32
Sayı: 2009/28 24 Temmuz 2009 1 TL Sosyalizm İçin Amerikancı rejimin sahte hayallerine karşı

Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-28 / Temmuz

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Sayı: 2009/28 24 Temmuz 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Amerikancı rejimin sahte hayallerine karşı

Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERAmerikancı rejimin sahte hayallerinekarşı devrimci sınıf mücadelesi! . . . . . . 3Düzen içi çatışma yargı üzerindensürüyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4“Kürt açılımı”nda son perde . . . . . . . . . 5

Kürdistan’dan yansıyan kirli savaşhikayaleri.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6Sermaye işçi kanı dökerek büyüyor!.. . . 7Emekçileri yeni vergiler ve zamlar bekliyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8Ne “23 sentlik asker” ne de emperyalizmin suç ortağı olacağız! . . . . . . . . . . . . . . 9-10Hasta tutsaklar ölüme giderken,kontrgerillacılar tahliye ediliyor... . . . . 11“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”. . . 12Entes dinenişinden..... . . . . . . . . . . . . . 13İşçi ve emekçi hareketinden….. . . . 14-15Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi,mücadele ve örgütlenmenin sorunlarıüzerine konuştuk..sürüyor.... . . . 16-17-18Kapitalizm can almaya devam ediyor!..Sağlıkta özelleştirmeöldürüyor!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19

Bir cinayet ve devlet gerçeği . . . . . . . . 20Gençlik eylemlerinden... . . . . . . . . . . . 21Alevi Çalıştayıaynasında yansıyanlar . . . . . . . . . . . . . 22

Parlatılan Nabucco ve üstü örtülen gerçekler. . . . . . . . . . . . . . 23Mollalar rejimi, din ve emekçi halk hareketi. . . . . . . . . . . . . . . 24Honduraslı emekçilerin faşist cuntaya karşı mücadelesi devam ediyor! . . . . . . . . . . 25Amerikan savaş makinesi “Irak-ABDGüvenlik Anlaşması”nıtanımıyor... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

İsrail savaş gemileriKızıl Deniz’de… . . . . . . . . . . . . . . . . . 27

Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden..... . . . . . . . . . . . . . . . . 28‘96 Zindan Direnişi 13. yılında.... . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkBeşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A

İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

Sayı: 2009/28 l 24 Temmuz 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten Özdoğan EKSENBasım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Sermaye iktidarı, geçtiğimiz aylarda büyük birgürültü eşliğinde gündemin ön sıralarına taşıdığı, fakatsomut bir karşılığının olmamasının da bir sonucu olaraktavsayıp geri plana düşen sahte “Kürt açılımı projesi”niyeni hayal ve beklentileri canlandırmak üzere tekrarısıtarak piyasaya sürüyor. Buna “Nabucco DoğalgazBoru Hattı Projesi” ve Uluslarası Kriz Grubu'nunsermaye devletinin Kerkük-Musul'a yönelik sömürgecihayallerini canlandıran raporunun yarattığı ilüzyonu daeklemeliyiz.

Burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin,emperyalist efendilerinin desteğiyle uygulamaya çalıştığıprojeler, ham hayaller pompalamak için kullanılıyor.“Kürt sorunu çözülüyor, büyük gelir getiren anlaşmalarimzalanıyor, Irak'la ekonomik entegrasyon önemli maliolanaklar yaracak, Türkiye'nin önemini kanıtlayan buprojeler AB'nin kapılarını açacak” vb. söylemler, sahteumut tacirlerinin öne çıkarttıklarından bazıları.

Sermaye iktidarı tüm bunları bir iç politikamalzemesi olarak kullanmakta; işçi sınıfı, emekçikitleleri ve Kürt halkını boş beklenti ve hayaller içinesokmaya çalışmaktadır. Böylece dikkatler krizle birlikteiyice keskinleşmiş sınıf çelişkilerinden uzaklaştırılıpkapsamlı saldırıların uygulamaya konmasına uygun birzemin de yaratılmak istenmektedir.

Oysa, devletin Kürt halkına karşı sistematik saldırılarhız ve yoğunluğundan bir şey yitirmeksizin sürüyor.“Kürt açılımı” söylemlerine rağmen geleneksel imha,inkar ve asimisyon politikarının özünde hiçbir değişiklikyoktur. Öte yandan, sermaye iktidarı krizin faturasını işçive emekçilere kesmek için yürüttüğü azgınca saldırılarayenilerini ekliyor. Şimdiden bir milyon işçiyi işsizbırakması yetmezmiş gibi, Özel İstihdam Büroları Yasasıile işçileri tam bir köle haline getirmeye ve bütçe açığıiçin “kaynak sağlamak” adı altında yeni bir kapsamlısosyal yıkım saldırınsıa hazırlanıyor.

Kuşkusuz ki, tüm iktisadi ve sosyal saldırılaradizginsiz bir devlet terörü eşlik etmektedir. Kürt halkıüzerinde hız kesmeyen baskı ve terörün yanısıra, krizinfaturasını ödemeyi reddeden işçi sınıfı ve emekçikitlelerin üzerine de kolluk kuvvetleri azgıncasaldırmakta ve bunu çoğu kez yargı terörütamamlamaktadır.

Bir başka dikkat çeken nokta, JİTEM'in kurucusu veikinci Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunanemekli Albay Arif Doğan, sağlık sorunları gerekçesi önesürülerek “şaibeli” bir biçimde tahliye edildi. Öteyandan, Adli Tıp Kurumu, Çukurova Üniversitesi, AdanaTabip Odası'nın “ölüm riski var” raporuna karşın 14yıldır cezaevinde olan devrimci tutsak Güler Zere'yitahliye etmedi. Ölüm Orucu Direnişi sürecinde “hayatınkutsallığı”nı dillerine dolayanlar, kontrgerillaelemanlarını şaibeli sağlık raporlarıyla birer ikişersalıverirken, bugün ağır sağlık sorunlarıyla boğuşandüzene muhalif siyasi tutsakları tahliye etmeyip açıkçaölüme terkediyorlar.

Kısacası, sermaye düzeni ve devleti; işçi sınıfı,emekçi kitleler ve Kürt halkına açlık, sefalet, baskı vezulümden başka bir şey vaadetmiyor. Açıktır ki; sermayedüzeni ve devletinin tüm bu azgın saldırılarınıpüskürtmek, krizin faturasını kapitalistlere ödetmek,ırkçı-şovenist inkarcı politikayı boşa çıkarmak için baştaişçi sınıfı olmak üzere, emekçi kitleler ve ezilen Kürthalkının birleşik, kitlesel ve devrimci bir çizgidemücadeleyi yükseltmekten başka bir seçenekleri yoktur.

KKiittaappççıı vvee bbaayyii ii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Washington’da biçilen “etkin taşeron” rolünüoynamaya hevesli olan Türk burjuvazisi ile onundevleti, egemenler arasında devam eden iktidar ve rantkavgasına rağmen bu yönde yeni adımlar atmayahazırlanıyor. Irak’taki kukla yönetimle geliştirilen çokyönlü ilişkiler, bölgesel boyutu ile Kürt sorununamüdahale etme hazırlığı, “Nabucco Doğalgaz BoruHattı Projesi”nin önemli bir aşaması sayılananlaşmanın imzalanması...

Son günlerde ülke gündeminin ilk sıralarınayerleştirilen bu gelişmeler, işbirlikçi burjuvazininABD güdümünde “bölgesel güç” mertebesineyükselebilmek adına harcadığı çabalarınyoğunlaştığını gösteriyor. Her üç alanda yapılangirişimlerin, emperyalist-siyonist güçlerin bölgeselçıkarları gözetilerek planlanması, ülkenin “stratejikkonumu” üzerinden pazarlanması anlamına geliyor.Elbette tekelci burjuvazi bu girişimlerden rant eldeetmeyi, devleti üzerinden ise bölgede daha etkili birgüç olmayı hedefliyor. Fakat bu, emperyalist-siyonistgüçlerin güdümünde hareket edildiği gerçeğini ortadankaldırmıyor.

Emperyalistlerle işbirlikçilerininprojelerinden ne işçi ve emekçilere

ne Kürt halkına hayır gelir!

Görünen o ki, hem AKP’nin borazanı gerici-dincimedya, hem TÜSİAD’ın medyadaki sözcüleri,“bölgesel güç” olma yönünde atılan adımlardanfazlasıyla hoşnutlar. Bu uyumu, Türk burjuvazisininfarklı kanatlarının bu projelerden elde edileceğivarsayılan ranttan pay alma beklentisi içinde olmasınayormak gerekiyor.

Aynı çevrelerin, son zamanlarda Kürt sorununundüzen içi iğreti bir çözüme kavuşturulmasına dadestek verdiği gözlenmektedir. Sermaye çevrelerininmedya üzerinden yansıyan bu eğilimi, Kürt halkınınmaruz kaldığı baskı ve zulme karşı olmaktan değil,gelinen yerde bu sorunun “etkin taşeronluk” misyonuönünde bir engel kabul edilmesinden kaynaklanıyor.Başka bir ifadeyle, ülkenin stratejik konumunun iyi birfiyata pazarlanabilmesi için Kürt sorununun ayakbağıolmaktan çıkarılması gerekiyor. Burjuvazinin Kürthalkının sorunlarına ilgisi bu sınırlardadır.

Cumhurbaşkanı dahil rejimin değişik düzeylerdekibirçok temsilcisi Kürt sorununu çözmek için fırsatdoğduğunu vaaz ederken, TÜSİAD şefleri DTP ilegörüşmek için randevu aldı. Abdullah Öcalan’ınüzerinde çalıştığı “yol haritası”nı 15 Ağustos’taaçıklayacağını ilan etmesinden bu yana sermayemedyasının “ağır topları” Kürt sorununun çözümünüdillerine doladılar. Bu arada rejimin görevlileriWashington, Bağdat, Erbil arasında mekik dokuyarakKandil dağındaki PKK’li silahlı güçleri teslim olmayazorlamak, olmazsa ağır bir darbe indirebilmek içindestek arayışındalar. Ankara’dan yapılanaçıklamalarda ise, Kürt sorunu ile PKK’nin aynışeyler olmadığı tekrarlanırken, “sıcak takip” içinyapılan hazırlıkların son aşamasına geldiği belirtiliyor.

Tüm bu hengame içinde ezilen Kürt halkının temelsorunlarından söz eden yok. Söylenenlerin özü,

PKK’nin silah bırakması, Kürt halkının ise kendisinelütfedilecek birkaç kırıntıya şükretmesi gerektiğindenibaret. Bu konuda dile getirilen bir diğer önemli noktaise, bu iş halledildikten sonra, Güney Kürdistanyönetimini güdümüne alma olanağına kavuşan Türkdevletinin bölgede çok daha aktif bir güç olacağı,dolayısıyla “etkin taşeronluk” rolü önünde bir engelkalmayacağıdır. Belirtmek gerekiyor ki, Türkdevletine akıl vermeye çalışan Abdullah Öcalan’ın şuana kadar önerdiği “çözüm” de, esası yönünden buçerçeveden çok farklı değil.

Anlaşıldığı kadarıyla, “Amerikan çözümü” diyeanılan bu plan, zamana yayılarak da olsa bir şekildehayata geçirilecek. Fakat “çözüm” diye pazarlanan buplan uygulansa bile, Kürt halkının emekçikesimlerinin sorunları yerli yerinde kalacak. Bu ise,Amerikan çözümünün Kürt halkında yaratacağıyanılsamanın uzun ömürlü olamayacağı anlamınageliyor.

Amerikancı rejimin bugünlerde övünç kaynağıdiye sunduğu bir diğer gelişme, Bağdat’taki kuklayönetimle Ankara arasında çok yönlü ilişkileringeliştirilmesidir. Başbakanın “akıl hocası” diye anılanDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, basına yaptığıaçıklamada, Tayyip Erdoğan-Nuri El Maliki ikilisinin10 Temmuz 2008’de imzaladıkları “Stratejik İşbirliğiKonseyi” kurulması anlaşması çerçevesinde, ikiülkenin “ekonomik işbirliği”ne değil, “ekonomikentegrasyon”a gideceğinin belirtildiğini söyledi. ElMaliki’nin 13 Temmuz 2009’da Ankara’da yapılanNabucco doğalgaz hattı anlaşması törenine katılarakgaz ve petrol taahhüdünde bulunması, Irak’ın sözkonusu anlaşmaya uyma iradesinin göstergesisayılıyor.

Türkiye-Irak anlaşmasına dair konuşmasında“Irak’la kader birliği yaptığımızın bilinci içindeyiz”diyen dışişleri bakanı, anlaşmanın PKK’nin askeritehdit olmaktan çıkarılmasının çok ötesinde olduğunuvurguladı. “Kader birliği”, “ekonomik entegrasyon”gibi söylemler, Türk devletinin Irak’ta ABD adınaetkin bir taşeron olmaya hazırlandığını ortayakoyuyor.

Gerici rejimin sözcüleri ile medyadaki görevlilertarafından “büyük umutlara” konu edilen bir diğergelişme ise Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi’yleilgili anlaşmanın imzalanmasıdır.

AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile 5ülkenin başbakanının imzaladığı anlaşma, Hazar veOrtadoğu bölgesindeki doğalgazın Türkiye üzerindenAvrupa’ya taşınmasını öngörüyor. Büyük patırtılarakonu olan anlaşmaya göre, doğalgaz boru hattınıninşasına 2011 yılında, ilk gazın pompalanmasına ise2014’te başlanacak.

Bu anlaşma esas olarak ABD ile ABemperyalistlerini sevindirmiştir. Tabii Türkburjuvazisinin de bu ve benzer projelerden rantbeklentileri yüksektir. Nitekim anlaşmanınimzalanması vesilesiyle konuşan Tayyip Erdoğan,Türkiye’nin başta Ortadoğu ve Hazar bölgesi olmaküzere doğalgaz rezervlerinin 3’te 2’sinin bulunduğubölgede yer aldığını, bu konumundan dolayı kaynakülkeler ile tüketici pazar arasında tabii köprü ve geçişnoktası durumunda olduğunu vurguladı. Görüldüğüüzere, dinci gericiliğin şefi neyi pazarladığını iyibiliyor.

Anlaşmadan dolayı AKP hükümetini alkışlayansermaye kodamanlarının, petrol ve gaz taşıyanhatlardan büyük rantlar elde etmek için çırpındıklarıortada. Ancak emperyalist güç odaklarının enerjikaynaklarının yanısıra, bu kaynakların dünyapazarlarına güvenli ulaşım yollarını da denetim altınaalmaya çalıştığı dikkate alındığında, bu türanlaşmaların Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığınıdaha da pekiştirmesi kaçınılmaz olacaktır.

“Büyük işler”in gölgesinde işçi sınıfına,emekçilere, Kürt halkına azgın saldırılar

Amerikancı rejimin emperyalist efendilerineyaslanarak uygulamaya çalıştığı projeler, medyadakişarlatanlar marifetiyle temelden yoksun hayalleryaymak için kullanılıyor. Kürt sorunu çözülüyor,büyük gelir getiren anlaşmalar imzalanıyor, Irak’laekonomik entegrasyon önemli mali olanaklar

Amerikancı rejimin sahte hayallerine karşı

devrimci sınıf mücadelesi!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Sermaye basını günlerdir, Hakim ve Savcılar YüksekKurulu’nun (HSYK) kapısının önünde, çıkacak atamakararlarını bekliyor. Olağan koşullarda bu atamalarınböyle büyük bir haber heyecanıyla beklenmeyeceği açık.Bu bekleyiş esas olarak Ergenekon davasının savcı veyargıçlarında bir değişiklik olup olmayacağı noktasınaodaklanıyor. Ama atama kararnamesi çevresindekitartışmaların sadece Ergenekon savcıları ile Kayseri İlJandarma Alay Komutanı Cemal Temizöz’e dokuz kezmüebbet hapis cezası istemiyle dava açan Diyarbakırsavcılarıyla sınırlı olmadığı giderek netleşiyor. HSYK,özel yetkili mahkeme başkanlarının, siyasi yararlarıölçüsünde yeniden görevlendirilmesini hedefliyor.

Toplantıya yönelik medya ilgisinin gerisindeHSYK’nın kullandığı büyük yetkiler var. HSYK,Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçiyor. Adli ve idariyargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama venakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfaayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygungörülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezasıverme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yürütüyor.Adalet Bakanlığı’nın, bir hâkimin veya savcınınkadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargıç vesavcılarının değiştirilmesi konusundaki tekliflerinikarara bağlıyor.

Yargı alanı düzen içi çatışmanın bir cephesinioluşturuyor. Bugün HSYK, ordu merkezli kliğin önemlidayanaklarından biri durumunda. Hakim ve SavcılarYüksek Kurulu üzerinden yaşanan tartışmalar düzen içinçatışmayı bir kez daha alevlendirdi. Ordu merkezli klik“son kale” olarak tanımladığı yargı ayağının önemli birmerkezi olan HSYK’da varolan etkisini yitirmemeyeçalışırken, AKP merkezli gericilik yargı ayağını dagüçlendirmek için tüm gücüyle çabalıyor. Ayrıca her ikitaraf da kendi “meşruiyetini” sağlayabilmek amacıylabirbirlerinin kirli çamaşırlarını ortalığa saçıyorlar.

Ülkede yargı mekanizmasının en önemliayaklarından birisi olan HSYK her yıl toplanıyor.Yaklaşık iki bin hakim ve savcıyı etkileyecek “YazKararnamesi” bir türlü çıkamıyor. Dalaşma o kadarsertleşti ki, daha önce dolaylı yollardan denenen bazıişler, şimdi yargının zirvesinde, üstelik tümkamuoyunun gözü önünde yapılmak isteniyor.

HSYK üzerinden ortaya çıkan dalaşma elbettekendisini feda etmiş birkaç yargıcın tavrındankaynaklanmıyor. Bu, ordu merkezli kliğin Ergenekonbaşta olmak üzere davaları boşa çıkarma yönünde birpolitik hamlesidir. HSYK’nın Yargıtay ve Danıştaykökenli üyelerinin önerileri de bunu doğrulamaktadır.Yargıtay ve Danıştay üyeleri Ergenekon savcı vehakimlerinin yerlerinin değişmesini teklif ettiler. AyrıcaDiyarbakır’daki faili meçhullerle ilgili davayı yürütensavcıların ipinin çekilmesini de...

HSYK’nın siyasi icraatları bununla da sınırlı değil.Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Umut Kitabevi’nibombalama icraatının faillerini cezalandırmış, Ali Kayave Özcan İldeniz için 39 yıl 5 ay 10’ar gün hapis cezasıvermişti. Bir diğer sanık Veysel Ateş de, 39 yıl 10 ay 27gün hapis cezasına çarptırılmıştı.

HSYK Şemdinli’de Umut Kitabevi’ne bombaatanları yargılayıp cezalandıran heyeti dağıttı. SavcıFerhat Sarıkaya, Şemdinli’deki olaylara ilişkinhazırladığı iddianamede, Kara Kuvvetleri KomutanıOrgeneral Yaşar Büyükanıt’la ilgili iddialara da yer

vermişti. Bu gelişmeler üzerine Genelkurmay, AdaletBakanlığı’ndan, Savcı Ferhat Sarıkaya, Başsavcı Vekiliİbrahim Özer ile Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Kaçanhakkında “görevi kötüye kullanma ve yetki aşımı”iddialarıyla işlem yapmasını istemişti.

12 Eylül generalleri, devlet aygıtını yenidenşekillendirirken, “her yerde egemen” olma anlayışıylahareket ettiler. HSYK de bunun araçlarından biridir. Buyüzden iktidar/güç mücadelesinde “karşı taraf”akaptırılmaması gereken tepe noktalarından biridurumundadır.

AKP’nin temel özelliklerinden biri, 12 Eylül karşı-devriminin, burjuvazinin çıkarları doğrultusundaoluşturduğu faşist devlet yapısını değiştirmeden,sermaye iktidarının sağladığı olanakları alabildiğincekullanmaktır. Bu çerçevede AKP, olan biten karşısındageri adım atmak bir yana, son derece kararlı bir duruşsergilemektedir.

AKP merkezli gerici güçlerin “yargı” üzerindenkuşatılması süreci yeni değildir. Kapatma davası buciddi girişimlerden birisi olmuştur. AnayasaMahkemesi’nin kendi sınırlarının dışına çıkarak verdiği“türban kararı” da AKP merkezli gericiliğin siyasetalanına vurulan en büyük darbelerden biridir. Aslında budavaların mesajı çok açıktır. Anayasa Mahkemesi, adetabir “Yüksek Parlamento” gibi siyasetin sınırlarınıçizmekte, ordu merkezli kliğin hassasiyetlerine görehareket etmektedir. AKP’yi köşeye sıkıştırmapolitikasında rolünü oynamaktadır.

HSYK etrafında dönen tartışmalar burjuva hukukunçürümüşlüğünü gösteriyor. Anayasayı ortadan kaldırandarbecilerin kılına dahi dokunmayan burjuva hukuku,düzen değişikliği isteyen her devrimciyi, işçi veemekçileri isyana teşvikten ömür boyu hapislecezalandırabiliyor. Sömürüye, baskıya ve eşitsizliğekarşı çıkan her birey suç işlemiş sayılıyor. Haksız vekirli savaşlarda insan kanı dökmek istemeyen her bireysuçlu olarak ilan ediliyor...

HSYK ve diğer burjuva hukuk kurumlarının varlıknedeni sermaye düzenini korumaktır. Sermaye düzeninekarşı mücadele edenleri cezalandırmak ve işçi veemekçileri korkutarak düzene bağlamaktır

HSYK ve benzeri yargı kurumları sadece işçi veemekçileri sefalet batağına sürükleyen kölelikyasalarının onaylayarak düşmanlık yapmaklayetinmiyor. İşçi ve emekçilerin kurtuluşu için mücadeleeden devrimcilerin hareket alanlarını kısıtlayan yasalarıda en katı bir biçimde uyguluyor. Düzen klikleriarasındaki çatışmada ise, hukuksal kimliğini bir tarafaatıp hizmetinde olduğu düzen kliğinin istemleridoğrultusunda kararlar alıyor.

HSYK üzerinden yaşananlar ışığında yargı kurumlarıile sermaye iktidarı arasındaki kopmaz bağı işçi veemekçilere kavratmalı, “bağımsız yargı”nın nasıl birsafsata olduğu gerçeğini gözler önüne sermeliyiz.

Düzen içi çatışma sürüyor...4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

HSYK kararları gecikiyor…

Düzen içi çatışma yargıüzerinden sürüyor!

yaratacak, Türkiye’nin önemini kanıtlayan buprojeler AB’nin kapılarını açacak... Tüm bunlar,sahte umut pazarlamacılarının son günlerdedillerine doladıklar söylemlerin bir kısmı.

Devletin Kürt halkına yönelik sistematiksaldırılarını sermaye medyasından bile izlemekmümkün. Kürt sorunu çözülecek söylemlerinerağmen ırkçı-inkarcı politikada kayda değer birdeğişiklik olmamıştır. Tüm uzlaşma girişimlerinerağmen DTP bile devlet teröründen payına düşenialıyor. Son aylarda Kürt illerinde kirli savaşdönemini çağrıştıran olaylar tekrar görülmeyebaşladı. Devletin taktiği, “size bazı kırıntılarvereceğiz, ancak bununla yetinip özgür yaşamaözlemlerini terketmezseniz, devlet terörütepenizden eksik olmayacaktır!” şeklindeözetlenebilir. Bu zorba taktiğin Kürt sorununçözümüyle bir ilgisinin olmadığı açıktır.

Bu arada sermaye iktidarı ile yürütme organıAKP hükümeti, kapitalizmin derinleşen krizininyarattığı kabarık faturayı işçi ve emekçilereödetmek için yürüttüğü fütursuzca saldırılaraneredeyse her gün yenilerini ekliyor. Bir milyonişçiyi işsizlik girdabına atan gerici rejim, işçileriköle pazarlarına mahkum eden yasaldüzenlemenin yanısıra, bütçe açığı için “kaynaksağlamak” adına yeni bir saldırı başlatmayahazırlanıyor.

AKP hükümetinin, sermayeye peşkeşçekilmesinden dolayı bütçede oluşan açığıkapatmak için bulduğu çözüm şöyle: İlaçtakatılım payının emeklilerde yüzde 10’dan 15’e,çalışanlarda ise yüzde 20’den 30’a çıkarılması,sağlık personeline döner sermayeden yapılankatkı payı ödemesinden yüzde 15 kesilmesi,sokak aydınlatma bedellerinin halka ödetilmesi,öğretmenlerin haftalık ders saati süresinin 15’ten20 saate çıkarılması, engellilerin eğitim ve evdebakım desteği ödemesinde üçte bir oranındakesinti, vb...

İşsizlik ve zam furyasına yeni hak gasplarıeklemeye hazırlanan rejim, krizin faturasınıödemeyi reddeden işçi sınıfı bölüklerinin üzerinekolluk kuvvetlerini salmakta, bunun yetmediğiyerde cübbeli yardakçılarını hareketegeçirmektedir. Emperyalist efendilerle sermayekodamanları adına “büyük işler” başaranAmerikancı rejim, emekçilerle Kürt halkınaişsizlik, sefillik, baskı, zulüm dışında bir şeyvaadetmiyor.

Sermayenin azgın saldırılarına karşı örgütlü direniş!

Sermaye iktidarının sahte hayaller yayarkenbile azgın saldırılarına devam etmesinde,kapitalist rejimin kriz içinde debelenmesininyanısıra, işçi sınıfıyla emekçilerin henüz örgütlübir direniş sergilemekten uzak olmalarının önemlibir payı var. Zira, bu kokuşmuş düzenininefendilerini, işçi sınıfıyla emekçi müttefiklerininörgütlü direnişi dışında hiçbir güç dizginleyemez.

Unutmamak gerekiyor ki, bu uğursuz tablokendiliğinden değişmeyecektir. Dolarmilyarderlerinin sayısının üçe katlanmasınısağlayan icraatlara imza atan AKP hükümeti,emperyalistlerle sermaye kodamanlarınapervasızca hizmet etmeye devam edecektir.Gerici rejimin saldırılarını püskürtmek, krizinfaturasını kapitalistlere ödetmek, ırkçı-inkarcıpolitikayı boşa düşürebilmek için işçi sınıfı,emekçiler, yoksul Kürt halkının örgütlüdirenişinden başka bir yol bulunmamaktadır. Sınıfdevrimcileri başta olmak üzere tüm ilerici vedevrimci güçler bu direnişin örülmesi içinseferber olmalıdır.

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Yayılan sahte hayaller Kürt halkına hiçbir şey kazandıramaz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçtiğimizaylarda Kürt sorununun çözümünde tarihi bir fırsattansöz etmesiyle başlayan tartışmalar bir süre sonragündemin arka sıralarına düşmüştü. Gül’ün “iyi şeylerolacak” açıklamasına rağmen Kürt halkına yönelikbaskı ve terör daha da yoğunlaşmıştı. Şimdi ise,MGK’nın Haziran ayı toplantısında Kürt sorunukonusundaki tutumunu belirlemek için MİT’ten birrapor hazırlamasını istediği yönünde basına yansıyanbilgiler üzerine “Kürt açılımı” tartışmaları yenidengündemin ön sıralarına yerleşmiş bulunuyor.

Tayyip Erdoğan başbakanlık resmi konutundaMGK üyesi beş bakanla “atılacak adımlar ve alınacaktedbirler”in ele alındığı bir toplantı yaptı. Daha sonraMİT Müsteşarı Emre Taner ile aynı sorun üzerindegörüştü.

Sermaye devletinin Kürt sorununun çözümündekesinlikle karşı olduğu öneriler, yani “kırmızı çizgiler”şöyle sıralanıyor: Anadilde eğitim, Anayasa’da etnikkökene vurgu yapılması, Öcalan’ın serbestbırakılması, her türlü özerklik talebi, PKK üyelerineyönelik operasyonların durdurulması.

“Açılım” olarak üzerinde çalışılan başlıklar iseşöyle: İlçe, köy ve mezraların isimlerinin talep olmasıhalinde Kürtçe veya diğer eski isimlerle değiştirilmesi,üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerikurulması, Kürtçe yayın ve özel TV’lerin önününaçılması, Kürt illerindeki devlet dairelerinde Kürtçebilen personel istihdam edilmesi.

Görüldüğü gibi, sermaye devletinin “çözümplanı”nda, bugüne kadar resmiyette söyledikleriniaşan yeni bir şey yoktur. Bir iki kültürel taleple “sorunçözülüyor” havası yaratılırken, Kürt halkının en temeltalepleri yok sayılmaktadır.

Tüm bunlar, sermaye devletinin sınırlı kimideğişiklikleri bile hazmedebilmesinin kolayolmadığını gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, sermayedevleti “yüce devletin verdiği” kültürel bazı haklardanoluşan “Kürt sorununun çözüm paketi”yle bu tarihselsorunu “çözme”yi planlamaktadır! O, kendi “makulKürt”ünü yaratmaya çalışmakta, Kürt sorununu değil,başarma umudunu kırarak Kürt halkını “çözmeyi”hedeflemektedir!

Sermaye devletinin bu manevrasının ardında, 15Ağustos’ta Öcalan bir “yol haritası “iddiası ile ortayaçıktıktan sonra atılacak bir takım siyasi adımlarınÖcalan’ın taleplerine cevap veriyor görünebileceğiveya bir pazarlık anlamı doğurabileceği kaygısı dayatıyor.

Dikkat çekici nokta, Kürt düşmanı görüşleriylebilinen Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni

Ertuğrul Özkök’ün yazısında, “Türkiye’nin bugünekadar Öcalan’la gerçekçi bir ilişki kurmayaçalışmamasını tarihi bir yanlışlık olarak görüyorum”diyerek, Öcalan’a çağrıda bulunmasıdır. Bu dagösteriyor ki, önümüzdeki süreçte “Kürt açılımı”tartışmaları yeniden alevlenecektir.

Bu arada, PKK’nin silah bırakması ve “Kürtsorununun çözümü” için yol haritası hazırlığı yaptığıifade edilen Öcalan’ın beş maddelik çözüm planını 15Ağustos’ta açıklayacağı belirtildi. DTP, Öcalan’ın “yolharitası”nın çözüme katkı sunacağını açıkladı.Öcalan’ın avukatı da yol haritasının silahlı çatışmalarıtümden sona erdirecek çözüm içerdiğini ifade etti. Sözkonusu planın ana hatları şöyle özetleniyor:

“1- Türkiye’nin sorunu çözmesi için nedenlerisıralanarak, geçmişten bugüne kadar yaşananlaranlatılıyor.

2- ‘Misak’ı Milli’nin içine şu anki Türkiye sınırlarıdeğil, Musul-Kerkük ve Suriye’deki Kürtler dedahildir. Milli ant demektir. Misak-ı Milli derkensınırların kalkmasından, değişmesinden sözetmiyorum. Günümüz şartlarında sınırlarınkalkmasına gerek yok. Misak-ı Milli Kürt-Türkbirlikteliğini ifade ediyor. Kurtuluş Savaşı Türkler veKürtler’in ortak savaşıdır. Bu nedenle Türkiye,Kürtlerle stratejik ortaklık yapmalı.’

3- Kürt sorununun çözümünde kısa ve orta vadedeatılacak adımlar sıralanacak. Devletin yapmasıgereken reformlar, örgütün buna yanıtı yer alacak.

4- Örgütün dağdaki statüsü ve silahsızlanmakoşulları açıklanacak.

5- ‘12 Eylül darbe anayasasının yerine demokratikbir anayasa yapılması kaçınılmazdır. Bu kapsamda,İspanya’nın Bask bölgesi sorununun çözümündegeçerli olan biçimiyle demokratik bir anayasayapılmalı’”.

Sömürgeci sermaye devletinin sözde açılımlarınınKürt hareketinde ve Öcalan’da da bir karşılık bulduğugörülüyor. Öcalan’ın ileri sürdüğü taleplerin burjuvaçözüm çerçevesini aşamadığı ortadadır. BöyleceÖcalan, Kürt sorununun düzen içi bir manevraylaçözülebileceği ham hayalini yaymakta, düzen güçlerihakkında boş beklentiler yaratmaktadır.

Kürt sorunu siyasal bir sorundur ve gerçekanlamda çözümü tarih tarafından döne döne ortayakonulmuştur. Kürt sorunu, ne ekonomik ne de bireyselkültürel kimliğin kabul edilmesiyle sınırlı birsorundur. Bu sorun, bazı kültürel kırıntıların verilmesi,bireysel düzeyde etnik kimliğin kabul edilmesiyleçözülemez. Kürt sorunu ancak siyasal temelde, yaniezilen Kürt ulusunun ulusal özgürlük ve eşitlik

istemlerinin karşılanmasıyla çözülebilir ki, bunu daancak bir toplumsal devrim sağlayabilir.

Esasında Kürt ulusu “ulusal kimlik” sorununuönemli ölçüde çözmüş, bunca yıllık mücadeleninardından Kürt halkı artık geri döndürülemez biçimdeulusal bilinç kazanmıştır. Bunu artık burjuvazininsözcüleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır.Bugünkü sözde açılımların, ödenen bunca ağırbedelden sonra burjuvazinin bir kesiminin gönülsüzcevermeye razı olduğu tavizin gerisinde bu vardır. Fakatbu taviz, “Tamam pekâlâ, siz Türk değil Kürt’sünüz!”demenin ötesine geçmemektedir. Demokrat pozlartakınarak Kürt halkına önerilen bundan ibarettir. Fakatbu kadarı bile Kürt hareketinin temsilcilerini bununüzerine hesaplar yapmaya sürükleyebilmektedir.

Kürt hareketi, kendi burjuvazisinin denetiminegirdiğinden, bir diğer ifadeyle, devrim düşüncesindenve dolayısıyla hedefinden koptuğundan bu yana, tümdikkatini düzen içi manevralara yoğunlaştırmaktadır.Bunun sonucu olarak, devrim, devrimci sınıfmücadelesi daha baştan kategorik olarakreddedilmektedir. Sorun, salt devletin etki alanınındemokratik özgürlükler lehine bir parçasınırlandırılması olarak görülmektedir.

Kuşkusuz, Kürt sorunu üzerine bugün yürüyentartışmanın böylesine dar bir çerçevede cereyanetmesinin gerisinde, işçi hareketinin devrimci politikbir çizgide mücadele alanına çıkamamış olmasıgerçeği vardır. Devrimci bir işçi hareketi geliştiğiölçüde, Kürt ulusal sorununda burjuvazinin yarattığıbu dar çerçeve de kırılacaktır.

Açıktır ki, bugün çözüm olarak ortaya atılanlar,Kürt halkının mevcut statüsünü değiştirecek niteliktedeğildir. En fazla, varolan hak kırıntıları bir parçaarttırılmış olacaktır. Bunun ise, Kürt sorunununçözümüyle bir ilgisi yoktur. Zaten düzenin de amacıKürt sorununu çözmek değil, PKK’nin silahlı gücününtasfiyesiyle birlikte Kürt halkının direncinikırabilmektir. Düzenin temellerini sarsmadan budoğrultuda en az tavizle süreci tamamlamaktır.

Kürt halkı sonu hüsranla bitecek bu hayallere primvermemeli, önüne atılacak kırıntıların verilenmücadelenin ve ödenen bedellerin sonucu olduğunubir an bile unutmamalıdır.

Yapılması gereken, kurulu toplumsal düzeniyıkmayı hedefleyen devrimci bir mücadele çizgisindetüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriylebütünleşmeyi sağlamaktır. Düzen güçleri ve liberallertarafından yayılan sahte hayallerin işçi sınıfına,emekçilere ve Kürt halkına kazandıracağı hiçbir şeyyoktur.

