14
EKEV 12 37 (Güz 2008) ------- ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA VE 73 Hakan GÜNDOGDU (**) Özet Bu mC:kaie, ilk olarak, temel sebepleri üstünde durur; ve John Locke ve Immanuel bu yana olan klasik liberal demok- rasi çok kültürlü bir Avrupa toplumunun bugünkü ve uyum içinde bir arada önündeki engelleri ortadan yetersiz öne sürer. Makale, ikinci olarak, Hobbes, Bay/e ve Locke gibi müsamaha, tahammül, katianma destekleyen kimi'jelsefi da, hem medeniyetler önlemek için, hem de çok kültürlü bir toplumun ve için temeller ileri sürer. Bu noktadan hareketle, makale, adalet ve ötekine dayaiz bir savunur ve bunu la izah eder. Bu makale, dördüncü olarak, çok kültürlü bir ve Türk rolüne ve yerine dikkat çekip, kimi içine ve söylemsel hatalara eder. Makale, nihayette, iyi çok kültüriii bir toplum için, bizim, dünyaya birbirlerinin perspektifinden bakabilen rasyonel faiZ- ler olarak, ve makul güçlendirmemiz önerisiyle son bulur. Anahtar Kelimeler: tahammül, çok kültüriii toplum, kültürel kimlik ve ben ve öteki Avrupa, ve Türk Living Together With Other and Toleration in a Multicultural Society Abstract This paper first focuses on the basic reasons of intolerance; and then maintains that classical notian oftoleration comman since John Locke and Immanuel Kant is insufficientfor overcoming abstae/es of living together with a peace and harmony in the present conditions of a multicu/tural European Society based on liberal democratic tradition in politics. The paper second tries to show that same philosophicaljustificationsfor taZeratian as indulgence, forbearance or endurance made by Hobbes, Bay/e and Locke are alsa inconvenience and weakfoundations for building and protecting a multicu/tural society as well as for preventing confticts of civilizations. From this point, the paper third suggests that we need a notian of toleration based on the idea of justice and respect to other; and explicates it in details. The Paper fourth pays attention to the role and place of Islam and Turk identity in the making of multicu/tural Europe and poillts out same logical faZlades and discourse mistakes by same Europeans. The paper finally ends with a proposal that we should enforce the mutual and reasonable tolerance as rational agents who can see the world from other perspective for a well-hased multicu/tural society. Key Words: toleration, indulgence, multicultiral society, cultural identity and diversity, re fatianship between self and other, identity of Europe, Islam and Turk. *) Bu makale, 15-16 2008'de Goethe Jnstitut ileDokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi "IL Türk-Alman: Din ve Diyalog Sempozyumu"nda hem Türkçe hem de çeviri Almanca özedenerek sunumu "Çok kültürlü Bir Toplumda Ötekiyle ve Türkçe ve Almanca "tam bildiri metninin", "gözcien ve ** Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Felsefe Tarihi ABD. (e-posta: [email protected])

ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

  • Upload
    others

  • View
    10

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

EKEV AKADEMİ DERCİSİ Yıl: 12 Sayı: 37 (Güz 2008) -------

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ <•ı

73

Hakan GÜNDOGDU (**) Özet

Bu mC:kaie, ilk olarak, hoşgörüsüzlüğün temel sebepleri üstünde durur; ve ardından John Locke ve Immanuel Kanı'tan bu yana yaygın olan klasik hoşgörü anlayışının, liberal demok­rasi geleneğine dayalı çok kültürlü bir Avrupa toplumunun bugünkü koşullarında barış ve uyum içinde bir arada yaşama önündeki engelleri ortadan kaldırmada yetersiz olduğunu öne sürer. Makale, ikinci olarak, Hobbes, Bay/e ve Locke gibi filozofların, müsamaha, tahammül, katianma anlamındaki hoşgörü anlayışını destekleyen kimi'jelsefi haklı çıkarım/arının da, hem medeniyetler çatışmasım önlemek için, hem de çok kültürlü bir toplumun inşası ve korunması için zayıf temeller olduklarını ileri sürer. Bu noktadan hareketle, makale, adalet ve ötekine saygıfikrine dayaiz bir hoşgörü anlayışına ihtiyacımız olduğunu savunur ve bunu ayrıntılarıy­la izah eder. Bu bağlamda, makale, dördüncü olarak, çok kültürlü bir Avrupa'nın oluşumunda İslam ve Türk kimliğinin rolüne ve yerine dikkat çekip, kimi Avrupalıların içine düştükleri bazı mantıksal yanlış/ara ve söylemsel hatalara işaret eder. Makale, nihayette, iyi temellenmiş çok kültüriii bir toplum için, bizim, dünyaya birbirlerinin perspektifinden bakabilen rasyonel faiZ­ler olarak, karşılıklı ve makul hoşgörüyü güçlendirmemiz gerektiği önerisiyle son bulur.

Anahtar Kelimeler: hoşgörü, tahammül, çok kültüriii toplum, kültürel kimlik ve çeşitlilik, ben ve öteki ilişkisi, Avrupa, İslam ve Türk kimliği.

Living Together With Other and Toleration in a Multicultural Society Abstract

This paper first focuses on the basic reasons of intolerance; and then maintains that classical notian oftoleration comman since John Locke and Immanuel Kant is insufficientfor overcoming abstae/es of living together with a peace and harmony in the present conditions of a multicu/tural European Society based on liberal democratic tradition in politics. The paper second tries to show that same philosophicaljustificationsfor taZeratian as indulgence, forbearance or endurance made by Hobbes, Bay/e and Locke are alsa inconvenience and weakfoundations for building and protecting a multicu/tural society as well as for preventing confticts of civilizations. From this point, the paper third suggests that we need a notian of toleration based on the idea of justice and respect to other; and explicates it in details. The Paper fourth pays attention to the role and place of Islam and Turk identity in the making of multicu/tural Europe and poillts out same logical faZlades and discourse mistakes by same Europeans. The paper finally ends with a proposal that we should enforce the mutual and reasonable tolerance as rational agents who can see the world from other :ı- perspective for a well-hased multicu/tural society.

Key Words: toleration, indulgence, multicultiral society, cultural identity and diversity, re fatianship between self and other, identity of Europe, Islam and Turk.

*) Bu makale, 15-16 Mayıs 2008'de Goethe Jnstitut ileDokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi İşbir­liğinde İzmir'de gerçekleştirilen "IL Türk-Alman: Din ve Kültürlerarası Diyalog Sempozyumu"nda hem Türkçe hem de (eşzamanlı çeviri aracılığıyla) Almanca özedenerek sunumu yapılan, "Çok kültürlü Bir Toplumda Ötekiyle Yaşamak ve Hoşgörü" başlıklı Türkçe ve Almanca "tam bildiri metninin", "gözcien geçirilmiş ve değişiklik yapılmış şekli"dir.

** Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Felsefe Tarihi ABD. (e-posta: [email protected])

Page 2: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

74/ Yrd. Doç. Dr. Hakan GUNDOGDU ---- EKEV AKADEMİ DERCİSİ

Giriş

Bireysel hürriyetler ve anayasal haklar rejimine dayalı liberal demokrasi geleneğine göre yapılanmış çok kültürlü bir Avrupa'da hoşgörü problemleri, ne antikitedeki ne de or­taçağdaki, hoşgörii 1 problemlerinin birebir aynısıdırlar. Günümüzün Avrupa'sı ne dinsel temelli en yüksek iyi varsayımlannda bulunmayan antik dünyaya ne de tek bir en yüksek iyinin esas kabul edildiği Hıristiyan ortaçağına benzemektedir.

JohnLockeve Immanuel Kant'tan bu yana liberal demokraside politik toplum, ilkece, dinsel ve kültürel kimliğinden yalıtılmış atomize bireylerden oluşacak şekilde gelişmiş ve hususi kültürel kimliklerin ancak özel alanla sınırlı olup kamusal görünürlükten uzak dunnası esas alınmıştır. Dolayısıyla, böyle bir yapıda, kültürel kimlik, kamusal ve sosyal kabul bağlamında, ancak bireylerin ortak çıkannı ya da genel iradeyi yansıttığı oranda yer almaktadır.

