Upload
zamandk
View
266
Download
7
Embed Size (px)
DESCRIPTION
ZAMAN DK 272 Egazete
Citation preview
www.zamaniskandi navya.dk20 - 26 AĞUSTOS 2014 • YIL : 6 • SAYI : 272 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO
Ey "İslamcılar", İslam'a dönün!
Dereden tepeden
Millet çıldırmış olmalı
Hocaefendi'nin köyündeki Ermeni teyze41 396 39
EKREM DUMANLI AHMET TURAN ALKANKAMİL SUBAŞISELÇUK GÜLTAŞLI
'İtikatta Maturidiyim'
diyenlere
Ahlakî zaafların sebebi, şekil dindarlığıDin psikologlarına göre aile hayatındaki bu yozlaşmalar toplumsal konularda da ahlaki zaafl arın görmezden gelinmesine sebep oluyor.
ARİFE KABİL
1Dindarların daha görünür olmasıyla birlikte fark edilen bir gerçek var: Top-
lum; başörtüsü, alkol gibi görünür konularda din adına ahkâm keserken kul hakkı, adalet, iftira mevzularında gevşek davranıyor. Din psikologları ve sosyologlar, bunu manadan yoksun şekil dindarlığına bağlıyor.
Birkaç ay önce Muğla’da düzenlenen AKP dayanışma gecesinde alkol alındığı iddiası, Türkiye’nin her yanındaki partililerin büyük tepkisini çekmişti. Fotoğrafl arı sosyal paylaşım sitesinde yayınlanan Mustafa Çelebi, her ne kadar ‘Meyve suyuydu o.’ savunmaları yapsa da eleştirilerden kurtula-madı. Sonunda Muğla Milletvekili Ali Boğa,
büyüyen alkol krizi için ‘Gereği yapılacak.’ diyerek partilileri sakinleştirdi. Dindar ne-siller yetiştirme iddiasındaki partide ulu orta alkol almanın hesabı sorulmuştu.
Olayın ardından CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce ise “AKP, alkole kafayı takmış durumda. Keşke bu duyarlılığı; hırsız-lığa, yolsuzluğa, ihaleye fesat karıştırmaya da gösterseydi.” diyerek partinin samimi olmadığını savunmuştu. Türkiye, benzer eleştirilerle Gezi Parkı olaylarında da sıkça karşılaşıyordu. O dönemde Başbakan Tayyip Erdoğan, 13 yaşındaki çocuğun ölümüyle ilgilenmeyip “Camide içki içtiler. Kabataş’ta başörtülü bacıma saldırdılar.” benzeri ayrıştırıcı ifadeler yüzünden eleştiriliyordu. “O Alevi’yse ben de Sünni’yim.’ ekseninde devam eden bu söylemlere karşı her kesim-
den aydın, “Dindarlık bu mu?” sorularını yönelterek hükümetin din istismarı yaptığını savunuyor.
Siyaset bu durumdayken sosyologların şu sıralar tartıştığı konu ise din istismarla-rına ve ahlaki zafi yetlere toplumun neden itiraz etmediği. Geçmişteki mağduriyetlerin muhafazakârlarda bıraktığı izler akla gelen ilk sebeplerden. Ancak konuyu biraz daha irdeleyince dönüp dolaşıp sorulan soru; Türkiye’de dindarlıktan ne anlaşıldığı. Va-rılan ortak nokta şu ki insanlar dinini ‘şekil dindarlığı’ zihniyetiyle yaşıyor. Dışarıdan mutaassıp aile babası görünümü verenler, kul hakkı gibi ahlaki zaafl ara girebiliyor.
1 DEVAMI 18'DE
1 HABERİ 36'DA
1 HABERİ 46'DA
Kim bu Ezidiler?1
IŞİD terörü Suriye ve Irak toprakla-rında ilerlemeye devam ediyor. Geçtiği
her yerde önüne çıkan masum insanları katlediyor. Geçen hafta binlerce kadın çocuk yaşlı Ezidi can ve namusunu korumak için çöllere düştü. Dünya kamuoyunun dikkatini, Irak meclisinde ağlayarak yardım isteyen Ezidi vekille üzerine çeken Ortadoğu'nun bu sır topluluğunun hikayesi nedir?
Seba ile birliktecentilmenlik de gitti…
İstanbul’dan Arhus’a tecrübe aktarımı
2017’de Avrupa Kültür Başkenti olacak olan Danimarka’nın Arhus şehri ‘Yeniden Düşün’ sloganıyla kültür başkentliğine hazırlanırken, daha önce bu görevi yapan şehir yetkilileriyle görüşmeler yapıyorlar. 1 3'DE
Danimarkalı aktörün gözüyle Ramazan
İslam’ı ve Müslümanları daha yakından tanımak için Ramazan ayını Türkiye’de geçiren ve Müslümanlar gibi oruç tutan Danimarkalı aktör Rasmus Elton Müslümanlara ilgili düşüncelerinin değiştiğini söylüyor. 1 4'TE
2 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYADanimarka’daki hırsızlar komşularına fark attı
Danimarka’nın Avrupa’da en fazla hırsızlık vakasının yaşandığı 2. ülke olduğu ortaya çıktı. Danimarka’yı bu konuda geride bırakan tek ülke ise; yıllardan beri son derece ciddi bir ekonomik krizle mücadele den Yunanistan.ZAMAN KOPENHAG
1Danimarka’nın Avrupa’da en fazla hırsızlık vakasının yaşandığı 2. ülke
olduğu ortaya çıktı. Danimarka’yı bu konuda geride bırakan tek ülke ise; yıllardan beri son derece ciddi bir ekonomik krizle mücadele den Yunanistan. Thelocal.dk sitesine konu-şan Danimarka Suç Önleme Konseyi (Det Kriminalpræventive Råd - DKR) yetkilileri Danimarka’da bu yıl yaşanan hırsızlık vaka-larının bir önceki yıla nazaran azalma eğilimi gösterdiğini ancak yine de Avrupa ortalama-sının çok üzerinde olduğunu söyledi.
Hırsızlık vakalarıyla ilgili olarak özel bir rapor yayınlayan DKR, Danimarka’da 2013 yılında her 100 bin evden 749 tanesine hırsız girdiğini açıkladı. Bu rakam Danimarka’nın komşusu olan İsveç ve Norveç ile karşılaş-tırıldığında çok fazla. Zira İsveç’te bu rakam sadece 208 Norveç’te ise 104.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan DRK basın sözcüsü Lone Harlev, Danimarkalı ev sahiplerinin İsveçli ve Norveçli ev sahiplerine göre güvenlik konusunda yeterince hassas davranmadıklarını söyledi.
Öte yandan Danimarka’da hırsızlık vakalarının diğer ülkelerden fazla olmasının bir diğer nedeninin Danimarkalıların değerli eşyalarının ciddi bir bölümünü evlerinde
saklamasının olduğu belirtildi. Danimarka’da hırsızlık vakalarının
bu kadar fazla olması polisi de bezdirmiş
durumda. Polis birçok vakaya bakma ge-reği bile duymuyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında BT Gazetesi, Kopenhag Polisi’nin
100 bin kronun altındaki hırsızlık vakalarına bakmadığını gösteren bir resmi belgeyi yayınlamıştı.
Danimarka’da 2013 yılında her 100 bin evden 749 tanesine hırsız girerken İsveç’te bu rakam 208 Norveç’te ise sadece 104.
B A Ş B A K A N S C M İ D T:
Irak operasyonunda Amerika’yı destekliyoruzDanimarka Başbakanı Helle Thorning Schmidt, hükümet olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ta gerçekleştirdiği askeri operasyonlara destek vermeye hazır olduklarını açıkladı. ZAMAN KOPENHAG
Danimarka Başbakanı Helle Thorning Schmidt, hükümet olarak Amerika Bir-
leşik Devletleri’nin Irak’ta gerçekleştirdiği askeri operasyonlara destek vermeye hazır olduklarını açıkladı. Söz konusu desteğin
gerçekleşebilmesi için öncelikle Danimarka Parlamentosu tarafından onaylanması ge-rekiyor.
Bu arada Danimarka’nın desteğinin böl-geye bir nakliye uçağı göndermek şeklinde olacağı ifade ediliyor. Söz konusu nakliye uçağıyla başta yardım malzemeleri olmak
üzere bölgedeki operasyonlarda kullanılacak malzemelerin taşınması yapılabilecek.
Konuyla ilgili olacak geçtiğimiz hafta içerisinde TV2 televizyonuna konuşan Baş-bakan Schmidt, ‘‘Hükümet olarak Amerika ve benzer şekilde düşünen diğer ülkelerle birlikte Irak’ta Amerika’nın başı çektiği
insani yardım amaçlı operasyonlara destek vereceğimizi açıklamaya karar verdik.’’ dedi.
Konuyla ilgili olarak Danimarka Parla-mentosu’ndaki diğer parti liderleriyle görü-şen Başbakan Schmidt, söz konusu destekle ilgili olarak parlamentoya sunulacak teklifin geçmesine kesin gözüyle baktığı belirtiliyor.
Danimarka’nın desteğinin bölgeye bir nakliye uçağı göndermek şeklinde olacağı ifade ediliyor.
3 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
İstanbul’dan Arhus’a tecrübe aktarımıHASAN CÜCÜK İSTANBUL
12017’de Avrupa Kültür Başkenti olacak olan Danimarka’nın Arhus şehri ‘Yeni-
den Düşün’ sloganıyla kültür başkentliğine hazırlanırken, daha önce bu görevi yapan şehir yetkilileriyle görüşmeler yapıyorlar. 2010’da Avrupa Kültür Başkemti olan İs-tanbul’un tecrübelerinden faydanmak için Arhus Belediye Başkanı Jacob Bundsgaard başkanlığında bir heyet İstanbul’da temas-larda bulundu. Başkan Jacob Bundsgaard, İstanbul temaslarının çok verimli geçtiğini söyledi.
2017’de Avrupa Kültür Başkenti olacak Arhus şehrinin İstanbul tecrübelerinden faylalanmak için gelen heyetinde Belediye Başkanı Jacob Bundsgaard ile birlikte Belediye Direktörü Niils Höjberg, Kültür Dairesi Başkanı Kirsten Jörgensen, Çocuk-lardan sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Bünyamin Şimşek, Kültürel faaliyetlerden sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Rabih Azad Ahmed ve 2017 Organizasyon Heyeti Başkanı Rebecca Matthews yer aldı. Heyet İstanbul’daki ilk temaslarında Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç ile görüştü. Avdagiç, yapılan faaliyetler hakkında detaylı bilgi verdi. Şişli ve Beşiktaş belediyesi yetkilileriyle görüşen heyet Kültür eski Bakanı Ertuğrul Günay’la biraraya geldi. Günay, Türkiye’nin kültür başlenti konusunu oldukça abarttığını be-lirterek, Arhus’un ayağı yere basan projeler üretmesini söyledi. Özellikle özel sektörün işin içinde olmasının çok önemli olduğuna dikkat çeken Ertuğrul Günay, ‘Biz konuyu 4-5 bakanlığın görev alanlarına giren bir koalisyon şeklinde görüp özel sektörü tamamen işin tutan bir görüntü verdik. Devletin herşeyi kontrol ettiği ve maddi kaynağını sağladığı projelere özel sektör
doğal olarak ilgi göstermedi’ diye konuştu. Günay, 2017’nin Rusya’daki ihtilalin 100. yılı olduğuna dikkat çekerek, ‘100 yıl içinde insanlar çok acılar çekti. Sloganınız Yeniden Düşünme. Bence 100 yılda gelinen demok-rasi, insan hakları ve kültürel gelişmeleri masaya yatırıp, insanlığın yeniden düşün-mesini sağlayabilirsiniz’ önerisinde bulundu. Arhus Belediye Başkanı Jacob Bundsgaard, Ertuğrul Günay gibi tecrübeli bir isimle
görüşmekten dolayı mutlu olduklarını ifade ederek, özellikle Rusya devriminin 100. yılı önersinin çok ilginç bulduklarını ifade etti.
İstanbul temasları hakkında Zaman İskandinavya’ya bilgi veren Jacob Bundsga-ard, program gayet başarılı geçtiğini söyledi. Temasların kurulmasını sağlayan Dialog Forum Başkanı Mustafa Gezen ve Dialog Forum Arhus Başkanı Erhan Kılıç’a teşekkür eden Bundsgaard, ‘İstanbul’u hem görmek
hem de tecrübelerinden faydalanmak bizim için çok iyi bir deneyim oldu. Amacımız 2017’de Arhus’ta yaşayan tüm kültürlerin temsil edildiği bir organizasyona imza atarak Kültür Başkentliğini başarıyla yapmaktır’ dedi. Arhus Belediyesi heyeti, İstanbul’un tarihi mekanları Topkapı Sarayı, Sultan Ahmet Cami, Ayasofya Cami ve Yerebatan Sarnıcı’nı gezdi.
4 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYADanimarkalı bir aktörün gözüyle Türkiye’de Ramazan
İslam’ı ve Müslümanları daha yakından tanımak için Ramazan ayını Türkiye’de geçiren ve Müslümanlar gibi oruç tutan Danimarkalı aktör Rasmus Elton Müslümanlara ilgili düşüncelerinin değiştiğini söylüyor. Oruç sayesinde kendisini hem fiziken hem de zihnen çok daha güçlü hissettiğini vurgulayan Elton ile Türkiye’de yaşadıklarını, Ramazan ayına ve Müslümanlara dair öğrendiklerini konuştuk.
1Öncelikle tebrikler. Müslüman olmadı-ğın halde 1 ay boyunca Müslümanlar
gibi oruç tuttun. Bu senin için zor olmalı. Aslında bu yıl daha rahat oldu. Ben geç-
tiğimiz yıl da oruç tutmuştum Danimarka’da. O yüzden bu yıl daha hazırlıklıydım. Zihnimi ve vücudumu oruca hazırladım. O yüzden nispeten daha rahat geçtiğini söyleyebilirim.
Peki Türkiye’ye gittin, Ramazan ayını İs-tanbul’da ve bazı başka şehirlerde geçirdin. Nasıldı?Muhteşem birşeydi benim için. Müthiş
bir kişisel yolculuk… Hayatım 30 günde nereyse tamamen değişti. Şu an çok farklı hissediyorum. Kelimeye dökmekte zorlandı-ğım birçok tecrübe yaşadım. Bazılarını şimdi
bile hatırlayınca tüylerim diken diken oluyor. Benim için anlatılmazı zor bir yolculuk oldu.
Biraz daha açabilir misin, ne kattı sana bu yolculuk?Kendimi çok daha güçlü hissediyorum
şimdi. Kişisel olarak gelişmiş hissediyorum. Zihinsel olarak gelişmiş hissediyorum. Hayatım için ve sahip olduklarım için çok daha müteşekkirim. İslam ve Müslümanlar hakkında birçok yeni şey öğrendim. Harika insanlar tanıdım.
Geçtiğimiz yıl Danimarka’da bu yıl Türkiye’de oruç tuttun, arada nasıl bir fark var?Danimarka’da süre daha uzun ancak
Türkiye’de hava çok daha sıcak. İstanbul’da suyun kıymetini anladım. Danimarka’da oruç tutanlar azınlıkta. Bende geçen yıl öyle hissettim. Azınlık olmanın nasıl birşey oldu-ğunu anladım. Türkiye’de ise tam tersi bir durum var. Halkın çoğu Müslüman. Kendimi yalnız hissetmedim.