“Kürt açılımı”nda son perde

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Kürt halkının celladı Türk sermaye devletidir!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Kürt sorununu çözme iddiasıyla ortaya atılan sahteçözümler gündemi kaplarken, devletin onlarca yıldıryürüttüğü kirli savaşın izleri de birbiri ardına basınayansımayı sürdürüyor. Derecik Taburu’nun katlettiği12 korucu, Cizre’de ‘93-95 yılları arasında yaşanankatliamlar, Diyarbakır’daki JİTEM örgütlenmesi vekirli cinayetler, önce silah satılıp sonra silahlarıtoplanan, silahların peşine düşünce kaybedilenkoruculara dair hikayeler birbiri ardına basında yeralıyor. Çeşitli itiraflarla gün ışığına çıkan örnekler,Kürt özgürlük hareketini boğmak için yükseltilen kirlisavaşın boyutlarını da ortaya seriyor.

İstihbaratçı Hanefi Avcı’nın itirafları

Kirli savaşın yoğun olarak yaşandığı Diyarbakır’da‘84-92 yılları arasında Emniyet İstihbarat ŞubeMüdürü olarak görev yapan Hanefi Avcı’nın itirafları,JİTEM örgütlenmesine dair önemli bilgiler içeriyor.Yaşanan tüm katliamların üslerin bilgisi dahilindeolduğunu ve JİTEM’in, levhası dahi bulunan birkurum olduğunu anlatan Avcı’nın itirafları pek çokkatliamı aydınlattı.

Devlet tarafından varlığı reddedilen JİTEM’e dairAvcı şunları söyledi: “Bölgede JİTEM adına yasa dışıolarak öldürme, kaçırma gibi bir kısım faaliyetlerin,bu işleri yapan kişilerin üstlerinin denetimi ve bilgisidahilinde olmadan işlenmesi söz konusu olamaz.Ancak doğrudan üstlerinin bilgi ve talimatıbulunduğuna dair de somut bir bilgim yoktur. Ancakbu kişiler eylemleri sonrası korunup kollandığına göreeylemlerden üstlerinin bilgisi olduğu sonucunuçıkarmak mümkündür. Bölgede birçok güvenlikgörevlisi tarafından söz konusu davranış tarzları,kabul gören bir davranış tarzıydı.”

Avcı, JİTEM’in kurucuları olarak kabul edilen ArifDoğan, Cem Ersever, Aytekin Özer gibi isimlerle nasıltanıştırıldığını da anlattıktan sonra, Diyarbakır AsayişKolordu Komutanlığı içerisinde ve Diyarbakır AlayKomutanlığı içinde JİTEM’in levhalarınınbulunduğunu ve JİTEM’e ayrılmış yerler olduğunuifade etti. Kürdistan’da yaşanan önemli siyasalcinayetlerden olan Vedat Aydın cinayetine dair de bilgiveren Avcı, cinayet ile birlikte Baro Başkanınınarabasına bomba konulması, Yeni Ülke Gazetesi’ninyakılması gibi olayların ardında da Ersever ekibininbulunduğunu belirtti.

Katil ile soruşturan aynı kişi!

Albay Cemal Temizöz Cizre’de ‘93 ila ‘95 yıllarıarasında JİTEM tarafından işlenen pekçok cinayetinfaili olarak biliniyor. Ancak bugüne kadar açılan davave soruşturmaların hiçbiri sorumluların bulunmasıkonusunda herhangi bir ilerleme sağlayamadı.Diyarbakır Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’ndeaçılan, Albay Temizöz’ün de sanık olarak yeraldığıJİTEM davası iddianamesi döneme dair pek çokçarpıcı veriyi ortaya koydu.

Gizli tanık ifadelerine dayanılarak yansıtılankatliamlar arasında PKK’de “iç hesaplaşma”nedeniyle öldürüldüğü iddia edilen Ramazan Elçi’ninve PKK ile girilen çatışmada öldüğü söylenen BeşirBayer’in bizzat Temizöz’ün emriyle katledildiğibelirtiliyor. İfadelerde İhsan Aslan, İzzet Padır,

Abdullah Özdemir, Ramazan Uykur, Abdullah Efeltigibi pek çok faili meçhule dair de anlatımlar var.

PKK tarafından korucu oldukları gerekçesiyleöldürüldükleri iddia edilen Süleyman Gasyak, YahyaAkman, Ömer Candoruk ve Abdülaziz Gasyak’ınkoruculuk dayatmasını kabul etmemeleri nedeniyleTemizöz’ün talimatıyla katledilmeleri de iddianamedeyer alıyor.

Cinayetlerin bugüne kadar soruşturulmamış veörtbas edilmiş olmasının nedeni ise tam bir kara mizahörneği. Kirli savaşın uygulayıcısı ve cinayetlerinarkasındaki isim olan Cizre İlçe Jandarma KomutanıCemal Temizöz aynı zamanda cinayetlerinsoruşturulmasından da görevli bulunuyor. Katledenkişi sermaye devleti tarafından cinayetlerinaydınlatılması ile görevlendiriliyor.

Er’in itirafıyla açılan toplu mezar

Hakkâri´nin Şemdinli ilçesinde 1994-95 yıllarındaaskerlik yapan bir er, Diyarbakır CumhuriyetBaşsavcılığı’na gönderdiği ihbar mektubunda,gözaltına alınan 12 korucunun öldürülerek Derecikİçkale Güvenlik Taburu’na gömüldüğünü belirtti. Eskiasker, korucuların gömüldüğü yeri gösteren bir krokiyide ihbar mektubuyla birlikte gönderdi.

Şemdinli’nin Derecik mezrasında askerlikyaptığını belirten eski er, Şubat ya da Mart aylarındagörev yaptığı tabura 4-5 bıyıklı ve sakallı kişiningeldiğini söyledi: “Bu kişilerin JİTEM elemanıolduğunu duydum. Bunlar geldikten bir gün sonra, birgrup asker ve o dönem Şemdinli Derecik İç GüvenlikTaburu Komutanı olan Kurmay Yarbay AliÇamurcu’yla birlikte, Başaklı köyünden 12 köykorucusunu alıp getirdiler.”

PKK’ye yardım ettikleri gerekçesiyle dört günboyunca koruculara her türlü işkence yapıldığınısöyleyen er, 12 korucunun bir çukurda kurşunadizildiğini ve buraya gömüldüğünü anlattı. Krokiyegöre yeri tespit edilen toplu mezarda yapılan kazılar daerin açıklamalarını doğruladı ve kazıda çok sayıdakemik bulundu.

12 korucunun öldürüldüğü yönündeki iddialara adıkarışan dönemin Şemdinli Derecik İç Güvenlik TaburuKomutanı Kurmay Yarbay Ali Çamurcu, daha önce debir köylünün öldürülmesi, bir köylünün dekaybedilmesiyle gündeme gelmişti. Çamurcuhakkında fezleke hazırlayan Hakkâri Cumhuriyet

Savcılığı, “Taammüden adamöldürmek, gasp, gebe kadının çocuk düşürmesineneden olmak, köy boşaltmak ve araba yakmak”suçlamalarında bulunmuş, ancak Çamurcu’nunyargılanmasına izin verilmemişti.

Sanık kayboldu, dava düştü!

‘97 yılında Bitlis’in Ahlat ilçesindeki bir korucuköyüne Üsteğmen Ercüment Oral tarafından neredengeldiği belli olmayan 16 adet kalaşnikof satıldı. Birsüre sonra yaşanan bir sorun nedeniyle askerlersilahları topladılar ve paraları geri ödemediler. Bununüzerine açılan davada Yüzbaşı Gürcan Sercan,Üsteğmen Ercüment Oral ve Sebahattin isimli özelharekatçının yargılanmasına başlandı.

Davanın tek tanığı olan korucubaşı Cemil Tokardavanın açılmasının ardından ifadesi alınmak üzereçağrıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.Davanın tek tanığının kaybolması üzerine sanıklarsuçsuz bulunarak tahliye edildi.

Kürt halkı celladını tanıyor!

Yansıyan birkaç örnek bile yıllar boyutırmandırılan kirli savaş gerçeğini, kontrgerilla veJİTEM terörünü tüm vahşetiyle ortaya seriyor.Ödediği tüm bedellere rağmen mücadelesini sürdürenKürt halkından bugün tüm bu acıları unutması vedevletiyle barışması isteniyor. Oysa kirli savaşıtezgahlayan cellatlar ile sahte çözümleri ortaya atanlaraynı efendiler.

Bundan dolayıdır ki Kürt halkı onların sinsiplanlarına kanmayacak, cellatlarının kimler olduğunuunutmayacaktır!

Kürdistan’dan yansıyan kirli savaş hikayaleri...

Kürt halkı cellatlarını unutmayacak!

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Kapitalist sermayenin en belirgin özelliklerindenbiri de işçi kanı dökerek büyümesidir. Kapitalizm tarihsahnesine çıktıktan ve özellikle de sanayi devrimindensonra üretimin boyutlarını ve kitleselliğini arttırdığıölçüde işçi ölümlerini de kitleselleştirdi. Sermaye heryıl büyük işçi kitlelerini katlediyor, katlederekbüyüyor. Son aylarda iş cinayetlerinin artan sayısıözellikle dikkat çekiyor.

Konuyla ilgili yapılan çeşitli araştırmalarınsunduğu veriler karşımıza büyük bir vahamet tablosuçıkarmaktadır. Dünya Çalışma Örgütü’nün (ILO)verilerine göre, her yıl 270 milyon iş kazasıgerçekleşiyor. Her yıl 2 milyon 200 bin insan işkazaları ve meslek hastalıkları yüzünden yaşamınıkaybediyor. Bu sayı, 8 yıl süren İran-Irak savaşındayaşamını kaybeden insan sayısından daha büyüktür.Bu rakamın günlük ortalamasını alırsak, dünyada hergün yaklaşık 6 bin işçi katledilmektedir. Belirtmekgerekir ki, bunlar resmi rakamlardır. Gerçekrakamların çok daha yüksek olduğunu tahmin etmekhiç de zor değil.

Türkiye işçi sınıfı da bu katliamın pençesinde.Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) hazırladığıbir rapora göre (Nisan 2008’de MMO GenelKurulu’nda delegelere sunulan İş Sağlığı ve GüvenliğiOda Raporu) Türkiye, işçi ölümlerinde dünyadaüçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada. Ülkemizde her 5saatte bir işçi yaşamını kaybediyor. Bu, her gün en az4 işçinin ölmesi anlamına geliyor. Ayrıca her 4 saatte,bir işçi iş göremez derecesinde sakat kalıyor. Enyüksek ölüm oranları, metal eşya imalatı, inşaat veulaştırma sektöründe. Bu ölümlerin %98’i, işyerisayısal çokluğu, yasadışı ve sağlıksız çalıştırmakoşulları dolayısıyla KOBİ’lerde meydana geliyor.Tekellerin iktisadi basıncına karşı direnebilmek içinbüyümek zorunda olan KOBİ’lerde zaten son dereceağır olan sömürü koşullarının daha da ağırlaşması, işcinayetleri sayısının artmasında temel etken oluyor.

MMO’nun hazırladığı raporda yer alan verileregöre, 2003 yılında 811; 2004 yılında 843; 2005 yılında1096; 2006 yılında 1601; 2007 yılında 1044 işçi, işcinayeti ve meslek hastalığı sonucu yaşamınıyitirmiştir. Yine belirtelim, bunlar resmi rakamlardır.Örtbas edilen iş cinayetlerinin yanında, çalışannüfusun yalnızca %35’inin sigorta kapsamında olduğugöz önünde bulundurulursa, gerçek rakamların resmiverileri katbekat aşacağı çok açık ve acı bir gerçektir.2008 yılının verileri ise henüz resmi olarakaçıklanmadı fakat önceki yılları gölgede bırakmasıbüyük olasılıktır.

Bazı yıllarda işçi ölümlerinde nispi düşüş görülsede, örneğin 2007 yılında olduğu gibi (bu rakamlarındevlet tarafından bilinçli olarak çarpıtılması çok büyükolasılıktır) kesin olan bir şey var ki, iş kazaları ve işcinayetleri yıldan yıla artmaya devam etmektedir.

Bir diğer araştırmaya göre, 1946 yılından bu yana55 bin işçi iş kazaları sonucu yaşamını yitirmiş, 145bin işçi sakat kalmıştır. Aynı araştırmada, yaşamınıyitiren 55 bin işçinin 30 bininin ise son 25 yılın ürünüolduğu belirtiliyor. Bu rakam, Kürt halkına yönelikinkâr ve imha politikalarının ürünü olan “30 bin can”demagojisi ile karşılaştırılırsa, sermaye sınıfının

ikiyüzlülüğü, buradangiderek daha da iyi anlaşılır.Aynı süre içerisinde, yanison 25 yılda, tüm dünyaüzerinde yaşanan işcinayetlerinin sayısı ise 2.Dünya Savaşı’nda ölenyaklaşık 50 milyoninsandan daha çoktur.

2003-2006 yıllarıarasında iş cinayetlerininartmasına ilişkinMMO’nun hazırladığıraporda şöyledenilmektedir: “Diğeryandan çalışmayaşamında esnekistihdam ve esneküretimin yaygınlaşmasıile çalışma saatlerininartmasının işkazalarında önemlirolü bulunmaktadır.2000 yılından 2007’yeistihdamdaki artışoranı resmi verilerde yalnızca %1’dir. 2002-2006 yılları arasında sanayide %16 oranında biristihdam düşmesi söz konusudur. İstihdamdaki budurumun %8’lik kapasite ve %25 sanayi endeksiniartırması olanaksızdır. Bu durumda geriye bir tekseçenek kalmaktadır: Çalışma saatlerinin ortalama%15,9 artmış olması. Artan çalışma saatleri ise, işkazalarına açık davetiye çıkarmakta ve bedeninhaddinden fazla yıpranması uzun vadede kalıcı meslekhastalıklarına neden olmaktadır.”

Çalışma saatlerinin %15.9 oranında artması önemlibir etkendir fakat tek seçenek değildir. Diğer birseçenek ise emeğin yoğunluğunun artmasıdır. Yani,birim zamanda harcanan emekgücü miktarının normaldüzeyin üzerine çıkmasıdır. Emeğin yoğunluğunuarttırmak, fazla mesai vermek istemeyen patronun ilkbaşvuracağı yöntemdir. Böylece iki kişinin işini tekkişiye yaptırabilir ya da işçiyi eskisinden çok daha seriçalışan yeni bir makinanın başına geçirerek çok dahafazla emekgücü harcamak zorunda bırakabilir. Tek birişçinin değil de tüm işçi sınıfının bu şekilde çalışmayazorlandığını düşündüğümüzde, bu durumun yarattığıağır tahribatı daha iyi anlayabiliriz.

İş cinayetlerinin yaşam bulduğu zemini daha iyianlayabilmek için kapitalizmin doğuşuna çok kısa daolsa değinmek gerekmektedir. Kapitalizmin klasikolarak nitelendirilen nispeten erken dönemlerinde,yani manüfaktür döneminde, üretimin temelbileşenleri işçi ve işçinin kullandığı emek araçlarıydı.Üretim, işçinin emek araçlarını kullanmadaki hünerinebağlıydı. Çünkü bu dönemde üretim çekiç, keski vb.gibi parça-alet denilen küçük emek araçlarıyla ve basitişbölümüyle yapılmaktaydı. Bu anlamda, üretimaraçları her ne kadar kapitalistin özel mülkü olsa daemek sürecinin öznel yönü bakımından emek araçlarıüzerindeki denetim işçiye aitti. Diğer bir deyişle, emekaraçlarını işçi kullanıyordu. Bugün de üretimin temel

bileşenleri işçi ve işçinin

kullandığı emekaraçlarıdır. Fakat özellikle sanayi devriminden sonraemek araçları ve işçi arasındaki ilişki nitel birdeğişikliğe uğradı. Küçük parça-aletleriyle yapılanüretimin yerini devasa makinalı üretim aldı. Buaşamadan sonra işçinin emek araçları üzerindekidenetimi değil, emek araçlarının işçi üzerindekidenetimidir söz konusu olan. Artık işçi emek araçlarınıdeğil, emek araçları işçiyi kullanmaktadır. İşçi bugün,hızları her geçen gün biraz daha artan devasamakinaların arasında sıradan bir makina dişlisi,makinanın basit bir parçası konumundadır. Deyimyerindeyse, makina işçiden bağımsız olarakçalışmaktadır. İşçiyi, kırılan bir dişli, kopan bir kayışgibi kullanmakta ve tüketmektedir. İşte bu durum,kapitalist üretimin bugün ulaştığı boyutlarda işcinayetlerinin yaşam bulduğu zemindir.

Sorun elbette makinalı üretimin kendisi değildir.İnşaat, ulaştırma vb. gibi nispeten makinalı üretimdenuzak olan sektörlerde de iş cinayetlerinin artarakdevam etmesi, günümüzde işçinin, emek sürecinin enbol ve kolay tüketilebilir (yenilenebilir) öğesidurumuna indirgenmiş olmasıdır. Bu durum,sermayenin teması ve denetimi altında bulunan hertoplumsal alanda belirgin olarak görülmektedir.

Sermaye büyüdükçe katledilen işçi bölükleri debüyüyecektir. Çünkü sermayenin mantığı her yerdeaynıdır: Aşırı kâr! Ve işçi sınıfı sermaye için,tüketilecek olan bir “hammadde” türünden başka birşey değildir. Krizi fırsat bilerek sömürüyü daha daazgınlaştıran sermaye sınıfı istihdam bürolarıyasasıyla daha da büyük işçi kıyımları yapabilmek içinyolunu düzlemeye çalışıyor. Bu durum karşısındaTürkiye işçi sınıfının tek bir seçeneği vardır: İşçikanıyla beslenen sermaye sınıfından hesap sormak içinmücadele bayrağını yükseltmek!

Sermayenin saldırılarına karşı mücadeleye! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Sermaye işçi kanı dökerek büyüyor!..

Bu azgın sömürü ve ölüm düzenine karşımücadele bayrağını yükseltelim!

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Krizin faturası kapitalistlere!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

“Teğet geçen” krizde bütçe açığı doludizgin gidiyor...

Emekçileri yeni vergiler ve zamlar bekliyor!

Sermayenin sadık uşağı Başbakan Recep TayyipErdoğan’ın “Hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” sözleriçok tartışılmıştı. 2009 yılının ilk altı ayının merkezibütçedeki açığa ilişkin verileri, “teğet” tartışmalarınındaha uzun bir süre gündemden düşmeyeceğinigösteriyor. Öyle ki, bütçenin Haziran ayında 2 milyar521 milyon, 2009 yılının ilk yarısında 23 milyar 205milyon TL açık verdiği belirtiliyor.

2009’un ilk yarısında gerçekleşen bu bütçe açığıgeçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1310 oranındabir artışa tekabül ediyor. Oysa sermaye hükümetinin2009’un ilk yarısı için bütçe açığına ilişkin tahminleri10,1 milyar TL düzeyindeydi. Dolayısıyla 23,2 milyarTL’lik açık öngörülen rakamların iki katından dahafazladır. Bu gidişle, yıl sonu itibariyle bütçe açığının eniyimser tahminlerle 50-60 milyar TL civarını bulacağıifade edilmektedir. Bütçe açığının bütçeye oranı daböylece yeniden yüzde 20’lerin üzerine tırmanmışolacak.

Bütçe açığında yaşanan bu artışın nedeni olarakgelir ve giderler dengesinde ikincisi lehine biryükselişin yaşanması gösteriliyor. Ocak-Hazirandöneminde bütçe giderlerinin yüzde 24,1 artarken,gelirlerinin ise yüzde 0,9 azaldığı belirtiliyor.

Yerel seçimlerin de önemli bir katkısı olan 124,8milyarlık bütçe giderlerini oluşturan bir dizi kaleminpayı şu şekilde açıklanıyor: Faiz giderleri yüzde 31,4artışla 27,2 milyar TL; personel giderleri yüzde 16,2artışla 31,9 milyar TL,; sağlık, emeklilik ve sosyalyardım giderleri için yapılan transfer yüzde 31 artışla46 milyar TL, mal ve hizmet alım giderleri yüzde 16,8artışla 10,6 milyar TL, vb...

Bütçede gider kalemleri içerisinde en büyükdilimlerden birini transfer oluşturuyor. Yıllardıruygulanan neo-liberal politikalar sonucunda(tensikatlar, işverenlerin prim borçlarının tahsiledilememesi vb. nedenlerle) Sosyal GüvenlikKurumu’nun (SGK) bütçeye mahkûm edilmesi, aslındabu alanın tamamen özel sektöre devredilmesi içinuygulanan bilinçli bir politikanın sonucudur. Nitekim,sermaye hükümeti açığı kapatmak adına bütçedekidiğer gider kalemlerinden çok (örneğin faiz giderlerigibi) transferleri öne çıkaracak, SGK’nın “kara delik”

olduğu argümanını yenidensarılacaktır. Böylece

SGK’nın hizmetkalitesi

düşürülecek,kapsamıdaraltılacak, işçive emekçiler

katkı

payları vb. yollarla sağlık giderlerine bir de bu yollaortak edilecektir.

Yine aynı şekilde belediyelere ayrılan kaynaklarkısılarak (bütçe giderleri arasında 8 milyar TLgözüküyor) hizmetlerin büyüyen faturası işçi veemekçilere kesilecektir. Nitekim birçok belediyeninulaşımdan suya kadar bir dizi temel hizmette peş peşeyeni zamları devreye sokması bunun ilk örnekleridir. Yada tarımsal destekleme için ayrılan kaynağın (3,6milyar TL gözüküyor) kesilmesine gidilecektir. Fındıkalımının durdurulması da bu politikanın bir ilk örneğiolarak görülebilir.

Bütçedeki gider tablosu böyle iken, gelir tablosu iseşu şekilde açıklanıyor:

Ocak-Haziran döneminde 82,7 milyar TL olan vergitahsilâtı bu yılın aynı döneminde 79 milyar TL’yegerilemiş. İthalattan alınan KDV vergisinde önemli birdüşüş yaşanmış. Yanı sıra otomotiv ve beyaz eşyacılarauygulanan “can simidi” ile ÖTV’de de 470 milyon TLgelir kaybının yaşandığı görülüyor. Buna karşılıkemekçilerin zaruri ihtiyacı olan gıda vb. ürünlerdekiKDV oranı yüzde 13 oranında artmış. Ücretlerdeyapılan otomatik kesintiler devam etse de, krizvesilesiyle işsizler ordusunun çoğalmasıyla ücretlerdenalınan vergilerde de bir düşüş yaşanmış. Yine serbestmeslek sahiplerinin verdikleri vergiler azalmış.

Gelir ve gider arasındaki bu dengesizliğin yılınikinci yarısında kendisini daha çok hissettireceğindensöz edilmektedir.

Buradan bakıldığında, sermaye hükümetinin “bütçedengesini sağlamak” adı altında bir dizi tedbir almakiçin kolları sıvayacağını tahmin etmek zor olmasagerek. Peki, sermayenin hizmetindeki bir hükümet içinbu tedbirlerin içeriği ne olabilir? Ya da hükümetinuygulayacağı “tedbirlerin” işçi ve emekçilereyansımaları neler olabilir?

AKP hükümeti bugüne kadarki bütçe açıklarınıözelleştirme icraatlarından elde ettiği gelirler sayesindebir nebze olsa da dengeleyebilmekteydi. Ancak yolunsonuna gelinmiş, satılacakların birçoğu “babalar gibi”satılmıştır. Yine de tüccar Erdoğan ülkeyi nasıl“pazarlıyorsa”, emrindeki işbilir bakanlarının da ne edipedip satacak bir şeyler bulacağından şüpheduyulmamalıdır. Şimdilerde tarihi binaların, okulbinalarının, kamu arazilerinin peş peşe satışaçıkarılması hükümetin bu konundaki becerisini bir kezdaha ortaya koymaktadır.

Ancak bu icraatlar da sermaye hükümetininihtiyacını karşılamaya yetmeyecektir. AKP dekendisinden önceki tüm hükümetler gibi bir kez dahabütçe açığını yeni vergileri devreye sokarak, peş peşezamlar yaparak, işçi ve emekçilerin daha fazlasoyulması üzerinden karşılama yoluna gidecektir.Nitekim son dönemde bir dizi kaleme peş peşe zamlaryapılmaktadır. Ulaşıma, suya, sigaraya, akaryakıta,şekere, üniversite har(a)çlarına gelen zamlar bundansonra gelecek zam furyasının öncülleridir.

Ekonomiden sorumlu bürokratların 37 maddelik bir“kemer sıkma planı” hazırladığı medyaya yansımışbulunmaktadır. Bu 37 madde sayesinde 2011 yılınınsonuna kadar 57 milyar liralık bir gelir sağlanmasıhedefleniyor. Bu plan doğrultusunda hükümetinşimdiden hayata geçirdiği bazı maddeler ise şunlardır:

Akaryakıttaki ÖTV’nin artırılması, pasaport ve ehliyetbaşta olmak üzere değerli kâğıt bedellerinin yüzde 50artırılması, cep telefonlarından alınan ÖTV’nin asgari40 TL olarak uygulanması, ilaçta yüzde 22 bandının15’e çekilmesi ve aile hekimliği uygulamasının 33 illesınırlanmasını içeren düzenlemeler... Önümüzdekidönem hayata geçirilmesi beklenen düzenlemeler iseşunlardan oluşmaktadır:

* Yurtdışı çıkış harcının 30 TL’ye çıkartılması * İlaçta katılım payının emeklilerde yüzde 10’dan

15’e, çalışanlarda yüzde 20’den 30’a çıkartılması * Sağlık personeline döner sermayeden yapılan

katkı payı ödemesinden yüzde 15 kesinti yapılması * Maaşa esas haftalık ders saat ücretinin 15 saatten

20 saate çıkartılması * Memurlara verilen toplu görüşme priminin

kaldırılması * Yol ve köprü ücretlerinin yüzde 20 artırılması * Sokak aydınlatma bedellerinin tüketicilere

yansıtılarak ödenmesi * Belediyelere vergi gelirlerinden verilen payda

kesinti * Emlak vergisinin bir taksit fazla alınması.* KÖYDES ödeneklerinden yüzde 20 tasarruf

yapılması * Hususi araçlarda MTV’nin bir taksit fazla

alınması * Gelir vergisi stopajında istisna ve muafiyetlerin

yeniden düzenlenmesi * Mal ve hizmet alımlarına tasarruf genelgesi ile

sınır getirilmesi * Kamu idarelerinin taşıt alımlarının durdurulması* IPA kapsamında yapılacak ulusal katkı

ödemelerinin bu yıl için durdurulması * Kalkınma ajanslarına aktarılacak tutarın

sınırlanması * Diğer sermaye transferlerinden tasarruf yapılması,

vb... AKP hükümetinin bazı maddelerini şimdiden hayata

geçirdiği bu “kemer sıkma planı”nı İMF’nin görüşleridoğrultusunda gerçekleştirdiği ise İMF Dış İlişkilerDirektörü Caroline Atkinson’un yaptığı açıklamalardananlaşılmaktadır. Atkinson’un, vergi artışlarının İMF ilegörüşmelere paralel olup olmadığı sorusuna,“Türkiye’nin mali konularda bazı tedbirler almasındahemfikir” oldukları yanıtını verdiği basına yansımıştır.

Seçimler öncesi İMF üzerinden “ümük sıkma”demagojisine başvuran Erdoğan, seçimden üç aygeçtikten sonra bütçe dengesini sağlamak adına işçi veemekçilerin ümüğünü sıkacak politikaları tereddütsüzcehayata geçirmektedir.

İşçi ve emekçiler yaşamlarını doğrudan ilgilendirenbu konu üzerine biraz düşündüklerinde, şu çıplakgerçekle karşılaşacaklardır: Merkezi bütçe, sermayesınıfının iktidar aygıtı olarak devletin, başta vergilerolmak üzere toplumdan her türlü yolla elde ettiğibirikimi tekrar sermaye sınıfının ihtiyaçlarıdoğrultusunda kullanılmasının organize edilmesindenbaşka bir şey değildir. Kriz gibi bütçe dengelerinin dahaçok sarsıldığı dönemlerde ise, işleyen bu kuralın sonucuişçi ve emekçiler için çok daha yıkıcı olmaktadır.

Eğer krizin faturası bir de bu yolla ödenmekistenmiyorsa, zamlara karşı mücadele yükseltilmelidir.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Geçtiğimiz günlerde Afganistan’da biri kurmayalbay, diğeri uzman çavuş iki Türk askeri hayatınıkaybetmişti. Askerlerin ölüm nedeninin zırhlı aracınkaza yapması sonucu olduğu söylenirken, bu şaibelikazada iki askerin de yaralandığı açıklandı.Emperyalist işbirlikçiliğin yeni bilânçosu olan bu ikiaskerin ölümünün basında “olması gerektiği” kadaryer almaması da dikkat çekicidir. Konuyla ilgiliaçıklamanın Genelkurmay tarafından değil deCumhurbaşkanı tarafından yapılması ise, buölümlerin arka planının hasıraltı edilmesi amacıtaşıdığını gösteriyor. Kürdistan’da ölen askerlertörenlerle uğurlanırken, Afganistan’dakilerin sessizsedasız geçiştirilmesi bunun bir göstergesidir. Türk veKürt halkının arasına düşmanlık tohumlarının köksalması için asker cenazelerini kullanan sermayedevletinin bu sessizliğinin gerisinde, işbirlikçiliğininbedelini emekçilerin gözünden saklama kaygısıyatmaktadır.

İşte bu aynı günlerde, işbirlikçilerin Amerikanemperyalizminin gözündeki değerini açığa çıkarançarpıcı gelişmeler yaşandı. Eski ABD Başkanı RonaldReagan’ın günlükleri açıklandı. “Reagan Günceleri”isimli 767 sayfalık kitapta başkanlık dönemine aithatıralar yer alıyor. “Türk askerinin 6 bin, ABDaskerinin 90 bin dolara mal olduğunu” yazan bugünlük, Reagan’ın ağzından uşaklığın ABDemperyalizmine maliyetini açığa çıkarmaktadır. Yine“para sihirbazı” ve renkli darbelerin sponsoruSoros’un, 2003 yılı Mayıs ayında SabancıÜniversitesi’nde yaptığı konuşmada söylediği“Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur” sözleri dehala akıllardadır. Yani ne ABD emperyalizminuşaklarıyla olan ilişkisi değişmiştir, ne de uşaklığıiçlerine iyice sindirenlerin efendilerine olan kulluğu...

Tapınakları Beyaz Saray olanların düştüğü içleracısı bu durum daha da eskilere dayanmaktadır. Vaktizamanında bir Türk askerinin ABD’ye maliyeti “23sent” değil miydi? Dönemin Amerikan DışişleriBakanı Dulles’in, “bir Türk askeri bize 23 sente maloluyor” sözlerini bu ülkenin emekçileri aslaunutmayacaktır.

Aynı dönemlerde Amerikan generali Alfred M.Guenther de Amerikan senatosuna şöyle sesleniyordu:“Sizler de biliyorsunuz ki iki haftadır Türkiye’deydik.Büyük ölçüde hoşnutlukla karşılandık, Türklerden veonların savaşçı asker sıfatlarından etkilendik. Fakatbu insanların ne elde edeceğini biliyor musunuz? Herasker için ayda 21 sent alacaklar. Maaşları bu!” Budurum üzerine Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin üyesiBrian McMahon’un aşağılayıcı yanıtı ise “maaşlarınıartırmışlar” şeklindeydi.

Şimdi tüm bunlar üzerinden dünyanın mazlumhalklarının hayatını cehenneme çeviren işgalbölgelerine bir göz atmak gerekir. Irak’tan Lübnan’a,Filistin’den Afganistan’a, Pakistan’a… ÖncesindeYugoslavya’ya, Somali’ye… Emperyalist işgalinyaşandığı her yerde, “23 sentlik askerleri” cepheyesüren de aynı işbirlikçiler değil midir? NATO ya daBM ordularının içinde kefen parasına “savaşan” buaskerler kimin çıkarına ölmekte ve öldürmektedir?Kendi haklı davası için savaşamayanların başkalarınınçıkarına savaştığı, can verdiği ve can aldığı savaşlardacepheye sürülen bu “23 sentlik” emekçi çocukları,

işbirlikçi rejimlerin, emperyalizme sadakatlerinigöstermek için verdikleri kurbanlardır.

Bu durumu en iyi anlatan örnek, Kore’ye ABDemperyalizminin çıkarlarını savunmak için gönderilenTürk askerleridir.

25 Temmuz 1950’de alınan kararla Kore’ye 259subay, 395 astsubay 18 askeri memur, 4 sivil memurve 4 bin 414 erden oluşan 5 bin 90 kişi gönderilir.Amerika’nın çıkarına yapılan bu haksız savaşta 721asker, Kore dağlarına cansız bedenlerini bıraktılar.Ayrıca uşaklığın bedeli olarak 2.147 yaralı, 346 hasta,234 esir ve 175 kayıp verildi.

İşbirlikçi sermaye devletinin NATO’ya girmesininyolunu açan Kore savaşının ardından NATO üslerininTürkiye’de kurulması da kabul edildi. BöyleceTürkiye 1952’de NATO’ya girebildi.

Kore savaşının gizlediği bir başka önemli gerçekdaha var. Diyetini emekçi çocuklarının hayatlarıylaödemiş olması, bu haksız savaşın sadece görünenkısmıdır. Görünmeyen kısmında ise, emperyalizminkirli yöntemlerinin uygulamalarla öğrenilmiş olmasıvardır. Türkiye burjuvazisi işgale en iğrenç yanlarıylada ortak olmuştur.

Bugün Irak’ta, Afganistan’da, Guantanamo’daolduğu gibi işgalin kirli yüzü olan işkence yöntemiKore’de de komünistlere karşı uygulanmıştı. Tutsakdüşen Kore’li ve Çin’li esirlerin üzerinde yenisorgulama ve işkence teknikleri denenmişti. Buişkenceli sorgulara Türk subayları da katılmaktaydı.Bu subaylar arasındaki en önemli isim, TürkTugayı’nın en kilit birimi olan Harekât Dairesi’ninbaşındaki Faik Türün’dü. 12 Mart darbesinin deönemli isimlerinden olan Faik Türün, ABD’lieğitmenlerinden öğrendiği işkence metotlarını o ünlüZiverbey Köşkü işkencehanelerinde hayata geçirereknam salmıştır. 12 Mart askeri-faşist darbesininİstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nı yürüten FaikTürün, darbeden 2 yıl sonra emekliye ayrıldığında,“Kadıköy’deki köşkü kontrgerilla örgütüne özelolarak hazırlattım” itirafında bulunmaktansakınmamıştır.

Kore Savaşı’nda işkenceli sorgulara katılan birbaşka işkenceci subay ise Turgut Sunalp’tir. FaikTürün’ün yardımcılığını yapan Sunalp de Ziverbey

Köşkü işkencelerinin mimarlarındandır. TurgutSunalp emekli olduktan sonra gazetelere işkencelisorgulara katıldığını övünerek anlatır. İşindeuzmanlaşmış bir işkencecinin arsız üslubuylaişkenceli sorgulama yöntemlerinin “özel”,sorgulamaları yapanların da “özel eğitimli” olduğunuşöyle anlatır:

“Uygulanan sorgulama yöntemi özel bir teknikaslında. Özel olarak yetişmiş insanlardır bunlar... Birkıza copla tecavüz edildiği iddia edilmişti. İddia edenkız da ciddi şekilde komünistti. Özür dileyereksöylüyorum, taş gibi delikanlı oğlanlar var elimizde,yirmi yaşında yirmi bir yaşında. Yani kalkıp da birkıza bu yoldan işkence yapacaksa copa müracaatetmek ihtiyacını hisseder mi?”

