86

Click here to load reader

Sayı 7 | Mesai Dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Türkiye’nin her yerindesendikalarıyla

“işçilerin” haklarını koruyanaksiyon...

Aksiyon İşçi Sendikaları Konfederasyonu,çalışanların hak ve menfaatlerini insan hakları, toplumcu, çoğulcu,

katılımcı ve özgürlükçü demokrasi kuralları çerçevesindekorumayı ve geliştirmeyi amaçlar.

@aksiyonisci

Öveçler Mah. Çetin Emeç Bulvarı 1322.Cadde No:44 Çankaya / AnkaraT: +90 (312) 473 26 86 F: +90 (312) 473 26 81E: [email protected] W: www.aksiyonis.org

Aksiyon İş

Page 2: Sayı 7 | Mesai Dergisi

İŞAKSİYONAksiyon İşçi SendikalarıK o n f e d e r a s y o n u

Öveçler Mah. Çetin Emeç Bulvarı1322. Cad. No:44 Çankaya/ANKARAwww.aksiyonis.org • [email protected]

GENEL ADRES

Pak Tarım ve Orman İşç ler Sendka

PAK

TARIM VE ORMAN İŞ

Pak Eğ t m İşç ler Send kası

PA

KEĞİTİM İŞ

Pak Toprak İşç ler Send kası

PA

KTOPRAK İŞ

Pak Metal İşç ler Send kası

PA

KMETAL İŞ

Pak İnşaat İşç ler Send kası

PA

K İNŞAAT İŞ

Pak Savunma İşç ler Sendka

PAKSAVUNMA İŞ

Pak Gıda İşç ler Send kası

PAKGIDA İŞ

Pak H

zmet İşç ler Send kası

PA

KHİZMET İŞ

Pak Maden İşç ler Send kası

PA

KMADEN İŞ

Pak Petrol İşç ler Sendka

PA

KPETROL İŞ

Pak Enerj İşç ler Send kası

PAKENERJİ İŞ

Pak Taşıma İşç ler Send kası

PA

KTAŞIMA İŞ

Pak Den z İşç ler Send kası

PA

KDENİZ İŞ

Pak Sağlık İşç ler Send kası

PA

KSAĞLIK İŞ

Pak Tur zm İşç ler Send kası

PA

KTURİZM İŞ

Pak Tekst l İşç ler Send kası

PA

KTEKSTİL İŞ

Pak Ağaç İşç ler Send kası

PA

KAĞAÇ İŞ

Pak İlet ş m İşç ler Send

kası

PA

K İLETİŞİM İŞ

@

Pak Medya İşç ler Send kası

PA

KMEDYA İŞ

Pak F nans İşç ler Send kası

PA

KFİNANS İŞ

paktarimormanis

@paktarimormanis

Pak Tarım ve Orman İş

@pakmadenis

Pak Maden İş

pakmadenis

@pakpetrolis

Pak Petrol İş

pakpetrolis

@paktekstilis

Pak Tekstil İş

paktekstilis

@pakagacis

Pak Ağaç İş

pakagacis

@pakiletisimis

Pak İletişim İş

pakiletisimis

@pakmedyais

Pak Medya İş

pakmedyais

@pakfinansis

Pak Finans İş

pakfinansis

@pakegitimis

Pak Egitim İş

pakegitimis

@paktoprakis

Pak Toprak İş

paktoprakis

@pakmetalis

Pak Metal İş

pakmetalis

@pakinsaatis

Pak İnsaat İş

pakinsaatis

@pakenerjiis

Pak Enerji İş

pakenerjiis

@paktasimais

Pak Taşıma İş

paktasimais

@pakdenizis

Pak Deniz İş

pakdenizis

@paksaglikis

Pak Sağlık İş

paksaglikis

@pakturizmis

Pak Turizm İş

pakturizmis

@paksavunmais

Pak Savunma İş

paksavunmais

@pakhizmetis

Pak Hizmet İş

pakhizmetis

@pakgidais

Pak Gıda İş

pakgidais

Page 3: Sayı 7 | Mesai Dergisi

6

1116

Tüm Çalışanlar Federasyonuna Bağlı Anadolu Çalışanları Eğitim ve Kültür Dayanışma Derneği

Adına İmtiyaz sahibi Vedat ÖZTÜRK

[email protected]

Genel Yayın Yönetmeni: Nizamettin DERECİ[email protected]

Yayın Koordinatörü: Osman ATA

Yayın Kurulu:Mustafa ULUTEPETalha DERECİ

Sanat Editörü: İbrahim ERTAN

Teknoloji Editörü: Gökalp DOĞAN

Reklam Koordinatörü: Mustafa AKTAŞWeb Yönetimi: Gökhan DOĞAN

Hukuk Danışmanları:Av. Süleyman [email protected]

Yönetim Adresi:G.M.K Bulvarı, Şehit Daniş Tunagil Sok. No: 2/5Tel: (0312) 229 79 26-27 • Fax: (0312) 229 79 28Maltepe - ANKARA [email protected]

İnternet Adresi: http://www.mesaidergisi.orghttp://www.mesaidergisi.comhttp://www.mesaidergisi.net© Yayınlanan yazı ve fotoğrafların tüm hakları Mesai Dergisi’ne aittir. Kaynak gösterilmeden iktibas edilemez. Yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine, yazıların sorumluluğu da ilgili yazar-lara aittir. Dergimizde yayınlanan yazılar için yazarlara herhangi bir telif hakkı ödenmemektedir.

Basım Tarihi : Mart 2014 YAYIN TÜRÜ: GENEL SÜRELİ / ULUSAL

Grafik-Tasarım :MehmetKÜÇÜKGÜLBaskı :SincanMatbaasıZübeydeHanımMah.BüyükSan.1.Cad.ElifSok.SütçüKemalİşMerkeziNo:7/241İskitler/ANKARAT.03123845688•F.03123840341

Page 4: Sayı 7 | Mesai Dergisi

18

41

28

içindekilerİşSağlığıveGüvenliğindeYeniDönem6

Panel............................... ..................14

FaaliyetSırrı..................................... 16

İşSağlığıveGüvenliği....................... 18

Röportaj............................................ 21

DevamFilmleriveBelAğrısı........... 28

SivilToplumKuruluşları,Toplumun

İticiGücüdür.................................... 33

ProjeNedir....................................... 37

OHSAS/TS18001:İşSağlığıveGüvenliğiYönetim

SistemiProjesi...................................... 39

NasılBirAile..................................... 41

PCPazarındaDünyaLiderliği

“LENOVA”nın.................................... 45

Türkiye’deİşSağlığıileİlgiliİstatistikler

47

Page 5: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Hükümetin almış olduğu dershane kapatma kararı ile 3550 dershanede

çalışan 53 bin Öğretmen ve 15 bine yakın personelle birlikte yüz binlerce aile ferdi mağduriyet ile karşı karşıya kalacaktır. Yapılması planlanan okul yada açık liseye dönüşüm; domino etkisi yaparak yarı kapasite ile çalışan özel okullar, kurslar, res-mi okullar dahil eğitim sistem-ine zarar verecek, eğitim eme-

kçisi olarak adlandırdığımız öğretmenler ve onların bak-makla yükümlü olduğu aile fertleri ile beraber yüzbinlerce vatandaşımızın mağduriyeti ile birlikte maddi imkansızlıklarla karşı karşıya kalmasının vermiş olduğu travmayı kimlerin çözmesi gerektiğini Pak Eğitim İşçileri Sendikası olarak kamu-nun vicdanına havale ediyoruz.

Dershanelerin kapatılması konusunda ısrar edilmesi daha

BİNLERCEEĞİTİM EMEKÇİSİİŞSİZKALACAK

Abdullah KAYIŞKIRAN

Pak Eğitim İşçileri Sendikası

(PAK ĞİTİM İŞ)Genel Başkan

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 20146

Page 6: Sayı 7 | Mesai Dergisi

sonra telafisi mümkün olmayan aşağı-daki zararların ortaya çıkmasına yol açacaktır.

* 53 bin öğretmenin ve 15 bin personelin işsiz kalması,

* Yüzlerce yayın evini çalışanının işlerini kaybetmesi,

* Çok sayıda atıl kalmış işyeri,* Ekonomik imkansızlıklardan do-

layı özel ders alamayan yoksul öğ-renciler,

* Merdiven altına itilmiş kayıt dışı ve denetimden uzak özel kurs yerleri,

* Eğitimde fırsat eşitsizliğinin orta-ya çıkması,

Bu durum özellikle eğitim işçileri olan öğretmenler ve çalışanları ciddi manada sıkıntıya düşürecek, toplum-da aile içi sorunların yaşanması gibi çok ciddi sosyolojik travmaların orta-ya çıkmasına neden olacaktır. Konu-nun hassasiyeti göz önüne alınarak mutlaka ortak bir mutabakatla çözüm yollarının bulunması gerekmektedir. Birliğe ve beraberliğe her zamankin-den daha çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, iş arayan, aş arayan mağdur öğretmenlerin varlığı yeni toplumsal problemlerin doğmasına yol açacaktır. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın yetiştirilmesin-de önemli bir misyon üstlenen ders-hanelerin kapatılması oldu-bittiye getirilmeden toplumun her kesimini rahatlatacak bir şekilde çözüme ka-vuşturulmalıdır.

. Kaldı ki bu yasa bu iptal edilme-diği takdirde, Anayasamız ile koruma altına alınmış olan “Eğitim Hakkı”na

ve “Çalışma Hakkına” ağır bir darbe vurulmuş olacaktır.

Bilindiği gibi “Eğitim Hakkı” en temel insan haklarından biridir. Va-tandaşlarının eğitimlerini nereden alacaklarına devlet karar veremez. Devlet, özel sektör tarafından açılmış eğitim kurumlarını yasal yükümlülük-lerini yerine getirdiği sürece ceza-landıramaz ve kapatamaz. Bir hukuk devletinde bu tür yasaların hazırlan-maması ve çıkarılmaması gerekir.

Yasada kapatılan özel dershane, kurs ve etüt merkezleri, veliler ve öğ-renciler tarafından özgürce tercih edi-len, okul eğitimine destek için faaliyet gösteren kurumlardır. BM İnsan Hak-ları Evrensel Beyannamesi’nin 26. maddesi de “Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.” hükmünü içer-mektedir.” Bu kurumların kapatılması, sadece bu kurumları değil, halkın öz-gür eğitim alma hakkını da sonlandır-mış olacaktır.

Devlet ya da özel okulda çocu-ğuna eğitim aldıran bir velinin, ço-cuğunun eksik olduğunu düşündüğü alanlarda destek aldırmak amacıy-la, dershane, kurs, etüt merkezi ya da özel derse göndermesi, en doğal hakkıdır. Devlete düşen, vatandaşın çocuğuna eğitim takviyesi aldırdığı kurumları kapatmak değil, takviyeye ihtiyaç duyulmayan bir eğitim sistemi kurmaktır.

Anayasamızın 48. Maddesi; “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir” şeklin-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 7

Page 7: Sayı 7 | Mesai Dergisi

de düzenlenmiştir. Hazırlanan bu dü-zenleme ile, “serbest teşebbüs hakkı” açıkça ihlal edilmiş olacaktır. Ayrıca bu düzenleme hukuki istikrara önemli bir zarar verecektir. Hukuki düzenle-melere güvenerek kurulan özel teşeb-büsler, sebepsiz yere kapatılamaz ve kapatılmamalıdır.

Ortada hiçbir haklı ve kanuni ge-rekçe yokken, vatandaşların kendi tercihleri ile çocuklarını gönderdi-ği kurumları kapatmaya kalkışmak, darbe ve sıkıyönetim dönemlerine has bir uygulamadır. Bu tür uygula-maları geçmiş yıllarda darbe dönem-lerinde yaşamış olan milletimizin ve milletin temel haklarının güvencesi olan Yüce Mahkemenin bu hukuksuz uygulamaya onay vermeyeceğini ümit etmekteyiz.

Bu çerçevede Avrupa İnsan Hakla-rı Sözleşmesi ve BM İnsan Hakları Ev-rensel Bildirgesi ile korunan çalışma hakkı, eğitim, mülkiyet ve teşebbüs hürriyetini ihlal edeceği mutlak olan ve bu sözleşmeler ile çelişen bir yasa hükmünü, Anayasa’mızın 90. Mad-desi karşısında Yüce Mahkeme’nin iptal edeceğini ümit etmekteyiz.

Yine Anayasa ile teminat altı-na alınan “çalışma hakkı”nın açıkça ihlali anlamına gelen bu yasanın iptal edilmemesi halinde eğitim çalışanla-rının haklarını savunmak için kurulan Pak Eğitim İşçileri Sendikası(Pak-Sen) tarafından düzenlemeyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımak dahil sonuna kadar takip edeceğimizin ka-muoyu ve üyelerimiz tarafından bilin-mesi isteriz.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 20148

Page 8: Sayı 7 | Mesai Dergisi

İş kazalarına karşı 4 ayaklı denetim modeli önerisi

Türkiye’de önemli sorunlarla bo-ğuşan çalışma hayatı, yeni bir kon-federasyon ile tanıştı. 7 sendika bir araya gelerek Aksiyon İşçi Sendika-ları Konfederasyonu’nu (AKSİYON İŞ) kurdu. Ankara Valiliği'ne kuruluş dilekçesini vererek faaliyetlerine res-men başlayan Aksiyon İş, Türkiye’nin 4. büyük işçi konfederasyonu oldu.

Aksiyon İş Genel Başkanı Vedat Öztürk, 301 işçinin hayatını kaybet-tiği Soma’daki kazanın iş güvenliği açısından milat olması gerektiğini be-lirtiyor. Öztürk, işyerlerinin denetimin-

de 4 D adını verdikleri bir model öne-riyor. Bu model, devletin denetimi ve sorumluluğunu yanı sıra bağımsız de-netim kurumları, sendikalar ve işveren denetimini esas alan 4 ayaklı denetim mekanizması öngörüyor. Bu modelde ilk kez sendikaların da işyerinin dene-timinde sorumluluk üstleneceğini dile getiren Öztürk, “Sendikalar maden ocağında fili olarak çalışan insanlar-dan İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı-nı bilen yeterli sayıda iş yeri temsilcisi seçmeli. Bu kişiler, gördükleri eksik-leri periyodik olarak sendika genel merkezine raporlamalı. Bu raporlar, sendika aracılığıyla Bakanlığa, Ba-ğımsız Denetim Kurumuna ve firmaya

AKSİYON İŞkuruldu

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 9

Page 9: Sayı 7 | Mesai Dergisi

bildirilerek etkin denetim mekanizma-sı işletilmeli. Bu yükümlülüğünü yerine getirmeyen sendika da kazalardan sorumlu tutulmalı.” ifadelerini kulla-nıyor. Soma’daki kazanın ardından hukuk mücadelesi de başlattıklarını söyleyen Aksiyon İş Başkanı Öztürk, mağdur olanların hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini dile ge-tirdi.

Genel Başkan Vedat Öztürk, sen-dikal hayatta gördükleri pek çok soru-nun kendilerini Aksiyon İş’i kurmaya yönelttiğini söyledi. Soma’da ya-şanan facianın, etkili sendikacılığın önemini bir kez gösterdiğini belirten Öztürk, sendikaların işçinin ve eme-ğin yanında yer alması gerektiğini kaydetti.

Türkiye’de işçi sendikalarının uzun yıllardır kan kaybettiğine dikkat çe-ken Aksiyon İş Başkanı Vedat Öztürk, insanı ve emeği temel değer olarak kabul eden yeni bir sendikacılık anla-yışı ile yola çıktıklarını dile getiriyor. Öztürk, “Türkiye’deki sendikal yaşa-ma destek olmak istiyoruz. Bu alanda

yapılması gereken çok iş var. Demok-rasinin sağlıklı işleyebilmesi için sivil toplum kuruluşları olan sendikaların etkin bir yapıya kavuşması gerekir. Taşeronlaşmanın ve mevsimlik işçile-rin sorunlarının çözülmesinin öncelikli hedeflerimiz. Güvencesiz ve kuralsız çalışmanın artık sona erdirilmesini gerekiyor. Düşük ücret politikaları da verilmelidir. “ dedi.

Çalışanların sorunları konusunda ‘aksiyoner’ olmak istediklerini dile getiren Öztürk, Aksiyon İş ismini de bu nedenle tercih ettiklerini kaydetti.

Aksiyon İş’in çatısı altında Pak Maden İşçileri Sendikası, Pak Eğitim İşçileri Sendikası, Pak Metal İşçileri Sendikası, Pak Taşıma İşçileri Sendi-kası, Pak Deniz İşçileri Sendikası, Pak Enerji İşçileri Sendikası ve Pak Gıda İşçileri Sendikası yer alıyor. Bu sayı-nın 20’ye kadar çıkacağı belirtiliyor. Aksiyon İş’in Başkanlığını üstlenen Vedat Öztürk, aynı zamanda ise Pak Maden İşçileri Sendikasının da Baş-kanı.

AKSİYONİŞAksiyon İşçi SendikalarıK o n f e d e r a s y o n u

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201410

Page 10: Sayı 7 | Mesai Dergisi

PAK MADEN İŞÇİLERİ SENDİ-KASI OLARAK, KAMUOYUNA İLK DEFA TARAFIMIZDAN ÖNE-RİLMİŞ OLAN BAĞIMSIZ DENE-TİM KURUMLARI VE SENDİKAL SORUMLULUK MEKANİZMASI NASIL ÇALIŞIRSA CAN VE MAL KAYIPLARI AZA İNDİRİLİR.( 4 D METODU)

DENETİMDEN SORUMLU OLAN KURULUŞLAR;

1.) Devlet Denetimi ve Sorumlu-luğu ; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müfettişleri tarafından yapılan mevcut denetim devam

etmeli ve denetim firmalara ha-ber verilmeden yapılmalı, ancak bu müfettişler diğer taraftan da Bakanlık tarafından akredite edi-lecek Bağımsız Denetim Kurumla-rını da hem bilgisayar yazılımı ile anlık, hem de yılda en az bir kez saha denetimi yaparak denetle-meli.

Devletimiz tarafından 176 sa-yılı ILO sözleşmesi "Yeraltı ve Ye-rüstü Maden İşletmelerinde Sağlık ve Güvenlik Şartları Yönetmeliği" Mutlaka imzalanmalı ve gereken-lerin yapılması sağlanmalı.

4 DMETODU

Pak Maden İşçileri Sendikas

ı

PA

KMADEN İŞ

Vedat ÖztürkPak Maden İş Genel BaşkanİSG Uzmanı

OHSAS Başdenetçisi

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 11

Page 11: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Yaşam odası gibi Dünyada uy-gulanan modern teknolojilerin ülke-mizde de uygulanabilmesi açısından hem TÜBİTAK hem de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından proje des-teği için başlıklar açılmalı ve firmaları bu hususta teşvik edici imkanlar sunul-malı.

Firmaları gereksiz yere zorlayan ve maddi strese sokan ve daha ucuz teknolojileri kullanmaya zorlayan, Maden Ruhsatı almanın önündeki en-geller ( Başbakanlık Onayı ) kaldırıl-malı. Devlet tarafından kurulmuş olan tecrübeli kurumlara güvenilmeli.

Taşeron işçi çalıştırılması yasak-lanmalı. Maden sahası ihalelerindeki Rödevans sistemi düzeltilmeli.

Sendikalı işçi çalıştıran firmalara özel teşvikler verilmeli ( Bir yıllık üye aidatı veya vergi indirimi gibi)

Maden İşçilerinin aldığı ücretlerin en azından Dünya ortalamalarında olması sağlanmalı.

Firmaların hijyen şartlarını sağ-layıp sağlamadığı en azından yılda bir kez Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenmeli.

Firmalardan çalışanların yerin al-tında dahi olsa ibadetlerini yapabile-ceği mekanlar oluşturulmaları istenil-meli.

Çalışanlara aileleri ile güzel vakit geçirecekleri izin imkanları sunulmalı.

Sosyal Güvenlik Kurumunca kar-şılanması şartıyla, en azından yılda bir kez Psikolojik ve diğer açılardan komple tedavi (check up) olmalarını

sağlayacak imkanlar verilmeli. 2.) Bağımsız Denetim Kurumları-

nın Denetimi ve Sorumluluğu ; Bün-yesinde sahasında uzman (Maden Mühendisi-Jeoloji Mühendisi-İnşaat Mühendisi-Makine Mühendisi-Elektrik Mühendisi vb.) yeterli sayıda İş Sağlı-ğı ve Güvenliği Uzamanı ( A Sınıfı, B Sınıfı, C Sınıfı ) bulundurmalı, teknik donanımı yeterli olmalı ve Bakanlık Tarafından denetlenerek Akreditas-yon verilmeli.

Açılacak olan bu kuruluşlar işlerini yaptıktan sonra ücretlerini Bakanlık tarafından açılacak olan bir hesap-tan periyodik hakkedişler şeklinde almalı, işveren firma ile doğrudan bir çıkar ilişkisi olamamalı.

Bağımsız denetim kurumlarına iş verilirken, işveren tarafından dilediği-ni seçme imkanı verilmemeli, kuruluş-ların kapasitesi ve yeterlilikleri sınıf-landırılmalı ve bir bilgisayar yazılımı tarafından otomatik olarak firmalara atanmalı.

3.) Sendikal Denetim ve Sorumlu-luğu ; Öncelikle Maden Sektöründe Sendika üyesi olma zorunlu hale gel-meli. Sendika Yönetim Kurullarında İSG mevzuatına hakim insanlar da olmalı.

Sendikalar maden ocağında fili ola-rak çalışan insanlardan, İSG mevzuatı-nı bilen yeterli sayıda İş yeri temsilcisi seçmeli, bu seçilenleri işveren kesinlikle bilmemeli, ayrıca bu temsilciler haftalık olarak evlerinden, e-devlet üzerinden veya Ramak kala raporlarını elden sen-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201412

Page 12: Sayı 7 | Mesai Dergisi

dika Genel Merkezlerine ulaştırmalı, periyodik olarak görmüş olduğu eksik-likleri raporlamalı.

Sendika Genel Merkezinde bu iş-leri takip etmek üzere bir A Sınıfı İSG Uzmanı istihdam edilmeli, bu uzman kendisine ulaşan bu eksiklikleri rapor haline getirip, Bakanlığa, Bağımsız Denetim Kurumuna ve Firmaya yazı-lı olarak bildirmeli ve bu eksikliklerin giderilmesi için makul süre verilmeli aksi halde tüm taraflar bu işten so-rumlu tutulmalı.

Sonuçları ise sendikanın web say-fasında mutlaka yayınlanarak çalı-şanlar bilgilendirilmeli.

Sonuçta olabilecek kazalardan Sendikalar da sorumlu tutulmalı ve kazaya maruz kalan her çalışandan alınmış olan toplam üye aidatının 10 katını bizzat kazaya uğrayan kişiye veya yakınlarına ödeme zorunluluğu getirilmeli.

4.) İç Denetim-Firma Denetimi ve Sorumluluğu ; Maden Ruhsatı alınır-ken mevcut şartların yanında Bağım-sız Denetim Kuruluşu talep ettiğine dair bir beyanname veya ön sözleş-me de dosyada bulunmalı.

Firma mevcut sistemde olduğu gibi İSG uzmanı istihdam etmeli ve ma-den ocağı denetimlerini etkin bir şe-kilde yapmaya devam etmeli ancak en az yılda 2(iki) kez çapraz denetim yapmalı.( yani uzmanların birbirini de denetleyeceği bir sistem )

Firmanın Yıllık Toplam Gelirinin belirli bir % sini güvenlik alt yapısı,

kişisel koruyucu donanım ve eğitimle-re harcaması zorunluluğu getirilmeli, bu da gerekirse Sayıştay Denetçileri tarafından yılda 1(bir) kez denetlen-meli.

Yaşam odası gibi Dünyada uy-gulanan modern teknolojilerin ülke-mizde de uygulanabilmesi açısından hem TÜBİTAK hem Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından proje deste-ği alınmalı.

Maden firmalarında Çevre Yöne-tim Sistemi kurma zorunluluğu getiril-meli ve etkinliği TÜRKAK tarafından Akredite Kuruluşlarca yılda bir kez denetlenmeli.

Maden İşçilerinin aldığı ücretlerin en azından Dünya ortalamalarında olması sağlanmalı.

Firmaların hijyen şartlarını sağ-layıp sağlamadığı en azından yılda bir kez Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenmeli.

Soyunma odaları uygun hale geti-rilmeli ve yemek yenilen yerler temiz ve düzgün olmalı.

Çalışanların yerin altında dahi olsa ibadetlerini yapabileceği me-kanlar oluşturulmalı.

Pak Maden İşçileri Sendikası ola-rak tüm bunlar uygulandıktan sonra olabilecek kazalar için bu işin doğa-sında var denilebileceğine inanıyo-ruz.

Kamuoyuna olan saygımız ve Ma-den Emekçisi Kardeşlerimize olan sorumluluğumuz gereği bunları ifade etmek zorundayız.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 13

Page 13: Sayı 7 | Mesai Dergisi

İslâmda iş ahlakının temel pren-siplerinden biri emeğin hakkını

vermek. Ancak muhafazakâr işverenler arasında da bu konuda kendilerinden beklenen hassasiyeti göstermeyenlere rastlamak müm-kün.

Türkiye’de dindarların daha gö-rünür olmasıyla birlikte üretim ve tüketimde İslâmî esaslara uygunluk daha çok dile getiriliyor. İçinde ca-misi olan siteler, tesettürlülere hitap eden tatil mekânları, oteller, helal etiketiyle çıkan gıda ürünleri… Bütün bunlar artık muhafazakâr tüketicilerin de dikkate alındığını gösteren bazı örnekler. Peki, mu-hafazakar tüketici tercihlerini her geçen gün daha çok önemseyen iş dünyası, çalışanın hakkına ria-yet etme konusunda ne kadar has-sas? Ticarî hayatında dinî değerleri

önemseyen muhafazakâr şirketler, yanında çalıştırdıkları kişiyi mağ-dur etmeme inancına sadık kalabi-liyor mu?

