. Ama mevsim boyunca Peter de eğitim inde epeyce aşama yaptı. A rtık U harfine kadar gelm işti. H eidi o gün ona ş iirin ik i sa tırın ı daha okudu:
328 H E î D t
<U’yla Ü’yü hümeyip yanlış yapanlarRüyasında her gece görür sıçanlar.»
B u sa tırla r, P eter'i epey tedirgin etti. Ama bu ted irgin lik, bu ik i h a rfi daha da çabuk öğrenm esini sağladı. K im isterdi rüyasında sıçan görmeyi!
E rtesi günkü sa tırla r şöyleydi;
«V’yi bugüne kadar bilememişsenSopa kendiliğinden iner, saklan sen.»
Peter alay dolu b ir gülümsemeyle, «Daha neler!» dedi.
Ama H eidi, ona dolapta dedenin kocaman b ir sopası olduğunu h atırlattı ve çocuğun b a k ışla rın ı b ir kere daha ders kitabına eğmeyi sağladı.
E rte si günkü sa tırla r biraz daha değ işikti:
H E l D Î 329
< Y harfinde artık hiç ara verilmez,Eşin dostun alayı doğrusu çekilmez.»
Bundan sonraya b ir tek bölüm k a lıyordu. H eidi, onu yarına bırakm ak niyetindeydi. E rte si gün Peter geldiğinde, bu son sa tırla rı dinlem ek istem edi ama, H eidi ona zorla okudu:
<-<-Z’y i hâlâ unutan hir aptalı görenlerHotanto ülkesine durmaz posta
ederler.»Peter yine alay etti. «H otanto'ların
nerede yaşadığını kim nereden bilecek?»H eidi, «Dedem b iliyo rdur,» dedi.
«Hemen gidip sorayım istersen? K arşıda, kilisen in papazıyla konuşuyor.»
H eidi yerinden kalkm ış, gerçekten kapıya yönelm işti. Peter telâş içinde, «D ur!» diye bağırdı. Gözünün önünde belire n hayallerde dede ile papaz onu b ir an içinde ko llarından yakalıyor, Hotanto’
330 H E Î D Î
la n n yaşadığı yere yo llu yo rlard ı. Y aparlard ı da. Çünkü, Z’n in neye benzediğini çoktan unutm uştu Peter.
H eidi şaşkın lık içinde, «Ne oldu?» diye sordu.
« B ir şey yok. Gel buraya. Hemen öğrenirim .»
îşte o günden sonra Peter’in okum ası günden güne ilerlem e kaydetti, hızla gelişti.
A rtık buzlar erimeye başlam ıştı. H er gün yeni k a r yağdığı iç in H eidi, üç hafta kadar yukarıya, ninenin kulübesine çıkamadı. B u fırsattan yararlanıp , Peter’le yaptığı çalışm alara daha b ir hızla sa rıldı. Peter'in b ir an önce doğru dürüst okum ası, ninenin yanında H e id i’nin yaptığı görevi üstüne alm ası şarttı.
B ir gece Peter, evine döndüğünde kapıdan girer girm ez seslendi: «A rtık beceriyorum !»
H E Î D Î 331
«Neyi beceriyorsun, Peter?» diye sordu annesi.
«Okumayı.»«Gerçek m i bu söylediğin? Duydun
mu, nine?»B rig itta pek şaşalam ıştı.Evet, nine de duym uştu söyleneni.
Y alnız bu iş in n asıl o lab ild iğin i pek an- layam ıyordu. Peter;
«Şim di b ir ilâ h i okuyacağım ,» dedi. «H eidi öyle söyledi.»
B rig itta hemen kitab ı getirdi, nine de kitabın ta tlı sa tırla rın ı tekrar dinleyebileceğini düşünerek gülüm sedi. Peter oturup okum aya başladı. Annesi dikkatle dinliyor, her satırdan sonra şaşkın b ir sesle, «Kim in an ırd ı! N asıl o lur!» gibi sözcükler kaçırıyo rdu ağzından.
Nine de okunanları dikkatle d in liyordu ama, onun hiç sesi çıkm ıyordu.
E rtesi gün okulda Peter’in okuma sıra sı gelince, öğretmen:
332 H E î D î
«Seni gene atlayalım m ı, yoksa b ir denemek istiy o r m usun?» diye sordu.
Peter h iç duraklam adan üç satır okudu. Öğretmen, elindeki kitab ı masanın üstüne b ırakıp , Peter’e sanki onu ömründe ilk defa görüyorm uş gibi şaşkın şaşkın baktı. Sonunda, «Bu b ir mucize, Peter!» dedi. «O kadar sab ır gösterdiğim halde sana h a rfle ri bile öğretememiştim. Şim diyse çok güzel okuyorsun. N asıl o ldu bu, söylesene!»
Peter, «H eidi yaptı,» diye k a rşılık verdi.
Bu sefer öğretm enin hayret dolu bak ış la rı H e id i’ye döndü. H eidi, sanki h iç b ir şey olm am ış gibi sırasında sakin sakin oturuyordu.
Öğretmen gene Peter’e baktı. «Zaten son zam anlarda sende b ir değişiklik fark etm iştim . O kula çok düzenli devam ediyordun. Bütün bu iyileşm elerin nedenini an)atsana bana!»
H E Î D Î 333
Öğretmenin şaşkın lığ ı gittikçe daha çok artıyordu. B a k ışla rı b ir dsıha H eid i' ye kaydı, sonra Peter'e döndü.
Okul b iter bitm ez öğretmen hemen papazın yanına koşup, ona olan biteni anlattı, H e id i’n in küçük çoban üzerindek i olum lu etkisin i b ild ird i.
A rtık H e id i’n in öğütlerini h iç aksatmadan uygulayan Peter, her akşam nineye b ir İlâ h i okuyordu. Nineyse, «Evet, okum ayı bu kadar iy i öğrenm esi, bana b u n ları okuyabilm esi çok iy i. Ama gene de ilkbah ar gelip H e id i’y i geri getirince çok sevineceğim,» diyordu. «Peter okurken, bazen İlâ h ile rin b ir kelim esi yok oluveriyor. O zaman anlam ı H e id i’n in okum asındaki kadar iy i anlaşılm ıyor.»
Bunun nedeni a çıktı tabiî. Peter, n inesine İlâ h i okum ak konusunda pek tembeldi. K a rşısın a çıkan kelim e çok güçse, onu çözmeye çadışacağı yerde atlayıveri- yordu.
334 H E t D l
YİRMİNCİ BÖLÜM
CLARA’DAN HABER
İN E m ayıs ayı gelm işti. Doruklard an kopan m inik derecik le r köpüre köpüre vadinin aşağılanna doğru iniyordu.
Sen k a rla r da erim iş, altın güneş ış ın la n k ışın son izle rin i de kurutm uştu artık. H eidi, Alm 'a döndüğü iç in öylesine m utluydu k i, sevincinden sıçrayarak dolaşıyordu. Çevredeki küçük yabanî can lıla r da kendisi kadar sevinçli ve m utluy
muş gibi geliyordu ona. Sanki hepsi, «Alm ’dayız! Alm 'dayız!» diye şa rk ıla r söylüyo rlard ı.
M arangoz sundurm asından tanıdık sesler duyulm aktaydı. Dede, yeni yapm akta olduğu güzel iskem leyi b itiriy o rdu. B u, ik in cisiyd i. B irin c iy i b itirm iş, sundurm aran önüne koym uştu bile.
H eidi, «B u nları neden yaptığını b iliyorum , dede!» diye bağırdı. «Fran kfu rt’ dan ko n uklar gelince gerekli olacak. Şu büyükanne için , şim di yaptığm da C la ıa için.»
O sırada keskin b ir ıs lık ve b ir bağ ırış duyuldu. H eidi, gelenin Peter olduğunu hemen anladı. îşte yokuşun başında duruyor, elindeki m ektubu sallıyordu. H eidi'ye gelm işti m ektup. H eidi zarfın üstündeki adresi dikkatle okudu, sonra dedesine doğru koştu. «Fran kfu rt’dan geliyo r! C lara’dan geliyor! Okuyayım m ı sana, dedeciğim?»
336 H E t D î
M ektubu dinlem eyi dede de, Peter de -yordu. H eidi yüksek sesle okumaya $ladı:
"Sevgili Heidi,Bütün eşyalarımız toplandı, hazırlandı. İki üç güne kadar yola çıkıyoruz. Doktor her gün heni görmeye geliyor, her gelişinde de daha odaya gi- '■erken, ‘İleri Marş! Hemen Alm Da-, ğına gidiyoruz!’ diye bağırıyor. Orada herkesin çok sağlıklı ve çok mutlu olması gerektiğini söylüyor. Seninle geçirdiği tatilden sonra o da eski diriliğine kavuştu. Bana bütün anlattığın o güzel şeyleri görmeyi, senin yanında olmayı, Peter’le, keçilerle tanışmayı öyle çok istiyorum ki! Ama daha önce Ragatz’da altı hafta kalıp tedavi görmem gerek. Doktor öyle emrediyor. Beklemeye dayanamıyorum. Allaha ısmarladık Heidi! Büyük-
H E l D Î 337
kesip sordu: «Ne oldu, nineciğim ? Sen sevinm iyor m usun bunlara?»
«Evet, evet; senin iç in seviniyorum H eidi,» dedi yaşlı kadm. Neşeli görünebilm ek iç in kendini zorluyor gibiydi. K o rk u la rın ı kendine saklam ak çabasındaydı. «D üşüncelerim i sakinleştirm ek iç in a k lıma b ir çare geliyor, H eidi. istersen bana,
Tanrıya inananlar için Bütün oluşlar iyilik getirir
diye başlayan İlâ h iy i oku.»H eidi hemen kitap ta'o İlâ h iy i buldu,
okuyup b itird i. Nine:«Evet, gerçekten doğru,» dedi. «İnsan
T a n rı’ya inanırsa, olup bitenlerin her zaman iy ilik getireceğinden emin olabiliyo r. B ir daha oku da, h iç unutm ayalım .»
M ayıs ayının bu kadar güzel ve güneşli geçtiği enderdi. Dede sık sık, «Ne güzel b ir y ıl bu böyle!» diyordu. «Bu gü-
. H E 1 D t 339
annem de sana sevgilerini yolluyor.Seni seven arkadaşın,
CLARA.»
F ra n k fu rt’dan kon ukların geleceği haberi Peter’i h iç sevindirm em işti. T ersine, çok kızd ırm ıştı demek yanlış olmaz. Ama, H eidi neşesinden coşuyordu. İlk fırsatta nineyi görmeye gitti ve ona bu güzel haberi verdi. Nine, gene eski köşesinde oturm uş ip lik bükm ekteydi. A rtık yatağında yatm ıyordu. K endini çok daha iy i hissettiği halde, gene de yüzünde üzgün b ir ifade vardı. Peter, Frank- furt'dan konuklar geleceği haberini ona daha önce verm işti. Nine, kendine göre birtakım ko rku la rla yaşıyordu. Ya bu ko n uklar H e id i'yi tekrar alıp uzaklara götürürlerse?