Görüldüğü gibi, emperyalist işgale ortak olmanınbedelini sadece “23 sentlik askerler” hayatlarıylaödemiyorlar. Mazlum halkların topraklarını işgal edenemperyalistler, bu kirli savaşın insanı nasılsoysuzlaştırabildiğini Turgut Sunalp örneğinde degöstermektedir. Yine bilinmektedir ki, Faik Türün veTurgut Sunalp gibi daha birçok işkencecinin eğitmeniABD’li işkencecilerdir.

Ancak, bugün Irak’ta olduğu gibi işkenceyapmaktan zevk alan yaratıklar haline dönüşen bucanilerin çektirdikleri “hatıra fotoğraflarını” tarihkendi albümünde toplamaktadır. İşkencecileringururla anlattığı o işkence anıları tarihin suççetelesine eklenmektedir. Yani hiçbir insanlık suçucezasız kalmayacaktır. Emperyalist-kapitalist sistemtarihin çöplüğünde layık olduğu yeri aldığı vakit,cellâtlar da hak ettikleri cezayı bulmuş olacaklardır.Bugünkü yüksek mevkileri, birilerinin suçlarını daaynı oranda yükseltmektedir.

Emperyalist işgallere “23 sentlik askerler” olarakortak olmamak, bu haksız savaşların diyetiniödememek için emperyalistlerden de,işbirlikçilerinden de hesap sormak gerekmektedir.Emperyalist işgallere değil direnişe destek vermek,emperyalizmin suç ortağı işbirlikçilere karşımücadeleyi yükseltmek gerekmektedir.

Dünyanın mazlum ulusları bugün emperyalist-kapitalist sisteme karşı aynı safta buluşabilirlerse,yarın aynı kardeşlik sofrasına da hep birlikte

Emperyalizmin askeri olmayacağız! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Ne “23 sentlik asker” ne de emperyalizmin suç ortağı olacağız!

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Emperyalizmin askeri olmayacağız!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

oturabilecek, özgürlük şarkılarını hep berabersöyleyebileceklerdir.

“Yemen yolu çamurdandır, sefertası bakırdandır,

Gemiciği olan bedel öder, şehidimiz fakirdendir”

Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde, kaza sonucumühimmatın patlaması sonucu hayatını kaybedenaskerlerden piyade Bahadır Han Solak’ın cenazesindearkadaşlarının açtığı pankart son günlerin en önemligündemidir. Bu kazada hayatını kaybeden dörtaskerden biri olan Bahadır Han Solak, AfyonKocatepe Üniversitesi Elektrik-ElektronikBölümü’ndeki öğrenimini yarıda bırakmış ve bir süreTuzla tersaneler bölgesinde gemilerde çalışmıştı. Yaniemekçi bir ailenin yine işçi olan tek çocuğuydu.Solak’ın cenazesinde arkadaşlarının açtığı “Yemenyolu çamurdandır, sefertası bakırdandır, gemiciği olanbedel öder, şehidimiz fakirdendir” yazılı pankart,boğulmak istenen bir tepkinin de dışa vurumuydu. Bubeklenmedik tepkiye polislerin müdahalesi isebeklendiği gibi oldu. Pankartı açanlar polis tarafındanyaka paça gözaltına alındı.

Bu vesileyle Kürt halkına karşı yürütülen haksızsavaşta yaşamını yitiren Türk askerlerinin sosyalstatüleri yeniden gündeme gelmiş oldu. Öyle ki, askercenazelerinin kafatasçı gösterilerinden gözlerini şöylebir sıyırıp, meseleye biraz farklı bir penceredenbakmayı başaranların göreceği tek bir gerçek vardır.O gerçek de hayatını kaybeden askerlerin tabutlarınınçıktığı evlerin, yoksul emekçi evleri olduklarıdır. Yaniişçi ve emekçi çocukları, açlık ve yoksulluk sınırıaltında yaşamak zorunda bırakıldıkları “vatanlarınıkoruma” yalanıyla, kendileri gibi yoksul bir halkakarşı savaşmak zorunda bırakılmaktadırlar.

Sermaye sınıfı için bu haksız savaşta ölen emekçiçocukları da sadece bir rakamdan ibarettir. Çünkürakam arttıkça şovenizmin zehrinin etkisi deartmaktadır. Bu da haksız düzenin dönen çarklarınagüç vermektedir.

Yeri geldiğinde bu rakamlar, başka gerçeklerinüzerini örten bir perde işlevi de görmektedir. Savaşbölgesinde görev yapmış olan bir askeri psikolog,bölgedeki her on askerden yedisinin travmayaşadığını, 1990 ve 2000 yılları arasında 35 binaskerin bunalıma girdiği için çeşitli hastanelere veyarehabilitasyon merkezlerine başvurduğunu, başvuruyapmayanların ise bu sayının beş katı olduğunu dilegetirmektedir. 2002 yılında mecliste verilen bir soruönergesine cevap veren dönemin Milli SavunmaBakanı Sabahhatin Çakmakoğlu; 1991 ve 2001 yıllarıarasında TSK içinde 1248 intihar meydana geldiğini,815’inin ölümle sonuçlandığını açıklamıştı. Tabii kibunlar resmi rakamlar. 2001 ve 2009 tarihleri arasındakaç intihar, kaç cinayet ve kaç kişinin kazaylaöldüğüne ilişkin ise resmi bir rakam yok.

Piyade er Bahadır Han Solak’ın cenazesindearkadaşlarının açtığı bu pankart, en kör gözlere birkez daha göstermiştir ki, her Türk asker doğmuyor!Bugün krizin faturasını ödeyen kimlerse, bir avuçpara babası zenginleştikçe kimler daha dayoksullaşıyorsa, adaletsiz vergi sisteminin altındakimler eziliyorsa, sadece onlar asker doğuyor vesavaşlara yollanıyor. Emekçilerin kanları üzerindensavaş dansı yapan haramilerse, gençlerimizincenazelerinde sahte gözyaşı döküp, ölülerimizi bir kezdaha lekeliyorlar.

Başbakan Erdoğan “askerlik yan gelip yatma yerideğildir” diyor ama büyük oğlu Ahmet BurakErdoğan’ın aldığı çürük raporuyla askere gitmemesiüzerine tek söz etmiyor. Diğer oğul Bilal Erdoğan da21 günlük kısa dönem askerliğinde yan gelip yatmış,tezkereyi alıp dönmüştür. AKP’nin mitinglerinde

söylenen şarkının tersine, bu elit tabakanın, işçi veemekçilerle birlikte aynı yolda beraber yürümedikleribu vesileyle de görülmüştür.

1990’lı yıllarda kirli savaş doruk noktasındayken“kurşun atan da yiyen de” diyerek kana susamışlığınıdışa vuran Tansu Çiller’in biricik oğlu Mert Çilleryalısının önünde askerlik yapmaktaydı. DöneminGenelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in oğlu SerdarGüreş’in İzmir’de nasıl askerlik yaptığı da herkesinmalumu!

En zenginler sıralaması için birbirleriyle kıyasıyayarışan para babalarının çocuklarının askerlikkonusunda hiçbir dertlerinin olmadığı ortadadır.Hayatını kaybeden askerlerden hiç değilse birinin birvilladan cenazesinin kaldırıldığı görülmüş değildir.Bu burjuva çocuklarının askerlik yaptıkları bileşüphelidir.

Mevcut belgelere göre, paşa çocukları da paşapaşa raporlar almakta, paşaların çocuklarına yakışıraskerlik yapmaktadırlar. Generallerin çoğunun çocuğuveya yakını ya ‘çürük’ raporu almış ya da hiçbiriaskerliğini Ankara’nın doğusunda yapmamıştır. Hergün ölüm haberlerinin geldiği Şırnak, Şemdinli,Hakkâri, Yüksekova, Dağlıca gibi bölgelere yapılanasker dağıtım listelerinde paşa yakınlarına rastlamakimkânsızdır. Paşa çocuklarının çoğu askerliğini yaAnkara’da ya Batı illerindeki beş yıldızlıorduevlerinde yapmaktadır. Büyükanıt’tan İlkerBaşbuğ’a, gelmiş geçmiş tüm üst rütbeli subaylarakadar böyledir. Aynı şey tüm düzen siyasetçilerininyakınları için de geçerlidir.

Gerçeklerin böyle olmasında şaşılacak bir şeyyoktur elbette. Nasıl ki burjuvazi kendi krizlerininfaturasını işçi ve emekçilerin sırtına yüklüyorsa, kendisınıf çıkarına yürütülen bir savaşın tüm eziciağırlılığını da yine işçi ve emekçilere yüklemesidoğaldır. Kapitalist sistemin ayrıcalıklı yaptığı sınıfburjuvazidir. Bizlerle aynı hayatın zorluklarınıpaylaşmayanların, bizlerle aynı savaşta, aynı siperdeyan yana olmaları mümkün müdür? Sırtımızdanmilyarlar kazandıkları fabrikalarda nasıl ki bizlerleaynı iş kazasında hayatlarını kaybetme imkânı yoktur,aynı şekilde kardeş Kürt halkına karşı yürütülensavaşta da onların ayrıcalıklı çocuklarının can vermesimümkün değildir.

Türk milliyetine mensup işçi ve emekçiler iyicedüşünmelidir. Karşılarına düşman diye çıkarılan Kürthalkının sadece milliyeti ve dili ayrıdır. Bir ulusolarak kendi tercihlerini, kendi kaderlerini özgürcebelirlemek onların da en doğal hakkıdır. Gerçekeşitlik budur. Kürt halkıyla asıl büyük yakınlığımız

ise aynı sınıfa mensup olmamızdır. Çıkarlarımızıortaklaştıran, bizleri bu temelde yan yana getirerekbirleştirecek olan gerçek de budur. Ayrı uluslaramensup olsak da önemli olan aynı sınıfa mensupolmamızdır. Yani işçi ve emekçi sınıfına! Gerçekdüşmanımız ise bizden gibi görünen, bizimle aynı dilikonuşan, aynı ulusa mensup olmakla övünenburjuvazidir. Çünkü onlar nihayetinde mensubuoldukları sermaye sınıfının çıkarlarınısavunmaktadırlar. Bu sömürü düzeni onların eseridir.Bu yüzden asla bizden biri olamazlar. Onlarla aynısafta olmamız asla mümkün değildir. Emeğimizi çalanhırsızlarla çıkar birliğimizin olması imkânsızdır.

Piyade er Bahadır Han Solak bir tersane işçisidir.Askerde geçirdiği kaza sonucu ölmemiş olsaydı (kibir çatışma esnasında ölmüş olsa bile durumdeğişmeyecektir) belki de tersanelerde çalışırkengeçireceği bir iş kazasında hayatından olacaktı. Heriki durumda da onun ölümüne neden olan, toplumuezen ve ezilen sınıflar olarak iki keskin kampa ayırankapitalist sistemdir. Halkları karşı karşıya getiren debu sistemdir.

Türk ve Kürt emekçilerini yan yana getirenellerimizdeki nasırdır. Döktüğümüz alınterimizdir,emeğimizdir. Yakılan ağıtların dili Kürtçe de, Türkçede olsa yürek yakan ezgisi ortaktır. Bilinmelidir ki,akan kanlarımızla oluşacak kan denizinin aramızaçizeceği sınır çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır.

Unutulmamalıdır ki, gerçek düşman Kürdistandağlarında değil, ülkemizin en güzel yerlerindekisaraylarında yaşamakta olan haramilerdir, sınıfdüşmanlarımızdır. Topraklarımızın tüm zenginlikleriniemperyalist tekellere pazarlayan ve emeğimiziazgınca sömürmeye devam eden de onlardır.Öfkemizin gerçek adresi de sermaye düzeni, yanikapitalizm olmalıdır.

Kardeş kavgasını durdurmanın biricik yolu sınıfkavgasını yükseltmekten geçmektedir. Çünkü Kürt veTürk halklarının gerçek manada kardeşçeyaşayabilmesinin yegâne yolu sosyalizmdir.

Kimileri yüzlerini maskelemek için kullansa daCahit Sıtkı Tarancı’ın o güzel şiiri elbet bir gün butopraklarda hayat bulacaktır:

“Memleket isterim. Gök mavi, dal yeşil, tarla sarıolsun. Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleketisterim. Ne başta dert ne gönülde hasret olsun.Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleketisterim. Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun. Kışgünü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim.Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun. Olursa birşikâyet ölümden olsun.”

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Devrimci tutsaklara özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

“Müebbetlikken idama mahkûm edildi. Hepimizingözleri önünde. Meydanlarda çekirdek çitleyerekseyredilen eski idamlar gibi.”

Yıldırım Türker, Güler Zere’nin, yani bir devrimcitutsağın sermaye devleti tarafından ölüme yollanışınıbu çarpıcı cümlelerle aktardı 20 Temmuz günü. Ve bucümlelerle ağır bir ithamda bulundu Zere’nin ölümegidişini kayıtsızlıkla seyredenlere...

Türker’in bu satırları yazdığı sırada ajanslaradüşen iki haber vardı ki, devletin “kimin devleti”olduğunu en kör gözlere dahi gösterecek cinsten: Biryanda PKK’li İsmet Ablak’ın gözgöre göre gelenölümü, diğer yanda JİTEM’in kurucusu olarak bilinenemekli Albay Arif Doğan’ın sağlık sorunları nedeniyletahliyesi... İşte sermaye devletinin adalet-i mahza’sı!

Zindanlarda katletmek devlet geleneğidir!

Özellikle ‘80 faşist darbesi sonrasında devletinzindanları teslim alma politikaları nedeniyle pek çokvahşi katliam yaşandı. Saldırılarda ve saldırılara karşıverilen mücadeleler sırasında yüzlerce devrimci şehitdüştü. Yeni Ceza İnfaz Yasası ve F tiplerinin ardındandüzenin zindanlarından bugün yansıyan manzara dadevletin katliamcı geleneğiyle uyumluluk içinde.Tecrit silahıyla teslim alınmaya çalışılan tutsaklarüzerinde mutlak bir tahakküm kurmaya çalışansermaye devleti, kendi yasalarını dahi hiçe sayarakzindanlarda otoritesini sağlamaya çalışıyor. Toplumsalmuhalefetin zayıflığından güç alarak, pervasızca“benim dediğim olur!” diyor. Faşizmin zindanlarındaonlarca tutsağın ölüme mankum edilmesi, zindanlarıteslim alma politikasının en çarpıcı parçasıdurumunda.

Bugün onlarca tutsak cezaevlerinde ölümübekliyor. Oysa sermaye devleti yıllar önce AB uyumyasaları çerçevesinde idam cezasını kaldırırkendemokrasi havarisi kesilmiş, “Apo’yu asalım”söylemleri bile bizzat ırkçı parti tarafından rafakaldırılmıştı. Ancak yasalardan idam cezasınıçıkaranlar, fiili olarak hasta tutsakları ölüm cezası ilekarşı karşıya bırakıyorlar. Kalemi kırmak ise kirlisiciline her geçen gün yeni satırlar eklenen Adli TıpKurumu’na düşüyor.

Düzenin yeni celladı: Adli Tıp Kurumu

Mahkemelere bilirkişilik yapmak üzere kurulanAdli Tıp Kurumu geçmişten beri düzenin kirli işleriniyapmaya, infazların, katliamların üzerini örtmeye vedüzeni aklamaya hizmet ediyor. Kurumun adınınkarıştığı birkaç olay bile, Adli Tıp’ın ciddiyetini vebilimselliğini ortaya koymaya yeterli.

Hüseyin Üzmez’in cinsel istismarda bulunduğu 15yaşındaki B.Ç. hakkında “psikolojik olarak olaydanetkilenmediği” yönünde rapor veren kurum,Münevver Karabulut cinayetinin ardından önce ikikişiye ait sperm bulunduğunu söylüyor, sonra isespermin kirli bir eldiven nedeniyle bir başka cesettenbulaştığını iddia ederek raporu yeniliyor. Aynı AdliTıp, İsmailağa Camisi’nde linç edilerek öldürülenMustafa Erdal’ın üzerindeki kan örneklerinden birinin

bir kadına ait olduğunu söylüyor, sonra kanlarınkarıştığını duyuruyor.

“Wernicke Korsakoff” teşhisi konularak tahliyeedilen devrimci tutsaklar hakkında yeni raporlarhazırlayan Adli Tıp Kurumu, bu sayede Ölüm Orucugazilerinin yeniden tutuklanmalarını sağlıyor. Oysahastalığın bugün için tedavi edilme şansı yok. AdliTıp Kurumu’nun işkence maduru ve hasta onlarcatutsağa “sağlam” raporu verdiğini söylemeye gerekbile yok.

Bu kokuşmuş kurumun başındaki isimler de özenleseçiliyor. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas KuruluBaşkanlığı’na getirilen Nur Bilgen bu konuda manidarbir isim. Geçmişte işkence mağdurlarına ve ÖlümOrucu direnişçilerine “sağlam” raporu veren ve busebeple TTB tarafından 6 ay meslekten men cezasınaçarptırılan Bilgen, adeta kontrgerillanın Adli Tıpayağı. Birgen, Adalet Bakalığı tarafından hâkim vesavcılara işkence konusunda eğitim vermek için deseçilen bir isim.

Onlarca hasta tutsak ölümü bekliyor.!

Mustafa El Elçi, Gurbet Mete, Hasan Kert, BeşirÖzer, Recep Çelik, İsmet Ablak... Bu altı isim sadeceson altı ay içerisinde hayatını kaybeden tutsaklara ait.

Samet Çelik, Aynur Epli, Bekir Şimşek, Erol Zavar,Gazi Dağ, Gülezar Akın, Halil Güneş, Halil Yıldız,İnayet Mete, İsmet Ayaz, Menduh Kılıç, NizamettinAkar, Yusuf Kaplan, İzzet Turan, Mustafa Gök, NesimiKalkan, Rasim Aşan, Remzi Aydın ve Güler Zere... Buisimler ise sağlık durumu gittikçe kötüleşen hastatutsaklara ait. İkinci gruptakiler tahliye edilmedikleriher an listenin diğer tarafına katılmaya bir adım dahayaklaşıyor. Hasta tutsaklar arasında öne çıkan bir isimolan Güler Zere’nin durumu ise, devlet kurumlarınındevrimcilere karşı nasıl bir pervasızlık içerisindeolduğunu göstermesi bakımından son derece önemli.

Güler Zere Malatya 1 No’lu Devlet GüvenlikMahkemesi’nce verilen 34 yıllık ceza nedeniyle 14yıldır cezaevinde. Elbistan E Tipi KapalıCezaevi’ndeyken kansere yakalanan Zere’nin ağıziçive boynundaki yaralar nedeniyle damağı alındı veZere Adana Karataş Kadın Cezaevi’ne sevk edildi.Zere’nin tedavisinin cezaevi koşullarında mümkünolmadığına dair Çukurova Üniversitesi Adli Tıp AnaBilim Dalı, Balcalı Hastanesi ve Adana TabipOdası’nın rapor hazırlamasına rağmen CumhuriyetBaşsavcılığı tahliye talebini kabul etmedi ve Zere’yiAdli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’na sevk etti.

Zere’nin İstanbul’a sevki de işkenceyedönüştürüldü. Zere Adana’dan İstanbul’a ring aracıyla14 saatlik yolculuğun ardından vardı ve 15 dakikalıkmuayenenin ardından yeniden 14 saat yol katederekAdana’ya geri döndü. Sağlık durumu Zere gibi kritikolan bir tutsak için 28 saatlik böylesi yolculuk alenenişkence anlamına geliyor.

Ancak Savcılığın Adli Tıp Kurumu 3. İhtisasKurulu’nda ısrarı sebepsiz değildir. Kurulun başındakitanıdık isim tam da savcının Adana’da yazdıramadığıraporu hazırladı ve “infaza devam” dedi. Raporunardından Adana Balcalı Araştırma Hastanesi’ne

götürülen Zere, burada zemin katta bulunan kadınmahkum koğuşuna alındı. Hastanede Kulak, Burun veBoğaz Kliniği’nden Onkolojiye sevk edilen Zere,hastanenin mahkum koğuşunda yer olmaması bahaneedilerek yeniden Karataş Cezaevi’ne gönderildi.

JİTEM’ciye tahliye, PKK’liye ölüm!

Devlet hasta tutsakları ölüme mahkum edip,sırayla ölmelerini seyrederken, “Ergenekon”operasyonu kapsamında tutuklanan kontrgerillaşefleri, JİTEM’ciler birbiri ardına sağlık sorunlarıgerekçeleriyle tahliye ediliyor. PKK’li İsmet Ablak’ınölümü bu gerçeğin altını bir kez daha çizdi.

‘94 yılında tutuklanarak müebbet hapis cezasınaçarptırılan Ablak, cezaevinde kansere yakalandı. Ciltve mide kanseri tedavisi gören Ablak, 30 kez mideameliyatı olmasına rağmen tahliye edilmedi veErzurum Araştırma Hastanesi’nin morgun yanındabulunan, güneş görmeyen, penceresi vehavalandırması bulunmayan mahkum koğuşundatutuldu. Bir kez daha Adli Tıp Kurumu 3. İhtisasKurulu’nun raporuna göre hareket eden savcılar,Ablak’ı ölüme mahkum etti ve İsmet Ablak 18Temmuz günü hayatını kaybetti.

Ablak’ın ailesi Cumhurbaşkanı’na dahibaşvurmasına rağmen bir sonuç alamazken, JİTEM’inkurucusu ve ikinci Ergenekon davası kapsamındatutuklu bulunan emekli Albay Arif Doğan, sağlıksorunları gerekçesi öne sürülerek aynı gün “şaibeli”bir biçimde tahliye edildi. Ergenekon davalarınabakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, HasekiEğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi gördüğüiddia edilen albaya, “kalp yetmezliği, şeker hastalığı,görme bozukluğu, yürüyememe ve anksiyetebozukluğu” raporu verildi.

Devrimci tutsakları ölüme mahkum edenler,bugüne kadar Ergenekon davası kapsamında tutulangazeteci Ayşe Asuman Özdemir, İP Genel BaşkanYardımcısı Ferit İlsever, emekli Orgeneral ŞenerEruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Dr.Erol Manisalı, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Mustafa Yurtkuran’ı tahliye ettiler.

Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!

Her tutsağın yaşadığı sağlık sorunları farklı olsa dakimlikleri ve devletten gördükleri muamele onlarıortak bir paydada birleştiriyor. Bu da devletin zindanpolitikalarının sonuçlarını yaşıyor olmaları, devrimcikimliklerinin ve düzen karşısındaki konumlanışlarınınbedelini ödemeleri. Ama devrimciler bu bedeliödemeyi baştan beri göze alarak yola çıkıyor. Devletinkatliamcı politikalarıyla uyum içindeki bu saldırılar dazindanlarda, tıpkı önceki katliamlara göğüs geren vebu uğurda canlarını veren devrimciler gibikarşılanıyor.

Bu mücadele sırasında zindanlarda direnendevrimcilere daha fazla destek sunarak dayanışmayıyükseltmek fazlasıyla önem taşıyor. Çünkü onlarsadece hasta oldukları için değil, herşeyden öncedevrimci oldukları için özgür kalmayı hakediyorlar.

Hasta tutsaklar ölüme giderken, kontrgerillacılar tahliye ediliyor...

Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük!

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Güler Zere’ye özgürlük!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

İsmet Ablak cezaevinde önceki gün öldü. GülerZere’nin durumu ise kritik. Cezaevlerinde onlar gibitedavisi dışarıda yapılması gereken onlarca tutsak var.

Cilt kanserine yakalanan, ayrıca midesindekirahatsızlık nedeniyle 30 kez ameliyat geçiren bunakarşın tahliye edilmeyip hastanenin ‘mahkûmkoğuşu’nda tutulan İsmet Ablak öldü. Adli Tıp 3.İhtisas Kurulu’nun “infazını hastanede tamamlasın”dediği ağız kanseri Güler Zere’nin sağlığıysa giderekkötüye gidiyor.

Çağdaş Hukukçular Derneği cezaevlerindedurumları giderek kötüleşenlerin raporunu hazırladı:

Samet Çelik: Buca Kırıklar 2 Nolu F TipiCezaevi’nde. Kan kanseri.

Aynur Epli: Bağırsak kanseri nedeniyleDiyarbakır’da tedavi görüyor.

Bekir Şimşek: Edirne F Tipi Cezaevi’ndehükümlü. Wernicke Korsakoff hastası. Adli Tıp 3.İhtisas Dairesi hastanede infazının devamedebileceğine ilişkin rapor verdi.

Erol Zavar: Sincan 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde.Mesane kanseri. 30’a yakın tıbbi müdahale veameliyat geçirdi. Cezaevindeyken başlayan migren vesafra kesesi ağrıları, daha önce geçirdiği tüberküloz,gözaltı sırasında gördüğü işkenceler ile dizlerindeoluşan menüsküs bunların en başta gelenleri. Mart2007’de safra kesesi alındı.

Gazi Dağ: Antalya E Tipi Cezaevi’nde. Beldenaşağısı felçli, iyileşme şansı bulunmuyor.

Gülezar Akın: Adıyaman E Tipi Cezaevi’nde.Hipofiz bezi tümörü var. Üç yıldır tedavi oluyor.Yumurtalıklarda kist, belde fıtık, yırtılma ve düzleşmeayrıca mide ülseri var.

Halil Güneş: Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde.Kemik kanseri.

Halil Yıldız: Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nde.82 yaşında. Cezaevindeki arkadaşlarının yardımıolmadan yaşamını sürdüremiyor.

İnayet Mete: Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi’nde.Kısa bir süre önce kalp ameliyatı geçirdi, sık sık krizgeçiriyor, ayrıca siroz hastası. Sinir tahribatı, damartıkanıklığı ve bel fıtığından mustarip. Dönem dönemvücudunun her tarafında derin yaralar açılıyor.

İsmet Ayaz: Adıyaman E Tipi KapalıCezaevi’nde. Çölyak hastası ve bedeni 10 yaşındaçocuk gibi.

Menduh Kılıç: Buca Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde.Ağır siroz hastası.

Nizamettin Akar: Muş E Tipi Cezaevi’nde.Gırtlak kanseri. Sağlık durumu nedeniyle Muş DevletHastanesi’nden önce Van’a oradan da AnkaraNumune Hastanesi’ne sevk edildi. Mevcut koşullarıhapishanede kalarak tedavi olmasına imkânvermemektedir yönündeki raporuna rağmen, içeride.

Yusuf Kaplan: Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi’nde.85 yaşında, vücudunun yüzde 79’u felçli. Kaplan’ınkalp yetmezliğinden koroner arter hastalığına, görmesorunundan solunum sistemi rahatsızlığına kadarbirçok hastalığı bulunduğu, vücudunun yüzde 79’unukullanamaz olduğuna dair raporu var.

İzzet Turan: Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde. Mideülseri, kemik erimesi, böbrek yetmezliği, bel fıtığı var.

Mustafa Gök: Sincan 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde.Wernicke Korsakoff hastası. Uzun süre tedavigördükten sonra tekrar hapishaneye gönderildi.

Nesimi Kalkan: Mersin Silifke M tipi cezaevinde.

Çölyak hastalığı nedeniyle hiçbir ihtiyacını tek başınakarşılayamaz hale geldi.

Rasim Aşan: Adana Kürkçüler F TipiCezaevi’nde. Mide ülseri var, Hepatit B ve sinirhastası. Yakınlarını bile tanıyamaz halde.

Remzi Aydın: Tekerlekli sandalyeye mahkûm. 9.5yıldır cezaevinde. Şu an Kocaeli 1 No’lu F TipiCezaevi’nde. 20 Şubat 2007 tarihli AİHM kararında“Tutukluluk süresi makul süreyi aşmıştır” denildi.

Bu yılın ilk altı ayında, altı tutsak (Mehmet Elçi,Gurbet Mete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik veİsmet Ablak) cezaevlerinde yaşamını yitirdi.

Sermaye devleti, kontrgerilla elemanlarını şaibelisağlık raporlarıyla birer ikişer salıverirken, ağır sağlıksorunlarıyla boğuşan tutsakları açıkça ölümeterkediyor. Yaşananlar, sermaye devletinin hukukunungerçek niteliğini tüm açıklığı ile gözler önüne seriyor!

Onlarca tutsak cezaevinde ölümü bekliyor!

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”

ÇHD’den suç duyurusu: “Güler Zere yaşasın!” ÇHD İstanbul Şubesi, Adli Tıp raporuna rağmen kanser hastası Güler Zere’yi tahliye etmeyen Elbistan

Cumhuriyet Savcısı ile Güler Zere’ye “hastanenin mahkum koğuşunda kalabilir” raporu veren Adli Tıp Kurumu3. İhtisas Başkanı Nur Birgen hakkında 17 Temmuz günü Sultanahmet Adliyesi’nden suç duyurusunda bulundu.

“Güler Zere yaşasın!” pankartının açıldığı eylemde, Zere’nin tahliyesinin siyasi kimliği nedeniyleengellendiği ifade edildi. Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Bilim Dalı Başkanlığı’nın, Güler Zere hakkındaverdiği “hapishanede kalamaz” raporlarına rağmen, Elbitan C. Savcısı’nın ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisasBaşkanlığı’nın, raporları görmezden gelerek adam öldürmeye teşebbüs suçunu işlediği belirtildi. Raporuhazırlayan Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Başkanı Nur Birgen’in kirli geçmişi ile ilgili bilgi verildi:

* Birgen, Ergenekon sanığı Özel Harekat Daire eski Başkanı İbrahim Şahin Susurluk davasından hükümgiydiğinde, “sürekli hastalığı var” raporunu vererek af yolunu açtı.

* Wercnicke-Korsakof Sendromuna yakalandığı için tahliye edilen 16 tutuklu ve hükümlüye, “cezaevindeyaşamını sürdürebilir” raporu vererek, onların yeniden cezaevine gönderilmesine yol açtı.

* 3 kişiye birbiriyle çelişen raporlar verdiği için ceza aldı.* ‘95 yılında gözaltında işkenceye uğrayan gençlere “sağlam” raporu verdi.* 23 Eylül 2007’de Adana’da evlerinin 3. katından düşen ve felç olan Emrah Alişan hakkında verdiği

“cezaevinde kalabilir” raporu yüzünden Alişan hala içerde.Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul’da “Zere’ye özgürlük!” eylemleriDevrimci Alevi Komitesi ve Halk Cephesi, Güler Zere’nin serbest bırakılması için 20 Temmuz günü

İstanbul’da ayrı eylemler gerçekleştirdi.İlk eylemi Taksim tramvay durağında Devrimci Alevi Komitesi gerçekleştirirdi. Eylemde, “Adli Tıp Güler

Zere’yi ölüme mahkum etti. Güler Zere’nin katledilmesine izin vermeyeceğiz / Devrimci Alevi Komitesi”pankartı taşındı.

Basın açıklamasında, hazırlanan raporun, akla, tıp bilimine ve vicdana aykırı olduğu, bu kararın Zere’ninhapishanede ölmesi anlamına geldiği ve raporun 5 dakikalık bir muayeneden sonra verildiği vurgulandı.

Halk Cephesi’nin, “Hapishanelerde tecrit sürüyor, Kanser hastası Güler Zere serbest bırakılsın / HalkCephesi” pankartını açtığı basın açıklamasında ise, Adli Tıp’ın aldığı bu kararla kendi yasalarını çiğnediği ifadeedildi. Güler Zere’nin devrimci olduğu için tahliye edilmediği, JİTEM şeflerinin “ağır hasta” olmamalarınarağmen tahliye edildikleri söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ankara’da Zere için eylemTAYAD’lı Aileler Güler Zere’nin serbest bırakılması talebiyle Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması

gerçekleştirdi. Açıklamada, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun verdiği rapor eleştirilerek, bu kararın siyasi bir kararolduğu belirtildi. AKP iktidarına seslenilerek, “Yasaları uygulayın. Güler Zere ve tüm hasta tutuklular serbestbırakılsın!” denildi. Açıklamanın sonunda Adalet Bakanlığı’nı arayıp Zere’nin tahliye edilmesi talebindebulunma çağrısı yapılarak, bakanlığa ait telefon numaraları verildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Güler Zere’ye özgürlük!”

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Entes ile dayanışma etkinliği…İstanbul Emekçi Kadın Komisyonları, 17 Temmuz

günü, Gülistan Kobatan’la dayanışma etkinliğigerçekleştirdi.

İMES A Kapısı önünde bir araya gelen EKK, EmineArslan, DHF Kadın Komisyonları (Demokratik KadınHareketi) ve Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Sekreteri DünyaEmrem, Sinter Metal işçileriyle C Kapısı’nda buluşarakburadan sloganlar eşliğinde yürüyüş gerçekleştirdiler.Kolluk güçleri çeşitli bahanelerle eylemi engellemeyeçalıştı fakat bu çabalar boşa çıkarıldı.

“Direnen Entes işçisi kadın işçilere yol gösteriyor!Gülistan Kobatan yalnız değildir! / Emekçi KadınKomisyonları” ozalitinin açıldığı yürüyüş sonrasındaKobatan’ın yanına gelindi. EKK adına yapılankonuşmada, EKK olarak Entes direnişini tüm sanayibölgesine yaymak için mücadele edecekleri belirtildi.Krizin ilk günlerinden itibaren işten atmalara karşıfabrika önlerini terk etmeme şiarını yükselttiklerihatırlatılarak, Kobatan’ın bu şiara yanıt verdiğinisöyledi. Emine Arslan’ın ve Kobatan’ın emekçikadınlara yol gösterdiği ifade edilerek tüm işçi veemekçi kadınlar mücadeleye çağrıldı.

Ardından Emine Arslan bir konuşma yaparak, “Bizonurumuzla direnerek DESA’da kazandık” dedi veKobatan’a onuruyla sabretmesini söyledi.

Sinter Metal direnişinden Lale Balta ise Sinterdirenişinden ve mahkeme sürecinden söz etti, direnişindönüştürücü önemini vurguladı.

DHF Kadın Komisyonu adına Melek Aşkın, direnenkadınların emeklerine daha çok sahip çıktıklarınısöyleyerek, tüm emekçi kadınları Kobatan iledayanışmaya çağırdı.

Sabra Tekstil’de tutuklanan 4 BDSP’liden birisi olanMelek Can, “Tutuklanmamız bizi yıldıramadı. Biz yineburadayız ve burada olmaya devam edeceğiz.”dedi.

Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Sekreteri Dünya ErmemKESK’e yönelik saldırıların Sabra’da yaşanansaldırılardan ve işte atma saldırılarından bağımsızolmadığını söyledi. Kobatan’ın direnişini selamladı.

Mücadele yolunu seçen bir kadın işçi olarak iki haftaönce ailesinin baskısına maruz kalan Sevinç Biber dekadınların ancak mücadele ederek özgürleşeceğinivurguladı.

Yapılan konuşmaların ardından EKK ve Metalİşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi tarafından şiirdinletileri sunuldu. Çekilen halayların ardından ziyaret

sona erdi.Etkinliğin ardından Sinter Metal direnişine ziyaret

gerçekleştirildi. Kızıl Bayrak / İstanbul

Entes ile dayanışmamız sürüyor!Gülistan Kobatan ile dayanışmak için başlattığımız

kampanyanın ikinci ayağı olan masa açma faaliyetini 17Temmuz günü bitirmiş bulunuyoruz. 6-17 Temmuzgünleri arasında “Entes direnişiyle dayanışma güncesi”adlı defter açıp işçi ve emekçilerin duygu vedüşüncelerini bu deftere yazmalarını istemiştik. Busüreçte, MHP’lisinden CHP’lisine kadar konuşma fırsatıbulduğumuz herkes bu direnişi desteklediğini ifade etti.