Ne var ki bu yaklaşım doğal olarak toplumdaki egemen çoğunluk kültürünün lehine işler ve kültürel farklılıklara sahip bireylerin topluma tam dahiliyetinin önünde engel teş­kil eder. Zira toplumsal ilişkilerde "nonnal"in nonnlannı belirleyen daha çok çoğunluk kültürüdür: Dolayısıyla, kamusal görünürlükten uzak dunnası beklenen kültürel kimlikler de, pratikte, ancak, çoğunluğun kültürüne yabancı olanlar olacaktır. Fakat son yıllarda çok kültürlülüğün ortaya çıkışıyla birlikte, kültürel açıdan farklı olan ötekinin toplumsal gö­rünürlüğü, nonnalin nonnlannı baskı altına almakta ve böylelikle de özel alanın kamusal görünürlük talebi artmaktadır. Bunun sonucunda, hem nonnalin ve tarafsızlığın nonnlan hem de kamusal-özel alan aynmı "adalet" ilkesi temelinde, sorgulanmaya başlanmıştır:

Örneğin, Habennas, birey merkezli liberal bir demokraside yurttaşlık anlayışıyla ço­ğunluk kültürünün birbiri içinde eriyip kaynaşmasının, kültürel farklılıklara karşı duyar­sız tek renkli bir sivil haklar anlayışıyla sonuçlandığını ve bunun bir yandan farklı kültür ve yaşam biçimlerine karşı aynmcılığa, öte yandan da medeniyetler çatışmasını önle­mede zaafa yol açtığını öne sünnektedir. Sonuçta, Avrupa'da çok kültürlülük olgusuna adil ve hoşgörülü bir yaklaşım gösterilmek isteniyorsa, artık, bireyin kültürel farklılığının ve kimliğinin tanınmasına, farklı yaşam biçimlerinin ve dünya görüşlerinin birbirleriyle ahenkli kılınınasma daha fazla önem verilmelidir. Ancak, klasik hoşgörü anlayışı, bugün çok kültürlü liberal bir toplumun hoşgörü problemlerini çözmede yetersizdir. Yeni prob-

1) Türkçe "hoşgörü" kavramı ile Batı dillerindeki "tolerans" kavramının, birebir örtüşen kavramlar olduğunu söylemek zordur. Genelde, Türkçe hoşgörü kavramı, ötekine isteyerek ve gönüllü bir şe­kilde katianınayı içerirken; tolerans, ötekine istemeden de olsa tahammül etmeye işaret eder. Bu­nunla birlikte, Latince kökeni itibarıyla "katlanmak", "tahammül etmek" gibi anlamlar içeren ve böylelikle "kiıyıtsızlık"tan aynlan Almanca "toleranz" kelimesi, Türkçe hoşgörü kelimesi gibi hem kişisel birerdeme hem de sosyo-politik birerdeme işaret ettiği için bu metinde "hoşgörü" kelimesini Almanca'daki "toleranz" kelimesinin yaklaşık karşılığı olarak kullanıyorum. Dolayısıyla metinde İngilizce'de bazı yazarların "toleration" ile "tolerance" arasında ilki kişisel birerdeme ve ikincisi de politik birerdeme işaret etmek için yaptıkları aynmı dikkate almadım. Söz konusu aynm İngiliz­ce yazılarda da her zaman yapılan bir aynm olmayıp iki kelime birbiri yerine kullanılabilmektedir. Açıklama için bkz. John Christian Laursen, "Toleration", New Dictionary of the History oj ldeas, (ed. Maryanne Cline Horowitz), Thomson Gale, New York 2005, VI, 2335-2336; Maurice Cranston "To­leration", Encylopedia of Plıilosoplıy, (editor in chief: Donald M. Borchert), Thomson Gale, (second edi tion), New York 2006, IX, 507.

2) Jurgen Habermas, "Equal Treatment of Cultures and the Limits of Postmodem Liberalism", The Journal of Political Plıilosoplıy, cilt. 13, n. 1, Blackwell Publishing, 2005, s. 2-3.

Page 3: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ 75

lemler veya yeni koşullarda yeniden ortaya çıkan eski problemler, doğal olarak, içinde bulundukları koşullara uygun yeni çözümler gerektirirler.

O nedenle, bu makalede, çok kültürlülüğün küreselleşme, göçmenlik, işgücü sağlan­ması, bireyselleşme gibi birçok faktör sebebiyle giderek arttığı heterojen ve liberal bir toplumdıı, "ben ve öteki" ilişkisinin, tahammül, müsamaha ve katianma şeklindeki klasik hoşgörü anlayışı yerine, artık, Poppercı açık bir toplumda, ötekini (a) sadece "negatif' değil aynı zamanda "pozitif bir değer" olarak da görebilecek ve (b) adalet fikrine temel­lenecek farklı bir hoşgörü anlayışı temelinde kurulması gerekliliği üstünde duracağım. Bu hoşgörü anlayışını, herkesin eşitlik ve adalet talep ettiği günümüz koşullannda kabul görecek şekilde "tanıma olarak hoşgörü"3 ifadesiyle dile getiriyorum. Böyle bir hoşgörü anlayışı, UNESCO'nun, 1995'deki "Hoşgörü İlkeleri Deklarasyonu"nda, "dünya kültür­lerimizin zengin çeşitliliğine, insan olmanın farklı yollarına ve ifadelerine şaygı, kabul ve takdir olarak"4 ifade ettiği hoşgörü tanımını temel almaktadır.

Bana göre, hem Hıristiyan ve İslam kültürü gibi evrensellik iddiasında bulunan kuşa­tıcı dinsel kültürlerin hem de güçlü ulusal kültürlerin bir arada yaşamaya başladığı çok kültürlü bir Avrupa dikkate alındığında, ancak böyle bir hoşgörü anlayışı, mevcut hoşgö­rü sorunlannın çözümüne tam ve adil bir katkı sağlayabilir. 21. yüzyılın başında Avrupa toplumu çok önemli bir paradigma değişikliği geçirmekte; farklı dinsel, etnik, kültürel grupların temsilcilerini bir araya getiren bir dönüşümü deneyimiernekte ve Avrupalı Müs­lüman nüfus sebebiyle bu dönüşümün başında İslam 'ın Avrupa'nın ve Almanya'nın5 ikin­ci büyük dini haline gelmiş olması yatmaktadır6.

İslam kültürü, eskisine oranla bugün çok daha fazla Avrupalıdır. Şimdi soru şudur: Avrupa ve İslam arasındaki tarihsel ilişkiler ve Avrupalı benliğin bilinçaltındaki İslam tasavvuru göz önüne alındığında, acaba böyle bir toplum hoşgörülü bir toplum olmayı başarabilecek midir? Yanıt ne olursa olsun, medeniyetler çatışması tezine verilmiş bir yanıt olacaktır. Kültür Kavramı ve Gayri Memnunları'nın yazan Şenocak7 gibi ben de 3) Bu metindeki "Tanıma Olarak Hoşgörü" ifadesi, Galeotti'nin çalışmasından esinlenerek kullanılmak­

tadır. Bkz. Anna Elisabetta Galeotti, Toleration as Recognition, University Press, Cambridge 2002. 4) Lourdes Quisumbing and Joy de Leo, "Values Education in a Changing World: Some UNESCO

Perspective and Initiatives", Valuesin Education, (ed. Susan Pascoe), College Year Book, Australia 2002, s. 167.

5) Andreas Goldberg, "Islam in Germany",lslam, Europes SecondReligion: The New Social, Cu/tura/, and Political Landscap, (ed. Shireen T. Hunter), CT:Praeger, Westport 2002, s. 29 vd.

6) 1990'Iı yıllarla birlikte, Avrupa'daki kültür, kimlik ve din kaynaklı hoşgörüsüzlük ve şiddet bugün Avrupa'nın travmatik hafızasını canlandırncak şekilde tekrar gündemdedir. Avrupa'da dinsel hürri­yet haklandaki tartışmalar, yönetimlerin dinsel topluluklara nasıl hoşgörü gösterecekleri sorunundan dinsel toplulukların kendi üyelerine, komşulanna ya da diğer dinlerin veya ideolojilerin müntesiple­rine nasıl hoşgörü göstereceklerine kadar geniş bir alanı içerir. GünümüzdeAvrupa'da problem Hıris­tiyanların örneğin Almanya'daki Katoliklerin ve (nüfusun %80'ini oluşturan) Protestaniann tarihsel süreçte kendi aralannda karşılıklı anlayışın ve devletle olan ilişkilerinin ötesine geçmiş ve başka dinlerin müntesiplerinin ve onlann hem egemen çoğunluğun dini ve kültürüyle hem de devletle olan ilişkililerinin üzerine dönmüştür. Yalıudiler ve Hıristiyanlar için verilmiş olan haklar bir ölçüde Müs­lümanlara ve diğerlerine de genişletilmiş ama bu çoğunluk tarafından bir direnç ve gönülsüzlükle de karşılaşmıştır (bkz. Kevin Boyle, Juliet Sheen (ed.) Freedam of Religion and Belief: World Report, UK: Routledge, London 1997, ss. 259-260, 303-314.

7) Leslie A. Adelson, "Coordinates of Orientation: Introduction", Atlas of A Tropical Germany: Essays on Politics and Culture 1990-1998 by Zafer Şenocak, (ed. Leslie A. Adelson), Lincoln, NE 2000, s. xxi.