Hiç endişelenmedin mi, bilmediğin bir ülkede, tek başına üstelik gün boyunca hiçbirşey yemeden…?Dürüst olmak gerekirse ilk gün çok
korkmuştum. Uçaktan inip İstanbul trafiği ile karşılaşınca korkum daha da arttı. İlk kez Türkiye’de bulunuyordum. Trafik aklımı başımdan aldı. Ayrıca İstanbul ile ilgili kötü hikayeler duymuş, haberler okumuştum. Ancak bu korkuların beni ele geçirmesine izin vermemeliydim. Zaten seyahatin en önemli amaçlarından biri de buydu. Önyar-gıları kırmak. Önce kendim bunu başara-mazsam nasıl başka insanlardan böyle birşey isteyebilirdim? Ancak insanlarla tanışmaya başlayınca korkum geçti. Zamanla tadını çıkarmaya başladım. Yeni bir ülkedeydim. Zaman hızla akıp gidiyordu…
Ziyaretin boyunca hiç unutamadığın birşey oldu mu?Aslında birçok şey oldu. Dediğim gibi
hayatımın en önemli yolculuğuydu. Ancak birşey var ki düşündükçe hala tüylerim diken diken oluyor. İftar için Yenibosna’da bir restoranda oturuyorduk. Vakit oldu oru-cumuzu açtık. Dışarda küçük bir kız vardı. Kağıt mendil satıyordu. Üstü başı kirliydi ve muhtemelen açtı. Benim gibi restoran sahibi
de onu görmüştü. Hemen gidip o küçük kızı restorana getirdi. Bir yere oturtup önüne yemek koydu. Ramazan ile paylaşmak ile ilgili birşeyler söylüyordu. Kız Suriye’den gelmiş sanırım… Hayatım boyunca böyle bir manzara ile karşılaşmadım. Danimarka’da böyle birşey göremezsiniz. Bu derece bir fakirlik yoktur. Bir tabak yemek belki çok büyük birşey değil. Ama onu gerçek bir ihtiyaç sahibine verince paha biçilemez hale geliyor. Hem şükretmeyi hem de paylaşma-nın önemini bir kere daha anladım böylece.
Türkiye’de seni en çok şaşırtan şeyler neler oldu?Trafik… Metrobüs...Dolmuş şoförleri…
Taksim’e gitmek için bir sarı minübuse bindik. Şoför o kadar hızlı ve dikkatsiz bir
şekilde kullanıyordu ki bir an öleceğimizi sandık. Arabaların arasından geçiyor, ne-redeyse hiç bir kurala uymuyordu. Asımla birlikteydik. İkimiz de korkudan titriyorduk neredeyse ama bizim dışımızdaki herkes için bu normal birşey gibiydi. Dönüşte dolmuş şoförüne kurallara uyması için fazladan para (rüşvet) vermek zorunda kaldık. (Gülüyor…)
Türkler Danimarka’daki en büyük göçmen toplumu öte yandan Türkiye Danimarkalıların 1 numaralı tatil tercihi. Danimarkalılar ve Türklerin birbirini yeterince tanıdığını düşü-nüyor musun?Hayır, kesinlikle tanımıyorlar. Ben
tanımıyordum bir kere. Kendi çevrem ta-nımıyor. Birçok insan tanımıyor. Bu yüzden yapacağımız belgeselin önemli olduğuna inanıyorum. İnsanlar ve kültürler arasında bir köprü kurmak istiyorum. Yaşadıklarımı Da-nimarka’daki herkese göstermek istiyorum.
Ramazan’ı Türkiye’de geçirdikten sonra Müs-lümanlara yönelik düşüncelerinde değişiklik oldu mu?Birçok yeni şey öğrendim. Müslümanları
zaten fazla tanımıyordum. İnsanların evle-rine girdim. Onları ibadet ederken izledim. Neden bu kadar çok ibadet ediyorlar diye düşünüyordum. Sonra Salih B. adında biriyle tanıştım. Bana Allah’ın insana 24 saat verdiğini bunun karşılığında sadece 1 saatini istediğin gerisini de insana bıraktığını anlattı. Bir Müslümanın günlük ibadetinin ortalama 1 saat sürdüğünü öğrenince bu bana çok mantıklı geldi.
Bir de Soma yolculuğunuz oldu galiba… So-ma’ya neden gittiniz? Orada neler gördünüz?Soma özellikle gitmek istediğimiz bir
yerdi. Ramazan gibi paylaşımın önem kazandığı bir ayda bu çok önemliydi. Orada yaşanan maden faciasının ilk gününden
itibaren bizde çok üzüldük. Hazırlayacağımız belgeselin final çekimleri için yapımcımız Asım İkbal de İstanbul’a gelmişti. Asım da Soma’ya gitmek için can atıyordu. Hatta kendisi Danimarka’da bir yardım kam-panyası başlatmış ve insanlardan destek görmüştü. Hediyeler aldık çocuklar için sonra berbat bir trafikte saatler süren yolculuğun ardından Soma’ya vardık. Yorgunluktan ölüyor gibiydik. Ama çocukları görünce… Herşeyi unuttuk. Bütün yorgunluğumuz gitti. O çocukları mutlu görmek. Bunu hiçbirşeye değişmem. Orada yaşadıklarımı kelimelere dökmem imkansız. Bir ara arabanın arkasına gidip uzun süre ağladığımı söyleyebilirim ama...
Müslümanların İslam’ı doğru temsil ettiğini düşünüyor musun?Bu benim cevaplayamayacağım kadar
zor bir soru. Bunun için ciddi araştırmalar yapmak gerek. Ancak bir birey olarak acizane düşüncemi ifade edebilirim. Bana sorarsanız etmiyorlar. Ancak Türkiye’de İslam’ı çok güzel temsil eden insanlarla tanıştım. Bu yüzden siz Müslümanlardan bahsederken benim aklıma acaba hangi Müslümanlardan bahsettiğiniz sorusu geliyor. Bence bazı şey-ler dışarıdan göründüğünden çok daha farklı olabilir. Daha derine inmeli ve araştırma yapmalı insan. İslam çok büyük ve engin bir din.
Peki bundan sonra ne olacak? İslam ve Müs-lümanlar hakkında daha fazla şey öğrenmeye devam edecek misin?Evet, belki gelecek yıl tekrar oruç tutarım.
Ayrıca kendime Kur’an-ı Kerim’i okuya-cağıma dair söz verdim. Eyüp’te İngilizce mealli bir Kur’an-ı Kerim hediye ettiler bana. Önümüzdeki 6 ay içerisinde onu okumayı planlıyorum.
RASMUS ELTON: Kendimi çok daha güçlü hissediyorum şimdi. Kişisel olarak gelişmiş hissediyorum. Zihinsel olarak gelişmiş hissediyorum. Hayatım için ve sahip olduklarım için çok daha müteşekkirim.
Not DefteriEMRE OĞUZ
5 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
Eksotiske Delikatesser A/S • Industrigrenen 21, 2635 Ishøj • Tlf. +45 7023 2808www.delikate.dk • [email protected] • Açılış saatleri: Pazartesi-Cuma 8-17 • Cumartesi 8-13
İşyerlerine, düğünlere, doğum günlerine ve her türlü özel günlere...
1250 m2’lik modern ve hijyenik mutfağımızla, 25.000 paket üretim kapasitemizle, ve 28 tecrübeli personelimizle...
Anadolu’muzun, sıcak ve soğuk yemeklerini servis yapmaktan mutluluk duyarız.
Danimarka’da Listeria paniğiDanimarka’da son birkaç ay içerisinde 12 kişinin yedikleri sosiste bulunan listeria bakterisi yüzünden hayatını kaybetmesi kamuoyunda tepkilere neden oldu. ZAMAN KOPENHAG
1Danimarka’da son birkaç ay içeri-sinde 12 kişinin yedikleri sosiste bu-
lunan listeria bakterisi yüzünden hayatını kaybetmesi kamuoyunda tepkilere neden oldu. Danimarka Serum Enstitüsü konuyla ilgili yayınladığı bildiride söz konusu bak-terinin Kopenhag yakınlarındaki Hedehu-sene semtindeki “Jörn A. Rullepölser A/S” şirketi olarak tespit edildiği ve şirketin ka-patıldığını açıkladı. Serum Ensttüsü ayrıca hayatını kaybedenlerin yanısıra 20 kişinin de halihazırda listeria tedavisi gördüğünü bildirdi. Söz konusu bakterinin özellikle yaşlı insanları ve kronik hastalığı bulunan-ları etkilediğini belirten Serum Enstitüsü yetkilileri gerekli bütün önlemlerin alındı-ğını söyledi.
Bu arada Danimarka’daki ‘listeria’ salgını komşu ülkelerde de endişeye neden oldu. Almanya’da çok sayıda medya kuruluşu söz konusu salgını hazırladıkları haberlerle okuyucularına duyururken Nor-veç’te yetkililer Danimarka’dan et ithalatına sınırlama getirdiler.
Uygun olmayan sağlıksız koşullarda hazırlanan gıda maddelerinin yenmesiyle insana bulaşan Listeria bilhassa yaşlılarda, yeni doğanlarda ve bağışıklık sistemi yetersiz hastalarda ölümcül enfeksiyonlara neden olabilen bir bakteridir. Bulantı ve midede şiddetli kramplarla ortaya çıkan
bakteri zamanla kana karışır ve bütün vücuda yayılır. Beyine varınca ise ölüm vakaları meydana gelmeye başlar. Gebe kadınlar özellikle tehdit altındadır.
Listeria’dan Nasıl korunulur. Çiğ sebzeler çok iyi yıkanmalıSosis, salam, sucuk gibi besinler
pişirmeden yenmemeli
Hayvan kaynaklı besinler çok iyi pişirilmeli
Pastörize edilmemiş sütleri, taze peyniri tüketmekten kaçınmalı
Artmış yemekler, hazır gıdalar yemeden önce iyice ısıtılmalı,
Pişmemiş gıdalarla temas edince kesme tahtası, bıçak, eller iyice yıkanmalı.
Önceden hazırlanmış ve beklemiş soslu
salataları yemekten kaçınınSon kullanma tarihi geçmiş ürünleri
tüketmeyinDondurulmuş ve çözdürülmüş besinleri
tekrar dondurmayınŞarküteri ürünlerini hamileler ve
bağışıklığı zayıf olan hastalar tüketmekten kaçınmalıdır.
Danimarka Serum Enstitüsü konuyla ilgili yayınladığı bildiride söz konusu bakterinin Kopenhag yakınlarındaki Hedehusene semtindeki “Jörn A. Rullepölser A/S” şirketi olarak tespit edildiği ve şirketin kapatıldığını açıkladı.
Kamil Subaşı
‘Millet çıldırmış olmalı’Yaz tatilinin bitmesiyle tatilini Türkiye’de
geçirenlerin hemen hemen tamamı dönmüş oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de 10 Ağustos’da olması nedeniyle tatildekilerin büyük kısmı da oylarını kullanmış oldu. Tatilden dönenler ile zaman zaman konuşmalarımız oluyor ‘ne var, ne yok memlekette’ diye. Türkiye’de genel itibari ile değişen çok bir şey olmamakla beraber, son 10 aydır dillendirilen nefret söylemleri ile toplumda kutuplaşmalar had safhaya ulaşmış durumda. Hatta bir abimizin tabiriyle ‘millet çıldırmış olmalı’… Cenazede taziye için gelenlerin başsağ-lığından hemen sonra taziye sahibine ‘Oyunuzu kime vereceksiniz?’ diye soranları mı ararsınız, kahvede-sokakta birbirine hakaretler, küfürler eden kardeşleri mi ararsınız… Yıllarca beraber ol-dukları cemaat mensubu dostlarına ‘aman kendini kullandırma, sen safsın…’ babından tavsiyede bu-lunanları mı ararsınız… Şimdiye kadar defalarca ve en son bir ay kadar önce Türkiye’ye gittiğinde hiçbir sorunla karşılaşmayan ama yakın zamanda annesinin cenazesi için Türkiye’ye tekrar gitmesi gerektiğinde havaalanındaki polisin kendisinin arananlar listesinde olduğunu belirttiği esnafa mı yanarsınız…
Almanya’da iken duyduğum bir nükte vardı. Bir Alman bir Türke sormuş, ‘Siz akşama kadar kahvede oturup, ne yapıyorsunuz?’ diye. Türk cevap vermiş: ‘Hiiiç. Ne olacak bizim meleketin hali? diye konuşuyoruz.’ demiş. Bunu duyan Al-man daha sonra Kneipe’ye (meyhane) gittiğinde, çekmiş kafayı, vurmuş elini masaya ve başlamış yakınmaya: ‘Ne olacak bu Almanya’nın hali?’ diye…
Ne olacak bizim halimiz? Son zamanlardaki halimiz bundan daha vahim malesef. Avrupalı Türkler olarak onca derdimiz, sıkıntımız, mesele-lerimiz varken; bıraktık hepsini bir kenara sabah akşam başladık yakınmaya ve söylenmeye: ‘Ne olacak bu memleketin hali?’ diye. Başladık hem kendimizi hem de diğerlerini ötekileştirmeye, toplumu ayrıştırmaya. Bunu da ulu orta; yer, mekan ayırt etmeden yapıyoruz malesef: Camide, kahvede, alış-verişte, sokakta heryerde… Bu ayrışmanın bize hiçbir faydası olmadığı gibi, bu-lunduğumuz ülkelerdeki sorunlarımızın hiç birine de deva olmamakta, tam tersine sorunlarımızın katlanmasına katkıda bulunmakta. Bu durumdan en çok istifade edenler de başkaları olmakta…
Geçenlerde bir dost anlatmıştı güler misin, ağlar mısın nevinden bir durumu. Stockholm’de nano-teknoloji alanında doktorasını yapmış olan Adem Bey (ki kendisinin doktora tezi vesilesi ile profesör hocası bu alandaki nobel ödülleri seçici heyetine seçilmiş ama bu hikayeyi daha geniş bir haber olarak haftaya gazetemizde okuyabilecek-siniz) edindiği tecrübeleri paylaşma ve memle-ketine faydalı olabilme adına akademik hayatını Türkiye’de devam ettirmek ister. Bu sebeple bir iki üniversiteye başvurur. Rektörlerle görüşür ve herşey yolundadır ama başvuru formuna eklediği ve son ana kadar kadar gözlerden kaçan büyük (!)
bir ayrıntı her şeyi değiştirir. Kendisi Fatih Koleji mezunudur. Bunu gören rektörler de dahil hiç kimse onu tanımadığını belirtmekte, görüşme yapmış olmalarına rağmen görüşmelerini de inkar etmektedir. Kendisine memleketinde akademik kariyer kapıları kapanmıştır bir nevi. Ya da şöyle de denebilir; memleketimizin Adem Bey gibilerden istifade yolları kapanmıştır zira Adem Bey bir kaç gün önce hem NASA’dan hem de Japaonya’nın en iyi ve dünyanın da en iyi üniversitelerinden olan Tokyo Üniversitesi’nden aynı anda teklif alır. Tercih kendinin ama memleketimiz adına üzülmemek elde değil. Çocukça hatta çocukla-rımızın bile yapmayacağı hal ve hareketlerden dolayı kendi değerlerimizi kaybediyor, birbirimizi ötekileştiriyoruz…
Türkiye’deki haberlere bakası gelmiyor in-sanın. Birbirine yalakalık (afedersiniz) yapma adına zulümde, haksızlıkta, yalan haberde sınır tanımayanlar… Kısacık dünya hayatı ve menfaati için değer mi diye düşünüyorsunuz ama yapılan-lara ve söylenenlere bir anlam veremiyorsunuz.