Faaliyetimiz sırasında yapılan ajitasyon konuşmalarıve bildirilerimizle Entes direnişinin sesini Çiğli veKarşıyaka’da duyurduk. İşçi ve emekçiler, kadın işçiolmasından kaynaklı ve tek başına direnme cesaretigöstermesinden dolayı Kobatan’a saygı duyduklarını veherkesin bu tavrı göstermesi gerektiğini ifade etti.Hazırlamış olduğumuz Gülistan ile dayanışma kartlarınıyaygın bir biçimde kullandık. Çiğli ve Karşıyaka’da3500 civarı bildiri dağıttık. İşçi ve emekçi dostlarımızınevlerini ziyaret edip Entes direnişini anlattık ve destekistedik.

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Kadın Komisyonu

Kobatan’a tekstil işçilerinin desteğisürüyor

Gülistan Kobatan’ın sesini İzmir’deki işçi veemekçilere duyurmak için bu hafta da Konak veBuca’daki dayanışma masasını açmaya devam ettik.

İşçi ve emekçilere dayanışma çağrısında bulunarakajitasyon konuşmaları eşliğinde bildirilerimizi dağıttık.Topladığımız dayanışma mesajlarına beklediğimizdenyoğun ilgi vardı.

Konak’taki faaliyetimiz sırasında güvenlik şubeekipleri masamıza müdahale etmeye çalıştı. Masamızıkapatmayacağımızı ifade ettik. Bu kararlı duruşumuz veçevredeki emekçilerin sahiplenmesiyle saldırıyı boşadüşürdük.

Çalışmalarımızı, çoğunluğunu tekstil işçilerininoluşturacağı ve işçi dostlarımızla yapacağımız kahvaltıdaGülistan’la dayanışmayı nasıl büyüteceğimizi tartışarakderinleştireceğiz.

Tekstil İşçileri Bülteni çalışanları

Entes dinenişinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Direnişin 69. günü... Direnişin 69. gününde TÜMTİS İstanbul Şube

Başkanı ve yöneticileri direnişi ziyaret ettiler.(...) Parot işçisi de aynı şekilde belli aralıklarla

yanıma gelip sohbet etmeyi, halimi hatırımısormayı ihmal etmiyor. Direnişe ilginin her geçengün artması umut verici. (...)

Direnişin 68. günü...Bugün Entes Elektronik önündeki direniş

alanında beklerken öğle yemeğiyle birlikteyanıma gelen OSİM-DER’li arkadaşım yemekleberaber bir de haber getirmişti. Haber ise tekstilfirmalarında çokça rastlanan patronun işçilerinparasını ödemeden makinaları alıpkaçmasıydı.(...)

Direnişin 66. günü...Taksim’de ATV-Sabah eylemine katıldım.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın ATV-Sabah’taki üye sayısı azaldığı gerekçesiyle grevinmahkeme kararıyla 154. gününde durdurulmasıeylemin ana konusuydu. “Karara uymakzorundayız” diyen grevciler işyeri önündebekleyişlerini sürdürmeyecekler. Amaeylemliklerine devam edeceklerini duyurdular.Sayı olarak azlığı gözlenen eylemin coşkusuzluğudaı dikkatimi çekti.

Direnişin 65. günü… Bugün öğle saatlerinde Emekçi Kadın

Komisyonları, DESA’da 352 gün direnen vekazanan Emine Arslan, DHF Kadın Komisyonları(Demokratik Kadın Hareketi), Eğitim-Sen 2 No’luŞube Sekreteri Dünya Ermem ve Sinter Metalişçileri sloganlar eşliğinde Entes fabrikası önünegeldiler. Çevredeki diğer fabrikalardan işçilerindayanışmayı görüp umutlandıkları gözlerindenokunuyordu. (...)

Entes’teki etkinliğin ardından “Meha’dakazandık, Sinter’de kazanacağız!” sloganlarıeşliğinde Sinter Metal fabrikasına geçtik. EmineAslan ve Sinter işçileri ile sohbet gerçekleştirdik.

Direnişin 64. günü…15 Temmuz günü Sabra Tekstil patronunun

silahlı saldırısının ardından tutuklanandevrimcilerin ilk duruşmaları görüldü. Ben dedireniş güncemde yazdığım gibi BüyükçekmeceAdliyesi önündeydim. Ring araçları geldiğindearacın o küçücük penceresinden zafer işaretleribelirdi. Sloganlarımızı gür bir sesle atıyor,yumruklarımızı daha sert sıkıyorduk. Yinearkadaşlarımın gülüşlerini, gözlerinin içindekiparıltıyı görmek sevince boğuyordu.

Sloganlar eşliğinde dik, kararlı ve inançlı birşekilde araçtan indiler.

Elleri kelepçeli vaziyetteyken zafer işaretiyaptılar. Onlar mahkeme salonuna alındı. Bizlerbasın açıklamamızı oldukça coşkulu ve gürsloganlarımızla gerçekleştirdik. Ardından tutuksuzyargılanacaklarını öğrendik. Büyük bir sevinçletekrar sloganlarımızı haykırarak adliyedenayrıldık. (...)

Entes direnişçicisiGülistan Kobatan

Entes direnişi

günlüğünden…

Entes direnişiyle dayanışma etkinliklerinden...

“Gülistan Kobatanyalnız değildir!”

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Sağlık çalışanları meslek ve gelecekgüvencesi istiyor!

İstanbul Tabip Odası, SES Şişli Şube ve TürkSağlık-Sen, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesiişyeri temsilcilikleri, 21 Temmuz günü, sağlıksisteminde yaşanan sorunlara ve sağlık çalışanlarınayönelik artan saldırı ve şiddete ilişkin bir basınaçıklaması gerçekleştirerek, “Artık hedef tahtasıolmak istemiyoruz! Güvenli ortamda güvenceliçalışmak istiyoruz!” dediler.

Şişli Etfal Hastanesi Konferans Salonu önündegerçekleşen eylemde basın açıklamasını SES ŞişliŞubesi Eğitim Sekreteri gerçekleştirdi. Açıklamada,kamu sağlık hizmetlerini geliştirmek ve sorunlarıçözmek yerine, ticaret konusu haline getiren, yaşanansorunların nedeni olarak sağlık ve sosyal hizmetçalışanlarını gösteren, SSGSS Yasası ile tüm sağlık vesosyal hizmet çalşanlarını halkın hedefi haline getirenpolitikaların terk edilmediği ve bu politikalarıntemsilcilerinin ülkeyi yönetmeye devam ettiği sürecebu saldırıların ne ilk ne de son olacağı vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Teknik A.Ş.’de “Bilirkişi Raporu”Türk Hava Yolları (THY) Teknik A.Ş. işyerindeki

örgütlülüğü THY-Çelik-İş işbirliğiyle dağıtılmayaçalışılan Hava-İş Sendikası, işkolu itirazı davasındayaşanan yeni bir gelişmeyi kamuoyu ile paylaştı. 10Ağustos 2009 tarihinde görülecek işkolu itirazıdavasının 3. duruşması öncesinde, Teknik A.Ş.işyerinin yeniden teftişi için atanan “BilirkişiHeyeti”nin raporu tamamlandı.

“Bilirkişi Heyeti” THY Teknik A.Ş işyerinin diğeriller de dâhil işletme olarak tümüyle 21 sayılı “HavaTaşımacılığı” işkolunda olduğu sonuç ve kanaatinevardı. Bu gelişme sonucu “Bilirkişi Raporu” 10Ağustos 2009 tarihinde yapılacak 3. duruşma öncesimahkemeye sunulmuş oldu.

“Bilirkişi Raporu” sonucuna ilişkin yazılı açıklamayapan Hava-İş Sendikası, THY Teknik A.Ş.’dekiüyelerinin çeşitli baskılarla karşı karşıya olduğunubelirtti.

ATV-Sabah grevi durduruldu!13 Şubat 2009 tarihinde başlayan ve 154. gününde

İstanbul 2. İş Mahkemesi’nin kararıyla durdurulanATV-Sabah grevindeki gelişmeler, grevci basınemekçilerinin her Cumartesi günü Taksim TramvayDurağı’nda gerçekleştirdikleri basın açıklamasıylakamuoyuyla paylaşıldı.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) üye veyöneticilerinin yanısıra Genç-Sen’liler ve Entesdirenişçisi Gülistan Kobatan’ın da destek verdiğieylemde, grevin yasaklanmasına gerekçe olarakgösterilen “sendika üye sayısındaki azalma”nıngerçeği yansıtmadığı ifade edildi.

Basın açıklamasını okuyan TGS Genel BaşkanYardımcısı Yıldırım Boran, mahkemenin verdiğikararı temyize götüreceklerini belirtti. Kararın sadeceİstanbul ve Ankara’daki üç işyerini kapsadığınıbelirten Boran, 3 Temmuz 2009 tarihinde Antalya,İzmir, Adana, Diyarbakır, Bursa ve Trabzon’da asılangrev pankartlarının kaldırılmayacağını sözlerineekledi. ATV-Sabah grevcilerinin mahkeme sürecisonuçlanana kadar işbaşı yapamayacağı belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Eskişehir’de sağlıkemekçilerinden eylem

Sağlık emekçileri 17 Temmuz günüEskişehir’de gerçekleştirdikleri eylemle SağlıktaDönüşüm Programı’nı protesto etti. HamamYolu Yediler Parkı’ndan başlayan yürüyüş alkışve sloganlarla İl Sağlık Müdürlüğü önüne kadardevam etti. Yürüyüş boyunca ajitasyonkonuşmaları yapıldı.

Konuşmalarda sık sık işçilerin, emekçilerin,yoksulların ve işsizlerin sağlık hakkının ellerindenalınmaya çalışılmasına karşı yüründüğü vurgusuyapıldı. İl Sağlık Müdürlüğü önüne gelindiğindeSES Eskişehir Şube Başkanı kısa bir konuşmayaptı. Ardından Eskişehir Tabip Odası Başkanıtarafından basın açıklaması okundu.

Basın açıklamasında ve konuşmalarda, sağlıktadönüşümün aslında ölüm demek olduğu, devlethastanelerinin kapatılıp yerine özel hastanelerinyaygınlaştırılacağı, işçi ve emekçilerin, yoksulların veişsizlerin sağlık hakkından yararlanamayacakları,kayıt parası vermeden muayene olamayacaklarısöylendi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Kadıköy’de mücadele sürüyor!Ataşehir ve Kadıköy Belediyeleri’nin Mart ayından

bu yana işçi alacaklarını kendi aralarında çözümekavuşturamaması, sorunun çözümü konusunda adımatmama tutumu devam ederken, işçiler de ödenmeyenalacakları için eylemlerine devam ediyorlar.

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Anadolu Yakası 1Nolu Şube üyesi Ataşehir Belediye işçileri 17 Temmuzgünü alacakları için yine eylemdeydiler. Ödenmeyensosyal haklarını icra yoluyla tahsil etmek amacıylaHasanpaşa’da bulunan Kadıköy Adliyesi İcraMüdürlüğü’ne yürüyen işçiler avukatları aracılığı ileicra işlemlerini başlattılar.

Belediye binası önünde açıklama yapan Genel-İşSendikası 1 Nolu Şube Başkanı Şahan İlseven,sorunların hep diyalog yoluyla çözülmesinden yanaolduklarını ve Kadıköy Belediyesi yönetimindensorunun çözümü için bir şeyler yapmasınıbeklediklerini söyledi.

Belediye işçileri yapılan açıklamanın ardındanpankart ve dövizleriyle Hasanpaşa’da bulunanKadıköy Adliyesi önüne kadar yürüdüler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Emekli-Sen sadaka zammınıprotesto etti

DİSK’e bağlı Emekli-Sen İstanbul Şubeleri 17Temmuz günü gerçekleştirdikleri eylemle, emekliaylıklarına yapılan sadaka zammına karşı AKPhükümetini protesto etti.

Saat 11.00’de Mısır Çarşısı önünde toplananEmekli-Sen İstanbul Şubeleri üyesi emeklilersloganlarla Sirkeci Postanesi önüne yürüdüler. CHPmilletvekili Mehmet Sevigen’in de katıldığı eyleme,CHP İlçe Başkanlıkları destek verdi.

Sirkeci Postanesi önüne gelindiğinde burada basınaçıklaması gerçekleştirildi. Açıklamayı Emekli-SenKadıköy Şube Başkanı Yalçın Vural gerçekleştirdi.Açıklamada, yıllardır uygulanan uluslararası sermayeprogramlarının ve yaşanmakta olan ekonomik krizinneden olduğu sorunların emeklilerin yaşamını gündengüne çekilmez bir hale getirdiği vurgulandı. Enflasyondüştüğü gerekçesiyle 2009 yılı ikinci altı ayı içinyapılan %1.83 zammın emeklilerin zorlu yaşamşartlarını hiçbir şekilde değiştiremeyeceği belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Trabzon’da SES eylemiTrabzon Devlet Hastanesi’nde bazı bölümlerin

kapatılmasına karşı KESK’e bağlı Sağlık ve SosyalHizmet Emekçileri Sendikası (SES) Trabzon Şubesitarafından başlatılan imza kampanyası 16 Temmuzgünü gerçekleştirilen eylemle son buldu.

Basın açıklamasında, Trabzon DevletHastanesi’nde yenidoğan ünitesinin kapatılmasıylabebek ölümlerinde artış yaşandığı ve hastanenin

İşçi ve emekçi hareketinden…

17 Temmuz 2009 / Kadıköy

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Geleceğimize ve onurumuza sahip çıkalım! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

tamamen kapatılması ile emekçilerin sağlık haklarınıngaspedileceği ifade edildi. Tüm bu uygulamaların ülkegenelinde yaşanan sağlıkta özelleştirme saldırısının birparçası olduğuna değinildi. Eylemin sonunda imzalarSağlık Bakanlığı’na gönderildi.

Kızıl Bayrak / Trabzon

Sinter Metal’e dayanışma ziyaretiIG Metal Sendikası, Sırbistan Sanayi Sendikası,

DGB Sendikası ve DİSK’e bağlı Tekstil İşçileriSendikası temsilcileri ile Bochum Üniversitesiprofesörü, 16 Temmuz günü Sinter Metal işçilerinedayanışma ziyaretinde bulundu.

İMES B Kapısı önünde buluşularak sloganlarladireniş yerine yüründü. Burada BMİS Genel SekreteriSelçuk Göktaş bir konuşma yaptı Ardından IG MetalSendikası yöneticisi sözü aldı. Yapılan konuşmadaşunlar söylendi:

“Burada ana sendikal haklar ayaklar altındaçiğneniyor. Bundan daha kötüsü, Türk mahkemelerinin

vermiş olduğu kararı da çiğniyorlar. Bu ahlaksızlıktır.Biz bunu asla kabul etmeyeceğiz. Buradaki direnişinfotoğraflarını Avrupa’daki metal sendikalarına dagöndereceğiz. BMW işçilerini burada olanlarkonusunda bilgilendireceğiz. Çünkü BMWparçalarının burada üretildiğini biliyoruz.”Konuşmada sık sık enternasyonal dayanışmanınönemine vurgu yapıldı.

Sırbistan Sanayi Sendikası adına yapılankonuşmada ise şu ifadelere yer verildi: “Sizin vermişolduğunuz mücadele esasında bütün dünya işçilerininverdiği mücadelenin bir parçasıdır. Bu yüzdenSırbistan işçileri de sizin yanınızdadır.”

UİD-DER, OSİM-DER, Marksist Bakış ve Genç-Sen’in de destek verdiği ziyaret çekilen halaylarlasona erdi.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

KESK bordro yaktıKESK’e bağlı sendikaların üyeleri kamuemekçilerine yapılan sefalet zammını 15 Temmuz

günü gerçekleştirdiği eylemlerle protesto etti ve TİStalebini dile getirdi.

Ankara’da Kızılay’da toplanan kamu emekçileri,alkışlar ve ıslıklar eşliğinde basın açıklamasıgerçekleştirdi. KESK’e bağlı sendikaların üyelerine vekamuoyuna seslenen KESK Genel Sekreteri EmiraliŞimşek, TİS hakkını kullanmak için kararlı olduklarınıgöstermek için bordlarını yaktıklarını söyledi.

Açıklamada, toplu görüşmelerde figüran olarak yeralan taşeron kamu sendikalarına da seslenildi.Hükümete toplu görüşme aldatmacasını terketmeçağrısı yapıldı. Kamu emekçileri İstanbul’da İstanbulBüyükşehir Belediyesi önünde eylem yaparken, Adanave Mersin’de de eylemler gerçekleştirdiler.

Kayseri’de işten atma saldırısıKayseri’de bulunan Arslan Temizlik şirketinde

çalışan 35 işçi, 16 Temmuz günü hiçbir gerekçegösterilmeksizin işten atıldı. Kapı önüne konantemizlik işçileri şirket önünde bekleyişe geçtiler.İşçilerin 1 ay ile 8 ay arasında değişen maaşlarıödenmediği gibi, sigortaları da yapılmamış bulunuyor.İşçiler temizlik işçisi olarak işe başlatılmalarınarağmen, ağır yük taşıma işlerinde de çalışmayazorlandıklarını belirtiyorlar.

Kayseri BDSP, firma önünde bekleyen işçilereyönelik bir ziyaret gerçekleştirdi. İşçilerinmücadelesine destek olunacağının belirtildiğiaçıklamada, tüm Türkiye’de olduğu gibi Kayseri’dede, patronların krizin faturasını işten çıkarmasaldırısıyla işçilere ödetmek için çabaladıkları, sondört ay içinde Kayseri’de 40 bin işçinin iştenatılmasının bu durumun en açık kanıtı olduğusöylendi.

BDSP’nin ziyaretinin ardından yerel ve ulusalbasın da olay yerine geldi. İşçilerin basınla görüşmeyapmalarını engellemek isteyen patronun adamlarıişçileri içeri kilitledi.

Kızıl Bayrak / Kayseri

Dudullu’da bulunan İMES A Kapısı önünde “Kölelik yasasını parçalamak için mücadeleye!” başlıklıbildirileri işçilere ulaştırmaya çalışan BDSP çalışanları 20 Temmuz günü polisin engellemesiyle karşılaştı.

“Şikayet var, işçilere zorla veriyormuşsunuz” gibi asılsız bahanelerle BDSP çalışanlarını gözaltınaalmaya çalışan kolluk güçleri bildiri dağıtımını engellemeye çalıştı. Polis uzun bir süre bildiri dağıtımınınyapılabilmesi için özel izin belgesi olması gerektiğini ve bildirilerin yasal olmadığını iddia ederek birarkadaşımızı zorla polis aracına bindirmek istedi.

Bu sırada çevredeki işçiler de olaya tepki gösterdiler. BDSP çalışanlarıyla yaptıkları konuşmalardapolislerin bu yaptığının keyfi bir tutum olduğunu, asıl dertlerinin çalışmayı engellemek olduğunu bildikleriniifade ettiler.

BDSP’liler aldıkları tutumla kolluk kuvvetlerinin çabalarını boşa düşürdüler, bildirileri işçilereulaştırdılar. Kolluk güçleri ise yine, güvenlik büroyla görüştüklerini, bu bildirilerin yasal olmadığını iddiaederek yarın yine geleceklerini ve izin belgesi olmadığı taktirde bildiri dağıtımını engelleyeceklerini ifadeettiler.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Tokat’ta BDSP, EMEP, ÖDP ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin oluşturduğu “Krize, İşsizliğe,Yoksulluğa Karşı Mücadele İnisiyatifi”, üretici köylülere dağıttığı vişne fidanlarıyla köylüleri kendisinebağımlı hale getiren DİMES’i 18 Temmuz günü protesto etti.

Vişne alım fiyatlarını bir önceki senenin yarı fiyatına düşüren DİMES’i protesto eden inisiyatifbileşenleri, basın açıklaması öncesinde Tokat’ın köylerinde ve şehir merkezinde bildiri dağıtımlarıgerçekleştirdi.

Köylere yapılan çağrılarda emekçiler basın açıklamasına davet edilirken, üretici köylülerle toplantılaryapıldı. “TAMEK, DİMES, MEYSU elini vişnemizden çek!” sloganının atıldığı açıklamada, çiftçilerintüccar ve tefecilere teslim edildiği, tarımda maliyet artışına rağmen ürünlerin fiyatının düşürüldüğü ancakmarketlerde bu ürünlerin oldukça pahalıya satıldığı belirtildi.

Kızıl Bayrak / Tokat

Emekçiler belediyeye yürüdüKocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Cumhuriyet ve

Adem Yavuz Mahallesi’nde oturan emekçiler 17Temmuz günü yıkımlara karşı Büyükşehir Belediyebinası önüne yürüdüler. Yürüyüşe Arızlı Irak KalıcıKonutları depremzedeleri de destek verdi.Büyükşehir önüne gelindiğinde mahalleemekçilerinin topladığı itiraz dilekçeleri verildi.Dilekçeler verildikten sonra Adem Yavuz veCumhuriyet Mahalleleri Kalkındırma veGüzelleştirme Derneği yöneticileri ile KocaeliBüyükşehir Belediye Başkanı İbrahimKaraosmanoğlu bir görüşme yaptı. Dernekyöneticilerinin içeride görüşme yaptığı sırada mahalleemekçileri dışarıda coşkulu bir şekilde sloganlarınadevam etti.

Görüşme sonrasında açıklama yapan dernekyöneticileri şunları söyledi: “Başkanla görüştük.Bizlerin istemediği bir şeyi yapmayacaklarını söyledi.Ben felaket tellallığı yapmıyorum. Ancak bizimyerimize bundan sonra da göz dikenler olacaktır.Çünkü bizleri oralara o manzaraya layıkgörmüyorlar. Ama bizler iki mahallenin sakinleriolarak kendi yerlerimizi kimselere vermemek içinmücadeleye devam edeceğiz (...) Biz yine degüvenmiyoruz, bugün yıkmayacak olsalar bile dahasonra muhakkak geleceklerdir.”

Açıklamanın ardından Gebzeli emekçiler belediyebinası önünden Kocaeli merkezine doğru yürüyüşegeçti.

Yürüyüş esnasında esnaflar ve Kocaeli halkı daalkışlarla eyleme destek verdi. Yürüyüşe yaklaşık500 emekçi katıldı.

Kızıl Bayrak / Kocaeli

İMES’te bildiri dağıtımına polis müdahalesi

Tokat’ta vişne protestosu

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

CMYK

- Kapitalist sistem çok boyutlu bir kriz yaşıyor.Türkiye’yi de etkisi altına alan derin bir kriz sürecibu. Sizce kapitalist krizin işçi sınıfına, onunmücadelesine ve örgütlenmesine etkisi nedir?

Kişisel olarak kapitalist sistemin krizinin, kapitalistsistemin işleyişinden ayrılmaması gerektiğinidüşünüyorum. Doğal olarak krizi, onunla birlikte veiçsel olan, daha sık aralıklarla kendini göstermeyebaşlayan bir süreç olarak değerlendirmek gerekiyor.Krizin işçilere etkisi diye ayrı bir alan bence yok.Kapitalizmin işçilere etkisi diye bir alan var. Esastartışılması gerekenin, güncel bir tanımlama yapacakolursak, kapitalizmin işçilere “ben sizi artıksömüremiyorum. Sömürmemin faydası yok çünkübenim açımdan sizin bir değeriniz yok.” dediği birsürecin yaşandığıdır (aslında bu kapitalizmin yokolması sürecinin kendisi ve kapitalizm bunu dediğiandan itibaren kendi varlık koşulunu ortadan kaldırmışolacaktır). Ve sistemin kendi iç işleyişinde bizzatbunun tekil olarak ülkelerde daha yaygın ya da dahadar biçimde sürekli görülen bir durum olduğu ifadeedilebilir. Kapitalizmin krizi aslında onun esasişleyişini ve temel çelişkisini ortaya koyan anlık birdurumdur.

Bundan, kapitalizmi anlayabilmek ve bilinçlenmekaçısından faydalanmak gerekiyor. Ama özel bir durumdeğildir, çünkü kapitalizmin kendisi böyle işler. Vekrizinin içerisinde kendi sonunu da gösterir. Sonuçolarak kendi krizinin içerisinde kendiliğinden boğulupgideceği gibi bir beklenti söz konusu olamaz. Önemliolan kapitalizmin kendi göstermiş olduğu sonu (bensizi artık sömüremiyorum) dediğinde, genel işçi sınıfırefleksi tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de“beni sömürmeye devam et” üzerine kurulu. Bu böyleolduğu sürece kapitalizm krizlerini aşmaya devamedecek. İşçi sınıfı, kapitalist sistemin ve bu sömürüçarkının işleyişine karşı alternatif bir dünyayı veyatoplumu kurgulayamadığı, sömürünün kaçınılmaz veher koşulda devam etmesi gerektiğini düşündüğü(kapitalistler istemediğinde bile), “beni ne olursunsömürmeye devam et” diyen bir tutum içinde olduğusürece, bu krizler bir şekilde aşılacaktır.

İşçi sınıfı açısından baktığımızda, “işçi sınıfısömürüyü devam ettir” dediğinde, karşısındaki aktörolan kapitalist “peki hangi koşullarda?” sorusunusoracaktır. Buna işçinin vereceği cevap “ücretimidüşürebilirsin, çalışma sürelerimi uzatabilirsin, esnekçalıştırabilirsin, ara dinlenmelerimi ortadankaldırabilirsin” olacaktır. Kapitalist de bunları işinegelecek biçimde kabul edecektir.

Ama bu süreç işçilere aynı zamanda şunu dadüşündürtebilir: Burada artık tamamen sömürününüzerine dayanmış bir sistemin onun insan malzemesinikullanmak istemez noktaya doğru gidiyor oluşutoplumsal yaşam açısından da bir yıkım anlamına

gelir. Var olan toplumsallığa bu sömürü sayesindedevam ediliyorsa, sömürünün sınırlarına gelindiğinoktada bu toplumsallığın da sonu gelmiş demektir.Dolayısıyla işçilerin ilk olarak verdikleri “aman benisömürmeye devam et” tepkisinin, “oh ne güzel,sömürüden kurtulma fırsatımız oluştu” olmasıgerekiyor.

Ama ne yazık ki, işçinin içinde bulunduğukoşullarda kapitalizmin yıkılmazlığına vesonsuzluğuna olan inancı sürekli olarak üretiliyor.Çünkü emek gücünü satarak yaşamını devam ettiriyorve onun açısından tek satılabilir şeyi o ve onusatamadığı zaman bu onun açısından çok büyük biryıkım demektir. İşçilerin emek gücünün alınır satılırbir meta olmadığı bir durumun da mümkün olduğunugörebilmeleri gerekiyor.

Aslında işten atılan, emek gücünü satamayanmilyonlarca işçi, emek gücünü satamadığı durumun neolduğunu çok açık görüyor. Ama bu onun insaniihtiyaçlarını ortadan kaldırmıyor. Yaşam devam ettiğiiçin bu ihtiyaçlar devam ediyor ve ancak ölürse kalkar.

Peki o zaman soru şu: Emek gücünün alınır satılırolma durumunun ortadan kalktığı (işsizlik vb.)insanların insani ihtiyaçlarının karşılanması açısındanbile bir düzeneğe ihtiyaç var. Bu nasıl sağlanacak?Kapitalizm buna “işsizlik sigortaları” gibi geçiciçözümler bulmuş. İşin dışında kaldığı süreleri tazminedecek, destekleyecek sistemleri kendi içerisindegeliştirmiş. Artan işsizlik ve giderek azalan çalışansayısı karşısında hep gördüğümüz gibi en gelişmişörnekler dahi çöküyorlar. Son 20 yıl içinde bunlarınçöküşüne tanık olduk. Sosyal güvenlik sistemlerinin,“sosyal refah toplumları”nın, işsizlik sigortalarınınçöküşüne tanık olduk.

Kapitalizm artık proletaryayı çalıştırıpbesleyebilecek bir pozisyonda değil. Daha azınıçalıştırdığı noktada kapitalistlerin birçoğu “buçalışmayan çoğunluğu nasıl besleyeceğiz” sorusunacevap veremiyor. Bu, bütün toplumların yıkılmanedenidir. Eğer siz toplumu besleyecek düzeneğikuramıyorsanız, o zaman o toplum kendisinibesleyecek düzenekleri oluşturur.

Düzen sınırları içerisinde bu nasıl oluyor? Hırsızlıkartıyor. Nedir bu? Aslında mülkiyete saldırılıyor.Proletaryanın işsiz kalması durumunda mülkiyetesaldırısı oluyor, ama bu doğru yere bir saldırıbiçiminde gelişmiyor. Proletaryanın o anlamda cevapverebilmesi gereken soru “beni sömüremiyorsa bennasıl besleneceğim?” sorusudur. O anlamda şunusöylemek doğru olur: Proletarya tarafından organizeedilmiş bir dünyanın, (sosyalizm diyelim biz buna),proletaryanın yönettiği bir toplumun kapıyı çaldığı birdönemdeyiz. Bunun emareleri 150–200 yıl öncesinegöre çok daha güçlü bir biçimde var.

Çelişik olan nokta şurası: Proletarya hareketi,

bugün bir siyasal hareket hüviyetine bürünememişdurumda. Kapitalizm artık kendisini ve toplumuyönetemez pozisyona gelmiş durumda. Amaproletaryanın buna karşı çıkışı konusunda çok geri birnoktadayız. Geri olmamız da doğal aslında. Çünkü150-160 yıl önceki proletaryayla bu dönemkiproletarya arasında çok ciddi farklar var. Bir kereproletarya o dönem dünya nüfusunun azınlığı, budönem ise çoğunluğu durumunda. O dönemkapitalizm ve proletarya arasındaki çelişki bu boyuttadeğildi. Ama o dönemin proleterlerinin kendisindenönce gelen emekçi sınıflardan devraldıkları güçlüörgütler (sendika, dernek vb.) vardı. Bunlar aslında odönemin etkili örgütleri ve bir kısmı partilere vb.dönüşüyor.

Bugün açısından baktığımızda, proletaryanıniçerisindeki bölünmeler, gerek küresel gerekse yerelanlamda bölünmeler, mesleki temelde iç bölünmelervar. Dolayısıyla proletaryanın iç organik birliğinisağlamak düne göre bugün daha zor. Geçmişin siyasihareketleri daha şanslılardı. Çünkü kapitalizm birşekilde proletaryayı birleştiriyor, başka kesimlerdendevşirdiği, mülksüzleştirdiği insanları fabrikayagötürüyordu ve bunlar fabrikada örgütleniyorlardı.Çok daha rahat iletişim kurarak güçlü hareketleryaratabiliyorlardı. Sermayenin merkezileşmesi elbettevar ama dağınık vaziyette. İşbölümü, mesleklerçeşitlenmiş vaziyette ve üretim süreci de parçalanmışdurumda. Proletaryanın üyesi olan bireylerde bunungetirdiği, kendisinin bir sınıfa ait olduğunu hissetmeve o sınıfın kaderiyle kendini bağlama durumudediğimiz siyasal bilinçlilik daha geç gelişiyor. Oanlamda bir sorun yaşıyoruz, ama normal bu.Bugünkü dünyada sosyalizmin programının, birproleter hareketin eskisi kadar güçlü olmamasınınnedeni esas olarak bu. Yoksa ne duvarın yıkılması ne

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...

Temel sorun, sınıfı kucaklayacak siyasal birprogram ve örgütlenme!

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk... Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

de başka bir şey. Herkes bunu böyle görmek zorunda.Bu böyle görülmezse sınıf hareketi üzerinden birsosyalizm kurgusu olmaz. Duvarın arkası ve önü diyebir sosyalizm kurgusu yaparsın, o da işe yaramıyor.

- Kuşkusuz sınıf hareketinin gerilemesindeSovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’nın yıkılışı daönemli bir etkendir. Çünkü kapitalizme alternatif birtoplumsal sistem düşüncesi geniş işçi ve emekçikitlelerin toplumsal algısında önemli bir darbe almışoldu. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, bir de nesnelsüreçlerden gelen işçi sınıfının iç bölünmesi vefarklılaşması vb. güçlükler sınıf hareketine olumsuzbiçimde etki ediyor. Kuşkusuz ki, bu olumsuz tabloyubugün işçi sınıfının üst kimliği ile (sınıf kimliği ile)düşünüp davranıyor olmaması ve alt kimliğinin(etnik, dini, mezhebi, hemşerilik vb.) daha belirleyicibir rol oynaması tamamlıyor. Sınıfın tüm bu zayıfyanları aynı zamanda karşıt bir sınıf olarakburjuvazinin elinde önemli bir silaha da dönüşüyor.Sanırız sınıf hareketinin mevcut tablosunu anlamadatüm bu etkenleri birlikte düşünmek gerekir.

Bu ikisine birbirinden çok kopuk olarak bakmamakgerektiğini düşünüyorum. Bir süreçtir bu ve bizherhangi bir sürecin herhangi bir anını sürecinbütününü gözden kaçırarak konuşursak eksik yapmışoluruz. Buradaki problem bence şu: Öznel diye(sosyalizmin programı) adlandırdığımız şey aslında ogünkü koşullar içinde o günün nesnelliği tarafındanbelirlenen bir şeydir. Bugün kapitalizmin krizineproletaryanın durumu açısından bakıldığında, bunuderinleştiren alternatifler olacaktır. Bütünün yaşamkoşullarının daha kötüye gittiği bir durumla karşıkarşıya kalacağız. Kapitalizm, “çalışmamadurumu”nun yaygınlaştığı bir dünya yaratıyor.

Zaten proleterleşme, vasıflı emeğinvasıfsızlaşmasıdır. Artık taşıdığı değeri de kaybetmesi,kapitalistin gözünde de bir değer, bir anlam ifadeetmemesidir. Bu bütün meslekler için böyledir, amafabrika işçisi için çok önceden başlamış bir süreçtir.Bugün büyük fabrikalarda işçi görmezsiniz. Yaptıklarıiş ya paketleme ya taşıma ya da başka bir şeydir. Buherkesin 2 saatlik eğitimle yapabileceği işlerdir.Vasıflılık her geçen gün önemini kaybetti. Öznelliknesnellik anlamında bugün yaşadığımız krizlerden biride emeğin değerliliği üzerinden işçilerin haklarınınkabulüne dayanan bir sosyal-demokrat ya da reformistbir felsefenin maddi temelinin çökmüş olmasıdır.Emeğin değerliliği veya kutsallığı kalmamış durumda.Hiçbirimizin emeği, kapitalistler açısından değerli vekutsal değil.

Artık işçi sınıfının “Benim emeğim kutsaldır.Dolayısıyla siz bunun hakkını vermek zorundasınız”biçimindeki burjuva ideolojisinin zemini de çökmüşdurumdadır. Biraz önce söylediğim gibi temel sorunşu: Bu işçiler nasıl beslenecek? Sen bu işçilerinbeslenmesini emek gücünü satma şartına bağlamışsın.

Bugün diyorsun ki, “almıyorum kardeşim.” Neyapacaksın bu adamı? Fiziki varlığını yoketmediğinsürece bu adama bakmak ve beslemek zorundasın.Kapitalist sistemin içerisinde bu açmaz var. “Emekgücü eski değerini yitirdi buna bakalım.” diyor.“Çocuklar belli bir yaşa kadar gelmesinler” diyor.Sakatlara vs. bu kesimlere çalışmadıkları haldebakalım.” diyorlar. Hayatının baharında olan ve anagövdede yer alan genç, dinamik adamlara “ben seniçalıştıramayacağım. Benim için hiçbir değerin yok”diyorsun. Burada kapitalistin verebileceği bir cevapyok artık. Burada proleterlerin vermesi gereken bircevap var. O da şu: İnsanlığının parçası olan emeğininalınır satılır eşya olmaktan çıkartabileceği ve kendineyaşam güvencesi sunacak bir düzeneği kurupkuramayacağını sormasıdır.