Page 4: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

76/ Yrd. Doç. Dr. Hakan GÜNDOGDU ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ

Avrupa'daki Türk-Alman karşılaşmasımn bu tezi geçersiz kılma potansiyeli taşıdığını dü­şünüyorum. Sorunun yanıtma gelince, bunun, hoşgörü anlayışımızın geliştirilmesinde yat­tığını daha önce ifade etmiştim. Ancak bu konuda daha fazla bir şeyler söylemeden önce ilk olarak hoşgörüsüzlüğün temel sebepleri ve öteki algısı üzerinde durmak istiyorum. Böylelikle, hem tanıma olarak hoşgörünün gerekliliği hem de klasik hoşgörü anlayışının ve argümanlarının mevcut koşullarda niçin yetersiz olduğu daha iyi anlaşılabilecektir.

ı. Hoşgörüsözlüğün Sebepleri Hoşgörü problemleri, genelde (a) birileri ötekilerin hoşlanmadıkları ya da onaylama­

dıkları inançlarına, değerlerine ve davranışiarına müdahale etmek ya da onları kontrol etmek istediklerinde veya (b) ötekiler bu kontrol ve müdahaleye direndiklerinde ortaya çıkar. İki taraf, birbirlerine katlanamadıkları veya birbirlerini bastıramadıkları durumda ise problemler politik bir boyut kazanır. Fakat ister kişisel ister politik boyutta ortaya çıksınlar hoşgörü problemlerinin arkasında benzer sebepler bulunur:

Ötekinin yanlışlığına İnanmak, kendi kendini doğrulamaya çalışmak, ötekinden kork­mak, ötekini düşman olarak görmek, ötekine değer vermemek, hoşgörüsüzlüğün temel sebeplerindendir. Ötekine değer vermeyiş, Antik Yunan' dan günümüze dek var olan tarih­sel bir gerçek: Antik Yunan' da diğer etnik kökenden gelen, anlaşılmaz dilleri olan halklar "barbar" olarak nitelenmişler; hem Aristoteles hem de Euripides tarafından ancak"yan insan" veya "insan-altı" olarak görülmüşler; hatta komşu şehir devletleri bile ötekileştiril­mişlerdi. Monoteist evrenseki dinlerle birlikte, ötekine yönelik tutumu, ağırlıklı olarak, metafizik hakikat algısı yönlendirdi: Farklı dinlerden ve bu dinlerin beslediği farklı kül­türlerden olanlar birbirlerini doğru metafizik hakikate sahip olmadıkları için öteki olarak gördüler: Her birine göre, hakikat ancak kendi ellerinde olabilirdi: Dolayısıyla, kendi gibi olmayan öteki, yanlış yoldaydı; ve hakikatİn takipçisi olan ben ile eşit değerde olamazdı. Öteki, ancak kendisine tahammül edilecek, katlanılacak ve izin verilecek bir şeydi. O, en iyimser bakışla, ancak hakikate yabancılaşrmş olarak görülebilirdi.

Hiilbuki ötekinin hakikate, dolayısıyla da hakikatİn temsilcisi olan bene yabanci­laştığını öne sürmek, ötekiliği doğru okuyamamaktır: Böyle bir okuma ancak Hegelci diyalektiğe dayalı bir okumadır ve ancak benin ötekine olan üstünlüğüyle ve ötekinin ben içinde eritilmesiyle sonuçlanır. Öteki ancak ötekinin ben olduğu yerde, "Başka"nın "Aynı" olduğunun gösterildiği yerde tam kabul görür: Ne var ki böyle bir kabul sadece benin kendine kendisini hatırlatmasından ibaret totolojiden başka bir şey olamaz: O, an­cak, benin kendi kendini doğruladığı bir monologdur. Kendi kendini doğrulamanın dön­güselliği, kendini aldatmanın ta kendisidir: Kendini aldatma, ötekine, ötekinin farklılığı­na karşı körleşmektir.

Fakat böyle bir körlük niçin kabul edilir? Niçin monologun ötesine geçilmez? Sadece mutlak kuşatıcı hakikate sahip ol unduğu inancından dolayı rm? Böyle olduğunu sanrmyo­rum. Ötekine karşı körleşmeye razı olunur; çünkü ötekiyle karşılaşmak, özellikle de bize kolayca boyun eğmeyen, aynileştirme çabalanrmza direnç gösteren ve benliğimizi dönüş­türme potansiyeli taşıyan ötekiyle karşılaşmak ürkütücüdür: Böyle bir karşılaşma, inançla­nrmzı, davranışlarırmzı, dünyayı algılayış biçiınimizi, değederimizi ve böylelikle de özgü-

S) Galeotti, s. 1.

Page 5: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ - 77

venimizi tehdit eder: Deyim yerindeyse, benin hakikat olmama ihtimalinden korktuğumuz için ötekinden korkanz! Demek ki, ötekine değer vermemenin, ötekinden kaçmanın, öte­kinin başkalığını görmezden gelmenin: ve hatta ötekinin ötekiliğini yok etmeyi istemenin, tüm bunlann ardında, yalnızca kendini doğrulama arzusu, hakikate sahip olundu ğu inancı, dolayısıyla da bir öz-güven yoktur, ironik bir şekilde, kendine güvensizlik de vardır: De­mek ki, nerede monolog, nerede nefret, nerede şiddet, nerede hoşgörüsüzlük varsa orada benlik krizleri vardır. Demek ki, ötekiyle olan sorunlar aslında bir yönüyle, benin kendi kendisiyle olan sorunudur: Ötekine hoşgörüsüzlük sorunu, bir kendini tanımlama, kendi kendini doğrulama sorunu, bir kapalı benlik sorunudur: Ötekinin muhtevası binlerce yıldır hep değişmiş olsa da, ötekinin önüne bariyerler konulması hiç değişmemiştir:

Bugün Avrupa dışında olduğu gibi Avrupa'da da bir benlik krizi olduğu açıkça görü­lüyor. Bazı Avrupalılann zihninde Avrupa'nın kendini doğrulamasının yollannın neler olduğu sorusunun bulunduğu açık: Onlara göre, Avrupa, Avrupa olmalıdır, başka bir şey değil. Bunun anlamı, Avrupalı olmayanın, Avrupa'da yeri olmadığı demektir. Elbette bu yaklaşım sadece Avrupa'ya özgü değil, farklı kültürlerde de benzer yaklaşımlan görmek mümkün: Hatta bir yerde ötekileştirilmeden muzdarip olanın bizzat kendisinin başka bir yerde bu sefer kendi olmayanlan ötekileştirdiği de bir gerçek9: O bakımdan sorun sadece Avrupa'ya özgü bir sorun değil; fakat bu, bugün Avrupa'nın, Avrupa'daki ötekilerin ve onlann dostlannın tartışması gereken bir sorun. Çünkü Avrupalı olmayanın Avrupa'da yeri olmadığı söyleminin anlamı, ötekine kapalı bir benlik inşasıdır. Burada "ben", ancak, ötekine kapanarak ben olabilmektedir.

Fakat böyle bir benlik inşası, Avrupa'nın ne açık toplum idealiyle ne de çok kültür­lülük gerçeğiyle bağdaşır: Bağdaşmazlık bir tarafa, böyle bir benlik anlayışı, nihayette kendi içinde bir çatışma potansiyeli taşır: Bugün Avrupa'da ötekiyle ilişkili hoşgörüsüz­lük sorunlannın merkezinde böyle bir kapalı benlik ideali olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz: Elbette "kapalı benlik" anlayışının sadece Avrupa'ya ya da daha doğrusu Avrupa' daki bazı Avrupalılara özgü olmadığını söylemek de yanlış olmaz. Hoşgörüsüzlük sorunlanndan farklı derecelerde olsa da, Avrupalı kadar Avrupa'daki öteki de sorumlu­dur: Lakin Avrupa'da egemen, çoğunluk kültürü olduğundan hoşgörüsüzlük sorunlannın çözümünde, başat rol, bu çoğunluk kültürünündür. Çoğunluğun tutumu -her ne kadar tek başına yeterli olmasa da- hoşgörü sorunlannda büyük ölçüde belirleyici olacaktır: Çünkü hoşgörü en başta normalin normlannı belirleyen çoğunluk kültürünün öteki külttidere göstereceği bir tutumdur. Çoğunluk, öteki karşısında üç türlü tepki verir: asimilasyon, dışlama ve hoşgörü. Hoşgörünün tersine, asimilasyon ve dışlama, kültürel çeşitliliğe ka­palı bir benlik ve homojen bir toplum idealinin sonucudur.

2. Kültürel Kimliklere Saygı ve ''Tanıma Olarak Hoşgörü" Bugün çok kültürlij.lük söylemine karşı, Avrupa, hala, homojen toplum projesinin et­

kilerini taşımaktadır: Liberal demokrasi, i. Kant'tan ve J. Locke'tan bu yana, bireyselli-

9) Örneğin, pagan Romalılarca zulme uğrayan ilk Hıristiyanlar ve ilk ldlise dinsel hoşgörüyü ilke ola­rak benimsemiş olmasına rağmen, Hıristiyanlık devlet dini olduktan sonra, yanlış tannlara ibadet edenlere karşı hoşgörü ilkesi çiğnenmiş ve heretikliğin, Tanrı'ya, yasal otoriteye, medeni topluma ve heretiğİn kendi ebedi kurtuluşuna tehdit oluşturduğu gibi hoşgörüsüzlüğü makul göstennek isteyen argümanlar ortaya konmuştur. Bkz. Cranston ''Toleration", II, 508.