H eidi, kendisini çok sevindiren haberleri anlatırken, birden konuşm asını
338 H E î D 1
neş bütün b itk ile ri güçlendirecek, bize bol besin sağlayacak. Peter, sen de d ikkat et de, sürün fazla yemekten hastalanm asın!»
Peter'in cevabı, yüzünden okunuyordu sanki: «Ben on ları yönetmeyi b ilirim .»
M ayıs geçmiş, haziran gelmişj;i. H aziran ın sonlarında b ir sabah H eidi kulübeden çık a r çıkm az, avazı çıktığ ı kadar b ir çığ lık attı. İh tiy a r dede, ne olduğunu anlam ak için hemen oraya koşmak zorunda kaldı.
«Dede! Dedeciğim !» diye bağırıyordu çocuk. «Gel buraya! Gel de bak!»
Dede, gösterilen yere doğru baktı. Dağ yolundan yukarıya h iç görmeye a lışkın olm adıkları türden b ir grup insan çıkıyordu. E n önde ik i adam b ir tahtıra- van taşıyo rlard ı. Tahtıravanın içinde, omuzuna şa lla r sarınm ış b ir genç kız oturm aktaydı. Onun arkasından, at üstünde, heybetli b ir kadın geliyor, çevre-
340 H E î D î
?ine ilg i dolu gözlemle bakm ıyordu. Daha arkada, üçüncü b ir adam, tekerlekli b ir sandalyeyi boş olarak itm ekteydi. Çünkü, C lara'yı dağ yolunda tahtıravanla taşım ak çok daha güvenliydi.
«G eldiler! îş le geldiler!»H eidi kabına sığam ıyordu.
Heyecanla beklenen konuklar Alm ’a varınca, H eidi herpen koşup sevgili arkadaşının boynuna sa rıld ı, ik is i özlemle uzun uzun kucaklaştılar. H eidi daha sonra büyükanneyi de sevgiyle karşıladı. Büyükanne, kend ilerin i karşılam aya gelen Alm Amca’yla el sık ıştı. H epsi b irb irine ısınm ış, k ırk y ıllık dost olm uşlardı b ir anda. Herkes F ra n kfu rt’dan gelen bu konuklardan söz ed ild iğini öyle çok duym uştu ki!
Büyükanne çok m utluydu. «Sevgili H eid i’m ne kadar da sağlıkir ve neşeli görünüyor!» diyerek küçük kızın pembe
H E î D î 341
ya n a kla ıın ı okşadı. «Sen n asıl buluyorsun, Clara? B u ra la rı çok güzel değil m i?»
C lara kendinden geçmiş gibiydi. Daha önce öm ründe bu kadar güzel b ir yer görm em iş, akim dan b ile geçirm em işti. «Ah, ne kadar güzel!» diye bağırıyordu. «Keşke ben de her zaman burada kala- bilseydim , büyükanne!»
B u arada dede, tekerlekli sandalyey i daha yakına getirm işti. «A rtık küçük hanım ı sandalyesine oturtsak daha iy i o lmaz m ı?» dedi, sonra k a rşılık beklemeden C lara 'yı kuvvetli k o lla rıy la ka ld ırd ığ ı gib i rahat sandalyeye oturttu, şa lla rı dizlerine örttü. B ütün öm rünce sakatlara bakm aya alışıkm ış gibi e li yatkınd ı sanki. Büyükannenin gözünden, yaşlı adamın gösterdiği bu dikkat ve özen kaçm am ıştı.
C lara, çevresindeki güzelliklerin, iç in de yarattığ ı sevinci anlatacak sözcük b u lm akta güçlük çekiyordu; «Ah, H eidi!»
342 H E Î D İ
dedi. «Keşke yürüyebilseydim , buralarda dolaşıp bana anlattığın bütün o güzellikleri görebilseydim !»
H eidi, büyük b ir çaba harcayarak tekerlekli sandalyeyi çim enlerin üzerinde biraz ilerletm eyi başardı. Clara, yeni yerinden, y ıllard an b eri vadiyi seyreden yaşlı kö kn arları görebiliyordu. H eidi, ağılın kap ısın ı açtı, C lara'nın içe risin i görm esini sağladı.
Clara, «Keşke ben dönmeden Peter de keçileri getirse,» dedi. «Küçük K u ğu’yla K üçük A yı’y ı görm eyi öyle çok istiyorum k i! Büyükanneciğim , eğer dediğin kadar erken gidersek on ları h iç göremeyiz! »
«Sevgili çocuğum, biz önce elim izde- k ile rin zevkini çıkarm aya çalışalım da, kaçırd ıklarım ıza üzülm ekle vakit geçirmeyelim .»
«Ah, çiçekler ne kadar güzel! Keşke kalkıp biraz toplayabilseydim !»
H E î D î 343
H eidi hemen koşup büyük b ir demet topladı. «B unlar h iç b ir şey değil, Clara,» dedi. «Bizim le otlağa gelirsen bunlardan öyle çok var k i! O radakiler h alı gibi sık. A ralarına oturduğun zaman canın k a lkmak istemeyecek.»
H eid i’nin gözleri parlıyordu. A rkadaşına bütün bu güzellikleri göstermek isteğiyle tutuşuyordu küçük kız. Clara'nm m avi gözlerine de yansım ıştı aynı dilek.
«Ah, büyükanneciğim ! O kadar yükseğe çıkm am a izin v e rirle r n ıi acaba? Keşke H e id i’yle gidebilseydim ! içim den Alm 'm doruklarına tırm anm ak geliyor.»
H eidi, «Ben senin sandalyeni ite b ilirim ,» dedi. Bu sözünü kanıtlam ak için olanca gücüyle dayanınca sandalye yamaçtan aşağı kayacak gibi oldu. Ama o sırada dede yakındaydı. Durum u hemen kurtard ı.
Az sonra dede, öğle yemeğini hazırlam aya başladı. M asayı, sandalyeleri dı-
344 H E i D î
şanya çıkarm ış, tahta kanepenin önüne dizm işti. Yemek hazır olunca hepsi b irlikte, neşe içinde sofraj'a oturdular. B üyükanne ağaçlar altındaki bu yemek salonunu pek beğenm işti. C lara’nm kızarm ış peynirden biraz daha aldığım görünce, «Gözlerim e inanam ıyorum , gerçek mi bu?» diye bağırdı. îşta h ı açılm ıştı çocuğun.
Clara, «Tabiî, büyükanneciğim ,» dedi. «Öyle lezzetli k i! Ragatz’da yed iklerim izin hepsinden daha nefis.»
Amca, «Elbette daha nefis. Y iyeb ildiğin kadar ye,» diye onu teşvik etti. «Dağ havası buralarda m utfağın e k sik lik le rin i tam am lar.»
Dedeyle büyükanne b irb irle rin i y ılla rdan beri tanıyorlarm ış gibi çene çalıyo rlard ı. Konuşabilecekleri pek çok konu vardı. V aktin n asıl geçtiği anlaşılm adı. Ama b ir ara büyükanne zaman diye b ir şeyin varlığ ım h atırlad ı. «A rtık gitmemiz
H E İ D Î 345
gerek, Clara,» dedi. «Neredeyse güneş batacak. Tahtıravam birazdan getirirler.»
«B ir saatcik daha kalalım , büyükanne!» diye yalvard ı Clara. «Daha kıılübe- nin iç in i görm edik. H e id i’nin yatağını da görmek istiyorum .»
Gerçekten, kulübenin iç in i görmeyi büyükanne de istiyordu. Amca on ları içeriye buyur etti. Ama, C lara’n ın sandalyesi kapıdan geçemeyecek kadar genişti. Amca, h iç duraklam adan küçük kızı kolla rın a alıp içeriye taşıdı.
Büyükanne ilg iyle çevresine bakınıyordu. K ulübenin tem izliği, düzenliliği, sıcak havası pek hoştu. «Yatağın yukarda m ı, H eidi?» diye sorarken m erdivenden çıkm aya başladı. «Ah, ne güzel koku bu böyle! S ağ lık lı b ir yatak odası olm alı burası!»
Dede de, kollarınd a C lara'yla onu izledi. E n arkadan H eidi geliyordu. Hepsi H eid i'n in yatağının çevresine sıralan d ılar.
346 H E Î D Î
Clara, «Ne kadar şanslısın, H eidi!» diye bağırdı. «Yattığın yerden y ıld ız la rı görebiliyorsun! B u güzelim saman kokusunu kokluyor ve ağaçlann h ış ırtıs ın ı dinleyebiliyorsun!»
Dede, büyükanneye; « B ir fik rim var,» dedi. «Eğer küçük torununuzun burada bizim le b ir süre kalm asına rıza gösterirseniz, bu sürenin sonunda çok daha güçlü ve sa ğ lık lı olacağını sanıyorum . G etirdiğiniz o h a lıla rla, ö rtülerle ona yum uşak b ir yatak yapab iliriz. B urada ka ld ığı süre ona ben bakarım .»
C lara ile H eidi, bu sözleri duyar duymaz, kafesten salıverilm iş b ir çift kuş kadar sevindiler. Büyükannenin de yüzü gülm üştü. «Sevgili Amca, siz iy iliğ in ta kendisisiniz!» dedi. «Ben de dağlarda b ir tatil geçirm enin çocuğa ne kadar yarayacağını düşünüyordum . Ama size o kadar büyük zahmet ve yorgunluk olacak k i bu! Ü stelik, bunu sanki çok kolay b ir şeymiş
H E î D î 347
gibi öneriyorsunuz. Size ta yüreğim den, en içten teşekkürlerim i sunm ak isterim .» Y a şlı kadm, dedenin e lin i tuttu, dede de m utlulukla başım salladı.
B ir an içinde dede, C lara’mn yatağını hazırlam aya koyulm uştu bile. Samanla r küm elendikten sonra büyükanne halıla r ı örttü. Y atak öyle düzgün ve kalın olm uştu k i, b ir tek saman çöpü b ile Cla- ra 'y ı rahatsız edemezdi. Büyükanne, m utlu olarak aşağıya, çocukların yanına in di. O nlar va kitle rin i nelerle geçireceklerin i saptamaya çalışıyo rla rd ı. Tek soı-un, C lara’nm burada ne kadar kalabileceğini bilm em eleriydi. Büyükanne, «Bunu en iy i dede b ilir,» dedi. «Ona sorm anız gerek.»
Dede, dağ havasının çocuğa yarayıp yaram adığının dört hafta içinde b e lli olabileceğini söyledi. B u kadar uzun süre b ir arada kalabilecekleri, çocukların ik isin in de aklın a gelm em işti. îk is i birden sevinç ç ığ lık la rı atmaya başladılar.
348 H E I D 1
T ah tıravancılar az sonra kulübenin önüne geldiklerinde onlara, tekrar aşağıya inebilecekleri söylendi.