- Bu da bizi bu düzenin dışında bir arayışagötürecek...

Proletarya açısından “acaba paçamı kurtarabilirmiyim?” arayışı her zaman olacaktır. Dolayısıyla sınıfhareketi önce bunun nasıl gerçekleşeceğine cevapvermek zorunda. Bunun nesnel koşulları açısından(maddi zenginlik, teknolojinin ulaşmış olduğu düzey)baktığımızda bugün çok daha kolay. Yani nüfusubesleyebilmek, çalışmadan da yaşama garantisi veyatoplumun üyesi olmaktan kaynaklı yaşam ve gelirgarantisi bugünkü düzeyle çok mümkün. İşçilerineliyle bunu yapabilmek mümkün.

Esas zorluk şurada: Proletarya bugün dünyanüfusunun herhalde üçte ikisine ulaştığı için(emekgücünü satarak yaşamak zorunda olan nüfustanbahsediyorum, köylüleri falan katmıyorum bununiçine) bu nüfus eskisine göre daha zor bir araya gelirve örgütlenir durumda. Çünkü artık onu belirlimekânlarda birleştiren bir kapitalizm modeli yok.Küçük atölyelere, hizmet sektörüne vs. birçok yeredağıtıyor. Bir sınıf hareketinin oluşabilmesi için ilkönce sınıfın bireylerinin belirli mekânlarda, yaşamalanlarında bulunabilmeleri gerekiyor. Bu alanlar dasermayenin ideolojik ve kültürel egemenliği içerisinegirdiği için, proletarya bugün kendisini bulmaktazorlanıyor. O nedenle geçmişin siyasi hareketlerindenve siyasi programlarından farklı olarak burjuvazininhegemonyasını kırmayı siyasal bir örgütlenmeninparçası haline getirmek gerekiyor. Bu dağınıklığınnasıl bir araya geleceği konusunda çok çeşitli görüşlervar.

Proletaryanın bölünmüşlüğüne, proletaryanıniçindeki hareketler çeşitli cevaplar vermek zorundalar.Bu anlık durumları mutlaklaştırdıkları için, parçalarüzerinden giden bir eğilim içerisinde oluyorlar. Ben,siyasal hareketin parçaları birleştiren, sınıfı oluşturanbir hareket olduğuna inanıyorum. O nedenle debirleştirici ve bütünleştirici bir program etrafında sınıfıtoplayan bir hareket olmaksızın, sınıfının kendisininanlık mücadeleleri ne kadar devrimci, radikal ve

vurucu olursa olsun, bu sorunun (biz proleterler olarakbu toplumu nasıl besleyeceğiz) yanıtını vermektezorlanacağını düşünüyorum.

Her dönemin kendine özgü taktikleri ve stratejileriolur. Ama yaşadığımız temel sorunun buradankaynaklandığını bilmemiz gerekiyor. Ben “sosyalizmyıkıldığı için işçiler uzaklaşmış” düşüncesinekatılmıyorum. O günkü var olan ve hakim olanprogram proletaryanın çeşitlenmesine yanıt verecekbir program değildi. Bunu yapamadığı için yıkıldı.

- Kriz sürecinin sınıf içerisinde yarattığı en temelolumsuz etki nedir?

Maddi sürecin yanında manevi çürümesinin enönemli problem olduğunu düşünüyorum. Bunu dagözlüyoruz zaten. Proletarya maddi olarak yoksullaşır,zaman zaman kazanımları olabilir, ama esas itibariyleözellikle de kapitalizmle girdiği ilişki açısındanmanevi bir çürüme de yaşar. İnsanlığından uzaklaşır.

Sömürünün mağduru bir sınıfın kriz dönemlerinde“beni sömürmeye devam edin” formülasyonlarıüretmesi kadar aşağılık bir durum yoktur. Bu kendineve insanlığa yabancılaşmanın bir sonucudur. Bunuproletaryanın nasıl davrandığını belirtmek içinvurguluyorum. Çünkü ona kimse “bu yaşam başkatürlü de olabilir ve sen de bunu yapabilirsin” demiyor.Ona sürekli, birisinin emrinde çalışmanın kaçınılmazve kader olduğu veya olacağı söyleniyor. Bu bilinçledavranıyor ve kapitalist egemenlik işçinin bilincindede sürekli hale getiriliyor. Bunu ortadan kaldırabilmekbir işçi açısından baktığınızda kolay bir iş değil. Entemel olumsuz etki açısından baktığımızda, bu zatennormal dönemlerde de olan bir şey.

Bu dönemde krizin etkilerine karşı bir karşı çıkışörgütleyemezse, çürüme sınıfın tüm kesimleri arasındaçok daha yaygınlaşıyor. Özellikle “dayanışma” hergeçen gün daha çok azalıyor. Aynı sınıftan olaninsanların sorunlarına karşı duyarsızlık yükselmeyebaşlıyor. Kriz dönemleri bu yüzden bir yandan dabilinç körelmesi yaşatıyor. Bu ülkede de görmeyebaşladık; fuhuş, soygunlar, hırsızlık ve suç oranlarıartıyor. Bir proleter çözüm olarak bunları buluyor. Busistemin pisliklerine karşı kendisi de pislenerekbunları buluyor. Bu sonuçlara karşı tepkilerini örgütlüolarak çözebileceklerini anlatabilmek gerekiyor.

- Bugünkü kriz sürecinden metal sektörü ve metalişçileri nasıl etkileniyor? Sizin bu konudakigözlemleriniz nelerdir?

Metal sektörü birbiriyle bağlantılı bir sektördür. Birbütün olarak metal sektöründe aynı etkiyi yarattı mı bukriz? Evet, aynı yoğunlukta yaratmamış olsa bilezincir ilişkisinin daha gelişkin olduğu bir sektörolduğu için, bir yerde yaşanan bir sorunun diğertaraflara etki etmesi gibi bir zincirleme etkileşimdurumu söz konusu oldu. Metal sektöründe, gerekdünyada gerek Türkiye’de krizin etkilediği alanlardanbirisi otomotiv sektörü olarak gözüküyor. Çünkü

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...

Temel sorun, sınıfı kucaklayacak siyasal birprogram ve örgütlenme!

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Mehmet Beşeli ile konuştuk...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

otomotivin içerisinde binin üzerinde parça var. Birsürü yerde üretilen parçaların birleştiği merkezikonumda ve oraya taşınan kanallar açısından belirlietkiler yaratmaya başladı. Buradan çıkan etkiler desektörün diğer kesimlerine ve diğer sektörlere birbiçimde domino etkisi yarattı.

İşçilerin yaşadıkları açısından bakacak olursakikiye ayırmak lazım. Birinci olarak sendikalı işçilerinyaşadıkları, ikinci olarak da sendikasız alandayaşananlar var. Şunu söyleyelim; sendikasız alandayaşananların sendikalı alana doğru yaygınlaştırılmayaçalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Sendikasızişyerlerinde ücretsiz izinler, işten çıkartmalar, ücretindirimleri gibi uygulamalar krizin ilk günlerinde çokyaygın ve çok çabuk uygulanmaya başlandı. Metalişkolundaki sendikalı işyerlerine biraz daha gecikmeliolarak yansıdı. En son Erdemir’de yaşananlar (18aylık süre boyunca %35’lik ücret indirimi) o lafısöylememize olanak veriyor. Sendikasız taraftayaşananın bu tarafa model olarak alınıp uygulanmasıve yaygınlaştırılması…

Bizim elimizde metal sektöründe toplam kaçişçinin çıkarıldığına dair bir veri yok. Ama çok sayıdaişçinin çıkartıldığını söyleyebiliriz. Türk Metal’debunun oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz, bizde buoran aynı değil. Ama bizde de azımsanmayacak biroranda. İçinden geçtiğimiz süreçte bizimbulunduğumuz işyerlerinde bir parça bu iştençıkartmaları geriletebildik. Daha yaygın ve kitleselolabilecekken olmadı. Kapanan, iflas eden işyerlerininetkileri var. Toplu sözleşmelerde bu dönemi krizkoşulları açısından da çok kötü geçirdiğimizisöyleyemeyiz. Toplu sözleşmelerde geçtiğimizdönemlere oranla bir düşme söz konusu ama idarimaddelerde çalışma koşullarına ve sürelerine ilişkindüzenlemelerde şu ana kadar geri adım atılmış değil.Bunu ileriki dönemde krizin sertleşmesine bağlıolarak göreceğiz. Dolayısıyla şu anda bizim açımızdanbakıldığında bir rölanti dönemi söz konusu. Amagelen işaretler açısından bakıldığında, işçilerintavırları açısından söylediğimiz eksiklikler eğergiderilemez ve kriz sertleşirse, sorun çok daha büyür.

- Bugün sınıf hareketinde belli çıkışlar dıştatutulursa belirli bir tıkanıklık ve dağınıklık sözkonusu. Sizce bunun temel nedeni nedir?

En temel nedeni, sınıfın bu kadar kitlesel veyaygın hale geldiği bir dönemde onu kucaklayacaksiyasal bir programın veya örgütlenmenin kendisinisınıfın geniş kesimleri içerisinde kabulettirememesidir. Şunu söylemiyorum. Her hareketsonuçta kendisinin programı olduğunu söyler amadoğru bir programın olması tek başına bir şey ifadeetmez. Bunun sınıfın bütün kesimleri içerisindeyaygınlaşması gerekiyor. Bu tabiî ki bir süreç sorunu.Bugün yaygınlaşmamış olabilir, yarın yaygınlaşabilir.Proletaryanın kurtuluşu açısından esas program budurdiyorsak, eşitsiz gelişen ve bilinç bulanıklığınınolduğu bir durumda bu programın işçi kitleleriiçerisinde benimsetilmeye çalışılması gerekiyor. Birsınıf hareketi ancak böyle oluşabilir.

Şuradan çıkmaz: Önce işçiler siyasi talepleriylebiraraya gelirler ve sonra “baktık bize bir siyasetgerekiyormuş hadi bir de parti kuralım” demezler. İşçisınıfı siyasallaşmış veya politik işçiler bir programçerçevesinde birleşmişse, ortak dillerini proletaryanındiğer kesimlerine yayabildikleri oranda sınıfıoluşturmaya katkı verirler. Sınıf bu siyasal faaliyetolmaksızın oluşabilecek bir şey değil. Tarihte debaktığımızda, örneğin İngiliz işçi sınıfınınoluşumunda Fransız Devrimi’nin etkisini görürsünüz.Siyasallaşma olmadan sınıf kendisini sınıf diyeadlandıramaz. Birinci nokta, bunun olmaması ya daproleter kitleler içerisinde yeterli yaygınlık vekitlesellik derecesine ulaşamamış olmasıdır. Bununyöntemlerinin bulunması gerekir. Bu olduğu zamanproletaryanın diğer alanlardaki eksiklikleri (sendikal

alandaki veya başka alanlardaki) iyileşmeyebaşlayacaktır. Ama bu olmazsa bizler kendimiziproletaryanın çeşitli anlık mücadele örgütleri içinehapseder ve orayı düzeltmeye çalışırsak, bunu da birorganize faaliyet veya programın parçası olarakyaparsak çuvallarız. Bugüne kadar bu eksikliğe yanıtverilemediği için olan şey budur.

Mevcut durumdan kastımız, dibe doğru vuran,proletaryanın çalışma ve yaşam koşullarının daha dakötüleşeceği, kurtuluş sorununun tüm proletaryaaçısından kendini dayatacağı, nesnel bir gerçeklikolarak kendisini dayatacağı bir döneme giriyoruz.Dolayısıyla bu eksiklik tamamlanabilirse, “ben nasılkurtulurum” sorusuna yanıt verecek bir çalışma veörgütlenme teorisi ve programı oturtulabilirse, ozaman zaten orada üç kuruş almış, beş kuruş almış,direnişe girmiş girmemiş meselesi de anlamınıkaybedecektir.

- Sınıf hareketinin mevcut tablosu karşısındaçözüm önerileriniz nelerdir?

Politikleşmiş işçileri politik faaliyet çerçevesindebiraraya getirecek bir sürece ihtiyaç var. Yani busüreçten işçi sınıfı iktisadi mücadelesini ve örgütlerinigüçlendirerek çıkamaz. İşçiler nerede olursa olsunlarmutlaka örgütlü hale gelmek durumundalar. Şimdiyekadar yeni bir formül bulunamadı ve işçiler açısındanbu alan hala sendikalardır. İşçiler sermayeninsömürüsüne karşı oralarda elbette örgütlenecekler. Bizbiliyoruz ki geçmiş dönemlerden farklı olarak işçihareketinin önünde kendisinin etkileneceği bağımsızpolitik düşünce sistematiği yok şu anda.

Politikleşmiş işçi sayısı üzerinden bakıldığında,1980 öncesinde (daha politik diye iddia edilir) bukadar politikleşmiş işçi yoktu. Sayısal anlamdasöylüyorum. Gerçekten de bunu bütün işçieylemlerinde görüyoruz. En son Taksim 1 Mayısı’ndagördük. Taksim’e giremeyip çatışanlar mağarakovuğundan çıkmadılar. Sonuç olarak onlar da işçisınıfının parçasıydılar. Ve onları oraya taşıyanlarörgütsel ilişkileri ve politik bilinçleriydi. Devrimciörgütlerin, partilerin politikalarından etkilenen vekendini devrimci, sosyalist veya komünist olaraknitelendiren işçi sayısının 1980 öncesine göre oldukçafazla olduğunu düşünüyorum. Bunun, doğrudeğerlendirildiği koşullarda bir avantaj ve çıkışnoktası olacağını düşünüyorum.

Bir biçimde politikleşmiş işçilerin temel eksikliğinigiderecek çerçevede veya politik programınyaratılması sürecinde aktifleştirilmesinde fayda var.Başka bir mücadele içerisinde tüketmek yerine politikprogram etrafında kenetlenmiş işçi sayısını arttıran birsürecin örülebilmesi şansı var. Geçmişte öğrencilerinüzerinde kalmış politik hareket bugün tamamenproletaryanın egemenlik alanı içerisindedir. Bunuyaratabilecek kadroları var. Bunu görüyoruz vegözlüyoruz. Önemli olan bunun nasıl bir arayagetirileceği sorusuna yanıt verebilmektir. Buyapılmadığı sürece yetenekli arkadaşlarımızın olduğuyerde başarı, biraz daha az yetenekli arkadaşlarımızınolduğu yerlerde başarısızlık noktasına giden bir süreçyaşayacağız. Ama esas olan iskeleti kurabilmemeselesi. Çünkü o bina onun üzerinde yükselecek.

Gölcük Donanma Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde “Üçüncü Yol’”davasında yargılanan Ömer Yazgan,Mehmet Kanbur, Ramazan Yukarıgöz ve Erdoğan Yazgan, 20 Nisan 1981 günü idam cezasına çarptırıldı. 29Ocak 1983’e idam edilen 4 devrimciden Mehmet Kanbur’un idam gecesi kaleme aldığı son mektubu, eşine 26yıl sonra teslim edildi.

Mehmet Kanbur’un mektubu:“Değerli karıcığım. Biz tarihi son görevimizi yerine getirirken, seni görmek isterdim. Öyle sanıyorum ki hiç

haber verilmedi. Veya göstermelik olarak, bilinçli, gecikeceğiniz şekilde haber gönderildi. Bu namussuzlardanfarklı bir şey de beklenmez. Göremedim diye üzülmene hiç gerek yoktur. Senden bunu beklerim. Ben hayatımsüresince özellikle birlikte olduğumuz zamanlarda gerçek anlamda belli şeyler anlatmaya çalıştım. Ve buuğurda gücüm oranında üzerime düşen görevleri yerine getirmeye çalıştım. Son olarak da halkımın mutluluğuuğruna canımı severek feda ediyorum. Bu görevimi yerine getirirken size ve halkıma layık olmaya çalışacağım.Son nefesimi verirken dahi köhne düzenin celladına fırsat vermeden halkımın mutluluk sloganını haykıracağım.Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Senin bundan sonra özel yaşamın hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Sanagüveniyorum. Tek başına yapayalnız kalsan dahi doğruluktan, dürüstlükten ayrılmayacağına, namuslucayaşamını sürdüreceğine inanıyorum. Ayrıca sana ve halkıma armağan ettiğim Murat’a da yeterli ilgigöstereceğine, halkına yararlı olacak şekilde yetiştireceğine eminim. Akyazı onurumuz. Yolumuz Akyazı’dadüşenlerin yoludur. Devrimciler öldü, yaşasın devrim. Kahrolsun faşizm. Tek yol devrim.”

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun(DİSK) ve T. Maden-İş’in Genel Başkanı KemalTürkler 22 Temmuz 1980 tarihinde kontrgerillagüçlerince katledilişinin 29. yıldönümünde TopkapıMezarlığı’ndaki mezarı başında anıldı.

Saat 11.00’de Topkapı Mezarlığı girişinde buluşanDİSK ve bağlı sendikaların yöneticileri sloganlarlaTürkler’in mezarı başına yürüdüler.

Önde DİSK ve Birleşik Metal-İş flamalarının yeraldığı yürüyüşte Kemal Türkler’in fotoğrafı taşındı.

Saygı duruşunun sonrasında söz alan DİSKavukatı Rasim Öz, “Katledişinin ardından geçen

yıllarda suçlular devlet tarafından korunmaya devamediyor. Faşizm gelirken önündeki tüm engelleriaşarak geldi. Kemal Türkler’i de katletti. Suçlulardevlet tarafından en iyi koşullarda besleniyor. Bizlerbulup çıkartıyoruz.” diyerek Türkler davasınısahiplenmeye çağırdı.

Anma töreninde son olarak söz alan DİSK GenelBaşkanı Süleyman Çelebi, “Hukuksuzlukla karşıkarşıyayız. Hukuk devleti, demokrasi söylemlerinisarf eden devletin yaptıkları göstermiştir ki hukuksınıfta kalmıştır. Bizler 30 Temmuz günü 13.30’daBakırköy Adliyesi’ndeki davada bulunaraksorumluların yargılanmasını sağlayalım” diyerekherkesi davaya katılmaya çağırdı

Kızıl Bayrak / İstanbul

12 Eylül faşizmi tarafından idam edilen Mehmet Kambur’un son

mektubu...

“ Kahrolsun faşizm! Tek yol devrim!”

Kemal Türkler anıldı!

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Yine bebek ölümleri yaşanıyor. Son dönemdekapitalizmin faturasını henüz bebekken ödeyenörneklere hiç de az rastlanmıyor. Son olarak ŞanlıurfaKadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi’nde 12 güniçerisinde 8 bebek öldü. SES, bebeklerin hastaneenfeksiyonu nedeniyle hayatlarını kaybettiğinibelirtirken, Sağlık Bakanlığı olayı yalanlıyor.

Hatırlanacağı üzere, Ankara’daki bebekölümlerinden sonra geçtiğimiz Eylül ayında İzmirTepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 23 saatiçinde 13 prematüre bebek hayatını kaybetmişti.Ölümlerin nedeni ise, bebeklerin mamalarındarastlanan ‘entrobakter kloase’ adlı bakterinin nedenolduğu enfeksiyondu. Hazırlanan rapora göre, taşeronşirkete hazırlatılan sıvı beslenme ünitesinden üreyenbu bakteri nedeni ile bebekler ölmüştü. Ama üzerindenaylar geçmesine karşın sorumlu ya da sorumlularbulunmadı. Sağlık alanının bir “sektöre”dönüştürülmesinin doğrudan sonuçları olarak yaşandıbu ölümler. Sağlıkta özelleştirmenin insan yaşamınamalolan faturasının son örneği ise Şanlıurfa’dakibebekler oldu.

Sağlıkta dönüşüm programıyla sağlık sistemininpiyasa mantığıyla işletilmesi ve temel bir hak olmaktançıkartılması sonucu hastaneler bir işletme gibiçalıştırılmaktadır. Böyle olunca da hastaneler tümişlerini ucuza halletmek için “işi” taşeronlara ihaleetmektedirler. Sağlık hizmeti artık çeşitli isimleraltında taşeron şirketler eliyle istihdam edilen sağlıkçalışanları tarafından yapılmakta, bu statüdeçalışanların kamu hastanelerindeki oranı %60’larıbulmaktadır. Sağlık hizmetinin bölünüp parçalanaraktaşeron firmalara yaptırılması hizmetin niteliğiniolumsuz etkilemektedir. Tepecik Hastanesi’ndeyaşananlarda olduğu gibi Sağlık Bakanlığı düşük gideramaçlıyla, taşeron şirketse daha fazla kâr amacıylahareket ederken, bunun faturasını bebekler canlarıylaödemişlerdir. Bağlık gibi yaşamsal önemde bir “iş”taşeron şirketlere ihale edildiğinde, bu alanda büyüyensorunlar ölümlere yolaçmakta, kâr hırsı nitelikli sağlıkhizmetinin önüne geçmektedir.

Sağlıkta taşeronlaştırma hastanelerin her bölümüiçin geçerli hale getirilmiştir. Bunun sonuçlarıitibariyle en olumsuz etkiler üreteceği bölüm ise acilservislerdir. Sağlık Bakanlığı bu konuda “pilot”uygulamasına başladı bile. Alınacak sonuçlara görebunun da yaygınlaştırılacağı belirtiliyor. Bursa SağlıkMüdürlüğü’nün 22 Nisan’da yaptığı bir ihaleyle, araç,gereç ve personeliyle birlikte üç tane “112 Acilİstasyonu” özel sektöre satılmıştır. İhaleyi kazananşirketse aslında çöp poşeti imal eden bir şirket! Acilservis gibi önemli bir alanda “denemeyi” göze alabilenbir Sağlık Bakanı ise rahatlıkla koltuğunda oturmayadevam edebiliyor.

Daha fazla kâr hırsı sadece sunulan “hizmete”yansımamakta, hizmeti sunan sağlık çalışanlarıaçısından da kölelik getirmektedir. Taşeronlaştırmaçalışanlar için ağır ve güvencesiz çalışma koşulları,artan emek sömürüsü demektir. Taşeronunun insafınaterkedilen işçilerin yaşadığı pek çok örnek çeşitlieylemli tepkilerle gündeme getirilmektedir. Örneğin,geçtiğimiz günlerde Antalya Eğitim ve AraştırmaHastanesi’ndeki taşeron işçileri şirket patronunun ve

başhekimin hakaretlerine karşı tepkilerini eylemleortaya koydular. Kendilerine “bunlardan fuhuş bilebeklenir” diyen başhekim ise eylem yapan işçileresoruşturma açılacağını söylemektedir. Aynı hastanededaha önce de taşeron şirket patronu işçileri tehdit etmişve işçilere hakaretler yağdırmıştır. Yine geçtiğimizgünlerde Hacettepe Hastanesi taşeron işçileri son ikiaydır maaşlarını almadıkları için iş yavaşlatma eylemiyaptılar. Üç yıla yakın süredir maaşlarını düzenlialamayan ve iki aydır da maaş almayan HacettepeÜniversitesi’nde çalışan yaklaşık 300 taşeron işçi,hastane ve taşeron şirket yetkililerinin baskılarınamaruz kaldılar.

Önümüzdeki günlerde ise sağlık çalışanlarını dahakötü çalışma koşulları beklemektedir. Çünkü SağlıkBakanlığı’nın 12.05.09 tarih ve 2009/32 genelgesi ile,halen hastanelerde taşeron şirketlere bağlı olarakçalışan sağlık emekçilerinin sayılarının azaltılacağı,tamamının ücretlerinin asgari ücret düzeyineçekileceği belirtiliyor. Bu genelge ve yakın zamandaçıkartılması planlanan Kamu Hastane Birlikleri Yasasıile birlikte kamu hastanelerindeki tüm sağlıkçalışanları güvencesiz hale getirilecek ve her türlükazanılmış hak ortadan kalkacaktır.

Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ne sağlıkçalışanları için iyi çalışma koşulları ne de bu “hizmeti”alanlar için nitelikli sağlık hizmeti getirmektedir.Tamamen kâra dayalı bir bakışla sağlıkta “işler”yürütülmektedir. Sermaye düzeninin sahipleri için“işler” iyidir kuşkusuz. Çünkü her kademesinde paralıhale getirilen hastaneleri düşündüğümüzde, ortadabüyük paralar dönmektedir. Onlar için önemli olan dabudur. Sıkça yaşanan bebek ölümleri, Bursa’da olduğugibi hastane yangınları vb. onların önceliğindedeğildir. Bir “işletme” sahibi olarak onlar önceliklekazanacakları kârları düşünmektedirler, insan yaşamınıdeğil!

Kapitalist düzenin bu gerçekliği karşısındayapılması gereken, en temel hak olan sağlık hakkı içinmücadelenin yükseltilmesidir. İşçi ve emekçiler herkesiçin parasız, nitelikli ve kolay ulaşılabilir sağlık hakkıiçin örgütlü mücadele etmelidir. Tepkiler, bu sorununesas kaynağı olan, sağlığı paralı hale getiren, dahafazla kâr hırsı uğruna nitelikli sağlık hakkımızıgaspeden kapitalist düzene ve devlete yöneltilmelidir.

Ancak, işçi ve emekçilerin sağlık çalışanlarıylabirlikte ortak talepler etrafında yürütecekleri mücadeleile sağlıkta yıkımın önüne geçilebilir.

Kapitalizm öldürür! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Öğretilmiştir daha en baştan, “Ormanlar bir ülkenin akciğerleridir” diye...Bununla da kalmayıp üzerine şarkılar yapılmıştır; “Kestane, gürgen palamut...Orman ne güzel, ne güzel...” Gelin görün ki yaşadığımız toplumsal sistemingeçekliği hiç de böyle değil. Ağaçtan, ottan, kuştan daha değerli şeyler olduğuiçin, adeta nefes alamaz hale geldik!

Yaptığımız bu giriş elbette ormanlar ya da ağaçlar üzerine bir güzellemeyapmak maksadıyla değil. Bizi bu sözleri söylemeye iten, bir köşeye sinsiceiliştirilmiş bir haber.

Ormanlık alanların meraya dönüştürülmesi, Orman Bölge Müdürlüğü’nünitiraz etmesine rağmen İstanbul Valisi Muammer Güler’in imzasıyla 29 Mayıs2009’da onaylandı. Bu kararla birlikte Kırbaçbayırı, Gülsuyu Tepesi,Kayışdağı’nın tamamı ve Maltepe Üniversitesi’nin etrafındaki ormanlık alanlaryok olma tehdidiyle karşı karşıya. Sonuç yine birilerinin ağzının suyunuakıtırken İstanbul için ise hiç şaşırtıcı olmayan bir durum oluşacak. Benzerbir olay 2005 yılında Formula 1 pisti için yaşanmıştı. Tapu sicil kütüğünde“orman” olarak belirtilen bölge, birkaç gün içinde orman statüsündençıkartılıp “meraya” dönüştürüldü. Ömerli içme suyu havzası üzerindeolduğu için İSKİ’nin “asla tesis yapılamaz” kararı da aynı hızla tersinedönüştürüldü. Sonuç olarak ışık hızıyla hareket eden mekanizmalar ormanarazisini ve su havzasını büyük bir keyifle sermayenin hizmetine sunmuş oldu.Şimdi benzer durum Kırbaçbayırı, Gülsuyu Tepesi, Kayışdağı için söz konusu. Çevre veOrman Bakanlığı’nda “orman” olarak belirtilen bu yerler tapu kayıtlarında “mera” olarakgeçiyor. Buradan anlıyoruz ki yakın zamanda yeni bir ağaç katliamıyla karşı karşıya kalacağız. Böyle küçükbir kelime değişikliği ile birlikte ağaçtan temizlenen araziler, tesislerle ya da lüks villalarla kaplanacak.

Kapitalizmin kãr hırsı su havzalarını, ormanları, doğal kaynakları vb. hiç durmadan sermayenin hizmetineaçıyor. Onlarca yıllık ağaçların, bozulan ekosistemin, suyumuza karışan zehirli atıkların bu noktada hiçbirönemi yok! Her gün yeni bir örnekle karşılaşıyoruz. Acaristanbul, MNG Holding, 2B yasası (6831 sayılıOrman Kanunu’nun 2’nci maddesi b bendi), göz ardı edilen ÇED raporları (Çevresel Etki Değerlendirmesi),sahte imar paftaları vb. ilk aklımıza gelenler.

Bir de terör bahanesiyle yakılan ormanlar var tabii. Şırnak’ın, Dersim’in, Bingöl’ün vb. yaşadığı kalleşçeaskeri stratejiyi de hayatımızın bir köşesine yerleştirmemiz gerekiyor.

Her şeyin metalaştığı, insanın insana ve çevresine yabancılaştığı bu sistemden ağacın, otun, toprağın danasibini alması gerekiyor elbet. Küçük bir kelime oyunu gibi gözüken durum tam da yasaların, niyetlerinaynası gibi. Özelinde Kırbaçbayırı, Gülsuyu Tepesi, Kayışdağı için, genelinde insanlık için bir yıkım daha!

Kapitalizm can almaya devam ediyor!.. Sağlıkta özelleştirme öldürüyor!..

Parasız, nitelikli sağlık hakkı için mücadeleye!

Yıkım kapitalizmin doğasındadır!

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Karabulut cinayetinin gösterdikleri...20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Bir cinayet tüm çıplaklığıyla ortada duruyor. Cesetöylece bakıyor yüzlerimize, sanki söylemek istediğibirkaç kelime var. Konuşabilse, neler anlatacakbizlere... Ancak o artık bir ölü… Başı cesedindenayrılmış ve bir sabahın köründe çöp konteynırındançıkartılmış…

Adı Münevver Karabulut’tu... “Sevgilisi”tarafından başı kesilerek hunharca katledilmiş veEtiler’de bir çöp konteynırının içinde cesedibulunmuştu. Münevver Karabulut’un cinayetiüzerinden yaklaşık beş ay geçmesine karşın katilzanlısı hâlâ yakalan(a)madı. Cinayet ailesinin vearkadaşlarının yoğun çabaları ile gündeme gelmiş veemniyet bu basıncın da etkisiyle soruşturma başlatmakzorunda kalmıştı.

Cinayetin ilk günlerinden itibaren polis, mobesekameralarından çöp konteynırına, cep telefonukayıtlarına kadar birçok ipucunu emniyete götürmüş,zanlı tespit edilmişti. Ama bir anda Münevver’insevgilisi olan ve zanlı olarak aranan Cem Garipoğlu izbırakmadan ortadan kaybolmuştu.

Sermaye devleti cinayete sınıfsal ve cinsiyetine göre bakıyor

Cinayetin başından itibaren takip edilirse, sankisermaye devletinin tüm kurumları zanlıyı yakalamakiçin seferberlik ilan etmiş gibi görünüyor. Ancak gerekMünevver’in ailesinin açıklamaları gerekse zanlınınhalen bulunamamış olması ve cinayet üzerine yapılanbir takım spekülasyonlar, yapılan bu işlemlerin gözboyamaktan öteye gitmediğini, sermaye devletininzanlıyı bulmaktan çok cinayeti Münevver’in ortagelirli bir aileye mensup olması ve kadın kimliğindenkaynaklı meşrulaştırmaya dönük bir işlevi yerinegetirmeye çalıştığını gösteriyor.

Medyadan Adli Tıp’a, Celalettin Cerrah’tan TayyipErdoğan’a kadar düzenin tüm güçleri cinayetimeşrulaştırmak, “zaten hak etmiştir” hissiyatıoluşturmak için elinden geleni yapıyor. Düzençürümüşlüğünü gizlemek için bir taraftan gericiliğikullanıyor, diğer taftan ise zanlıyı yakalamagirişimlerini göstermek için bin bir takla atarakikiyüzlülükte sınır tanımıyor

Münevver’in babasının yaptığı açıklamalara veİstanbul Emniyeti’nin cinayetle ilgili cinayeti örtbasetmeye dönük yaptığı bir takım icraatlara baktığımızdacinayetin sınıfsal boyutuna inmemiz zor olmuyor. Babayaptığı açıklamada “Öldürülen bir aşçının değil birişadamının çocuğu olsaydı çoktan bulunmuştu…”derken aslında sermaye devletini böylesi hunharcaişlenmiş bir cinayette dahi kendi sınıfına mensup olanzanlıyı koruyup kollamaktan geri durmadığınıgöstermiş oluyor.

Sermaye düzeninin bir başka güçlü aygıtı olanmedya ise Münevver’in mini etekli pozlarını boy boymanşete sürüyor ve ailenin kızlarının “hafifmeşrepliği”ne ses çıkarmadığına, suçluluk hissiyatıiçinde olduğuna dair yazılar yayınlayarak üstüne düşengörevi layıkıyla yerine getiriyor.

Tüm bu gelişmelerle birlikte, Eski İstanbul EmniyetMüdürü Celalettin Cerrah cinayet hakkında yaptığıaçıklamaların birinde “Kızlarına sahip çıksalarmış”diyerek gerici zihniyetini kusuyor. Cerrah,Münevver’in ailesine kızlarını neden takipetmediklerini, neden sahip çıkmadıklarını sorma

cüretini gösterebiliyor ve “Aile kızını takip etmemiş,Münevver de anasının dizinin dibinde oturmamış”diyerek benzeri cinayetlere zemin hazırlıyor.

Bir taraftan da düzenin bir başka kirli kurumu olanAdli Tıp Kurumu, cesette iki farklı sperm bulunduğuaçıklaması ile otopsi raporunu medyaya servis ediyor.Daha sonrasında yapılan otopside Adli TıpKurumu’nun ihmali olduğu ortaya çıkıyor.Karabulut’un iç çamaşırında bulunan spermin, AdliTıp’taki “teknik hata” sonucu aynı gün otopsisi yapılanbir başka cesetten bulaştığı açıklaması yapılıyor.

Sermaye devleti gericilikte sınır tanımıyor

Cinayetin ardından yaklaşık beş ay geçti. Zanlınınnerede olduğuna dair henüz bir ipucu dahibulunmamışken Tayyip Erdoğan, partisinin Ankara İlKongresinde aileden bahsederken, MünevverKarabulut cinayeti hakkında da birtakım yorumlardabulundu. Celalettin Cerrah’ın “Kızlarına sahipçıksalarmış” açıklamasını da geride bırakan Erdoğan,

“Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya”dedi!

Tayyip Erdoğan bu yorumuyla, temsil ettiği sınıfınve erkek egemen sistemin bir kez daha sözcülüğünüyaptı. Yaşadığımız burjuva toplumunda TayyipErdoğan ve onun dinci gerici partisinin çok açık vekaba bir biçimde ifade etmese de, sonuçta toplumsaldeğer yargılarının, geleneklerin, örf ve adetlerin venihayet, bütün bunlara manevi bir koruma zırhıoluşturan dinin, kadını hep aşağıladığını, hep geridegördüğünü, onu aile ve toplum içinde ikinci sınıfsaydığını, dahası bunun genellikle de sorunedilmediğini, tersine egemen kültür ve değer yargılarıiçinde olağan karşılandığını biliyoruz.

Bu cinayetle birlikte bizlere, bu düzende kadının birmeta, cinsel bir obje ve ailesinin dibinde dizini kırıpoturan birey olmaktan öteye gidemeyeceği, gitmemesigerektiği söylenmek isteniyor. Aslında bu durum bizegünümüz burjuva toplumunda en hunharcaişlenebilecek cinayetlerde dahi devlet aygıtının ne işeyaradığını, kime ve neye hizmet ettiğini gösteriyor.