Page 6: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

78/ Yrd. Doç. Dr. Hakan GÜNDOGDU ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ

ğe olan vurgusuyla, bu homojenliğin, fikirde, inançta, davranışta ve politikada bireysel olarak bir heterojenliğe dönüşmesine imkan sağlamış olmasına rağmen, yine de, Avrupa, Avrupa'da kendi kolektif kimliğiyle yan yana yaşayacak başka bir kolektif kimliğe tam olarak hazır görünmüyor: Farklı bir kolektif kimlik taşıyan ötekine yönelik düşmanlık, nefret, korku ve yabancılık hissi, kendisini, bu ötekine karşı şiddet, baskı ve sindirme şek­linde gösteriyor. Oysa eğer çok kültürlülük söyleminin gerçekten bir anlamı ve ağırlığı olacaksa, kolektif kültürel kimliklere de saygı d uyulmalıdır.

Bu noktada, hoşgörü yü "bireysel tercihler" merkezinde ele alan klasik liberal hoşgörü anlayışının yetersiz kaldığı görülmektedir: Günümüzdeki hoşgörü problemlerinin önemli bir kısmı bireylerden çok gruplar arasındaki farklılıklara dayalıdır. Grupsal farklılıklar, klasik hoşgörü teorilerinin tersine sadece bireysel tercihe dayalı farklılıklar olmayıp, kül­türel aidiyetler türünden kolektif kimlikleri öne çıkaran farklılıklardır. Farklılıklan hoş­görü konusu haline gelen gruplann üyeleri, kamusal görünürlüklerinin üstü örtüldüğü veya toplumsal yapıya sonradan katıldıklan için, genelde, tam yurttaşlıktan ve demokra­tik haklardan mahrum kalmaktadırlar. Farklı kültürlerin, kolektif kimliklerin ve gruplann olduğu çoğulcu bir ortamda, çatışma, en başta, sosyal statü, saygı ve kamusal kabul gibi konulardaki asİrnetriyle ilgilidir10

Demek ki, çağdaş hoşgörü meselesi, özünde, çoğunluğun dışında kalan kültürel kim­liklerin, gruplan n eşit saygı ve sosyal kabul görme meselesidir11 • Almanya' da yaşayan Türkler'den Şenocak, "War and Peace in Modemity: Reftections on the German-Turkish Future" başlıklı yazısında bunu şöyle ifade ediyor: "Almanya uzun zaman önce bizim bir parçamız oldu, fakat esas soru şu: Artık biz deAlmanya'nın bir parçası mıyız?" 12 • Bu soru ötekinin saygı talebini ifade eden ve ötekinin tek başına yanıtlayamayacağı bir sorudur. Şenocak'ın dediği gibi, bugün kim sadece öteki ve düşman imajlannı değiştirmiş birleşik bir Avrupa istemektedir?: Öteki, dün Yahudiler ve komünistlerdi, bugün Müslümanlar mı öteki olacaklar? Bugün kim, geçmiş kötü deneyimler daha hafızalardayken, ötekiyle ne yapacağını bilemeyen kafası kanşık bir Avrupa istiyor?13

Bu eşit saygı ve sosyal kabul talebinin ardındaki gerçek, kültürün, bireysel benliğin inşasında kurucu bir faktör olduğu ve o yüzden de zorunlu olarak bireyin yapabileceği herhangi bir seçimden önce geldiğidir. Bireysel seçim ancak benliğin yeniden inşasında veya zenginleştirilip geliştirilmesinde esas rol oynar. Hiç birimiz kültür bakımından nötr bir ortamda doğmayız; işin başında kültürü seçmeyiz, onu verili buluruz: Kültürel kim­likler, şu ya da bu ölçüde, hepimizin bireysel kimliğinin asli parçasıdır: Bireyin bir tarafta kazanılmış bireysel kimliği öte tarafta kendini içinde bulduğu kültürel kimliği vardır ve kültürel kimlik bireyin öz saygısının bir parçasını oluşturur.

Oysa Avrupa'da Müslüman veya Türk kimliği gibi istenmeyen veya sosyal olarak gö­rünür olunmasından hoşlanılma yan, nefret edilen ya da şu veya bu biçimde damgalanmış olan bir kimliğin taşıyıcısı olmak, demokratik bir toplumda tam bir yurttaş ve sosyal aktör 10) Galeotti, s. 5. 1 !) Galeotti, s. 6. 12) Zafer Şenocak, Atlas oj A Tropica/ Gernıany: Essays on Politics a!Ul Culture 1990-!998, s. 98; Krş.

Adelson, "Coordinates of Orientatİ on: Introduction", s. xxxv. 13) Şenocak, s. 16.

Page 7: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ - 79

olmanın önünde engel teşkil eder. Burada mesele, çoğunluk dışındaki kültürel kimlikle­re sahip olan yurttaşiann biçimsel demokratik haklara sahip olması değil, bunun yerine onlann söz konusu haklan bu kimlikleriyle beraber herkes gibi rahatça kullanabilmeleri ve sosyal kabul meselesidir. Dahası, çoğunluğun negatif sosyal algısı nedeniyle kolektif kültürel kimliği hor görülen ya da basmakalıp önyargılara konu olan kişilerin bir öz­güven veya öz-saygı eksikliği yaşama ihtimalleri de onlann topluma sağlıklı bir şekilde katılımlannı güçleştirir. Üstelik çoğunluğun dışındiıki farklı kültürel kimliklerin kamusal alana çıkışı, çoğunluk tarafından kamusal alanın istilası olarak algılandığında, bu kültürel kimlikler artan bir hoşgörüsüzlüğe maruz kalırlar: Buradaki hoşgörüsüzlük, tanınmayla, kamusal katılırola ve kamusal görünürlükle ilgili bir adaletsizliktir.

O halde bu tür meselelerde gerekli olan hoşgörü anlayışı, en yüksek iyi veya en üs­tün kültür anlayışından ziyade adalet fikrine dayanan bir anlayış olmak durumundadır. Çokkültürlü demokratik bir toplumda ötekiyle banş içinde yaşamanın önkoşulu, adalet fikrine ve ötekine saygı hissine dayalı bir hoşgörüdür. Böyle bir hoşgörü anlayışının, farklı olanın dinsel, kültürel kimliğinin özsel değeri ile doğrudan alakası yoktur: O, farklı dinsel ve kültürel kimliklere, bu kimliklere sahip olan kişilerin onlara değer vennesinden dolayı değer verir. Adalet fikrine ve kişisel saygı ilkesine. dayalı bu hoşgörü anlayışı, doğal olarak, hoş görüleni küçümseme ve hor gönne gibi negatif çağnşımlar içeren ve Antikite'den Aydınlanma'ya kadar ötekine olan tutumumuzda fazla bir değişiklik yap­madan süregelen eski hoşgörü anlayışından oldukça farklıdır. O, Berlin'in de vurgula­dığı gibi 14

, ötekilerin farklılığını, basitçe lütfederek tahammül edilmesi gereken hatalı görüşler, davranışlar vs. olarak değil; fakat bunun yerine, bizce benimsenmese de, insan olmanın farklı ama geçerli yollannı temsil eden kültürel ve toplumsal değer sistemlerinin tezahürü olarak görür. Ötekilerin yollannı seçmememiz, zorunlu olarak, ötekileri dışla­mamızı ve saygısızlık etmemizi gerektinnez.

Kökenini Herder'in Aydınlanma eleştirisinde bulan bu hoşgörü anlayışı, böylelikle hoşgörüyü bizimle aynı fikirde olmayaniann yanlış yolda olmalan gerektiği varsayımına dayandınnadığından onu negatif bir erdem olmiıktan çıkanr ve her küre kendi merkezine sahip olduğu gibi kültürlerin de kendi merkezlerine, kendi "mutluluk" ve en yüksek iyi yaşam anlayışianna sahip olduklannı kabul eder15

• Bu demektir ki, ötekinin değerlerini vs. benimsemeyebilirim; ama yine de bu değerlere göre yaşamanın ötekinin gözünde ne anlama gelebileceğini tasavvur edebilirim. Bunu tasavvur edebilmem, ancak, ortak in­sanlığımız temelinde mümkün olmaktadır. Şayet bu ortak insanlık olmasaydı her kültür ötekine kapalı olarak kalır ve başkalan tarafından hiçbir şekilde anlaşılamazdı 16• Biz, başka kültürlerin değerlerini benimsemeyebilir ve hatta onlan e!eştirebiliriz, fakat bu de-. ğerlerin keyfi olarak seçilmiş değerler olduklannı ve anlamsızlıklannı öne sürerek onlara· saygısızlık edemeyiz. Her kültür yaşama ilişkin bütüncül bir anlam sistemine sahiptir. Başkalanna garip ve tuhaf görünen kültürel değerler bu anlam sisteminin tezahürüdürler. Öyleyse ötekinin anlam dünyasına saygı duymadan ötekiyle banş içinde yaşamak nasıl mümkün olabilir? Ötekine tahammül olarak hoşgörü anlayışının, bu soruya olumlu yanıt vennekte kuramsal. güçlükleri vardır:

14) Michael Jinkins, Clıristianit)', To/erance and Pluralism, Routledge, New York 2004, s. xii. 1 5) Jinkins, s. 64. 16) Jinkins, s. 65.