C lara, büyükannesinden ayrılırken , «Bu, veda sayılm az, büj'ükanneciğim ,» dedi. «Sık sık gelip b izi ziyaret edeceksin, n asıl olduğum uza bakacaksın, değil m i?»
H eidi'ye gelince, o sevincini ancak sıçram akla ifade edebiliyordu^
C lara iç in gün, öm rünün en heyecan verici olayıyla kapandı. Samandan yatağında, H e id i’yle yanyana yatıyor, yanıba- şındaki pencereden yıld ız dolu gökyüzünü seyrediyordu. «Sevgili H eidi, sanki gökyüzünde gezintiye çıkm ışız gibi!» dedi.
«Y ıld ızlar neden öyle m utlu m utlu parlıyo r, b iliy o r m usun?»
«H ayır. Neden?»«Çünkü o n lar da b iliy o r k i, T an n her
şeyi insan lan n iy iliğ i iç in h azırlar. Onla r da b iliy o r k i korkm ak, üzülm ek yer
H E î D t 349
sizdir. Sonunda her şey en iy i biçim inde sonuçlanır. D u a ' etmeyi unutm ayalım , Clara. T an n ’ya b iz i hatırlam asını söyleyelim .»
îk i çocuk yataklarında doğrulup oturdular, b irlik te dualarını ettiler. Bu iş bittikten sonra H eidi, başın ı kolunun üstüne dayayıp hemen uyudu. Ama C lara uzun süre uyanık yattı. Daha önce y ıld ızlan h iç görm em işti. Çünkü, gece evden çıkm ışlığ ı yoktu. E vin içindeyken de, o ka lın perdeler akşam olm adan çok önce çekilip kapanıyordu. G özlerini b ir tü rlü, parıldayan göklerden alam ıyordu. B akın d ı, bakındı, ta gözleri kendiliğinden kapanıncaya kadar çevresini seyretti durdu.
350 H E t D t
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
A L M ’DA HAYAT
LM AMCA, gene her günkü gibi, kulübenin önünde durm uş, sabah sisin in dağılm asını seyrediyordu. B u lu tla r gittikçe
parlaklaşıyordu. Sonunda güneş göründü, tüın kayaları, orm anları, dağları a ltın ışık la rıy le aydınlattı.
Amca dönüp kulübeye g ird i, y u k arıya yavaşça çıktı. Clara, gözlerini daha yen i açıyordu. Önce nerede olduğunu ha
tırlayam adı. Sonra yanıbaşında uyuyan H e id i'yi gördü ve dedenin yum uşak f ıs ıltıs ın ı duydu: « İy i uyuyabildin m i?»
Clara, bütün gece deliksiz uyuduğunu söyledi. B u arada H eidi de uyanm ıştı. Dedenin, C lara’y ı aşağıya taşıyışın ı seyrediyordu. Hemen kalkıp giyindi, merdivenlerden in ip kapıdan dışarıya fırla d ı.
Serin b ir rüzgâr, çocukların yüzlerinde gezindi. Clara, tekerlekli sandalyesinin arkasına yaslanınca b ir rahat, b ir sağlıklı hissetti kendini. Dağ havasından içine çektiği her soluk b ir zevkti. Alm ’ın bu kadar güzel olabileceğini h iç düşünmem işti.
«Ah, H eidi, keşke her zaman seninle dağlarda kalabilseydim !» diye söylendi.
«Dünyanın en güzel iş i Alm dağında dedemle oturm aktır, dediğim iç in bana hak veriyor m usun şim di?»
O sırada dede, elinde ik i bardak kö*
352 H E î D î
püklü sütle göründü. C lara’ya, «Bu sana güç verecek işte,» dedi.
Clara daha önce h iç keçi sütü tat- m am ıştı. Önce ahp kokladı. H eid i’nin bardağı b ir dikişte b itird iğ in i görünce,' o da aynı şeyi yaptı. Çok tath b ir süttü. Sanki içinde şeker ve tarçın varm ış gibi b ir tadı vardı. B ir anda onun da bardağı boşalm ıştı.
«Y arın belki ik i bardak içm ek isteyeceksin,» diyen dede, C lara’nm da H eidi kadar iştah lı olduğuna çok sevinm işti.
Az sonra Peter’le keçi sürüsü çıkageldi. Dede, Peter’i b ir kenara çekerek. K ü çük K uğu'yu otlağın yüksek yerlerine, otla rın en gür bulunduğu kısım lara götürm esini tem bihledi.
B ir ara, «Neden öyle b iris in i yemek istiyorm uşsun gibi bakıyorsun?» diye sordu. «Yola koyul bakalım ! Söylediklerim i de unutm a!»
Peter hemen yürüm eye başladı. Ama
H E î D î 353
aklın a b ir şeyler ta kıld ığ ı belliydi. H eidi, keçilerin arasına daldığı zaman Peter ona, «Benim le gelsen fena olmaz, çünkü bugün K üçük Kuğu'ya özellikle dikkat etmek gerekiyor,» dedi.
H eidi, «Gelemem,» diye k a rşılık verdi. «Clara burada olduğu sürece h iç gelemem. Ama dedem söz verdi, b ir gün ik im izi birden otlağa götürecek.»
B u n la rı söyledikten sonra küçük kız hemen C lara’nm yanına koştu. Peter yum ruğuyla tekerlekli sandalyeye doğru b irkaç tehdit savurdu, yokuştan yukarı ç ık maya başladı. Y aptığı işaretleri, dedenin görmüş olabileceğinden korktuğu için , gözden kayboluncaya kadar b ir daha arkasına bakm adı.
C lara ile H eid i'n in öyle çok plan ları vard ı k i, hangisinden başlayacaklarına kara r verem iyorlardı. H eidi önce büyükanneye m ektup yazm ayı önerdi. H er gün
354 H E I D t
yazıp olanı biteni anlatacaklarına söz verm işlerdi.
Clara, «M ektubu içerde yazmak zorunda m ıyız?» diye sordu. Çünkü dışar- daki o güzel m anzarayı seyretmek istiyordu.
H eidi kulübeye girerek m ektup yazmak için gerekli her şeyi getirdi. Tahta kanepeye yerleşti, m ektubu yazmaya başlad ılar. C lara her cüm leden sonra duruyor, başın ı k a ld ırıp çevresine bakıyordu. Y azıyla anlatılam ayacak kadar güzeldi her şey. Rüzgâr a rtık serin değildi. Yüzle ri yum uşacık okşuyordu. B öcekler sanki dans ediyor, uçarken şa rkı söylüyorlard ı. Sessiz, güneşli çayırlarda duyulabilecek tek ses de o sesti. Aşağılara doğru uzanm ış olan koca vadi, uyuyordu sanki. Arada sırada çobanın b irin in nârası duyuluyordu, o kadar.
Sabah çabucak geçti. Dedenin, elinde öğle yemeği tepsisiyle gelmekte oldu-
H E 1 D t 355
ğımu gören çocuklar, çok şaşaladılar, öğleden sonra köknar ağaçlarının altına yerleşip konuşm aya dald ılar. Clara, Hei- di'ye o gittikten soni'a F ra n kfu rt’da olup bitenleri anlattı.
Neredeyse akşam olacaktı. Dağ yolundan aşağı keçilerin ind iği görüldü. Çoban da peşlerindeydi. Ama yüzü hiç de m utlu değildi. Ç ocukların seslenip kend isin i selâm lam alanna aldırm adı bile. Keçile rin peşinden koşup yoluna devam etti.
Clara, dedenin K üçük K uğu’yu sağmaya götürdüğünü görünce, birden canın ın süt istediğini fa rk etti. «Ne garip, değ il m i!» dedi. «Eskiden yemek yemeyi hiç sevmezdim. H er şeyde balıkyağı tadı var gibi gelirdi. Oysa şim di, yemek saati gelsin de, dede sütü getirsin diye, güç dayanıyorum .»
B u sefer Clara, sütünü H eidi'den önce b itird i. Dededen b ir bardak daha istedi. Dede neşeyle başını sallayıp ik i ka
356 H E Î D İ
b ı aldı, tekrar ağıla girdi. Y anların a döndüğünde elinde sütten başka, üstüne o gün satın aldığı tereyagdan sürülm üş ik i dilim de ekmek vardı. Ç ocukların bunla rı seve seve y iy işin i gören ihtiyar, m utlu m utlu gülüm süyordu.
O gece yatağa yattıkların d a Clara gene y ıld ız la rı seyretmek istedi ama, gözle rin i açık tutm ayı başaram adı. H eidi gibi o da çabucak uykuya dalıp, sabaha kadar deliksiz b ir uyku çekti.
Günler böyle sevinç ve m utlulukla dolu geçip gidiyordu. Günün birinde çocu klar dağ yolundan j^ukarı ik i ham alın çıkm akta olduğunu görüp şaşırd ılar. H er b irin in sırtınd a b irer yatak vardı. Ş iltesi, çarşaflarıyle kom ple b ire r yatak. H am allar aynı zamanda büyükanneden b ir de mektup getiriyorlardı. M ektupta, bu yatakların C lara ile H eidi'ye gönderildiği anlatılıyordu. Büyükanne ayrıca, C lara ile H eidi'ye m ektupları iç in teşekkür edi
H E î D î 357
yor, onlardan gene yazm alarını, olup b iteni anlatm alarını istiyordu.
Büyükanne, C lara’n ın Alm ’ı bu kadar sevmesinden çok memnundu. Bu durum da gelişin i biraz daha erteleyeceğini, çünkü dağa tırm anm anın kendisi için büyöik yorgunluk olduğunu yazıyordu.
C lara üç haftadan beri dağdaydı. Son b irkaç günden beri dede, onu açık havaya taşıyıp sandalyesine oturturken, «Küçük kızım ız biraz ayakta durm ayı denemek istemez m i?» diye sorm aya başlam ıştı. Clara, onu memnun etmek için denemeye razı olm uştu ama, yere bastığı zaman, «Çok acıyor!» diye bağırıp hemen dedeye tutunuyordu. Gene de, her gün b ir öncekinden daha uzun süre dayanabilm ekteydi. Kendi farkında değildi bunun.
Alm dağında y ıllard an beri böylesine güzel b ir yaz yaşanm am ıştı. Güneş, her gün bulutsuz gökte p ır ıl p ın l parlıyordu.
H E l D Î
H eidi durm adan arkadaşına yakarlard aki otlağı anlatm aktaydı. Güzel kayala rı, re n kli gülleri, çançiçeklerini ta rif ederken içinden oraya gitmek iç in dayanılm az b ir istek duym aktaydı. Günün birinde dedesine, «Y arın bizim le otlağa g elir m isin dedecigim?» diye sordu.
Dede razı oldu. «Ama küçük kızım ızın da bana b ir k a rşılık verm esi gerekiyor,» dedi. «Ayakta durabilm ek için bütün çabasını gösterm esini istiyorum .»