Bir cinayet ve devlet gerçeği

Üniversite öğrencileri yaz tatilindeyken, ÖSS’ye giren yüzbinlerce öğrenci üniversiteye girme heyecanıyaşarken har(a)ç paralarına zam geldi. YÖK, 2009-2010 har(a)ç bedellerini duyurdu. Yeni döneme %8 ila%500 arasında değişen zamlarla başlanacak.

Yusuf Ziya Özcan YÖK başkanı olur olmaz eğitimin paralı olması gerektiğini buyurmuş, herkesin okumasıgerekmediğine dair cümleleri rahatlıkla sarf etmişti. Eğitimi her insanın temel bir hakkı değil de bir rant kapısıolarak gören sermaye devletinin 12 Eylül ürünü YÖK, kuruluş amacını unutmadan yoluna devam ediyor.Postal sesini üniversite kampüslerine taşırken, eğitimin ticarileştirilmesi asli görevini de yerine getiriyor.Üniversitelerin başına getirdikleri rektörler kendilerini holding patronu olarak gördüklerini söylemektençekinmiyorlar.

İcraatlar devam ediyor, paralı eğitim saldırıları her geçen gün hız kazanarak yoğunlaşıyor. Kendi yasalarınıçiğneyerek iş yapan sermaye devleti, anayasaya göre parasız olması gereken eğitime her geçen gün fahişfiyatlar biçiyor. En fazla zam ikinci öğretimin harç fiyatlarına uygulandı. İkinci öğretim veteriner fakülteleribin 976 TL’den 5 bin 276 TL’ye, devlet konservatuvarı 3 bin 952 TL’den 6 bin 935 TL’ye, engelliler entegreyüksekokulu bin 782’den 8 bin 605 TL’ye çıkarılması, gelen zamlara en çarpıcı örneklerdir.

Sermaye düzeni her şeyi paraya dönüştürmek için pervasızca saldırıyor. Tüm kurumlarını bunugerçekleştirmenin aracına çevirebiliyor. Kara bir bulut gibi üniversitelerin üzerine çöken YÖK, üniversitelerinticarethaneye dönmesi noktasında görevini layıkıyla yerine getiriyor.

Krizin faturasını ödememek için mücadeleye!

Geçtiğimiz senenin sonunda patlak veren kapitalizmin krizinin sonuçları eğitim sürecine de yansıdı. İşçi veemekçilere ödetilmek istenen fatura çok yönlü saldırılarla karşımıza çıktı. İşten atmalarla, sosyal haklarıntırpanlanmasıyla yaşam koşullarının çekilmez bir hale geldiği bu dönemde eğitim hakkı da gaspediliyor.Harçlara gelen zamlarla fatura bir kez daha bize kesiliyor.

Bu zamlarla üniversite kapıları bir kez daha işçi-emekçi kökenli öğrencilerin suratına çarpıyor. Harçparasının da ötesinde, okul katkı payı, kırtasiye masrafı, barınma, ulaşım, beslenme derken eğitim sürecininher adımı için para gerekiyor. İşçi ve emekçi çocuklarının okuma şansı her geçen yıl azalıyor. Üniversiteyikazanmış pek çok öğrenci harç parasını yatıramayacağından eğitim hayatını sonlandıracak.

Eğitim sürecinde karşı karşıya kalınan masraflar nedeniyle birçok öğrencinin okuması zorlaşırken,ticarileşen eğitimin en belirgin sonuçlarından biri de eğitimin niteliksizleşmesi ve kontenjanların arttırılmasıoluyor. Dertleri daha fazla insanın eğitim hakkına sahip olması değil, karı artıracak kişi sayısının çoğalmasıdır.

Önümüzdeki dönemde gençlik açısından da krizin yansımaları görülmeye devam edecektir. Zamlara durdemek, krizin faturasını ödememek, krizi yaratanlardan hesap sormak için gençlik mücadele alanlarına çıkmakzorundadır.

Ticari eğitim saldırılarına karşı mücadeleyi büyütmeye...

Parasız ve nitelikli eğitim

herkes için haktır!

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Har(a)çları ödemiyoruz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Uludağ’da harç zammı protestosu!Uludağ Üniversitesi‘nde harç zammı 21 Temmuz

yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi. Açıklama öcesinde Görükle’de öğrenci evleri

gezilerek açıklamaya çağrı bildirileri dağıtıldı. 20Temmuz günü de üniversitede sınıflar gezilerekaçıklamanın duyurusu yapıldı.

“Har(a)çlara yapılan zamlar geri çekilsin / UludağÜniversitesi Öğrencileri” pankartının açıldığıaçıklamada zam oranlarına dikkat çekildi ve krizkoşullarında işçi ve emekçilere, öğrencilere yöneltilensaldırılara değinildi. ÖSS sonuçları üzerinden eğitimsisteminin niteliğinin teşhir edildiği açıklamada harçzammının geri çekilmesi ve eğitime ayrılan bütçeninarttırılması istendi.

Basın açıklamasının ardından Kayıp SahneTiyatro Topluluğu tarafından kısa bir tiyatro oyunusergilendi. İlgiyle izlenen oyun sırasında kitleninsayısı 200’ü aştı.

Eylemi Ekim Gençliği, DGH, SGD, Dev-Genç,Gençlik Muhalefeti, Emek Gençliği, TKP, YurtseverGençlik ve EHP örgütledi.

Ekim Gençliği / Bursa

Genç-Sen’den har(a)ç protestosu...Genç-Sen, harçlara yapılan zammın geri alınması

ve bu yıl harç paralarınınalınmaması talebi ile 20 Temmuz günü TaksimTünel’den Galatasaray Lisesi’ne kadar yaptığıyürüyüşün ardından basın açıklaması gerçekleştirdi.

“Harçlara zam yaptırmayacağız”, “Pesetmeyeceğiz, pes ettireceğiz” ozalit pankartlarınınaçıldığı yürüyüş sırasında ara ara oturma eylemlerigerçekleştirildi.

Basın açıklamasında, öğrencilerin üniversitedeokumak için bin bir zorlukla ÖSS duvarını aşarakeğitim hakkını kazandıkları belirtilerek şunlarsöylendi: “Üç kuruş maaşla ailelerimiz bizleriokutmaya çalışıyor. Zor koşullarda eğitimimize devametmeye çalışıyoruz. Bu kadar engel yetmiyormuş gibişimdi de harç ücretlerine bu kriz şartlarında zamyapmaya kalkıyorsunuz. Bu yüzden sokaklardayız, buyüzden her yerdeyiz, her yerde olmaya da devamedeceğiz”

Açıklamada üniversite öğrencilerine, ailelere,eğitim alanında örgütlü diğer sendikalara vedemokratik kitle örgütlerine seslenilerek mücadeleyibirikte büyütmeye çağrısı yapıldı.

Genel-İş Sendikası Konut İşçileri Şube BaşkanıNebile Irmak Çetin yaptığı destek konuşmasında,emeklilere %1, işçilere %3, memurlara %4 zamverildiğini belirterek, “Bu demek oluyor kiemekçilerin çocukları okuyamayacak” dedi. Bueşitsizlik, sömürü ve baskıların ancak örgütlümücadele ile aşılabileceğini belirterek öğrencilerinmücadelesini desteklediklerini ifade etti.

İki öğrenci velisi bir babanın da konuşma yaptığıeyleme 150 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ankara’da harç zamlarına protestoHarçlara yapılan zamları protesto etmek amacıyla

18 Temmuz günü Ankara Yüksel Caddesi’ndebiraraya gelen DGH, DPG, EHP Gençliği, ÖEP, SGD,Kurtuluş Yolunda Dev-Genç, Tüm-İGD ve YDGbileşenleri basın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada, “Asgari ücrete yapılan zamlarlakıyaslanamayacak bu devasa zamlar, eğitimindaha da ticarileştirilmesinden başka bir şeyehizmet etmemektedir. Bu vesileyle de üniversitekapıları, değişen sınav sistemleri ve yapılan harçzamlarıyla, her geçen günde işçi-emekçiçocuklarına biraz daha kapanmaktadır.” denildi.Öğrenci gençlik saldırılara karşı mücadeleyeçağrıldı.

Açıklama, “Eğitimin halkımızın çıkarlarıdoğrultusunda temel bir insan hakkı ve ‘kamuhizmeti’ olarak yeniden düzenlenmesi ve eşit,parasız, bilimsel, anadilde eğitim talebimiziyineliyor, halkımızı, bu zamma karşı sessizkalmamaya, geleceğimizi kazanmak için eyleme,sokağa, örgütlü mücadeleye davet ediyoru.”sözleriyle son buldu.

Açıklamaya TAYAD’lı Aileler de destek verdi.Kızıl Bayrak / Ankara

Anti-kapitalist öğrencilerden harçprotestosu

18 Temmuz günü Anti-kapitalist öğrencilerharçlara yapılan zammı protesto etmek içinGalatasaray Postanesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirdi.

Açıklamada, neo-liberal politikaların milyonlarcainsanın ücretsiz sağlık hizmeti alma, iş güvencesi veişsizlik sigortası sahibi olma gibi haklarınıgaspettikten sonra şimdi de yoksulların eğitim almahakkına saldırdığına değinildi. Eğitimin tümvatandaşlar için temel bir hak olduğununvurgulandığı açıklamada, kimsenin bu haktanmahrum bırakılamayacağı, parasız eğitimmücadelesinin sürdürüleceği belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Harç protestosuna saldırı...Üniversite harçlarına yapılan zamları protesto

etmek için Türkiye’nin çeşitli illerinden Ankara’yagelen Öğrenci Kolektifleri üyelerinin eylemine polissaldırdı.

Yüksel Caddesi’nden yürüyüşlerine başlayanöğrenciler Türkiye Büyük Millet Meclisi önüneyürümek isteyince Akay Kavşağı’nda polissaldırısıyla karşılaştılar.

Biber gazının kullanıldığı polis saldırısınınardından tekrar toplanan üniversite öğrencilerimeclise yürüme talebiyle oturma eylemi yaptılar.

Çukurova Üniversitesi’nde har(a)ç protestosuÜniversite harçlarına yapılan zam, Çukurova

Üniversitesi devrimci, demokrat, yurtseveröğrencileri tarafından 16 Temmuz günü protestoedildi.

Eylemden bir gün önce toplu bildiri dağıtımıgerçekleştirildi. Eylem öncesinde de yemekhanedebildiri dağıtıldı ve ajitasyon konuşmaları eşliğindeeyleme çağrı yapıldı.

“Duydunuz mu har(a)çlara %100-500 zamyapıldı” pankartının açıldığı yürüyüşün ardındanbasın metni okundu. Okunan metinde memurlara %3,5 zam yapan hükümetin öğrencilere %100-500 zamyaptığı, ve öğrencilerin hak arama mücadelesininengellenmeye çalışıldığı belirtildi.

Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

Liseli Dev-Genç’ten ÖSSaçıklaması

Liseli Dev-Gençliler, 19 Temmuz günüGalatasaray Meydanı’nda ÖSS sonuçlarına dair basınaçıklaması gerçekleştirdi. “Sınavlarla elenmek değilyeteneklerimizle gelişmek istiyoruz! / Liseli Dev-Genç” pankartının açıldığı açıklamada eşit ve parasızeğitim istemi vurgulandı.

İlkokuldan itibaren paralı eğitim saldırısına maruzkalındığı, ÖSS’den sıfır alan 30 bin öğrencininniteliksiz eğitimin bir göstergesi olduğununbelirtildiği açıklamada, “Biz eğitimin sermaye sahibiegemenlerin kar hırsına teslim edilmediği bir düzenistiyoruz. Parasız, nitelikli, bilimsel, anadilde eğitimistiyoruz.” denildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Gençlik eylemlerinden...

21 Temmuz 2009 / Uludağ Üni

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Hızır Paşa sofrasına oturmayacağız!22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Alevi Çalıştayı aynasında yansıyanlarAlevi emekçilerini oyalamak ve düzene

yedeklemek hedefiyle gündeme gelen Alevi Çalıştayıtam bir ikiyüzlülük seronomisine dönüştü. Devletin veAlevi kurumlarının Alevi Çalıştayı’ndan beklentilerive sonuçlarına ilişkin değerlendirmeleri basına yansıdı.

8 Temmuz’da ikincisi akademisyenlerle İstanbul’dayapılan Alevi Çalıştayı’nda Alevi örgütleri yoktu,çünkü çağrılmamışlardı. Üstelik, Alevi örgütleriningözlemci olarak katılma talebi de reddedildi. DahasıAlevi Çalıştayı’nda Alevilere hakaret niteliğindekonuşmaların da yapıldığı ortaya çıktı.

Bir katılımcı, Alevi emekçilerini “demokratikolmayan güçlerin savunucuları ve darbecilerinyandaşı” olarak tanımladı. Böylece dün faşist darbelersürecinde en ağır baskılara ve asimilasyona maruzkalmış Alevi emekçileri, şimdi de kendi adlarınayapılan çalıştayın boy hedefi oluyordu. Diğer birkatılımcı ise, “Alevileri iç ve dış çeşitli güçlertarafından kullanılan bilinçsiz bir topluluk” olaraktanımladı. Oysa Alevi halkı, bu topraklardayüzyıllardır her türden gericilik ve yobazlığa karşımücadele etmiş ve isyan damarını her daim besleyerektoplumsal mücadele tarihimizde hak ettiği onurluyerini almıştır.

3-4 Haziran’da düzenlenen ilk çalıştaya katılan 35Alevi örgütü temsilcileri beş talepte ortaklaşmışlardı.Bu talepler şunlardı: Alevilerin ibadethaneleri olancemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, zorunlu dinderslerinin kaldırılması, Alevi köylerine camiyapımından vazgeçilmesi, Tekke ve ZaviyelerKanunu’yla Alevilerin elinden alınan Hacı BektaşDergâhı’nın ve diğer Alevi mekânlarının sahiplerineiade edilmesi, Madımak otelinin müze olması. Elbettebu talepler AKP Hükümeti ve yandaşlarını rahatsız etti.Kültür Bakanı Ertuğrul Günay öfkesini, Aleviörgütlerine “saçmalamasınlar” diyerek ortaya koydu.

Sermaye devleti kendine uygun bir Aleviliğiegemen hale getirmeyi ve bunu Alevi emekçiyığınlarını denetim altında tutmanın etkili bir aracıolarak kullanmayı hedeflemektedir. Onyıllardırsermaye devleti tarafından baskı ve zorbalıklayapılmak istenen şey bu kez AKP eliyle, para, rüşvetve devlet katında makam-mevki dağıtılarak hayatageçirilmek istenmektedir.

Ne sermaye devletinin ne de onun yürütme organıAKP Hükümeti’nin Alevi emekçilerinin demokratikistemlerine yanıt vermek gibi bir hedefi bulunmaktadır.Asıl hedef, Alevi emekçilerini çok daha rahat kontroletmektir. Son Alevi Çalıştayı’nda ortaya çıkan tablo“Alevi açılımı” konusundaki samimiyetsizliği veikiyüzlülüğü tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir.

Sermaye düzeni, Sünni inancına mensup işçi veemekçileri baskı ve denetim altında tutmak için dinselgericilikten nasıl yararlanıyorsa, bu kez de Aleviliğidinsel gericiliğin sıradan bir kolu haline getirerekAlevi işçi ve emekçilerini düzene yedeklemeyihedefliyor. Burada Aleviler’i denetim altına almanınönemli basamaklarından biri, Aleviliğin Diyanet İşleriBaşkanlığı bünyesine alınmasıdır.

Bunun için Başbakanlığa bağlı, genel müdürlükstatüsünde bir “Alevi kurumu” oluşturulmasıplanlanıyor. Dede ve zakirlerin muhalif sesininkısılması için maaşlı birer devlet memuru olmalarıamaçlanıyor. Bu plan başarılı olursa, Alevilik de tıpkıdiğer dinsel inançlar gibi sermayenin çıkarlarıdoğrultusunda kullanılacaktır. Son Alevi Çalıştayı tamda bu hedefler çerçevesinde planlanmıştır. Davetlilerinbu düşünceye uygun, akademisyen kılıklıbezirgânlardan seçilmesi de bu anlayışın ürünüdür.

Alevi burjuvazisinin ise, sorunu devletten kısmitavizlerin koparılmasına indirgediği biliniyor. Nitekimdevletle tamamen bütünleşme eğilimindeki Aleviburjuvazisinin bu yönelimi, Alevi emekçileri kontrolaltında tutma peşinde koşan sermaye devletindendestek görmektedir. Alevi burjuvazisi, sınıfsal çıkarıgereği Alevi inancının dinsel gericiliğin bir aracıolarak kullanılması için çabalıyor. Bu yolla, Alevi işçive emekçileri daha güçlü bağlarla düzene bağlamakistiyor. “Makul Alevi” yaratma peşinde olan işbirlikçiAlevi örgütleri ve bireyleri, AKP’nin Alevi iftarlarındave çalıştaylarında boy göstermektedir. AKP’nin kararıve el altından sağladığı destekle Alevi emekçileriiçinde faaliyet yürütmektedir.

Son çalıştayda pervasızca Alevi emekçilerinehakaret edenler, yüzyıllarca Alevilere yönelik hoyratçabir saldırganlık anlayışından beslenenlerdir. Çalıştaydaboy gösteren akademisyenler, Alevi emekçilerine karşıuygulanan inkar ve asimilasyon politikalarının nişanesisayılabilecek okullarda okumuşlardır. Osmanlı devletive Cumhuriyetin imha ve asimilasyon politikalarınınbir ayağını “kılıç” öbür ayağını da “kalem” oluştururki, onlar kalem ayağıdırlar. Unutmayalım ki, “kalemkılıçtan keskindir!”

“Makul Alevi” veya aynı anlama gelmek üzere,“devlet Alevisi” yaratma politikaları sermayeegemenliği devam ettiği sürece bitmeyecektir. Aleviemekçileri kendi burjuvalarının peşinde

sürüklenmemeli, sermaye düzeninin politikalarınımeşrulaştırıp pazarlayan Hızır Paşalar’ın oyunlarınagelmemelidir. Tutulacak yol bellidir. Bu yol, adımücadele ve direnişle özdeşleşmiş Pir Sultanlar’ınisyancı yoludur. Tüm ezilenlerin olduğu gibi Aleviemekçilerinin talepleri de sosyalist bir toplumsaldüzende karşılanabilir. Alevi emekçilerin sorunlarınınbiricik çözüm anahtarı budur.

Kölece yaşama ve çalışma koşullarını dayatan, işçive emekçileri işsizliğin, açlığın ve sefaletin dipsizkuyusuna iten sermaye iktidarı egemenliğinisürdürmek için sadece katliam ve provokasyonlarlayetinmez. Aynı zamanda “çözüm” veya “açılım” adıaltında toplumsal kesimleri kendi politikasınayedeklemeye de çalışır. Son Alevi Çalıştayı da buanlayışla gündeme getirilmiştir.

Son Alevi Çalıştayı’nda yaşananlar, Aleviemekçilerinin dostunu ve düşmanını tanımasınınönemini bir kez daha göstermiştir. Alevi toplumununbüyük bir bölümünü işçi ve emekçi kitleleroluşmaktadır. Ama ne yazık ki, Alevi toplumunda daburjuva sınıfı sınırlı niceliğini hayli aşanazımsanmayacak bir politik güce sahiptir. Sorunlarayaklaşımda bu iki sınıf arasında ciddi farklılıklarınolması kaçınılmazdır. Alevi emekçiler kendigeleceklerini karartmaya yönelik manevraları boşaçıkarmalı, gerçek çözümün biricik yolunun devrim vesosyalizm olduğu bilinciyle hareket etmelidirler.

“3. Köprü Yerine Yaşam Platformu”, hiçbir yasalmevzuat ve prosedüre uyulmadan yapılmasıdüşünülen 3. köprünün tekrar gündeme gelmesini 18Temmuz günü gerçekleştirdiği bir eylemle protestoetti.

Sarıyer-Çayırbaşı’nda toplanan, TMMOB OrmanMühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası, PeyzajMimarları Odası, İmece-Toplumun ŞehircilikHareketi, Sarıyer Halkevleri, Konut HakkıKoordinasyonu, Boğaziçi Çevre Kültür DayanışmaDerneği, Toplumsal Dayanışma Derneği, YurtseverCephe, Tozkoparan Mahallesi Derneği, KazımKarabekir Paşa Mahalle Derneği, Gülensu-GülsuyuGüzelleştirme ve Yardımlaşma Kültür Derneği, Üreti-yorum.com, İstanbul Çevre Konseyi ve Barışa PedalGrubu üyeleri, “3. Köprü cinayettir ! 3 Köprü YerineYaşam Platformu” imzalı pankart arkasında yürüyüşegeçtiler. Yürüyüş süresince 3. köprü karşıtı ajitasyonkonuşmalar yapıldı.

Kitlenin alana girmesiyle birlikte kürsüprogramına geçildi. İlk olarak, “3. Köprü YerineYaşam Platformu” adına basın açıklaması okundu.

Açıklamada şunlar söylendi: “3. Köprü demek,yıkımların başlaması ve barınma hakkımızın gaspedilmesi demektir. Biz Beykoz, Sarıyer ve tümİstanbul halkı olarak köprü altında egzoz gazındayaşamak yerine yaşamı savunuyoruz. Yapılmasıgereken, sermayenin değil İstanbul halkının ortakçıkarlarını ve kamu yararını gözeten, doğal vetarihsel çevrenin korunduğu, halkın demokratikkatılımını esas alan bir planlamayı acilen hayatageçirmektir. İstanbul için, raylı sistem ağırlıklı, denizyolunu en etkin biçimde kullanan ve otobüslerledesteklenmiş bir toplu taşıma sistemininoluşturulması gereklidir. Planlı olarak toplu taşımayıetkinleştirme, ucuzlatma ve bu amacı destekleyecek

biçimde otomobil kullanımını caydırıcı tedbirlerinalınması sağlanmalıdır.” Açıklamanın ardındankonuşmalar gerçekleştirildi. 3. köprünün İstanbulhalkına, kente, çevreye ve doğaya karşı suçoluşturacağı ifade edilerek mücadelenin sürdürüleceğisöylendi.

Protesto eylemi, sanatçı İlkay Akkaya’nın verdiğikonserin ardından sona erdi.

“Rant köprüsüne hayır!”, “3. Köprü kirlilik,gürültü, yıkım demektir!”, “Evlerimizi ve doğayırantçılara peşkeş çektirmeyeceğiz!”, “Ormanlarımızıkestirmeyelim, evlerimizi yıktırmayalım. 3. Köprüyüyaptırmayalım!”, “Talan= Rant, 3. Köprü= Katliam”şiarlı pankartların taşındığı eyleme yaklaşık 1200 kişikatıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“3. Köprü ihtiyaç değil cinayettir!”

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Emperyalizmin yalanları... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Hazar ve Orta Asya doğalgazının AB ülkelerinetaşınması için planlanan Nabucco projesi 13 Temmuzgünü Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan veAvusturya başbakanlarının ve Avrupa BirliğiKomisyonu Başkanı imzaları ile resmiyete kavuştu.

Fakat çeşitli belirsizlikler proje için ilk tasarılarınkağıt üzerinde kalmasına neden oldu. Bunlar dahaşimdiden hattın inşasının başlangıcını 2011’e, ilkaşamasının faaliyete geçmesini de 2014’e sarkıtmışdurumda. Özellikle tedarikçi ülkelere ilişkinbelirsizlikler, yani borulardan geçecek gaz için yeterlikaynağın bulunamamış olması bu tarihin daha daileriye atılabileceğinei gösteriyor.

Nabucco Projesi, Rusya’ya gaz alımında %88oranında bağımlı olan AB’nin, bu bağımlılığınıazaltabilmek için üstünde durduğu bir proje. Projeninhayata geçmesi ile bu oranın %50’ye düşmesiplanlanıyor. Fakat emperyalistler arasındaki çokyönlü ilişkiler, şu an için projenin tasarlandığı gibitıkır tıkır işlemesinin önüne geçiyor.

Nabucco’nun esasta AB, ABD ve Rusyaarasındaki çıkar çatışmalarının bir yansımasıolduğunu söyleyebiliriz.

Nabucco ile Rusya’nın elinde tuttuğu “gaz transityolları tekeli”ni sona erdirmek, yani Rusya’nınbundan kaynaklı uluslararası siyasetteki konumunuzayıflatmak temel bir yerde durmaktadır. ABD’nin buprojeye bu denli önem vermesinin en önemli nedenibudur.

ABD’nin yıllardır süren Afganistan ve Irak işgaliOrtadoğu petrollerini kontrol etmek içinse, Rusya’nıngücünü kontrol altına almak, Karadeniz bölgesindekienerji tekelini kırmak da onun için stratejikönemdedir. ABD diğer emperyalist rakiplerininalanını daraltıp kendi etki alanını daha da genişletmekistemektedir. Son dönemde ABD’nin Azerbaycan -Ermenistan arasındaki sıkıntıları çözmek ve Irakenerji kaynaklarını işlevsel kılmak için bu kadaryoğun çaba sarfetmesinin gerisinde de bu vardır.

Fakat Rusya bu çabaları boşa düşürmek için kendiçıkarları doğrultusunda hamleler yaparak büyükoranda Nabucco’nun işlerliğini azaltmıştır.

Kendisine dokunacak hamleleri vaktinde görmüşve bunun tedbirlerini almıştır. Rusya, Nabucco içintemel kaynak olarak belirlenen Kazakistan veTürkmenistan ile 2007 ve 2008’de, Azerbaycan’la ise2009’da daha fazla doğalgaz almak için anlaşmalarimzalamıştır.Ayrıca Rusya, Nabucco’ya alternatif olan GüneyAkım projesine 2008’de Bulgaristan’ı dahil etmiş,yine aynı yıl içerisinde Sırp petrol ve doğalgazfirması NIS’ın yüzde 51 hissesini alarak bu ülkeyi deGüney Akım projesine katmıştır.

Diğer yandan AB’nin ortak bir enerji politikasıizlememesi Rusya’nın işini oldukça kolaylaştıran biretmen oldu ve İtalyan ENI şirketinin, Rus Gazpromile birlikte Güney Akım’ı gerçekleştirmesi böyleliklegerçekleşti.

Rusya, başarılı bir stratejiyle, başlıca ABülkeleriyle enerji alanında ayrı ayrı ortaklıklar veişbirliğine giderek, üye ülkelerin ortak bir politikaizlemesinin önüne geçti. Birbirine rakip iki büyükboru hattı projesinden Güney Akım, Rusya’nın AB’yekıyasla çok daha hızlı ve kararlı hareket ederek somutadımlar atması neticesinde, Nabucco karşısında

avantajlı konuma geçmiştir.Putin’in alaycı bir biçimde ve rahatlıkla “Eğer

birileri toprağı kazıp boru hattı inşa etmek istiyorsadevam etsinler, bizim için sorun değil” sözlerinisarfetmesi boşuna değildir. Çünkü, Güney Akım’lailgili birçok anlaşmanın sonladırılmış olması bugüniçin onu Nabucco‘dan daha avantajlı bir halegetirmektedir. Mesela Nabucco’ya hangi ülkelerin nekadar miktarda doğalgaz sağlayacağı, projenin nasılfinanse edileceği ve hangi ülkenin hangi miktardahattan doğalgaz alacağı dahi henüz kesinlikkazanmamıştır. Buna karşılık, AB ülkeleri Almanya,Fransa, İtalya, Bulgaristan ve Macaristan’ın yanısıraSırbistan da Güney Akım’dan gaz alabilmek içinGazprom’la anlaşmalar imzalamıştır.

Rusya bu savaşta kendi konumunu koruyacaksağlam adımlar atmıştır ve bundan kaynaklıNabucco’yu bir tehdit olarak görmediğini rahatlıklaifade edebilmektedir.

Nabucco için belirsizliğini koruyan arz kaynaklarıprojenin temel sorunudur. Hattı dolduracak yeterlidoğalgazın henüz bulunmamış olması basınayansıyan “asrın projesi” söylemlerini boşadüşürmektedir.

Yılda 31 milyar metreküp gazın Nabuccohattından Avrupa’ya akması hedeflense de, şu anortada sadece 8 milyar metreküplük garanti gazmevcuttur. Kalanı için ise müzakereler sürmektedir.

Nabucco için Azerbaycan gazı kilit konumdadır.Ancak Azerbaycan’daki kaynaklardan alınacakdoğalgaz yeterli değildir. Azerbaycan‘ın yıllık ürettiğitoplam 14.7 milyar metreküp doğalgaz, Nabucco boruhattının yarısını dahi dolduramamaktadır. Ayrıcakendi iç pazarında tükettiği ve Rusya’ya sattığı gazmiktarı da buna dahildir.

Bir başka seçenek olan Türkmenistan ise Rusyave Çin ile yaptığı anlaşmalar çerçevesinde gazınıpiyasa fiyatının da üstünde bu ülkelere satmıştır. Yinede 2014 için Türkmenistan’ın yaklaşık 10 milyarmetreküp bir başlangıç gazı sunması olasılığı mevcut.Fakat bu miktarın da yüzde 5’ini Gürcistan almahakkına sahip ve bu durumda Nabucco’nun ancakyarı kapasitesine sahip olan Bakü-Tiflis-Erzurumhattı projesini hayata geçirmek için işevsel bir yerdedurmamaktadır.

Irak için de benzer bir durum geçerli. Şu haliyleIrak’ta Nabucco’ya verecek doğalgaz üretimiyapılabiliyor değil. Bu ancak ilerleyen yıllariçerisinde bir alternatif olarak düşünülebilir.

Bir diğer sıkıntı İran’ın durumu... İran gazı buproje için önemli olmasına rağmen ABD’nin İran’auyguladığı ambargo bir nevi Nabucco’nun ölüdoğmasına neden olmaktadır.

İran’ın 29.61 trilyon metre küplük gaz rezerviylehattın en büyük tedarikçisi olması beklenirken, İranolmadan Nabucco’nun kaynak güvenliğini sağlamasımümkün değildir. Yani “hayal değil gerçek”, “asrınprojesi” gibi yorumlar son derece abartılıdır.

Hali hazırda kaynak sağlamadaki belirsizliklerprojenin maliyetini belirleme noktasında da kendinigöstermektedir. Hangi ülkelerden gaz temin edileceğinetleşmediğinden, boru hattının ne kadar uzayacağıve maliyetin hangi miktara tekabül edebileceğikonusunda da kesin bir veri sunulamamaktadır.

Projenin ekonomik olarak Türkiye’ye nasıl birgetiri sağlayacağı ise bilinmiyor. Zira anlaşma metniaçıklanmadı. Erdoğan’ın Avrupa ile enerji konusundakarşılıklı dayanışma içerisinde olunacağıaçıklamasının ya da medyada genel bir kanı olaraksunulan AB’nin yolunun düzlendiği yorumlarının isebir gerçekçiliği bulunmuyor.

Resmi olarak incelenebilen belgeler, AB’nin kendiaçısından arz güvenliğini sağlamak yönünde hareketettiğini gösterirken, bu noktada Türkiye yalnızca birtransit ülke konumunda kalmaktadır. “Boru hattındangeçen gazın yüzde 15’ini satın alma imtiyazı”nınTürkiye’ye verilmemiş olması “stratejik ortaklık”kofluğunu gözler önüne sermektedir. Türkiye’dengeçen boru hattının uzunluğu Türk sermaye devletiniuşaklık konumundan terfi ettiremeyeceğine göre,emperyalizme olan bağımlılık daha da derinleşecektir.Nitekim boru hattını korumak için tasarlanan özelordunun Türkiye’de cirit atacak olması bunun ensomut göstergesidir.

Özetle, emperyalistlerle bağımlılık ilişkileri en üstseviyede süren Türkiye’nin, bu projenin olumluyanları olsa dahi, iddia edildiği gibi bunlarıuluslararası siyasette elini güçlendirecek bir kozolarak kullanabilme olanağı yoktur.

Türkiye bu projeyi parlatarak iç politikamalzemesi yapmak niyetindedir. “AB yolunda atılanemin adımlar”, “stratejik konumun güçlenmesi”üzerine yapılan güzellemelerin bir gerçekçiliğiyoktur. Toplumda yaratılmak istenen yanılsama ilekrizin emekçiler üzerindeki etkilerinin, yeni kölelikyasalarının getirdiklerinin, toplamda işçi veemekçilerin karşa karşıya kaldığı saldırıların üstüörtülmeye çalışılmaktadır.

Parlatılan Nabucco ve üstü örtülen gerçekler

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Tüm gerici ideolojilerin ortak noktası yalın ve demogojidir!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

İran’daki son seçimlerden sonra İran emekçihalkları, mollaların gerici diktatörlüğüne karşıtepkisini yaygın sokak prostestolarıyla ortaya koydu.Dinci rejim, emekçi halkların taleplerine devletzoruyla yanıt verdi. 30 yıldır hüküm süren islami rejimböylece herhangi bir burjuva rejimden farklı bir yoltanımadığını ortaya koydu. Kendi iktidarını ayaktatutmak için kan dökmekten geri durmadı. Emekçihalkların taleplerinin haklı ve meşru olupolmadığından bağımsız olarak, ortaya konan tepkiyi“batının kışkırtması” olarak lanse etti.

Oysa, 19 Haziran günü islamcı bir yayın olanHaksöz-Haber geçtiği haberde, emekçi halkın hareketegeçmesine neden olan sorunları şöyle sıralıyordu:“Enflasyon-pahalılık, ev fiyatlarının ve kiralarınartması, işsizlik, gençlerin evlenememesi, üretiminazalması, ithalatın artması, dış politikada İran’ı zordurumda bırakan keskin sözlerde ülkeye menfaatininbulunmadığı, özgürlük ve insan hakları konusundageride kalındığı, çoğulcu katılımcılığın engellendiği”vb... Eksik de olsa, ileri sürülen gerekçeler, bugünherhangi bir kapitalist ülkedeki sorunların aynısıdır.Hangi ideolojik biçime bürünürse bürünsün, sömürücüegemen sınıf devletlerinin emekçi halkların taleplerinekarşı tavrı aynıdır; sınırsız şiddet ve terör. Mollalarrejimi de başka bir yol tanımadığını kendi pratiği ilebir kez daha ortaya koymuştur.

Humeyni’ci diktatörlüğün sınıfsal temeli

ABD emperyalizminin uşağı Şah’ın faşistdiktatörlüğüne karşı yükselen halk hareketi, Şubat1979’da Şahlık rejimini yıktı. Bu, halkçı devrimcihareketin zaferiydi. Ne var ki orta sınıflara ve şehirküçük-burjuvazisine dayanan bu hareket, iktidarı almave sürdürmede aynı başarıyı gösteremedi. Şahlıkrejimine karşı verdiği kavgadaki başarıyı iktidar olmave devrimci programı uygulamada ortaya koyamadı.Şubat devriminde önemli ve tayin edici rolü üstlenenİran proletaryası da güçlü bir komünist örgütlenmedenyoksundu. Genel grev ve ayaklanmayla Şahlık rejiminipini çekmesine karşın, iktidarı alacak örgütlülüğesahip değildi. Reformist TUDEH ve devrimci-halkçıHalkın Fedaisi güçleri de, Humeyni’yi altedecekstrateji ve taktikler geliştirmek yerine, sürüp gidenikili iktidarı Humeynici rejim lehine tasfiye ettiler.