Page 8: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ll

BO/ Yrd. Doç. Dr. Hakan GONDOGDU ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ

3. ''Tahammül Olarak Hoşgörü" ve Kuranısal Güçlükleri ilkin, tahammül olarak hoşgöıü, ötekine yapılan büyük bir saygısızlığı, alçakgönüllü­

lük kisvesi altında gizlemektir. Tahammül olarak hoşgöıü anlayışında üstü örtük bir şekil­de şöyle bir akıl yüıütmede bulunulmaktadır17: (I) Eğer öteki, benden daha bilge, akıllı, bilgili, hakikate açık vs olsaydı, hakikatle ilgili doğru cevaba yani benim sahip olduğum cevaba sahip olurdu. (2) Öteki doğru cevaba sahip değil. (3) O halde, o, yanlış yoldadır. (4) Yanlış yolda olana tahammül etmek, büyüklüğümün ve aydınlanmış bir kişi olduğu­rnun kanıtıdır. (5) Ben ona tahammül ediyorum, hoşgöıü gösteriyorum. (6) O halde, ben, ondan daha büyük ve aydınlanmış bir kişiyim. (7) O halde, benim ona olan hoşgörüm, benim samimiyetimin ve ahlaki üstünlüğümün kanıtıdır.

Şimdi, Berlin'in de işaret ettiği gibi 18, birisinin "ötekinin saçma inançlarını ve ahmak­ça eylemlerini, onların öyle olduklannı bilmesine rağmen, hoş gördüğünü söylemesi" ötekine karşı saygısızlıktır. Oysa liberal demokratik bir toplumda "kültürel çeşitlilikten ve hakikat farklılıklarından doğan çatışmalarda esas mesele, ötekinin farklılığına nasıl tahammül edeceğimiz değil, ona nasıl saygı duyacağımız, onun onurunu ve aynı şey de­mek olan yaşam biçiminin, sosyal, kültürel, tarihsel, dini geleneklerinin değerini, ortak insanlığımıza saygı temelinde, nasıl kabul edeceğimiz" 19 olmalıdır.

İkinci olarak, tahammül olarak hoşgöıü anlayışının dayandığı akıl yüıütme, sadece "ötekine saygısızlık" ifade eden bir çıkanın değil, aynı zamanda yanlış bir çıkanındır da: Yanlışlık, ilk iki öncüiden çıkanlan sonucun geçersizliğiyle alakalıdır, Mantık diliyle söylenecek olursa, burada denilmektedir ki, "p ise q, fakat ~p, o halde :.....q". Bu yanlışın mantık dilinde bir adı var: Önbileşenin İnkarı20•

Tahammül Olarak Hoşgöıii anlayışı gibi onu haklı çıkarmaya çalışan ~ç argümanın da kuramsal güçlükleri bulunur. Şöyle ki:

3a. Tedbire Dayalı Haklı Çıkarım: Burada, ilkin, (I) dinsel, kültürel, felsefi farklılık­lara sahip ve güç bakımından eşit konumda olan insanlardan oluşan toplumlarda toplumun huzur ve istikrarını muhafaza etmek anlayışından hareket edilir. Ana fikir, toplumdaki güç dengeleri kabaca eşit olduğunda hoşgöıü politikasının en rasyonel tercih olduğudur. Hoşgöıü, ikinci olarak, (2) Ho b bes 'un hem Behemoth da hem de Leviathan' ın' da önerdi­ği üzere, egemenin kendi çıkarına en uygun rasyonel bir politika şeklinde de anlaşılmıştır. Hobbes Leviathan'da egemenin hoşgöıüsüzlüğe harcayacağı güç ve enerjiyi başka yerle­re harcamasının kendisi için çok daha rasyonel olduğunu savunmuştu21 • Üçüncü olarak, (3) hoşgörü, egemenlerin ya da çoğunluğun egemenliği ya da çoğunluğu sonsuza dek ellerinde tutaniayacakları endişesinden hareketle, başkalanna hoşgörüsüz davranmaktan kaçınmanın en rasyonel eylem olduğu fikrine de dayandınlabilir.

17) Burada Michael Jinkins'ın görüşlerini, onlan daha iyi değerlendirebilmek için, biraz değiştirerek, öncüileri ve sonuçlanyla bir akıl yürütme fonnunda ifade ettim: bkz. Jinkins, s. 167.

18) Jinkins, s. 167. 19) Jinkins, s. 192. 20) Bkz. Antony Aew, Dosdoğru Düşünmenin Yolu: Eleşıirel Akıl Yürütmeye Giriş, (İngilizce'den çevi­

ren: Hakan Gündoğdu), Liberte Yayınlan, Ankara, 2008, s. 46. 21) Toplumsal kannaşa ve anarşinin önlenmesi için, devletin ve güvenliğin varlığına büyük önem veren

Hobbes, insaniann egemenin gücünü kabul edip kamusal alanda ona itaat etmel<!ri şartıyla, özel

Page 9: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK K0LT0RL0 BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ - 81

Şimdi, tedbir fikrine dayalı bu haklı çıkanmlann hepsine de itiraz etmek mümkündür: Örneğin, ilk ·olarak ( 1 ') böyle bir haklı çıkarım, gücün eşit olarak dağılmadığı ortamlarda hoşgörüsüz olmamak için yeterli bir gerekçe değildir. O, banşın, dolayısıyla da istikrann bir kesimce diğerine zorla dayatıldığı bir ortamda hoşgörülü olmak için güçlü gerekçeler sağlamaz. İkinci olarak (2') egemenin yeterli güç ve enerjiye sahip olduğunu düşündüğü ortamlarda da hoşgörüsüz olmamak için sebep yoktur. Üçüncü olarak, (3 ') gelecek bir durumda egemenliklerini (veya çoğunluklannı) kaybetme ve başkalannca hoşgörüsüzlüğe uğrama ihtimallerinin olmadığını anlarlarsa, egemenlerin (ya da çoğunluğun) başkalanna hoşgörüsüz davranmalannı engelleyecek bir şey de-yoktur. O halde denebilir ki, hoşgö­rünün politik tedbire dayalı olarak haklı çıkanlmaya çalışıldığı her durumda, hoşgörüye sadece "salt araçsal bir değer" atfedilmekte ve hoşgörü "kendi başına bir değer" olarak gö­rülmemektedirll. Sonuçta, tedbire dayalı argümanlar topluma tam olarak egemen olduğunu düşünenierin başkalanna hoşgörü göstermesini gerektirecek sağlam bir temel sunmadığı gibi ben ve öteki arasında adalete ve eşitliğe dayalı bir hoşgörü fikrine de uzaktırlar.

3b. iradeye Dayalı Haklı Çıkanm: Locke, Hoşgörü Üzerine Mektup'ta23, Bayle ise

İncil, Luke:l4.23'deki Sözler Üzerine Felsefi Bir Yorum'da24 dini inancın içsel iradi bir fiile dayandığı fikrinden hareketle çeşitli dinsel inançlara hoşgörü için klasik birer argü­man sundular. İki argümanda da özü bakımından özetle şöyle bir akıl yürütmede bulu­nulmaktadır: (1) Dinsel meselelerde inanç, doğrudan harici kontrole açık değildir; (2) İnanç ancak zihnin içerden verdiği bir karardır; (3) Harici güç, insanlar üzerinde inanç değişikliği sağlamaz; (4) Devlet ya da egemen güç, insanlar üzerinde ancak harici kon­trole sahiptir; (5) O halde, devletin ya da egemenin insanlar üzerinde inanç değişikliği yapması mümkün değildir; (6) O halde, insanlan hakiki dine yöneltınede harici zorlama ve hoşgörüsüzlük, hem irrasyonel hem de yararsız bir teşebbüstür.