Çalışanın hakkını koruma konu-sunda dindar işverenlerden daha hassas olmaları beklenirken hem çalışanlar hem de bu alanda fa-aliyet gösterenler, muhafazakar kimlikle ortayaçıkan şirketlerin de bazen bu beklentiyi karşılayama-dığı görüşünde. İş ilişkilerini dinî söylemler etrafında şekillendiren, pazarlamasını bu hassasiyet ve kul hakkına vurgu yaparak gerçekleşti-ren şirketler, yanında çalıştırdığı ki-şilere karşı olabildiğince kapitalist davranabiliyor. Vaktinde ödenme-yen maaşlar, sigortasız işçi çalıştı-ranlar, mobbing (psikolojik baskı), maaşın düşük gösterilmesi yoluyla eksik ödenen SGK primleri, öden-Arife KABİL

MüşterisineDİNDAR,çalışanınaZİNHAR

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201414

Page 14: Sayı 7 | Mesai Dergisi

meyen asgari geçim indirimi (AGİ) ücretleri, yaşanan onlarca mağduri-yetten bazıları.

Emeğin hakkını vermek aslında bütün ahlakî öğretilerde istenen bir davranış. Bu sebeple dünyada işçi ve çalışan hakları üzerine sayısız faaliyetler düzenleniyor. İslâmiyet’in de bu konuda ne kadar hassas oldu-ğunu hem Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatında hem de Kur’an-ı Kerim’de görebiliyoruz. Bir hadis-i kudsîde geçen “Kıyamet gününde ben üç grubun hasmıyım: Benim adı-ma söz veren sonra dönen kimse, hür bir insanı satıp bedelini yiyen kimse ve bir işçi istihdam edip ücretini ver-meyen kimse.” ifadesi de İslâmiyet’in bu konuda ne kadar hassas olduğu-nun göstergesi.

Sözümüz, kul hakkına kılı kırk ya-rarcasına riayet edenlerin meclisin-den dışarı; ancak İslâmî söylemlerle yola çıkan işverenler de zaman za-man çalışanların hukukunu koruya-mıyor. İşler biraz ters gittiğinde önce yanında çalıştırdığı kişilerin harcama-larını kesen şirketler, insan sağlığını tehdit eden uygulamalara bile gidebi-liyor. Bu uygulamalar, gösterişli rek-lamlara büyük bütçeler ayıran ve mil-yon dolarlık anlaşmalara imza atan şirketler de dâhil iş dünyasının önemli bir kısmı için geçerli. ‘İşçinin ücretini alın teri kurumadan verin’ şiarı ile ti-caret etmesi beklenen muhafazakâr şirketlerdeki çelişki ise diğerlerinden daha iğreti bir durum olarak yorum-lanıyor.

Ücrette hak gözetmemek dünyevileşme belirtisi

Muhafazakâr şirketlerin sergile-diği bir diğer çelişki, başörtülü çalı-şan tercih etmemesi. Gerekçeleri ise her kesimden müşteri ile ilişkileri iyi tutmak. Örneğin gıda mühendisi Zey-nep Ç.’yi başörtülü olduğu için ta-nınmış bir gıda markası işe almamış. Fotoğrafsız CV gönderdiğinde bir so-runla karşılaşmayan Zeynep Hanım, yüz yüze görüşmede makul bir ge-rekçe sunulmadan ret cevabıyla kar-şılaşmış. Şu an farklı bir sektörde ça-lışan Zeynep Hanım, “Birlikte mezun olduğumuz ve başörtülü olan birçok arkadaşım aynı sorunu yaşadı.” di-yor. Halkla ilişkiler ve iletişim mezunu Asiye K. da neredeyse hiçbir şirketin kurumsal iletişim departmanında ba-şörtülü çalışan istemediğini söylüyor. Kabul edilse bile ön planda olmayan, masa başı pozisyonlar veriliyor. İş ilanlarında yer alan ‘prezantabl’ ifa-desine Türkiye’nin kazandırdığı bir anlam da bu.

‘İşadamlarında Dindarlık ve Dün-yevileşme’ kitabının yazarı, din sos-yoloğu Abdurrahman Kurt, dindar bir işverenin çalışan alırken başörtüsü ayırımı yapmasını kabul edilemez bu-luyor. “Bu durum, yaşanılan çelişkiyi ortaya koyar. Dünyevileşme ve se-külerleşme belirtisidir.” diyen Kurt’a göre bunun hiçbir iş alanında istisna-sı olamaz. Dindar camianın kadınları pozitif ayırımcılık yerine negatif ay-rımcılığa tabi tuttuğunu söyleyen Kurt, “Muhafazakâr işveren buna daha

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 15

Page 15: Sayı 7 | Mesai Dergisi

çok dikkat etmeli. Örneğin kadının hamilelik, annelik döneminde onun hakkına herkesten daha çok riayet edilmeli.” diyor.

Yaşanan sorunlarda bütün işa-damları arasında genelleme yapıla-mayacağını da ekleyen Kurt, “İslâmî argümanları kullanan kişilerin işçilerin haklarını korudukları söylenemez.” gözlemini paylaşıyor. İşadamlarının İslâm’ın sesine kulak verdiği sürece iş-çinin hakkını da koruması gerektiğini hatırlatan Kurt, “Bir kişinin dindar ol-duğunu söylemek için namaza, oruca bakmak yeterli değil.” diyor.

Bir elektronik şirketinde çalışan Fatma D.’nin tecrübesi de Kurt’un fikrini doğrular nitelikte. Çalışanların kimyasala maruz kaldığı işyerlerinde çalışanlara her gün yoğurt vermek yasal bir yükümlülük. Fatma Hanım da üretim aşamasında ciddi oranda kimyasal maddeye maruz kalan çalı-şanlardan. Ancak işleri kötü gitmeye başlayan patronlarının ilk yaptığı iş, harcamaları kısmak için çalışanlara verilen yoğurdu kesmek olmuş. Fatma Hanım, zararını kapatmak için insan sağlığını dikkate almamayı kendini dindar olarak tanımlayan işverenleri-ne yakıştıramadıklarını söylüyor.İşveren-çalışan ilişkisi, iş ahlakının kırılma noktası

Bu sorunla mücadele edenlere göre ise çalışan ve işveren ilişkisi iş ahlakının en önemli kırılma noktala-rından biri. İş hayatında, kârı mak-simum seviyeye çıkarma çabası, iş-vereni kapitalist merkezli bir iktisat anlayışına

sürüklüyor. Bu anlayış ile sermaye-yi düşman gören işçinin orta noktada buluşması ise mümkün olmuyor. Ta-raflar birbirlerini paydaş değil hasım olarak görüyor. Çatışmayı besleyen bir diğer unsur da kayıt dışı ekonomi olarak görülüyor. Çalışma hayatında-ki barışı sağlamak için ise kanunların yeniden düzenlenmesi ve kayıt dışı ile mücadele edilmesi gerektiği vurgula-nıyor.

İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derne-ği de (İGİAD) bu çerçevede bir grup bilim adamına hazırlattığı İnsani Ücret Raporu’nu ocak ayında kamu-oyu ile paylaştı. Hak, adalet, helal kazanç gibi kavramları iş hayatında hâkim kılmaya çalışan dernek, her yıl bir ailenin geçimini odak alan asgari geçim ücretini yayımlayıp iş dünyası-na bunun uygulanmasını tavsiye edi-yor.

İslâm iktisadı çalışmalarında işçi-işveren münasebeti önemsenmiyor.

İlahiyatçı yazar Adem Esen ise günümüzde İslâm iktisadı ile ilgili ça-lışmalarda para ve finans konusuna ağırlık verilirken çalışma hayatı ile ilgili konuların fazla önemsenmedi-ğini söylüyor. Hâlbuki İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’an ve sünnette çalışma hayatı ile ilgili genel kurallar var. Buna göre insanın robotlaşması, emeğin yabancılaşması ve çalışanla-ra ayrı muamele etmek kabul edile-mez. Günümüzde işverenlerin ahlaklı olmakla rekabete yenik düşme ara-sında kaldığını söyleyen Esen şöyle konuşuyor: “Burada İslâm’ın bir din olarak insandan beklediği ile konvan-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201416

Page 16: Sayı 7 | Mesai Dergisi

siyonel iktisattaki iktisadî insan kavra-mını ayırt etmek gerekir. Müslüman işveren ve çalışanların ahlakî davra-nışları, her kesimin dünya ve ahiret kazançlarını artırır.”

Adem Esen, işçi haklarını korumak için dünyalık hukuk kuralları geliştiri-lebildiği gibi ahirette de büyük sorum-luluğu olduğunu hatırlatıyor.En mağdur kesim alt kadrodaki işçiler

Türkiye’de dindarlaşmanın görü-nür olmasıyla birlikte muhafazakâr işadamlarının da hareket alanı geniş-ledi. Dolayısıyla birbirleri arasındaki iş ilişkileri ivme kazandı. Ancak in-sanların dinî değerlere güvenini istis-mar edenlerin sayısı da aynı oranda artmaya devam ediyor. İnşaat sektö-rü, insan emeği konusunda en çok eleştirilen sektörlerden biri. Bir in-şaat firmasında çalışan Sedat K., sektörde en büyük haksızlığın alt kadrodaki işçilere yapıldığını söylü-yor. İşverenlerin en yaygın tutumu ise Sosyal Güvenlik Kurumu’na eksik gün bildirimi yapılarak işçinin emeklilik prim günü ve sosyal güvence hakkını gasp etmek. Sedat Bey, inşaat şirket-lerinde de hükümete ve muhafazakâr kesime yakın gözükerek şahsı ve fir-ması hakkında müspet algı oluşturma-ya çalışanların sayıca arttığını öne sürüyor. Piyasada dindar kimlikleri ile tanınan bu firmalar hem türlü yollarla çalışanın hakkını gasp ediyor hem de iş ahlakına ters hareketlerle sektörün itibarını zedeliyor. Meslekler ile inanç arasındaki bağ koptu.

İstanbul Ticaret Üniversitesi Mü-

tevelli Heyet Başkanı Erhan Erken, iş ahlakındaki yozlaşma hakkında insanların yaptıkları iş ile inançları arasındaki bağlantıyı kopardığını söylüyor. Bunun esnaflar kadar pro-fosyoneller için de geçerli olduğunu belirten Erken, “Adam evinde gayet güzel dinini yaşıyor. Çıktığı zaman ise işin kuralına göre davranıyor.” diyor. Uzun yıllardır iş hayatında olan, İTO ve TOBB’un yönetiminde bulunan Erken, Müslümanların kendi-lerine özgü iş ahlakı oluşturamadığı görüşünde. İnançların artık hayatları etkilemeyecek düzeyde olduğuna de-ğinen Erken şöyle konuşuyor: “İnsan-lar ideolojiden arınıyor. Onu tutan bir ahlaki değer yok. Burjuva ahlakı da gelişmedi. Marksist ahlak da geliş-medi. İslâm ahlakı da yok. Bu sefer, adamı tutan hiçbir şey yok.”

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 17

Page 17: Sayı 7 | Mesai Dergisi

KanunaHızlıBakış

İş mevzuatını düzenleyen kanunlar arasında tanım birliği sağlandı.

Sendikaların kuruluş usulü formalitelerden arındırılarak kolaylaştırıldı.Sendika kurucusu olmak için aranan Türkçe okur-yazar olma, Türk va-tandaşı olma ve işkolunda fiilen çalışma şartları kaldırıldı.

Sendikalara üyelik ve üyelikten çekilmede noter koşulu kaldırıldı, e-devlet sistemine geçildi.

15 yaşını dolduranlara sendikaya üyelik hakkı tanınarak asgar içalış-ma yaşı ile paralellik sağlandı.

Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarının esas alındığı verilere dayanarak işkolu barajı yeniden düzenlendi.

İşkolu barajı %3’e, işletme barajı %40’a düşürüldü.

İşkolu sayısı 28’den 20’ye indirildi.

Aynı işkolunda birden fazla işverene bağlı olarak çalışan işçilere, bir-den çok sendikaya üye olma hakkı getirildi.

İşkolu tespit davaları bekletici neden olmaktan çıkarıldı.

Çok düzeyli toplu pazarlığa geçiş için çerçeve sözleşme yapma imkânı getirildi.

6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Söleşmesi Kanunu

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201418

Page 18: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Grup toplu iş sözleşmelerine hukuki yapı kazandırıldı.

İşyeri sendika temsilcilerinin ve sendika yöneticilerinin güvenceleri ar-tırıldı.

İşçilerin sendikaya ödeyeceği aidat miktarı, sendikaların tüzüklerine bırakıldı.

İşçinin işsiz kalması durumunda, bir yıl boyunca sendika üyeliğinin de-vamı sağlandı.

Sendika ve konfederasyonlara, uluslararası işçi ve işveren kuruluşla-rının kurucusu olabilme, üye ve temsilci gönderebilme, dış temsilcilik açabilme hakkı tanındı.

Sendikalara, faaliyetlerini serbestçe kendi tüzükleriyle belirleme hakkı tanındı.

Sendikaların mali denetimi, bağımsız denetim organı olan yeminli mali müşavirlere bırakıldı..

Yöneticilerin kişisel sorumluluğu ilkesi benimsenerek, sendika tüzel kişi-liğinin korunması esas alındı.

İşyerinin veya bir bölümünün devri durumunda uygulamada yaşanan sorunlar giderildi.

Çok düzeyli toplu pazarlığa geçiş için çerçeve sözleşme yapma imkânı getirildi.

Toplu iş sözleşmesinin imza tarihi ile yürürlük tarihi arasında iş söz-leşmesi sona eren sendika üyelerine, işsözleşmelerinin sonuna kadar sözleşmeden yararlanma imkânı sağlandı.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 19

Page 19: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Dayanışma aidatının miktarı, üyelik aidatından fazla olmamak kaydıy-la sendika tüzüğüne bırakıldı.

Toplu pazarlık süreci kısaltılıp, formaliteler azaltıldı.

Toplu iş sözleşmesinin teşmilinin gerekçesiz yapılması, geçmişe yürütül-mesi ve teşmil edilen işyerinde yetkiye ilişkin sorunlar giderildi.

Sigortalılığın başlangıcı ile sona ermesine ilişkin yasal sürecinde SGK’ya yapılmayan bildirimlerin yetki tespitinde dikkate alınmayacağı belirtilerek, suistimaller önlendi.

Yüksek Hakem Kurulu’nda tüm konfederasyonların temsili sağlandı.

Grev ve lokavt yasaklarının kapsamı daraltıldı.

Grev oylaması sonucunun, işyerinde çalışanların değil oylamaya katı-lanların salt çoğunluğunun oyu ile belirlenmesi sağlandı.

Grev oylamalarının, mülki idari amirliği yerine Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerinde yapılması sağlandı.

Grev esnasında iş yerine verilen zararlardan sendika tüzel kişiliği yeri-ne eylemde bulunanın sorumluluğu getirildi.

Grev gözcüleri üzerinde kısıtlamalar kaldırıldı.

Hapis cezaları kaldırılarak, idari para cezaları getirildi.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201420

Page 20: Sayı 7 | Mesai Dergisi

KanunNelerGetiriyor

Bütüncül, Sade ve Uluslararası Normlara Uygun Mevzuat

İş mevzuatını düzenleyen kanunlar arasında bütünlük sağlandı. Kanun metni, kısa, sade ve anlaşılır bir hale getirildi.

Toplamı 152 madde olan 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 Sayılı Top-lu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunları yerine 83 maddelik tek bir kanun yapıldı.

İş mevzuatını düzenleyen kanunlar arasında tanım birliği sağlandı. İşçi, işve-ren ve işyeri tanımları için 4857 sayılı İş Kanunu’na atıfta bulunuldu.

AB üyelik sürecinin gereklilikleri (Sosyal politika ve istihdam konulu 19. fasıl açılış kriteri) dikkate alındı.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) örgütlenme ve toplu pazarlığa ilişkin onayladığımız 87 ve 98 sayılı Sözleşmeleri esas alındı.

2010 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile uyum sağlandı.

Sendikal Özgürlük Esas Olacak

İşçiler sendikalı olmaya ve ya olmamaya kendisi karar verecek.

İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler arasın-da, çalışma şartları ve ya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamayacak.

İşçiler, iş saatleri dışında sendikaların faaliyetlerine katılmaları ve ya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamayacak, farklı bir işleme tabi tutulamayacak.

Sendika üyeliği nedeniyle ayrımcılık yapılması halinde işçinin eli hukuki olarak daha güçlü olacak.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 21

Page 21: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Sendika Kuruluş ve Teşkilatlanması Kolaylaştırıldı

ILO ve AB normlarına uygun olarak, sendikaların kuruluşu kolaylaştırıldı.

Sendika kurucusu olmak için aranan Türkçe okur-yazar olma, Türk vatandaşı olma ve o işkolunda fiilen çalışma şartları kaldırıldı.

Sendika kurulurken gazeteye ilan verme şartıda kaldırıldı. Sendikanın kurulu-şu, Bakanlık tarafından internet ortamında ilan edilecek.

Gereken şartları taşıdığını beyan eden kurucular, valiliğe verecekleri bir dilek-çe ve ekli tüzükleri ile sendika kurabilecek.

Tüzükvebelgelerdeeksiklikyadakanunaaykırılıkolmasıhalinde,valiliklerbirayiçerisindegiderilmesiniisteyecek.

Zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, kara para aklama ve kaçakçılık gibi suçlardan mahkûmiyeti bulunanlar sendika kurucusu olamayacak.

SENDİKA ÜYELİĞİ VE ÜYELİKTEN AYRILMALARDA NOTER ÖDEMELERİ

YILLAR

Sendika Üyeliğine Giren Kişi

Sayısı

Sendika Üyeliğine

Giriş Noter Ücreti (TL)

Sendika Üyeliğine Giriş Toplam Ödeme

Tutarı (TL)

Sendika Üyeliğinden Çıkan Kişi

Sayısı

Sendika Üyeliğinden Çıkış Noter Ücreti (TL)

Sendika Üyeliğinden Çıkış Toplam

Ödeme Tutarı (TL)

2011 145,667 41.25 6,008,763 26,477 83.54 2,211,888

2012 133,666 47.04 6,287,648 36,845 91.12 3,357,316

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201422

Page 22: Sayı 7 | Mesai Dergisi

15 Yaşını Doldurana Sendika Yolu Açıldı

Önceki uygulamada, asgari çalışma yaşı olan 15 yaşın doldurulmasına rağ-men işçilerin sendika üyeliği için 16 yaşını doldurmuş olmaları isteniyordu.

Asgari çalışma yaşı ile paralellik sağlanarak genç işçilerin örgütlenmeleri önündeki engel kaldırıldı.

Birden Çok Sendikaya Üye Olma Hakkı

12 Eylül 2010’da yapılan referandum ile birden fazla sendikaya üye olma yasağı kaldırıldı.

Birden fazla sendikaya üye olabilme hakkına Kanunda açıkça yer verildi.

Aynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçi-ler, birden çok sendikaya üye olabilecek.

Esnek çalışma yöntemi ile birden fazla işverene bağlı olarak çalışanlara bir-den çok sendikaya üye olma imkânı getirildi.

İşkolu Sayısı 28’den 20’ye İndirildi

İşkolları işçi ve işveren konfederasyonlarının görüşüde alınarak uluslararası normlar ışığında yeniden belirlendi. İşkolu sayısı 28’den 20’ye indirildi.

Bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işlerde, asıl işin girdiği iş kolundan sayılacak.

Bir işyerinin girdiği iş kolunun tespitini Bakanlık yapacak. Yeni bir toplu iş sözleşmesi için yetki süreci başlamış ise iş kolu değişikliği tespiti bir sonraki dönem için geçerli olacak.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 23

Page 23: Sayı 7 | Mesai Dergisi

No İŞKOLLARI

1 Avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık

2 Gıda sanayi

3 Madencilik ve taş ocakları

4 Petrol, kimya, lastik, plastik ve ilaç

5 Dokuma, hazır giyim ve deri

6 Ağaç ve kâğıt

7 İletişim

8 Basın, yayın ve gazetecilik

9 Banka, finans ve sigorta

10 Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar

11 Çimento, toprak ve cam

12 Metal

13 İnşaat

14 Enerji

15 Taşımacılık

16 Gemi yapımı ve deniz taşımacılığı, ardiye ve antrepoculuk

17 Sağlık ve sosyal hizmetler

18 Konaklama ve eğlence işleri

19 Savunma ve güvenlik

20 Genel işler

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201424

Page 24: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Öncelikle PTT’den e-devlet şifresi alınır. (PTT e-devlet şifresini imza karşılığı şahsın kendisine vermektedir).www.turkiye.gov.tr adresine gireceksiniz.

Sağ üst köşedeki Sisteme Giriş butonuna tıkladığımızda aşağıdaki ek-ran görüntüsü gelecektir. T.C Kimlik numaranızı girdikten sonra, PTT’den aldığımız şifreyi ise e-devlet şifresinin olduğu yere giriyoruz.

SENDİKAYA ÜYE NASIL OLUNUR?

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 25

Page 25: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Giriş yaptıktan sonra sağ üst köşede arama yeri var. Oraya sendika üye yazdığınızda işçi sendikaları üyelik işlemleri linkine tıkladı-ğınızda ise sendikaya üye olma yeri gelecektir. Ve çalıştığınız iş yerinin iş koluna göre sendikalar listelenecektir.

Listeden PAK TARIM VE ORMAN İŞ (örneğimizde bu sendika gözüküyor di-ğer işkollarında ise diğer sendikalar listelenecektir.) sendikasını seçip üyelik başvurusuna tıklıyorsunuz.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201426

Page 26: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Sonraki aşamada ise karşınıza aşağıdaki ekran geliyor. Bilgileri dolduru-yorsunuz ve Başvur butonuna tıklıyorsunuz.

Ve üye başvurunda bulunduğunuza dair sayfa bu şekilde gözüküyor.

Bu şekilde sendika üyeliğine başvuruda bulunuyorsunuz. Bundan sonrası sendika yönetimi tarafından üyeliğiniz onaylanacaktır.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 27

Page 27: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Projemiz Aksaray merkez ve buna bağlı köylerde ve ka-sabalarda 50 gencin sosyal

yönlerinin geliştirilmesi, zararlı alışkanlıklardan uzaklaştırılması ve topluma kazandırılması amaç-lanarak hazırlanmış bir çalışmadır

İç İşleri Bakanlığı Dernekler Dairesinin çağrısı kapsamı ile hazırlanmış projede 50 gen-cimiz zararlı alışkanlıklardan

kurtarılmış, bilgisayar, resim, inkılap tarihi, satranç gibi ders-ler verildi. Proje kapsamında dernek merkezinde kütüphane kuruldu. Gençlerin kültür zen-ginliğini sağlayacak ve oku-ma alışkanlığını kazandıracak 250 adet kitap satın alındı. 6 adat bilgisayar ve bilgisayar masası alındı ve bu bilgisayar-lara yazıcı ve internet bağlantı-

AKÇADERAksaray

Tüm Çalışanlar Derneği

GENÇLİĞESAHİPÇIKMA

PROJESİ

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201428

Page 28: Sayı 7 | Mesai Dergisi

sı yapıldı. Konya ve Kayseri gezi-leri yapıldı. İçki, sigara ve madde bağımlılığının zararları uzman doktorlar tarafından dernek bina-mızda gençlere anlatıldı. Sportif faaliyetler olarak halı saha maçla-rı yapıldı.

Bu yapılan çalışmalar gençleri-mizin ufkunu açmış onlara yeni bir anlayış kazandırmıştır. Gençlere

yapılan yatırımlar hiçbir zaman boşa gitmemiş gençliğe sahip çı-kan ülkeler dünya muvazenesinde haklı yerini almıştır.

Her ilimiz bu şekilde 50 gen-ce sahip çıksa birkaç sene sonra madde bağımlılığı olan gençler azalacak, suç işleme oranı düşe-cektir. Huzurlu ve müreffeh bir top-lum bu çalışmalarla sağlanacaktır.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 29

Page 29: Sayı 7 | Mesai Dergisi

alımlarda hem de ön kayıt sistemi ile alımlarda bir takım suistimal durum-lar oldu. Çırak okulu 1987 yılında en son öğrencilerini mezun ederek tari-he karıştı.

Çırak okulu MKE nin özel okulu olması yerleşkesi mühimmat fabrikası içinde olması öğretmenlerinin MKE personeli olması ve milli eğitim ile bazı farklılıklarından dolayı gerçek-ten özel bir duruma haiz idi. Bu ne-denle burada okuyup mezun olan ve fabrikalara çırak olarak gönderilip 2 yıl çıraklık yapıp daha sonra işçi olan kişilerin anlatabileceği çok ama çok hatıralarının olduğunu bilmekteyim. Bu hatıralara girmeden çırak okulu meselesini burada noktalayıp bir za-manlar işçi şehri olan şimdi ise emekli şehri denilen Kırıkkale nin çalışanla-rının bir araya bir araya gelmesi ile oluşturdukları kuruluşu 2005 yılında kurulmuş olan TÜMÇADER den Tüm Çalışanlar kültür ve dayanışma der-neğin den bahsetmek istiyorum.

Bir dernek olarak hem üyelerimi-ze aynı zamanda fahri üyelerimize tüzüğümüzün içeriğini oluşturan mad-delerine uygun olarak bir takım etkin-lik, faaliyet, yardımlaşma, kaynaşma adına gerçek anlamda bir dernekçi-lik yapmaya çalışıyoruz.Tabeladan teşekkül bir dernek değil de icraatları ile söz edilen üyelerimiz ve Kırıkka-le mizin teveccühlerini kazanan bir dernek olmaya çalışıyor ve bu yolda yolumuza devam ediyoruz.