Humeynici güçler, Şahlık rejiminin bürokrasisindeyer alanlara ve bu kanlı diktatörlüğün dayanağı olanözel mülkiyete dokunmayacağını açıklayarak, mülksahiplerinin ve toprak ağalarının desteğiyle iktidarıgaspetti. 1 Mart 1979’da yaptığı konuşmada Humeyni,mülk sahiplerini ve devlet bürokrasisini rahatlatmakiçin şu güvenceleri veriyordu:

“Menhus Pehlevi soyunun bütün emlak vemalvarlığı ve onlara mensup olup bu milleti çalıpçırpan kişilerin servetinin müsadere edilmesi,iktisaden zayıf durumda olanlar için mesken yapılmasıemrini verdim... Sabık Şah’ın kızkardeşi ve erkekkardeşlerinin serveti, bir ülkeyi bayındır ve memurkılmaya yeterlidir.” Ve bürokrasi için şu tehdit vevaadleri ileri sürüyordu: “Şüphesiz tasfiyeleryapılacaktır... Hırsızlar dışarı atılacaktır. Bütün

memurlar hiyanetkar olmadığına göre, emin olanlarve sevgi-saygı göreceklerdir.” Kendi gerici iktidarınısağlamlaştırtmak için de, “Her konuda sabrettiniz.Sonunda sabrınız tükendi fakat bize de bir sürecikmühlet veriniz ki, devlet, işlerini görsün” diyordu.(Humeyni, İslam Fıkıhında Devlet, s. 214-217)

Şubat devriminden 5-6 ay önce yaptığıaçıklamalarda hedefinin, “Ülkenin servet vekaynaklarını zahmet çeken, yoksulluk ve hastalığagarkolmuş bulunan halka tahsis etmek” olduğunusöyleyen Humeyni, iktidara yaklaştıkça yönünü dahaaçık olarak egemen mülk sahiplerine doğrudönüyordu. “Ülkenin servet ve kaynakları” yerine“Menhus Pehlevi soyunun bütün emlak ve varlığı veonlara mensup olup bu milleti çalıp çırpan kişilerinservetinin müsadere edil”eceğini açıklıyor ve bunun“bir ülkeyi bayındır ve memur kılmaya yeterli”olacağı yalanını ileri sürerek, Pehlevi soyunun malınael koymakla yetinileceğini açıklıyordu. Ülkedekiyoksulluk ve zulmün sınıfsal kaynağını gizleyerek,emekçi halkların Şah rejimıne karşı olan nefretini,koruyucusu olduğu sömürücü sınıfların üzerinden alıp,Pehlevi soyuna yöneltiyordu. “Sabık Şah’ın kızkardeşive erkek kardeşlerinin serveti, bir ülkeyi bayındır vememur kılmaya yeterlidir” diyerek, emekçi halktasahte bir beklenti yaratıyordu. 30 yıllık acı deney vepratik bu vaadin hiç de yeterli ve inandırıcı olmadığınıbütün çıplaklığı ile açığa çıkartmıştır. Bugünkü halkhareketini de mayalayıp açığa çıkartan bu sınıfsalsömürünün kendisi olmuştur.

Halk hareketini kullanarak iktidara gelen burjuvaiktidarların, muhalefet döneminde söyledikleriyleiktidara geldikten sonra uyguladıkları programlar hepters yönde olmuştur. “Biz hem dünyayı, hem ahiretiabad ederiz” diyerek iktidara gelen ve halkın binlerceyıllık inanç ve ahiret korkusunu kendi iktidarı içinistismar eden Humeyni hareketi de bu genel kuralıbozan bir istisna olmamıştır. Sınıfsal sömürü vebaskıyı gizlemek için, “toplumun her ferdi kardeştir,birlikte olmalıdır, birbirini gözetmelidir” diyerek,efendinin yararına köle-efendi kardeşliğinidillendirmiştir.

Biz bu yalanı iyi tanıyoruz. Irkçı-faşist Hitler’denM. Kemal’e, onlardan dinci gericilere kadar uzanan

kesimler hep aynı yalanı, “milletimiz yek vücutkardeştir” yalanını söylemişlerdir. Humeyni de,kendisinin dayandığı sınıfsal güçleri gizlemek vebilinç kayması yaratmak için, “toplumun her ferdikardeştir” demagojisine sarılmıştır.*

Dinci hareketin temel demagojisi: “Sömürüye karşıyız”

Sınıflı toplumlarda ütopik de olsa, emekçi halkhareketlerinde eşitlik özlemini açık veya silik olarakhep görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, her siyasal-muhalif akım emekçi halkların desteğini almak içinhalkların bu ortak özlemlerini istismar etmişlerdir. Buaynı istismar olgusunu mülk sahibi veya mülksahiplerine dayanan dinci hareketlerde de görüyoruz.

“İslam ... sömürüye karşı olan halkın okuludur“diyen Humeyni, ekliyor: “Fakat bunlar İslam’ı başkabir yüzle tanıttılar, tanıtmaktadırlar”. Gerçek böylemi? Humeyni hareketi gerçekten sömürüye karşı hangiprogram ve uygulamaya sahipti? Bir hareket sömürüyekarşı olduğunu açıklayabilir. Hitler de ve A. Türkeş desömürüye karşı olduklarını açıkladılar! Ancaktoplumsal yaşamın şaşmaz ölçüsü pratiktir, laf değil.

Zenginlik, canlı emeğin sömürüsüyle elde edilir.Sömürüye karşı olduğunu açıklayan bir siyasalhareket, hangi ideolojik saiklerle hareket ederse etsin,(Humeyni gibi islam adına da olsa) özel mülkiyetintasfiyesini programına ve uygulamalarına temel almakzorundadır. Muhalefet yıllarında “sömürüye karşı“olduğunu açıklayan Humeyni, iktidara yaklaştıkça,gerçek özünü yalın olarak açığa vurdu. “İslam ...sömürüye karşı olan halkın okuludur” diyenHumeyni, servet sahiplerinin desteğini alabilmek icin,servet karşıtlığını “mantık dışı” ilan etti. “Servetfarklılıklarını akıllıca ve uygulanabilir,gerçekleştirilebilir ölçüde giderecek olan sadeceislamdır ve mantık dışı yorumlara İslam’ın ihtiyaciyoktur...” denildi ve sömürüye karşı olmanın yerine,sömürüyü “akıllıca ve uygulanabilir,gerçekleştirilebilir” politikalar uygulamaya sokuldu.

İslamın halkçı yorumunu yapan kimi dinci akımlarda, nedense Humeyni’nin bu ikiyüzlü politikasıkarşısında hep suskun kalmaktadırlar. Bu bir tesadüf

Mollalar rejimi, din ve emekçi halk hareketi...

İran emekçi halk hareketinin “kökü dışarda” mı?

K. Ali

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

müdür? Hiç de değil. Bir siyasi veya ideolojik akımhangi sınıflara dayanıyorsa, kaçınılmaz olarak onlarınpolitikasını yapar. “Bütün müslümanların kardeş”olduğunu ileri sürenler, isteseler de sömürüye karşımücadele edemezler. Sömürüye karşı mücadeleyitoplumun bütün fertlerinin değil ama sadece işçi sınıfıve işçi sınıfının önderliğindeki emekçi halkların zaferetaşıyabileceğini söyleyen komünistler, sömürüye karşısavaşabilirler. Tarihsel deneyim de bu olguyu dönedöne doğrulamıştır.

İslamın halkçı yorumunu yapanlar sömürüye karşımücadelede tarihsel bir referans olarak Ebuzer’ebaşvuruyorlar: “Evinde yiyeceği olmayıp da kılıcınıalıp sokağa fırlamayana şaşarım!” diyen Ebûzer el-Gıfarî’nin bu devrimci ve halkçı özlemlerini gerçektenkim temsil ediyor? “Servet farklılıklarını akıllıca veuygulanabilir, gercekleştirilebilir ölçüde giderecekolan sadece islamdır” diyen ve komünistlerinmülkiyetin bireyselliği yerine toplumsallığı geçirmeönermelerini “mantık dışı yorumlar” olarak suçlayanHumeyni temsil edebilir mi? Humeynici gericihareketin sınıfsal çapı buna yeter mi? Humeyni vebenzerileri olsa olsa Osman’ın temsilcisi olabilirler. 3.Halife Osman’ı yiyicilik ve sömürücülükle suçlamacesaretini gösteren Ebuzer’in ilerici özlem vehayallerini ise ancak komünistler hayata geçirebilirler.

3. Halife Osman ile Ebuzer arasındaki kavganınsınıfsal temellerini Ali Şeriati şöyle açıklıyor: “Ebuzerve Osman arasında mücadele başladı ve Ebuzersonunda canını bu yolda verdi. Ebuzer haykırıyordu:‘Topladığınız bu sermaye, bu servet, bu altın vegümüşler bütün müslümanlar arasında eşitpaylaşılmalıdır. Eşitlik ve İslami ekonomik ve ahlakisistemin gölgesindeki yaşam imkanlarından herkesfaydalanmalıdır.’ Ama Osman İslam’ı zahiri merasim,protokol ve takva tezahürü olarak görüyordu. Onagöre din, çoğunluğun yoksulluğu ve azınlığınzenginliğine karışmıyordu. Ebuzer İslamikatılımcılığın ilerlemesi için başlattığı mücadelederahat durmuyor ve düşmanını da rahat bırakmıyordu...Osman’ın karısının boynunda Afrika vergisinin üçtebiri değerinde mücevher vardı.” (Ebuzer, Ali Şeriati)

“Topladığınız bu sermaye, bu servet, bu altın vegümüşler bütün müslümanlar arasında eşitpaylaşılmalıdır.”, “Evinde yiyeceği olmayıp da kılıcınıalıp sokağa fırlamayana şaşarım!” diyenEbuzerler’in, “gelin canlar bir olalım, yoksulunhakkını alalım” diyen Pir Sultanlar’ın, “yarinyanağından gayrı, her şeyde her yerde, hep beraberdiyebilmek için” diyen Şeyh Bedrettinler’in özlemleribugün proletaryanın elinde bir kızıl bayrak olarakyükseliyor. Er veya geç haramilerin saltanatınıyıkacağız.

Dinci kesimin dayandığı vurguncu, soyguncu,tüccar, emperyalizmin uşağı burjuvazi ve toprakbeyleri sınıfı bu özlemin hedefi olmak zorundadırlar.Biz komünistler bunu açıkça ilan etmiştik, yenidenilan ediyoruz.

Dipnot:

* Kemalizm “biz imtiyazsız, sınıfsız bir toplumuz” der.“Nazi korperasyonu bir sınıf kavgası organı değildir.

Nazi devleti hiçbir ‘sınıfı’ tanımaz ve kabul etmez.” (Hitler,Kavgam, s.356)

“Millet ... soy birliğidir. Bunun sınıflara bölünmesi, ...belirli fertlerin hakimiyetine terkedilmesi mümkün değildir.Buna müsade etmeyeceğiz... Milli devlet, bir sınıf devletiolmayıp, Türk Milletini meydana getiren bütün fert vedilimlerin devleti olacaktır.” (Türkeş, Dokuz Işık, s. 41-46)

“Sınıflı bir nizamın yarattığı toplu sözleşme düzeniİslama yabancıdır... İslamda ... emek ile sermaye ayrımınıntayin ettiği içtimai sınıf ortaya çıkmaz.” (Büyük Islam Ilmihali,s. 285-286)

Gerek ırkçı-milliyetçi faşist ideoloji gerekse dini gericilikadına politika yapanların ortak noktası, yalan vedemagojidir. Tümünün ortak noktası, sermaye adınayaptıkları politikayı, “sınıfsız-kaynaşmış toplum” adınasunmalarıdır. Humeyni bunu, “toplumun her ferdi kardeştir,birlikte olmalıdır, birbirini gözetmelidir” diyerek yapıyordu...

Tüm gerici ideolojilerin ortak noktası yalın ve demogojidir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Büyük sermaye, devlet bürokrasisi, düzenpartileri, medya baronları, Katolik kilisesi şefleritarafından desteklenen faşist çetelerin Honduras’tagerçekleştirdiği askeri darbe, ilk günden LatinAmerika halkları tarafından mahkum edildiği için,darbeyi destekleyen ABD dahil hiçbir devlet cuntayımeşru ilan edemedi. Honduraslı işçi ve emekçilerindinmeyen tepkisi cunta şeflerini sıkıştırırken,uluslararası ilişkilerdeki yalıtılmışlık da darbecilerinsoluk borularını daraltıyor.

Kirli savaş yöntemleriyle kendine meşru alanaçmaya çalışan Amerikancı generaller, medyabaronlarının aktif desteği ile “Chavez Honduras’ıniçişlerine karışıyor, ajanlarını göndererek şiddetolaylarını kışkırtmaya hazırlanıyor” türündensöylentileri yaymaya başladılar. Aynı gerekçeyleHugo Chavez’i Birleşmiş Milletler’e (BM) şikayeteden cunta şefleri, varolduğunu iddia ettikleri sorunuuluslararası platformlara taşımaya çalıştılar ancakciddiye alan olmadı.

Uydurdukları yalanlara inanan olmayınca kiliseyebaşvuran cunta şefleri, darbeye “kutsallık payesi”biçmeye kalkıştılar. Faşist çeteler emrinde çalışanKardinal Rodríguez Maradiaga, “Biz uzun zamandır,Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez’in çok paraharcayarak oluşturduğu, güçlü bir kampanya ilemücadele ediyoruz. Chavez’in kampanyası,Venezüella casuslarının Honduras’ta çalışmalarsürdürmesini de kapsıyor. Zelaya’nın görevdenalınmasına karşı yapılan protesto gösterilerini de bucasuslar örgütlüyorlar” açıklamasını yaptı. Kiliseşefleri ile faşist cunta arasındaki suç ortaklığınıgözler önüne seren bu açıklama, cunta şefleriniaklamaya yetmedi.

Hal böyleyken devlet başkanı Manuel Zelaya’yıdeviren faşist darbenin atadığı cunta yönetimi geriadım atmamak için halen ayak diriyor.

Kosta Rika Devlet Başkanı Oscar Ariasaracılığıyla, Zelaya’nın temsilcileri ile cuntahükümeti görevlileri arasında gerçekleşengörüşmelerden bir sonuç çıkmaması da, faşistçetelerin Washington’dan aldıkları desteğegüvendiklerini ortaya koyan bir diğer gelişme.

Arias’ın planı, Zelaya’nın görev süresinitamamlamasını ancak darbeden önce ve sonraişlenen tüm siyasi suçları affetmesini, anayasadeğişikliği tasarısından vazgeçmesini, seçimlerinerkene alınmasını ve belli başlı siyasi partilerintemsilcilerinin uzlaşma hükümetine alınmasınıöngörüyordu. Kendisi açısından birçok taviziçermesine rağmen Zelaya bu planı kabul ederken,faşist cunta görevlileri ise reddetti. Bu küstahçatutum, faşist çetelerin ciddi bir basınca maruzkalmadan geri adım atmayacaklarını gösteriyor.

Görüşmelerden bir sonuç alınmaması üzerineHonduras’a gizli gitmeye karar verdiğini açıklayanZelaya, cuntayı devirene kadar mücadeleye devamedeceklerini söyledi. Görüşme öncesinde Hondurashalkına cuntaya karşı ayaklanma çağrısı yapan, genelgrev, gösteri ve sivil itaatsizliğin demokrasimücadelesinde meşru hak olduğunu belirten Zelaya,ülkeye dönüp darbe karşıtı mücadeleyi buradanyöneteceğini açıkladı ve bu tutumu şöyle

gerekçelendirdi: “Tarih, saat, yer, yol, karadan mıdenizden mi havadan mı, bunları o suçlularasöyleyemem, çünkü insanları öldürüyorlar. Yurttaşlıkhaklarını rafa kaldırdılar, sosyal kazanımlar yıkımlakarşı karşıya, eminim ki bana gerekli zararı vermeyehazırlardır.”

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez baştaolmak üzere Latin Amerikalı liderler faşist cuntakarşıtı tutumlarını sürdürürken, Honduraslıemekçilerin direnişi de devam ediyor. Hemen hergünbinlerce, bazen onbinlerce emekçinin sokaklara çıkıpcuntayı protesto etmesi, faşist çeteleringayrımeşruluğunu döne döne tüm dünyayagösteriyor. Teşhir olan cunta şefleri, emekçilere karşıfaşist şiddeti halen belli sınırların ötesinetaşıyamıyorlar. Bununla birlikte sicili kanlı buçeteler, çatışmanın seyrine bağlı olarak tutumdeğişikliğine de gidebilirler.

Bu arada Zelaya yönetiminde dışişleri bakanıolarak görev yapan Patricia Rodas, Bolivya’dayaptığı açıklamada, Zelaya’nın “alternatif hükümet”kurmaya hazırlandığını açıkladı. Kurulacak hükümetmerkezinin Honduras’ta olacağını ifade eden Rodas,“Başkan Zelaya cunta liderlerine karşı yapılacak sonsavaşı buradan idare edecek” dedi.

Zelaya’nın “alternatif hükümet” kurma planınınbaşarılı olması, büyük ihtimalle Honduraslıemekçilerin cunta karşıtı direnişine yeni bir ivmekatacaktır. Honduraslı işçi ve emekçilerin kararlıdirenişi ile Latin Amerika halklarının enternasyonaldayanışması faşist cuntayı yenilgiye uğratacak tekyoldur.

Honduraslı emekçilerin faşist cuntaya karşı

mücadelesi devam ediyor!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Amerikan savaş makinesinin Irak’tan çekileceğinivaadederek başkanlığa gelen Barack Obama, ilkaylarda bu sözüne sadık kalacak gibi görünüyordu.Nitekim Bağdat’taki kukla yönetimle 30 Haziran’danitibaren geçerli olacak bir anlaşma imzalayan Obamayönetimi, işgalci güçleri bu tarihten sonra kentmerkezlerinden, 2011’in sonuna doğru ise Irak’tançekmeyi vaadetti.

Aslında Irak’tan çekilme konusu, Bushliderliğindeki neofaşist çetenin yönetimi dönemindegündeme gelmişti. Zira ABD savaş makinesi içinbataklığa dönüşen Irak’ı terketmek bir zorunluluktuancak işgal ordularının Irak’tan çekilmesinin kapsamıözel bir tercihle muğlak bırakılıyordu.

Savaş baronlarının belirsiz bir söylem kullanmalarıtesadüf değildi elbet. Hatta çekilmeyle ilgili muğlakifadeler, sinsi bir planın varlığına işaret ediyordu.Bunun en açık göstergesi, çekilme söylemine, Irak’tadevasa askeri üslerin inşasının eşlik etmesi olmuştur.Belli ki, Pentagon’daki savaş baronlarının açığavurulmayan kirli hesapları vardı.

Çekilme söylemi işgal karşıtı tepkinin kısmenyatışmasını sağlamış ve Irak’taki burjuva klikleriniktidar ve rant paylaşımından daha büyük pay almabeklentisini güçlendirmiş görünüyordu.

Oysa Irak’la yapılan anlaşmanın yürürlüğegirmesinden sadece üç hafta sonra, ABD savaşmakinesi çirkin yüzünü sergilemeye başladı. İşgalordusunun bu küstah tutumunu Beyaz Saray veyaPentagon’dan bağımsız düşünmek olası değil. Yaniikiyüzlü politikanın ardında bizzat Barack Obama veonun yönetimi bulunuyor.

“Irak-ABD Güvenlik Anlaşması”na göre,Amerikan işgalci güçleri 30 Haziran’a kadar kentmerkezlerinden, 2011’de ise Irak’tan tamamençekilecek.

Bundan dolay, Irak “başbakanı” Nuri El Maliki,anlaşmanın yürürlüğe girişi tarihi olan 30 Haziran’ı“Ulusal Egemenlik Günü” ilan etti. Kukla El Malikihükümeti, ABD askerlerinin Bağdat’taki devriyeturlarını sonlandırarak, askeri konvoyların gündüzşehirde dolaşmasını yasaklayan bir kararı hızla aldı.

Ancak, Bağdat’taki kukla yönetimin şatafatlıgösterisinin ömrü üç hafta ile sınırlı kaldı. Zira işgalordusunun şefleri, söz konusu anlaşmaya uymayaniyetli olmadıklarını, bu şartlarda kent merkezleriniterketmeyi düşünmediklerini ilan ettiler.

Bağdat Operasyon Merkezi tarafından ABD’ligenerallere bir yazı ile bildirilen bir takım kısıtlamalar,işgalci ordu şefleri tarafından dikkate bile alınmadı.İşgalci orduya mensup bir albay, söz konusukısıtlamaların güvenlik anlaşmasının hatalıtercümesine dayanarak getirildiğini öne sürerek,anlaşmaya uymayacaklarını söyledi.

İşgalcilerin bilinen küstah üslubu ile konuşanalbay, “ABD askerlerinin Irak Hükümeti’nin desteğiolsa da olmasa da şehir merkezlerindeki tehditleribertaraf etmek ve bunlara yanıt vermek içinçatışmalara gireceğini” belirtti.

Washington Post gazetesine yazılı bir açıklamaileten işgal orduları şeflerinden bir diğeri ise, “Kendi

kuvvetlerimizin güvenliğini sağlamak için devriyegezmemiz ve birçok güzergahın güvenliğinisağlamamız bir zorunluluktur. Biz buna devamedeceğiz. Bunları yaparken karşı tarafın da işbirliğiyapmasını tercih ederdik” diyerek, anlaşmanınkendilerini bağlamadığını ilan etti.

Bu küstahça açıklamalara Beyaz Saray’danherhangi bir tepki gelmedi. Salt bu kadarı bile Irak’tançekilme söyleminin iğrenç bir plan olduğunu gözlerönüne sermeye yetiyor.

Görünen o ki, Obama yönetimi, riskli işleri Irakkolluk kuvvetlerine devrederek, Bağdat yönetimiüzerindeki vesayetini sürdürmeyi hedefliyor. Hem Irakpetrollerini istikrarlı bir şekilde yağmalamak hemstratejik önemi büyük bu ülke üzerindeki egemenliğinisürdürmek için dozu ayarlanmış emperyalist işgalindevam etmesi gerekiyor. Obama ile Pentagon’un savaşbaronlarının bu konuda mutabık olduklarından şüpheetmemek gerekiyor.

6 yıldır Irak’ın yıkım, kan, gözyaşı, ceset yığınları,işsizlik, yoksulluk ve sefaletle anılmasına yol açanemperyalist işgalin, kukla bir yönetimle yapılan biranlaşma ile sona ermesi elbette mümkün değil. Böyle

bir beklenti, emperyalist zorbaların bir asırlıkicraatlarını gözardı etmek anlamına geliyor.

Üzerinde yaşayan halklarıyla birlikte Iraktoprakları muhakkak ki, emperyalist işgalcilerdentemizlenecektir. Ancak halkların özgürlüğünü içi boşanlaşmalar değil, anti-emperyalist birleşik direnişsağlayacaktır.

İsrail savaş makinesinin geçtiğimiz Ocak ayında Gazze’yi vahşi bir saldırı ile tahrip ederek ağır savaşsuçları işlediği birçok kurum tarafından kanıtlanmıştı. Sergilenen vahşet o kadar barizdi ki, siyonist rejimihimaye eden emperyalist güç odaklarının denetimindeki Uluslararası Af Örgütü bile, İsrail ordusununbarbarlığını teşhir etmek zorunda kalmıştı.

İsrail savaş makinesi, Gazze’yi tahrip ettiği, çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan bin 500’e yakınFilistinli’yi katlettiği, üstelik bu iğrenç suçları dünyanın gözleri önünde işlediği halde, icraatlarının kurallarauygun olduğunu iddia ediyor. Bu kadar pişkinliğe, ancak kurulduğu günden beri faşist paramiliter bir aygıtolarak çalışan İsrail ordusu türünden suç çetelerinde rastlanır.

Gazze saldırısına onay veren emperyalist güç odaklarının suç ortaklığından da güç aldıkları içinsaldırganlıkta sınır tanımayan siyonist savaş aygıtının şefleri, bu kez bizzat suça ortak olan İsrail askerlerininitiraflarıyla iyice teşhir oldular.

14’ü muvazzaf, 12’si yedek 26 İsrail askeri, Sessizliği Bozmak (Breaking the Silence) adlı İsrailli savaşgazilerinin oluşturduğu örgüte, ordunun Gazze’de işlediği savaş suçlarını anlattı. Askerlerin ifadelerinintoplandığı örgütün raporunda şunlar söyleniyor:“Bu ifadeler, savaşta izlenen ve etik değerlerle bağdaşmayanyolun, bireysel olarak askerlerden değil, uygulamadaki sistemlerden kaynaklandığını ispatlıyor.”

Raporda, askerlerin anlattıklarının, “askeri amaç olmaksızın, yüzlerce evin ve camilerin yıkılması, nüfusunyoğun olduğu yerleşimlere fosfor bombası atılması, hafif silahlarla suçsuz insanların öldürülmesi, özelmülklerin tahrip edilmesi ve çoğunlukla komuta yapısı içinde askerlere ahlaki sınırlama olmaksızındavranmalarını sağlayan bir atmosfer yaratılması” gibi uygulamaları ortaya koyduğu bildiriliyor.

Askerlerin anlatımları bu saptamayı doğruluyor. Örneğin İsrail askerlerinden biri tanık olduğu vahşeti şusözlerler dile getiriyor:“Düşünebileceğim her tür yıkımı gördüm. Evler uçaklar, helikopterler, toplar, D-9buldozerleri, makineli tüfekler, havan toplarıyla havaya uçuruldu”. Bir başka asker ise kendilerine, “şehirsavaşında herkes düşmanınızdır, masum yoktur” denildiğini aktarıyor.

Bu ve benzer anlatımlar, İsrail savaş makinesinin Gazze saldırısında örneği görülmemiş derecedekipervasızlığın ardındaki faşist zihniyeti gözler önüne seriyor.

Bir kez daha vurgulamak gerekiyor ki, siyonist ordunun barbarlıkta sınır tanımayan icraatlarını savunacakderecede pişkin olabilmesini, emperyalist güç odaklarının, halkların direnme iradesini kırmak için tezgahlananGazze saldırısına verdikleri destekte aramak gerekiyor. Dolayısıyla siyonist rejimi Gazze’nin üstüne salankapitalist-emperyalist düzenin efendileri, Filistin halkının maruz kaldığı vahşetten en az İsrail savaş makinesikadar suçludur.

Emperyalizm yenilecek!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Amerikan savaş makinesi “Irak-ABD Güvenlik Anlaşması”nı tanımıyor...

Özgürlük halkların anti-emperyalistdirenişiyle kazanılacak!

İsrail askerleri Gazze’de işlenen savaş suçunu itiraf etti!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Siyonist rejimin ABD onaylı savaş planları... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

İsrail savaş gemileri Kızıl Deniz’de…

Irkçı-siyonist rejim savaşı kışkırtıyor!

Ortadoğu’da kitle imha silahları üretip stoklayantek devlet olan İsrail, saldırgan-yayılmacı politikasınıyeni bir boyuta taşıma hazırlığına hız vermişgörünüyor. Kitle imha silahlarının yanısıraemperyalistlerin desteğinden de güç alan siyonistrejim, savaş kışkırtıcılığı yaparak Ortadoğu’daki kandenizini daha da derinleştirmeye hevesli olduğunuortaya koyuyor.

Kitle imha silahları deposu olan İsrail, emperyalistgüç odaklarının da desteğini alarak, İran’ın nükleerprogramını baltalamak için çırpınıyor. İsrail ile onuhimaye eden emperyalist devletlerin kitle imhasilahları stokları yerkürenin üzerindeki yaşamalanlarını defalarca yok edebilecek miktarda iken,dahası bu stoklara her gün yenileri ekleniyorken, onlarİran’ın nükleer programıyla uğraşıyorlar. Gözüdönmüş katiller tarafından yönetilen İsrail devletininnükleer silah stoklarının sözünü etmeyen emperyalistgüçler, İran’ın nükleer programını engellemek içinsavaş dahil her yola başvurabileceklerini söylüyorlar.

ABD ile yardakçılarının bu küstahlığı, ırkçı-siyonist rejimin olası bir riske girmesini engellemekiçindir. Zira siyonist rejim ayakta olduğu süreceOrtadoğu’nun kan denizinde yüzmesi için gerekçelerolacaktır.

İran’dan korkan siyonist şefler ise, ABD’nin buülkeye bir an önce saldırmasını istiyorlar. Ancak Irak,ardından Afganistan bataklığına saplanan ABD savaşmakinesinin İran’la başa çıkabilecek güçten yoksunoluşu, Pentagon’daki savaş baronlarını şimdiye kadarİran’a savaş açmaktan alıkoydu. Bir elinde havuçöbüründe sopa taşıyan Barack Obama da, diğer ABDbaşkanları gibi İran’a teslim ol çağrısı yapmayabaşladı. Ancak, bu girişimlerin bir işe yaramamasıüzerine üslup değiştiren Pentagon’un savaş baronları,İsrail savaş makinesinin İran’a saldırmasına engelolmayacaklarını ilan ettiler.

Obama’nın yardımcısı Joe Biden tarafından yapılanaçıklamanın, “ABD yönetimi İran’a saldırı içinİsrail’e yeşil ışık yaktı” şeklinde yorumlanması,Obama’nın imajını altüst etti. Zira söz konusuaçıklama barıştan, diyalogdan, karşılıklı anlayıştan sözeden Obama’nın maskesini parçalayacak cinstendir.

Bundan dolayı “İran’ın nükleer çalışmalarını hedefalacak saldırı için İsrail’e yeşil ışık yaktıkları”yönündeki haberleri yalanlayan Obama, aynıkonuşmada, “başka ülkelere kendi güvenliklerikonusunda bir şey dikte edemeyeceklerini” söyleyerek,İsrail saldırganlığına onay vereceklerini ilan etmişoldu.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın aynıgünlerde yaptığı açıklama ise, siyonist şefleri daha dacesaretlendirecek niteliktedir. Washington’daki Dışİlişkiler Konseyi’nde konuşma yapan Hillary Clinton,ABD’nin müttefiklerini yalnız bırakmayacağını, onlarısavunmada tereddüt etmeyeceğini ifade ederek şunlarısöyledi: “Arap ülkelerinden, hemen belirgin önlemleralmaları yönündeki teklifimizi kabul etmeleriniistiyoruz. İran’la anlaşmaya hazırız ama şimdi eylemzamanı. İran’ın şimdi harekete geçmesi gerek, çünkübu fırsat penceresi sonsuza kadar açık kalmayacak”.Clinton, Amerikancı Arap rejimlerine suç ortaklığınahazır olun çağrısı yaparak, İsrail saldırganlığına açıkdestek verdi.

Bu açıklamaların hemen ardından yaşananlar, TelAviv’deki ırkçı-siyonist şeflerin gerekli mesajıaldıklarını gösteriyor.

Konuyla ilgili ilk haberde, Suudi Arabistan’ınşeriatçı-Amerikancı rejiminin, İran’a saldırı için İsrailsavaş makinesine hava sahasını açmayı kabul ettiğibelirtildi. Söz konusu haberin Suudi Arabistantarafından değil de İsrail tarafından yalanlanması, ikiAmerikancı rejim arasında bu yönde bir anlaşmayapıldığı kanısını güçlendirdi.

Bölge halkları için asıl tehlikeli gelişme ise, ırkçı-siyonist rejimin İran’a gözdağı vermek için savaşgemilerini Kızıl Deniz’e indirmesidir. Konuyla ilgilikonuşan İsrailli bir savunma yetkilisi, aralarında birnükleer denizaltının da bulunduğu savaş gemilerinin,Süveyş Kanalı’ndan geçerek Kızıl Deniz’e açılmasının“ciddiye alınması” gerektiğini söyleyerek, şimdidentehdit savurmaya başladı.

Mısır rejiminin yardımıyla gerçekleşen bu kışkırtıcıgelişmeyi İngiliz Times gazetesine değerlendirenİsrailli bir yetkili de şu ifadeleri kullandı: “İsrail,zamana yatırım yaparak, İran’a olası bir saldırının

karmaşıklığına hazırlanıyor. Bu manevralar İran’a,İsrail’in, İran’ın tehditlerinin arkasına düşeceğiyolunda bir mesajdır”. Yetkili ayrıca, İsrail’in bu uzunvadeli manevralarının rastgele manevralar olmadığınıbelirterek şunları söyledi: “Bu gizli bir operasyondeğil... İsrail’in yapabileceklerini ortaya koyan birvitrindir.”

Aynı gazete, İsrail Hava Kuvvetleri ile ABD’ninönümüzdeki günlerde, Arrow füzelerini teste tabitutmak amacıyla Pasifik Okyanusu’nda yapacaklarıortak faaliyeti anımsatarak, İran’a olası bir saldırı içinhazırlığın fiilen başladığına dikkat çekti.

Siyonist rejimle suç ortaklığını önce inkar edenMısır yönetimi, olayın açığa çıkması üzerine bualçaltıcı işbirliğini kabul etmek zorunda kaldı. MısırDışişleri Bakanı Ahmed Abul Geyt, Süveyş’ten KızılDeniz’e yapılan hareketi doğrulayarak, Kahire ile TelAviv arasındaki anlaşmaların İsrail savaş gemilerininkanalı kullanmalarına izin verdiğini öne sürdü.

Savaş kışkırtıcılığını fiilen başlatan İsrail’inWashington’dan yapılan açıklamalarla desteklenmesi,gerici Arap rejimlerinin ise şimdiden suç ortaklığınahazırlaması, savaş kışkırtıcılığının Washington-TelAviv işbirliği ile başlatıldığına işaret ediyor. Siyonistrejimin böylesine kritik bir sorunda ABD’ye rağmenadım atmasının söz konusu bile olamayacağı gerçeği,bu kirli işbirliğinin bir diğer kanıtıdır. Bu ise barışadair vaazlar veren Barack Obama’nın, İran’a olası birsaldırıyı İsrail savaş makinesiyle başlatma hazırlığınagiriştiğine işaret ediyor. İran’a saldırı için yasal kılıfuydurmanın zorluğu göz önüne alındığında, herhangibir kural, yasa veya uluslararası anlaşma tanımayanırkçı-siyonist rejimin saldırıyı başlatması daha kolayolacaktır.

Siyonist rejimin ABD onaylı kışkırtıcı hamlelerini,bu sınırlarda kaldığı ölçüde, İran’a dönük bir şantajolarak değerlendirmek mümkündür. Ancak şantajın işeyaramadığı yerde emperyalist-siyonist zorbalarınOrtadoğu halklarına karşı yeni bir savaş ilan etmeleriihtimali de yüksekter. Bu gelişmeleri yakındanizlemek, emperyalist-siyonist güçlerle bölgedeki suçortaklarına karşı birleşik direnişi yükseltmek ilerici-devrimci güçlerin ve tüm bölge halklarının görevidir.

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Dünyadan...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Çinli işçiler Polonya’da grevde Varşova’da bulunan Çin Büyükelçiliği önünde

yaklaşık 50 Çinli işçi kamp kurdu. İşçiler 3 aydırmaaşlarını alamadıkları için greve çıkmış ve iştenatılmışlardı.

Polonya’da benzer durumda yaklaşık 400 Çinli işçidaha bulunuyor

İşçiler Varşova’da inşaat işçisi olarak çalışmalarıiçin Doğu Çin’den kiralandılar. Üç farklı ajanstankiralanan işçilerin her biri çeşitli yerlerden borç alarakajansa 1500 dolar ödemişlerdi. Ajanslarıyla iki yıllıksözleşme imzalamışlar ve 250 saatlik çalışmakarşılığında pansiyon ve yiyeceğe ek olarak 700Euro’luk bir anlaşma yapmışlardı.

Bunlardan V-Agra bazı inşaat firmalarıylaanlaşmalı çalışan taşeron bir firma. İşçileringönderildiği inşaat bölgeleri güvenli çalışmakoşullarından yoksun. İşçiler 3 aydır maaşlarınıalamıyor, Çin’den getirdikleri yiyecekleri detükenmek üzere. Bu yüzden ek bir iş aramayabaşladılar ve son olarak da greve çıkma kararı aldılar.