Ne var ki diğerleri gibi bu akıl yürütme de hoşgörü için sağlam bir temel sunmaz: (1) ilkin hem Locke hem de Bayle inancın doğrudan harici kontrole açık olmadığını söy­lerlerken25 belki haklıdırlar; fakat onlar inancın dolaylı kontrole açık olduğunu göz ardı etmektedirler, Bizim bugün beyin yıkama hakkında bildiklerimiz, onlann harici zorlama­nın inanç üzerinde hiçbir etkisi olmadığı iddialannı çürüten ampirik bir kanıttır. Bugün biliyoruz ki, harici zorlama özellikle uzun vadede inançla ilgili olarak ruhtaki iradi yar-

alanlarında, hangi dinden olurlarsa olsunlar hoş görülmeleri gerektiğini savunur. Antik Romanın hoş­görü uygulamasından övgüyle söz eden Hobbes'a göre kişilerin düşüncelerini ve vicdanlarını kontrol etmeye çalışmak yararsızdır. Bkz. Hobbes, Leviathan, Ciarendon Press, Oxford 1929, part. ıv, chap. 44, s. 477; part ıv, chap. 46, s. 533-534; Hobbes, "Behemoth: The History of the Causes of the Civil Wars of England", The English Works of Thomas Hobbes, (ed. William Molesworth, Bart), London 1840, cilt 6, s. 242.

22) Modus Vivendi olarak hoş görünün araçsallığı ve kendi başına bir değer olmayışı hakkında bkz. Tho­mas Nagel, Equality and Partiality, Oxford University Press, Oxford-New York 1991, s. 157; John Christian Laursen, "Toleration", New Dictionary of the History of ldeas, New York: Thomson Gale, cilt. 6, s. 2339.

23) John Locke, ALetter Canceming Toleration, Prometheus Books, New York, 1990, s. 19-21,55. 24) Pierre Bay le, A Philosophical Comnıentary on These Words oj the Gospel, Luke 14.23, "Compel

Tlıem to Come ı'n, That My House May Be Full", (ed with an Introduction by John Kilcullen and Chandran Kukathas), Liberty Fund Ine, Indianapolis 2005, s. 76-77.

25) Locke, s. 19; Bayle, s. 76.

Page 10: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

82 /Yrd. Doç. Dr. Hakan GÜNDOGDU ----EKEV AKADEMİ DERGİSİ

gılarda değişiklik yapma gücüne sahiptir. Herhangi bir dinin öğretilerinin zorunlu eğitim aracılığıyla toplumda yaygınlaştınlması, uzun vadede, o dinin müntesiplerinin sayısını artırabilir. Demek ki, harici zorlama ve dinsel hoşgörüsüzlük, en azından uzun vadede, dinsel amaçlara ulaşmak için etkili bir araçtır. Aynı şekilde, heretik olduğuna inanılan dinsel bir akım, sahih dinin müntesiplerini yoldan çıkardığı gerekçesiyle yasaklandığında da, bu eylem, sahih dinin müntesipleri tarafından, rasyonel bir eylem olarak görülebilir. Demek ki, dinsel hoşgörüsüzlük, Bay le ve Locke'un öne sürdüğünün tersine, her koşulda, yararsız ve irrasyonel değillerdir. (2) İkinci olarak, Lockeve Bayle'ın argümanlarında, hoşgörü, yanlış sebeplerden dolayı istenmektedir: Onlar bu argümanda, hoşgörüsüzlüğü irrasyonel ve yararsız olduğu için istememektedirleı-26, yoksa hoşgörüsüzlüğün hoşgörü­süzlüğe maruz kalana verdiği zararlar gibi ahlaki sebeplerden dolayı değil. (3) Üçüncü olarak, söz konusu argüman, farklı dinsel, kültürel inançlarda olanlara karşı sindirme, bastırma vs gibi bazı hoşgörüsüz zorlama eylemlerine karşı durmada başarılı olarak gö­rülse bile, farklı olanın sürgünü veya politik topluluktan dışlanması gibi hoşgörüsüz ey­lemlere engel olacak yeterli ve sağlam bir temel teşkil etmez27

3c. Şüpheciliğe Dayalı Haklı Çıkanm: Hoşgörü, bazen hem ahlaki hem de episte­molojik şüphecililc temelinde haklı çıkanlmaya çalışılmıştır: Fakat bu da hoşgörüsüzlüğü önlemede yetersiz bir temeldir: Zira şüphecilikten hareketle hoşgörülü olunmasını tavsi­ye eden birisinin, eğer şüpheciliğiyle tutarlı alacaksa, hoşgörülü olma tavsiyesinin kendi­sinin de şüpheyle karşılanacağını bilmesi gerekir. Tek başına sadece şüphecilik, insanlan, hoşgörü kadar hoşgörüsüzlüğe de götürebilir.

O halde, tahammül olarak hoşgörü anlayışı gibi yukarıda bu hoşgörüyü desteklemek için sunulan argümanlar da çok kültürlü bir toplumdaki hoşgörü sorunlarını çözmede ye­tersizdirler. Çözüm için gereken, daha önce de ifade ettiğim gibi, hoşgörü anlayışımızın ötekini tanıma ve ötekine saygı doğrultusunda değiştirilmesidir.

Burada sözünü ettiğim hoşgörüdeki ~anımanın iki boyutu vardır: (1) Birincisi, kamu~ sal tanımadır: Klasik liberal düzenlernede yasalar bireysel olarak herkes için eşittirler. Fakat çok kültürlü bir toplumda her yasa yurttaşlar arasında aynı eşit etkiye yol açmaz. Yasanın veya .kamusal düzenlemenin eşit olmayan etkisinin söz konusu olduğu yerde, bir adaletsizlik sorunu var demektir. Adaletsizliğin giderilmesi için yapılması gereken, sonuç eşitliği bağlamında düzenlenmiş bir kamu dur. Habermas'ın vurguladı ğı gibF8, ezan yasakken çanın serbest olması vb. gibi ötekilerin kendilerini görünür kılmalarının reddine işaret eden yasal sınırlamalar dinsel ve kültürel aynıncılık örneği olarak görülebilirleı-29•

26) Locke, s. 20-21; Bayle, s. 77. 27) Bu konudaki benzer görüşler için bkz. Philip L. Quinn, "Familiar problems, Novel opportunities", The

Oxford Handbook of Philosophy of Religion, (ed. William J. Wainwright), Oxford 2005, s. 401-405. 28) lurgen Habermas, "Intolerance and discrimination",/.CON, cilt. 1, n. 1, Oxford University Press and

New York University School of Law, 2003, s. 8-9. 29) Şayet bu ayrımcılık, bir toplumda yerleşik olan dinin hakiki din olduğu varsayımından hareketle

yapılmışsa mantıksız bir temel e dayanıyor demektir: Zira bir toplumdaki yerleşik tarihsel dini sadece bu vasfından dolayı hakikat olarak görmek, hakikat olarak kabul edilmesi gereken dinlerin sayısını artırır: Çünkü neredeyse her toplumda yerleşik bir din bulunur. Eğer baştaki varsayım doğru kabul edilecekse, o halde sonuç, ironik olarak, farklı diniere karşı ayrımcılık değil, fakat saygı olmalıdır. Hatta bu dinler başkalarını kendi hakikatlerine çağırıyor olsalar bile. Avrupa'da farklı dinlerin, in­sanları kendi hakikatlerine davetlerinin hoş görülmesi gerektiğini, Bayle, özetle şöyle haklı çıkarır:

Page 11: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ - 83

Bununla beraber, son yıllarda Müslümanlar, Yahudiler ve Sikhler gibi çoğunluk kültürü dışındakilerin, kültürel ve dinsel farklılıkları nedeniyle, eşit yasanın eşit olmayan sonuç­larından etkilenmemesi için Avrupa'da bazı yerlerde yapılan düzenlemeler, farklılığın kamusal tanınması lehind e önemli ve takdire şayan adımlardw0• Ancak tanıma olarak hoşgörü pratiği için esas önemli olan, (2) tanımanın ikinci boyutu yani basit bir kurumsal ve hukuksal tanıma değil de bunun ötesine giden psiko-sosyal karakterli bir tanımadır: Böyle bir tanıma, ötekinin topluma çoğunluk kültürünün üyeleri gibi tam olarak eşit ve saygın katılımını sağlamak için gereken zorunlu unsurduı31 ve ilkinden çok daha zordur. Peki böyle bir tanıma nasıl mümkün olabilir?