Bu durumda yapılacak şey duaya sarılmak olsa gerek. Hz. Yunus’un balığın karnında iken dediği gibi diyoruz: “Allâh’ım! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan uzak tutar, tenzih ederim. Gerçekten ben, haksızlık edenlerden oldum.” Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf’un kuyuda dediği gibi diyoruz: “Ey gâib olmayan sâhid! Ey uzak olmayan yakın! Ey mağlûb olmayan gâlip! Şu içinde bulunduğum durumdan kurtulup çıkmamı nasip eyle! /Beni bu içinde bulunduğum durumdan kurtar.” Hz. İbrahim’in ateşe atılırken dediği gibi diyoruz: “Hesabım Allah’a aittir ve O ne güzel Vekil’dir.” Ve yine Efendimiz’in (sav) bir ümitle gittiği Tâif’ten taşlanarak kovulunca, o müsamahasız atmosferden sıyrılıp bir ağacın altına iltica eder etmez, vücudundan akan kana, yarılan başına ve yaralanan ayaklarına aldırmadan Cenâb-ı Hakk’a el açarak söylediği gibi: “Allahım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi Sana şikayet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin; benim de Rabbimsin.. beni kime bırakıyorsun?!. Kötü sözlü, kötü yüzlü, uzak kimselere mi; yoksa, işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa, Sen benden razıysan, çektiğim belâ ve mihnetlere hiç aldırmam. Üzerime çöken bu musîbet ve eziyet, şayet Senin gazabından ileri gelmiyorsa, buna gönülden tahammül ederim. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha fe-rah-feza ve daha geniştir. İlâhî, gazabına giriftâr yahud hoşnutsuzluğuna duçâr olmaktan, Senin o zulmetleri parıl parıl parlatan dünya ve ahiret işlerinin medâr-ı salâhı Nûr-u Vechine sığınırım; Sen razı olasıya kadar affını muntazırım! İlâhî, bütün havl ve kuvvet sadece Sen’dedir.” der, derdimizi sana açarız Ya Rabbi…
[email protected]: @kamilsubasi
6 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
NORV
EÇ H
ABER
TUR
U
www.zamaniskandi navya.dk2 - 8 TEMMUZ 2014 • YIL : 6 • SAYI : 269 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO
RUH AÇLIKLA KEMALE ERERMidenin tıka basa doldurulmaması mevzuunu gündemimize taşıdığımız tek güzide zaman dilimi Ramazan ayının kutlu atmosferi galiba. Öyle ya midenin dinlendirilmesi, sağlıklı yaşam, diyet gibi pek çok biyolojik hikmetlerini duyar olduk bu günlerde. Hatta sosyolojik psikolojik tahlillere de dalıveriyoruz farketmeden.
Fakirlerin halinden daha iyi anlıyoruz mesela Ramazanda; anksiyetemiz azalıyor ya da. Biz bu hikmetleri dillendire duralım “Ben yoksula karşı her zaman hassasiyet gösteriyorum, yardım ediyorum. Fakirin halinden anlamak için oruç tutmama gerek yok. Açken insanlar daha sinirli oluyor.” eleştirilerine cevapta aynı performansı gösteremiyoruz. • 22. SAYFADA
Tarihçi -Yazar Reha Çamuroğlu Ak Parti hükümetinin insiyatifi yle
Alevi çalıştaylarını organize etmişti. Gelinen nokta onu
karamsar hale sokmuş.• 16. SAYFADA
RUH AÇLIKLA KEMALE ERİR
Dünya Kupası’nda markalar savaşı
Dünya Kupası’nda ezelî bir rekabet var. Nike ve Adidas sektör şampiyonluğu için kıyasıya mücadele ederken Puma’nın nefesi de enselerinde. Golü atan futbolcu kadar topa vuran krampon da önemli artık. • 46. SAYFADA
Alevilere DHKP-C İle
‘PKK modeli’ teklif ediliyor
Kopenhag Özel Lisesi'nin ilk mezun heyecanıTürkiye kökenli müteşebbislerin Danimarka’da açtığı ilk ve tek lise olan Kopenhag Özel Lisesi ilk mezunlarını verdi. 11. SAYFADA
Gençler, diğer Avrupa ülkelerine göre evden daha erken ayrılıyor
İstatistik Kurumu’nun (SSB) yaptığı bir araştırmaya göre, Norveç’li gençler diğer ülkelere göre anne ve babalarından çok erken ayrıldığı açıklandı. Gençlerin çoğunluğunun 20 yaşını doldurmadan evden ayrıldığı kaydedilirken, Norveç’te evden ayrılma yaşının düştüğü, Avrupa genelinde evden ayrılma yaşının arttığı belirtildi. Avrupa genelinde 18-29 yaş arasındaki gençler önceki yıllara oranla daha uzun süre anne ve babalarıyla kaldığı vurgulandı. İstatistik Kurumu yetkilileri, Norveçli gençle-rin evden erken yaşta ayrılma sebebini, ülkede bulunan yüksek eğitim imkanlarına bağlıyor.
Oslo Üniversitesi dünyanın en iyi üniversiteleri arasında
Oslo Üniversi-tei, Çin’de bulunan Shangai J iao Tong Üniversitesi tarafından her yıl gerçekleşt i r i len Dünya Üniversi-teleri Akademik S ı r a l a m a s ı ’ n d a bu yıl da yerini koruyor. Akademik arenada en prestijli s ı r a l a m a l a r d a n
birisi olduğu belir-tilen Oslo Üniversitesi, bu yıl da dünyanın en iyi 69. üniversitesi arasında yer aldı. Üniversitesi Rektörü Ole Petter Ottersen, ‘’Dünyada 10 binden fazla üniversite bulunuyor. Oslo Üniversitesi bunların arasında birinci ligde oynuyor.’’ ifadelerini kullandı. Yapılan araştırma-daki diğer verilere göre, dünyanın en iyi üç üniversite-sininse, Harvard Üniversitesi, Stanford Üniversitesi ve Massachussets İnstitute of Technology olduğu açıklandı.
Kurumlar, hükümeti değerlendirmek için bir araya geldi
Norveç’in en büyük kuruluşları, Sağ Parti’nin (H) İleri Adım Partisi’yle (FrP) 11 ay önce kurduğu koalisyon hükümetinin icraatlerini değerlendirmek üzere Arendal şehrinde bir toplantı gerçekleştirdi. Uluslararası yardım örgütü Amnesty İnternational’ın Norveç temsilciliği ve Norveç Ticaret Odası’nın yanısıra 900 bine yakın işciyi temsil eden Norveç Sendikası’nında aralarında bulunduğu 110 kuruluşun katılımıyla gerçekleşen toplantıda, hükümetin iyi bir iş yapıp-yapmadığına dair herhangi bir ortak karar alınmadı. Norveç İşçi Sendikası hükümetin işçi-işveren ilişkilerine yönelik politikalarını eleştirirken, işverenlerin sendikası olarak nitelendirilen Norveç Ticaret Odası Başkanı Kristin Skogen Lund aynı politikalara ilişkin övgüler yağdırdı.
Ünlü papaz hayatını kaybettiKürtaj’a karşı verdiği mücadeleyle ülke genelinde
tanınan Papaz Børre Knudsen’in hayatını kaybetti.Knudsen’in Meistervik’deki evinde sabah saatlerinde hayata gözlerini yumduğunu açıklandı. Knudsen’in anne karnındaki çocuklar için verdiği mücadeleyi anlatan bir belgesel geçtiğimiz aylarda Norveç sinemalarında gös-terilmişti. Knudsen’in cenazesi sadece aile yakınlarıyla gerçekleştirilecek törenle toprağa verilecek.
Profetens Ummah isimli radikal grup Facebook’tan kaldırıldı
Sosyal medya devi Facebook, Norveç’te birçok kesim tarafından eleştirilen Profetens Ummah’ı sitesinden kaldırdığını açıklandı. Ülkede yaşayan coğu genç müs-lümanları aşırılığa itmekle eleştirilen grupun sosyal medyada 2000’i aşkın takipçisi bulunuyordu. Grup lideri Ubaydullah Hüseyin, yerel medya üzerinden yaptığı açıklamada yeni bir grup kurduklarını, ellerinde eski grubun neden kapandığına yönelik bilgi bulunmadığını söyledi. Öte yandan eski aktivist ve İslam araştırmacısı Lars Gule, grubun Facebook’u kullanarak kendine yeni üyeler kazandığını, ancak Facebook’tan silinmenin grubu engellemiyeceğini aktardı.
MF
8 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA200 yıldır savaşa girmeyen İsveç, kutlama yaptıEn son Norveç’le girdiği savaşta, 14 Ağustos 1814 yılında barış anlaşması yapan İsveç, 14 Ağustos’u barış günü ilan ederek 200 yıldır savaşa girmemesini çeşitli etkinliklerle kutladı.ATİLA ALTUNTAS STOCKHOLM
1İsveç, 200 yıldır savaşa girmeyen ülke olarak tarihe geçti. En son Norveç’le
girdiği savaşta, 14 Ağustos 1814 yılında barış anlaşması yapan İsveç, 200 yıl sonra 14 Ağustos 2014 yılını barış günü ilan ederek çeşitli kutlamalar yaptı. Bazı beldelerde 1814 yılında Norveç’le yapılan savaşlar sembolik olarak canlandırılırken, İsveç’in bu günkü refah durumu ve gelişmişliği uzun yıllar savaşa girmemesine bağlandı. İsveç, hem I. Dünya Savaşı, hem de II. Dünya Savaşı’nda resmen tarafsız olduğunu bildirdi. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı’ndaki tarafsızlığı birçok kez tartışıldı. Almanya’yı uzun bir süre örnek alan İsveç, bu dönemde dünyada beliren bloklara kayıtsız kalmayı tercih etti. İsveç hükümeti, ülkenin II. Dünya Savaşı sırasında Almanya ile savaşmayacağını beyan ederek birtakım ayrıcalıklar elde etti. Özellikle İsveç, savaş sırasında Almanya’ya çelik ve makine taşımacılığı yapmasıyla bil-indi. Ancak İsveç, savaş sırasında Norveç’in savunmasını da destekledi. Bu bağlamda 1943 yılında Danimarkalı Yahudilerin to-plama kamplarından kurtulması için girişimde bulundu. Savaşın bitimine doğru ise birtakım barışçıl girişimlerde bulunan İsveç, birçok toplama kampında özellikle İskandinav ve Baltık Yahudilerini kurtar-mak için bazı atılımlar yaptı. Ancak savaşın sonrasında birçok İsveç ve Dünya oto-ritesi ülkenin bu yıllarda daha fazla insani yardım yapabileceğini ve Nazilerin savaştaki tahribatını daha fazla engelleyebileceğini söyleyerek, ülkenin savaştaki tutumunu eleştirdi.
Ülkedeki tüm ödemelerin elektronik sistemlerle gerçekleşmesi durumunda hırsızlık, mali suçlar ve vergi kaçakçılığı ile mücadelenin daha kolay olacağını kaydedildi. FOTOĞRAF:BMFAMB
Nakit para kullanımı tamamen kalkabilirGelişen teknolojiyle beraber insanların alış-veriş alışkanlıklarıda değişiyor. Birçok insan nakit para yerine banka kartı ve internet bankacılığı kullanıyor. Norveç’te ise önümüzdeki yıllarda nakit para sisteminin tamamen kaldırılması tartışılmakta.YASİR ÖZKAN OSLO
1Norveç Finans Derneği tarafından yayımlanan bir basın bildirisinde, elektronik ödeme sistemlerinin
gelişmesiyle Norveç’in dünyanın ilk nakit para kullanma-yan ülkesi olablieceğine işaret edildi. Buna göre, önümü-deki yıllarda nakit para yerine yapılan tüm alış verişlerde elektronik ödeme sistemleri kullanılabilir.
Yapılan yazılı açıklamada ülke genelinde nakit para kullanımının düşüşte olduğunu vurgulayan Finans Der-neği Bankacılık Basın Müdürü Jan Digranes, Norveç’in nakit para sistemini tamamen kaldırması için tüm şartların oluştuğunu söyledi. Digranes ayrıca, ülkedeki tüm öde-melerin elektronik sistemlerle gerçekleşmesi durumunda hırsızlık, mali suçlar ve vergi kaçakçılığı ile mücadelenin daha kolay olacağını kaydetti.
Norveç Finans Derneği’nin elektornik ödeme hiz-metleri sunan Nets şirketiyle birlikte gerçekleştirdiği araştırmada halk arasında banka kartı kullanımının arttığına işaret etti. Yılın ilk altı aylık döneminde Norveç genelinde banka kartı ile 743,8 milyon defa alışveriş yapıldığını aktaran yetkililer, bu rakamın geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 8,6 artış gösterdiğinin altını
çizdi. Banka kartı ile yapılan alışverişin değeri ise yüzde 6,3 oranında artış göstererek 263,3 milyar kron’a uşaitığı belirtildi.
Yetkililer ayrıca elektronik ödeme sistemlerinin toplumsal giderleri düşüreceğini belirtti. Norveç Finans Derneği’nin daha önce gerçekleştirdiği bir araştırmaların verilerine göre nakit para sisteminin işletilmesi için yıllık 3,5 milyar kron para harcandığı belirtildi. Tamamen elektronik ödeme sistemlerine geçilmesi durumunda bu maaliyetin yarıya indirileceğini akataran Digranes, ‘’Nakit ödemelerin toplumdaki yeri gittikçe azalıyor. Ülke genelinde yapılan alışverişin sadece yüzde 5’i nakit para ile gerçekleştiriliyor. İnsanlar artık nakit yerine banka kartı, internet bankacılığı ve hatta cep telefonlarını kullanıyor’’ ifadelerini kullandı.
Bergen Üniversitesi İnformatik Bölümü Profeseörü Kai Olsen’sa, nakit para sisteminin tamamen kalkacağına inandığını belirtti. Elektronik ödeme sistemlerine geçil-diğinde Norveç’teki şirketlerin giderlerinin düşeceğini, uluslararası arenada daha iyi rekabet edebileceğini söyledi. Birçok insanın nakit parasız sisteme geçtiğini vurgulayan Olsen, yetkililerin ilk etapta büyük kağıt paraları kaldırması gerektiğini savundu.
MF
9 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
DANİ
MAR
KA H
ABER
TUR
U
Nörrebro’da artık daha az çete üyesi var
Kopenhag’daki Indre Nörrebro’da artık daha az çete üyesi var; bunun sebebi birçoğunun par-maklıklar arkasında olması. Kopenhag Polisi ve Kopenhag Belediyesi, bunun yeni çete stratejisinin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Söz konusu strateji bir yıl önce geliştirilmişti; o tarihte Indre Nörrebro’da yaklaşık 170 çete üyesi bulunuyordu. Kopenhag Polisi’ne göre bu sayı yüzde 15 oranında daha düşük ve geri kalan 150 kişinin yaklaşık üçte biri hapishanede. Bu adım ile polisin yeni stratejiye olan inancında artış oldu. Polis Müfettişi Thorkild Fogde “Bir gelişim yakaladığımızı gördüğümüz sürece bu şekilde bir çalışmayı sürdürmeye olan inancımız artıyor” dedi. Polis, ağır suç işleyenlerin cezalandırılması görüşündeyken, SSP, çetenin ikincil suçlar işleyen ve önemsiz üyelerini eğitmek ve yardımda bulunmak istiyor. Polis ve belediye, bu çevredeki korunma hususunda rol oynayabilecek ve çete üyelerinin kaydedilmesine imkan sağlayacak kaynaklarla iletişim kurdu. Kopenhag Belediye Büyükşehir Başkanı Frank Jensen, sarf edilen çaba-lardan memnun olduğunu ifade ederek, “Bu konuda uzun zamandan beri ilk defa kayda değer bir çaba sarf edildi” dedi.
Kanser önceden teşhis edilecekKanser daha önceden teşhis edilebilecek ve çok
daha fazla kişi kanserden kurtulacak. Hükümetin üzerinde çalıştığı yeni eylem planına göre, 2018 yılına kadar hükümet, Danimarka sağlık sistemine, 1 milyar kronun erken kanser teşhisine ayrılacak ve toplam 5 milyar kronluk destek sağlayacak.Hükümet, 2012 yılında yaklaşık 16 bin kişinin kanserden öldüğünü belirtti. Yapılan çalışmalar, önümüzdeki 10-15 yıl içinde kanser hastalarının sayısının artacağını gösteriyor. Kanser yaş ile doğru orantılı olduğundan, bu artışın sebebini öncelikle yaşlı kişilerin fazlalığı oluşturuyor.