ÇALIŞANIN BAYRAMIEmeğe saygınının dinimizde yeri varİşveren olsun ister hep karÇalışanın hakkını vermez isen neye yararBoş durana ömür olur hep zarar

Hakir görme ey kardeş mesleğiniÇalışır isen bükemez bileğiniArz et dualar ile rabbine isteğiniBoş çevirmez kabul eder dileğini

Yaşanmasın artık bir mayıs acılarıAğlamasın yurdumun anaları bacılarıDurmasın tütsün hep fabrika bacalarıBitsin bu terör saralım artık yaraları

Biz çalışanlar severiz ülkemiziTercihimizdir her şeyin temiziVar mı vatanımdan daha güzeliÜmit var olalım iyi günler bekliyor bizi

İstedik oldu bayramımız bayram olaKalplerimiz hep sevgiyle dolaAyrılık nedir herkes kardeş olaHaydi girelim hep kol kola

Yine yaptı böyle bir program TÜMÇADERBasına olacaktır güzel bir haberVermesin Allah’ım bizlere kederEderse insan ancak kendine eder

Hep beraber gönül gönül’e el eleBirlikte koşalım güzel günlereSelam ve sevgiler buraya gelenlereNe mutlu değerlerini bilenlere

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201430

Page 30: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Nizamettin DERECİ

İSUYUMUZU

A A?Tartışmasız yegâne varlık; Allah

(c.c) ve O’nun Peygamberle-ri ve tabi imani hakikatlerdir.

Tartışmasızlar kategorisindeki Pey-gamberler, o yüce Allah’ın elçileri de esasen müessese olarak varlıkları tartışmasız imana dair hakikatlerden sayılsa da şahıs olarak Peygamber-ler, vazifelendirilmiş oldukları üm-metlerin idrak ve anlayışlarına göre inançsızların dimağında hep tartışı-la gelmişlerdir. Ama bu tartışmalar inananları üzse de, inanan gönüller-de asla inkisara sebep olmamıştı...

Son Peygamber Muhammet A.S ile peygamberlik müessesesi son bul-

sa da Kur’an ve onun yaşam biçi-mi olan Peygamber öğretileri, yine O’nun varisleri oldukları hadislerle teyit edilen Âlimler tarafından temsil edilmiş ve inançlı gönüllerde hayat bulmuştur.

Ne var ki zamanla insanlar-daki fıtrat farklılıklarından doğan farklı tonlanmalar onları/insanları farklı kümede toplamasıyla nefis kendini/kümesini/cemaatini/tarika-tını/partisini vs. daha üstün göste-recek bir argümana daha kavuşmuş oldu ve âdemoğlu kıyasıya çağdaş-larıyla mücadeleye başladı.

Bu bağlamda hukuk devletinin te-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 31

Page 31: Sayı 7 | Mesai Dergisi

mel dinamiklerinden olan siyaset mü-esseseleri de kurumsal kimlikleri ve oluşum tekniği olarak farklılıkları olsa da- tıpkı diğer gönüllü oluşumlar gibi kendi kümesini oluşturdu ve gönüllü-lerine hedeflediği doğrularla hedefler belirleyip yollar gösterdi.

Madem her küme kesişen küme-leriyle/ortak paydalarla aynı hedefe koşuyor… Allah aşkına bu günlerde nedir suyumuzu bulandıran? Birazcık dert edinip kafa yorulursa, insanlığın başını derde sokan bu keşmekeşliğin, yol göstericilerin yol göstereni olan beslenme kaynaklarının farklığından kaynaklandığı görülecektir.

Gücü elinde bulunduranların ko-runma veya yok etme içgüdüleriyle çıkardıkları özel kanunlar, adil olarak kullanılmak üzere yol gösterici ve uy-

gulayıcı olarak siyasilere verilen dev-let gücünün, şahsi güç olarak edinilen algılar, ister semavi ister arzi olsun bütün hukuk sistemlerinde yüz kızartı-cı suçların mahiyeti ilk kaynaklardan beri berrak ve anlaşılabilir haliyle ak-tarıla gelirken kişiye özel fetvalarla yol kazasına uğramasıdır suyumuzu bulandıran…

Hukuk devletinden veya hukuki normlardan sapıldıkça yol göstericile-rin yolları mutlaka çakışacak…

Diyeceğim o ki; Ey yol göstericiler! İki dünya hayatına inanan bizler için bu güne ve yarına ait tablolar hazır-larken orijinal boyalardan vazgeçip kendi boyalarınızı kullanmaya de-vam ettiğiniz sürece suyumuz bulanık akmaya yollarınız çakışmaya devam edecektir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201432

Page 32: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Giriş: Örgütlenme ve toplu pazarlık

hakkı, gerek ülkemizin taraf olduğu uluslararası hukukta gerekse iç hu-kukumuzda güvence altına alınmış-tır. Türkiye için bağlayıcı nitelik ta-şıyan Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ulusla-rarası Çalışma Örgütü (ILO) sözleş-meleri, örgütlenme ve toplu pazar-lık hakkının uluslararası çerçevesini oluşturmaktadır. Bu anlamda ILO Örgütlenme Komitesinin karar ve ilkeleri doğrultusunda, sendikalara üye olma hakkıyla ilgili uluslararası ilkeler oluşmuştur. Buna göre işçiler hiçbir ayrım yapılmaksızın kendi seçtikleri örgüte katılma hakkına sahiptir. Yine işçiler hem işkolu sen-dikasına hem de işyeri sendikasına aynı anda üye olabilmelidir. İç hu-kukumuz açısından 2012 yılında yasalaşan Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu (S ve TİSK) ile bir-

likte, örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı anlamında yeni bir dönem başlamıştır. Sendikaya Üyelik İşleminin Huku-ki Sonuçları

Sendika üyeliği, sendika ile işçi veya işveren arasında sözleşmeye dayalı bir borç ilişkisi kurmaktadır. Her sözleşmede olduğu gibi sendi-ka üyelik sözleşmesinin kurulabil-mesi için üyenin icapta bulunması sendikanın da kabul yönünde irade beyanını ortaya koyması gerekir. Bu anlamda bir üyenin sendika ya başvurduğu anda gerekli şartları kabul ettiği varsayılacaktır. Kişi top-luluklarında genel kural sözleşme kurma özgürlüğü olmakla birlikte, sendikalar açısından bu özgürlü-ğe belirli sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre sendika, üyelik talebini haklı bir neden bulunmadığı sürece kabul etmek durumundadır. Böyle-likle sendika tüzüğünde daha önce

SENDİKA ÜYELİĞİNDE e-DEVLET UYGULAMASI

Sadettin ORHANBUGÜN Gazetesi

Yazarıİş ve Sosyal

Güvenlik Uzmanı

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 33

Page 33: Sayı 7 | Mesai Dergisi

belirlenmiş olan hak ve yükümlülükler başlamış olacaktır (Başbuğ, 2012: 136).

Diğer taraftan sendikaya üyelik hakkı ancak Kanunun (S ve TİSK) ön-gördüğü şartları taşıyan kişilerle sınır-lıdır. Ayrıca sendika tüzükle, belirli objektif kıriterler doğrultusunda üyelik başvurularına kişiler açısından sınır-landırma getirebilir.İşçi ve İşveren Sendikasına Üye Ola-bilecek Kişiler

15 yaşını doldurmuş ve S ve TİSK göre işçi sayılanlar işçi sendikalarına üye olabilirler (S ve TİSK. M.17/I). Bu anlamda bir hizmet akdine göre üc-ret mukabili çalışan gerçek kişiler ile hizmet akdi dışında ücret karşılığı iş görmeyi taşıma, eser, vekalet, yayın, komisyon ve adi şirket sözleşmesine göre bağımsız bir mesleki faaliyet olarak yürüten kişiler de işçi sayılmak-tadır. Bu açıdan S ve TİS Kanunu işçi kavramını İş Kanunundan daha geniş ele almıştır. Bunun yanında Başbuğ (2012: 139) , kamuda 657/4-C kap-samında çalıştırılan geçici personelin de işçi sayılması ve işçi sendikalarına üye olabilmeleri gerektiğini savun-maktadır.Üyelik İşlemi ve e-devlet Uygulaması

2821 sayılı Sendikalar Kanunun-dan farklı olarak S ve TİSK, üyelik işlemlerinin e-devlet sistemi üzerinden yapılmasını zorunlu tutmuştur. Yeni sistem 7 Kasım 2013 tarihi itibariy-le uygulamaya girmiştir. Buna göre e-devlet üzerinden yapılan üyelik başvurusu, sendika tarafından 30 gün içerisinde reddedilmediği taktir-

de üyelik talebi kabul edilmiş sayıla-caktır. Ancak haklı bir neden gösteril-meksizin üyelik talebi reddedilenler, 30 gün içinde iş mahkemesinde dava açabilecektir. Yargılama sonunda üye lehine karar verilmesi durumunda üyelik, ret kararının alındığı tarihte gerçekleşmiş sayılacaktır (S ve TİSK, m.17/V).

Üyelik işlemine ilişkin e-devlet şar-tının üyelik işlemlerini kolaylaştırmak ve e-devlet kanalının vatandaşlar nezdinde kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla yapıldığı düşünülmektedir. Ancak bu düzenleme sendikal uy-gulamalar açısından bazı sorunları ihtiva etmektedir. Her şeyden önce yeni sistem, sendika üyesi olmak için gereken yasal şartlar dışında ilave bazı şartları gerektirmemelidir. Oysa e-devlet sistemi, üyelik başvurusunun SGK kullanmakta olduğu NACE kod-lamasına uygun bir işkolunda bulun-masını gerektirmektedir. Eğer başvu-ru sahibi işçi NACE sınıflandırmasına uymuyorsa, üyelik başvurusu redde-dilmektedir. Oysa S ve TİS Kanunu, sadece NACE kapsamında çalışan işçilerin değil, taşıma ve vekalet gibi farklı kapsamdaki çalışanların da başvuru yapabilmelerine imkan ta-nımaktadır. Ancak Kanunun tanımış olduğu bu imkan, fiilen kısıtlanmak-tadır.

Öte yandan e-devlet üzerinden başvuru yapan kişinin üyelik başvuru-sunun kabul edilebilmesi için SGK’da kayıtlı bir sigortalı olması gerekmek-tedir. Oysa S ve TİSK göre bir işçinin başvuru yapabilmesi için sigortalı ça-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201434

Page 34: Sayı 7 | Mesai Dergisi

lışma şartı bulunmamaktadır. Kaldı ki 5510 sayılı Kanuna göre sigortalılık niteliğini haiz olmayan kişi de sendi-ka üyelik başvurusu yapabilecektir. Örneğin işverenin ücretsiz çalışan eşi 5510 sayılı Kanuna göre sigortalı sa-yılmamaktadır ancak bu kişinin sen-dika üyesi olmasına engel bir hüküm yoktur. Yine kendi ülkesinde sigortalı olduğu için Türkiye’de sigortalı ola-rak tescili gerekmeyen yabancılar da sendika üyesi olabilir.

Diğer taraftan e-devlet kanalıyla üyeliğin bir diğer sakıncası alt işve-renlerin işçileri açısından ortaya çık-maktadır. Alt işverenin faaliyet kolu asıl işverenle aynı olduğu sürece so-run çıkmayacaktır. Ancak bu durum her zaman böyle olmak zorunda de-ğildir. Alt işverenin faaliyet konusu asıl işverenden farklı olduğu taktirde SGK bildirimleri mecburen asıl işvere-nin dosyasından yapıldığı için iş kolu

tespiti sorun oluşturacaktır (Başbuğ, 2012: 145).

Sendika üyeliğinde noter şartının kaldırılarak e-devlet sisteminin benim-senmiş olması düzenlemenin amacı açısından iyi niyetli bir tasarım ola-bilir. Ancak uygulamada yukarıda saymış olduğumuz sorunların yaşan-maması açısından, e-devlet üyeliği konusunda gerekli değişikliklerin ya-pılması gerekmektedir. Üyelik başvu-rusunda SGK kaydının aranmaması,

NACE sınıflandırmasının gözden geçirilmesi ve alt işverenler için ayrı değerlendirmenin yapılması bunlar-dan bazılarıdır. Sonuç:

Üyelik işlemlerinin kolaylaştırılma-sı amacıyla e-devlet üzerinden sendi-ka üyeliği imkanının getirilmesi, uygu-lamada bazı aksamalara ve amaçla bağdaşmayan sonuçlara yol açabi-lecektir. SGK sistemi üzerinde tanım-lanmış olan NACE koduna uygun işyerinden giriş yapılabilmesi bu an-lamda üyeliğin sınırlandırılmasına se-bep olabilir. Yine sadece SGK kayıtlı bir sigortalının üyelik başvurusunda bulunabilmesi başka bir sınırlandırıcı yaklaşımı ifade etmektedir. Ayrıca alt işverenlerin NACE kodunun farklı ol-ması durumunda da nasıl bir çözüm sağlanacağı netlik taşımamaktadır. Örgütlenme hakkının uygulamayla kısıtlanmaması açısından, söz konusu sorunların giderilmesi gerekmektedir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 35

Page 35: Sayı 7 | Mesai Dergisi

1. HAK MEFHUMU VE İSLAM'DA HAKLAR

a) İslam ve Hak Anlayışıİslam; sulh, selâmet ve huzur bul-

ma, Allah ve Rasûlü'nün bildirdikleri-ne tâbi ve teslim olma, salim ve emin bir yola girerek selâmete yürüme, her-kese hatta her şeye güven vaad etme ve hiç kimseye hiçbir şekilde rahatsız-lık vermeme manalarına gelir.

Esasları Allah'ın mesajlarına da-yanan ve Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafın-dan tebliğ ve temsil edilip yaşanan ve

yaşatılan İslam semavî bir dindir.. ve bu dini inanarak hayatına hayat kılan da mü'min ve müslimdir. Onun özün-de iman, iz'an ve teslim; zâhirinde de itaat, inkıyat ve sâlih amel vardır. Se-lef, bu dini, “insanları kendi irade ve ihtiyarlarıyla bizzat hayra sevk eden ilâhî kanunlar mecmuası” şeklinde tarif etmişlerdir ki, işte böyle dinamik bir sistem hayata hayat kılınıp temsil edildiği ölçüde onun dünyevî-uhrevî semerelerinden söz edilebilir.

Çok geniş kullanım alanı olan “hak” kelimesi ise, doğru, gerçek ve

İslam’daİşçiHaklarıveİşçi-İşverenMünasebetleri

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201436

Page 36: Sayı 7 | Mesai Dergisi

adalet manalarına gelmekle beraber insanın bir şey üzerindeki mâlikiyetini ve iktidarını da ifade etmektedir. Bâtılın zıddına hak dendiği gibi ferdî plânda herkesin nasip ve hissesine de hak adı verilmektedir. Mevzumu-za esas teşkil eden yanı itibarıyla da hak, meşrû nizam tarafından şahısla-ra tanınan menfaatleri celb etme ve helal dairede nimetlerden faydalan-ma salâhiyeti ve maddî-manevî ihti-yaçları ve zaruretleri karşılayıp gider-me yetkisidir.

Bu haklar, zâhiren fertlere veya tüzel kişilere aittir; ama aslında bü-tün hukukun hakiki sahibi Cenâb-ı Hak'tır. Ne var ki O, bu hakları, bir kısım yetkili makamlar vasıtasıyla bazı kimselere menfaat, bazılarına salâhiyet, bazılarına da o menfaat-lerden yararlanma ve o salâhiyeti kul-lanma hakkı olarak bahşetmiştir. Kul-luk vazifelerini ve âmme hukukunu da ihtiva eden “Allah hakları”; mülkiyeti, tasarrufu, nemalandırılması, menfa-atleri fertlere ait olan “insan hakları” ve menfaat, fayda, çıkar, tasarruf ba-kımından hem ferdi hem de toplumu ilgilendiren “müşterek haklar” dediği-miz şeyler ise, bu hakların hükümleri itibarıyladır ve fıkıh alimleri arasında ıstılah olarak kullanılan birer tabirdir.

İslam dinine göre; insanlar hür doğmuşlardır. Hak ve kıymet açısın-dan hepsi birbirine eşittir. Düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti, vicdan hür-riyeti vazgeçilmez haklardandır.. ve yine Müslümanlığa göre; ırk, cins, renk, dil, din ayrımı yapılmaksızın herkes aynı hak ve aynı imkânlara sa-

hiptir. Ayrıca, bu haklar, insanın ruh ve beden gibi iki ayrı yanıyla alâkalı büyük-küçük her türlü hukukunu ve bu-gün oluşmuş bulunan, yarınlarda da oluşacak olan her çeşit haklarını içine alır.

b) Allah Rasûlü'nün İnsan Hakları Konusundaki Hassasiyeti

Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) hicretle Medine'yi şereflendirdiğinde, değişik inanç, çe-şitli düşünce ve farklı etnik guruplarla yaptığı sözleşmeye (Medine Vesikası) milimi milimine riayet edilmiş; dini, ırkı, sosyal seviyesi ne olursa olsun, fevkalâde bir hassasiyetle herkesin hukuku gözetilmiş ve uzak-yakın çev-reye göre “Medine-i Münevvere” bir “dârü'l-emân” hâlini almıştı.

Aslında, ne bildiğimiz sözleşme yalnızca Medine Sözleşmesi'nden ibaretti, ne de olup bitenler sade-ce üç-beş örneğe münhasırdı. Al-lah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ), hayat-ı seniyyeleri boyunca, sürekli insan hakları üzerinde durmuş; bun-ların büyüğünün önemini ihtar etmiş, küçüğünün de hakir görülmemesini hatırlatmıştı; O “Küçük, küçük görül-düğü sürece küçük değildir.” diyor, büyüklerin çiğnenmesini de Allah mehafet ve mehabetinin serhatleriyle engellemeye çalışıyordu.

Rabbine yürümeden az önce, menâsik-i hac esnasında, on binleri aşan ruhanîleşmiş mübarek bir top-luma, veda edalı hutbeleriyle o güne kadar kendinden şerefsudûr olmuş bütün hususları son bir kere daha, dinleyenlerin şahsında kıyamete ka-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 37

Page 37: Sayı 7 | Mesai Dergisi

dar gelecek ümmetine özetliyordu ki, aslında bu nuranî beyanların her biri başlı başına insan hakları adına önemli birer belge mahiyetindeydi.

Söz Sultanı o gün Allah hakların-dan aile hukukuna kadar her konu-ya temas etmiş ve adeta risaletinin özünü, usâresini ortaya koymuştu. En büyük hak Allah hakkıydı; O da bu-nunla başlıyor, sonra da derecesine göre hemen her hakka temas ediyor; hiç olmazsa bir îma, bir işaretle her hususu seslendirmeye çalışıyordu. İlk sözü: “Allah'tan korkun, O'na karşı gelmekten sakının!” oluyordu.. ve ar-kasından da O'na itaat etmelerini tav-siye ediyordu. Aslında, Allah'a iman, O'na itaat ve saygıda bulunmak bü-tün insanî haklara da saygılı olmanın bir teminatı ve müeyyidesiydi. Aksine, bu esaslar kabul edilmediği takdirde diğer haklara karşı saygılı olmak da oldukça zor, hatta imkânsızdı.

Sonra dönüp bütün samimiyet ve içtenliğiyle, eşlerin birbirlerine karşı vazife ve sorumluluklarını hatırlatı-yor; kadınların birer emanet oldukları üzerinde ısrarla duruyor; toplumun bir rükn-ü rekîni olan aile ahengiyle alâkalı esasları Allah korkusuna bağ-layarak bir kere daha ihtar ediyor ve yerleşik bütün cahiliye teâmüllerini ayakları altına alıyordu.

Malın, canın, aklın, dinin ve nes-lin korunması etrafında son sözlerini söylüyor; bu hususlarda tahşidat üs-tüne tahşidatta bulunuyordu. Vâkıa, söylenenlerin bir kısmı daha önce de söylenmiş olmaları itibarıyla bilinen şeylerdi; ama sunma tarzı, sunulan

yer ve sunmadaki veda üslûbu ko-nulara ayrı bir renk, ayrı bir desen, ayrı bir şive kazandırıyor ve gönül-lerde o güne kadar duyulduğundan çok farklı bir mehafet ve ürperti hâsıl ediyordu. “İnsanlar! Rabbiniz birdir, hepiniz Adem'densiniz, Adem de topraktandır.” sözleriyle sesini yük-selttiğinde, çağımızın da problemi olan bir vebaya dikkatlerimizi çeki-yor ve kadrini bilen basiret insanla-rına da bu problemi çözmek için bir altın anahtar sunuyordu.

Çağdaş dünyanın büyük bir bölü-mü, insan haklarıyla alâkalı bir kısım konularda hâlâ emekleyedursun, İs-lam, asırlarca evvel, suç ve ceza mev-zuunda kanunîlik ilkesini vaz'ediyor; kesinleşmiş bir suç olmadığı takdirde kimsenin suçlu sayılamayacağını, maznunun da diğer insanlar gibi bir kısım haklarının bulunduğunu ve bun-ların kat'iyen onun elinden alınama-yacağını; ihtimallere binaen insanla-rın cezalandırılamayacağını; kimseye işkence edilemeyeceğini; her hakkın muhterem olduğunu; insan haklarıyla alâkalı hiçbir şeyin küçümsenemeye-ceğini; kuvvetin hakkın emrine tâbi ol-ması lazım geldiğini ve hiçbir zaman hakkın kuvvete feda edilemeyeceğini kemal-i ciddiyetle hatırlatıyor, herkesi hakka saygılı olmaya çağırıyor, her zaman hakkın hâmîsi olduğunu bir kere daha gösteriyordu.

İşte, Allah Rasûlü'nün hassasiyetle üzerinde durduğu bütün bu hususların yanısıra, İslam, işçilere de bazı haklar tanıyor ve işçi-işveren münasebetlerini âdilâne düzenleyecek bazı kurallar vaz' ediyordu.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201438

Page 38: Sayı 7 | Mesai Dergisi

2. İSLAM'DA İŞÇİ HAKLARI

Bir hukuk terimi olarak işçi; başka-sına ait bir işi veya hizmeti bir ücret karşılığında yapmayı üstlenen ve belli bir bedele mukabil meşrû olan o işi yapmak üzere emeğini kiraya veren kişi anlamına gelmektedir.

a) Kur'an'da İş ve İşçiÜcret karşılığı işçi çalıştırmanın ya

da işçi olarak çalışmanın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve icmâ delillerine dayanır. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i sahiha'da, bazen İslam'dan önceki semavî dinlerin ücretle çalışma ve çalıştırma uygulamalarından misaller verilerek bazen de doğrudan hüküm-ler serdedilerek bu husus üzerinde durulmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'de, Hazreti Musa'nın, kendisine peygamberlik verilmeden önce Mısır'dan ayrılarak Medyen yöresine gittiği, orada da-varlarını suvarmaya çalışan iki kızkar-deş gördüğü, onlara yardım ettiği ve kızlardan birinin “Babacığım! Bunu işçi olarak tut! Zira senin çalıştıraca-ğın en iyi adam, böyle kuvvetli ve gü-venli biri olmalıdır.” (Kasas, 28/27) diyerek babasından Musa aleyhisse-lamı işçi olarak almasını istediği hi-kaye edilir. Bunun üzerine, Hazreti Musa, bu iki kardeşin babaları olan -muhtemelen- Hazreti Şuayb'ın (aley-hisselam) yanında on sene çalışır; as-lında bu kutlu peygamber, o ailenin koyunlarını güderken aynı zamanda bir nebinin rahle-i tedrisinde nübüv-vet mesleğinin sırlarını da öğrenir. Diğer taraftan, Musa aleyhisselamın işe alınmasını isteyen ve daha sonra

da bu nebiye eş olmakla şereflenen firasetli kızcağızın vurguda bulundu-ğu iki vasıf bir işçide aranan şartlar adına çok önemli olsa gerektir: Bunla-rın birincisi, o işi yapabilecek güç ve kuvvet; diğeri de, güvenilir ve emin bir insan olmaktır.

Musa aleyhisselam ile Hızır'ın yol-culuğu anlatılırken de ücret karşılığı iş yapmaya bir işarette bulunulur. Onla-rın yolları bir köye uğrar; bu sırada Hızır (aleyhisselam) orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görür ve onu dü-zeltiverir ama buna karşılık herhangi bir ücret talep etmez. Bunun üzerine, Hazreti Musa, “İsteseydin, elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin.” der. (Kehf, 18/77)

İslam alimleri, bu ve benzeri ayet-leri, bir insanın, diğer bir insan tara-fından ücret karşılığında çalıştırılması-nın meşrû olduğunu gösteren misaller olarak zikredegelmişlerdir.

Ayrıca, “Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların haklarını ve ücret-lerini eksiltmeyin, halka haksızlık et-meyin!” (A'râf, 7/85); “Sonra boşa-dığınız eşlerle ilginiz kesilince sizin hesabınıza çocuklarınızı emzirirlerse, ücretlerini verin! Aranızda ücret işini meşrû çerçevede, örfe uygun olarak güzellikle görüşüp sonuçlandırın. Eğer annesinin çocuğu emzirmemesi sebebiyle sıkıntıya düşerseniz, bu tak-dirde baba, ücret vererek bir başka emziren kadın bulacaktır.” (Talâk, 65/6) gibi ilahî beyanlarla ücret hu-susunda da bazı hükümler konmuştur. Bu arada, mealini verdiğim bu ayet-i kerimede, konumuz olmadığı için

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 39

Page 39: Sayı 7 | Mesai Dergisi

üzerinde durmayacağım ama zikret-meden de geçemeyeceğim önemli bir hususa da işaret etmek istiyorum: Çocuğun beslenmesi, bakımı ve gö-rümü öncelikle babanın vazifesi oldu-ğu için boşanma durumunda anneye emzirme ücreti vermesi gerektiğinin belirtilmesi insan hakları (özellikle de kadın hakları) ile ilgili bilhassa üze-rinde düşünülmesi icap eden İslamî bir inceliktir.

Başka bir ayet-i kerimede ise, Cenâb-ı Hak, bütün kullarını hem bu dünya hem de ahiret için çalışmaya davet etmekte ve “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez” (Necm, 53/39) diye-rek, insanın ancak çalıştığının karşılı-ğını alacağını anlatmaktadır.

b) Rasûl-ü Ekrem'in Beyanlarında Çalışma ve İşçi

Öte yandan, İslam'da Yüce Yaratıcı'ya karşı vazifelerini de ye-rine getiren bir insanın çalışması ibadet kabul edilmiştir. Dolayısıyla, işçinin emeği kutsaldır, değerlidir. Nitekim, Peygamber Efendimiz, “Hiç kimse kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde edemez” bu-yurmuş ve bu konuda Allah'ın elçisi olmasına rağmen kendi alın teriyle geçimini sağlayan Hazreti Davud'u hüsn-ü misal göstermiştir. (İbn Mâce, Ticârât, 1) Dahası, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, çocuklarının rızkını sağ-lamak veya anne ve babasının ihti-yaçlarını karşılamak ya da kendi ek-meğini kazanmak için evinden çıkan bir insanın evine döneceği ana kadar Allah yolunda olduğunu söylemiştir.