H eidi hemen koşup bu iy i haberi C lara’ya b ild ird i. C lara da her gün dedenin istediği kadar ayakta durm aya ça lışacağına söz verdi. Otlağa gitm eyi o da pek çok istiyordu.
O akşam H eidi, Peter’in dağdan in mekte olduğunu görünce hemen ona doğ- iTi koştu; «Peter! Peter! Y a rın biz de seninle geliyoruz! Bütün gün otlakta kalacağız!» diye bağırdı.
H E t D I 359
Ama Peter, yalnızca hom urdanm akla k a rşılık verdi.
O gece C lara’yla H eidi yeni yatakların a yattıklarında, istekle ertesi günü düşündüler. Bütün gece uyum ayıp otlakta n e k r yapacaklarını konuşm ayı kararla ştırm ışla rd ı ama, b aşları yastıklara değer değmez konuşm a birden kesiliverdi. C lara rüyasında çiçeklerin h a lıla r gibi sık laştığ ı b ir otlak görürken, H eidi de kartalın, «Gelin! G elin!» diye bağırdığını duyar gibi oluyordu.
360 H E 1 D 1
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
BEKLENMEDİK BİR OLAY ‘
■ _ R T E S Î sabah ihtiyar, erkendenevden çıkarak, havanın n asıl
] | yf olacağını anlam aya çalıştı. V adinin koyu renk gölgeleri ya
vaş yavaş silin iy o r, gül pembesi b ir ış ık dağların üstüne yayılıyordu. Sonunda jo ık a rıla r da, aşağılar da aynı pembeye büründü kaldı. Güneş doğmuştu.
Amca, sundurm adan tekerlekli sandalyeyi çıka rd ı, evin önüne koydu, son
ra çocuklara havanın ne kadar güzel olduğunu haber verm ek için içeriye girdi.
Tam o sırada yokuştan yu karı Peter çıkm aktaydı. İçin d eki tüm kıskan çlık lar, tüm düşm anlıklar kabarm ış, doruk noktasına ulaşm ıştı. H aftalardan beri H ci- d iy le başbaşa kalam am ıştı. H er sabah buraya geldiğinde, o yabancı çocuğun kucakta taşınıp bu sandalyeye oturtulduğunu görüyor, H eidi de bütün dikkatini hep o çocuğa veriyordu. A kşam ları döndüğünde sakat kız gene bu sandalyede oluyor, H eidi gene kendisine ayıracak zaman bulam ıyordu. Koca yaz içinde H eidi b ir kere bile otlağa gelm em işti. Bugün geliyordu ama, bu sefer de o arkadaşı gene yanında olacak, gene Peter’e ayıracak vakti kalm ayacaktı. İşte bun lar yüzünden kızıyordu Peter.
Sandalyenin öyle k ib irli k ib irli evin önünde durm akta olduğunu görünce, birden kendisine bütün bu kö tülükleri
362 H E t D t
yapan düşm anı karşısınd a görüyorm uş gibi oldu. Ü stelik bugün her günden çok zarar verecekti bu düşman kendisine. O rtalıkta kim seler yoktu. H er yan çok sessizdi. Peter birden olanca hızıyle yerinden fırla d ı, sandalyeyi kaptığı gibi yam acın başına getirdi. Öyle büyük b ir güçle aşağıya doğru itti k i, sandalye b ir anda gözden kayboldu. Peter, Alm ’ın yuka rıla rın a doğru kaçtı, b ir böğürtlenin arkasına sinip gizlendi. Burada onu kim se göremezdi ama, o sandalyenin nerelere yuvarlanm akta olduğunu izleyebilecekti. Ta aşağılarda b ir yerde sandalyenin takla atıp kayalara çarparak jâiz parçaya bölündüğünü gördü. B u görünüm, Peter'in iç in i öyle taşkın b ir sevinçle doldurdu ki, kahkahalarla gülüp ayakların ı yerlere vurm aya başladı. Durm adan, döne döne dansediyor, düşm anını yok etm iş olm anın sevinciyle kendinden geçiyordu.
H E î D î 363
Sebep olduğu bu felâketin kendisine getirebileceği iy ilik le ri düşünmej^e koyuldu. A rtık yabancı kız buralardan gitmek zorunda kalacaktı. Çünkü, sandalyesi o lmadan b ir yerlere kıpırdayam ıyordu. O zaman da H eidi boş kalacak, gene eskisi gibi kendisiyle b irlik te olacaktı. H er gün onunla otlağa gelecekti. H er şey eski günleıdeki durum a dönecekti. B ir insan b ir kere kötülük ettiği zaman, kendiliğ inden daha başka kö tülüklerin de ortaya çıkacağı Peter’in h iç aklın a gelm iyordu.
O sırada H eidi, kulübenin kapısından dışanya fırla d ı. K ap ı ardına kadar açıktı. K üçük kız her yana bakındı. O ldukça çaşirm ış görünüyordu. Sandalyenin nereye kaybolduğunu anlayam am ıştı b ir türlü.
Az sonra, dedenin sesi duyuldu.«Sandalyeyi sen m i götürdün, H eidi?»«H ayır. H er yerde aradım , dede. Ka-
pım n önünde dem iştin.»
364 H E l D t
B irden rüzgâr hızlanıverdi. K apıyı ve kulübeyi sarsm aya başladı. Derken kapı, arkasındaki duvara h ızla vurdu. H eidi:
«H er halde rüzgâr sürükledi onu, de- deciğim,» diye bağırdı. «Aşağıya yuvar- landıysa şim di bin parça olm uştur.» B unla rı söylerken yam acın kenarına yaklaşm ış, aşağılara bakıyordu.
C lara üzülerek, «Ne yazık!.. Şim di otlağa da gidemeyeceğiz,» dedi. «Sandalyem olm ayınca eve dönmek zorundayım dem ektir. Ne kadar yazık!»
Dede, «Neye niyet etm işsek onu yapacağız,» diye atıld ı. «Ondan sonra da sandalye konusunda ne yapılacağına kara r veririz.»
Ç ocuklar bu sözlere pek sevindiler.Amca dönüp kulübeye girdi, koltuğu
nun altında birtakım h a lı ve örtülerle döndü, b u n lan en güneşli yere yayıp Cla- ra ’y ı üstüne oturttu.
H E I D İ 365
Daha sonra ik i çocuğa süt getirdi, K üçük K u ğ u yla K üçük A yı’yı ağıldan çıkardı. îçinden, «Acaba bizim oğlan neden hâlâ gelmedi,» diye geçti. C lara’yı kucağına aldı, b ir kolunda onu, b ir kolunda h a lıla rı taşıyarak, «H adi, gidiyoruz!» diye seslenip yola koyuldu. «Keçiler de bizim le gelsin bugün!»
H eidi, sağ elin i K üçük K uğun un , sol e lin i K üçük A yı’n ın boynuna atıp onu izledi.
Otlağa vard ıkların d a çevrede b irtakım keçilerin sakin sakin otladığını gördüler. A ralarında, o rta lık yerde, Peter uzanm ış yatıyordu.
Amca, «Benim keçilerim i unutm ayı sana öğretirim ,» diye bağırdı. «Hele b ir daha yap da gör! Ne demek oluyor bu?»
Peter bu tam dık sesi duyunca yerinden fırla d ı: «Ben geldiğim de kim se kalkm am ıştı,» dedi.
366 H E t D î
Amca, «Sandalyeyi gördün mü?» d iye sordu.
«Neyi?» Peter oldukça inatçıydı.Amca başka b ir şey söylemedi. E lin
deki h a lıla rı yere yayıp C lara 'yı üstüne oturttu, rahat olup olm adığını sordu.
Kızcağız, «Sandalyem deki kadar rahatım ,» dedi. «B urası her halde dünyan ın en güzel yeri olm alı. H e id i’ciğim , bak ne kadar güzel değil m i?»
Dede o nlan yalnız b ırak ıp gitmeye hazırlanıyordu. «Siz eğlenmenize bakın!» dedi. «Yemek vakti gelince H eidi torbadan yiyecekleri çıkarsın . Torbayı gölgeye koydum. Peter size süt de sağar. Akşam olunca ben gelir sizi a lırım . Şim di gidip şu sandalyeyi arayayım , başına nele r gelm iş öğreneyim.»
Ç ocuklar b ir arada bu kadar m utlu b ir gün g eçird iklerini hatırlam ıyo rlardı. K eçiler ikide b ir çevrelerine dostça toplanıyor, o nlarla oynuyorlardı. C lara’y ı da
H E t D İ 367
tanım ışlardı artık. B aşla rın ı sevgiyle onun om uzlarına sürüp duruyorlardı.
Saatler geçti. B ir ara H eidi, çiçeklerin çok sık olduğu o yere gitm ek isteğini duydu. Acaba çançiçekleri şu anda geçen y ılk i kadar güzel açılm ışlar m ıydı? Ama, C lara 'yı oraya götüremezdi k i! Ancak akşam , dede geldiği zaman gö tü reb ilirlerdi. O zaman da güneşte açan çançiçekler i a rtık kapanm ış olurdu. H eidi gidip bakm ak isteğiyle kavrulup duruyordu. K ararsız b ir sesle, «Seni b irkaç dakika yalnız bıraksam ü zü lü r m üsün, Clara?» diye sordu. «Çiçeklere gidip bakm ayı çok istiyorum .-Am a dur b ir dakika!»
H eid i'n in aklına parlak b ir f ik ir gelm işti. K a r T a n e sin i tutup C lara’nın yanına getirdi. «îşte şim di yalnız kalm azsın,» dedi.
C lara da H e id i’y i gitm esi için teşvik etti. K üçük keçiyle oynarken h iç de sıkılm ayacağını söyledi. H eidi, C lara’nın
368 H E î D t
kucağına b irkaç yaprak da bırakm ıştı. C lara onları b ire r b ire r K a r Tanesi’ne uzatmaya başladı. K eçi yavrusu yaprakları, C lara’nın elinden yemeye koyuldu. Clara yüzüne ürkek ürkek bakan k-eçi yavrusunu izlerken, insanın bazen başkaların a yardım edebilecek durum da olm asının ne kadar güzel b ir şey olduğunu, her zaman zayıf olup başkaların ın yardım ına ihtiyaç duym anın ne kötü olduğunu düşünüyordu.
H eidi çiçeklerin bulunduğu yere varm ıştı. B urası, sanki altın rengine boyanm ıştı. H er zam ankinden de daha güzeldi. T atlı kokuyu ta ciğerlerine kadar çekti. Sonra birden geriye dönerek Clara'ya koştu. Soluk soluğa, «Sen de gelip görm elisin!» diye bağırdı. «Çiçekler öyle güzel k i! Akşam olunca kapanacaklar! Seni ben taşıyab ilirim her halde, ne dersin Clara?»
C lara başını ik i yana salladı. «H ayır,
H E î D î 369
olm az H eidi! Sen çok küçüksün. Benden b ile küçüksün. Ah, keşke yürüyebilsey- dim !»