Uluslararası dolandırıcı numaralara dikkat
+88 ile başlayan bir numaradan mesaj aldığınızda çok daha dikkatli olmalısınız. Bu günlerde gittikçe daha fazla kişiye +88 ile başlayan numaralardan “Beni geri ara” yazan ya da derhal bir uluslararayı numarayı aramasını söyleyen mesaj alıyor. TDC’nin, Güney Jylland, Sjealland ve Lolland-Falster polisle-rinden alınan bilgiler bu yönde oldu. Güney Jylland Polisi Güvenlik Şefi Sean Straegaard, “Merkezimizi arayarak bu numaralardan mesaj aldığını söyleyen kişiler oldu. Dolayısıyla çoğunlukla tarifeli hizmet-lerle bağlantılı bu numaralara geri dönmemeleri konusunda bu kişileri uyardık” dedi. Bu mesajlara cevap vermeniz ya da numaraları geri aramanız durumunda faturanız oldukça yüksek gelecektir. Ekstra Bladet iletişime geçtiği +88213700102 telefon numarasını arayan bir kişiye 700 kronluk fatura geldiğini bildirdi. Öte yandan polis bu numaralara yapılacak aramaların bir dakikasının 120 krona mal olabileceğini belirtti.
İşsizlik tazminatı alana sosyal yardım
Ishöj Belediye Başkanı Sosyal Demokrat par-tili Ole Björstorp, sosyal mevzuat maddelerinin, evlerinden atılmış ve tazminat almayan ailelere yardım etmek için yürülüğe girdiğini belirtterek; ”Sosyal mevzuatın bazı kısımları belediyelere geçici tazminat ile ihtiyaç halinde olanlara yardım etme izni veriyor. Daha geniş bir çerçeveden bakmalı ve birkaç aydan daha uzun bir süreye sahip olmalıyız. Bu kişiler yalnızca tazminatla yaşayamazlar, evle-rinden de atılmış durumdalar” dedi. Ole Björstorp, Başbakan Helle Thorning-Schmidt’in işsizlik taz-minatı kurallarını gevşetmemesinden dolayı üzgün olduğuu belirtti. Aalborg Üniveristesi’nden toplum bilimci Prof Henning Jörgensen, sosyal mevzuatın işsizlik sorunun sonuçlarını en aza indirmek üzere kullanılması fikrini tamamen reddediyor.
BAŞBAKAN ERNA SOLBERG GREV HAKKINDA KONUŞTU:
Hükümet olarak gerekirse greve müdahale ederiz Geçtiğimiz hafta başı 5 bin 500 öğretmen ve 132 okul grev yapma kararı aldı. Grev yapan öğretmenlerin daha çok ortaokul ve lise öğretmenleri olduğu açıklandı. ENGİN TENEKECİ OSLO
1Temmuz ayından itibaren grev sinyalleri veren öğretmenlerin, yeni eğitim sezonunda greve
gideceklerine ilişkin kesin kara aldıkları kaydedildi. Grev nedeni ise, Eğitim Derneği’nin ve derneğe bağlı öğretmenlerin, Belediyeler Merkez Federasyonu’nun (KS) öğretmenler için uygun gördüğü 7,5 saatlik mesai saatini kabul etmemeleri şeklinde açıkladın. Yerel medyada haber, ‘’Yeni eğitim sezonunda birçok öğrenci boş sınıflarla karşılaşacak.’’ şeklinde verildi.
Federasyon ve dernek yetkililerin konuyla ilgili masaya oturduğu, ancak herhangi anlaşmaya varıl-madığı bildirildi. Meselenin önemine dikkat çeken Başbakan Erna Solberg’se, her iki tarafında bir an önce konuyla ilgili mutabık olacak adımlar atması gerektiğini vurguladı. Aksi halde hükümetin greve müdahil olacağına işaret etti. Ayrıca grevin, gerek sos-yal yaşamın gerekse sağlık sektörü gibi diğer üniteleri de tehdit altına alabileceği kaydedildi.
Eğitim Federasyonu (Utdanningsforbundet) üyeleri, temmuz ayında yaptıkları açıklamalarda, öğretmenlerin çalışma koşullarına yönelik yürütülen müzakere sonuçlarından memnun kalmadıklarını
duyurmuştu. 100 bine yakın üyelerin üçte ikisinin katılımıyla gerçekleşen oylamada oy birliğiyle greve gitme kararı alındığı açıklanmıştı. Yapılan açıklama-larda ilk grevin Norveç’in en büyük şehirlerinden birisi olan Bergen’de başlatılacağı kaydedilmişti. Yaz tatili olması nedeniyle olası bir grevin şu anda okulları etki-lemiyeceğini aktaran yetkililer, Ağustus ayında okullar açıldığında grevin daha büyük boyutlara ulaşacağına işaret etmişti.
2012 Aralık ayında da, Oslo Belediye Meclisi’nin, kreşlerde çalışan personeller adına ayrılan bütçeye kısatlama getirmesi kararı kreş çalışanlarını çileden çıkartmış, Belediye meclisinin yaptığı açıklamanın hemen ardından yaklaşık 6 bin 500 kreş çalışanı greve çıkmıştı. Kreş yetkilileri, grev esnasında, devlet yetkililerinden ısrarla, ‘kreşlerimiz için yeterli kadro istiyoruz’ talebinde bulunmuştu. Belediye yetkilileri ise konuyla ilgili yerel medyaya yaptığı açıklamada, kreşlerde görev alan kadrolarının yeterli seviyede olacağını ifade etmişti. Dönemin Eğitim Bakanı Kristin Halvorsen greve destek vermiş, kreşlerin kaliteliliği için kreşlerde yeterli personel çalıştırılması gerektiğini dile getirerek, ‘’Tüm aileleri ve kreş çalışanlarını destekli-yorum.’’ demişti.
Başbakan Erna Solberg, her iki tarafında bir an önce konuyla ilgili mutabık olacak adımlar atması gerektiğini vurguladı. FOTOĞRAF:ZAMAN, ENGİN TENEKECİ
10 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
İSVE
Ç H
ABER
TUR
U
200 yıldır savaşa girmeyen İsveç, kutlama yaptıEn son Norveç’le girdiği savaşta, 14 Ağustos 1814 yılında barış anlaşması yapan İsveç, 14 Ağustos’u barış günü ilan ederek 200 yıldır savaşa girmemesini çeşitli etkinliklerle kutladı.ATİLA ALTUNTAS STOCKHOLM
1İsveç, 200 yıldır savaşa girmeyen ülke olarak tarihe geçti. En son Norveç’le girdiği savaşta, 14 Ağustos
1814 yılında barış anlaşması yapan İsveç, 200 yıl sonra 14 Ağustos 2014 yılını barış günü ilan ederek çeşitli kut-lamalar yaptı. Bazı beldelerde 1814 yılında Norveç’le ya-pılan savaşlar sembolik olarak canlandırılırken, İsveç’in bu günkü refah durumu ve gelişmişliği uzun yıllar savaşa girmemesine bağlandı.
İsveç, hem I. Dünya Savaşı, hem de II. Dünya Sava-şı’nda resmen tarafsız olduğunu bildirdi. Ancak özellikle II. Dünya Savaşı’ndaki tarafsızlığı birçok kez tartışıldı. Almanya’yı uzun bir süre örnek alan İsveç, bu dönemde dünyada beliren bloklara kayıtsız kalmayı tercih etti.
İsveç hükümeti, ülkenin II. Dünya Savaşı sırasında Almanya ile savaşmayacağını beyan ederek birtakım ayrıcalıklar elde etti. Özellikle İsveç, savaş sırasında Al-manya’ya çelik ve makine taşımacılığı yapmasıyla bilindi. Ancak İsveç, savaş sırasında Norveç’in savunmasını da destekledi. Bu bağlamda 1943 yılında Danimarkalı Yahu-dilerin toplama kamplarından kurtulması için girişimde bulundu. Savaşın bitimine doğru ise birtakım barışçıl girişimlerde bulunan İsveç, birçok toplama kampında özellikle İskandinav ve Baltık Yahudilerini kurtarmak için bazı atılımlar yaptı. Ancak savaşın sonrasında birçok İsveç ve Dünya otoritesi ülkenin bu yıllarda daha fazla insani yardım yapabileceğini ve Nazilerin savaştaki tahribatını daha fazla engelleyebileceğini söyleyerek, ülkenin savaştaki tutumunu eleştirdi.
Sosyal Demokrat Partiden zorunlu lise eğitimi vaadi
İsveç’te Sosyal Demokrat Parti (S) lise eğitimini zo-runlu hale getirmek istiyor. Ana muhalefet partisinin (S) Lideri Stefan Löfven iktidara gelmeleri halinde ülkede lise eğitimini zorunlu hale getirmek için 1 Milyar kronluk bütçe ayıracaklarını söyledi. Söz konusu reformu 2018 itibariyle hayata geçirmeyi planladıklarını ifade eden Löfven, eğitim hayatını liseyi bitirmeden terk edenlerin gençlerin sayısındaki büyük artışın önüne geçmeyi hedeflediklerini söyledi. Löfven 2008 yılında liseye başlayan her 5 öğrenciden birinin liseyi zamanında bitirmediği bilgisini verdi.
Süpermarketler zincirinde hamile kadına 100 bin kron tazminat
İsveç’in başkenti Stockholm’de bir Süpermarket’te çalışan bir bayan hamile kalınca işten çıkarıldı. Bayanın Ayrımcılık Bürosu’na yaptığı şikâyet sonrası Süper-market 100 bin kron tazminat ödemeye mahkûm oldu. Süpermarketler zinciri ICA’ da işe giren ve deneme işçi statüsünde çalışmaya başlayan 23 yaşındaki bayan hamile kalınca işine son verildi. Kendine ayrımcılık yapıldığı iddiası ile Ayrımcılık Ombudsman’ına başvuru yapan kadın haklı bulundu. ICA’nın mağdur bıraktığı hamile kadına 100 bin kron tazminat ödemesine karar verildi.
İsveç seçimleri için Kulu’ya sandık kuruluyor...
İsveç’te Eylül ayında yapılacak genel ve yerel se-çimler için Konya’nın Kulu ilçesine sandık kuruluyor. İsveç’te 40 binin üzerinde İsveç vatandaşının yaşaması ve yaz tatili nedeniyle çoğunluğun memleketinde bulunması nedeni ile İsveç Seçim Kurulu, Ankara’daki Büyükelçilik vasıtası ile Kulu’da sandık kuracak.”Şu an Kulu İlçemizde ikamet eden ya da tatilini geçiren İsveç vatandaşlarının bulundukları yerde oy kullanmaları için İsveç Ankara Büyükelçiliği seçim sandığını Kulu’ya taşımaktadır” diyen İsveç’in Kulu Fahri Konsolosu Erdal Akdeve, ’Kulu ilçesinde bulunan konsolosluk ofisimizde 27 Ağustos 2014, Çarşamba günü saat 9:30 ile 16:30 saatleri arasında oy kullanımı sağlanacaktır. Oy kullanmaya gelenlerin İsveç kimlik kartları veya kimlik bilgilerini içeren bir belge (id-kort, pasaport ya da geçerli yasal bir kimlik) getirmeleri gerekmektedir. Ayrıca, bu tarihte gelemeyecek olanlar posta yoluyla (rösta med brev) oy kullanabileceklerdir. Bu şekilde oy kullanmak isteyenler için konsolosluğumuzda oy pusulası ve zarf gibi materyaller mevcuttur’’ şeklinde konuştu.
İsveç yine 10 milyon olamadı...İsveç devleti nüfus artışında yıllar önce belirlediği
10 milyonluk psikolojik sınırı 2014 yılında da aşamadı. İsveç İstatistik Araştırma Merkezinin (SCB) verilerine göre yüzde 0,51oranında nüfus artışına rağmen, 2014 yılının ilk altı ayında nüfusun 9 milyon 694 bin 194’e çıktığı belirlendi. 2014’ün ilk 6 aylık dönemimde 58 bin 721 çocuk doğarken, 44 bin 555 kişinin de öldüğü kaydedildi. Suriye’den savaştan kaçıp İsveç’e sığınanlar otomatik oturma izni aldıkları için azda olsa nüfusun artmasına neden gösterildi.
Amerikan casus uçağı İsveç’i karıştırdı!
Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait RC-135 Rivet tipi istihbarat uçağı hem İsveç hava sahasını ihlal etti ardından da Rus savaş uçaklarının eskortluğunda bir süre uçtu! The Aviationist sitesinin haberine göre, Malezya uçağının düşürülmesinden bir gün sonra 18 Temmuz’da İngiltere’den havalanan RC-135 Rivet tipi havadan istihbarat ve dinleme uçağı, Baltık Denizi üzerinde göreve çıktı. Rutin olarak Ukrayna krizinin ardından gerçekleştirilen bu uçuşta ciddi bir kriz yaşandı. Uluslararası hava sahasında Rus Hava Kuvvetleri’ne ait Sukhoi Su-27’ler tarafından sıkı takip edilen uçak, bir ara İsveç hava sahasını da ihlal etti. Bunun üzerine İsveç Hava Kuvvetleri’ne ait Saab Gripen uçakları kaldırıldı. Havada karışıklığın önlenmesi amacıyla bir süre sonra RC-135 tipi uçak görevini iptal ederek üssüne döndü.
İsveç’te dilenciliği yasaklama fikri destek görmedi
İsveç’te koalisyon hükümetinin en büyük ortağı Moderat Partiden (M) milletvekili Cecilia Magnusson, sokaklarda dilenmenin yasaklanmasını istedi ancak partisinden bile destek alamadı.İBRAHİM KAYA STOCKHOLM
1İktidarda olan koalisyon hükümetinin en büyük ortağı Moderat Partili millet-
vekili Cecilia Magnusson sokaklarda dilenci-liğin yasaklanması gerektiğini savundu an-cak destek bulamadı. Son dönemde ülkede sayıları oldukça artan dilenciler medyada sık sık gündem olurken Milletvekili Magnusson Dagens Nyheter gazetesinde yayınlanan makalesinde çözüm olarak sokaklarda dilen-menin yasaklanmasını önerdi. Magnusson, bir yandan olası bir yasağın fakirliğin kronik bir problem hale gelmesini önleyeceğini be-lirtirken diğer yandan AB ülkelerinden gelen dilencilerin barınma ve beslenme ihtiyaçla-rının belediyeler tarafından karşılanmasını beklemenin realist olmadığının altını çizdi.
Diğer taraftan Magnusson’un dilenciliği yasaklama fikri partisinden dahi destek gör-medi. Moderat Parti’den yapılan açıklamada ‘Magnusson’un söz konusu fikrini paylaş-mıyoruz, dilenciliğin önüne geçmek için dilencilerin geldiği AB ülkeleri üzerine daha fazla baskı yapılmasında fayda görüyoruz’ denildi.
Bununla birlikte Moderat Partili Adalet Bakanı Beatrice Ask da milletvekili Mag-nusson’a tepki gösterirken, “Magnusson’un söz konusu fikirleri partimizin resmi gö-rüşünü yansıtmıyor. Kamuoyuna yapılan bu gibi açıklamalarda seçmenlerin kafasını karıştırıyor.” şeklinde konuştu. Bakan Ask, herhangi bir yasağın dilencilik problemini çözmeyeceğini de sözlerine ekledi.