Ayrıca, kimseye muhtaç olmamak ve anne-babasını, çoluk-çocuğunu da başkalarına el açtırmamak için işe giden bir insanın her adımda ibadet sevabı alacağını müjdelemiştir.

Bir gün, Allah Rasûlü, sahabe efendilerimizden Hazreti Muaz ile musafaha edince buyurur ki: “Muaz, ellerin nasırlaşmış!” O cevap verir: “Evet, ya Rasûlallah, kazma elimde toprakla meşgul oluyor ve bu sayede çoluk çocuğumun nafakasını kaza-nıyorum.” Fahr-i kâinat efendimiz, -edep ve haysiyetiyle çalışan bütün işçilerin alnını öpercesine- Hazreti Muaz'ı öpüp buyurur ki: “Bu eli Ce-hennem yakmaz.”

Bir başka gün de, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine'de ashabı ile birlikte oturur-ken genç yaşta dilenen bir fakir çıka-gelir. Fakir, kendisinin ve âilesinin aç olduğunu söyler ve yardım ister. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından genç adamın evine gön-derilen Hazreti Ali, adamın evinde çocuklar üzerine örtülmüş bir kilim ve bir tencereden başka bir şey olmadı-ğını görür. Bunun üzerine, Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hazreti Ali'ye o kilim ve tencereyi pazarda satarak parasıyla ip almasını emre-der. Hazreti Ali söyleneni yapar. Pey-gamber Efendimiz ipi fakir adama uzatarak, “Bunu al, dağlara git, odun toplayıp satarak para kazanmaya çalış. Kırk gün evine hiç uğrama. Bu süre zarfında evin bütün ihtiyaçları-nı biz göreceğiz!” buyurur. Adam kırk gün sonra kazandığı paralarla

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201440

Page 40: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Rasûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sel-lem) huzuruna gelir. Allah Rasûlü, ona Medine'de bir ticârethâne açtırır ve adam böylece geçimini sağlamaya başlar. Bu hadise üzerine Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “... Sizden birinizin ur-ganını omuzuna alarak dağdan odun toplaması, sonra da onu sırtlanarak pazara götürüp satmak suretiyle ge-çinmesi, herhangi bir kimseye gidip de ondan bir şey istemesinden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Buyû, 15)

Ayrıca, Allah Râsulü, işçilerin hak-larının korunması, ücretlerinin eksiksiz ve zamanında verilmesi, onlara güzel davranılması hususlarında da pek çok tavsiyede bulunmuştur. Bu nebevî tavsiyeleri, yeri geldikçe zikredeceği-mi belirterek, burada iki hadis-i şerifi hatırlatmakla yetineceğim: Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, bir keresinde, “Al-lah Teâlâ, çalıştırdığı işçiden azami verim aldığı halde, onun ücretini tam ödemeyenin öteki hayatta hasmı ola-caktır!” buyurmuş (Buhârî, İcâre, 10); bir kudsî hadiste de şu ilahi tehdidi seslendirmiştir: “Üç kimse, kıyamet gününde Beni karşısında bulacak-tır: Benim adımı kullanarak haksızlık eden; hür bir insanı satıp parasını yiyen; bir işçiyi çalıştırıp da ona üc-retini vermeyen!” (Buhârî, İcâre, 12, 15).

c) İşçilerle Alakalı Genel Hükümlerİslam alimleri, genel olarak, işçile-

ri özel (hâs) ve ortak (müşterek) olmak üzere iki kısımda ele almışlardır:

1) Özel işçi (ecîr-i hâs); bir anlaş-ma ile belirlenen süre içerisinde ve

tayin edilen bir ücret karşılığında sa-dece bir işveren için çalışan kişidir. Bu işçi, o süre zarfında sadece kendi işverenine bağlıdır; başka bir işte ça-lışamaz. Bununla beraber, iş verildiği taktirde hemen o işe koyulmak üzere işyerinde hazır bulunduğu sürece -o süre içerisinde hiç iş olmasa da- ücre-tini alır. Bir aylığına tutulan hizmetçi, mevsimlik ziraat işçisi ya da gündelik-li inşaat ustası gibi kimseler ve devlet memurları bu kategoriye dahildir.

2) Ortak işçi (ecîr-i müşterek) ise; doktor, muhasebeci, terzi ve maran-goz gibi, sadece bir kişiye ya da bir kuruma değil de herkese iş yapan serbest meslek sahibi kimsedir. Bu gruba dahil olanlar, sadece bir iş-verene bağlı çalışmazlar; bir anda pek çok kişiden iş kabul edebilir ama üzerlerine aldıkları o işi yapmadıkça ücrete hak kazanamazlar; diğer bir ifadeyle, onlar yaptıkları iş başına üc-ret alırlar.

İslam'a göre; bir işçiye, onun gü-cünü aşan bir iş yüklememek gerekir. “Allah hiçbir kimseyi güç yetireme-yeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.” (Bakara, 2/286) ayet-i kerimesi, mü'minlere bu ilahî ahlakı öğretmek-te ve -diğer manalarının yanında- in-sanlara ancak altından kalkabilecek-leri işleri tahmil etmek gerektiğini de vurgulamaktadır. Peygamber Efendi-miz, bu hususu da içeren bir hadis-i şerifte, Müslümanların işçilere nasıl bakması lazım geldiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “İşçi kardeşleriniz sizin işlerinizi yapan kimselerdir. Allah on-ları ellerinizin altına verdi; dileseydi

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 41

Page 41: Sayı 7 | Mesai Dergisi

sizi onların eli altına sokabilirdi. Öy-leyse, yanınızda işçi çalıştırıyorsanız, yediğinizden onlara da yedirin, giy-diğinden giydirin. Onlara güçlerini aşan bir iş teklif etmeyin; eğer zor bir işi yapmalarını isterseniz, siz de onlara yardım edin!” (Müslim, İmân, 38, 40).

İnsanları ancak yapabilecekleri işlerden sorumlu tutan ve herkesin du-rumunu, konumunu gözeten İslam, bu prensibini çocuklar hakkında da öne çıkarmış ve onların çalıştırılamayaca-ğı hükmünü koymuştur. Onların önce eğitimlerini tamamlamaları gerektiği-ni belirtmiş ve bu gayeye matuf bir iş olacaksa ona “evet” demiştir. Bu itibarla da, Müslümanlığa göre, ço-cuklar ancak velilerin ve idarecilerin izniyle bir sanatı öğrenmek için ça-lıştırılabilirler. Bu hususta İslam'ın bir inceliğini daha görmek mümkündür; ona göre, anne-baba ücret mukabi-linde kendi evlâdını kendi işyerinde çalıştırabilir; fakat, çocukların kendi anne-babalarını ücretle çalıştırmaları-na izin yoktur; çünkü, İslam reşit ve imkan sahibi çocuklara anne-babala-rına bakma mükellefiyeti yüklemiştir.

Diğer taraftan, işçinin sağlığı ile oynayan hiçbir iş kolu, İslam'da tec-viz edilmemiştir. Zira, bir insanın hayatı, Allah katında bütün insanla-rın hayatı kadar değer ve kıymete sahiptir.(Maide, 5/32)Durum böyle olunca, yüzde yüz emniyet ve yüzde yüz sıhhat kazandırılmadıkça, İslam bir işçiyi yerin derinliklerine salıp ora-larda çalıştırmaya asla razı olamaz. Zaten şuurlu hiçbir Müslüman işve-

ren, böyle bir vebâli göze alamaz. Haddizatında, böyle bir durumda bu mesele hiçbir zaman ferdin şahsî inisiyatifine de bırakılamaz. Bu gibi iş yerlerini denetim ve kontrol altında tutmak devletin vazifesidir.

Ayrıca, işçiler, namaz ve oruç gibi farz ibadetleri yerine getirme hakkına sahiptiler. Fukaha'dan İbn-i Abidîn'e göre, işverenin, işin yoğun olması sebebiyle vakit namazlarında işçiyi camiye göndermeyip işyerinde iba-det etmesini istemeye hakkı vardır; fakat, cemaatle eda edilmesi gereken cum'a ve bayram namazları bundan müstesnadır. Meselenin özü; işveren, vakit kaybı oluyor gibi bahanelerle işçisinin ibadetlerine mani olmamalı ve dinî görevlerini yapabilmesi hu-susunda ona imkan tanımalı; işçi de bu hoşgörüyü istismar etmeden hem kulluğunun hem de işçiliğinin hakkını vermelidir.

Büyük sermaye sahiplerinin ve ka-bile büyüklerinin kibir, açgözlülük ve hırsla işçileri ve köleleri sömürdükleri câhiliye döneminde onların zulme da-yalı düzenlerini altüst ederek yeryü-zünde Allah'ın emirleriyle şekillenen bir sosyal adalet sistemi oluşturan İslam, zenginliği, fakirliği bir imtihan olarak kabul etmiş, işçilerin sömürül-mesini önlemiş ve bir manada sınıfsız bir toplum anlayışı geliştirmiştir. Bu itibarla da, Müslümanlar arasında işverenler, içtimaî hayatta işçilerden daha aziz ve değerli değildir; işçiler de işverenlere nazaran kıymetsiz ve değersiz kabul edilmemektedir. Çün-kü, İslam'da üstünlük takvâ iledir; ilim

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201442

Page 42: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ve amel bakımından ilerde bulunan ve Allah'a karşı saygı hisleriyle dop-dolu olan bir kimse daha üstündür.

İslam fıkıhçıları, fertler çalışacak iş bulamazlarsa, devletin onlara iş bulmak ve geçimlerini sağlayabile-cekleri imkanlar hazırlamak zorunda olduğunu belirtirler. Devlet, bir taraf-tan dilenmeyi, rüşveti, fâizi ve kumarı yasaklayıp bunlara mani olmalı; di-ğer yandan da çalışmayı emrederek herkese uygun iş sahaları açmalıdır. Hastaların, yaşlıların, kimsesizlerin ve yoksulların geçimini garanti altına almak da devletin vazifeleri arasında-dır.3. ÜCRET

Ücret, Arapça bir kelime olup, “Bir iş veya hizmet mukabili verilen hak, o iş ya da hizmet için belirlenen bedel, sa'y ve gayretin karşılığı” demektir. Ücret, çalışmanın hedefi ve tabiî bir netîcesidir.

a) Ücret TeorileriÜcretin neye göre belirleneceği,

nasıl verileceği ve ne zaman ödene-ceği meselesi, bugüne kadar iktisatçı-ları en çok meşgûl eden konulardan biri olagelmiştir ve bu mevzuda çok sayıda ücret teorileri ortaya konmuş-tur.

“Emek talebi, sermaye arzına bağ-lıdır” diyerek yola çıkan Adam Smith; emeği bir meta gibi değerlendirip, ücreti emeğin arzı esasına dayandı-ran Ricardo; “belli bir dönemde millî sermayeden işçi ücretlerine ayrılan fo-nun işçi sayısına bölünmesi ücret sevi-yesini belirler” kaidesi üzerine “ücret

fonu teorisi”ni kuran John Stuart Mill; “kâr, işçinin ücretinden çalınmış bir haktır ve ücret tamamen emeğe daya-lıdır; dolayısıyla elde edilen mâmûlün hepsinde, eş bir ücret standardı olma-lıdır” diyen Marks, Batı'da kalabalık taraftar bulan ilk ücret teorilerinin fikir babaları olmuşlardır.

Batı dünyasında en çok kabûl gören ücret teorilerinden biri “mar-jinal verimlilik teorisi”dir. Bu teoriye göre; ücret seviyesi, üretime katılan sonuncu işçinin marjinal verimliliğine göre belirlenir. Yani marjinal (genel işleyişe ayak uyduramayan, sonuncu) işçinin sağladığı hâsıla artışı ücret se-viyesini belirler. Buna göre, emeğin verimliliği arttıkça üretim, üretim art-tıkça da ücret artacaktır. Ne var ki, işçiye verilen ücretin, bu teoride ileri sürüldüğü şekilde işçi lehine doğru sarktığı pratikte hiç görülmemiştir ve işçi, ekseriyet îtibâriyle hep asgarî ücret üzerinden muâmele görmüştür. Hatta bazen, asgarî ücret çok aşağı-ya çekilmiş ve verilen ücretler yüksek gibi gösterilmiştir; fakat, neticede işçi-nin aldığı ücret onun için hep boğaz tokluğu ölçüsünde kalmıştır.

Batıda geliştirilen bir diğer iyimser ücret teorisi de “pazarlık gücü teorisi”dir. Bu teori, işçinin teşkîlâtlanmasını ve işverene karşı bir güç olarak çıkıp onunla pazarlık yap-masını savunur ve ücret seviyesinin belirlenmesinde bu gücü esas kabûl eder.

Bu iyimser ücret teorileri suistima-le uğramadıkları ölçüde zahiren işçi adına faydalı gibi olmuştur. Ancak,

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 43

Page 43: Sayı 7 | Mesai Dergisi

bunlardan marjinal verimlilik teorisin-de ücretin seviyesi emeğin verimliliği-ne bağlandığından ve bunun tesbîti de tamamen işverene bırakıldığından kötüye kullanma yolu açıktır. Buna karşılık, pazarlık gücü teorisinin tatbîk görmesi de, istismar edilmesi hâlinde belli ölçüde işverenin mağduriyetine yol açabilir.

Günümüzde durum biraz daha farklıdır. Bilhassa ileri ülkelerde, iş-çiye eskisine göre daha insanca bir muâmele yapılmaktadır. Tabiî ki, en kötü yollarda ve bâtıl mezheplerde bile bir hakikat tanesi bulunabileceği gibi, zikrettiğim ya da hiç değinme-diğim teorilerde de akla, mantığa ve insanî fazilete uygun hususlar buluna-bilir. Fakat, rahatlıkla söyleyebilirim ki, İslam'ın teklif ettiği ücret sistemi-ne ve ücret seviyesine henüz hiçbir beşerî sistem ulaşabilmiş değildir.

b) İslam'da Ücretİşçi, bugüne kadar ne kapitalist ve

liberal sistemlerde, ne de komünist ve kolektivist düzenlerde aradığını bula-bilmiştir. Her ne kadar Batı'da işçinin hayat standardı eskiye nispetle biraz yükseltilmiş olsa da, yine de o, çarşı ve pazardaki arz-talep unsurlarının belirlediği seviyede bir ücret alama-maktadır. Bu sistemlerin çoğunda arz-talep bütünüyle devlet tekelinde ya da büyük sermaye sahiplerinin güdü-münde olduğundan, işçinin, kendi üc-ret standardını belirleme hususunda hiçbir tercih şansı yoktur. Bütünüyle mukâyese esaslarının ortadan kaldı-rıldığı bu dünyada işçi, eline verileni öpüp başına koymak zorundadır. Bu

sistemlerin tek ortak yanı, hepsinde de işçinin istismar edilmesidir. Birisin-de bu istismar makyajlı iken, diğerin-de bütün çirkinliği ile ortadadır.

Evet, tekrar etmeliyim ki; İslam'ın teklif ettiği ücret sistemine henüz hiç-bir beşerî teori ulaşabilmiş değildir. Ne var ki, bu sistemi iyi anlayabilmek ve onun üstünlüğünü görebilmek için İslam'ın bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi ve ona küllî (bütün-cül) bir nazarla bakılması gerekmek-tedir. Çünkü, ücret konusu, işçi ile işveren arasındaki münâsebetlerden sâdece biridir. Bu itibarla, onu müs-takil olarak ele almak, istenilen so-nucu vermez; dolayısıyla, ücretle birlikte diğer karşılıklı hak ve sorum-luluklar da nazara alınmalı ve ücret, bu münâsebetler zincirini meydana getiren halkalardan sadece biri ola-rak değerlendirilmelidir. Hatta bu me-sele, İslam'n içtimâî ve iktisadî diğer prensip ve müeyyideleri arasındaki yer ve durumuna göre de ele alınıp incelenmelidir.

İslam'a göre işçi ücretlerini miktar olarak belirleyen doğrudan bir ayet veya hadis yoktur; zaten, zamanın ve şartların sürekli değişmesi de bu-nun böyle olmasını gerektirir. Ancak ayet ve hadislerde adaletli bir ücretin belirlenmesi için bazı ölçüler verilmiş-tir. Çünkü işin çeşidi, çalışma süresi, beldenin ekonomik şartları ve işçinin becerisi ücretin miktarı üzerinde etkili olan unsurlardır. İslam bütün bu un-surların gözetilmesini gerektiren kai-deler vaz etmiştir. “Artık ölçüyü, tartı-yı tam yapın, insanların haklarını ve

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201444

Page 44: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ücretlerini eksiltmeyin, halka haksızlık etmeyin!” (A'râf, 7/85) mealindeki ayet-i kerimeden tutun da, insanın bu dünyada yaptığı zerre kadar bir iyiliğin mükafatını ahirette göreceği gibi yine zerre kadar bir kötülükten dolayı da mutlaka cezalandırılaca-ğı hususundaki îkazlara kadar İslam ahlâkının çerçevesini belirleyen bütün dinî emirler işçi haklarına da aynıyla yansımıştır. İşte, müslümanların ücret anlayışı bu zaviyeden değerlendiril-melidir.

İslam'da çeşitli iş ve meslekler için genel ücret miktarları belirlenmemek-le beraber, bunun, iş akdi yapılırken tespit edilmesi istenmiştir. Aksi halde iş anlaşmasının geçersiz olacağı ve işçinin çalıştığı günler için emsal ücre-te hak kazanacağı belirtilmiştir. Diğer bir ifadeyle, ücret, işçi ile işveren ara-sındaki pazarlığa bağlıdır; ancak ön-ceden bir pazarlık yapılmadıysa ecr-i misil (emsal ücret) verilir; yani, ücret, bilirkişiler tarafından o gün aynı işi yapan kimselerin aldığı ortalama üc-rete ve örfe göre belirlenir. Aslında, böyle bir uygulama işçinin lehinedir ama işverenin herhangi bir haksızlı-ğa uğramasına da müsaade edilme-mektedir.

Ücret miktarı tesbit edilirken, işçi-nin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin barınma, yeme-iç-me, giyim-kuşam ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ol-masına dikkat edilmelidir. Bu husus-lara vurguda bulunan Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “Şayet, bir kimse bizim işçimiz olarak vazifelendirilirse, ba-

rınacak yeri yoksa kendisine bir ev edinsin; bekarsa evlensin; hizmetçiye ihtiyacı varsa o iş için birini tutsun ve eğer biniti yoksa bir binit edinsin. Kim, bunlarla yetinmez de daha faz-lasını isterse, o, ya emanete hıyânet edecek veya hırsızlığa düşebilecek birisidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müs-ned, IV, 299) buyurmuştur.

Bu hadis, ücretlerin, işçilere sağla-ması gereken hayat seviyesine işaret etmektedir. Buna göre, bir işçi ücre-tinden yapacağı tasarruflarla makul süre içinde ev edinebilmeli; bekârsa evlenebilmeli ve arabası yoksa, bir araç satın alabilmelidir. Günümüzün bir kısım fıkıhçılarının yaklaşımına göre, ücretin tesbitinde, işçinin, bu aracı rahat kullanabileceği mali im-kanlara sahip olması da hedeflenme-lidir ki, aslında, işçinin ürettiği eko-nomik değerlerin bedelleri içinde, bu sayılanları karşılayacak ölçüde emek bedeli vardır.

Ayrıca, alış-verişlerde eşya fiyatla-rını uzun süre sabit tutmak mümkün olmadığı gibi, emeğin değerini de dondurmak mümkün olmaz. Dolayı-sıyla, arz etmeye çalıştığım ölçüler içinde ve temel ihtiyaçlara göre, çe-şitli meslekler için belirlenecek ücret, eşya fiyatlarında meydana gelebile-cek artışlar oranında zaman zaman yeniden tesbit edilmelidir. Temel ölçü-ler içinde adaletli ücret belirlendikten sonra, paranın değerinin düşmesi ve eşya fiyatlarının yükselmesi nispetin-de ücretler de artırılmalıdır.

c) Ücretlerde FarklılıkÜcret mevzuunda üzerinde durul-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 45

Page 45: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ması gereken bir diğer husus da ücre-tin çeşitliliği meselesidir. Cenâb-ı Hak, insanları ayrı ayrı istidât ve kâbiliyette yaratmıştır. Kâbiliyetlerdeki bu ayrılı-ğın, görülen işe aksetmesi ne derece normal ise, yapılan işlerdeki ayrılığın da ücrete aynı şekilde aksetmesi o derece tabiîdir. Bütün iş ve meslekler eşit emek, eşit yetenek gerektirmedi-ği gibi iş riskleri de farklı farklıdır; dolayısıyla bu unsurlar göz önünde bulundurulduğunda işçilerin eşit üc-ret almasının gerekmediği anlaşı-lır. Meselâ; bir inşaat işçisi özel bir eğitim ve yeteneğe gerek olmaksızın çalışabilir. Fakat aynı inşaatın mü-hendisi, fayans, mermer veya parke döşeyicisi ise ancak özel eğitim ve beceri ile işini yapabilir.

Dünya, insan için duygu ve kâbiliyetlerini inkişaf ettirme yeri-dir. Onun için de İslam'da, duygu ve kâbiliyetlerin inkişaf ettirilmesine göre mükâfat verme prensibi vardır. Kur'an-ı Kerim'in, “İnsana sa'yinin semeresinden başka bir şey yoktur” (Necm, 53/39) mealindeki aye-ti fevkalâde istidât ve kâbiliyetin, fevkalâde muâmeleyi gerektirdiğine de işaret etmektedir ki, bu, İslam'ın ücret ve mükâfat mevzûunda değiş-meyen bir prensibidir.

Evet, bu ilahî sistem, beyin gücüy-le çalışana da, beden ameliyesinde bulunana da emekleri nispetinde kar-şılık verme ölçüsünü getirmiştir. Do-layısıyla omuzları üzerinde Hazreti Ömer'in kafasını taşıyana verilecek olan mükâfat ile, hiçbir fikir cehdin-de bulunmadan sadece bedenî bir iş

yapana verilecek mükâfat her halde aynı olmayacaktır ve olmamalıdır da. Gece-gündüz durmadan işini düşü-nen ve adeta yirmidört saat mesai ya-pan bir insanla, birkaç saatlik çalış-madan sonra sırt üstü yan gelip yatan insanı birlikte değerlendirmek elbette âdilâne değildir. Onun için, eşit ücret teorisi dünyanın büyük bölümünde, uzun zaman tamamen beşerin tabiatı-na, fıtratına ters bir istikâmette işlemiş ve asla her zaman kabûl edilebilir bir tatbîkat olma özelliği gösterememiş-tir.

Öyle ise istîdâd ve kâbiliyetler, kâmet-i kıymetlerine göre ücret alma-lıdırlar. Ancak, en aşağı seviyedeki insana verilen ücret de, mutlaka onun insanca yaşamasına yetecek ölçüde olmalı; fazlalıklar ise, insanların o mevzûdaki mahâret ve tecrübelerine göre tespit edilmelidir.

4. İŞÇİ-İŞVEREN MÜNASEBETLERİBaşkasına ait bir işi veya hizmeti

bir ücret karşılığında yapmayı üstle-nen kimseye “işçi” adı verildiği gibi, bir işin sahipliğini ve sermaye gücü-nü elinde tutan, bir ücret karşılığın-da başkalarını çalıştıran ve onların çalışma düzenini belirleyen kimseye de “işveren” denmektedir. İşveren bir şahıs olabileceği gibi, vakıf, şirket ya da devlet gibi tüzel kişiler de olabilir.

İşveren ve işçi ayırımının birer sınıf olarak ortaya çıkışı, iktisadî faaliyet-lerin büyük çapta yapılmaya başlan-dığı dönemlere has bir durumdur ve özellikle de Batı'ya ait bir hadisedir. Çalışma hayatında emeğin kiraya ve-rilmesi ve kiralanması açısından işçi

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201446

Page 46: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ve işveren tabirleri İslam toplumunda da vardır; ama bu ayrım işçi sınıfı, proletarya, patron ve burjuvazi kav-ramlarının çağrıştırdığı uygulamalar-dan tamamen farklıdır.

Müslümanların içtimaî hayatında sınıflar arası bir ayrışma, çatışma ve mücadele asla söz konusu değildir. Çünkü İslam toplumu, din kardeşliği esasına, herkesin güttüğünden sorum-lu bir çoban olduğu kaidesine ve zer-re kadar iyilik ya da kötülüğün mut-laka ötede karşılık bulacağı inancına bağlı bir ahlak üzerine inşa edilmiş-tir. Bu sebeple müslümanlar için işçi tabiri, ferdî bir kavramdır; zira, bu âdil düzende insanlar daimî surette işçi veya işveren olarak kalmayabi-lirler; dün emekçi iken bugün mülk sahibi olabilirler. Bugün emeğiyle geçinen bir işçi yarın emek-sermaye iştiraki (müdârabe) ya da ziraat or-taklığı (müzâraa) gibi bir beraberlik vesilesiyle işveren sıfatını kazanabilir.

a) Emek-Sermaye MücadelesiAmel ve ücret, sa'y ve sermaye ko-

nusu, sosyal ihtilaller tarihine girmiş çok önemli bir meseledir. Nitekim; Bediüzzaman Hazretleri, “Şu âlemin ihtilâli nedir?” sorusuna “Sa'yin ser-maye ile mücadelesidir.” diye cevap vermiştir. Zenginlerin, az bir ücret mukâbilinde fakirleri kendilerine hiz-metçi yapmalarının, yani, sermaye sahiplerinin ehl-i sa'yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmelerinin büyük ihtilallere sebebi-yet verdiğine dikkat çekmiştir. Evet, Sosyalistlik ve Bolşeviklik sûretinde, önce Rusya'yı perişan eden, sonra

da bütün dünyaya yayılan emek-ser-maye kavgası zengin-fakir arasına öyle bir kin ve nefret sokmuştur ki, sabahtan akşama kadar on kuruşluk bir ücret için çalışıp didinen fakir in-sanların kalbine, bankalar vasıtasıyla bir günde bir milyon kazanan serma-ye sahiplerine karşı kin duygusu yer-leşmiş, her yerde halk ayaklanmaları baş göstermiş ve bu şekilde başlayıp devam eden sınıf kavgaları senelerce sürmüştür.