H eidi b ir şeyler arıyorm uş gibi çevresine bakm ıyordu. Y u karılard a b ir yerde Peter’i gördü. Peter tepeden kızlara sanki gözlerine inanam ıyorm uş gibi bakıp duruyordu. Sandalyeyi dağdan aşağı atm asının nedeni, bu kızın buralarda gezm esini engellemek için değil m iydi? Oysa, kız işte gene H eid i’nin yanındaydı. H eidi, Peter’i görünce hemen seslendi: «Buraya gelsene, Peter!»
«Çok yorgunum !»«Ama gelmen gerek! H adi gel! Ben
C lara 'yı tek başım a taşıyamam. Bana yardım etmen şart. Çabuk gel!»
Peter tekrar, «Yorgunum !» diye ka rş ılık verdi.
H eidi yokuştan yukarı, Peter'in yanına doğru koştu. Gözlerinden alevler saçılıyo rd u san ki... «Peter, hemen aşağıya
370 H E î D t
gelmezsen/ h iç hoşuna gitmeyecek b ir şey yaparım ! Sana şim diden söylüyorum !»
Peter'in yüreğine b ir ko rku düştü. Kim senin görm ediği b ir kötülük yapm ış olduğunun farkındaydı. Oysa, H eidi şu anda sanki yaptığı şeyi biliyorm uş gibi konuşuyordu. Y a Amca’ya söylerse? Pe- ter h iç kim seden, Amca’dan olduğu kadar korkm azdı. K aygıyla tutuşarak ayağa kalktı, H eid i’n in yanı sıra aşağıya indi.
B ir yandan, «Geliyorum ama, o söylediğini yapm ayacaksın!» diye sızlanıyordu. H eidi birden ona çok acıdığını h issetti.
«Korkacak b ir şey yok. Gel benim le!» diye avutmaya çalıştı. C lara’nın yanına vard ık ların d a H eidi ona, k ızı b ir kolundan tutm asını söyledi. K endisi de öbür kolundan tutacaktı. A sıl mesele, ayakta bile duram ayan C lara’y ı yürütm ekteydi. H eidi, C lara’ya b ir koluyla Peter’e yaslanm asını, b ir koluyla da kendisini omuzun
H E l D Î 371
dan yakalam asını söyledi. «Böyle olursa seni ta şıy a b iliriz sanıyorum ,» diye açıklam a yaptı.
Ama Peter, daha önce hiç kim seyi omuzuna yaslandırm am ıştı. K o lu kazık gibi kendi yanında sarkm ış duruyordu. B ir tü rlü uzatm ıyordu. H eidi, «Öyle yapılm az, böyle yap ılır,» deyip ona yol gösterdi.
Bütün çabalarına rağmen, gene de iş i kolayca başaram adılar. Clara, sandıkla- nndan daha ağırdı. Hem ik i yandaki destekler de b irb irin e h iç eşit değildi. Pe- ter’in omuzu yüksekte, H e id i’n in ki çok alçaktaydı. C lara önce b ir ayağını, sonra ötekini atmaya çalışıyo rdu ama, ayağını yere basm asıyle geri çekmesi b ir oluyordu.
H eidi, «Ayağını yere s ık ı bas,» diye öğüt verdi.
Clara, «Y apab ilir m iyim acaba?» dedi.
372 H E I D t
Ama denedi. Toprağın üstünde ilk adım ını attı, sonra İk in c is in i... Duyduğu acı inlem esine sebep oldu. Üçüncü adım ını atarken sevinçle acının gittikçe azalmaya başladığını haykırıyordu.
H eidi heyecanla, « B ir kez daha dene!» diye bağırdı.
C lara, b ir daha denedi, sonra b ir daha, b ir daha... B irden, «Yapabiliyorum !» diye b ir ç ığ lık attı. «Yapabiliyorum , H eidi! Bak! îşte! Adım atabiliyorum ... peş- peşe!»
«Yani yürüyebiliyorsun, öyle m i? Ah, keşke dedem de burada olsaydı!»
C lara hâlâ Peter'le H e id i’ye tutunm ak zorundaydı ama, her adım da kendini daha güvenli hissediyordu.
H eidi sevincinden kendinden geçmek üzereydi. «A rtık her gün buraya gelip bütün gün k a la b iliriz !» diye bağırdı. «B irlikte yürürüz. Sonunda sağlığına kavuşursun!»
H E Î D Î 373
Güzel çiçeklerin açtığı yer, yamaca pek uzak değildi. Ç ocuklar az sonra a ltın rengi örtüyü görebildiler, b irkaç adım sonra da yanına vard ılar.
Clara, «Buraya oturalım ,» dedi. Çi- ’ çeklerin ortasına oturdular. H eidi çiçeklerin bu kadar güzel olduğunu sanki ilk kez görüyordu. C lara sakindi. M utluluktan, çevrenin güzelliğinden, önüne açılan yeni âlem lerden çok etkilenm işti... H erkes gibi yürüyebilecekti çünkü. Peter de sakindi. Yerde upuzun yatm ış, uyuyor gibiydi.
Ç ocuklar orada epey oturdular. Vakit öğleyi biraz geçince, keçiler yamaca yönelip melemeye başladılar. Peter’i uyandıran da, işte bu koronun sesi oldu. Uyan ır uyanmaz da, sabah yaptığı kötülüğün acısı yüreğine saplandı. H eidi kendisini Am ca'ya söylem esin diye, küçük kızın her buyruğunu eksiksiz yapıyordu. Üçü b ir lik te otlağa dönüp öğle yem eklerini yedi-
374 H E 1 D t
1er. Peter gene her zam anki gibi çok yedi ama, bu sefer h iç zevk alm adı, için d e b ir cezalandınim a korkusu kabarıyordu.
Yem eklerini b itird ikten az sonra dede göründü. A ğır ağır yokuşu tırm anıyordu. H eidi hemen ona doğru koştu. Güzel haberi verm ek istiyordu. Dedenin yüzü birden parlad ı. C lara’ya gülüm seyerek, «B ir çaba harcadın ve sonunda kazandın,» dedi.
E ğ ilip C lara 'yı sol koluyla kald ırd ı. K üçük kız, dedenin kuvvetli kolundan destek alınca daha kolay yürüyebiliyordu. H eidi sevincinden zıp zıp zıplam aya başlam ıştı. Dede, daha sonra C lara’y ı kald ırıp kucağına aldı. «Fazla yorm am ak gerek,» dedi. «Hem a rtık eve gitme zama- m.»
Akşam üstü Peter, keçilerini D o rfli’ ye in d ird iğ i zaman, b ir kalabalığın toplanm ış olduğunu gördü. Yerde duran b ir şeye bakıp duruyorlardı. Peter de gör
H E 1 D t 375
mek istedi. B irka ç k işiy i dirsekleyip kendine yol aça aça aralarına sokuldu. Orta yerde C lara'nın sandalyesinin parçalan yatm aktaydı.
F ırın c ı, «Bu sandalyeyi yukarıya taşırlarke n görmüştüm,» diyordu. «H er halde epey pahalı olm alı. Acaba bunu b iris i bilerek m i aşağıya yuvarladı? F ra n kfu rt’ lu bay, bu iş i öğrenince her halde b ir soruşturm a yapacaktır. Son günlerde Alm 'a çıkan herkesten kuşkulanacaklar- dır. İk i yıldan beri oraya çıkm adığım a seviniyorum ! »
Peter yeterince dinledi konuşulanları. S insi sin si süzülüp kalabalıktan s ıy rıldı, peşinden şeytan kovalıyorm uş gibi b ir hızla dağ yolundan yukarıya doğru koşmaya başladı. Eve varınca, akşam yemeği bile yemedi, hemen yatağına girdi, ama orada da rahat edemedi. H er an polis in kapıyı çalıp eve gireceğini, kendisi
376 H E 1 D I
ni alıp F ra n kfu rt’daki zindana götüreceğini düşünüyordu.
K ız la r o gece yataklannda y ıld ız la n seyrederken, H eidi b ir ara:
«Düşünüyorum da, T a n rı’n ın bize istediğim izi hemen verm eyişi ne kadar iyi!» dedi. «Bizim iç in neyin daha h a y ırlı olacağını en iy i O biliyor.»
Clara, «Neden öyle düşündün, H eidi?» diye sordu.
«Çünkü, ben F ra n k fu rt’dayken hemen eve dönebileyim diye, dua ediyordum . Dönemediğim zaman, T an n 'n ın beni iş itmediğine ka ra r verm iştim . Oysa bak, o sıra kaçıp eve dönseydim, şim di sen buraya gelmeyecektin, ve iyileşm eyecektin!»
C lara da derin derin düşündü. «Ama Heidi,» dedi, «öyle olursa h iç b ir şey için dua etmememiz gerekir. T an rı bize neyin h a y ırlı olduğunu bizden iy i b iliy o rsa...»
«Tabiî öyle. Ama biz başka tü rlü ya
H E î D t 377
pacağız. H er gün T a n rı’ya, bize verdikle ri iç in teşekkür edeceğiz, o n ları O’nun verdiğini unutm adığım ızı söyleyeceğiz. Ama, eğer istediğim iz şey olmazsa, Tan- n ’n ın b izi işitm ediğini sanmayacağız. Bu yüzden de dua etmeyi kesmeyeceğiz. O zaman, diyeceğiz k i; demek T an rı her şeyi bizden daha iy i b iliyo r! O’nun eninde sonunda her şeyi daha iy i bitireceğine inanıyoruz ve buna şükrediyoruz.»
«Ne kadar güzel ifade ediyorsun, Hei-di.»
«Bana bun lan büyükanne söylem işti. Sonunda da h a klı çıktı. Bana kalırsa, ’l'a n rı'y a asıl şükretm em iz gereken şey, bize bu m utluluğu verm esi, senin yürüyebilm eni sağlam ası!»
E rtesi sabah dede, büyükanneyi Alm dağına davet etme zam anının geldiğini söyledi. Ona gösterebilecekleri b ir şey vard ı artık. Ç ocuklar, büyükanneye b ir sü rp riz yapm ak istiyo rla rd ı. B u yüzden
378 H E î D 1
C lara'm n biraz daha iy i yürüyebileceği günlere kadar beklem eyi uygun buldular. H iç değilse, yalnız H eidi'ye tutunarak yü- rüyebilm eliydi. B u da olsa olsa, b ir hafta sürerdi. B ir sonraki m ektuplarında büyükanneyi Alm dağına davet ettiler ama, s ırla rın ı açığa vurm adılar.
Yürüm ek C lara’ya her gün biraz daha kolay geliyordu. A cısı azaldığı için , a rtık daha uzun yürüyüşler yapabiliyordu. B u yürüyüşler, küçük k ızın iştah ını öylesine açm ıştı ki, dede a rtık ekmek dilim le rin i her gün b ir parça daha kalın kesmeyi âdet edinm işti. Ekm ekler çabucak bittikçe ih tiya n n da keyfi artıyordu.
Böylece, b ir hafta daha geçti, büyükannenin geleceği gün, biraz daha yaklaştı.