İsveç Parlamentosu’nda partilerin kahir çoğunluğu dilenciliğin yasaklanmasına karşı çıkıyor. Göçmen karşıtı İsveç Demokratları
(SD) partisi hariç bütün partiler yasağa karşı çıkarken kamuoyu yoklamaları halkın yasağa yeşil ışık yaktığını gösteriyor. Novus araştırma şirketi tarafından açıklanan bir araştırma raporuna göre İsveçlilerin yüzde 56’sı ülkede dilenciliğin yasaklanmasına olumlu bakıyor.
Göteborg’da dilencilerin şehirden kovulması tepki aldıBu arada ülkenin 2. büyük şehri Göte-
borg’un bir yandan misafirperver şehir gö-rünümü sergilerken diğer yandan dilencileri
şehirden kovması eleştiri konusu oldu.2010 yılında 28 dilenciyi şehirden gönderdiği belirtilen Göteborg Sosyal Hizmetler Ku-rulu’nun bu rakamı her yıl düzenli olarak artırarak 2013 yılında 93 dilenciye kadar yükselttiği belirtiliyor. Her daim kamuo-yunda misafirperver ve insancıl bir şehir olarak kendini lanse eden Göteborg’un bu çelişkili tavrı yerel gazetelerde eleştirildi. Göteborgs Posten gazetesi evsizlerin dergisi Faktum’un editörü Aaron Israelson’un “Gö-teborg dilenciler konusunda ikili davranıyor. Bir taraftan en misafirperver ve yardımsever
şehir olarak görünmeye çalışıyorlar diğer yandan kamplarda kendi halinde yaşayan dilencileri zorla şehirden gönderiyorlar.” şeklindeki sözlerine yer verdi.
Diğer taraftan Göteborg Sosyal Hizmet-ler Kurulu’ndan Dario Espiga, dilencilerin şehirden ülkelerine gönderilmelerinin doğru olduğunu savundu. Gazeteci Israelson’un sözlerini boş laf olarak nitelendiren Espiga, burada bir evi olmayan dilencilerin kısın bu-rada soğukta kalmaktansa kendi ülkelerinde olmalarının daha doğru olduğunu belirtti.
12 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA
Norveçli müslümanlar, bir kez daha Gazze için yürüdüNorveç müslümanlar, İsrail’in Gazze’ye yönelik gerçekleştirdiği saldırıları protesto etti. Meclis önünde toplanan kalabalık, yetkililere, İsrail ile olan ilişkilerini kesmeleri çağrısında bulundu.
YASİR ÖZKAN OSLO
1Oslo’da yüzlerce kişi İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği saldırıları protesto etti.
Başkent’in en yoğun merkezlerinden birisi olan Grönland bölgesinde toplanan kalaba-lık, Karl Johan caddesinde protesto gösterile-rini sürdürdü. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı protesto, Norveç meclisinin önünde tanınmış isimlerin konuşmasıyla son buldu.
Meclis önünde gerçekleştirilen ko-nuşmalarda, gönüllü aktivist Lars-Marius Sivertsvik ve İslam karşıtı olarak tanınan Norveç Savnuma Birliği’nin (NDL) eski başkanı Lena Andreassen’inde aralarında bulunduğu konuşmacılar Başbakan Erna Solberg ve Dış İşleri Bakanı Børge Bren-de’ye seslendi. İsrail’in insanlara zülmettiği mesajını veren konuşmacılar, Norveçli siyasetçilere İsrail ile ilişkilerini kesmeleri, Norveç Petrol Fonu’nun İsrail’deki yatırım-larına son vermeleri çağrısında bulundu.
İsrail’in insan haklarını ihlal ettiğini be-lirten konuşmacılar, Gazze’deki ablukanın bir an önce kaldırılması gerektiğini vurgu-ladı. Filistin’in özgürlüğüne kavuşuncaya kadar İsrail’den gelen ürünleri boykot etme çağrısında bulunan konuşmacılar, protesto
gösterilerini Gazze’nin özgürlüğüne kavuş-masını sembolize eden güvercinleri havaya salmasıyla sonlandırdı.
Ülke genelinde 60 bin müslümanı tem-sil eden Norveç İslam Konseyi, başkent’in en büyük camiilerinden İslamic Cultural Centre ve Rabita Camii’nın yanısıra Kırmızı Parti’nin de aralarında bulunduğu onlarca dernek ve sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen protesto gösterilerine Nor-veç’in farklı bölgelerinden gelen birçok vatandaş da destek verdi. Gösterilerinin önümüzdeki günlerdede devam edeceği belirtildi
14 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEMBütün tarikatları fişlemişlerZAMAN İSTANBUL
1AKP iktidarında, sadece Hizmet’in değil, Süleyman Hilmi Tunahan Haz-
retleri’nin cemaati, Nurcular, Nakşi ve Kadiri tarikatı mensuplarının da fişlendiği ortaya çıktı. Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hüseyin Namal, 2009’da emniyet müdürle-rinin tamamına gönderdiği talimatta bütün dinî akımlarla ilgili istihbarî çalışma yapıl-masını istedi.
AKP’nin 12 yıllık iktidarında, sadece Hizmet Hareketi’nin değil, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin cemaati, Nurcular, Nakşi ve Kadiri tarikatı mensuplarının da fişlendiği iddia edildi. Taraf Gazetesi’nden Hüseyin Özay, dünkü yazısında 2004 Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararla ilgili yeni ortaya çıkan ayrıntıları yazdı. Buna göre, eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Hüseyin Namal, 6 Kasım 2009’da emniyet müdürlerinin tamamına talimat gönderdi, tüm dinî akım ve tarikatlarla ilgili istihbarat çalışmasını istedi.
2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) Hizmet Hareketi'nin fişlenmesi'ne ilişkin belgenin ardından yeni bir skandal talimat ortaya çıktı. Ramazan Akyürek'in görevden alınmasının ardından Emniyet İs-tihbarat Daire Başkanlığı'na atanan Hüseyin Namal'ın imzasıyla 6 Kasım 2009 tarihinde 81ilin Emniyet istihbarat şube müdürlerine gönderilen yazıda, bütün dinî akım ve tarikatlarla ilgili istihbari çalışma yapılması talimatı verildi. Yazıda, Türkiye'de dini istismar eden terör örgütleri ile geçmişten bu yana ilişki içinde bulunan birçok dinî akım ve tarikat olduğu vurgulandı. Aynı talimatta, dinî akım ve tarikatların, Türk aile yapısını bozduğu, vatandaşların maddi ve manevi yönden zarar görmesine yol açtığı da öne sürüldü. Namal'ın yazısında, takip altına alınacak tarikatlara örnek olarak da, 'Nakşibendiler, Nurcular, Süleymancılar ve
Kadiri' tarikatı gösterildi. Yazıda, tarikatların
milli güvenliği de tehdit ettiği savunuldu.Hüseyin Özay'ın yazısı özetle şöyle:
"AKP'nin 12 yıllık iktidarında, sadece Gülen Cemaati'nin değil, Süleymancılar, Nurcular, Nakşiler ve Kadiri tarikatı mensuplarının da fişlendiği ortaya çıktı. 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) Gülen Cema-ati'nin fişlenmesi yönünde kararlar alındığını kamuoyuna Taraf duyurmuştu. Hükümetin doğruladığı, ancak, “yok hükmünde” deyip uygulanmadığını öne sürdüğü eylem planıyla ilgili yeni ayrıntılara göre, Gülen Cemaati'nin yanı sıra diğer dinî akım ve tarikatlar da
fişlendi.
Bu çerçevede, hem MİT hem de Emniyet İstihbarat, dinî akım ve tarikatlarla ilgili fişleme faaliyeti yürüttü. Özellikle, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından, dinî akımlar ve tarikatların, üyeleri, mal varlıkları ve faaliyetleri konusunda uzun süre geniş kapsamlı incelemeler yapıldığı tespit edildi. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire eski Başkanı Hüseyin Namal tarafından 6 Kasım 2009 tarihinde tüm emniyet müdürle-rine gönderilen talimatta, Türkiye'de faaliyet gösteren tüm dinî akım ve tarikatlara ilgili istihbari çalışma yapılması istendi.
Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı
tarafından, yapılan çalışmalarda il bazında dinî akımların ve tarikatların üye sayıları tespit edildi. Bunun yanında, aynı grupla-rın, mali yapıları ve faaliyetleri konusunda da düzenli olarak genel müdürlüğe bilgi aktarıldı. Bunun dışında, grupların kamu-daki yapılanmaları konusunda da raporlar hazırlanarak, Başbakanlık’a ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne sunuldu. Cemaat ve dinî akımlarla ilgili yapılan çalışma MİT ve Emniyet tarafından ayrı ayrı yürütüldü. Yani iki ayrı kurum da, aynı konuyla ilgili çalışma gerçekleştirdi."
T.C. KOPENHAG BÜYÜKELÇİLİĞİT.C. Kopenhag Büyükelçiliği Türk Uyruklu Sözleşmeli Sekreter Sınav Duyurusu
Büyükelçiliğimizde münhal bulunan bir adet Sözleşmeli Sekreter pozisyonuna sınavla personel alınacaktır.
I) ADAYLARDA ARANAN NİTELİKLER:
1. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
2. Sınav tarihi itibariyle 46 yaşından gün al-mamış olmak,
3. En az lise veya dengi okulları ile bu okullar-la eşdeğer olduğu Milli Eğitim Bakanlığın-ca onaylanmış yabancı okullardan mezun olmak,
4. Kamu haklarından yoksun bulunmamak,
5. Ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veya affa uğramış olsalar dahi zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sah-tecilik, inancı kötüye kullanmak, dolanlı if-las gibi yüz kızartıcı bir fiilden dolayı hapis cezasından hükümlü bulunmamak,
6. Erkekler için askerliğini yapmış olmak veya yapmış sayılmak,
7. Her türlü iklim koşullarında görev yapmaya engel durumu bulunmadığını sağlık kurulu raporu ile belgelemek (Sağlık Kurulu Rapo-ru istihdam edilecek adaylardan istenir),
8. Çok iyi derecede (yazılı/sözlü) Danca,Türk-çe bilmek (Danca’nın yanında iyi derecede İngilizce bilmek tercih sebebidir).
9. Bilgisayar kullanabilmek (MS Word ve Excel).
II) BAŞVURU İÇİN ADAYLARDAN İSTE-NEN BELGELER:
1. Sınava katılma isteğini belirten başvuru dilekçesi (dilekçede, adres, telefon numarası, e-mail adresi gibi temas bilgilerine de yer veril-melidir)
2. Özgeçmiş (CV),
3. Türk pasaportunun aslı veya işlem görmüş sayfalarıyla birlikte onaylı sureti,
4. Nüfus cüzdanının aslı veya onaylı sureti ile arkalı önlü fotokopisi,
5. Son mezun olunan okuldan alınan diploma-nın aslı veya onaylı sureti (Yurtdışında eğitim görmüş lise mezunları için Eğitim Müşavirlik-lerinden/Ataşeliklerinden alınacak “denklik belgesi”) ile bir adet fotokopisi,
6. Erkekler için askerlik kesin terhis belgesi veya askerlikle ilişiği olmadığına dair belge veya onaylı sureti,
7. Son 6 ay içinde çekilmiş 1 adet renkli vesi-kalık fotoğraf.
NOT: Postayla başvurularda, asılları yazı-lı sınav öncesinde ibraz edilmek kaydıyla, 3, 4, 5 ve 6. sıradaki belgelerin fotokopile-ri gönderilebilir.
III) SINAV:
Sınava girerken pasaport veya nüfus cüzdanı-nın aslının ibraz edilmesi gerekmektedir.
a) Yazılı Yeterlilik Sınavı:
Yazılı eleme sınavı 25 Eylül 2014 Perşem-be günü 10:00-16:00 saatleri arasında Büyü-kelçiliğimiz toplantı salonunda yapılacaktır.
Sınav konuları:
Türkçe’den Danca’ya çeviri (1 saat) Danca’dan Türkçe’ye çeviri (1 saat) Türkçe Kompozisyon (1 saat) Matematik (1 saat)
b) Sözlü ve Uygulamalı Yarışma Sınavı:
Yazılı yeterlilik sınavında başarılı olan adaylar 29 Eylül 2014 Pazartesi günü saat 10:00’da ya-pılacak sözlü ve uygulamalı yarışma sınavına davet edileceklerdir.
Sözlü Sınav Konuları: Genel Kültür, Türkiye ve Dünya Coğrafyası, Osmanlı Tarihi, Türk İnkı-lap Tarihi.
Uygulamalı Sınav Konuları: Daktilo sınavı (Bilgisayarda yazı yazma).
IV) BAŞVURU TARİHİ:
Başvurular en geç 10 Eylül 2014 Çarşamba günü mesai bitimine kadar T.C. Kopenhag Bü-yükelçiliği, Vestagervej 16, 2100 Copenhagen Ø adresine (Konsolosluk Şubesi) ulaşacak şekil-de postayla veya hafta içi her gün 15.00–17.00 saatleri arasında şahsen yapılabilir. Postada meydana gelebilecek gecikme ve kayıplardan Büyükelçiliğimiz sorumlu değildir.
V) SINAV YERİ:
Yazılı, Sözlü ve Uygulamalı Sınav: “T.C Ko-penhag Büyükelçiliği, Rosbaeksvej 15, 2100 Copenhagen Ø” adresinde yapılacaktır.
Sınav yerinde olabilecek değişiklikler Büyükel-çiliğimizin resmi internet sitesinde duyurula-caktır.
Daha ayrıntılı bilgi için:
Tel : +45 39 20 27 88 / + 45 39 10 14 30
Fax : +45 39 20 51 66
E-mail : [email protected]
Web : http://www.kopenhag.be.mfa.gov.tr
15 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEM'Çocuklarım dışarda, kelepçeyi arabada taksanız' dedim, reddettiler “Ne cemaatçisi polisim polis!” çıkışıyla gözaltıların sembol isimlerinden biri oldu Kadri Cemil Yiğit. Ne açığa alınması ne de tutuksuz yargılanması umurunda. Yiğit'i en çok meslektaşları tarafından takılan kelepçe ve casusluk iddiası üzmüş.REYHAN GÜL
1“Kendi ebleh çocukları için vatan evlat-larını yakanların Allah belasını versin”
cümlesiyle göz altıların sembol isimlerinden oldunuz.
Daha çok şey söylemek isterdim ama o çok yorgun, uykusuz ve oruçluydum, ancak o kadarı dilimden döküldü. Sembol olayım gibi bir derdim de yoktu. Yalan, iftira, hukuksuzluk karşısında susacak, başımızı öne eğecek değildik.
Bu konuşma yüzünden üstlerinizden tepki ya da tehdit aldınız mı?Henüz bana gelen bir şey yok. Zulme
isyanın bedeli varsa öderiz.Yakın çevreniz ne dedi?Hepsi ağzına sağlık dedi.Tanıdığım
tanımadığım yüzlerce kişiden destek tele-fonu aldım. Geçmiş olsun deyip hıçkırıklara boğulanlardu oldu.
Bir zamanlar teröristlere, illegal örgüt men-suplarına yaptığınız operasyonların benzeri meslektaşlarınız tarafından size yapıldı, nasıl hissettiniz?Operasyonun yapılacağı davulla zur-
nayla duyurulduğu için hazırlıklıydım. Hatta gidip teslim olacaktım, onlar benden erken davrandı. Beni bir tek üzen şey arkadaşların kelepçe takmaya çok hevesli olmasıydı.
Sizi gözaltına alan polislerde öç alma mı emiri yerine getirme mi ağır basıyordu?Bazısı rövanşist bir tavır içeresindeydi.