Aslında, kavgaya esas teşkîl eden konu gâyet basittir: “Sermaye mi asıl-dır, yoksa emek mi?” İşte dünden bu-güne bütün söylenilenler bu basit so-runun etrafında örgülenmiştir. Ne var ki, işin başında bir fâsit dâireye giril-miş ve oradan bir türlü çıkılamamıştır.

İktisadî sistemlerin bazıları, serma-yeyi esas kabûl ederek onu her şey saymış ve “Sermaye olmadan hiçbir şey yapılamaz” görüşünü savunarak insanın terine ve emeğine hiçbir kıy-met vermemişlerdir. Onlara göre; işçi ister yeraltı madenlerinde çalışsın, ister dehlizlerde nefes tüketsin, ister tarlalarda orak sallasın ve isterse sır-tında taş taşısın emeğin değeri sınırlı-dır. İşçiye verilen ücret de, sermayeyi kullanmaya vesile olmasına binaen-dir ve sadaka kabilinden bir şeydir. Görüldüğü gibi, bu anlayışta serma-ye adeta putlaştırılıp mâbud hâline getirilmek istenmektedir ki; eski dün-yanın huzurunu bu telakki bozduğu gibi günümüzdeki pek çok millet ve devleti de yine bu anlayış yutmuştur/yutmaktadır.

Buna reaksiyon olarak ortaya çı-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 47

Page 47: Sayı 7 | Mesai Dergisi

kan diğer bir kısım sistem ve anlayış-lara gelince; onlar da emeği totem-leştirip, “her şey emekten ibarettir” diyerek yeni bir put teklif etmişlerdir. Bunlara göre sermaye sadece bir sömürü vasıtasıdır. Sermayedâr ise, emekçinin kanını emen bir parazitten ibârettir.

Her iki zihniyet ve düşünce ara-sındaki bu sert kutuplaşma, belli dö-nemlerde çok büyük boyutlara ulaşan kargaşaya ve anarşiye yol açmıştır. Öyle ki, bu tâlihsiz dönem, kitlelerin sokaklara döküldüğü, çalkantıların çalkantıları takip ettiği ve dünya ça-pında sınıf çatışmalarının yaşandığı bir karanlık zaman dilimi olmuştur. Tabiî bu arada toplu sözleşmeler, grevler ve lokavtlarla sürekli çözümler aranmıştır ama acaba bütün bunlar açılan onca yarayı tedaviye yetmiş midir, yoksa büsbütün onu azdırıp kangren hâline mi getirmiştir, bunu zaman gösterecektir!..

b) İslamî Perspektiften Emek ve Sermaye

Mevzuya İslamî perspektiften ba-kıldığında, emek ile sermayenin ruh ve cesed gibi bir bütün olduğu gö-rülür. Ruh, yani emek asıldır; cesed, yani sermaye ise, ona bağlıdır. Ser-mayedeki düzen, sistem, âhenk, can-lılık ve cevvâliyet, emekle yakından alâkalıdır.

“Bugünkü sermaye, dünkü emeğin karşılığıdır” diyen Marks, emek-ser-maye münâsebetinin bir yönünü ifâde etmiştir. “Bir yönünü” diyorum, zira behemehal her sermayenin bir emeğe dayalı olduğu doğru değildir. Çünkü,

kendi mahiyetimiz ve içinde yaşadı-ğımız dünya inceden inceye tetkik edildiğinde, sayısız ilk mevhibelere hiçbir emek sarfetmeden, meccanen mazhar olduğumuz ve hayat boyu da her an lütuflar sağanağı içinde bulun-duğumuz daha iyi görülecektir.

Meseleye değişik bir zaviyeden bakacak olursak, Marks'n bu yakla-şımında bir doğruluk payı da yok de-ğildir. Çünkü, Allah (celle celâlühü), “İnsan, emek ve gayretinin neticesin-den başka şey elde edemez. Gayreti-nin semeresi ise ileride mutlaka orta-ya çıkar; emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenir.” (Necm, 53/39-41) buyurmaktadır. Öyle ki, Kur'an-ı Mûcizü'l-Beyân'ın bu ifâdesine im'ân-ı nazar edince, sermayenin al-tında emeğin bulunduğu hakikati de görülecektir. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, yine esas olan emektir; sermaye ise, ona tâbidir. Fakat, bu yaklaşımda sermayeyi bütün bütün değersiz sayma mevzubahis olmadığı gibi, emeği putlaştırıp mihrap hâline getirme de söz konusu değildir.

Başkaları meseleyi ne şekilde ele alırsa alsın, İslam sa'y (emek) ile sermayeyi yan yana getirip, her hak sahibine hakkını hem de vakit fevt etmeden vermiştir. Zira, Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Bir işçi tutan kimse, daha işin ba-şında ona vereceği ücretin miktarını bildirsin!” (Nesaî, Eymân ve'n-Nüzûr, 44) ve “Çalıştırdığınız kimsenin ücre-tini henüz teri kurumadan veriniz!” (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, IV/97) buyurarak, bir yandan çalışmayı al-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201448

Page 48: Sayı 7 | Mesai Dergisi

kışlamış; diğer taraftan da sermaye sâhibini gözeterek, işverenin herhan-gi bir hakkının zimmete geçirilmesini ve iş hukukunun çiğnenmesini haram saymıştır.

Diğer taraftan, Rasûl-ü Ekrem Efen-dimiz ara sıra ümmetinin dikkatini çekmek üzere anlattığı kıssaların bi-rinde, mü'min işverenleri işçinin eme-ğini nemalandırarak onu da sermaye sahibi yapmaya teşvik etmiştir. “Ma-ğara hadisi” olarak da bilinen bu hadis-i şerifte şu hadise anlatılmakta-dır:

Gecelemek için bir mağaraya sı-ğınan üç kişi, dağdan kopan büyük bir kaya parçası yuvarlanıp çıkışı kapayınca bir türlü oradan çıkamaz-lar. Bunun üzerine, sırayla Hak katın-da makbul olduğuna inandıkları bir ameli vesile kılarak Cenâb-ı Hak'tan kayanın yuvarlanıp gitmesini dilerler. Onlardan birincisi, anne-babasına karşı ihsanla davranışını vesile edine-rek onunla niyazda bulunur; ikincisi, tam harama girip, iffetini kirleteceği bir anda, sırf Allah korkusu sebebiyle böyle bir günaha girmekten vazge-çişini duasına mevzû yapar. Her iki duada da taş biraz kımıldar, ancak yine de çıkabilecekleri kadar bir boş-luk meydana gelmez.

Üçüncü şahıs ise şöyle dua eder:“Rabbim, yanımda bir işçi çalıştır-

dım. Diğer işçilerin ücretini verdiğim gibi, onun ücretini de ödemek iste-dim. Halbuki o, teklif ettiğim ücreti azımsadı ve ‘Ben bunu almam' deyip gitti. Onunla bir koyuna anlaşmıştık. O gidince ben de koyunun ayrı üre-

mesine zemin hazırladım. Seneler geçti ve bu bir tek koyun büyük bir sürü hâline geldi. Derken, bir gün bu adam kapımı çaldı ve benden hakkı-nı istedi. Ben de o sürüyü göstererek, ‘İşte bunlar senin hakkındır' dedim. ‘Ben fakir bir insanım, benimle alay etme' deyince; ‘Vallâhi, alay etmiyo-rum, alıp da götürmediğin o koyun işte bu hale geldi. Şimdi al götür' de-dim. Sevine sevine bütün sürüyü alıp götürdü. Rabbim, bunu ben Senin için yaptım. Eğer bu amelimden razıysan mağaranın ağzını aç.”

Bu duadan sonra, taş sonuna ka-dar kayar, mağaranın ağzı açılır ve hep beraber dışarıya çıkarlar. (Buha-ri, Buyû' 98, İcâre 12; Ebû Dâvud, Buyû' 29.)

İşte, Peygamber Efendimiz, bu hadiseyi anlatarak toplum hayatında huzur ve güvenin teminatı olabilecek üç önemli meseleyi nazara vermiş; yaşlılara hürmet edip anne-babanın hukukunu korumanın, hem iffetli ya-şayıp hem de insanların iffetlerine dokunmama ahlakının ve bir de işçi haklarını gözetmenin, hatta işçiyi bir ortak gibi kabul edip onun da serma-ye sahibi olması için gayret gösterme-nin önemine vurguda bulunmuştur.

Sözün özü; İslam, sermayenin de, emeğin de varlığını tanımış ve bu konuda şu temel ilkeyi ortaya koy-muştur: Emekçi, işini bağlılıkla ve tüm kabiliyetlerini harcayarak yapa-caktır; işveren ise, işçiye hizmetinin karşılığını zamanında ve tam olarak ödeyecektir. İslam'a göre; işveren iş-çiye zulüm yapsa dahi, işçi ona zu-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 49

Page 49: Sayı 7 | Mesai Dergisi

lümle mukabelede bulunmamalıdır; aynı mesele aksi durum için de söz konusudur. Zira başkasının zulmü, insanı zulüm işlemekte mâzur hâle getirmez: “Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işle-rinizde adaleti gerçekleştirin ve ada-let nümunesi şahitler olun! Bir toplulu-ğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvaya en uygun ha-reket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Mâide, 5/8) âyeti karşısında, ister işçi olsun ister işveren, her mü'min tir tir titremelidir. Evet, İslam, müntesiplerine kazan-dırdığı bu bakış açısıyla meseleye manevî bir yön vererek, sermaye ile emek arasında kopmaz bir bağ kur-maktadır.

c) İslam Toplumunda Pratik Olarak İşçi ve İşveren Münasebetleri

İslam'ın çizdiği motif içinde işçi ve işveren, aynı cesedin uzuvları gibi-dir. Aralarında nefret, adavet, kin ve şekâvet yoktur. Çünkü, işçi de, işve-ren de meslek ahlâkına riâyet eder ve birbirinin hukukunu gözetirler.

Evet, işçi hakkını teri kurumadan alır; alır ama, aynı zamanda başın-da bulunduğu tezgahı çalıştırıp, işini itkan üzere (hakkını vererek) tamam-lar ve işverenin hakkını da gözetir. Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanları içinde en iyi kazanç, hassasiyetle işin üzerinde durularak ve işverene saygı gösterile-rek elde edilen kazançtır. Müslüman işçi, yaptığı işi Allah'a, Rasûlü'ne ve

bütün mü'minlere arz edecek şekilde yapar. Böyle birinin işverenin hakkı-na tecavüzü imkansızdır. Bu anlayış-ta olan biri, ne vakit zâyi eder ne de harcaması gereken emeği esirger. Çünkü o, yapacağı her şeyin teker teker hesabının sorulacağı bir güne inanmaktadır.

Müslüman işverene gelince; emri altında çalıştırdıkları onun kardeşleri-dir. Yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir ve onlara gücünün üstünde yük yüklemez. O, işçi kardeşlerinin haklarını Allah'ın hakları olarak gö-rür ve Allah'ın hakkını ayırmadan ağzına götüreceği her lokmanın ken-disine haram olduğu şuurundadır. İşverenin, evvelâ işçinin hakkını belir-lemesi, takvime bağlaması şarttır. Do-layısıyla, şayet işveren, işçisine kendi hayat standardına uygun bir ücret ödeyemiyorsa, onu belli nisbetlerde işine ortak eder.

İslam'da, emeğe daha iyi şartlar sağlamak amacıyla işi durdurmak demek olan “grev” ve işçilerin ala-cakları kararlara baskı yapmak için, işveren tarafından işyerinin kapatıl-ması manasına gelen “lokavt” teşvik edilmez. Çünkü, grev yalnız üretici ve tüketiciyi değil, işçileri de etkilemekte-dir; grevden ötürü işi durdurmakla iş-çinin kendisi de kayba uğramaktadır. Bir manada grevin zıttı olan lokavtta da, üretim durmakta ve işsizlik soru-nu baş göstermektedir. Böylece grev ve lokavt sonucu, karşılıklı menfaatler zedelenmekte ve bu durum, önü alı-namayan sosyo-ekonomik tepkilerin ve hatta kavgaların ortaya çıkmasına

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201450

Page 50: Sayı 7 | Mesai Dergisi

yol açmaktadır.Elbette beşerî münâsebetler için-

de bazı uyuşmazlıklar olacaktır. Do-layısıyla, kendilerini mağdur kabûl eden insanların müracaat edecekleri bir mercî mutlaka bulunmalıdır. İşte, İslam'da bu gâyeye mâtuf hizmet amacıyla kurulan Hisbe teşkîlâtı var-dır. İslam dünyasında, Peygamber Efendimiz devrinden itibaren varlığı bilinen hisbe, umumi manada “iyiliği emir ve kötülüğü nehiy” müessesesi-dir. Hisbe, İkinci halife Hazreti Ömer zamanında tam teşkilatlı bir müessese haline gelmiş ve cemiyet huzurunun sağlanmasında son derece önemli rol oynayan bir kurum olmuştur. Genel asayişi temin etmenin yanısıra, zarurî ihtiyaç maddelerinin halkın eline uy-gun ve ucuz bir şekilde geçmesini sağlamak maksadıyla esnaf ve diğer ticaret erbâbını kontrol altında tutma ve işçi-işveren arasındaki meseleleri çözme de onun vazifeleri arasında-dır.

Evet, bazı sistemlerin, ortaya bir kısım “güçler” çıkarıp bu güçlerin çar-pışma usûl ve vasıtalarını tanzim ile meşgul olmasına karşılık, İslam dini taraflar arasında denge ve uyum sağ-layarak müntesiplerinin menfaatlerini birleştirmeye çalışır. İktisadî hayatta işsizliğe mani olmayı ve üretimin de-vamını sağlamayı esas hedef yapar; insanları bu hedefe yönlendirirken, muhtemel anlaşmazlıklara karşı, ta-raflara mutlaka bir çözüm yolu sunar ve bir tarafın diğerini ezmesine, top-lum yapısının zarar görmesine asla izin vermez. Dahası, getirdiği esas-

larda efendi-köle, memur-işçi, zengin-fakir ayırımı yapmaz ve böylece top-lum fertleri arasında bir kaynaşma ve yakınlaşma sağlar.

Öyle ki, müslüman toplumda halk, devleti ve ricâl-i devleti omuzların-da taşır. Devlet ve rical-i devlet de, tebaanın fahrî hizmetçiliğini yapar; merhametli bir çoban ya da şefkatli bir baba gibi, saadet ve hazlarını, güttüğü ve yeddiğinin saadet ve hu-zurunda bulur.

Böyle bir toplulukta bütün mües-seseleriyle maarif, fazilet duygusunu geliştirir; sevgi ve mürüvvet kapılarını açar; insanlığa şefkati ve herkesle an-laşıp uzlaşmayı öğretir. Onu, merha-metsiz emellerden, süflî duygulardan, insanlık için yüzkarası olmaktan ve her türlü hoyratlıktan korur; bilhassa mukaddes mefhumlarına karşı saygılı yetiştirir.

Dahası bu aydınlık insanlar, top-lum içinde kendini güçsüz gören gayr-i müslim azınlıkların, çocukların, alîllerin, yolda kalmışların, işsizlerin görülüp gözetilmesi konusunda köklü ve kalıcı tedbirler alır, değişik yardım fonları oluşturur ve bunlarla herkesin elinden tutmaya çalışırlar.

Zengin-fakir dengesi açısından da İslam'ın getirmiş olduğu, içtimâî ha-yatı düzenleyici pek çok esas vardır. Zekât, sadaka, kurban, kefâret, hibe, karz-ı hasen bu cümleden sayılabile-cek akla gelen ilk esaslardır. Tarihin şehadetiyle sabittir ki, bunlar hayata hayat olduğu dönemde, günümüzde olduğu gibi ne içtimaî tabakalar ara-sında uçurumlar vardır, ne de bu ta-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 51

Page 51: Sayı 7 | Mesai Dergisi

bakaların birbirlerine beslemiş olduk-ları kin ve nefret. Çünkü, müslümanlar kendi aralarında adeta -tabir caizse- Allah'ın tevzî memurları gibi davra-nırlar; hakkıyla zekatlarını ve gerek-tiğinde de sadakalarını muhtaç olan kişilere oluk oluk akıtırlar. Bu itibarla da, İslam toplumunda, bir zümrenin alabildiğine zengin ve müreffeh, di-ğer bir zümrenin de fakir ve aç olma-sı söz konusu değildir. Zira, bu siste-min sâlikleri, Peygamber Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) isnad edilen, “Komşusu aç iken kendisi tok olan bizden değildir” esprisini çok iyi idrak etmiş ve pratik hayatta da bunu büyük ölçüde uygulamışlardır.

Evet, İslam'da sadece haklara ri-ayetle yetinilmez; Müslümanlara ait mal-mülk gibi şeylerde başkalarının da hakkı olduğu mülâhazasıyla hare-ket edilir; kibir ve çalım duygusuna, minnet ve başa kakma düşüncesine girilmeden bu haklardan bütün muh-taçların istifade etmesi sağlanır.

Bu ilahî sistemde, işverenlerin mü-tekebbir (kibirli zorba) olmaları, ser-vet ve mal yığmaları, sadece kendi saadetlerini düşünmeleri hoş görülme-miştir. Bütün bir millet olarak, elemleri de lezzetleri de paylaşma anlayışı ge-liştirilmiştir. Onun içindir ki, Hazreti Ebû Bekir bütün servetini milletin saa-deti için harcamış, -ilk halife olmasına rağmen- vefât ettiğinde geriye kalan tek elbisesiyle gömülmüştür. Hazreti Ömer, kıtlık olduğu zaman, -ki o gün bir devlet reisidir- ekmeğini sirkeye batırıp yiyerek hayatını devam ettir-meye çalışmıştır. O, halîfe ile hizmet-

çisinin bir tek bineği nöbetleşe kulla-nıp, deveye sıra ile binmelerini hiç de fevkalâdeden bir hâdise olarak gör-memiş ve öyle mütevazıâne davran-mıştır. Ebû Ubeyde b. Cerrah, ordusu açlığa mârûz kaldığı bir dönemde, kendisi de, askerleri gibi bir-iki hurma ile iktifâ etmiştir. Hazreti Ebû Zer, bir gün eline geçirdiği elbiselik kumaşı ikiye bölmüş, bir parçasını kendisine, diğer parçasını da eli altındaki işçi-ye parçalı olarak elbise yaptırmıştır. Bu davranışının nedenini soranlara o, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in hadisi ile cevap vermiştir: “Onlar, sizin hi-mayenize verilmiş kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, tâkatlerinin üstünde iş yük-lemeyin, zor bir iş tahmil ederseniz onlara yardımcı olun.”

Sözlerimin sonunda şunu ifade etmeliyim ki; anlatmaya çalıştığım bu hakikatler, ütopik bir hayatın des-tanlaştırılmasından ibaret değildir; aksine, asırlarca gaddar bir dünya-nın en acımasız darbeleri karşısında dahi sarsılmayan ilâhî bir sistemin resmidir. Evet, Farabî, Medinetü'l-Fâzıla'sında ütopiktir. Eflatun bir ütopya yazarıdır. Fakat, Medine'de yaşananlar bir vak'adır. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) çok kısa bir zaman içinde, işte böyle fazîlet atmosferi haline gelen bir site devleti kurmuştur. Şayet, bugün umumi ma-nada müslümanların hali bu tabloda-ki fotoğrafa uymuyorsa, bu meselede-ki kusur İslam'a değil, dinini bilmeyen ve onu hayata hayat kılmayan müslü-manlara aittir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201452

Page 52: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Hasılı, İslam'a göre; düşüncede, ta-savvurda ve akîdede istikâmet kazan-madıktan sonra, iktisadî meselelerin sağlam bir zemine oturması ve ahenk içinde yürütülmesi mümkün değildir. Emek ve sermaye ilişkisinde de durum aynıdır. İşveren ve işçi, biri ücreti ve-rirken, diğeri çalışırken hep Allah'ın murâkabesi altında oldukları şuurunu bir an bile akıllarından çıkarmama-lı ve yaptıklarını hep bu şuur içinde yapmalıdırlar. O zaman sermaye ve emeğin her ikisi de kudsîleşir, sömü-ren-sömürülen çatışma ve çelişkisi de tamamen ortadan kalkar. Böyle bir toplulukta, işveren işçinin yanındadır; ona ailenin bir ferdi gibi davranır; ye-mesinde, giymesinde ve meşru bütün isteklerinde yardımcı olur. İşçi ise, işin ve işverenin yanındadır; servet ve pat-ron düşmanlığından uzaktır; sa'yin ve gayretin misali olma yolundadır. İşin en iyisini ortaya koyarken ve kan-ter içinde cehdedip boğuşurken, yüceler âleminde kendisine alkış tutulduğu-nun ve Hak katında takdir edildiğinin farkındadır, dolayısıyla da, yaptığı her şeyi gönül hoşnutluğu içinde ve ibadet neşvesiyle yapmaktadır.

26 MART 2006.Editör B. Berk

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 53

Page 53: Sayı 7 | Mesai Dergisi

SENDİKA ÖRGÜTLENME VE S İ A İ

Mehmet Ali Sancaktar

Sendikalar günümüzde sanayi toplumlarının vazgeçilmez örgüt-leridir. Sendikalar aynı zamanda toplumları çalışma hayatı yönü ile şekillendiren ve geleceği etkileyen önemli güçlerden biri olarak kar-şımıza çıkmaktadır. Birçok ülkede sendikal örgütlenme çalışan nüfusun önemli bir kısmını içinde barındır-maktadır. Özellikle sendikacılık ha-reketinin başladığı sanayi toplumları

bu konuda önemli örgütlülük düze-yine sahiptirler. Ancak sendikacılık düzeyi salt örgütlü çalışanların sayı-sal önemi ile paralel bir gelişme için-de olmayabilir. Örneğin bir sendika işyerinde işçilerin ancak yarısını ör-gütlese bile pazarlık gücü sayesinde tüm işçilerin ücret ve çalışma koşul-larını düzenleyebilmektedir. Sendi-kalar ülkelere göre farklı nitelikler göstermektedir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201454

Page 54: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Örgütlülük paydası altında birbir-lerinden farklı yapılar ortaya çıkmak-tadır. Bu ayrımların en temel gerekçe-si çalışma hayatından gelen farklar, ülkelerin siyasal ve toplumsal yapıları olmaktadır. Bunun dışında sendikal hareketi farklı hale getiren bir başka boyut sendikaların yönetimsel yapıla-rıdır. Bazı ülkelerde sendika yönetim-leri oldukça merkezi iken diğerlerinde son derece esnek yapılar bulunmakta-dır. Sendikaların karar organları ve sendika içi demokrasi konusunda da ciddi farklar oluşabilmektedir.

Günümüzde ise sendikaların değişik örgütlenme yapıları bulun-maktadır. Bu bağlamda en yaygın örgütlenmenin işyeri ve işkolu sen-dikacılığı biçiminde olduğu söyle-nebilir. İşyeri sendikası belirli bir işyerinde çalışan işçiler tarafından kurulan ve faaliyeti o işyeri ile sınırlı olan sendikalardır. Bu tür sendikal faaliyetin sadece o işyeri ile sınırlı kalması birçok sakınca ve yararı bir-likte getirmektedir. Bu türlü sendikal yapılara ABD ‘de ve Japonya dışın-da başka gelişmiş ülkelerde rastlan-mamaktadır. Bu biçimdeki sendikal örgütlenmenin işyerleri içinde ve güçsüz bir yapıyı ortaya koydukla-rı, bölünmelere ve dağılmalara yol açması nedeni ile tercih edilmedik-leri görülmektedir. Özellikle aynı işyerinde örgütlenmeye çalışan bir-den çok sendikanın rekabet nedeni ile işçilerin çıkarlarını etkin biçimde koruyamadıkları ve geliştiremedikle-ri belirtilmektedir.

Kapsamlarına Göre Sendika Türleri

1. Meslek Sendikacıları Sendikacılık hareketinin ilk örgüt-

lenme biçimini oluşturan meslek sen-dikaları, aynı mesleği veya zanaatı icra edenlerin bir araya geldikleri bir yapıyı açıklamaktadırlar. Tarihsel açı-dan aynı mesleği icra edenlerle aynı zanaatı icra edenler açısından oluşan farklılık sendikalara yansıtılmaktadır. Meslek sendikalarının genel olarak yatay bir örgütlenme modeli olduğu, belirli bir bölgede değil ülke bazında federasyon içinde kurulduğu ve faa-liyetlerini sürdürdüğü görülmektedir.