4. Tanıma Olarak Hoşgörünün İmkanı ve Söylemin Düzeltilmesi Foucault'nun söylemsel oluşumların yapısına dair çözümlemelerini dikkate alacak

olursak, tanıma olarak hoşgörüyü mümkün kılmak için öncelikle söylemimizi düzeltme­miz gerektiğini kabul etmemiz gerekir. Çünkü hoşgörü konusu olan alanlarda bilgiyi üre­ten ve böylelikle ötekine dair tutumumuzu belirleyen söylemdir2• Geleceği kimi zaman yanlış bir geçmiş algısından kaynaklanan ve bugünü baypas eden söylemlerden hareketle inşa etmek, kültürler arası çalışmalarda yapılan temel bir yanlıştır. Söylemin politik-top­lumsal etkilerine dikkat çeken Şenocak'a göre, (Amerikalı) Huntington ve (Alman) Botho Strauss gibi entelektüellerin savunduğu ve hoşgörüsüzlüğü yaygınlaştıracak bir medeni­yetler çatışması tezi, böyle bir temel yanlışa dayanmaktadw3• Söz konusu temel yanlış lık, sadece öteki ve ben arasındaki geleceğin, geçmişten hareketle kurulmaya çalışılmasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda onu öteki hakkındaki yanlış bir geçmişten hareketle kur­maya çalışmaktan da kaynaklanıyor: Zira Edward Said'in de açıkça dile getirdiği üzere, Avrupa'nın hem popüler kültüründe hem de bu kültürü besleyen oryantalist geçmişinde var olan öteki, onun kendi zihninde yarattıftı bir ötekidir: Burada öteki olan, Avrupa'nın kullanımına elvei:işli olacak şekilde tanımlanmış, sınıflandınlmış ve tasnif edilıniştir. Kaba ve duyusal zevklere düşkünlük, ötekinin en temel vasfı gibi sunulmuştuı-34. Oysa

Hıristiyanlar Japonya'da ve Hindistan'da bulunma ve Hıristiyanlığı aniatma gerekçelerinin hemcins­lerini kurtanp onları hakiki dinle tamştırmak olduğunu söyler! erken; Türklerin de aynısını Hıristiyan memleketlerde yapmasını nasıl olup da kötil görebiliriz? Bkz. Bayle, s. 212.

30) Çok killtürlil toplumlarda eşit yasanın her zaman eşit ve adil sonuçlar doğurmadığı hakkındaki iddi­alar ve Almanya, Kanada, İngiltere'de Müslümanlara, Yahudilere (kurban kesimi), Sikhlere (türban giyme ve kirpan taşıma) ilişkin olarak verilen örnekler için bkz. John Horton, "Liberalism and Multi­culturalism: once more unto the breach,", Multiculturalism, ldentity, and Rights, (ed. Bruce Haddock <l:fld ~eter Sutch), Routledge, New York 2003, s. 27-29; krş. Habermas, "Intolerance and discrimina­tıon , ss. 8-9.

31) Hoşgörilde psiko-sosyal karakterli tanınınayla ilgili fikirler için bkz. Peter Jones, "Toleration, Recog­nition and ldentity", The Jourrıal of Political Philosophy, cilt. 14, n. 2, Blackwell Publishing, 2006, s. 130-131.

32) Foucault' da söylem, sessizlik ve hoşgöril ilişkisi için bkz. Jeremy R. Carrette, Foucault and Religion: Spiritual Corporality and Political Spirituality, Routledge, London 2000, s. 35 vd.

33) Şenocak, s. 86-90; krş. Adelson, "Coordinates of Orientation: lntroduction", s. xxxvi-xxxvii; John L. Esposito, Unlıoly War: Terror in the Name of Islam, Oxford University Press, New York 2002, s. 127.

34) Edward Said, Orientalism, Vintage Books Edi tion, New York, 1979, s. 39-41,73, 118-120; krş. Şen o­cak, s. 17-18; İslam hakkındaki tahrif edilmiş yanlış sunumlar, Batı'nın geçmişine özgü değil sadece, ABD'de Jerry Vines, Jerry Fallwell, Franklin Graham, Pat Robertson gibi etkili din adamlarınca ve yineAvrupa'da bazı çevrelerce halen devam ettirilmektedir. Batı'da İslam hakkındaki yanlış ve tahrif edilmiş görilşlere eleştirel bir yaklaşım ve hakperest bir İslam sunumu için bkz. Timothy Reagan, Non-Western Educational Traditions, 3rd ed., Mahraw: New Jersey 2005, s. 219-227. ·

Page 12: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

1 lı l

84/ Yrd. Doç. Dr. Hakan GÜNDOGDU ----EKEV AKADEMİ VERGİSİ

burada açık bir mantık yaniışı olduğu ortadadır: Öteki önce ben tarafından hususi bir şekilde tanımlanmakta; sonra da bu sübjektif tanımın kendisinin ötekinin yanlışlığı için delil olduğu kabul edilmektedir. Bu yanlışın mantıkta açık bir ismi var: Sözde-Çüriitücü Tanım Yanlışı35 • Burada öteki hakkındaki söylem, aynen Orwell'in 1984'ünün Yenidil politikası'ndaki gibi, ötekini, onun iddialarını anlama ve onunla dürüst bir hesaplaşma sorumluluğunu üstlenmeden, bertaraf etmenin bir yoluna dönüşmüştür.

Öteki, böylesine yanlış bir mantıkla, uzun bir süre, ötekinin dilinden değil, ancak kendini doğrulama P,eşinde koşan benin dilinden tanımlanmıştır. Günümüzde göçmenler hakkındaki tartışmanın, (birey odaklı) sosyal ve ekonomik uyumsuzluk söylemlerinden (grupsal kimlik odaklı) kültürel uyumsuzluk söyleinierine kayışı da "Avrupa ve İslam" tartışmasının "Avrupa'da İslam" tartışmasına dönüşmesi de bu durumun açık bir gös­tergesidir. Bu söylemsel dönüşüm, bugün, zaman zaman çok kültürlülük olgusuna ayak uyduramayanın İslam olduğuna yönelik imalar içerecek düzeye ulaşmıştır. Dahası bu imalar, İslam'ın Avrupa kültürü içinde erimeye direnen, karşı duran ve erime yerine et­kileşim talep eden güçlü kültürel kimliğine atıfta ortaya konan kışkırtıcı İslam gibi kav­ramlarla çok daha radikal bir şekilde ifade edilmektedir. Günümüzçle, Müslümaniann davranışlarının çoğunlukla bireysel olarak değil de giderek daha fazla kolektif olarak değerlendirilmesi bile bu söylemsel dönüşümün ürünüdür36• Örneğin, bir Belçikalı bir başkasına şiddet uyguladığında toplum onu kınar ve bu eyleminin arkasında onun kötü çocukluğunun etkisini arar; ama aynı şeyi bir Müslüman yapmış olsa, Avrupa'da bazı çevrelerde, hemen tartışmanın bağlaını değişir ve yapılan eylemle İslam arasında bir bağ kurulur: Oysa aynısı çoğunluğun üyesi ve normalliğin simgesi Avrupalı için yapılmaz; onun davranışı "bireysel" bir davranıştır: Ne Avrupalı yerel şiddet ne de ırkçılık, Avrupa kültürünün yapısal bir özelliği olarak görülür37

• Oysa çok kültürlülükte ve bir arada ya­şamada samimi olunacaksa, John L. Espasito'nun da vurguladığı ·gibi, şiddet konusunda Avrupa tarihini bir şekilde İslam tarihini bir başka: şekilde yorumlamanın terk edilmesi gerekrnektedir38• Unutulmaması gerekir ki, İslam, özü itibariyle, "tüm insanlığın kurta­nlması için bile, tek bir masumun dahi nzası dışında feda edilmesini kabul etmeyen"39

bir dindir. Başka deyişle, hoşgörü öteki hakkındaki önyargılara değil, gerçekten makul gerekçelere dayanmalıdır-W.

35) Sözde-Çürütücü Tanım Yaniışı için bkz. Antony Flew, Dosdoğru Düşünmenin Yolu: Eleşiiret Akıl Yürütmeye Giriş, ss. 95-96; 99-101.

36) Sami Zemni ;uıd Christopher Parker, "Islam, the European Union, and the Challenge of Multicultur­alism", Islam, Europe's Second Religion: Tlıe New Social, Cu/tura/, and Political Landscape, (ed. Shireen T. Hunter), CT: Praeger, Westport 2002, s. 236.

37) Sami Zemni and Christopher Parker, "Islam, the European Union, and the Challenge ofMulticultur­alism", s. 239.

38) Esposito, s.120. 39) " ... Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birisini haksız yere öldürürse,

sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir canı kurtarırsa, o da sanki bütün insanları kur­tarmış gibidir ... " bkz. Kur'an-ı Kerim, Maide: 5/32. (Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Anlamı, Prof. Dr. Ömer Dumlu, Prof. Dr. Hüseyin Elmalı, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay., İzmir 2001.)

40) Jurgen Habermas, "Equal Treaıment of Cultures and the Limits of Postmodem Liberalism", s. 25: krş. Jurgen Habermas, "Intolerance and discrimination", s. 3.