Mesela içlerinden bir memur arkadaş ısrarla bana “sen” diye hitap ediyordu. Bu üslupla konuşmaması gerektiğini gayet iyi biliyor. Sonuçta soruşturma nasıl neticelenecek belli değil. Bundan dolayı ufak bir tartışma yaşandı. Bizimkiler daha çok üzülmesin diye uzatmadım. Kapıdan çıkarken baktım emni-yet amirinin elinde kelepçe var. Annem tepki gösterdi. Ben hiçbir şey talep etme niyetinde değildim. Ancak çocuklarımın dışarıda oyun oynadığı aklıma geldi. “Arabada taksanız olmaz mı?” dedim. Prosedürleri bilmiyor-muşum gibi “prosedür böyle” dedi. Büyüt-medim, çocuklar görmesin diye çantayı elime sardım, öyle vedalaştım. Bazı arkadaşlar ise böyle bir şey yapmak zorunda kaldıkları için epey üzgündü. Nedenini sorunca kelepçe takan arkadaş “Emir büyük yerden” dedi.
Neyin rövanşını alma derdindeler? Çalıştığımız birimler teşkilatın elit bi-
rimleri olarak kabul edilir. Bazıları bizim buralara cemaat tarafından getirildiğimizi düşünüyor ve mesleki anlamda yaşadıkları olumsuzlukları bile bize mal ediyor. Liyakat-ten dem vuranlar da oluyor. Biz 2001 yılında mesleğe başlarken dönemin emniyet mü-dürü bütün yeni mezun komiserleri toplayıp “tavassut yaptıranı bitiririm, sürerim!” gibi şeyler söyledi. Hepimizin hoşuna gitmişti bu. Özellikle de benim gibi memur, işçi, çiftçi çocuklarının ama daha toplantı bitmeden aynı müdürün koruması isimler okuyarak bazı arkadaşlarımızı müdürümüzün yanına götürdü. Sonrasında ismi okunanlar güzel yerlere atandı. Biz 33 kişi çevik kuvvete… İşte bu teşkilatın liyakat anlayışı buydu. Hatırı sayılır babaları akrabaları olanlar ‘iyi polis’ti. Bu süreçte gözaltına alınan herkes adına şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim; çalıştığı-mız yerlerde bizden önce çalışanlardan az ve eksik çalışmışsak, nasıl daha iyi yaparız diye kıvranmamışsak, emanete ihanet etmişsek bütün suçlamaları kabul etmeye hazırız. Ta-
rafsız bir kurul gelip çalışmalarımızı incelesin.Var mı böyle bir durum?Biz hangi meslektaşımıza kime kelepçe
takmışız, iftiralar atmışız? İnsanlar bulaş-tıkları adi suçlar, organize suç örgütleriyle kurdukları kirli ilişkilerden dolayı başlarına gelen mesleki problemleri bir takım kesim-lere mal etmeye çalışıyor.
“Ne cemaatçisi kardeşim, polisim ben polis, hırsız gördüm mü yakalarım!” çıkışınızda bir sitem mi söz konusu.Elbette. Operasyonun havuz medyası ta-
rafından nasıl sunulduğu malum.. Başlatılan algı operasyonu ile polisten başka her şey olduk oysa biz sadece işimizi yaptık.
Cemaatçi misiniz peki?Biz neyiz aslında biliyor musunuz? At-
tığımız her adımda bu milletin, bu devletin menfaatini düşünen polisleriz. Şüpheli, yasa-larca suç kabul edilen bir hadise gördüğünde araştırmaktan bir an bile tereddüt etmeyen, ucu kime dokunursa dokunsun diyen, yasal olmayan hiçbir güce biat etmeyen polisleriz. Tasfiyelerin asıl nedeni budur. Teşkilat ta-mamen politize edilmiştir. Şuanda bir polisi bir makama getirecek ya da alacak tamamen siyasi iradedir.
Bir polis memuru cemaat mensubu olamaz mı peki?Elbette olur, yeter ki meslek ilkelerini her
şeyin üzerinde tutsun. Dışarıdan birilerinin isteği, kararları üzerine hareket etmesin. Biz sadece işimizi yaptık. Bu açıdan bana bir Allah’ın kulu, “Sen örgütlerle mücadele ederken, cemaat ya da birileri bir talimat verdi ve sen de bunu yaptın ya da yapmadın.” diyemez. İşin teknik kısımlarını da sayarsak
130 tane istihbaratçının emir komutasını yaptım. Altımda çalışan insanların hepsi istihbaratçı. Allah aşkına bir yanlışım olsa, birileri gibi “Kardeşim almayın o adamı, bırakın o bombacıyı” desem bu insanlar ortalığı ayağa kaldırmaz mı? Böyle bir şey mümkün mü?
Bu arada kelepçe kimlere takılır, nedir pro-sedür?Kaçma riski olan şüphelilere. Kaçacak
olsam binanın girişinde dolanırlarken evime niye davet edeyim görevli arkadaşları. En azından bu kadar nezaketi gösterebilirlerdi.
Peki siz gözaltına aldığınız kişilere bahsettiği-niz nezaketi gösterir miydiniz?Bu konuda yalnız kendi adıma değil
birlikte görev yaptığım müdürlerim, abile-rim, arkadaşlarım adına da konuşacağım. Türkiye’de terörle mücadele çizgisini insani boyutlara taşıyan isimlerin başında Yurt Atayün, Ömer Köse, Serdar Bayraktutan gelir. Bence örgütlere vurulan en büyük darbe, insanlık dışı muamelenin tamamıyla bu teşkilat koridorlarından kaldırılmasıdır. Kim olursa olsun herkese insan olduğunu hatırlatma, insan gibi davranma gayretiyle çırpınmışlardır.İnsanımızı kazanma odaklı bu anlayışla operasyona gittiğimiz evlerde çocuk varsa korkutmamaya, gereksiz kelepçe takmamaya azami özen gösterirdik. İnşallah bizden sonra da aynı hassasiyet devam ettirilir.
Ömer Özüyılmaz’ın karısı, eşinin gözaltı süre-cince yaşadığı olayları kastederek böylesi kötü bir muamelenin gözaltına alınan bir PKK’lı ya da DHKP-C’liye asla gösterilmeyeceğini iddia etti.
Kesinlikle doğru. Gözaltı ve sonrasında yaşanan hadiselerden yalnızca biri, mesela gözaltı aşım süresi olayı, Türkiye’nin alıştığı, her zaman meydanlara inen kesimlerden birinin başına gelseydi Türkiye'de yer ye-rinden oynardı. Kimse o insanları adliyede zorla tutamazdı. Cam, çerçeve indirilir ve dışarı çıkarlardı. Medya da ‘4 günlük gözaltı süresi ilk kez aşılıyor.’ der, yaygara koparırdı. Muhafaza altına alma diye bir şey çıkarıp, insanları hukuksuzca, eşya gibi tuttular adliyede. Ve ailelerimizin en büyük eylemi Kuran okuyup dua etmek oldu. Bu ülke de yeni bir eylem tarzı görmüş oldu.
ÖRGÜTLERİN HEDEFİ HALİNE GETİRİLDİKTerör ve istihbarat birimlerinde çalışan kişile-rin kimliğinin deşifre edilmesi bu kişilerin can güvenliğini nasıl etkiler?Onca zamandır dinlediğimiz insanlara
“Bakın bunlar sizi dinledi” diyerek kimlikle-rimiz deşifre edilmiş, açığa alınmışız. Dahası silahlarımıza el konulmuş ve hiçbirimize koruma verilmemiş. Yurt Atayün yakaladığı örgüt elemanlarıyla şuan Metris’te birlikte kalıyor. Ağabeyi Anadolu Atayün yıllarca doğu ve güneydoğuda gençlerin PKK’ya katılmasını engelleyecek faaliyetlerde bulun-muş. Şuanda resmen terör örgütlerinin açık hedefi haline getirildik.
Hemen hemen her gün adliyedesiniz. Bu tav-rınızdan dolayı ihraç edilmekten korkmuyor musunuz?Korkmuyorum ve benim durumumda
olan hiçbir arkadaşın da korkmadığına eminim. Bu millet için ölmeye ant içmiş ve gecesini gündüzüne katarak çalışan insanlara vatan haini, casus diyecekler, biz de susacağız yok öyle bir şey. Devletim beni 21’imde komiser 35'imde aktivist yaptı. Durum böyleyse bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Açığa alındım. Gidişata bakılırsa birileri zaten hakkımızda çoktan hüküm vermiş. Beraat etsek dahi ihraç edileceğiz. Bize kelepçe taktıran güç, bizi meslekten ihraç ettirmeyi de kafaya koymuş.
Böyle bir hükme nasıl varıyorsunuz?Kanunun bize verdiği yetki ve hâkim
kararıyla dinlemeler yaptık ama usulsüz dinlemeden yargılanıyoruz. Emniyet mü-fettişleri yaptığımız dinlemelerin hukuka uygun olduğunu ispat edecek belgeleri ya görmezden geliyor ya da bu belgeler birileri tarafından saklanıyor, verilmiyor. Müfettişler de eksik belgelerle hareket ediyor, usulsüz dinleme yaptığımıza karar veriyor ve savcıya da bu şekilde aktarıyor. Bu şekilde idari ve adli bir soruşturmanın hedefi yapılıyoruz. Emniyette bana 7 soru soruldu. Oysa savcı yalnızca 3’ünü sordu bana. Cevapları açmak istediğimde "Gerek yok, arkadaşlar zaten anlattı, ben zaten onu biliyorum." diyerek aldı ifademi. İlk defa ifade vermiş biri olarak savcının hiç üzerinde durmayan bu tavrı karşısında serbest kalacağımı düşündüm. Avukatım da benimle hemfikirdi ama tutuk-lanma talebiyle mahkemeye sevk edildim. Şuan tutuksuz yargılanıyorum. Peki, ne olacak? Ben ve benim gibi açığa alınanlar olarak hakkımızda devam eden adli bir so-ruşturmadan dolayı müfettişler hakkımızda daha rahat ceza isteyecek. Kısaca herkes bu işin bir tarafından tutuyor ve sonucun aşağı yukarı ne olacağı belli.
16 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEM
CEMAL A. KALYONCU
1Necati Özkan, siyasi iletişim uzmanı. Aynı zamanda reklamcı. Başbakanın geçen yıl
Gezi olaylarının ardından başlattığı ‘savaş strateji-sini’ 17 Aralık’tan sonra her alanda topyekûn savaş stratejisine dönüştürdüğünü söylüyor. Seçmene umut ve korku vererek seçim kazanılabileceğini, Er-doğan’ın 2013’ten bu yana korku temelli kampanya uyguladığını da anlatan Özkan’a göre, bu kadar basın ve medya kullanımına rağmen Cumhurbaşkanlığı seçiminde ulaşılan 51,7’lik sonuç tatminkâr değil. Son süreci anlamak için sözü fazla uzatmadan Özkan’a bırakalım isterseniz…
- Seda Sayan uzun yıllar Türkiye’nin en güveni-lir kişisi çıktı araştırmalarda. Sonra ne oldu da Seda Sayan güvenilirliğini kaybetti?Ekranda, medyada gördüğümüz tanın-
mış kişilere sırf o tanınırlık oranlarının yük-sekliği nedeni ile itibar ediyoruz. Dolayısıyla ekranda sık sık gördüğümüz kişi mesajın kaynağı olarak değerlendirildiğinde güvenilir kişi hâline geliyor. Bundan yaklaşık 8-10 yıl önce başlayan araştırma ile gördüğümüz bir fotoğraf bu. Çeşitli markalara yardımcı olmak adına ünlü kullanımının ne kadar doğru olduğu ya da hangi ünlüyü kullanmak ge-rektiği ile ilgili MediaCat dergisi araştırmaya başlamıştı. Araştırma ilk planlandığında biz de işin bu kadar önemli bir noktaya gele-ceğinin farkında değildik. İlk araştırmanın sonucunda en güvenilir ünlü olarak Seda Sayan’ın seçildiğini gördük. İnanamadık ve araştırma şirketine bunu test etmesini istedik. Evet, sonuç doğru idi. MediaCat dergisi bunu yayımladığı zaman özellikle entelektüel dünyada yaygara koptu ve ‘Bu doğru olamaz. Burada bir çeşit manipülasyon var’ dediler. Fakat araştırma devam ettiği sürece, muh-temelen 5-6 yıl boyunca Seda Sayan hep ilk üçte oldu. Araştırmalarda insanlara herhangi bir isim söylemiyorsunuz. Yani ‘şu isimlerden hangisinin söylediği sizin için önemlidir ya da hangisine ikna olursunuz’ demiyorsunuz. Akıllarına gelen en itibar edebilecekleri ünlü-nün kim olduğu soruyorsunuz. Seda Sayan ana akım TV kanallarından ayrılana kadar bu böyle devam etti. Ayrılır ayrılmaz hemen bitmedi, bir müddet daha etkisi devam etti. Daha sonra Seda Sayan araştırmada ilk 10’da, ilk 20’de asla çıkamadı. Ta Seda Sayan yeniden büyük kanallardan birinde program yapana kadar. O zaman anladık ki net bir şekilde, görünürlük ile kredibilite arasında çok doğrudan bir ilişki var. İnsanlar ne kadar çok görüyorlarsa bir kişiyi ona o kadar çok itibar ediyorlar.
-Yine aynı yazınızda insanların yüzde 55’i kim söylüyor, yüzde 37’si nasıl söylüyor ve yüzde 8’i de ancak ne söylüyor diye bakıyormuş.Evet. Yine ajansta yaptığımız bir top-
lantıda Bekir Ağırdır’ın bize anlattığı bir sonuçla ilişkilendirilince o güne kadar farkında olmadığımız bir gerçeği görmüş olduk. İnsanların ikna edilmesi adına, ister siyasi iletişim için, ister ticari iletişim için olsun kişinin, ünlünün ya da liderin ekranda ya da gazetelerde sık görünmesi çok önemli ve bu ne söylediğinden bağımsız olarak önemli. Orada sizin söylediğinizin detayına aslında sizi izleyenler çok dikkat etmiyorlar. Kim söyledi sorusunun karara ya da ikna sürecine etkisi yüzde 55, nasıl söylediğinin etkisi yüzde 37 ve ne söylediğinin etkisi yüzde 8. ‘Ne söyledi?’ sorusunun burada ne kadar anlamsız olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Nasıl söylediği çok önemli.
-Yani tamamen algılarımızla mı karar veriyor, davranıyoruz?Algılarımızla davranıyoruz. Bilinmeyen,
‘no name’ bir marka söylediği zaman aynı mesaja o kadar itibar etmiyoruz. Şimdi bunu Gezi süreci ile birleştirelim. Biliyorsunuz, Gezi süreci başladığı zaman Türkiye’de herkes bir açıklama bekledi. Açıklama hükümetin çeşitli kanatlarından geldi, cum-hurbaşkanı dâhil herkes bir şeyler söyledi ama kimse tatmin olmadı. Çünkü herkes asıl açıklamanın bir kişi tarafından yapılmasını bekliyordu: Başbakan tarafından. O da hiçbir zaman Gezi’ye katılan insanların beklediği türden bir açıklama yapmadı. O yüzden de
Gezi bir türlü kendiliğinden sona ermedi. Bir iknada ya da bir mesajın karşı tarafa iletilmesinde o mesajı söyleyen kişinin kim olduğu ve o mesajı nasıl ifade ettiği çok önemli. Bu ikisine bakarak bir şekilde ikna oluyoruz. Ne söylediğine bakanların oranı işte araştırmada da çıktığı gibi yüzde 8.
-Recep Tayyip Erdoğan bunun için mi medyaya bu kadar ehemmiyet veriyor acaba?Tartışmasız bu. Tanımlamaya devam
ettiğimiz ama bitirmediğimiz bir çalışmamız var. O da TV’lerin etkisi bağlamında prime
time etkisi. Herhâlde şu anda yayın yapan 50’ye yakın TV kanalı var. Bunlardan 4-5 tanesi toplam reytingin yüzde 80’ini alıyor. Geri kalanları da yüzde 20’yi paylaşıyorlar. O yüzde 80 alan 4 kanal çok stratejik öneme sahip.