Meslek sendikaları biçiminde ör-gütlenmenin Lonca geleneği ile ya-kın ilişkisi bulunmaktadır. Avrupa’da kimi meslek sendikalarının kökeninde loncalar bulunmaktadır. Loncaların kapitalist sanayiinin gelişmesi karşı-sında etkilerini kaybetmelerinden son-ra işçiler ve işverenlerin ortak olarak kurdukları “sendika” dan daha sonra işverenlerin ayrılması ile meslek sen-dikaları ortaya çıkmıştır. Aynı mes-leği icra eden işçiler sahip oldukları nitelikleri bir ayrıcalığa dönüştürüp, mesleğe girişi sendikaları sayesinde denetim altında tutmaları, işverenle pazarlık güçlerini arttırmakta idi. An-cak bu tür dar bir meslek sendikacı-lığını günümüz koşullarında görmek mümkün değildir. Meslek ve zanaat sendikaları kitlesel üretimin gelişmesi, işgücünün niteliklerinde standartlaş-manın başlaması ve zanaat üretimi-nin önemini kaybetmesinden sonra ağırlıkları azalmıştır. Çok az sayıda meslek ve zanaat için sendikal örgüt-lenme sürmüştür. Bu tür sendikaların,

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 55

Page 55: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ABD ve İngiltere gibi güçlü oldukları ülkelerde bile etkileri azalmaya başla-mıştır.20. yüzyılın başından itibaren hizmetler sektörünün de gelişmeye başlaması, kamu ve özel sektör için-de memur sendikalarının oluşmasına başlamıştır. Bu sendikaların nitelikleri itibarı ile işkolu esasına göre örgüt-lenmekten çok hizmet sınıflarına ve mesleklere göre örgütlenme eğilimi daha fazladır. Öğretmenler, polisler ve itfaiye hizmetlilerinin örgütlenmesi bu esasa göre gerçekleşmiştir2. Genel Sendikalar

Çoğu meslek sendikasının sanayi-inin ve hizmetlerin gelişmesi karşısın-da “genel sendika” haline dönüştüğü görülmüştür. Başlangıçta meslek sen-dikası olan pek çok sendika, başka meslek gruplarını da kapsayarak, “herkes için sendika” sloganı ile yeni bir anlayış ortaya çıkartmıştır. Te-mel amaç “bir tane büyük sendika” oluşturmaktır.1830 yıllarında Robert Owen ile başlayan genel sendikacı-lık yaklaşımı, 1890 yıllarından sonra yeniden önem kazanmıştır. Genel sendikalar, değişik işyerlerinde, deği-şik işlerde çalışsalar da, işçilerin ger-çekte ortak çıkarları olduğu görüşünü benimseyen sosyalist akımın etkisiyle doğmuş ve sosyalist amaçlar içeren ilk sendikal örgütlenmelerdir. Genel sendikaların en önemli örneklerini, ABD Kamyon şoförleri ve Depolama işçileri sendikası ile İngiltere’ de ha-len İngiliz İşçi Partisi ile yakın ilişkileri bulunan Ulaşım ve Genel İşçi Sendi-kası oluşturmaktadır.

Genel sendika düşüncesi pek çok

ülkede yaygınlaşmasa da, işçilerin tek bir sendikada toplanmaları ge-reksinimi, federasyon, konfederasyon gibi üst sendikal örgütlenmelerin oluş-masına yol açmıştır.3. İşkolu Sendikaları

İşkolu sendikacılığı, bir endüstri-işkolunda çalışanların tümünü mes-lek ayırımı yapmaksızın örgütlemeyi amaçlar. Aynı işkolunda çalışanların benzer çalışma koşulları, ortak çıkar-ları bulunduğu düşüncesinden hare-ketle, gerçek güçlü bir sendikacılığa ulaşmak, gerekse işkollarında benzer çalışma koşulları yaratmak açısından işkolu sendikacılığına eğilim artmıştır. Sendikacılık hareketinin bütünleşmiş göründüğü, her işkolunda güçlü bir işkolu sendikasının bulunduğu Alman-ya, İskandinav ülkeleri gibi ülkelerde işkolu sendikacılığı oldukça etkindir. Bunun yanında ABD ve İngiltere gibi ülkelerde işyeri düzeyinde ve çok sa-yıda sendika kurulması yoluna gidil-miş, işkolu niteliği taşıyan sendikalar yanında meslek sendikaları da varlık-larını sürdürmüş bulunmaktadır.

Türkiye’de başlayan sendikacı-lık hareketi genel anlamda işkolu esasına göre gerçekleşmiştir. 1963 de çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu, sendikaların işkolu esasına göre kurulması ilkesini vurgulamıştır. Ancak işkolunun belirli bir alt dalı-nı örgütlemek amacı ile veya işkolu ayrımı yaparak veya yapmayarak belirli bir coğrafi bölgede de örgüt-lenmeyi amaçlayarak kurulabiliyor-du. Bu bağlamda 274 sayılı yasa bir sınırlama getirmiyordu. Ancak 1960

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201456

Page 56: Sayı 7 | Mesai Dergisi

lı yıllardan itibaren sendika sayısının azaltılarak güçlü ve merkezi örgütler kurma yolunda yoğun çabalar sarf edildi. Ancak bu çabalar çeşitli ne-denlerle başarılı olamadı. 1970 yılın-da çıkarılan 1317 sayılı yasa ile bir işçi sendikasının Türkiye çapında fa-aliyet gösterebilmesi için işkolundaki sigortalı işçilerin 1/3 ünü örgütlemiş olma zorunluluğu 15-16 Haziran di-renişlerine ve işçi olaylarına neden olmuş daha sonra bu yasa ve Anaya-sa Mahkemesi tarafından iptal edil-miştir.

1980 yılına gelindiğinde ise Türkiye’de Sendika sayısı 900 e yükselmişti. 1983 yılında çıkartılan 2821 sayılı sendikalar yasası sen-dikaların “işkolu esasına göre ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile kurulmasına” izin vermiştir. Ayrıca işyeri, işletme ve meslek esası-na dayalı sendika kurulmasını açıkça yasaklamıştır. Bu bağlamda işkolları-nın saptanmasını idarenin yetkisine bırakmayıp, bir tüzükle 28 işkolu ola-rak belirlemiştir.

Sonuçta, sendika sayısı 1980 sonrası önemli oranda azalmıştır. Bu azalmada sadece işkolu sayısının sı-nırlı olması değil, toplu iş sözleşme-si yetkisi alabilmek için işyeri ya da işletmede çalışan işçilerin yarıdan fazlasını temsil koşuluna ek olarak öncelikle o işkolunda çalışan işçile-rin yüzde 10 nu temsil etmesi koşul olarak getirilmesi etkili olmuştur. Tür-kiye’deki sendika sayısı 900 ler den hızla 90 civarına indirilmiştir.

18/10/2012 Yılında çıkartılan

6356 Toplu İş ilişkileri Yasa Tasan-sın da getirilen “Geçici Madde 1” ile yüzde 3’lük işkolu barajının uygulan-ması 5 yıl sonraya bırakılıyor. Sendi-kaların mevut yetkisini koruyacakları bu süre içinde bakanlığın 2009’da yayımladığı istatistikler geçerli ola-cak. Ancak 5 yıl sonra barajı geçe-meyen sendikaların yetkisi düşecek. Bakanlık en son istatistikleri 2009’da yayımlamıştı. Yeni yasayla iş kolu sayısı 28 den 20 ye düşürüldü, sen-dikalı olma yaşı da 16 yaşından 15 yaşına indirildi.4.Üyelerinin Niteliklerine Göre Sendika Türleri

Sendikalar üyelerinin niteliklerine göre de bir kaç gruba ayrılmaktadır. Beden işçilerini kapsayan sendikalar, fikir işçilerini kapsayan sendikalar gibi. Sendikalaşmanın öncelikle be-denlerini, kol güçlerinin kullanarak çalışanlar arasında başlayıp yaygın-laştığı bilinmektedir. Bunlar arasında belirli nitelikleri veya meslekleri olan-lar meslek sendikalarını oluşturmuş-lar, niteliksiz işçiler ise zamanla genel veya işkolu sendikacılığına yönelmiş-lerdir. Endüstride bedenlerini veya el emeklerini kullanan bu işçilere “mavi yakalı işçiler” denilmiştir.

Endüstri sektörünün yanında hiz-met sektörünün de önem kazanma-sıyla, bu sektörde iş görenlerin sayısı artmış ve fikir işçisi denilen yeni bir çalışanlar grubu ortaya çıkmıştır. Gerek hizmet kesiminde gerekse en-düstriye destek hizmetlerde çalışan ve fikren çalışması ağırlık taşıyan bu işçilere ise “beyaz yakalı işçiler“ adı

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 57

Page 57: Sayı 7 | Mesai Dergisi

verilmiştir. Gerek eğitim ve nitelikle-ri, gerekse benimsedikleri toplumsal değerler açısından kendilerini orta sınıf içinde gören beyaz yakalılar, bu grubun sayıca çoğalması ve bu grup çalışanlarda sendikal hakların tanın-masıyla beden işçilerinden ayrı sen-dikalar oluşturmuşlardır. Kamu kesi-minde çalışanlara da sendika kurma hakkının tanınmasıyla birlikte, beyaz yakalı işçilerin kurdukları sendikalar daha güçlü bir duruma gelmiştir. Sen-dika kurma ve toplu pazarlık hakları-nın kamu ve özel kesimde profesyonel nitelikteki bu elemanlara da tanınma-sı ile bu tür meslek sahipleri de ayrı sendikalar kurmuşlardır. Beyaz ya-kalı işçilerin oluşturduğu sendikaların iş kolu sendikacılığından çok meslek sendikacılığı olduğu söylenebilir.5. Kuruluş Düzeylerine Göre Sendi-ka Türleri

Sendikalar kuruluş düzeylerine göre de sınıflandırılmaktadırlar. İş-yerinde çalışanları kapsamak üzere kurulan sendikalar “işyeri sendika-ları“ dır. Etkinlik alanları da o işyeri ile sınırlıdır. Buna karşın belirli bir işkolunda çalışanların tümünü kapsa-mayı amaçlayan sendikalar “işkolu sendikası“ adını taşırlar. Her iki tür kuruluşun sendikaların toplu pazarlık etkinliği ile yakın ilgisi vardır. ABD gibi işyeri pazarlıklarının önem taşı-dığı ülkelerde sendikalar da işyeri dü-zeyinde kurulmaktadır. Aynı durum Japonya’da da geçerli olduğu gibi, Türkiye’de de, 1983’te çıkarılan ya-salara kadar işyeri sendikacılığı ve işyerinde toplu pazarlık yapılması

daha geçerli olmuştur. Buna karşın Batı Avrupa Ülkelerinin hemen tümü için işkolu sendikacılığının ağırlık taşıdığı söylenebilir. Bu ülkelerde iş-kolları belirlenmekte ve sendikalar bu işkollarına göre kurulmakta, bir ço-ğunda her işkolunda kurulmuş bir tek güçlü sendika bulunmaktadır.

İşyeri ya da işkolu düzeyinde ku-rulmuş bulunan sendikaların her ülke-de bağlı bulundukları üst kuruluşlar, ulusal düzeydeki sendikal örgütleri oluşturmaktadırlar. Üst kuruluşlar, genellikle federasyon veya konfede-rasyon adını almaktadırlar. Üst ku-ruluşlar sendikacılık hareketinin ülke düzeyinde ve uluslararası düzeyde temsil eden, kamuoyu yaratan ve bir baskı grubu olarak rol oynayan örgüt-lerdir. Bazı ülkelerde (İsveç, Norveç gibi) konfederasyonların toplu pazar-lık yapma yetkisi bulunsa da, birçok ülke de bu yetki işkollarına göre kurul-muş bulunan sendikalardadır. Ancak zaman zaman ülkelerin karşılaştıkları ekonomik sorunlar ve çoğulcu demok-ratik yapı gereği, hükümetlerin işçi ve işveren sendikaları ile üçlü anlaşmala-ra gittikleri görülmektedir. Bu şekilde ülkedeki güçlü konfederasyonlar tüm işçiler adına pazarlığa oturmaktadır.

Merkezde güçlenmiş bir özellik gösteren ve sendikalar üzerinde etki-li bir yeri bulunan konfederasyonlar için, hükümetle varılan anlaşmaları uygulamaya koymak pek fazla so-run yaratmasa da, üyeleri üzerinde böyle bağlayıcı etkisi bulunmayan konfederasyonlar bu tür anlaşma-lardan bir sonuç alamamaktadırlar.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201458

Page 58: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Yine de bu tür anlaşmaların gelişmiş ülkeler kadar, gelişmekte olan ülke-lerde de gündeme geldiği ve ülke hükümetleri tarafından başvurulan bir yol olduğu görülmektedir. Ulusal düzeyde karşılaşılan sendikal birlik-lerin yanı sıra uluslararası düzeyde de kurulmuş sendikal birlikler söz ko-nusudur. Türkiye’de örgütlü işyerleri sendikasızlaştırılarak veya örgütsüz işyerlerindeki işçilerin örgütlenmesi zorlaştırılarak sendikaların gücü ve etkisi azaltılmakta ancak sendikalar, işverenler tarafından uygulanan bu politikalar karşısında kurumsal ve ya-sal olarak korunmamaktadırlar.

Birleşmiş Milletlerin insan hakları ile ilgili uzmanlık kuruluşları arasında önemli bir yer tutmakta olan Ulusla-rarası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Ana-yasasının giriş bölümünde “sendikal özgürlük” ilkesi anılmaktadır.

Ülkemizce de onaylanmış ve uy-gulanması kabul edilmiş “Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkı-nın Korunmasına İlişkin Sözleşme” ile “Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı İlkelerinin Uygulanmasına İlişkin Söz-leşme” bu temel hakları en açık şekil-de düzenlemiştir.

Uluslararası çalışma sözleşmesi-nin ulusal planda bağlayıcı bir etki yaratabilmesi için, çoğu kez uyum yasalarının çıkartılması gerekmekte-dir. Bunun gibi, Türkiye tarafından onaylanmış ve iç hukukta yürürlüğe konulmuş ILO sözleşmeleri karşısın-da, Türkiye iş mevzuatının bunlarla çelişen hükümlerden arınması zorunlu hale gelmektedir

Örğütlenme sorunlarını (örgüt-lenme önündeki engelleri) özetlemek gerekse aşağıdaki üç madde halinde sıralamak mümkündür.

* İşsizlik ve kayıt dışı ekonomi so-runlarının çözülememiş olması.* Üretim teknolojisindeki değiş-meler, küreselleşme ve yeni libe-ralizmin hükümetler ve sendikalar üzerinde yarattığı olumsuz etkiler ile istihdam yoğunluğunun yer de-ğiştirerek hizmetler sektörüne kay-ması ve işçilerin nitelikleri ve dü-şünce yapıları üzerinde yarattığı değişim.*Sendikaların (sendikacıların) re-havet içine girerek sendikacılık dü-şünce ve uygulamalarında kendi-lerini yenileyememeleri, gelişmeler karşısında zaman kaybetmeleri.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 59

Page 59: Sayı 7 | Mesai Dergisi

S İ A A İ İ İ

A

Mustafa PAÇAL

2008 yılında ortaya çıkan küresel ekonomik kriz önce kendini finans sektöründe

gösterdi. Daha sonra diğer sektörl-eri etkisi altına aldı. Başta inşaat ve otomotiv sektörü olmak üzere, tek-stil sektörü de krizden nasibini alan sektörler arasında yerini aldı.

Ekonomik kriz dünya ekonomi-sinde ciddi bir küçülme yaşanma-sına neden oldu. Bunun sonucunu işsizlik, yoksullaşma oranlarındaki artışlar ile gördük.

Krizin etkili olduğu alanların bir diğeri ise kamu açıkları nedeniyle sarsılan ülke ekonomileri oldu.

ABD ve AB ekonomileri de bu krizden payına düşeni aldı.

Bu seferki kriz 30 yılların dünya ekonomik krizine benzetildi. Yani bu krize yeni yüzyılın ekonomik kri-zi de diyebiliriz.

2014 yılında bile krizin etkilerin-den kurtulabilmiş değiliz.

Kriz daha sonra siyasi alana yansıdı.

Direnişler, grevler derken, siyasi kriz Kuzey Afrika ve Arap coğraf-yasında siyasi depremler yarattı. Tunus, Libya, Mısır ve son olarak Suriye’deki iç savaş bu depremlerin etkisi altında kaldı.

Bu krizin yarattığı sosyal tahri-bata baktığımızda ise önce işten çı-karmalar ve artan işsizlik oranlarını

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201460

Page 60: Sayı 7 | Mesai Dergisi

görüyoruz. ILO kayıtlarına göre 150 milyona yakın insan kriz döneminde işini kaybetti. Dünyada işsizlik oran-ları ülkeden ülkeye %10 ile %20 ara-sında seyretti.

Küresel ekonomik krizin etkiledi-ği bir diğer alan ise sosyal güvenlik ve sosyal koruma alanları idi. Her krizde olduğu gibi bu seferde krizin faturası daha güçsüz kesimlere çıka-rıldı. Bunun anlamı işsizliğin artması, yoksullaşmanın hızlanması ve sosyal korumaların zayıflaması ve bir diğer ifade ile söylersek “sosyal damping” yaşandı demektir.

Sendikalar bu bakımdan işsizliği azaltılması için istihdam arttırıcı politi-ka ve uygulamalara destek vermelidir.

Hükümetin “Ulusal İstihdam Projesi” için önerdiği politikaya karşı stratejimiz “istihdamın teşvik edilmesine ve arttırıl-masına evet, güvencesiz esnek ve ku-ralsız çalışma ile kazanılmış haklara el uzatılmasına hayır” olmalıdır.

Ayrıca sendikalar kriz dönemle-rinin ortaya çıkardığı sosyal ve mali faturaları krize neden olanlara çıka-rılmasından yana olmalıdır.

Ancak sendikalar aynı zamanda rekabetçi küresel ekonominin işlet-meler ve ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini azaltmak için sosyal diyalog içinde üretimde güvenceli esneklik uy-gulamalarına destek olmalıdır.

Bunu istihdamı korumak ve arttır-mak başta olmak üzere, çalışanların ücret ve sosyal haklar iyileştirmek içinde yapmalıdır.

Bir diğer hedef ise şu olmalı; IMF

küresel gelirin kriz öncesi büyüklüğe kavuşacağını tahmin etmektedir. Sen-dikalar bu ekonomik iyileşmeden çalı-şanların hakkı olan payı almak içinde mücadele etmelidir.

Çünkü kötü günlerde yapılan feda-karlıkların, iyi günlerde karşılığı alın-malıdır.

Siyasi alanda ise Türkiye halkı bu yıl demokrasi tarihinin en önemli yerel seçimlerinden birisi için sandık başına gitti arkasından Cumhurbaş-kanlığı seçimleri ve arkasından 2015 yılında genel seçimler var. Sendikal hareket bu sıcak siyasi dönemi emek ve sendikal haklar adına iyi değerlen-dirmelidir.

Bu dönemde özellikle yeni çıkan ya-sadaki kimi iyileşmelere rağmen sendi-kal hakların ILO standartları düzeyine çıkarılması için genel bir dayanışma içine girmeleri sendikal hareket için ya-şamsal önemde olmalıdır.

Yine bu seçimi sürecinde yeni bir anayasa yapılması talebi Türkiye’nin acil öncelikli sorunlarının başında yer alacaktır.

Sendikal hareket, sivil ve demok-ratik bir anayasa talebini bu süreçte yükseltmeli ve yapıcı katkılarda bu-lunmalıdır.

Sendikalar sendikal ve sosyal hak-ların güvence altına alınmasının yanı sıra özgürlükçü bir demokrasinin sağlanması içinde sivil ve demokra-tik anayasa yapılmasına destek olan istek ve etkinliklerde bulunmalıdır.

Sendikalar Kürt sorunu gibi etnik, dini, mezhepsel alandaki temel insan

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 61

Page 61: Sayı 7 | Mesai Dergisi

hakları sorunlarımızın barışçı ve de-mokratik bir şekilde çözümlenmesinin demokratik, ekonomik ve sosyal alan-da sağlayacağı faydalarını öngören bir yaklaşım içinde olmalıdır.

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve ekonomik ve sosyal gelişmesine yar-dımcı olacak bir başka fırsatta AB’ye tam üyelik sürecini tamamlamaktır.

Son yıllarda oldukça yavaşlayan AB Türkiye ilişkilerini canlandırılması için her iki tarafı da hareketlendire-cek girişimlere ihtiyaç bulunmaktadır. Sendikal hareket aynı zamanda bir si-vil toplum örgütlenmesi olarak bu du-rumun ilerlemesine olumlu katkılarda bulunabilir. Bilinmelidir ki AB projesi bir sivil toplum projesidir. Dolayısıyla sendikaların bu anlamda yapacağı katkıda oldukça yerinde olacaktır.

Örneğin Türkiye’nin AB sürecinde önemli engellerinden biri de Kıbrıs

sorunudur. Şimdi tüm zamanlarda daha çok adada barışa daha çok yakınız sendikal hareket, Kıbrıs soru-nun Annan planı çerçevesinde adil ve barışçı bir şekilde çözümü için etkin katkı sağlamalıdır.

Bir diğer önemli konu ise bu yıl çoğunluk sendikalarımız kongrelerini yapacaklardır.

Bu toplantılarda alınacak örgütsel kararların yanı sıra, yukarıda belirt-meye çalıştığım sorunlarında değer-lendirilmesi önemsenmelidir.

Son olarak, çalışanların ekono-mik, sosyal sorunlarının aşılması için sendikal hak ve özgürlüklerimizin elde edilmesine hayati derecede ihti-yacımız bulunmaktadır.

Bu haklara ulaşmanın yolu da öz-gürlükçü demokrasi için mücadele et-mekten geçmektedir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201462

Page 62: Sayı 7 | Mesai Dergisi

İSA YAZAR

TÜRKİYE’DE SENDİKACILIĞINDÜNÜ BUGÜNÜ

Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için sivil toplum kuruluşları olan sendikalar, önemli bir misyona sahip. Dünya örneklerine baktığımızda sendikaların demokrasinin gelişimine önemli katkı yaptığını görmekteyiz. Ancak Türkiye’de sendikacılık, hak mücadelesini yanında en önemli var-lık sebeplerinden biri olan demokrasinin gelişimine bugüne kadar yeterli katkıyı yapmadı. Bu da sendikaların toplum nezdinde sorgulanmasına yol açtı. Artık Türkiye’de insanı ve emeği temel değer olarak kabul eden, siyasi parti ve ideolojilerden bağımsızlığı ilke edinen bir sendikacılığa ihtiyaç var.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 63

Page 63: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Dünyada bugünkü anlamda ilk sendikalar, meslek örgütleri şeklinde 1700’lerin başında

İngiltere’de ortaya çıktı. İlk yasal sendika ise 1820’de yine bu ülkede kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu’nda bilinen ilk işçi hareketleri ise 1830’lu yıllarda tarım işçilerinde görüldü. Türkiye’deki çalışma ilişkilerinin tar-ihsel gelişimi, Cumhuriyet öncesi ve sonrası olmak üzere kabaca iki dönemde ele alınabilir. Osmanlı’da geleneksel çalışma ilişkileri esnaf örgütlenmesi şeklinde Ahi Birlikleri tarafından düzenlenmişti. Bu sistemin çırak, kalfa ve usta olmak üzere üç önemli aktörü bulunuyordu. Bu sis-tem çatışmaya değil dayanışmaya, güvensizliğe değil karşılıklı güvene dayanıyordu. Uzun süre Osmanlı toplumuna şekil veren ve geleneksel çalışma ilişkilerini düzenleyen Ahi Birlikleri, zamanla fonksiyonlarını kaybetmeye başladı ve Cumhuriyet’le birlikle tarih sahnesinden silindiler.

1871 yılında kurulan ‘Ameleper-ver Cemiyeti’ (İşçi severler Derneği) bazı araştırmacılar tarafından ilk sen-dika olarak tanımlanıyor. Ancak bu daha çok işçilerin kendi aralarında kurduğu bir yardımlaşma örgütüydü. İlk sendika ise 1908’de İstanbul›da Rum ve Ermenilerin çoğunluğunu oluş-turduğu işçiler tarafından kuruldu. 1913›te Mahmut Şevket Paşa›nın öl-dürülmesi üzerine sendikal faaliyetler durduruldu.

Osmanlı dönemindeki geleneksel ilişkilerin yanı sıra Batılı tarzda ça-lışma ilişkileri, diğer bir ifadeyle işçi

hareketleri ise 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında kendisini hissettirmeye başladı. Bu gelişmelere bakıldığında, Türkiye’de sendikacı-lığın yaklaşık bir asırlık geçmişinin bulunduğunu söylemek mümkün. 24 Temmuz 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’ten önce Ameleperver Ce-miyeti ve Osmanlı Amele Cemiyeti gibi bazı örgütler kurulmakla birlikte, sendikacılık alanında asıl canlanma bu dönemden sonra gerçekleşti. II. Meşrutiyet’in ilanıyla yeni dönemin adalet, dayanışma, eşitlik, hürriyet ve kardeşlik sloganları işçileri de etkile-di ve özellikle de yabancı sermayeli işyerlerinde önemli grevler meydana geldi.

Milli mücadele ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki sendikal örgütlenme-ler de çeşitli sebeplerle kapatıldı. Sendikaların Cumhuriyet döneminde ortaya çıkışı 1930’lu yıllarda Sümer-bank, Kardemir gibi ilk sanayi kuru-luşlarının kurulmasından sonra oldu.

Ancak 1930’da Serbest Fırka’nın kurulmasına izin verilmesi ve basın sansürünün kalkması üzerine İstanbul ve İzmir’de işçi hareketinin bu göre-celi özgürlükten yararlanıp faaliyetler göstermesi iktidardaki CHP’yi tedir-gin etti. Bunun üzerine CHP, bir yan-dan muhalif işçi hareketlerini sindir-me yoluna başvurdu, diğer yandan da gizli işçi örgütlenmelerini önlemek ve kontrol altına almak için bizzat işçi örgütlenmesini üstlendi. İkinci Dünya Savaşı sonuna dek sadece CHP’yle iyi ilişkiler içinde olan işçi örgütleri yaşayabildi.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201464

Page 64: Sayı 7 | Mesai Dergisi

MEMURLAR, SENDİKA HAKKINA DAHA GEÇ KAVUŞTU

Türkiye’de sendikal örgütlenmeyi, geldiğimiz nokta itibariyle memur ve işçi sen-dikacılığı olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kısaca ‘memurlar’ diye ifade ettiğimiz kamu görevlilerinin Türkiye’deki ilk örgütlenme girişimi 1946’da mahalli öğretmen derneklerinin ‘Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nu kurmasıyla başla-dı. 1961 Anayasası memurların da örgütlenmesine fırsat verince bu durum, sendika enflasyonuna neden oldu ve 1971’e kadar 600 civarında memur sendikası kuruldu.

Memur sendikacılığı açısından 1961 Anayasası bir dönüm noktasıdır. Anaya-saya hakim olan özgürlükçü yaklaşım, kendisini memur sendikacılığı alalında da göstermiş, sendika hakkı tüm çalışanlara tanımıştır. 1965 yılında kabul edilen 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile ülkemizde ilk kez kamu görevlilerinin sendikalaşması gerçekleşmiştir.