H E î D t 379
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENİDEN BULUŞMA DİLEKLERİ
B ü y ü k a n n e d e n gelen mektup, Alm dağına geleceği günü b ild iriyo rd u. M ektubu D o rfli’ den daha o sabah Peter getir
m işti. Alm Amca'nm eline tutuşturup çabucak arkasm ı döndü, yokuştan aşağıya doğru kaçtı âdeta.
H eidi, «Dedeciğim, Peter bugünlerde neden sanki cezalandırılm ayı bekler gibi davranıyor?» diye sordu. «Sopadan kaçan keçilere benzer b ir h ali var.»
Dede, «B elki o da hakettiği b ir sopadan ko rku yo rd u r!» diye k a rş ılık verdi.
H eidi, kulübeyi toplayıp tem izlem iş, büyükannenin gelişine hazırlam ıştı. H er şey derli topluydu. Ç ocuklar dışardaki tahta kanepede oturuyorlardı. Büyükanneyi karşılam aya h azırd ılar. Dede de gelip yanlarına oturdu. E linde güzel b ir buket çiçek tutuyordu. Daha bu sabah toplam ıştı. Az sonra yokuştan yukarıya b ir grup insanın tırm anm akta olduğunu gördüler. E n önde rehber yürüyordu. Onun arkasında büyükannenin bindiği beyaz at vardı. Daha arkada da büyükannenin bavulunu taşıyan ham al görünüyordu. Grup düzlüğe ç ık a r çıkm az, büyükanne, ço cukları gördü.
«Fakat bu da ne demek!» diye hayk ırd ı yaşlı kadın. «Clara, neden sandalyende değilsin? Gözlerim e inanam ıyorum !»
Herkesle el sık ışırk en b ir yandan.
H E î D t 381
«Clara, bu gerçekten sen m isin?» deyip duruyordu. «Y anaklann enikonu yuvarlaklaşm ış, rengin pem beleşm iş! Seni güç tanıyabiliyorum yavrum !»
C lara 'yı kucaklam ak üzere ilerled i. Ama o sırada, H eidi kanepeden aşağıya sıçrad ı, C lara da onun om uzuna yaslanıp indi, ağır adım larla büyükanneye doğru yürüm eye başladılar.
Y aşlı kadın olduğu yere ça k ılı kaldı. Neden sonra kendini toplayabildi. Önce kendi torununu, sonra H eid i’y i kucakladı, daha sonra tekrar C lara’y ı bağrına bastı. Ağzından tek kelim e çıkm adan kızla rın yüzüne bakıp duruyordu. B ir ara Alm Amca’yı fark etti. İh tiy a r, yüzünde geniş b ir gülümsemeyle olup bitenleri izliyordu. Büyükanne, kolunda C lara'yla kanepeye yürüdü, onu oturttuktan sonra Alm A m canın eline sa rıld ı;
«Sevgili Amca! Size n asıl teşekkür
382 H E İ D İ
edebilirim ? Bütün b u n lar sizin bakım ınız, sizin dikkatiniz, sizin eseriniz!..»
Amca ekledi: «Ve güneşin, dağ havasının etkisi!»
H âlâ gülüm süyordu.C lara da a tıld ı; « B ir de K üçük K u-
ğu’nun sütü! Ah, büyükanneciğim , ne kadar çok süt içtiğ im i b ir görseydin!»
«G örebiliyorum C lara! Y anaklanna bakar bakm az b e lli oluyor bu! Ne büyük değişiklik! Hem tom bullaşm ışsın, hem de boyun uzam ış. G özlerim i senden ayıram ıyorum . Hemen P a ris’e, oğluma b ir telgraf çekelim . D erhal buraya gelm esini söyleyelim . Ama nedenini hemen açıklam ak istem iyorum . Bu, öm ründe gördüğü en unutulm az, en güzel sü rp riz olacak. O
'adam lar aşağıya in d i m i, Amca? Telgrafı n asıl gönderebiliriz acaba?»
«İn d ile r. Madem acele ediyorsunuz, Peter’i çağınnm , o yapar bu işi.»
Amca’nm tiz ıslığ ın ın sesi Peter’i ko
H E Î D Î 383
şar adım larla getirmeye yetti. E lin e telgrafı tutuşturdular. Amca, ona, bu kâğıdı D o rfli’deki postaneye götürm esini söyledi. Peter olanca hızıyla yola koyuldu. B u ana kadar p o lisin buraya gelmemiş olm asına seviniyordu.
384 H E î D î
Bay Sesem ann'ın P aris’teki işle ri çoktan bitm işti. O da çocuklara b ir sürpriz yapm ak istiyordu zaten. H iç kim seye haber vermeden Basel trenine binm iş, çok özlediği k ız ın ı sevinçten şaşırtm ak iç in yola koyulm uştu. Ragatz'a gelince, annesinin b irkaç saat önce oradan ayrıld ığ ın ı söylediler. Bu da Bay Sese- m ann’ın düşündüklerine tamamen uyuyordu. B ir arabaya binip, M aienfeld'e doğru yola çıktı. Oraya vard ığı zaman ayn ı arabayla D o rfli’ye kadar gidebileceğini öğrendi. D o rfli’den yukarıya tırm anm ak ona pek güç gibi göründü. Yorgundu da.
B ir süre yürüdükten sonra, kulübenin hâlâ görünürlerde olm adığını fa rk edince, «Acaba doğru yolda m ıyım ?» diye düşünmeye başladı. B elki de kulübe, dağın öte tarafındaydı. Çevresine bakındı. Y ol soracak kim se yoktu. O sırada yukardan b ir erkek çocuğun koşa koşa ind iğin i gör- aü. B u çocuk, elinde telgrafla D o rfli postanesine koşan Peter’den başkası değildi. t*atikadan inm iyor, yam açiaraan aşağı sıçrayarak uçuyordu san ki... Bay Sese- mann işaret edince Peter ona doğru yaklaştı.
«Gel oğlum !» diye seslendi Bay Sese- mann. «Söyle bana oğlum; ih tiy a r b ir adam la H eidi adında b ir çocuğun otur- d u klan kulübeye buradan m ı ç ık ılıy o r? F ra n kfu rt’dan ko n u klan va r bugünlerde. Tanıyor m usun onları?»
Peter’den çıkan ses b ir in ilt i oldu. B ir an önce uzaklaşm a çabası içinde olan çocuk, anîden tepetaklak oldu, yamaçtan
H E l D I 385
aşağılara yuvarlan d ı... tıp k ı düşen sandalye gibi! Ama Peter parçalanm adı. Y alnızca elindeki telgraf parçalandı.
Bay Sesemann kendi kendine, «Amma da çekingen çocuk!» diye m ırıld andı. H er halde çocuğun böyle korkm asının nedeni, b ir yabancı görünce şaşırm ış olm asın- dandı. Bay Sesemann, tekrar yola koyuldu.
Peter’e gelince, o bu adam ın Frank- furt'dan gelen po lis olduğuna iyice inanm ıştı. Dağdan aşağı yuvarlanıp duruyo rdu. Sonunda b ir çalıya tutunabildi. B irkaç dakika olduğu yerde yatıp kendine gelmeye ça lıştı, sonra kalktı, yokuş yukar ı tırm anm aya başladı.
Bay Sesemann, Peter’le karşılaştıktan az sonra, ilk kulübeyi görmüş, doğru yolda olduğunu anlam ıştı. Tırm anm aya devam etti, sonunda tepedeki küçük ku lü beyi görebildi. îşte Alm kulübesi, diye düşündü.
386 H E I D t
Son adım larını sevinç içinde atan Bay Sesemann, daha düzlüğe çıkm adan, yu karıd akile r onu görm üş, tanım ışlardı. Hemen ona küçük b ir sü rp riz p lan lad ılar. O patikadan a y rılıp kulübeye yönelirken , ik i gölge de ona doğru ile rliyo rd u . Açık renk saçlı, pembe yanaklı, uzun boylu b ir kız, yanında da daha ufak tefek olan arkadaşı. Bay Sesemann olduğu yere çakılıp onlara bakakaldı.
Clara, «Baba, beni tanım adın m ı?» diye seslendi. «O kadar m ı değiştim ?»
Bay Sesemann hemen koşup küçük k ızın ı kucakladı.
«Evet, gerçekten çok değişm işsin!» dedi, «in anılacak gibi değil! Bu, gerçekten benim küçük C lara’m o la b ilir m i?» Aynı sözleri tekrarlayıp duruyordu.
Büyükanne de oraya doğru ilerled i: «Sevgili oğlum, ne dersin bu olanlara?» dedi. «Sen bize b ir sü rp riz yapm ak istedin ama, sanıyorum bizim sürprizim iz se-
H E İ D Î 387
ninkinden de daha güzel oldu! Şim di a rtık Alm Amca’y la tanışm alısın. B u mucizeyi yaratan insan, o asimda.»
«Elbette o. O ve küçük H e id i’miz,» diyen Bay Sesemann, b ir yandan H e id i’yle el sıkışıyo rd u, «tyi m isiniz, m utlu m usunuz diye sorm ama gerek bile yok! Alp çiçekleri arasında senin kadar güzel .olan ı yoktur, H eidi!»
H eidi parıldayan gözleriyle iy i yürekli Bay Sesemann’a bakıyordu. Ne kadar da an layışlı davranm ıştı bu adam kendisine. Alm dağında ona böyle b ir mutlu lu k verebildiği iç in övünüyor, seviniyordu H eidi.
Büyükanne, oğlunu elinden tutup \lm Amca’nm yanm a götürdü. îk i erkek el s ık ıştıla r. Bay Sesemann yürekten gelen şü kra n la n n ı dile getirdi. B u olayın b ir mucize sayılm ası gerektiğini söyledi.
Büyükanne, gözlerindeki y a şla rı saklayabilm ek iç in başın ı çevirm iş, köknar
388 H E Î D Î
ağaçlanna doğru bakıyordu. O ralarda gözüne b ir m avilik ilişti. M avi çiçeklerden oluşan çok güzel b ir buketti bu.
«Ne kadar güzel!» dedi büyükanne. «H eidi, b u n ları bana sen m i topladın?»
«Ben toplam adım . Ama galiba kim in topladığını biliyorum .»
O sırada ağaçların arkasından b ir h ış ırtı duyuldu. Bu ses, Peter’den geliyordu. Y abancı adam ın Alm Amca’yla konuştuğunu görünce, sessizce oradan uzaklaşmaya çalışm ıştı ama, büyükanne görm üştü bile onu. «Gel buraya, oğlum !» diye seslendi. «Korkm ana gerek yok!»
Oysa, Peter’e korkudan neredeyse felç inecekti. B aşın ı uzatıp ağaçların arkasından onlara doğru baktı. «İşte şim di hapı yuttuk!» diye düşündü. Yüzü ko rkudan ifadesini y itirm işti. Sürünürcesine yaklaştı.