-Bunu ayrı bir çalışma olarak mı yapıyorsunuz?Evet. Bittiği anda yayımlayacağız.
Dolayısıyla bu kanallarda görünebilmek siyasi başarı için önemli. O açıdan siyasi kampanyayı yapanların akşam prime time saatlerinde haber olabilecek malzeme üret-mesi önemli hâle gelebiliyor. Malzemenin içeriğinin ne olduğu çok da önemli değil, aslında. Kendiliğinden haber konusu ol-ması yeterli. Çünkü o zaman size hükümet gücünü kullanma gibi baskılardan bağımsız olarak TV’ler daha fazla yer verebiliyorlar ve siz daha çok tanınan, fark edilen politik bir sima hâline gelebiliyorsunuz. Aynı şekilde Erdoğan’ın son yıllardaki siyasi iletişimini irdelediğimiz zaman görüyoruz ki; başbakan herhangi bir yerde açılış veya konuşma yap-tığında bir şekilde otomatik olarak bütün kanalların düğmesine basılıyor ve aynı anda 20 civarında TV kanalı, canlı yayına geçiyor ve saatlerce onu yayımlıyor. Kampanya döneminde TV’lerin adaylara ne kadar yer verdiği ile ilgili bir araştırma istedik medya takip şirketlerinden. Orada dramatik bir fark var. Bunun neticede seçmen kararı üzerinde etkisini biliyoruz.
-Ne çıktı ortaya?Mesela basın, TV’ler adaylara ne kadar
yer vermiş haber olarak. Sütun santim ba-zında ve adet bazında rakamlar var. Mesela Erdoğan için yapılan haber sayısı 47 bin 439 adet. Ekmeleddin İhsanoğlu için 16 bin 106. Selahattin Demirtaş için ise 5 bin 245 adet. Bunların olumluluk, olumsuzluk durumuna bakmıyoruz. Bu haberlerin sütun/santim karşılıkları da Erdoğan için 5 milyon 871 bin 241 santim. İhsanoğlu için 1 milyon 642 bin 40. Demirtaş için ise 601 bin 208.
TV daha dramatik. Erdoğan için yapılan haberlerin sayısı 19 bin 606 adet. İhsanoğlu için 8 bin 489, Demirtaş için 2 bin 518 adet. Ama toplam saate baktığımız zaman fark net olarak ortaya çıkıyor. Başbakan için yapılan haberlerin toplam saati 2 bin 674 saat. İhsanoğlu için 707, Demirtaş için de 466 saat. Aslında beyin yıkama fonksiyonu gören bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Medya şu anda net olarak beyin yıkıyor. Daha önce adaletsizlik falan filan diyorduk ama adaletsizlik falan denecek bir durumu 50 kere geçmiş bir fotoğraf var karşımızda.
Bir veri daha paylaşayım sizinle. O da kampanyalarda kullanılan yer satın almalar. Önce TV’leri vereyim size. Erdoğan’ın reklam filmleri toplam 6 bin 340 adet yayımlanmış. İhsanoğlu için 977, Demirtaş için 177 adet yayımlanmış bütün bu kampanya dönemi boyunca. Adetlerden bağımsız olarak sürelere baktığımız zaman işin ne kadar çarpıcı olduğu gözüküyor. Erdoğan’ın reklam filmlerinin toplam süresi 300 bin 603 saniye, İhsanoğlu’nun 33 bin 39 saniye. Onda biri yani. Demirtaş’ın ise 4 bin 229 saniye.
Basında zaten Demirtaş’ın reklam satın alması sıfır. Erdoğan’ın 236, İhsanoğlu’nun da 31 gazete ilanı yayımlanmış. Ama sü-tun/santime bakıldığı zaman Erdoğan’ın kampanyası 111 bin 154 sütun/santim iken İhsanoğlu’nun kampanyası 11 bin 830. Yani nereden bakarsanız bakın çok çok aşırı doz bir kullanım var. Goebbels, Hitler’7in propaganda bakanı; muazzam bir lafı vardır: “Biz bir şey söylemek için konuşmayız. Bir etki yaratmak
Erdoğan medya ile beyin yıkıyor Son bir yılda devlet geleneğimizde görülmemiş şeylerin yaşandığını söyleyen siyasi iletişim uzmanı Necati Özkan, 17-25 Aralık’tan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın kampanya stratejilerini bütün cephelerde topyekûn savaş olarak değiştirdiğini anlatıyor.
17 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEMiçin konuşuruz ya da bir şey yaparız.” diyor. Şimdi bu kampanyaya baktığımız zaman içerikten bağımsız olarak bir etki yaratma çabası var. Erdoğan’ın kampanyasının diğer iki adayın kampanyası ile kıyaslanmayacak kadar profesyonel olduğunu söyleyebiliriz. Ama o da diğer iki adayın kampanyasına göre.
-Dünya standardında değildi diyorsunuz yani…Mesela 30 gazete ilanı yayımlandı, 30 bir-
birine benzemez ilandan bahsediyoruz. Tek benzerlik var, başbakanın fotoğrafı ve bir tane logo. Diğer her şey, yazı karakterinden renk seçimine, çerçeveye kadar gerçek anlamda profesyonelliğe ilişkin bir değerlendirme yaptığımız zaman darmadağınık.
Aşırı doz medya kullanımı, bunun yanı sıra inanılmaz kamusal kaynaklar, 12 yıllık toplam imaj ve benzeri şeyler üst üste binince elde edilen sonuç başarı sayılamaz. Bütün bu kaynaklarla beraber değerlendirildiğinde elde edilen sonuca muazzam bir başarı falan diyemeyiz.
-En kolay, rakamlarla yalan söylenir denir ya, ‘bu veriler ışığında bir yalan söylemeye’ gerek kalmadı, başarı değil dediniz sonuç…Evet. Kabaca toplam 56 milyon seçmeni-
miz var, yurtiçi ve yurtdışı dâhil olmak üzere. 56 milyon seçmenden 20,8 milyonu Erdoğan için, 15,5 milyonu İhsanoğlu için ve 3,9 milyonu da Demirtaş için oy kullandı. 737 bin geçersiz oy var. Bütün bunları üst üste koy-duğunuz zaman sandık başına giden seçmen sayısı kabaca 41 milyon. 15 milyon da sandık başına gitmeyen, heyecanlanmayan ya da adaylardan üçünü de beğenmeyen, nasıl yorumlarsanız yorumlayın, bir seçmen kitlesi var. Fotoğraf bu. Bu fotoğraf içerisinden toplam seçmenin yüzde 37,2’si Erdoğan için oy kullanmış. Dolayısıyla muazzam bir başarıya imza atıldı diyebilmek çok mümkün değil.
-Erdoğan’ın bunca şeye rağmen ikna avantajı nereden geliyor? Bizim toplumumuza özgü bir şey mi bu?Yok, bu bütün dünyada görülen bir
durumdur.-Bu inancın kaynağı ne?Amerikalı siyasi danışman dostumuzun
bir sözünü kullanmıştım. O der ki algılar gerçeklerden çok daha önemlidir. O kadar önemlidir ki insanlar, dürüst olduğuna inan-dıkları bir kişiyi suç üzerinde, hani çalarken görseler bile onun başka bir nedenle bu işi yaptığını ve gerçekten çalmadığını düşünür. Ya da hırsız olduğu algısı olan politikacıya papa kefil olsa bile insanlar ona inanmaz. Algılar uzun sürelerde oluşur. İnsanların kendi kişisel tecrübeleriyle, eş ve dostlarıyla, mahallede, kahvede yaptıkları sohbetlerde sahip oldukları algıları bir anda değiştirmek hiç kolay değil. Zamana ihtiyaç vardır. Birkaç şey üst üste gelirse ancak algılarda bir değişiklik söz konusu olabilir. Şimdi Erdoğan’ın geçen yılın ortasından itibaren bütün stratejisini değiştirdiğini hepimiz biliyoruz. Yani geçen yılın ortasına kadar dünyada ve Türkiye’de Erdoğan, muhafa-zakâr ama demokrat bir siyasi liderdi. Yani demokratlığı konusunda soru işareti yoktu. ‘Türkiye’de var olan çeşitli müesses, vesayetçi yapılara karşı savaşıyor, orduyu etkisiz hâle getirerek Türkiye demokrasisini geliştiriyor’ diye bir temel inanış vardı bütün dünyada. Bizde de biliyorsunuz liberaller, yetmez ama evetçiler hep bu düşünce ile başbakanın gemisine bindiler ve destek verdiler. Fa-kat Gezi olaylarında bütün dünya gördü ki demokrat ve hoşgörülü olarak tanıdığı, algıladığı bu siyasi lider pek de öyle değilmiş. Ve o andan itibaren etrafındaki bu liberal ya da uluslararası destek yok olmaya başladı. Bu sorunla başa çıkabilmenin bir yolunu bulması gerekiyordu. O yol da aslında bir savaş stratejisi idi. Savaş stratejisi geçen yılın ortasında başladı. İletişimde de savaş, yönetimde de savaş.
-Daha önce bu dili kullanmıyor muydu?Ondan önce dil bu kadar keskin, görü-
nür değildi. Geçen yıldan itibaren yeni bir kavram icat edildi: ‘Sivil darbe’ girişimi. Hani
darbenin sivil olabileceğini ilk defa biz geçen yıl duymaya başladık ki bu dünya siyasi literatürüne Türkiye tarafından ‘armağan’ edilmiş önemli bir laf. Dünyada sivil darbe diye bir laf yok. Darbe dediğin askerle, silahla, güçle, zorla olur.
-Darbeyi gücü elinde bulunduran yapar…Sivillerin bir araya gelmesini, sokağa
çıkmasını bir darbe olarak niteliyorsunuz. Öyle başladı ve Gezi olaylarının sarsıntıları atlatılmadan bu sefer 17 ve 25 Aralık yol-suzluk olayları ortaya çıktı. Orada da aslında Gezi ile başladığı söylenen komplonun derinleştiği algısı oluşturuldu. Ve Gezi’ye kadar bu, bir çeşit Türkiye içerisindeki muhalefete ilişkin bir savaş stratejisi iken 17-25 Aralık’tan sonra bütün cephelerde topyekûn savaş stratejisine dönüldü. Ve bunun sonucudur ki aslında kampanyanın dili de değişti. Dikkat ederseniz, kampanya şarkısı Dombra bir savaş şarkısı, kahramanlık türküsü. Ve öyle bir kahraman ki bütün bilinen, bilinmeyen, açık, kapalı, yurtiçinde, yurtdışında bütün düşmanlara karşı sava-şan, sağlam iradeli bir komutan var ve bu komutan bütün o şeytanları yok etmek için savaşıyor. Dolayısıyla o andan itibaren bütün o tapeler, o yolsuzluklar, o iddialar, işte bakanlar, bakanların çocukları falan onlar bir tarafa Türkiye’yi bekleyen büyük tehlike, Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen, Türki-ye’yi bölmek, parçalamak, itibarsızlaştırmak isteyen bütün bu düşmanlara karşı bütün cephelerde savaş... Dolayısıyla bu toplam strateji çalışmış gözüküyor.
Pek çok demokraside kullanılan yön-temlerden biri de korkudur. Seçmene umut vererek veya korku salarak kazanabilirsiniz. Dolayısıyla 2013 ortasından bugüne kadar gördüğümüz kampanyanın ana ekseninde korku var. Diyor ki bu kampanya seçmene, ‘Ey seçmen, bu düşmanlar var ya!.. Hangi düşmanlar? Gezici düşmanlar, İsrail, AB, Amerika, işte paralel örgüt, Pensilvanya,
bunların hepsi hepsi, adını saymadığımız, sayamayacağımız bir sürü düşman hep birlikte bir araya gelmişler, bizim bu güzel ülkemizi parçalamak istiyorlar ve bunun için de tehlike olarak gördükleri ana hedef başbakan. Başbakanın itibarıyla oynuyorlar vs…’ Dolayısıyla bu kampanyanın ve bu stratejinin tuttuğunu söyleyebiliriz.
-Bu strateji ilk nasıl çıktı ortaya?Gezide başladı ama profesyonel
uygulamaları yerel seçim öncesinde oldu. Şöyle üst üste getirdiğiniz zaman daha net anlayacaksınız. Dombra’nın önüne ‘sağlam irade’yi koyun. Sağlam irade neydi? Aslında sağlam irade bizim siyasi pazarlamada ye-niden konumlama dediğimiz bir stratejidir. Bilinen bir fotoğrafı olan bir kişi hakkındaki algıyı değiştirme operasyonudur bu. Aslında otoriter, hani totaliter, intikamcı ve kızgın bir liderin yeniden pozisyonlanması işidir.
-‘Affedersiniz Ermeni’ sözüne bile Ermeniler itiraz edemediler…Tabii. Dolayısıyla böyle sağlam iradeli bir
adam oluverdi. Zaten Kasımpaşalılık, ‘ananı da al git’ falan gibi şeylerle birleşince bu ‘Evet ya evet doğru, sağlam iradeli bir adam’ oldu. Arkasından yerel seçim kampanyasında bayrak filmi geldi. Filme baktığınız zaman bir gizli el Türkiye’nin en kutsal değeri olan bayrağı gönderden aşağıya atıyor. Ve onun üzerine ülkenin bütün vatandaşları koşu-yor, gidiyoruz, o gizli elle savaşarak, hatta canımız pahasına üst üste çıkarak, bir insan kulesi oluşturarak bayrağı göndere çekiyo-ruz. Tüm bunları birleştirdiğiniz zaman bir savaş stratejisi net olarak ortaya çıkıyor. En son Cumhurbaşkanlığı kampanyasında da yine aynı şeyi gördük. Dombra’nın bir başka versiyonu Erdoğan şarkısı ve arkasından da fors filmi. Bütün bunlar aynı stratejinin küçük küçük parçaları.
Hükümetin oluşumuna da böyle bakmak lazım. Hükümette yapılan değişiklikler, Efkan Ala’dan tutun ne bileyim Hakan
Fidan’ın, MİT’in yetkilerinin artırılması vs. bütün bunlara baktığımız zaman da aslında bir savaş kabinesi oluşturulduğunu ve o savaş kabinesinin de gözü kara ve hukuk falan düşünmeyen bir kabine olduğunu ve uygulamaların da buna paralel uygulamalar olduğunu görüyorsunuz.
O kadar ki Gezi olaylarında başlayan ilk şey neydi? ‘İsmi öne çıkanların üzerine med-yada gidelim, onları itibarsızlaştıralım. Sosyal medyada itibarsızlaştıralım. Yetmedi vergi me-murlarını gönderelim. Onları yaşanmayacak duruma getirelim.’ Arkasından oradaki süreç devam ederken 17 Aralık yolsuzluk olayları çıktıktan sonra da bu sefer aynı şeyi ‘Hizmet grubuna ya da cemaate yakın bütün aktörler için yapalım.’ Orada da önce paralel yapı içerisinde olduğu varsayılan insanlar üzerine gidelim, itibarsızlaştıralım, ardından ekonomik aktörlerin üzerine gidelim, itibarsızlaştıralım, arkasından onların entelektüel tarafındaki isimlerin üzerine gidelim, itibarsızlaştıralım. Olmadı vergi memurlarını gönderelim, iti-barsızlaştıralım. İletişiminden ülke yönetimine kadar tam saha, bütün cephelerde savaş stratejisi, herkesin anlayabileceği bir fotoğraf olarak ortaya çıkıyor.