Ancak 12 Mart 1971 muhtırasıyla Anayasa, ‘memur siyasi parti ve sendikalara üye olamaz’ diye değiştirildi. Bu dönemde sendikalar yerine etkili memur dernekleri faaliyet gösterdi. 12 Eylül 1980 darbesiyle memur dernekleri de kapatıldı. 1982 Anayasası da memura sendika hakkı tanımadı. 1995 yılında Anayasa’da önemli bir değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliğin ardından, memurlara sendika hakkı tanı-mıştır. Grev hakkı ise verilmemiştir. 2001 yılında ise grev toplu sözleşme hakkı içer-meyen ‘Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’ TBMM’de kabul edildi. Bu tarihten sonra hükümet, yetkili sendikalar, her yıl hükümetle masaya oturarak maaş pazarlığı yapmaya başladı. Memurlar için esas önemli adım ise 12 Eylül 2010’da yapılan Referandum ile toplu sözleşme hakkının Anayasa girmesi oldu. SENDİKACILIĞIN TEMEL SORUNLARI

Türkiye’de sendikacılık çok uzun yıllardır önemli sorunlarla boğuşuyor. Bu ne-denle sendikalara sürekli kan kaybediyor. İşçi sayısı artarken sendikalı sayısı yıllar içinde azaldı. 1980’li yıllarda Türkiye nüfusu 40 milyon iken 2 milyonun üzerinde sendikalı işçi bulunuyordu. Bugün nüfus 76 milyona yaklaşırken sendikalı işçi sayısı 1 milyon civarında.

Özellikle 7 Kasım 2012’de kabul edilen yeni sendikalar yasası olarak yürürlüğe giren Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na kadar bu alanda çok önemli sorunlar yaşanıyordu. Bu problemlerden bir kısmı hala varlığın sürdürüyor. Bir bö-lümüne kısmen bir bölümüne ise tamamen çözüm bulundu. Türkiye’nin sendikal sicilini anlayabilmek için 12 Eylül Anayasa’nın getirdiği sendikal düzene kısaca bakmak gerekiyor.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 65

Page 65: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Türkiye 1947’de Sendikalar Kanunu ile tanıştı ve ilk yasal sen-dikalar doğdu. Bu sendikalar da 1952’de Türk-İş’i oluşturdu. 1961 Anayasası’nın ardından sendikacılık güç kazandı. 1963’te kabul edilen 274 ve 275 sayılı yasalarla sendi-kalara önemli haklar tanındığını söy-leyebiliriz. Gerek Anayasa gerekse yasaların sağlamış olduğu özgürlük ortamından yararlanarak 1960-1980 yılları arasında yoğun bir sen-dikal örgütlenme görüldü ve çok sayı-da grev meydana geldi.

1966’daki Paşabahçe grevine dayanışma gösterilmesi konusunda Türk-İş’e bağlı sendikalar arasında görüş ayrılığı çıktı. Bunun üzerine, T. Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası 1967’de Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’i kurdu. 22 Ekim 1976’da ise Hak İş kuruldu. 12 Eylül 1980’de gerçekle-şen askeri darbeyle Türk-İş dışındaki konfederasyonların faaliyetleri durdu-ruldu, DİSK kapatıldı ve yöneticileri 12 yıl yargılandı. Hak İş’in faaliyet-leri de 1984’e kadar durduruldu. Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide ise ihtilal hükümetinin Çalışma Bakanı oldu. 1983’de Turgut Özal iktida-rıyla başlayan normalleşme süreci, sendikal hayatın da normale dönme-sini sağladı. 12 Eylül Anayasası’nın ürünü olan ve sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engelleri oluştu-ran 2821 ve 2822 sayılı yasalar ise ancak 2012’de kaldırıldı. Ancak bu yasalardaki pek çok hüküm, yeni ya-saya da kondu.

Türkiye’de sendikacılığın üzerin-den yolsuzluk ve saltanat ithamla-rı hiç eksik olmadı. Bu iddialar, 28 Şubat’ta sendikalar sağlanan de-netim serbestliğinin ardından zirve yaptı. Sendikaların mali denetimi, 1997 yılında sendikaların denetleme kurulları ile denetçilerine bırakıldı. Hukuki anlamda kamu kuruluşu sayı-lan sendikalara artık ‘kendi kendinizi denetleyin’ denildi. Devlet, milyonlar-ca TL aidat toplayan işçi örgütlerinin harcamalarını denetlemedi. Türk sen-dikaları şeffaflık, denetim ve kurum içi demokrasi gibi kavramlara da geçmişten beri soğuk duruyor. DEMOKRASİ DIŞI TUTUM

Sendikaların olağandışı dönemler-de üstlendiği rol de toplum tarafından ciddi şekilde sorgulandı. 12 Eylül’e destek veren Türk-İş, 28 Şubat süre-cinde de DİSK ile birlikte dönemin hükümetine yönelik muhalefetin ön saflarında yer aldı. Silahsız kuvvet-ler olarak lanse edilen ‘5’li çetenin’ içerisinde yer alan iki konfederasyon, Necmettin Erbakan’ın kurduğu hükü-metin görevden uzaklaştırılması için yoğun çaba sarf etti. Sürecin sonun-da 18 Haziran 1997’de Refahyol Hükümeti istifasını verdi. 26 Haziran 1997’de ise sendikalar üzerindeki devlet denetimi sessiz sedasız kaldırıl-dı. Bu durum, ‘sendikalar 28 Şubat’a verdiği desteğin karşılığını mı?’ aldı sorusunu akla getiriyor.

Her işçiden tam ya da yarım yev-miye aidat kesen sendikaların yıllık geliri, özellikle maaşların yüksek ol-duğu iş kollarında ciddi meblağlar

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201466

Page 66: Sayı 7 | Mesai Dergisi

tutuyor. Aidatlar maaştan, otomatik olarak sendikanın hesabına geçiyor. Bu sistemle Türkiye’de işçi, ayda bir gün sendikasına çalışıyor. Ancak ken-disinden sendika için ne kadar üyelik aidatının kesildiğinin pek farkına var-mıyor. Bu paraların nasıl değerlen-dirildiği de ayrı bir tartışma konusu. Sendikalar parasını ya faize yatırıyor ya da sosyal tesis yapımında kullanı-yor. İşçinin sendika paralarının nere-de kullanıldığına ilişkin bilgi alabil-mesi söz konusu değil.

Birçok sendikanın sahip olduğu bol yıldızlı oteller, lüks konutlardan oluşan kooperatifler, sendika yöne-ticilerin pahalı zevkleri, yönetici eş-lerine ve çocuklarına tahsis edilen makam araçları ‘saltanat’ iddialarını güçlendirdi. Bugün hesabında 400 milyon nakit tutan sendikalar söz ko-nusu. Kimi sendika başkanlarının 30- 40 yıl başkanlık koltuğunda oturması ve edindikleri dudak uçuklatan ser-vet, sendikacılığın toplum tarafından sorgulanmasına yol açtı. NAYLON SENDİKACILIK

Türkiye’de işçi sendikacılığının en temel sorunlarının biri de yıllarca sü-ren naylon sendikacılık oldu. Pek çok sendika, yıllarca ölü ve emeklilerin üye göstererek yetki aldı. Zira naylon üyelerin temizlenmesi halinde sen-dikaları büyük bölümü, yüzde 10 iş kolu barajı nedeniyle toplu sözleşme yetkisini kaybediyordu. Sendikaların gerçek üye sayılarıyla yüzde 10 ba-rajını yakalaması mümkün değildi. Bu nedenle sendikalar toplu sözleş-me yetkisini kaybetmesin diye uzun

yıllar naylon üyelere göz yumuldu. 2009’da ise AK Parti bu alanda yeni bir kamu politikası oluşturmak için önemli bir adım attı. Yasal düzenle-meye giden hükümet, naylon üyele-re son verme kararı aldı. 28 Şubat 2009’daki Resim Gazete de yayın-lanarak yürürlüğe giren 5838 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılma-sına Dair Kanun ile üye sayılarının SGK verilerine göre tespitine karar verildi. Bu yasal değişiklikle sendika-ların ölü ve emeklileri üye gösterme-lerini önüne geçilmesi hedeflenirken tam tersi bir gelişme yaşandı. AK Parti iktidarı, kendi çıkardığı kanunun yürürlük tarihini sürekli olarak, tam 4 kez erteledi. Böylece sendikalar yetki kaybetmesin diye, iktidar kendi çıkardığı kanunu erteleyerek naylon sendikacılığa göz yumdu. Bu durum 2012’de kabul edilen yeni sendika yasası ile son erdi. Ardından açıkla-nan ilk istatistiklerde 3 milyon olarak ilan edilen sendikalı işçi sayısının 1 milyon olduğu görüldü. SENDİKACILIKTA YENİ YASA, YENİ DÖNEM

12 Eylül darbe döneminde Milli Güvenlik Konseyi tarafından getirilen sendikal mevzuat, 30 yıl sonra de-ğişti. 2821 ve 2822 sayılı yasalar, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile tek yasada toplandı. Böy-lece çalışma hayatını 30 yıl vesayet altına almış olan 12 Eylül mevzuatı, bir daha geri gelmemek üzere tarihin çöp sepetine gönderildi. Yıllardır sü-ren çalışmanın ardından yeni yasayla sendikaların bütün taleplerini karşıla-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 67

Page 67: Sayı 7 | Mesai Dergisi

masa da önemli düzenlemeler hayata geçti. Geneli itibariyle bakıldığında sendikaların önünü açacak ve örgüt-lenme özgürlüğü sağlayacak pek çok adım atıldı.

Bu yasa ile sanayi devriminin ardından çalışanların dayanışma-sı sonucu doğan ve demokrasilerin önemli bir unsuru olan sendikacılık, Türkiye’de yeni bir döneme girecek. Ankara’dan masa başından yapılan sendikacılık, yerini saha çalışması-na dayalı sendikacılığa bırakacak. Bugüne kadar daha çok kamudaki işçilere dayalı olarak süren sendika-cılık, yeni dönemde özel sektörde büyüme eğilimine girecek. Özellikle yeni kurulan sendikalar, yetki alabil-mek ve rekabet edebilmek için özel sektörde ciddi şekilde örgütlenmek zorunda. Bu durum, uzun yıllardır kan kaybeden Türk sendikacılığı için çıkış yolu da olabilir. Her gün bü-yüyen ve çalışan sayısı 12 milyonu

aşan özel sektörde örgütlenebilirler-se sendikacılığa yeni soluk gelecek. Yasanın sendikalar açısından getir-diği önemli yeniliklerden biri, üyelik ve istifada noter şartının kaldırılmış olması. Böylece sendikalar yeni üye kaydında karşı karşıya kaldıkları cid-di bir mali külfetten kurtuldu. Noter şartı, 12 Eylül yönetimi tarafından yeni sendikalar kurulup örgütlenme-sin diye yasaya konmuştu. Bu madde nedeniyle 30 yıldır sendikalar, gelir-lerinin önemli bir kısmını üye kayıtla-rında noter parası olarak harcıyordu.

12 Eylül düzenlemesinin sendikal alanda dayattığı en temel noktalar-dan birini de barajlar konusu oluştu-ruyor. Örgütlenmenin önünü kapatan bu uygulamadan vazgeçildi. Daha önce yüzde 10 olan işkolu barajın-dan kademeli geçiş sistemi getirildi. Ana baraj yüzde 3’e inerken Ekono-mik ve Sosyal Konsey’e üye konfe-derasyonlara bağlı işçi sendikaları

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201468

Page 68: Sayı 7 | Mesai Dergisi

için bu baraj 1 Temmuz 2016’ya kadar yüzde 1 olacak. 1 Temmuz 2018’e kadar ise yüzde 2 olarak uy-gulanacak. 2018’den sonra yüzde 3 geçerli olacak. İşyeri barajı ise işlet-melerde yüzde 50’den yüzde 40’a inecek. İşletmede birden çok sendika-nın yüzde 40 veya fazla üyesi varsa, başvuru tarihinde en çok üyeye sahip sendika toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olacak. Ancak işkolu barajında Türk İş, Hak İş ve DİSK’e bağlı sendi-kalar için öngörülen kademeli geçiş, diğer sendikalara uygulanmayacak. Bağımsız sendikalarla yeni kurulan sendikalar ana baraj olan yüzde 3’e tabi olacak. SENDİKAL TAZMİNATTA GERİ ADIM

Yeni yasanın en tartışmalı mad-delerinden birini, sendikal faaliyetler nedeniyle işten atılan işçilerin alaca-ğı tazminat maddesi oluşturdu. Bu konuda sendikalar açısından ciddi bir olumsuzluk söz konusu. Yapılan düzenlemeyle, 30 kişinin altında işçi çalıştırılan işyerlerinde sendikal faali-yette bulundukları için işten atılanla-ra sendikal tazminat ödenmeyecek. İşyerlerinin çok büyük bir bölümünün 30 kişiden az işçi çalışan işletmeler-den oluştuğu dikkate alındında bu madde sendikal hareket için önemli bir kayıp. Yeni yasa ile 30’un altında işçinin çalıştığı işyerlerinde sendikalı işçiler rahatlıkla işten çıkartılabilecek. Çıkartılan işçilere sendikal tazminat yolu da kapandığı için örgütlenme açısından ciddi sıkıntılar yaşanacak. Bu madde, Türk İş yönetiminde de

krize yol açtı. Ciddi görüş ayrılıkları-nı ardından Türk İş Başkanı Mustafa Kumlu, görevinden istifa etmek zorun-da kaldı. Yerine Ergün Atalay Türk İş Başkanı seçildi. SENDİKACILIĞIN KURTULUŞU; YENİ BİR ANLAYIŞ

Türkiye’de sendikacılığın çok uzun yıllardır devam bazı sorunları, yukarı-da detaylarını anlattığımız yeni yasa ile kısmen çözüldü. Ancak yasa de-ğişmiş olsa da sendikal aktörlerdeki 12 Eylül anlayışı sürüyor. Bu durum yasanın getirdiği kazanımların ka-ğıt üstünden kalmasına yol açıyor. Sendikacılıktaki kan kaybının önüne geçebilmek için yeni bir anlayış ve vizyon gerekiyor. Türk sendikacılığı-nın kurtuluşu için kamu sendikacılığı anlayışını da terk edip özel sektörde örgütlenmesine ağırlık verilmesi de gerekiyor. Zira çağdaş ülkelerde sen-dikacılık böyle yapılıyor. Türkiye’de ise sendikacılık hala kamu merkezli.

En önemli değişiklik ise anlayış de-ğişikliği olsa gerek. Bunun için insanı ve emeği temel değer olarak kabul eden, siyasi parti ve ideolojilerden bağımsızlığı ilke edinen bir sendika-cılığa ihtiyaç var. Yeni sendikacılık, işveren ve işçi arasında denge ve uyum sağlayarak hakkaniyet çerçe-vesinde menfaatlerini birleştirmeyi temel ilke kabul etmeli. Emek ile ser-mayeyi bir bütün olarak gören, işçi-nin de işverenin de meslek ahlakına riayet etmesini ve birbirinin hukukunu gözetmesini savunan anlayış, sendi-kacılığın kurtuluşu olacaktır.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 69

Page 69: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Tembellik, uyuşukluk, miskinlik gibi farklı birçok terimler-le ifade edilmeye çalışılan bir yavaşlama bir durgunluk olayıdır ki hareketin, çalışmanın kaşı fiilidir. Harekette ve

çalışmada ne kadar fayda ve hikmet varsa tembellikte de o kadar zarar vardır

Evvela tembellik bir zaman israfıdır. Zaman da bir varlık için sermayedir. Onu en iyi değerlen-diren insanlar hep başarılı olmuşlardır. O ser-mayeyi eğlenerek, yatarak, boş konuşup, boş oturanlar sermayeyi boşa harcamış olurlar.

Hareketsiz tembel insanların vücudunda zararlı maddeler birikir ve yağlanmalar olur, buda insan sağlığını bozar. Atalarımız tecrü-beyle “işleyen demir pas tutmaz”, “akan su kir tutmaz “ demişler. Peygamber efendimiz bir Müslümanı tehdit eden dört hastalıktan bahse-diyor. Bunlar; göbek bağlamak, çok uyku, tem-bellik ve yakın azlığı. Dikkat edilirse çok yemek ve çok uyumak kalp katılığına ve tembelliğe oda insanın az amel yapmasına neden olur.

Burada çok yemek ve çok uyumak tenper-verliktir, yani rahata düşkünlük olarak da ifade edebiliriz. Bu rahata düşkünlük öyle bir has-talıktır ki insanları uyuşturur ve çalışamaz hale getirir. Rahatına düşkün insanlar, riske girmez ve düzeninin bozulmasını istemez, yeniliğe karşı olurlar. Böyle rahatına düşkün insanların çoğalması milletler ve devletler açısından tehlikeli olmuştur, bir bi-tiş ve çöküşün habercisidir.

TEMBELLİK

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201470

Page 70: Sayı 7 | Mesai Dergisi

VEYSEL ŞENER

Münazaratta tembellik ve tenperverliğin reçetesi vardır. Orada hayattaki faaliyete dikkat çekilir ve in-

sanın bu faaliyete ayak uydurması istenir. Önüne çıkan engelleri bertaraf etmenin yollarını gösterir. Ça-

lışmada en önemli duygu şevktir ve altı düs-turdan biridir. Şevki kıran ümitsizlik, acizlik, rahata düşkünlük gbi hastalıkların tedavilerini ayet ve hadislerle tedavi sini söyler. İnşirah suresinde dinlenmenin bile farklı bir işle uğra-şarak yapılmasını tavsiye ediyor.

Tembellik ve miskinlikten kurtulmanın fark-lı yolları da vardır. Evvela insan duygusal bir varlıktır çoğu zaman duygularıyla hareket eder. Onun için dinleyeceği iyi bir sohbet veya seyredeceği bir filim veya okuyacağı bir kitap o insanı kamçılayıp harekete geçirebilir

Sonra hareketli insanları ziyaret, birtakım geziler tertiplenmesi de monotonluğu kırıp

hareketliği sağlayabilir. Ayrıca insanların bir gaye ve hedefleri olmalıdır. Mefküresi olma-yan insanlar ataletten kurtulamazlar.

Monotonluğu yenilikle, tembelliği şevkle, tenperverliği az yeme, az uyuma ve az konuş-

ma ile, hane perestliği metafizik gerilimle, miskin-liği hamiyet perverlikle yenmenin ve aşmanın yolları-

nı bulmalıyız. Bir atasözüyle bitirelim “rahat zahmette, zahmet rahattadır.”

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 71

Page 71: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Yunus Emre Güçlü

Sendikalar hiç şüphesiz uzun mücadeleler sonucu, işçi sınıfı tarafından oluşturulmuş sivil

toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşları temelde diğer sivil kurum ve kuruluşlardan ayıran karekteristik işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevler, başta ekonomik olmak üzere demokratik ve sosyal işlevlerdir.1

Sendikaların ekonomik işlevleri genellikle üyelerinin ekonomik çı-karlarını korumaktır. Sendikalar bu işlevlerini yerine getirirken temelde işyerindeki üretilen değerden üyele-rinin adına, genelde ulusal anlam-

da üretilen değerden daha geniş kapsamlı emek sınıfı adına toplu pa-zarlık aracını kullanarak daha adil ve eşit bir pay almalarını sağlamak-tadır. Sendikaların demokratik işlev-leri ise iki yönlüdür. Bir yönü ekono-mik işlevlere doğrudan bağlı olan, işçi sınıfını temelde işyeri, genelde yani ulusal anlamda temsil etmek ile ilgilidir. Diğeri ise yönetimlerinin demokratik kurallara uygun olması ile ilgilidir (sendika içi demokrasi). Son olarak sendikaların sosyal iş-levleri de emek sınıfını ilgilendiren sınıfsal veya toplumsal risklere karşı

TÜRKİYE DE SENDİKALARIN SON DÖNEM İŞLEVLERİ Ü ERİNE

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201472

Page 72: Sayı 7 | Mesai Dergisi

biliçlendirme ile ilgilidir. Örneğin sendi-kaların uluslarası anlaşmalarca tanınan demokratik hak ve özgürlükler (sendikal hak ve özgürlükler başta olmak üzere insan hakları, sosyal haklar) mücadelesi bu kapsamda değerlendirilebilir.

Son dönemde Türkiye’deki sendikacı-lığın işlevlerine bütüncül bir bakış açısı ile bakıldığında açıkça görülmektedir ki özellikle neo-liberal ekonomi politika-ları çerçevesinde devletin özelleştirme aracı ile küçültülmesi çalışmaları, sendi-kaların işlevlerini önemli ölçüde etkile-miştir. Şöyleki, özelleştirme ve yabancı sermaye hareketleri çerçevesinde sendi-kal alandaki yasalar sermaye sahipleri lehine değiştirilmiştir. Hatta bireysel iş kanunu bile bu amaçla değiştilmiştir. Örneğin 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanunu’nda a- tipik (esnek iş ilişkileri) istihdamını öngören iş sözleş-melerinin tanımlanması bile bu alandaki değişimlerin derecesini (bireysel iş söz-leşmelerin işverenler açısından avantajlı hale getirilmesi, daha esnek iş sözleşme-lerin getirilmesi) ortaya koymuştur. Tüm bu gelişmelere bağlı olarak sendika-ların üye sayıları düşmüştür. Özellikle sendikaların üye sayısındaki düşüşler neticesinde sendikaların bir çoğu toplu pazarlık aracını kullanma yetkisini kay-betmiştir. Bu yetkisini kaybeden sendika-lar ekonomik işlevlerini kaybettiği gibi ekonomik işlevlere doğrudan bağlı olan demokratik işlevlerini yerine getirme fonksiyonunun önemli bir bölümünü de kaybetmiştir. Ekonomik ve demokratik iş-levlerini önemli ölçüde kaybeden sendi-kaların sosyal işlevlerini yerine getirme kapasitesi de maalesef sınırlı kalmıştır. Neticede, ekonomik ve demokratik işlev-

lerini kaybeden sendikalar, üyelerinin menfeatlarini korumak için farklı araçlar geliştirme yoluna gitmişlerdir. Bu farklı araçların en önemlisi, Türk sendikacı-lık tarihinde 1960’larda önemli ölçü-de sendikalar tarafından kullanılan ve 1980 olayları neticesinde yasal olarak yasaklanan “sendikaların siyasi partiler-le ilişkiler kurma aracı olmuştur.

Son dönem Türk sendikacılığın işlev-lerine bakıldığında sendikaların üyeleri-nin sosyal hak ve menfeatlerini korumak için siyasi partilerle organik olmasa bile (bağımsızlığını koruyarak) ideolojik açı-dan kendine yakın siyasi partilerin ya-nında yer aldığı görülmektedir. Bu ideo-lojik yaklaşım bir noktada makul görülse bile2 özellikle temel işlevlerini bir kenara bırakıp ideolojik sendikacılık anlayışını bir adım öteye taşımaları başta üyeleri-ni, genel de ise tüm işçileri temsil etme becerilerini yok etmektedir. Bu durum bir bakıma sendikaları sivil toplum kuruluş-ların dışına da itmektedir. Bu tehlikelere karşı sendikalar yeniden asli görevleri-nin farkına varmalıdır. Yani bir yandan üyelerinin hak ve menfeatlarini korurken öte yandan tüm işçi sınıfını temsil ede-cek, onların karşılaştığı ve karşılaşacağı sosyal risklere karşı işçi sınıfını bilinçlen-dirme işlevlerini yerine getirmelidirler.

DİPNOT1- Bu işlevler dışında elbette sendikaların üye hizmet-leri, eğitim ve yatırım gibi farklı işlevleri vardır. Ancak ekonomik, demokratik ve sosyal işlevleri bu sivil toplum kuruluşlarının en karakteristik özellikleridir.2 Sendikaları temelde siyasi hayattan kopuk görmek onların hayat gerçeğine aykırıdır. Çünkü sendikalar ör-gütlü mücadele kurumlarıdır. Bir başka deyişle mücade-le için var olan kurumlardır. Bu mücadele birinci derece sermeye sahiplerine, ikinci derece ise siyasi hükümetle-re karşı yapılmaktadır. Burada esas olan, sendikaların bağımsızlıklarını koruyup korumadıkları (siyasi partile-rin arka bahçeleri olup olmamalarıdır) ve asıl işlevlerini yapabilme kapasiteleridir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 73

Page 73: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Mülayemet Çalışanlar Kon-federasyonu Mülkon’un 1 Mayıs Emek ve Dayanışma

Günü etkinliği olarak Ankara’nın kalbinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlemiş olduğu Emek ve Dayanışma Şenliğine Mesai Der-gisi olarak bizler de katıldık, siz okurlarımız için gözlemledik ve şahit olduğumuz kardeşlik havasıyla büyül-endik…

Evet, etraf cıvıl cıvıldı ve tam bir bayram havası vardı, çocuklar çi-menlerde koşuştururken ebeveynlerin dikkati, kâh çocuklarına kâh sahne etkinliklerine yöneliyordu. Konfede-rasyonun çatısı altındaki derneklerin küçükte olsa ikram stantları görmeğe değerdi… ve tam bir panayır hava-

sını andırıyordu… Her dernek gönül-lülerinin maharetli ellerinden çıkan sarmalar, dolmalar, börekler, tatlılar vb. her türlü ev işi, el emeği ve göz nuru dokumalar, gün boyu hem katı-lımcıların ihtiyaçlarını karşılıyor, hem de şenliğe eşsiz bir renk katıyordu.

Çocuğuyla uçurtma uçuran, ona uçurtma uçurtmayı öğreten babaların içten içe çocukluklarına döndüklerine ve havalanan uçurtmanın ipini çocu-ğuna vermede zorlandığına da şahit olduk.

Konserler ve sahne gösterilerine il-lüzyon gösterileri de eklenince doğal olarak çocukların koşuşturmaları arttı ve ebeveynlerin işleri zorlaştı. Ebe-veynlerin işi sadece koşuşturmakla geçmedi elbette; onların da çaktırma-

1 MAYIS EMEK ve DAYANIŞMA GÜNÜ ETKİNLİĞİ

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201474

Page 74: Sayı 7 | Mesai Dergisi

dan izledikleri ve her anons edildiğin-de ellerindeki numaraya tekrar tekrar göz atmaları dikkatimizden kaçma-dı… Meğer katılımcılara dağıtılmak üzere numaralandırılmış ve girişte herkese birer adet verilen profesyo-nelce hazırlanmış ve bilgisayar orta-mında çekilişi yapılan hediye katılım kartı verilmiş ve biz bunu atlamışız.