Greve çıktıkları için işten atılan işçilere gerekçeolarak iş disiplinin ihlali, bazı işçilerin Polonya’dayasadışı çalışması, işçilerin yasadışı grev örgütlemesive 18 Haziran’da işe gelmemeleri gösterildi.

Firma, işçilerin 12 Temmuz’a kadar Polonya’yıterk etmeleri gerektiğini, bu gerçekleştirilmediğidurumda hudut görevlilerine bildirerek gerekeninyapılacağını ifade etti. Ayrıca, bu 3 ajansın işçilerininPolonya’da kalma haklarının olmadığını söyledi.Konaklama, geri dönüş biletleri ücretlerininkarşılanması için bağlı bulundukları ajanslarlabağlantıya geçmeleri belirtildi.

Şu an Polonya’da yasadışı çalışan birçok Çinli işçibulunuyor. Bunların bir kısmı yüklü borçlarla Çin’egeri dönmek zorunda kalıyor. Öyle ki, Çinli bir işçiborçlarını ödeyemediği için hapis cezasınaçarptırılmıştı.

Opel’de 10 bin kişinin işine sonverilecek!

Brüksel merkezli bir şirket olan RHJ International,Alman otomotiv devi Opel’i satın aldığı takdirde 10bin işçinin işine son verecek.

RHJ Genel Müdürü Leonhard Fischer, Avrupa’dayaklaşık olarak 10 bin Opel işçisinin işine sonverileceğini fakat Opel’e ait 4 fabrikayıkapatmayacaklarını açıkladı.

Şirket, personel kadrosunda daraltmaya giderekyılda 800 milyon Euro kâr etmeyi amaçlıyor. ABD’liotomotiv devi General Motors’a (GM) bağlı Opel veVauxhall’de yaklaşık olarak 50 bin işçi çalışıyor.

Starbucks çalışanları örgütleniyorKanada’nın en büyük eyaleti Quebec City’de

bulunan Starbucks çalışanları, sendikalaşmak için 13Temmuz günü Çalışma Bakanlığı’na başvurdu.Başvuru kabul edildiği taktirde, Starbucks çalışanlarıeyalette kafe zincirlerinde sendikalaşan ilk işçiolacaklar.

Sendikalaşma düşüncesinin, Starbucks’ın çalışmakoşullarını ağırlaştırması üzerine ortaya çıktığısöyleniyor. Çoğunlukla öğrencilerden oluşanpersonelin önceden haftada 12-16 saat çalışırken şimdien az 24 saat çalışmaya zorlandığı, çalışmayanlarınişten atıldıkları ifade ediliyor.

Hindistan’da grev çay üretiminivurdu

Hindistan’da Gorkha Janmukti Morcha (GJM)partisinin çağrısını yaptığı süresiz grev, Batı Bengal’inDarjeeling tepelerinde yapılan çay üretimini etkiledi.

Bengal Eyalet Başbakanı, GJM’ye, 13 Temmuzgünü başlayan grevi sonlandırma ve anlaşmaçağrısında bulundu. GJM liderleri ise Başbakan ilegörüşmeyi reddetti.

GJM, Hindistan içerisinde ayrı bir hükümetkurulmasını ve Nepal dilini konuşan Gorkha halkınaeşit muamele gösterilmesini talep ediyor. GJMBaşkanı, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Bize baskıuygulayan polis memurlarını çekmeyi kabuletmezlerken Bengal hükümetinin çağrısına nasıl cevapverebiliriz?” diyor.

Bengal Hükümeti Genel Sekreteri ise, polisinbugüne kadar baskı uyguladığını kabul etse de, onlarında görevlerini yaptığını söylüyor.

GJM’nin mücadelesi bu yıl pek çok ölüme nedenolmuş ve Hindistan parlamentosu seçimlerine araverilmişti. GJM seçimlerde, eski Dışişleri BakanıSingh’in milliyetçi partisi BJP’yi (Bharatiya JanataParty) desteklemişti. Singh, seçimleri kazanmasınınardından ayrı bir “Gorkhaland” kurulmasına açıktandestek verdi ve böylece GJM’nin mücadelesi yenidengüç kazandı.

Grev bölge turizmini de olumsuz etkiledi.Ekonominin ana dayanağı olan çay üretiminin ise grevnedeniyle durabileceği söyleniyor.

New Fabris işçileri eylemlerinisürdürüyor

Fransa’da otomotiv sektörüne yedek parça üretenbir fabrika olan New Fabris’te işten çıkarılan vefabrikayı havaya uçurmakla tehdit eden işçiler, patronabaskı yapmaya devam ediyorlar.

17 Temmuz günü Paris’in batısındaki Renaultmerkezinde 200’den fazla işçi eylem yaptı.

İşçiler, New Fabris’in temel müşterisi olanotomobil firmaları Renault ve Peugeot-Citroen’in, işçi

başına 30 bin Euro olan tazminatın yarısını ödemesinitalep ediyorlar. 350 çalışanı olan New Fabris Haziranayı sonunda kapanmıştı. Sendikalar, Renault vePeugeot-Citroen’i, kâr hırsı sebebiyle yedek parçaüreten fabrikayı kendi kaderine terk etmekle suçluyor.

Kıbrıs’ta taksi şoförleri greveçıkıyor

Kıbrıs’ta taksi şoförleri ekonomik baskıları veminibüs şoförleriyle yaşanan rekabeti protesto etmekiçin 28 Temmuz günü 24 saatlik grev yapacaklar.

Taksi Şoförleri Sendikası, limanlarda vehavaalanlarında müşterilerinin minibüs şoförleritarafından çalındığını söyledi. Bunun, ekonomik kriznedeniyle taksilere olan talebin azalması ve turizmsektöründe yaşanan zayıflama ile ilişkili olduğu ifadeediliyor.

Sendika, taksi şoförlerinin yaşadığı sıkıntılarahükümetin uygulamalarının sebep olduğunu belirtiyor.Zira hükümet ulaşım araçları arasında rekabeti arttırıcıuygulamalar gerçekleştiriyor.

Taksilere olan talep azalsa da, grevin ulaşımıönemli ölçüde etkilemesi bekleniyor.

Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...

Japonya’da tren garlarında “gülümsemeölçer” isimli cihaz, Keikyu şirketi tarafından 15 istasyonayerleştirilmiş. Trenyolu çalışanlarının yeterince güler yüzlü olup olmadığı her sabah ölçülüyor. Özel yazılımlıbilgisayardan oluşan ve bir kameraya bağlı çalışan “gülümsemeölçer”, çalışanın yüzünü algılayarak işlemyapmaya başlıyor. Çalışanların, müşterilerle konuşurken karşılama veya özür dileme cümlelerini doğru tondasöyleyip söylemediğine bakılıyor. Doğru ton tutturuluncaya kadar cihazın başında cümleler tekrar ediliyor.Sonra “çok ileri gitmeden” güleryüzlü mü, gülümsemenin biçimi doğru mu diye kontrol ediliyor ve 0-100arasında puan veriyor, alt yazılarla yapılan hataları bildirip önerilerde bulunuyor.

Bu uygulamanın sonucunda, birer makineye dönmüş çalışanların daha hızlı çalıştığı gözlemleniyor. Biletdağıtıcılarının 10 kat hızlı çalışıp dakikada 80 yolcuya bilet verdiği belirtiliyor. Anonslarda çok nadir hatanınortaya çıktığı, tren saatinde hiç aksama olmadığı, kontrol görevlisinin sorulacak tüm soruları cevaplamayahazır olduğu söyleniyor.

Ortaya çıkan veriler bir çalışma alanı ve hizmet açısından iyi sonuçlar üretiyor gibi görünse de, işçilerüzerinde oluşturduğu tahribat çok fazla. Sürekli denetim altında olan işçiler, gözlenme psikolojisiyleüzerlerinde daha fazla baskı hissediyorlar. Kısa sürede “olumlu” gibi görünen sonuçlar üretse de, bu tarzuygulamalar insanın davranış yapısını bozuyor. İnsan yaşamına değer vermeyen kapitalizm, daha fazla karuğruna akılalmaz baskı yöntemlerine başvuruyor.

Japonya garlarında insanı hiçe sayanuygulama!

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Kürt halkına özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Bir süredir Öcalan’ın 15 Ağustos’ta açıklayacağınıduyurduğu “Yol Haritası” tartışılıyor. Çeşitlicephelerde belli bir “beklenti” yarattığı da anlaşılıyor!

Açıklanacağı söylenen “harita”, gerçekten hangiyolun haritasıdır? Bu, Kürdistan ve Kürt sorununuçözüm sürecine sokacak bir plan ve perspektif mi,yoksa İmralı Partisi KCK / PKK’nin Cumhuriyetlebütünleşme, daha veciz bir ifadeyle “CumhuriyetKürdü” olma çabalarının yeni bir biçimi, güncellenmişifadesi mi?

Temel soru budur! Bu soru ekseninde yapılacaktartışmaların doğru olacağını ve Kürt halkının temelsorunlarının çözümüne katkı sunacağını çok net birbiçimde vurgulamak gerekir.

Kuşkusuz tartışmalar bu soru eksenindeyapılmıyor. Egemen cephe, İmralı ve onundenetimindeki hareketin, “Cumhuriyet Kürdü” olmakonusunda ne kadar yol aldığını ve bunu 15Ağustos’ta açıklayacağı “Yol Haritası”nda nasılformüle edeceğini merak ediyor ve tartışıyor.

Örneğin Hürriyet gazetesi Genel Yayın YönetmeniE. Özkök, bu konuda görüşlerini ve beklentileriniaçıkça ifade etti. “Samimiyetinizi pratik olarakkanıtlayın” noktasına getirdi vurguyu. Düzenlebütünleşme, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin samimikabulü üzerinden somut adımların atılmasından sonragerisinin geleceğini, devlet içindeki direnci kırmanınyolunun da ancak buradan geçeceğini anlatmayaçalışıyordu. Kısacası Öcalan’a önemli bir rolyüklüyordu. Bu rolün politik özü ise şuydu:

PKK’nin silahlı güçlerini tasfiye ettirmek, böylece“PKK sorununu” çözmek, Kürt sorununu da bellikırıntılar karşılığında geçici bir çözüme bağlamak veuzun bir zaman kazanmak!

Aslında Öcalan ve partisi açısından CumhuriyetKürdü olma konusunda bir sorun yok, İmralı çizgisi veprogramı, bunun en somut kanıtı ve göstergesidir; 10yıllık İmralı eksenli pratik bunun tartışmasızdoğrulanmasından başka bir şey değildir.

Bu programın nihai noktasına varması önündeki entemel engel, cumhuriyet rejiminin, kendisini onunbekçisi gören Genelkurmay’ın bu konudaki çok yönlühesapları, mevcut iktidar konumlarını korumak vedaha güçlendirmek için bahane olarak kullanacakları“bir düşman yaratma ihtiyacı”dır! Yoksa PKKsorununu çözmek çok da zor değildir. Çünkü bugünekadar hiçbir Kürt “isyan hareketi” devlet ve düzenlebütünleşmek için bu kadar istekli, bu kadarteslimiyetçi bir politik programı benimseyipsavunmamıştır! Evet, düzen içi çözümler hemenhemen hepsinin ortak paydası olagelmiştir; amabunlar, “Cumhuriyet Kürdü” olma programınaulaşmamıştır!

Evet, egemen cephenin önemli bir bölümünde birbeklenti var. Bu beklenti, İmralı Partisi’nin pratikolarak samimiyet sınavını, tam da kendilerinin istediğibiçim ve düzeyde başarma testidir. Yani bir bakımamutlak teslimiyete yakın bir düzeyde PKK ve onlarınetkisindeki Kürtler’i ikna ettirme konusunda pratiksamimiyet testidir bu!

Öcalan’ın açıklayacağını duyurduğu “YolHaritası”nın altına DTP’liler imza koyacaklarınıaçıklamışlardır. Bu, kimi çevre ve kişi tarafından“garip” karşılandı, iradesizlik olarak tanımlandı.Gerçekte ortada garip veya şaşılacak bir durum yok!Politik irade konusu ise onların semtine uğramayan birkavram… DTP’liler, Kürtler açısından içi boş

“Demokratik Özerklik” planıyla devlete ve düzenekabul edilmek için yanıp tutuşmaktadırlar.

Açıklanacak “Yol Haritası”nın 15 Ağustos’a denkgetirilmesi ilginç bir “rastlantı” olmalıdır! Kuşkusuzbu tarih çakışması rastlantı değil, çok bilinçli birseçimdir! Hem de enine boyuna düşünülerek kotarılanbir seçim…

Bunun vermek istediği iki mesaj var: Biri devleteve düzen güçlerine, diğeri Kürtler’e! Devlete verilmekistenen mesajın özü şudur:

Açıklanacak “Yol Haritası”nın, hiç kuşku yok ki,sömürgeci devleti ve düzeni karşıdan hedefleyendevrimci 15 Ağustos’la hiçbir ilişkisi yok, dahadoğrusu onunla tam bir karşıtlık ilişkisi var, yanidevrimci 15 Ağustos’un reddi ve onun rövanşıniteliğindedir. Bu, 15 Ağustos ve onda ifadesini bulandevrimci çizginin yarattığı değerlerin tasfiyesinin yolharitasından başka bir şey değildir. Hatırlanırsa, fırsatverilmesi durumunda devlete hizmet edeceğininsözünü veren Öcalan, şimdi bunun başka bir“zirvesini” gösterme hazırlığını yapıyor! Bu, devlete,“15 Ağustos’un rövanşını alıyorum” mesajı değilsenedir?

Kürtler’e verilmek istenen mesajın özü isetasfiyeciliğin devrimci değerler ve simgeleraracılığıyla yedirilmesi hilesi, illüzyonundan başka birşey değildir! Kürt halkının devrimci bilinç ve ruhubugüne dek devrimci değerler ve simgeler eliyleçarpıtılmaya, yok edilmeye, tersine çevrilmeyeçalışıldı…

Anılan “Yol Haritalar”ı ekseninde yürütülentartışmaların kendisi, Kürtler açısından son dereceonur kırıcı, gurur incitici bir öz ve biçime sahiptir.Onur nedir? Kendine saygı değilse nedir? Onur,kendini algılama, anlama içeriği ve düzeyi ilebağlantılı düşünsel ve ruhsal, ahlaki bir duruş değilsenedir?

Peki, bu tartışmalarda Kürtler’e biçilen yaşam vegelecek nedir? Kürtler’i başta Türk halkı olmak üzerediğer halklarla eşit görme, tam anlamıyla eşit haklarıkendine hak görme bilinci ve ruhsal duruşu mu? Yoksacilalanmış, “demokratik çözüm” sosundan geçirilmiş,bir-iki kırıntıyla süslenmiş parya, köle, sömürge“vatandaş” konumu mu?

“Demokratik özerklik”, ne eksik ne fazla diğerhalk ve ulusların sahip olduğu hakları Kürtler’e de

devredilmez ve tartışılmaz haklar olarak hak görüyormu? Son 10 yılın politik ve pratik gelişmeleriniizleyen her bilinçli ve onur sahibi Kürt, bu sorularınyanıtını çok net bir biçimde vermektezorlanmayacaktır!

1970’li yılların ortalarında PKK’nin yapmayaçalıştığı ve önemli ölçüde gerçekleştirdiği şuydu: Kürthalkına kendini gerçekte eşit görmek, eşit hak veözgür yaşama bilincini ve ruhunu kazandırmak! Bu,özgüven ve özsaygıdan başka bir şey değildir!Özgüven ve özsaygının ideolojik temeli, eşitlik,özgürlük ve bağımsızlık ilkeleridir! Bunları birbilince, bir ruha, bir kişiliğe ve yaşam tarzınadönüştürmek sonraki bütün gelişmelerin sırrı, anahtarıve dinamosuydu! Sömürge bilincine, sömürgekişiliğine karşı “kendisini özgürlük ve eşitlik” bilincive ruhuyla donatmak, yurtseverliğin de, fedakârlık vecesaretin de temellerini oluşturuyordu. Bir halk nasılayağa kaldırıldı? Deli saçması aşağılamalar, özgüvenkırıcı “çözümlemeler”le değil, eşitlik, özgürlük vebağımsızlık bilinci, bunun samimi pratiği vedirenişiyle…

İmralı’da öldürülmek istenen, işte bu bilinç veruhtur. Kabul etmeliyiz ki, bu konuda önemli birmesafe de katettiler… Pratikte eşit ve özgür koşullarıyakalamayabilirsin, gerçek yaşamda hiçbir şeyin deolmayabilir! Ulusal özgürlüğün sayısız mücadele veelverişli iç ve dış koşulların bir araya gelmesiylegerçekleşeceği de bilinmektedir. Ancak hiçbir geri veolumsuz koşul, hiçbir iç ve dış denge hesabı, bilinç veruh düzeyinde kendini parya, sömürge, köle görmeanlayışını haklı kılamaz, meşrulaştıramaz! ÖzellikleKürtler karşısında ahkâm kesen A. Öcalan ve onuniradesiz “yönetici ve uygulayıcıları”, gerçekte, bugünortaya çıkıp “Kürt halkı ve ulusu, başta Türklerolmak üzere diğer halk ve ulusların sahip olduklarıhak ve özgürlüklere sahip olmalıdır ve bu haklar,ilke olarak devredilemez, yok edilemez haklardır”sözlerini ifade edebilirler mi?

Hayır, son 10 yılda resmi program, deklarasyon veyol haritalarında dile getirdikleri istem, ilke ve esaslar,altı çizilen sözlerin reddi ve inkârı niteliğindedir.Açıklanacağı söylenen “yeni” yol haritasının da bu retve inkârın başka bir platformundan başka bir şeyolmayacağını söylemek bir kehanet olmasa gerektir!

21 Temmuz 2009

Neyin yol haritası?M. Can Yüce

Cumartesi Anneleri’nin faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması ve faillerin yargılanması talebiylebaşlattığı oturma eylemlerinin 225. haftasında, 29 Kasım 1995’de gözaltında kaybedilen 7 kişiden biri olan 12yaşındaki Davut Altunkaynak’ın dosyasının Ergenekon kapsamına alnması istendi.

Kayıp yakınları ve İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu adına açıklamayı BesimeAksoy okudu. Aksoy, 29 Kasım 1995 tarihinde Dargeçit’teki evlerine gelen askerlerin, Davut’u amcasınınevinden alarak Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürdüklerini ve Davut’un annesinin, Davut’u Filistinaskısında gördüğünü belirterek, şunları ifade etti:

“Davut, ‘Anne su, anne su’ diye inliyordu. Bir süre sonra Davut gibi işkence gören annesi serbest bırakıldı.Davut’tan ise bir daha haber alınamadı. Anne Hayat Altunkaynak 14 yıldır, ‘Oğluma su veremedim’ diyeağlıyor. Davut’un ailesi bütün mercilere başvurdu. Şikayetçi oldu. Buna rağmen 2 yıl sonra Dargeçit savcısıDavut’un babasını çağırarak şikayetçi olup olmadığını tekrar sordu. Babası ‘Sonuna kadar şikayetçiyim’ dedi.Cevaben savcı ‘Oğlun PKK’li olmuş’” dedi.

Açıklamanın sonunda sorumluların yargılanması istendi.Kızıl Bayrak / İstanbul

Kayıp yakınlarının Galatasaray’da225. haftası...

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

İşçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelelerini ezmeyeçalışan sermaye devleti, her zaman devrimci tutsaklarıteslim almayı bu savaşı kazanmanın bir koşulu olarakgördü. 12 Eylül faşizmi koşullarında bile zindanlarısusturmayı başaramayan sermaye devleti, ‘90’lı yıllaragelindiğinde devrimci iradeyi kırmak için adeta fırsatkolluyordu.

1996 yılı, sermaye devleti tarafından işçi-emekçilereve devrimcilere yönelik kapsamlı bir saldırınınhazırlandığı bir yıldı. 1995’de Gazi direnişinden sonra,1 Mayıs ‘96’da yeniden devrimci kararlılığı vekitleselliği gören sermaye devleti, muhalif kesimlerisusturmak ve hizaya sokmak istiyordu. Muhalifkesimleri sindirmenin yolu devrimcileri teslimalmaktan geçiyordu. Bu nedenle de ilk hedefcezaevileri oldu. Buca ve Ümraniye cezaevikatliamlarından sonuç alamayan sermaye devleti ardıardına genelgeler yayınladı. Hücre tipi hapishanelerin,başka bir deyişle tabutlukların açılmasını da içeriyordubu genelgeler. Faşist devlet tutsakları tabutluklarakapatarak teslim almayı hedefliyordu. Bu çerçevede 6,8 ve 10 Mayıs genelgeleri yayınlanarak cezaevlerine“çeki-düzen verme” saldırısı başlatıldı. Devrimcitutsakların can bedeli mücadelelerle kazanılmış birçokhakkını gasp eden bu genelgelerle 24 Kasım 1991’dekapatılan Eskişehir tabutluğu yeniden açıldı.

Bunun üzerine, 20 Mayıs’da bütün hapishanelerdekiyaklaşık 1500 devrimci tutsak; 1- Tabutluk genelgesininiptali, 2- Eskişehir ve diğer tabutlukların kapatılması, 3-Tutsak ailelerine yönelik saldırıların durdurulması, 4-Tutsakların tedavilerinin ve duruşmalara

çıkarılmalarının önündeki engellerinkaldırılması talebiyle 20 Mayıs1996’da süresiz açlık grevine başladı.

DHKP-C, MLKP, TKP (ML), TKEP-Leninist, TKP/ ML, TDP, TİKB, EKİM,Direniş Hareketi ve THKP/C-HDÖ tarafındanbaşlatılan direniş Süresiz Açlık Grevi ve ÖlümOrucu biçimlerinde sürdü.

Direnişin 63. gününde ilk şehit verildi ve TKP (ML)tutsağı Aygün Uğur ölümsüzlüğe uğurlandı.

20 Mayıs’ta başlayan zindan direnişi sonucunda12 devrimci tutsak ölümsüzleşerek zafere adlarınıaltın harflerle yazdırdılar. Aygün Uğur, AltanBerdan Keremgiller, İlginç Özkeskin, Ali Ayata,Müjdat Yanat, Hüseyin Demircioğlu, HicabiKüçük, Ayçe İdil Erkmen, Osman Akgün,Yemliha Kaya, Tahsin Yılmaz ve Hayati Canölümsüzlüğe uğurlandı.

Devletin hücre ve teslim almapolitikası, 12 şehit pahasına içeride vedışarıda 69 gün boyunca ilmek ilmekörülen büyük direniş sayesinde boşa çıkartıldı. Zindandirenişi 28 Temmuz günü zaferle sonuçlandı. Devrimcitutsaklar, sermaye devletinin teslim alma saldırısınıbedenlerini siper ederek geri püskürttüler Kazanan,teslimiyeti reddeden, bedel ödemekten korkmayandevrimci irade oldu. Devrimciler devrime bağlılıklarınıgöstermiş, bir kez daha devrimci iradeninyenilmeyeceği kanıtlanmıştı.

Onlar dövüşerek öldüler... Karanlığı yaran ışıkoldular... Anılarını mücadelemizde yaşatacağız.

Son sözü direnenler söyler...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/28 H 24 Temmuz 2009

Atılım gazetesinde Işık Kutlu imzasıyla yazan Kutsiye Bozoklar 16 Temmuz günü yaşamını yitirdi. Atılımgazetesi, Kutsiye Bozoklar’ın ölümünü yaptığı yazılı açıklama ile kamuoyuna duyurdu. Işık Kutlu’nun yıllardıryaşadığı sağlık sorunlarına rağmen mücadeleden vazgeçmeyişinden bahsedilen açıklamada şunlar söylendi:

“Şimdi yine, 36 yıl önce bir polis kurşunuyla sırtından vurulup, ölsün diye kaderine terk edilen o genç kadındevrimcinin, Kutsiye’nin yaşam savaşının sesini, tılsımını duyduk, dudaklarından dökülmekte zorlanansözlerinde. Büyük bir acının sesiydi bu. Büyük bir inadın… Büyük bir hayatın... İnadına hayat demişti Kutsiye,36 yıl önce ölümünü bekleyenlere. Aynı inatla 36 yıl boyunca gürül gürül hayat üretti, kendisi ve devrim için...”

Işık Kutlu ölümsüzlüğe uğurlandı!Kutsiye Bozoklar 18 Temmuz günü Ankara’da gerçekleştirilen törenle ölümsüzlüğe uğurlandı.Bozoklar’ın yakınları ve pek çok devrimci kurum ESP’nin çağrısıyla Karşıyaka Mezarlığı 1 No’lu Kapı

önünde buluştu. Burada sloganlar ve marşlarla cenazenin gelmesi beklendi. Cenaze geldiğinde defnedileceğiyere kadar yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüş kolunun en önünde “Daima bizimlesin, daima seninleyiz!”pankartı taşındı.

Bozoklar’ın mezarı başında gerçekleştirilen törende okunan basın metninde, “Kutsiye Bozoklar, entelektüelbir devrimciden, sosyalist bir aydından çok daha fazlasıdır” denilerek, Bozoklar’ın direncine ve iradesinevurgu yapıldı. Açıklama, “Kutsiye Bozoklar, devrim ve sosyalizm yürüyüşünde bilge bir aydın, militan birdevrimci, tutarlı bir sosyalist olarak hepimizin öğretmeni olmaya devam edecektir. Daima bizimle olacaktır,daima onunla olacağız” sözleriyle son buldu.

Ardından Bozoklar’ın kardeşi Kaya Bozoklar konuşarak, kardeş ve onun gibi daha nice insan oldukça herşeyin hakça paylaşıldığı günlerin geleceğinden kuşku duymadığını söyledi.

Konuşmaların ardından okunan şiirler ve şarkılarla cenaze töreni devam etti.Kutsiye Bozoklar’ı yaklaşık 1500 kişi uğurladı. Aralarında BDSP, DHF, Partizan, DTP, 78’liler, Tüm-

İGD’nin yer aldığı pek çok devrimci ve ilerici kurum da törene katıldı.Kızıl Bayrak / Ankara

“Işık Kutlu ölümsüzdür!”

‘96 ÖO ve SAG şehitleri 21 Temmuz günügerçekleştirilen eylemle İzmir’de anıldı.

Kemeraltı girişinde saat 18.30’da saygıduruşuyla başlayan eylemde şehitlerinresimlerinin yer aldığı pankart açıldı.

Basın açıklamasında, tarihin sınıflarmücadeleleri tarihi olduğu, hapishaneler tarihininise bu savaşların yaşandığı alanlar olduğu ifadeedildi. Hapishanelerde silahların eşit olmadığı, birtarafta modern silahla donatılmış düzenin kollukgüçleri diğer tarafta ise iradeleri ve bedenlerindenbaşka bir şeyi olmayan devrimciler olduğuvurgulandı.

‘96 SAG ve ÖO süreçlerinin anlatıldığıaçıklamada, direnişin 12 şehit verilerek kazanımlasonuçlandığı ifade edildi. Açıklama şu sözlerlesona erdi:

“Ve bugün hapishanelerde tecrit ve izolasyonhala sürüyor, elbette ki direniş de. Devrimci-komünist tutsaklar hala teslim alınmayaçalışılıyor, düşüncelerinden, kimliklerindensoyundurulmak, tek tip insan haline getirilmekisteniyor. Tutsaklar ise hem F Tipi hücrelerin fizikikoşullarına hem de tecrit uygulamalarına karşıdireniyor, mücadelelerini sürdürüyorlar. Sınıflarve sömürenler var olduğu sürece hapishanelertarihi de mücadelelerin, direnişlerin olduğu; ağırbedellerin ödendiği ve ödetildiği savaş alanlarıolmaya devam edecek. Çünkü hapishanelersorunu aynı zamanda devrim sorunudur da. Bizler,şehitlerimizden aldığımız güçle bu mücadeleninsürdürücüleri olacak, onların idealleriniyaşatacağız.”

BDSP, Alınteri, Kaldıraç, Partizan ve ESP’ningerçekleştirdiği eyleme İHD ve DİSK / Emekli-Sen destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

İzmir’de ‘96 SAG ve ÖOşehitleri anıldı!

‘96 Zindan Direnişi 13. yılında...

Ölümüne bir direnişle devrimci irade kazandı!

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

Mamak İşçi Kültür Evi çalışanları olarak alternatif bir devrimci kültür-sanat mevzisi olan MamakKültür Sanat Festivali’nin 6.’sını örgütlemeye başladık. “Karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olacağız!” şiarıyladüzenlediğimiz festival haftalardır kolektif bir emekle örgütleniyor. İşçilerin, emekçilerin, kadınların,gençlerin, çocukların festivale ilgi ile katılacakları bir program oluşturmaya çalıştık.

Festivalin ele alacağı gündemlerden şiarına, ön çalışmasında kullanılacak araçlara kadar tüm çalışmahaftalık festival komitesi toplantılarında planlanıyor. Bir taraftan işbölümü üzerinden komiteleroluşturuyoruz, diğer yandan üretimlerimizin gerçekleştirildiği tiyatro, müzik, halkoyunu, şiir atölyelerininçalışmalarını sürüyoruz. Kolektif bir şekilde pankartlarımızı hazırlıyoruz. Aynı zamanda haftalardır, devrimve sosyalizm kavgasında 15. yılında olan Kızıl Bayrak gazetesi Mamaklı emekçilere ulaştırarak, festivalinörgütlenmeye başlandığını duyuruyoruz.

Mamak İşçi Kültür Evi Festival Hazırlık Komitesi

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Manisa İşçi Birliği Derneği (MİB-DER) çalışanları olarak yaz dönemindeki durgunluğa müdahaleedebilmek amacıyla gündeme ilişkin çıkardığımız bildirilerin dağıtımına başlamış bulunuyoruz.

Dağıtım öncesinde Manisa’nın tek yerel kanalı olan ETV’de asgari ücretin 2. altı ay zammına ilişkin birröportajımız yayınlanmıştı. Yine yerel bir gazetede derneğimizle yapılan aynı gündemli röportaj çıkmıştı.

“Pazarlarda satılacak köle, işçi simsarlarının elinde kiralık mal olmayacağız! Kölelik yasasınıparçalamak için mücadeleye” başlıklı dernek imzalı bildirilerimizi, bir haftadır işçi duraklarında ve işçi veemekçilerin uğradığı onlarca kahvede dağıtıyoruz.

Cumhurbaşkanının veto etmiş olması “kiralık işçi” yasasının gündemdeki yerinin azalmasına yol açsada, dağıtımlarımız esnasında olumlu tepkiler almaktayız. Bu kölelik yasasından işçilerin haberdar olması vesözlü tepkiler vermesi anlamıdır.

Manisa İşçi Birliği Derneği çalışanları

İzmir Çiğli Güzeltepe Dağ Mahallesi’nde hala 20 yıl önceki koşullarda yaşanmakta. Burasının önceliklisorunlarının başında, imar affı getirilmesi ve altyapının yapılması yer alıyor. Ne var ki Çiğli’nin CHP’libelediye başkanı ve onun yardımcıları, imar affı ve altyapıyı bir yana, buradaki insanları nasıl kandırsak da,buraya çıkarlarına uygun bir şekilde apartmanlar diksek planını yapıyorlar. Seçimlerden önce bir toplantıyapılmıştı. Başkan yardımcısı, “evlerinizin karşılığında size 2-3 daire vereceğiz” demişti. O zaman sormaklazımdı, “siz hayırseverler derneği başkanı mısınız ki, böyle bir iyilikte bulunuyorsunuz?” diye. Böyle biriyilikte de bulunmadılar zaten.

Dağ Mahallesi’nde yaşayanlar, belediye başkanının nasıl bir davranış içinde olduğunu iyi biliyorlar.Bunların amacı halka hizmet değil, kendi çıkarlarının peşindedirler. CHP’li belediyenin ne kadar tutarsızolduğu ve nasıl bir inanca, daha doğrusu inançsızlığa sahip olduğu ortadadır. Buna rağmen bir umut diyerekCHP’ye oy verildi!

20 yıldır burada yaşıyoruz. 20 yıldır buranın cefasını çekiyoruz. Sefasını da biz sürmeliyiz. Başkan,sağlık harcamalarının yarısını buraya harcasa, burası gerçekten sefası sürülecek yer olurdu. Biz değil onlarburada sefa sürmek istiyorlar. Böylece CHP’li belediyenin nasıl bir şey olduğunu bir kez daha gördük. İşçive emekçiler kendi güçlerine güvenmeyi öğrenmeliler. Bunlardan umudu kesmeliyiz. Onlardan umut etmekyerine, ölü gözünden yaş beklesek daha iyi olurdu.

Güzeltepe’den bir işsiz

CHP’den umut beklemek ölügözünden yaş beklemektir!

Şanlıurfa’da 29 Mart yerel seçimleri öncesindeyapılan evlerin yıkımına direnen emekçilere polissaldırdı.

Şanlıurfa Belediyesi’nin Akçakale yolu üzerindekiYenice Mahallesi olarak bilinen bölgede, hazine arazisiüzerine seçim sürecinde yapılan 60 ev ve işyeriniyıkmak için bölgeye gelen yıkım ekiplerine ve polislereemekçiler tepki gösterdi.

250 polis, 150 zabıta ve aralarında çöpçülerin debulunduğu 100 belediye görevlisi, çok sayıda işmakinesi ve zırhlı araç ile bölgeye giderek yıkımıgerçekleştirmek istedi.

Yıkıma karşı direnen mahalle emekçilerine tazyiklisu ve biber gazıyla azgınca saldıran kolluk güçleri 7kişiyi gözaltına aldı. Mahalle emekçileri yıkım ve polissaldırısına taşlarla karşılık verdi.

Davutpaşa’da yaşanan patlamada hayatını kaybedenve yaralananların yakınları, her Cumartesi Taksimtramvay durağında gerçekleştirilen eylemlerine 5.haftasında da devam ettiler. “Davutpaşa’yı unutmadık,unutturmayacağız!” pankartının açıldığı eylemde,yaşamını yitirenlerin resimleri ve “19 ay oldusorumlular yargılanmıyorlar! Adalet istiyoruz!”dövizleri taşındı.

Basın metnini, Davutpaşa katliamında yaşamınıyitiren Yaşar Kara’nın yeğeni 13 yaşındaki Kemal Karaokudu. Açıklamada, patlamanın üzerinden geçen 19 ayarağmen hiçbir şeyin değişmediği belirtilerek, “Artıkyeter diyoruz! Adil yargılanma istemeye devamedeceğiz! Yetkililerin yetkilerini davayı sürüncemedebırakmak için kullanmasına izin vermeyeceğiz!”ifadelerine yer verildi. Ceza davası açılıncaya kadar herCumartesi saat 11.00’de Taksim Tramvay Durağı’ndatoplanmaya devam edileceği söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Mamak 6. Kültür SanatFestivali’ne hazırlanıyoruz!

MİB-DER çalışmalarından...

Davutpaşa’da 5. hafta

Şanlıurfa’dayıkım saldırısı

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-28

e

Güler Zere, Samet Çelik, Aynur Epli, Bekir Şimşek, Erol Zavar, Gazi Dağ, Gülezar Akın, Halil Güneş, Halil Yıldız, İnayet Mete, İsmet Ayaz, Menduh Kılıç, Nizamettin Akar, Yusuf Kaplan, İzzet Turan, Mustafa Gök, Nesimi Kalkan, Rasim Aşan, Remzi Aydın

Tecrite son!Devrimci tutsaklara

özgürlük!

Hasta tutsaklar ölüme giderken,

kontrgerillacılar tahliye ediliyor...