Büyükanne, «Yaklaş yanım a evlâ' dım,» diye onu yüreklendirdi. «Şim di an
H E t D 1 389
lat bana bakalım , bunu yapan sen m isin?»
Peter gözlerini yerden kaldırm ıyordu. K aldırm adığı iç in de büyükannenin parm ağının çiçek dem etini gösterdiğini göremedi. Tek farkın da olduğu şey, kulübenin kap ısı yanında duran Alm Am ca’ydı. Kendisine delen b akışla rla bakan Alm Amca! B ir de yanındaki F ra n kfu rt’lu polis. Peter tepeden tırnağa kadar titreyerek, «Evet»e benzer b ir şeyler m ırıld anabildi.
Büyükanne, «Bunda seni o kadar üzecek ne var, peki?» diye sordu.
«Parçalanm ış olm ası tabiî. B ir daha da kim se yapıştıram az onu.» Peter güçlükle konuşuyor, kekeliyordu. B acakları öylesine titriyo rd u k i neredeyse yere yıkılacaktı.
Büyükanne, onu b ırak ıp Alm Amca’ ya doğru yürüdü. «Sevgili Amca, bu çocuğun cidd î b ir sorunu va r galiba. Zaval-
390 H E î D î
hcık,» diye ih tiya n n d ikkatin i çekmeye çalıştı.
Amca, « B ir şeyi yok onun,» dedi. «Ama sanıyorum , tekerlekli sandalyeyi yamaçtan aşağıya yuvarlayan o «rüzgâr» bizim Peter olm alı. Şim di de hakettiği cezayı bekliyor besbelli.»
Büyükanne, duyduklarına pek inanam am ıştı. Onun görebildiği kadanyle Peter h iç de kötü b ir çocuğa benzem iyordu. Hem sandalyeyi yok etmek istem esi iç in de b ir neden yoktu. Ama Amca ayn ı kanıda değildi. Peter'in itira fı da, Amca'nm çoktan beri içinde beslediği kuşk u la rı doğrulam aya yetm işti. Peter’in günlerden beri Clara'ya düşm anca b akışlar yollam ası, konuklardan hiç hoşlanm am ış gibi davranm ası zaten Alm Amca’nm gözünden kaçm am ıştı. B ö ylelikle aklından ik i kere ik in in dört ettiğini hesaplam ış, gerekli sonuca çoktan varm ıştı. Durum u büyükanneye de anlattı. Büyükanne her
H E î D î 391
şeyi sonuna kadar dinledikten sonra, «Hay ır, hayır, sevgili Alm Amca, bu çocuğu a rtık cezalandırm am alı. H er şeyin hakk ın ı verm ek gerek,» dedi. «Biz buraya yabancılar olarak geldik, h aftalard ır Hei- d i’y i ondan uzaklaştırd ık. O da günlerce kendi kendine oturup kafasından b ir sürü ku ru n tular geçirdi. H ayır, onu cezalandırm ak asla doğru olamaz. B u çocuğu bu kötü harekete sürükleyen şey, duyduğu öfke ve güceniklik oldu. B elki biraz da saflığı, budalalığı. Ama hepim iz öfkelendiğim iz zaman budalalaşırız.»
Büyükanne, Peter’e doğru yürüdü, kö kn arların altındaki tahta kanepeye oturdu. Yum uşacık sesiyle ona, «Gel yanım a çocuğum,» dedi. «Şurada, karşım da dur. Seninle konuşm ak istiyorum . T itrem eyi kes de beni dinle: Sen o sandalyeyi yam açtan aşağıya itip kırılm asın a neden oldun. B u kötü b ir hareket. Bu yüzden cezalandınim an gerektiğini kendin
392 H E î D t
de biliyorsun. Cezadan kurtulm ak için tü rlü sık ın tıla ra g irip suçunu saklam aya çalıştın . Oysa, bak, b ir suç işleyip dn kim senin fa rk etmeyeceğini düşünen insan her zaman y a n ılır. Çünkü, T an rı her şeyi görür ve duyar. B iris in in kötülüğünü saklam aya ça lıştığ ın ı O hemen fa rk eder. Doğduğumuz zaman içim ize yerleştirdiği o küçük bekçiyi u yan d ırır. O bekçi, o andan başlayarak bize rahat huzur vermez. Sesi durm adan b izi tedirgin eder. îk id e b ir bize, «Seni yakalayacaklar, seni cezalandıracaklar,» diye seslenir. K ısa zamanda duyduğumuz korku tüm m utluluğumuzu yok eder. Sen de şu anda öyle mi hissediyorsun, Peter?»
Peter pişm an pişm an başını salladı. Gerçekten de tam öyle hissediyordu.
Büyükanne devam etti: « B ir başka bakım dan daha yanlış hesap yaptın. Aslında, çok kötü b ir davranıştı bu, ama ondan çok iy i b ir sonuç doğdu. C lara'nın
H E t D t 393
sandalyesi olm adığı, çiçekleri görm eyi de çok istediği için , yürüm eye büyük çaba harcadı. Sonunda da başardı. Bu sayede, her gün otlağa gidebildi. Sandalyeyle olsa o kadar sık gidemezdi. G örüyorsun ya, Peter, T a n rı isterse kötü b ir hareketten de iy i b ir sonuç yaratabiliyor. O zaman yapılan kötülük yalnızca onu yapanı etkiliyo r. A nlıyorsun, değil m i, Peter? Eğer anlıyorsan, b ir daha asla unutm amaya çalış. B ir daha sefere içinden kötülük yapm ak isteği geldiği zaman, hemen içim izdeki o küçük bekçiyi hatırla. Kötü sesiyle insanı her zaman tedirgin eden bekçiyi. Olmaz m ı?»
«O lur, hatırlarım ,» dedi Peter.Canı hâlâ pek sıkkın d ı, çünkü ola
yın n asıl sonuçlanacağını bilm iyordu.Büyükanne:«öyleyse iş le r yolunda gidiyor de
m ektir,» dedi. «Şim di F ra n kfu rt’lu konukla r sana kend ilerin i hatırlam an iç in b ir
394 H E 1 D t
armağan verm ek istiyo rla r. Ne istediğini söyle bakalım bana.»
Peter başını ağır ağır ka ld ırıp bü- yükanne5'e baktı. B akışların d a şaşkın lık okunuyordu.
O, korkunç b ir ceza beklerken şim di ona, 'd ile bizden ne d ile rsin ?’ diye sorm uşlardı. A klı karışm ıştı çocuğun enikonu.
Büyükanne, «Evet, cidd î söylüyorum .» diye sözünü yineledi. «Fran kfu rt’ lu kon ukların yaptığın işten ötürü gücenm ediğini hatırlam an için sana b ir arm ağan verilecek. Anladın m ı, yavrum ?»
Peter yavaş yavaş anlam aya başlıyo rdu. A rtık cezadan korkm asına gerek yoktu. B u iy i yü re kli kadın, onu tutuklan- m aktan da, polisten de ku rtarm ıştı işte. Zihninden büyük b ir yükün kalktığım hissetti. Ayrıca, yapılan h ataların hemen itira f edilm esinde ya ra r olduğunu daha yeni fa rk ediyordu. Kekeleyerek konuş-
H E î D î 395
maya başladı: «Ben kâğıdı da kaybettim .»
Büyükanne sözkonusu kâğıdın hangi kâğıt olduğunu anlayabilm ek iç in önce biraz düşünm ek zorunda kald ı ama, sonra telgrafın kaybolduğunu hemen anladı. Y ine aynı yum uşak sesiyle:
«Tamam,» dedi. «Bu iy i işte. însan b ir y a n lışlık yaptı m ı, hemen itira f etm eli. Şim di bana ne armağan istediğini söyle?»
Peter o anda istediği her şeyin kendisine verileceğini anladı. Sevinçten başı döner gibi oldu. M aienfeld’de her y ıl açılan fu a n gözünün önüne getirdi. Ne güzel şeyler satarlard ı orada. Peter ne kadar çok isterd i b a zıla rın ı alabilm eyi. K ırm ızı düdükler va rd ı en başta. Onlardan b ir tane alabilse ke çile rin i ne kolay topla rd ı. Sonra o süslü püslü ç a k ıla r... Peter derin düşüncelere dalm ıştı. B u n la r
396 H E t D î
dan hangisini daha çok istediğine karar verem iyordu. B irden akhna p arlak b ir f ik ir geldi.
«On kuruş,» dedi.Büyükanne güldü: «Bu da pek bü
yük b ir istek sayılm az doğrusu,» dedi gülerek. «Gel yanım a!» E lin i cebine atıp beş tane lira ç ıka rd ı, üstüne de ik i parlak on kuruş koyup b ir kule yaptı. «Şim di gel, b u n ların hesabını yapalım ,» dedi. «Beni iy i dinle Peter. B u p araların hesabı şöyle: B ir yıld a kaç hafta varsa, burada da o kadar on kuruş var. Demek k i b ir y ıl boyunca her hafta, on kuruş harcayabileceksin.»
«Ömrüm boyunca m ı?» Peter bu so- rayu çok saf sorm uştu.
Büyükanne kendini tutam ayıp kahkah alarla gülmeye başladı. Öyle k i, az ile rde konuşm akta olan erkekler, sözlerini kesip ona b aktılar. Büyükanne, «Evet oğlum ,» dedi. «Bunu vasiyetnameme yaza
H E î D 1 397
cağım. Yaşadığı sürece Peter’e her hafta on kuruş verilecek, diyeceğim.»
Bay Sesemann ilerden başını sallayıp ta tlı tatlı güldü.
Peter, avucundaki armağana b ir kez daha baktı. Gözlerine inanam ıyordu. B üyükanneye, «Tanrı sizden razı olsun!» deyiverdi, sonra da arkasın ı döndüğü gibi zıplaya sıçraya uzaklaştı. İçin d eki ko rkulardan eser kalm am ıştı.
Yemekten sonra Clara, babasını b ir kenara çekip, onunla konuştu: «Babacığım, dedenin bana yaptığı iy ilik le ri b ir bilsen! Onu öm rüm boyunca unutam ayacağım! Durm adan ona ne gibi b ir ka rş ılık verebileceğim i düşünüyorum . Bana verdiği m utluluğun hiç, değilse, y a rısın ı ben de ona verebilsem keşke!»
Bay Sesemann, «Benim de en büyük dileğim bu, sevgili kızım ,» dedi.
Sonra kalkıp Alm Amca’ya doğru yürüdü, elin i tutup ona, «Sevgili dostum,»
398 H E İ D İ
dedi. «Gelin ik im iz biraz konuşalım . Ömrümde böyle b ir m utluluk tatm adım , dediğim zaman, lütfen bana inanın. Para olsun, m al m ülk olsun, b u n ların bence pek büyük b ir değeri yok. O nlar, h iç b ir zaman sevgili k ızım ı iyileştirm em e yardım cı olam adılar. Oysa siz, ona sağlığın ı kazandırdınız. Bana yepyeni b ir hayat verdiniz. Şim di söyleyin bana, şükranım ı n asıl ifade edebilirim ? Sizin yaptığınız iy iliğ i asla ödeyemem ama, gücüm neye yeterse em rinizdedir. Söyleyin bana dostum, ne vereb ilirim size?»