Derhal girişteki bu kartları dağıt-makla görevli güvenlikçilere yönel-dik, durumumuzu izah ettik, kendimiz ve eşlerimiz adına ikişer adet hediye-lik eşya piyango katılım kartı aldık…

Almak zorundaydık… Zira dağıtı-lanlar öyle çocuk oyalayan hediyeler-den değildi sadece. Çamaşır makine-sinden bulaşık makinesine kadar her eve lazım beyaz eşyalar, küçük ev aletleri, bisikletler, adeta yok yoktu hediyelik standında… Artık bizimde bir heyecanımız olmuştu ve her numa-ra okunuşunda çaktırmadan numara-mızla karşılaştırmaya başlamıştık.

Piknik yaptık, sirk ve akrobasi gösterileri izledik, yeni arkadaşlıklar edindik, yeni yeni aile dostlarımız oldu, çocuklarımız gün boyu şişme oyuncakların tadını çıkardı…

Defalarca ev sahibini aradı göz-lerimiz…Konfederasyonun Genel Başkanı Mevlüt Toruk beyleri, bir çift laf edip teşekkür edecektik bu güzel organizasyonları için, fakat ne müm-kün! Ya sahnede hediye dağıtır veya misafir ağırlarken gördük kendilerini

…Derken boş bir anını yakala-yıp masasına kurulduk. Çaylarımızı yudumlarken güzel geçen şenliğin, emek ve dayanışma şenliği olarak

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 75

Page 75: Sayı 7 | Mesai Dergisi

adlandırılması ve programın asıl amacının ne olduğunu ve her yıl tekrarlanıp tekrarlanmayacağını sorduk kendilerine. Sahne sesin-den birimizi zor duyabildiğimiz bir ortamda kendileri; ” ev ile iş ara-sında sürekli çalışma temposuyla sıkışan dernek gönüllüsü çalışanla-rımızın bir nebze streslerinden arın-malarına vesile olacağı ve ailelerin birbiriyle tanışıp yeni dostluklar kuracakları umuduyla böyle, şeh-rin göbeğinde ama şehirden uzak, piknik yapıp çocuklarıyla zaman geçirebilecekleri bir buluşmayı arzu ettik. Gördüğünüz gibi günün en iyi geçmesi ve özellikle çocuklar için unutulmayacak bir gün olması arzusuyla ata binmeden uçurtma uçurtmalarına, illizyon gösterilerin-den sirk ve akrobasi gösterilerine kadar bir sürü sahne etkinlikleri, konserler ve çekilişlerle zenginleş-tirdik şenliğimizi…”

On binlerce kişiyi Ankara’nın orta yerinde ve şehrin gürültüsün-den uzak nezih ve yeşillikler içinde sorunsuz bir şekilde ağırlamanın haklı gururunu hissettik kendile-rinde ve şenlik havasında bir gün yaşattıkları için, Mülayemet Çalı-şanlar Konfederasyonu ve bağlı fe-derasyon ve bağlı yüzlerce dernek temsilcilerine teşekkür ederek veda-laştık kendileriyle.

Sahi; biz 4 Mayıs Emek ve Da-yanışma Şenliğini kutladık... Sahne ve çocuk cıvıltısından başka bir ses duymadı kulaklarımız.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201476

Page 76: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Baş ağrısı toplumda en sık görülen şikâyetlerin başında gelir. Baş ağrısı şikâyeti olanların

oranı toplumda yüzde 90’lara ulaşır. Tüm baş ağrılarının yüzde 90’ını ise migren ve gerilim tipi baş ağrıları oluşturur.

Uluslararası Baş ağrısı Derneği baş ağrılarını 14 ana grup ve yüzlerce alt grup olarak sınıflandırmıştır. Doğru-dan doğruya baş ağrısı tablosuyla ortaya çıkan, başka bir hastalıkla iliş-kisi olmayan baş ağrıları birincil baş ağrılarıdır. Bunlar migren, gerilim tipi ve küme baş ağrılarıdır. İkincil baş ağrıları ise yüzde 10 oranında görülen, nedeni belli bir hastalığa bağlı olarak, beyin damar hasta-lıkları, sinir sistemi hastalıkları, beyin tümörleri, göz hastalıkla-rı, sinüzit, menenjit gibi hasta-lıkların seyri sırasında ortaya çıkan baş ağrılarıdır.

Migrenin özellikleri;Uzman Doktor Melek ERTAN

İ e A A S

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 77

Page 77: Sayı 7 | Mesai Dergisi

• Genelde ağrı başın tek tarafın-dadır

• Ağrı zonklayıcı özellikte, orta veya şiddetlidir

• Bulantı, kusma olur• Krizler (atak) halinde gelir• Ağrı 4 ila 72 saat sürer• Ağrı başlangıcında görme bo-

zuklukları olur (auralı tipinde) • Baş hareketleri ve fiziksel akti-

viteyle ağrı artar Işıktan ve sesten rahatsız olma

Migrenin genel olarak iki gruba ayrı-lır. ‘Aura’lı dediğimiz ön belirtili mig-ren ve aurasız migren. Migrenlerin yalnızca yüzde 10’u auralıdır.

Aura, ön belirtili migrende rastla-nan şikayetlerdir. Bu belirtilerin çoğu görmeyle ilgilidir. Hasta, parlak ışık-lar, zig zag çizgiler gördüğünü ya da görmenin bulanıklaştığını, bir alanda veya bir bölgede görme kaybı oldu-ğunu söyler. Ayrıca kolda, bacakta uyuşma, baş dönmesi, konuşmayla ilgili bozukluklar da görülür. 20-30 dakika sürer ve ardından ağrı başlar.

Migrende çevresel faktörler, gene-tik olarak yatkın kişilerde, beyinde bir aktivasyon yaratırlar. Bu aktivasyon, beyin damarlarında genişleme yapar ve kimyasal maddeler açığa çıkar. Bunlar sinirleri uyararak ağrıya ne-den olurlar.

Migrende kalıtımın etkisi vardır. Migrenlilerin yakın akrabalarında migren olma olasılığı yüksektir. Ge-netik bozukluk migrenin sadece bazı özel tiplerinde gösterilebilmiştir.

Migren çocukluklarda da görülür,Tüm migrenlilerin yüzde 10 – 15 kadarında hastalık, çocukluk çağında başlar. Migrenin çocukluk çağında görülme oranı ise yüzde 3 - 5 kadardır. Bu rakam ergenlikten son-ra yüzde 10’ların üstüne çıkar. Uyku düzensizliği, uyuma güçlüğü, neden-siz kusmaları, alerjisi, araba tutması olan çocuklarda ileride migren geliş-me olasılığı daha fazladır.

Migreni tetikleyen faktörler ;• Yükseklik değişiklikleri• Hava kirliliği, sigara dumanı

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201478

Page 78: Sayı 7 | Mesai Dergisi

• Parlak ışık veya titreyen ışık• Yüksek ve devamlı gürültü• Parfüm kokusu, kuvvetli diğer

kokular ve kimyasal maddeler• Hava durumundaki değişiklik-

ler (basınç, sıcaklık ve nem de-ğişikliği, lodos)

• Mevsimsel değişiklikler (son-bahar ve ilkbahar en kötü za-manlar)

• Açlık, öğün atlama• Çok ya da az uyuma, uyku dü-

zenindeki bozukluklar• Uçak yolculukları• Doğum kontrol hapları• Kadınlarda hormonal değişik-

likler (adet dönemi) • Bazı yiyecek ve içecekler (çi-

kolata, kabuklu kuruyemiş, kır-mızı şarap vb) Migreni tetikle-yen faktörler arasında pek çok besin sorumlu tutulmaktadır. Ancak, her hastada migren ağrısını arttıran yiyecek farklı olabilir. Önemli olan kişinin ağrısını tetikleyen maddeyi kendisinin bulup, keşfetmesi-dir.

Migren kadınlarda daha fazladır.Bu, kadınların hormonal düzeniyle ilgili bir durumdur. Menopozdaki kadında migren krizleri seyrekleşir. Hamilelikte de 3 ile 9’uncu aylar ara-sında migren krizleri azalır.

Gerilim tipi baş ağrısını migren-den ayırt edebilmek için klinik bulgu-lar çok önemlidir.

• Gerilim tipi baş ağrısı çokluk

stresten kaynaklanır • Tüm başı tutar, tepede etkilidir.

Başın arkasından öne yayılma gösterir

• Çok nadir tek taraflı olabilir • Bulantı olabilir ama kusma gö-

rülmez • Bir hafta - 15 gün ağrıyla (ha-

fif) geçer • Ağrı kriz şeklinde olmaz • Ağrı başlamadan önce görme

bozuklukları olmaz • Hareket etme ağrıyı artırmaMigren tedavisindeki hedef, tetik

çekici faktörleri azaltmak, sinir siste-mindeki hassasiyeti ve ağrı sırasında ortaya çıkan damar ve damar çevre-sindeki olayları baskılamaktır. Temel tedavi, koruyucu ve atak tedavisi ol-mak üzere ikiye ayrılır. Eğer hastanın ağrıları ayda bir iki kez görülüyorsa sadece atak sırasında tedavi önerilir.

Atak-ağrı tedavisinde basit ağrı kesiciler, steroid olmayan anti-infla-matuar ilaçlar, ergotaminli ilaçlar ve triptanlar kullanılır. Ağrı kesici ve Ergotaminli ilaçlar sık kullanıldığı tak-dirde ağrıyı sürekli yapar ve bazen daha ciddi yan etkilere yol açabilir-ler.

Atak sırasındaki bulantı ve kusma için de anti emetik- bulantı giderici ilaçlar verilir. Ağrı kesiciler atağın ba-şında alınmalıdır. Emilimi hızlandır-mak için de bulantıyı önleyici ilacın ağrı kesiciden önce alınması gerekir.

Koruyucu-önleyici tedavisinde bir ay içinde atak sayısı üçü, dördü ge-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 79

Page 79: Sayı 7 | Mesai Dergisi

çiyorsa o zaman sadece atak sırasında değil, migren atağını önlemeye yönelik ilaçları da kullanmak gerekir. Kişi ayda, ya da 6 ayda bir kez migren krizi geçi-riyorsa uygulanmaz. Koruyucu tedavide ilaçlar her gün alınır. Bu amaçla kalp ilaçları, depresyon ilaçları, epilepsi ilaçları kullanılmaktadır. Ağrı kesicilerin her gün alınması sakıncalıdır.

İlaç dışında tedavi alternatifleri geri-lim tipi baş ağrısında biofeedback (geri iletim - gevşeme eğitimi), migrende aku-punktur, kronik ağrılarda doku masajı, Riboflavin, magnezyum, ‘fever few’ bitkisi içeren ilaçlar alternatif tedaviler olarak kullanılmakta ve bazı hastalarda yararlı olmaktadır.

Son yıllarda baş ağrısı tedavisinde de kullanılmaya başlanan botox, sık ge-len ve kronik ağrılarda bir tedavi alter-natifi olmakla birlikte çok pahalı olması nedeniyle pratikte kullanılan ve öncelikli bir tedavi değildir.

Sürekli baş ağrılarında ikincil bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır.

Daha önce belli aralıklarla gelen ağ-rıları olan hastalarda ağrılar süreklilik kazanmışsa hastanın çok sayıda ağrı kesici ilaç kullanmış olması, ya da alt-ta psikolojik nedenlerin var olabileceği olasılığı düşünülmelidir.

Morfin türevi olmayan ağrı kesiciler sürekli kullanıldıklarında temel olarak bağımlılık yapmaz, ancak ilaç kötü kullanımına bağlı baş ağrısı dediğimiz yeni bir ağrı türü de eklendiği için has-talar böyle hissedebilirler. Bu durumda hastanın mutlaka bir hekime başvurarak ağrı kesiciler dışında bir tedavi için yar-dım alması gereklidir.

İleri yaşlarda başlayan baş ağrıların-da öncelikle altta yatan bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır. Migren yaşla birlikte azalma gösteren bir hastalıktır. %2 oranında İleri yaşlarda başlayabilir.

Özellikle ileri yaşta başlayan ve baş ağrısı nedeni olan iki hastalık temporal arterit (özel bir damar iltihabına bağlı baş ağrısı) ve hipnik (gece gelen) baş ağrılarıdır. Bu nedenle 50 yaş üzerin-deki bir hastada yeni ortaya çıkan baş ağrıları varsa mutlaka doktora danışıl-malıdır.

Ağrı sürekli ve artan şiddette ise, ilk kez ağrıyla tanışan kişinin yaşı 10’un altında 50’nin üstündeyse, daha önce mevcut olan ağrının şiddeti, şekli değiş-tiyse, tedaviye cevap vermiyorsa, baş ağrısı şimdiye kadar hayatında karşı-laştığı en şiddetli ağrıysa ve ağrı bir fiziksel aktivite sırasında (ağır bir yük kaldırmak, cinsel ilişki) ortaya çıkmış ve şiddetini arttırmışsa mutlaka doktora git-mek gerekir.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201480

Page 80: Sayı 7 | Mesai Dergisi

ABD, Beyin Sinyalleri ile Çalışan Robotik Kolların Seri Üretimini Onayladı

ABD Savunma Bakanlığı’nın il-eri araştırma ajansı DARPA TARAFINDAN Yaklaşık sekiz

yıl önce başlatılan çalışmalar netices-ini verdi. Dünyada ilk defa olarak Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) beyin sinyalleri ile çalışan robotik kolların seri üretimini onayladı. Sis-tem insan kolun geri kalan kısmı üz-erine yerleştirilen elektrotlar ile kolun kontrol edilmesi prensibiyle çalışıyor. Sonuçlar hayli şaşırtıcı çünkü yapılan denemelerde hastaların fermuar açıp

kapayabildikleri, tuşlara basabildikleri hatta üzüm ve yumurta gibi objeleri ezmeden alabildiklerini görüldü.Disney’in üzerinde çalıştığı ‘Tesla Touch’ projesi, ekran yüzeyine dokunarak, objeleri 3 boyutlu hissetmeyi sağlıyor.

Bu araştırma için electrovibration temelli bir ekran kullanılıyor ve gelişti-rilen yeni bir algoritma ile kullanıcıla-rın dokunmatik ekranlara dokunduğu anda ekranda bulunan objenin doku-sunu algılamalarına olanak sağlanı-yor.

TEKNOLOJİ

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 81

Sony, meşhur teyp kasetini, ‘185 TB’ hafızayla, dünyanın

en fazla bilgi saklayabilen ortamına çevirdi.

3 boyutlu kalemle, kâğıt ol-madan havada şekiller çizile-

biliyor.

Page 81: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Geliştirilen bu algoritma kullanıcı-nın parmağı ile ekrandaki 3 boyutlu objenin kenarları üzerinde oluşan sürtünme kuvvetini yönlendiriyor. Oluşan bu yönlendirme farklı hislerin kullanıcının parmağının ucunda hisse-dilmesine olanak sağlıyor.Japonya, Kagoshima sehrinde, 22000 evin elektrik ihtiyacini saglayacak gunes tarlasi insa etti.

Elektronik üreticisi Kyocera tara-fından 22.000 evin elektrik ihtiyacı-nı karşılamak üzere inşa edilen Ka-goshima Nanatsujima Mega Güneş Enerjisi Santrali 70 megavat gücünde ve yaklaşık 280 milyon dolar değe-rinde.

Özellikle Fukuşima nükleer felaketinin ardından Japon kamuo-yundan yükselen temiz ve yenilenebi-lir enerji kaynaklarına yatırım çağrıla-rının bir yansıması. Google, ‘INTERNET BALONU’ projesiyle, dunyada erisim olmayan bolgelere bedava internet goturecek.

Google, 4.8 milyar insana inter-net ulaştırmak için dev bir proje baş-latarak gökyüzüne internet erişimi sağlayacak 30 tane balon bıraktı. Enerjiyi, güneş panellerinden alan ve hızı 8 ile 30 km/sa arasında değişen balonların her birinin 780 kilometre-karelik alanda internet erişimi sağ-laması bekleniyor. Son dönemlerde şoförsüz otomobil ve Google gözlük geliştiren X-lab tarafından geliştirilen helyum dolu balonlar ilk olarak 20 kilometre yüksekliğe çıkarıldı. Testleri-nin süreceğini açıklayan Google yet-kilileri projenin önünde henüz birçok engel olduğunu söyledi ve bir sonra-ki testin güney yarımkürenin 40’ıncı enleminde 300 balonla yapılacağını bildirdiler.Beijing metrosunda, geri donusumu ozendirmek icin, bos kutuyla calisan bilet makinalari kullaniliyor.

Pekin Metrosu plastik şişe geri dö-nüşümü ile yolcuların seyahat masraf-larını dengelemek için 40 adet bos kutuyla çalışan bilet makinasını işlet-meye aldı. Sisteme göre yolcuların otomatik makinelere attıkları her bir atık şişe için bilet ücretinden 3-4 ku-ruş indirim yapılıyor.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201482

Page 82: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Sony, meşhur teyp kasetini, ‘185 TB’ hafızayla, dünyanın en fazla bilgi saklayabilen ortamına cevirdi.

Sony Blu-ray’den tam 3 bin 700 kat daha büyük veri depolayabilen manyetik bir kaset geliştirdi. 185 TB veri depolayabilen ve bu haliyle bu-günün tüm depolama teknolojilerin-den üstün olan söz konusu teknoloji, standart kasetlerden 74 kat daha faz-la veri depolama alanına sahip.

İnç başına 148 GB veri depolayabi-len Sony’nin yeni manyetik kasetlerinin ne zaman ve hangi tasarımda satışa sunulacağı ise henüz bilinmiyor.

3 boyutlu kalemle, kâğıt olmadan havada şekiller çizilebiliyor.

Londra merkezli LIX dünyanın en küçük 3D baskı kalemini üretti. Cihaz ile kullanıcılar sadece birkaç saniye içerisinde havada hat, aksesuar ve prototipler çizebiliyor. Fonksiyonel olarak 3D yazıcılara benzeyen ci-haz, çizim yaparken oluşan plastik hızlı bir şekilde eriyebilme ve he-men soğuyabilme özelliğine sahip. Kalemin özellikle aksesuar ve moda tasarımları yapanlar için çığır açıcı bir buluş olduğu konunun uzmanları tarafından dillendiriliyor.Apple firması yakında tanıtacağı ‘iwatch’ ürününde, LG’nin geliştirdiği esnek ekran konseptini kullanacak.

APPLE firması Haziran ayında ta-nıtacağı 1.3 inç ve 1.5 ekrana sahip iWatch için LG’nin tanıttığı esnek ek-ran konseptini kullanacak.

Google, HTC ve Microsoft gibi teknoloji devlerinin ardı ardına akıllı saatler çıkarmayı planladıkları bu yıl APPLE esnek ekran saatlerinden yak-laşık 9 milyon satmayı planlıyor.

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 83

Page 83: Sayı 7 | Mesai Dergisi

KIRIKKALE’NİN DEĞERİ MKE VE ÇIRAK OKULU

SEYYİT DAŞTAN

Kırıkkale bir Cumhuriyet şeh-ri. Türkiye’nin tam ortasında yepyeni Doğu Anadolu’nun,

Güneydoğu Ana Dolunun ve Karadeniz’in kavşak noktası olan Kızılırmak’ın içinden geçen Bozkır-dan oluşan bir zamanda işçi şimdi ise emekli şehri diyebileceğimiz ti-pik bir Anadolu şehri. Fakat şehir olarak tarihi, tarihi eseri ( Kızılır-mak hariç) doğal güzelliği olma-yan bir şehir. Ama buna rağmen Kırıkkale’mi seviyorum. Başkente yakın olması yaşam olarak ekono-mik olması artıları diyebilirim.

Cumhuriyet şehri demiştim çün-kü 1930’lardan önce Kırıkkale

diye bir şey yoktu. Sadece bir Kırık Köyü birde Kale tepe dediğimiz o küçük tepecik var idi. Ne zamanki MKE Fabrikası Kırıkkale’ye kurul-du, işte bundan sonra önce kasaba daha sonra ilçe ve 1989yılındada il Statüsüne kavuşup Türkiye’nin 71 plaka kodlu ili olmuştur. MKE Fab-rikası ve Ora Anadolu Rafinerisi ile birlikte şehir 1990 lara kadar hızlı bir şekilde büyüdü. Sonra ise MKE ‘nin küçülmesi ve özel sektör teşeb-büsünün zayıflığından şehir yerin-de sayıp adeta göç veren bir şehir konumuna gelmişti ki bu gidişi bir nebze olsun üniversite ve azda olsa özel sektördeki gelişme sonlandır-

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201484

Page 84: Sayı 7 | Mesai Dergisi

mış durumdadır.Özel sektörün zamanında atağa

kalkmasının bence sebebi MKE ve Rafineridir. Burada kayda değer bir çalışan potansiyel özel teşebbüsü üretime değil de tüketime yönelik iş sahasına yöneltmiş ne zamanki MKE küçülmeye başladı, O zaman bazı gerçekler görünmeye başladı fakat gecikilmiş oldu. Yine de bu gecikil-mişliğe rağmen bir kıpırdanma oldu diyebilirim.

Birazda Kırıkkale’yi Kırıkkale ya-pan MKE den bahsedelim. MKE’ nin Kırıkkale’de; Muhimmat, silah, top, çelik, barut, pirinç, çelik çekme boru ve destek tesisleri diye Fabrikaları var

idi.1985-1990 yıllarında yaklaşık 15 bin mevcudu var idi.Şimdi ise işçi olarak 2 bin mevcuda geriledi. MKE nin küçülmesi biraz devlet politikası kaynaklı çünkü özel sektör ile rekabet edecek şekilde teknolojik yenilikler zamanında yapılmadı adeta gözden çıkarıldı ve bu duruma geldi. Halbuki MKE biraz modernize edilse teknolo-jik yeniliğe gitmiş olsa idi savunma sanayimizin her türlü her türlü ihtiyacı karşılanırdı. Aynı zamanda dünyanın değişik ülkelerine ihraç yapıp ekono-miye önemli katkı sağlardı.

Birazda MKE nin bir zamanlar ka-lifiye elemen ihtiyacını karşılayan şu anda derneğimiz üyelerinin çoğunun buradan mezun olduğu iki yıllık eği-tim süresi olan MKE ye ait olan özel okuldan bahsetmek isterim.

Bu okuldan mezun olup kısa yol-dan kamu işçisi olan birçok kişiyi iş sahibi yaptı. Halk arasında bura-yı kazanan öğrenciye altın bileziği koluna taktın derlerdi. Bir anlamda doğru diyebiliriz, diğer taraftan çok gencin okumasına engel oldu da di-yebiliriz. Hatta Kırıkkale de fazla bü-rokrasi de bürokratı olmamasını buna bağlanmaktadır. Çırak okulu 1976 yılına kadar ilkokul mezunu öğrenciyi sınavla buraya alıyordu. Hatta o yıl-larda çırak okulu sınavında başarılı olmak için kısa süreli dershane bile açıldığı olmuştu. Çırak okulu 1976 yılından sonra imtihan ile ortaokul mezunu öğrencisini alıyordu. Bir dö-nemde imtihansız ön kayıt sistemi ile ders notu ve diploma derecesine göre alım yaptı. Maalesef hem imtihan ile

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 85

Page 85: Sayı 7 | Mesai Dergisi

CEVİZ İÇİN KABUĞUNU

HOŞGÖR!

Şevket GÖLÜK

Hoşgörü, sağlıklı bir insan davra-nışı… Beşeri münasebetlerin temeli ve harcıdır; Evde, trafikte, sokakta, okul-da, işyerinde, kısaca insanın olduğu her yerde…

Hoşgörü kendisiyle barışık insan-ların şiarı, hoşgörü kendini bilme ve haddini bilerek sürdürülen bir hayat biçimi… O nemelazımcılık değil, an-layışlı olmanın adı, o sevginin yolu, anlayışın özü ve kendisidir. Kısacası hoşgörü fıtratı bozulmamış insanın özüdür.

Sahi en son ne zaman aynaya bakıp, kendinize gülümsediniz? Bu sabah kaç kişiye merhaba, günaydın ya da hayırlı sabahlar dediniz? Se-lam vermemek için ayıp aramış ola-maz insan!

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 201486

Page 86: Sayı 7 | Mesai Dergisi

Hz. Mevlana ‘‘ Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak. ’’ diyor.

Ah sevgi eksikliği ve yitirilmiş hoşgörü! Biri toplumsal bunalımların doğuş sebebi, diğeri yaşamımızı ko-laylaştırıp anlamlı kılan ve her türlü zorluğu aşmamıza yardımcı olan ha-yat iksiri! Siz beraberce varsanız ve yaşam biçimi haline gelmişseniz biz severiz ve seviliriz değilse karanlıkta kalırız…

Sahi bu günlerde, trafikteyken içinizden kaç kişiye bir şeyler mırıl-dandınız? Kaç defa yardıma ihtiyacı olan insanları gördüğünüzde başınızı

çevirdiniz? Çalıştığınız yerde yönetici iseniz- idarenizdeki kaç insanı yete-rince dinlemediğiniz için kırdınız? Okuduğunuz okulda, sınıfta, sırada kaç kişiye kötü davrandınız? Arka-daşlarınızı, bencilliğinizden dolayı üzdünüz mü yoksa?

Cevize ulaşmak için hangi aşama-lardan geçtiğimizi hatırladınız değil mi? Dışında acı ve buruk yeşil kabu-ğu, Onun altında da taştan yumuşak esas kabu-ğu… Ve nihayet ipek yumuşak-lığında zarla sunulan cevi-zin özü!

Sevgide güneş gibi ol,

DostIuk ve kardeşIikte akarsu gibi ol,

HataIarı örtmede gece gibi oI,

Tevazuda toprak gibi oI, öfkede öIü gibi ol,

Her ne oIursan oI,

Ya oIduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

(Hz.Mevlana)

Ben geldim sevgi için gönüller dost avı için

Ben gelmedim dava için gönüller yapma-ya geldim

Gelin biz tanışalım işi kolay kılalım

Sevelim sevilelim dünyada kimse kalmaz.

(Yunus Emre)

www.mesaidergisi.org • Nisan - Mayıs - Haziran 2014 87