Page 13: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ - 85

Bunun tersi, daha öncede ifade ettiğim gibi, hep ötekinin farklılığını kendisine tehdit olarak gören ve kendini doğrulamaktan başka bir şey düşünmeyen bir benliğin dilidir. Kendini doğrulama peşinde koşan benliğin dili, kültürler arası hakiki bir diyalöga imkan vermez. Böyle bir benliğin diyalog anlayışı aslında monologun ötesine ·geçemeyen zor­lama bir diyalogdur. Hakiki bir diyalog için ötekiyle ortak bir dil inşa edilmesi gerekir. Bunun içtn önce dünya ve hakikat tanımımızı ötekilere dayatmaktan vazgeçmemiz sonra da dünyayı ötekinin dilinden dinlemeye açık olmamız ve ötekinin bizden üstün olabilece­ği korkusunu aşmarnız gerekir'11 •

Ötekini tanımak içinse her şeyden önce, işe, çok kültürlülüğün, çeşitliliğin, ötekiy­le beraber yaşamanın ve hoşgörünün sadece Avrupa'ya özgü bir şey olmadığını kabul etmekle başlamak gerekir: İslam kültürü, tarih içinde -Osmanlı, Selçuklu ve Endülüs deneyimleriyle- farklı sosyo-politik koşullar altında farklı halk ve kültürleri, Avrupa ve Balkanlardan Arap yanınadasına ve Orta Asya steplerine kadar geniş bir coğrafya'da, onlan Müslüman olmaya zorlamadan bir hoşgörü ortarnında banş içinde bir arada yaşat­mıştı42. Şayet aksi düşünülecek olsaydı, bugün bu coğrafyalarda İslam dışında bir başka din bulmak neredeyse imkansız olurdu. Üstelik bu iddiayı sadece Müslümanlar söyle­miyor; başka deyişle iddia yalnızca kendini doğrulamak için çalışan bir benliğin dilin­den yapılmış değildir. Batılı yazarlar da bu hakikati ifade ediyorlar: Adolph L. Wismar, 1927'de yayınladığı Bir Hoşgörü Araştırması'nda şöyle diyor: "İslam'ın ilk günlerinde Yahudiler ile imparatorluk teolojisini kabul etmeyen Hıristiyanlar, Hıristiyan im paratorun egemenliğinden ziyade Müslüman egemenliğinde çok daha iyi durumdaydılar"43 . Yine John L. Esposito 2002'de tarihteki Müslüman hoşgörüsünden söz ederken şu noktaya dikkat çekiyor: "Hıristiyanlık, İslam'ın yayılmasını kendi hegemonyasına bir tehdit ola­rak algılarken, İslam'ın Yahudilere ve yerli Hıristiyan,Jara karşı daha hoşgörülü olduğunu, onlara daha fazla dini özgürlük tanıdığını ve emperyal Hıristiyanlığın heretiklere zulmü­nü ortadan kaldırdığını unutmamalıyız"44• Donald Quatatert ise Osmanlı İmparatorluğu: 1700-I 922: Avrupa Tarihine Yeni Yaklaşımlar' da, bir tarihçi olarak, Osmanlı 'nın hoşgörü rejimini günümüzün çok kültürlü ortarnında kendisinden ders alınacak bir model olarak sunmaktadır. O, Osmanlı idaresinde, halkın, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Sünni, Şii, Yunan, Ermeni, veya Suriyeli Ortodoks ya da Katalik olmasma bakılınadan din ve kültür hürriyetine sahip olduğunu ve bunun da Kuran'ın kitap ehline hoşgörü ilkesine dayandı­ğını teslim etmektedir45• Ona göre, 1893'de Selanik Yahudi Topluluğu'nun Paris'te çıkan Bülletin adlı dergiy e gönderdiği bir mektup bu hoşgörünün açık bir kanıtını sunmaktaydı. Mektupta şunlann yazılı olduğunu görüyoruz: "En· aydınlanmış ve en medeni ülkeler dikkate alındığında onlar arasında bile Yahudilerin Türkiye'de [Osmanlı İmparatorluğu] sahip olduklan tam eşitliğin bulunduğu çok az ülke vardır. Sultan ve Bab-ı Ali (Devlet

41) Benzer fikirler için bkz. Şenocak, s. 45-47. 42) Bkz. Şenocak, s. 18. 43) Adolph L. Wismar, A Study in Tolerance: (As Practiced by Muhammad and Hıs Immediare Succes­

sors), Columbia University Press, New York 1927, s.l05. 44) Esposito, s.l2l 45) Donald Quatatert, The Otoman Empire 1700-/922: New Approaches to European History, (second

ed.), Cambridge-New York 2005, s. 5-7.

Page 14: ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMDA ÖTEKİYLE YAŞAMAK VE HOŞGÖRÜ

86 1 Yrd. Doç. Dr. Hakan GÜNDOGDU ----EKEV AKADEMİ DERCİSİ

Yönetimi) Yahudilere olabilecek en fazla hoşgörü ve hürriyet (liberalizm) ruhuyla yak­laşmaktadır".u;. Aslında benzer örnekler çoğaltılabilir; fakat tüm bu örnekler, esasen İslam Peygamberi'nin Hıristiyanlara ve Yahudilere sadece hoşgörü gösterilmesini değil aynı zamanda onlann yaşamlannın, dinlerinin, kültürlerinin ve mülklerinin muhafazasını ve savunulmasını da içeren öğretisine dayanmaktadır.

Bugün hem sıradan Avrupalı'nın hem de sıradan Müslüman'ın özde böylesine hoş­görülü bir kültürün yani İslam kültürünün Avrupa'ya olan olumlu tarihsel etkisini gör­mesi, Müslüman ve Türk kimliğine dair Avrupa'nın sadece önyargılı ve seçici hafızasına atıfta yapılan aşın basitleştirmelerden, kültürel kimlik üstündeki manipülasyonlardan sıynlması, ötekini tanıma ve onunla beraber yaşama için son derece önemlidir. Acaba, bugün Avrupa'ya ait tek bir gelenekten söz edildiği ve İslam'ın öteki olarak görüldüğü bir ortamda, sıradan Avrupalı'dan kaçı, Hz. İbrahim'in çocuklanndan söz eden Kur'an'ın şöyle dediğini biliyor?47

: "Zulmedenleri hariç, kitap sahipleri ile en güzel şekilde tartışın. Ve: 'Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim Tannmız da, sizin Tannnız da birdir. Biz O'na teslim olmuşuzdur' deyin"48• O halde, İslam'ı neredeyse Hinduizm kadar yabancı ve farklı olarak algılamak ne kadar doğru? İslam elbette otantik bir mesaj içer­mektedir ve kendine özgü bir kültür ve medeniyet üretmiştir. Fakat bu kültü'r Avrupa'nın İbrahimi geleneğini dışlayan değil, ama onu tamamlayan bir mesaj içerdiğini vurgula­maktan da geri kalmamıştır.

Sonuç Şimdi, böyle bir kültürün ve bu kültürün üyelerinin, bugün, Goethe'nin reddettiği kü­

çümseyici ve pederşahvari bir hayırhalılık şeklindeki bir hoşgörüden ziyade ancak adalet fikrine dayanan, saygı ve tanıma içeren bir hoşgörüden hoşnut olabilecekleri açıktır. Böy­le bir hoşgörü, daha önce de ifade ettiğim gibi, "normalin" normlannı belirleyen genelde çoğunluk kültürü olduğu için, öncelikle, çoğunluğun sorurnluluğundadır. Bireyi kültürel kimliğinden yalıtılmış olarak gören klasik liberalizmin bile tarihsel olumsallığının far­kına varan bir çoğunluğun, hoşgörü sorunlannın çözümüne büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yine de çok kültürlü ileri liberal demokrasilerde ötekiyle beraber yaşamak için gereken en temel şeyin, nihayette, ancak, "karşılıklı hoşgörü" olduğu unutulmama­lıdır. Öyleyse,. çoğunluk kadar, çoğunlukla beraber yaşayan öteki de hoşgörünün yay­gınlaştınlmasından sorumludur. Geçmişinde var olan hürriyetçi (liberal) değerlerini ve hoşgörü kültürünü yeniden keşfetmek veya güçlendirmek, onun sorumluluğundadır. Çok kültürlü demokratilç bir ortamda, çoğunluk kültürünün de diğer kültürlerin de hoşgörü­nün sınırlannı tek başlanna ve otoriter bir şekilde belirlemeleri doğru değildir. Karşılıklı hoşgörü'nün işlediği için herkes hoşgörünün tatbik edilmesini istediği durumlar üstünde ittifak etmelidir. Bu ise ancak dünyaya birbirlerinin perspektifinden bakabilen rasyonel failler için mümkündür. O halde, ötekiyle bir arada yaşamak için hem birbirimizi hak­kıyla tanımamız hem de iletişimsel rasyonelliğin esaslannı yerine getirmemiz gerekiyor. Farklılık çelişiklik anlamına gelmediği ve sadece çeşitlilik ve hatta kimi durumlarda kar­şıtlık olarak bile kaldığı sürece, ötekiyle hoşgörü içinde yaşamak daima mümkündür.

46) Quatatert, s. ı 78- ı 79. Donald burada mektubun samimiyeti yönündeki olası itirazları çürütecek argü­manlar da sunmaktadır.

47) Esposito, s.! 18-120. 48) Kur'an-ı Kerim: 29/46.