Alm Amca, söylenenleri sessizce dinlem işti. Bay Sesemann, sustuğu zaman gülümseyen gözlerini ona çevirip cevap verdi: «înanm bana. Bay Sesemann, küçük kızım ızın burada iyileşm esi beni de çok m utlu etti. Eğer zahmet çektim se, bu iy i sonuç, onu çoktan unutturdu bana, ty i n iyetli sözleriniz iç in teşekkür ederim. Ama yaşadığım süre bojomca ne H e id i’
H E î D t 399
nin, ne de benim h iç b ir şeye ihtiyacım ız yok. Y alnız, b ir tek isteğim var. O da, yerine gelirse dünyada h iç b ir kaygım kalm ayacak.»
Bay Sesemann, «Söyleyin, aziz dostum,» dedi.
Amca, «Ben ihtiyarım ,» diye sözlerin i sürdürdü. «Daha pek uzun y ılla r yaşam ayı bekleyemem. Ben öldükten sonraysa çocuk hem parasız, hem de kim sesiz kalacak. Eğer H e id i’n in ekmek parası kazanm ak iç in yabancılar yanında çalışmak zorunda kalm ayacağına söz verirseniz, size yaptığım her şeyi fazlasıyla ödem iş olursunuz.»
Bay Sesemann, «Onun sözü mü o luri» diye atıld ı. «H eidi bizim de çocuğumuz sayıhr. Anneme, kızım a da sorun isterseniz. H eid i’nin yabancılar yanına gitm esine asla izin verm ezler. Size söz veriyorum . Ben yaşarken, ya da öldükten sonra, bu çocuk h iç b ir zaman yabancılar
400 H E î D î
elinde kalm ayacak. Bizden başka dostlar da edindi o. B ir tanesi, sevgili doktorumuz. B u günlerde o da iş le rin i düzenliyor. B itird iğ i zaman gelip buralara yerleşmek niyetinde. İsv içre dağlannda yaşamak istiyo r. K ızm ızın yam ndayken öyle m utlu olm uş ki, daha önce h iç bu kadar m utlu günler geçirm ediğini söylüyor. Böylece, H e id i’nin şim di ik i koruyucusu oldu sa yılır. T an rı ikinize de uzun öm ür versin!»
Büyükanne, «İnşallah!» dedi, sonra Alm A m cayla el sık ıştı, dönerek H eid i' y i kucakladı:
«Sevgili H eidi'ciğim , sen söyle bakalım bana, özel b ir isteğin var m ı?»
H eidi, «Elbette var,» dedi. Gözleri büyükannej^e sevinç k ıv ılc ım la rı saçarak bakıyordu.
«Nedir, yavrum ?»«Fran kfu rt’daki yatağım ı üç büyük
yastığım la b irlik te buraya getirtm ek isti
H E t D 1 401
yorum . K a lın yorganım ı da. O zaman n ine, başı aşağıda yatm ak zorunda kalm ayacak.
Büyükanne, «Sevgili yavrum ,» dedi. «M utlu olduğum uz zaman başkaların ı da hatırlam ak gerektiğini düşünmen ne kadar iy i oldu. F ran kfu rt'a hemen b ir telgraf çekeceğim. Yatak ik i gün içinde burada olur. T an rı yardım ederse nine kısa zamanda rahat uyum aya başlayacak dem ektir.»
H eidi, büyükannenin çevresinde sıçrayıp dansetmeye başladı. Hemen nineye gidip bu güzel haberi vermeye can atıyordu. Ama dede ona, «Olmaz, H eidi!» dedi. «K o n ukların ı b ırakıp kaçam azsın!»
Bu arada büyükannenin, H eidi'den yana çıktığ ı görüldü: «Sevgili Amca, şim di biz de gidiyoruz. Hepim iz b irlik te yola çıkan z. D orfli'ye indiğim iz zaman telgrafı da çekeriz. Ne dersin, oğlum?»
Bay Sesemann o ana kadar tatil plan
402 H E t D Î
la rın ı pek düşünm em işti. Asim da, niyeti annesiyle b irlik te İsv iç re ’de biraz dolaşm aktı. «Acaba C lara’nm sağlığı onun da bizim le gelmesine izin v e rir m i?» diye kaygılanm ıştı. Şim di ise, k ızıy la b irlik te pek güzel b ir yo lculuk yapabileceklerini görüyordu. Yazın bu son günlerini ka çırmak hoş olm azdı. Sonunda ka ra n n ı verebildi. Geceyi D o rfli’de geçirecek, ertesi sabah gelip C lara’y ı alacaktı. Üçü b ir lik te Ragatz’a doğru yola çıkacaklardı.
C lara, Alm ’dan aynim ayı pek istem iyordu. Ama anlatılan tatil de oldukça güzeldi. B iraz düşündükten sonra, eski neşesini buldu.
N inenin kulübesine yaklaşırken B ri- gitta’y ı kapının dışında gördüler. Onların yaklaştığın ı görünce, hemen eve g irdi, «G eliyorlar, anne!» diye seslendi.
Nine, «Eyvah, demek k i korkulanm doğru çık tı!» diye inledi. «Acaba çocuğu
H E î D t 403
da götürüyorlar m ı dersin? O ,da yanla- nnda m ı?»
O sırada kapı ardına kadar açıld ı, H eidi odaya hızla girdi, ninenin köşesine koşup, onu sevgiyle kucakladı.
«Nineciğim , nineciğim ! F ra n kfu rt’ dan benim yatağım ı getiriyorlar. Üç yastığım ı, yorganım ı da getiriyorlar, tk i güne kadar burada olacak. Büyükanne söz verdi bana.»
Nine üzgün üzgün gülüm sedi. «Ne kadar iy i y ü rekli b ir bayan olm alı! Keşke seni götürdüğüne sevinebilseydim , Heidi.»
O sırada yum uşak b ir sesin, «Bu da ne demek oluyor? K im uydurdu bu masalı?» dediği duyuldu. Büyükanne bu son sözleri duym uştu. «H ayır, hayır, öyle b ir şey yok,» diye açıklam ayı sürdürdü. «Heidi gene burada ninesiyle kalacak. Biz de her y ıl Alm dağına geleceğiz. Burada T an rı'ya şükredip bize verdiği m ucizeyi hatırlayacağız.»
404 H E İ D Î
N inenin yüzü birden pembeleşti. H eyecandan konuşacak halde değildi ama, Bayan Sesemann’m e lin i tekrar tekrar öpüp duruyordu. Y anaklanndan aşağı ik i ir i gözyaşının yuvarlandığı görüldü.
H eidi, ona sa rılıp , «H er şey sana okuduğum o İlâh ideki gibi olm adı m ı, nine- ciğim ?» dedi. «Fran kfu rt’dan yatağım gelince daha da iy i olacak, öyle değil m i?»
«Evet, öyle H eidi. T an rı bana çok güzel şeyler verdi. Demek, dünyada fa k ir b ir kadın iç in bu kadar zahmete girebilecek kadar iy i insan lar da varm ış!»
Bayan Sesemann, «Aziz nineciğim ,» dedi. «T anrı’nın gözünde zengin de, fak ir de b ird ir. Hepim izin O’na ihtiyacı vardır. O, b izi h iç b ir zaman unutmaz. Şim di size veda edeceğiz. Ama gelecek y ıl gene görüşeceğiz. Sizi de hiç b ir zaman unutmayacağız.»
B u sözlerden sonra büyükanne tekrar
H E Î D I 405
ninenin e lin i tutup sık tı, oğluyla b irlik te yola koyuldu.
E rtesi sabah Clara, Alm ’dan ayrılacağı iç in üzüntü içindeydi. Ama H eidi, onu avutm ak iç in elinden geleni yaptı. «Çok geçmeden gene yaz gelecek. O zaman daha da çok eğleneceğiz. Sen sağlık lı olacaksın. H er gün keçilerle otlağa çıkacağız,» diyordu.
C lara gözlerini kuruladı. «Peter’e ve keçilere* benden selâm söylemeyi . unutma,» dedi.
Bay Sesemann gelm iş, çocuklara eliyle işaret ediyordu. A yrılm a vakti gelm iş çatm ıştı.
Bayan Sesemann, k ışın dağların ne kadar soğuk olabileceğinin farkındaydı. Çoban Peter’in kulübesine koskocam an b ir sandık gönderdi. Sandığın içinde her çeşit sıcacık g iysiler vardı. Nine, bundan böyle h iç b ir zaman soğukta titremeye- cekti.
406 H E î D î
K ısa b ir süre sonra D oktor da D o rfli’ ve geldi. Alra A m canın öğüdüne uyarak ih t iy a r ın H eidi ile b irlik te oturduğu evi « atın aldı. D oktorun niyeti, orayı iyice onarm aktı. B ir kısm ında kendisi oturacak, diğer y a n sın ı da H eidi'yle dedesine ’m ş iç in verecekti.
G ünler geçtikçe D oktorla Alm Amca çok iy i dost oldular. K onuşm alarında sık sık H e id i’den söz ediyorlardı. İk is in in de en büyük zevki, yeni evlerinde bu çocukla b irlik te oturabilm ekti.
Günün birinde D oktorla Amca, evin onanm ını seyrederken. Doktor, ihtiyara dönüp şu n ları söyledi: «Bu çocuğa olan sa ’ ginizi ben de paylaşıyorum . Sanıyorum k i dünyada onu sizden sonra en çok seven insan benim. B u yüzden ona karşı olan sorum luluğunuzu da paylaşm ak is
tiyorum . Ona elim den gelen her şeyi vermek isterim . Um arım k i yaşlı günlerim de yanım da o lur. E n büyük isteğim bu.
H E î D 1 4OT
H eid i’y i evlât edinm ek istiyonam . O zaman siz dünyaya veda ettikten sonra da b ir sıkm tısı kalmaz.»
Dede, Doktorun elin i tutup sıktı. Doktor, ih tiyarın gözlerinde bu sözlerin yarattığı m utluluğu okuyabiliyordu.
O sırada H eidi ile Peter de ninenin yanındaydılar. H e id i’nin onlara anlatacağı öyle güzel haberler vard ı ki, arada solu k bile alam ıyordu. Yaz boyunca b irb irle rin i pek görem em işlerdi. Arada pek çok olay olm uştu.
B rigitta, H e id i’nin yardm ııyle, Pe- ter’e her hafta verilen on k u ru şların h ikâyesini anlayabilm işti nihayet. Anladığı anda, onun da yüzüne b ir sevinç yayıldı
Nine, H eid i’ye dönüp, «Gel, bana İlâhilerden b ir tane oku, çocuğum,» dedi «Tanrı'ya bize ve rd ik leri iç in b ir kez d|a- ha şükretm ek istiyorum !»
B İ T T İ
408 H E t D 1