-Abdullah Gül de mesela bu muameleye maruz kalıyor.O da aynı stratejinin bir devamı. Çünkü
Abdullah Gül herhâlde başka bir dil kulla-nabilecek bir isim olarak algılanıyor. Oysaki başka bir dile burada tahammül yok. Burada savaşın sürdürülebilmesini sağlayabilecek kadrolara ihtiyaç var, devletin her kademe-sinde.
Bu strateji ile bize net olarak söylenen şey şu: Biz güçlü, başarılı ve senin de payını alacağın Yeni Türkiye için savaşıyoruz. Ve bu savaşın bir komutanı var, o komutan da Erdoğan. Yani ‘kardeşim öyle teferruata falan bakma. O teferruat aslında tümden mücerre bir iddiadan oluşan şeyler. Karşı kampanya argümanları. Onlara inanmanın gereği yok. Biz hep beraber kalkınıyoruz, Yeni Türki-ye’ye gidiyoruz’ falan filan. Dolayısıyla bu strateji tuttu. Tabii bu stratejinin tutmasının en önemli nedeni en başta anlattığım şey, yani medya gücü ve yüksek görünürlük oranı. O yüzden sokaklarda bu kadar çok billboard var, TV kanallarında bu kadar çok yer kullanıyor, her program canlı yayınla saatlerce yayımlanıyor. O yüzden TV’lerde diğer adaylarla kıyaslandığı zaman on kat daha fazla yer alınıyor. Dolayısıyla bu aşırı doz medya kullanımının temel nedeni tüm-den aslında bu kampanyanın çalışmasını sağlamak.
-Dinî terminolojinin bu imajda etkisi nasıl oldu?Kişilerle ilgili algı dediğimiz şey tek
başına sözlerden oluşan bir şey değil, aynı zamanda davranışlardan da oluşur. ‘Bizden birisi’ dedirtmesi ya da Kasımpaşalı gibi hep davranagelmesi. Dolayısıyla o davranışa da uyan bir kampanya dili bu. Keza bu kampanya dilinin içerisinde elbette ki dinî motifler de çok çok önemli. O dinî motifler diğerlerinin kullanıldığından daha bilinçli olarak kullanıldığı için de çalışıyor. Yani diyelim ki son filmde söylediği şiiri örneğin hani Demirtaş söylese olmaz. Dolayısıyla tüm bunlar birleşince algının, örneğin 17 Aralık operasyonuyla değiştirilebilmesi çok kolay değil.
-Türkiye’de ne zamandan beri ‘siyasetçidir yapar, siyasetçidir söyler’ seviyesine düşüldü? Meydanlarda açıktan yalanlar söylenir oldu. Dünyada da böyle mi yapılıyor siyaset?Siyaset aslında bir toplumun ilerisinde
olma, topluma liderlik etme durumudur, her hâliyle. Dolayısıyla ahlaken, hukuken ya da davranış olarak aslında toplumdan daha böyle farklı bir şeyi yapabilme beceri-sidir. Örnek olabilme becerisidir. Dolayısıyla ‘siyasetçi yalan söyler’ falan bunlar arabesk değerlendirmeler.
Bütün bu olaylar cereyan ederken ben şunu düşündüm. Yani AK ve Parti başba-kanın siyasi dili ve hareket tarzıyla diğerle-
2013 ortasından bugüne kadar gördüğümüz siyasi kampanyaların temelinde hep ‘korkutma’ vardı.
17 Aralık’tan sonra içeride ve dışarıda muhalif herkes düşman görüldü. ‘Sivil darbe’ lafı da literatüre sokuldu.
18 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEMrininkini değerlendirmek adına. 17 Aralık operasyonu gibi bir operasyonla merkez sağ siyasetçiler karşı karşıya kalsa idi ne olurdu? Diyelim ki Süleyman Demirel’in ekibi ya da atıyorum Anavatan ekibi karşı karşıya kalsa idi ne olurdu? Yapabilecekleri şey şu olurdu, çocuklarını o gece yurtdışına kaçırtmak. Merkez solda, CHP’de böyle bir durum olsa idi ne olurdu? Ertesi gün çocuklarını alıp götürüp karakola teslim etmek olurdu. Nitekim İSKİ operasyonu öyle oldu.
Peki, 17 Aralık’tan sonra ne oldu? Dev-let sistemi tahrip edildi, hukuk, yargı tahrip edildi. Dolayısıyla bu, başka bir zamanda ve başka bir toplumda pek görünebilecek bir şey değil, bizde de pek görülmüş bir şey değil. O açıdan bu hâl bütün cephelerde bir savaş hâli. Ve bu savaş hâli şu anda devam ediyor.
-Şu an nasıl algılanıyor Türkiye?Şöyle. 2002’den 2007, 2008’e, hatta
2010’a kadar olan süreçte başta konuştuğu-muz uluslararası toplantılarda gördüğüm bir fotoğraf var. AKP’nin Türkiye demokrasisini iyileştirici bir rol üstlendiği, Başbakan Erdo-ğan’ın da Türkiye’nin gördüğü demokrat liderlerden biri olduğu şeklinde bir algı idi. Bu algı Türkiye’nin ekonomik gidişatının da hani görece iyi gitmesine paralel olarak hep içeride, dışarıda pompalandı. Geçen yıla ka-dar. Geçen yıldan itibaren bütün dünya şoke oldu ve bütün dünya aslında zannettiğinin tersine bir durumun olduğunu görmeye baş-ladı. Biz Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği ve Dünya Siyasi Danışmanlar Derneği olarak yılda iki önemli toplantı yaparız. Avrupa’daki herhangi bir ülkede olur Avrupa tarafı. Mesela bu sene mayısta Rusya’da yaptık, Saint Petersburg’da. Bu sene kasım ayında Roma’da dünya toplantısı yapılacak. Bütün buralarda şunu anlamaya çalışırız: O bir yıl içerisinde hangi demokrasi daha ileri gidiyor ve neden daha ileri gidiyor, hangi demok-rasilerde sorunlar var ve neden var? Şimdi buralarda konuşan konuşmacılar birbirinden bağımsız bir şekilde Türkiye’nin son 1-1,5 yıllık fotoğrafını çok net olarak farklı tanım-lıyor ve algılıyorlar. ‘Türkiye demokrasisi artık demokrasi olmak yolundan çıkıyor’ şeklinde özetlenebilir bu cümle. Çünkü demokrasi-lerde yöneticilerin yapmaları gereken ana şey vatandaşı dinlemek; iki, her hâlükârda hukuka uymak ve her hâlükârda iktidarda olmayanlar için iktidara gelebileceğine ilişkin umudu korumaya devam edebilmek. Şu anda Türkiye’de, iktidarda olmayanların bir gün iktidara gelirim umudu nerede ise kal-mıyor. Çünkü medyayı öyle kullanıyorsunuz ki, devleti öyle yönetiyorsunuz ki, sizden olmayanlara karşı öylesine yoğun bir şiddet uyguluyorsunuz ki bütün bunun sonucunda bu kesimler diyorlar ki bu demokrasi, bu ülke, bu devlet benim demokrasim, benim ülkem, benim devletim değil. Ve bu fotoğraf dışarıdan net bir şekilde görünüyor.
-Başbakan balkon konuşmasında yeni bir şey var mı?Daha önceki konuşmalardan daha
derinlikli bir içerik bulduğumuzu söylemek mümkün değil. Tek yeni kavram var, kam-panyanın şemsiye kavramı idi: Yeni Türkiye. Ama Yeni Türkiye’nin ne olacağını neredeyse hiçbirimiz bilmiyoruz. Yeni Türkiye diye tarif edilen şey aslında bir çeşit gecekondu başkanlık rejimi. Çünkü yasal dayanağı yok. Ama fiilî bir zorlama var. Dolayısıyla bu aslında her ne kadar umut dolu bir kampanya konsepti olsa da yeni çatışmalar ve sıkıntılar doğurabilecek bir zorlama gibi gözüküyor. Çünkü AK Parti’nin bir daha 2011 seçim başarısını elde edebilme imkânı kalmadı. Çünkü bütün müttefiklerinden artık uzaklaştı.
Yani buradan bir sonuç çıkarabilmemiz, inanabilmemiz ve geleceğe umutla baka-bilmemiz çok mümkün değil. Son 1-1,5 yıllık dönemde yaşananlar devlete güven duygusunu sarstı. Dolayısıyla bir balkon konuşması ile bu sarsıntının giderilebilmesi çok mümkün gözükmüyor.
Ahlakî zaafların sebebi, şekil dindarlığı
Dindar işadamları çevrelerinden uzakta ikinci birer ev açıyor, eşine şiddet uyguluyor. Mevlit mevlit gezen başı örtülü kadınlar gıybet yapıp suizanda bulun-maktan sakınmıyor. Dinin bu konudaki uyarılarından bihaber insanlar birbirini kafirlikle suçluyor.
Din psikologlarına göre aile hayatın-daki bu yozlaşmalar toplumsal konularda da ahlaki zaafların görmezden gelinme-sine sebep oluyor. Örneğin içki içerken yakalanandan dinin haram kıldığı bir işi yaptığı için hesap sorulsa da daha fazla kazanmak uğruna Soma’da 300 işçiyi ölüme sürükleyenlere ses çıkarılmıyor. Ülkede neredeyse her gün biri iktidarın istediği gibi konuşmadığı için ‘dinsiz’ ilan ediliyor. Geçtiğimiz hafta da bir prog-ramda Müslüman toplumlarda eleştiri kültürünün zayıf olduğunu savunan Amberin Zaman, Başbakan öncülüğünde meydanlarda yuhalanmıştı. Bu olaydan sonra birçok köşe yazarı Egemen Bağış’ın ses kaydını hatırlattı. Zira kameraların önünde ‘Allah’ın huzurunda hesaplaş-maktan’ bahseden Bağış, arkadaş sohbet-lerinde Kur’an ayetleriyle dalga geçiyordu. Ancak o da partililerden Amberin Zaman kadar tepki görmemişti.
Söz konusu adaletsizliğe karşı bir itiraz da yalan olduğu ispatlanmış haberleri tekrar tekrar veren yayın organlarına karşı İslami camianın suskunluğu. Bir yazısında Yeni Akit gazetesinin nefret söylemine değinen T24 yazarı Ömer Faruk Ger-
gerlioğlu, “İçine din sosu katılmış ama ahlaki ilkeler açısından sınıfta kalmış bu gazetecilik karşısında başka kesimin değil, İslami kesimin tavrı önemlidir.” diyordu. Gergerlioğlu, medya gücü nedeniyle yaptıklarına, oluşturduğu nefret diline suskun kalınan bu gazeteyi dindarların ağır bir imtihanı olarak niteliyordu. İslami camiadaki ahlaki zafiyetlerin eleştirilme-sine karşı “Rakip varken niye kardeşimizi eleştirelim.” sözlerine de Gergerlioğlu şu soruyu yöneltiyor: “Ya rakibinizden daha büyük günahlar işleniyorsa yalan, hakaret, iftira ve komplo varsa ne yaparsınız?”
Soru soramayanın vicdan mekaniz-ması gelişmez
Alkole tepki gösteren halkın Ulude-re’ye, Reyhanlı’ya aynı tepkiyi göster-mediğini söyleyen Mehmet Altan ise, “Toplum ahlaki bir davranış kodu içinde değil. Din adına konuşulan tek şey kadın ve içki meseleleri. İnsanlar görüntüyle ilgili.” diyor. Altan, dini ‘hakikati arama yolculuğu’ olarak tanımlıyor. Türkiye’de ise insanların dini hayat karşısındaki eksiklerini giderme aracı olarak kullandığı görüşünde. Bu psikolojideki bir dindarın eline fırsat geçtiğinde zulme başvurdu-ğunu düşünen Altan, “Böyle bir ortamda insanlar ahlaklı olsun ya da olmasın ken-dinden olmayana yaşama hakkı tanımı-yor.” diyor. Türkiye dindarlığının zorbalık eğilimi taşıdığını anlatan Altan, meseleyi Osmanlı’daki davulcularla bugünküleri kıyaslayarak örnekliyor: “Osmanlı za-manında davulcu Ramazan’da insanları uyandırmak için zarafetle tık tık yapardı.
Sen de zaten tavşan uykusundasındır sahura kalkacaksın diye; kalkarsın. Şimdi kalkmayana küfreder gibi çalıyorlar.”
Mehmet Altan sağ camiada sola göre eleştiri kültürünün zayıf olmasını da dindar kimliğin yanlış oturmasına bağlıyor. Buna göre sadece hayattan korktuğu için, insanlara ‘görüntü’ vermek için dindarlığı seçenler cesaretten yoksun kişiler. Dinin dünya hayatı için bir kurtarıcı olarak görülmemesi gerektiğini söyleyen Altan şöyle devam ediyor: “Çünkü böyle görünce eline imkân geçip güçlendiği vakit dinini bir kenara atıyor. Bugün hır-sızlıklarla, tapelerdeki korkunç iddialarla anılanların dindar olduğunu söylemek mümkün değil.”
Yıllar önce yazdığı Kent Dindarlığı kitabında insanların dinden dünyevi bir çıkar beklememesi gerektiğini yazan Mehmet Altan, “Günümüzde ise dini çarpıtmaktan, yozlaştırmaktan siyaseten kullanmaktan ciddi ölçüde rant elde ediliyor.” sözlerine yer vermişti. “Kon-ya’daki Kur’an kursunda gaz patlaması sonucu ölen çocukların ölümüne sebep olan altyapı eksikliğini bile sorgulamayan bir anlayıştan daha geniş dini yoruma ulaşmasını bekleyebilir miyiz?” diyen Altan, toplumun ahlaki eleştiriden yoksun olduğunu yazmıştı.
İslam’ın muhatabının takva ve fücur dengesi üzerine kurulmuş insan olduğunu hatırlatan Prof. İştar Gözaydın ise, “Ne yazık ki bu ayar özellikle günümüzde iyice şaşıyor. Kibrin ve gösterişin fena halde galebe çaldığını görüyoruz.” diyor.
BİRİNCİ SAYFADAN DEVAM
www.zamaniskandinavya.dk9 - 15 TEMMUZ 2014 • YIL : 6 • SAYI : 270 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO
Devlet zırhına bürünenler suç işlerse
Ekmel Bey, niçin reis-i cumhur olamaz?
Tamamen hayal ürünü bir yazı
Hizmet hakkında
41
39
8
39
EKREM DUMANLI
AHMET TURAN ALKAN
KAMİL SUBAŞI
ALİ BULAÇ
Randevu almayan oy kullanamayacakUzun yıllardır gündeme olan yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’de yapılacak seçimlerde oy kullanması konusu ilk kez 10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekleşecek. Yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı olanlar oy kullanacak.HASAN CÜCÜK KOPENHAG
1Türkiye 10 Ağustos’ta 12. Cumhur-başkanı’nı seçmek için sandık başına
giderken, ilk kez yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları da oy kullanacak. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yurtdışında yaşayan vatandaş-ların oy kullanmalarıyla ilgili uyulması gere-ken kuralları tespit etti. Türkiye’nin Kopen-hag Büyükelçisi Mehmet Dönmez, YSK’nın seçimlerle ilgili getirdiği kurallar hakkında basın mensuplarına bilgi verirken, vatandaş-lardan sandık başına gitmesini istedi.
Uzun yıllardır gündeme olan yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye’de yapılacak seçimlerde oy kullanması konusu ilk kez 10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekleşecek. Yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı olanlar oy kullanacak. YSK verilerine göre, yurtdışında 2 milyon 768 bin kayıtlı seçmen bulunuyor. Bu rakamın yüzde 90’ı Avrupa’da yaşıyor. 1 milyon 380 bin seçmenin yaşadığı Almanya en büyük seçim bölgesi olurken; Fransa, Hol-landa, Belçika, Avusturya, İsviçre ve İngiltere seçmenlerin en yoğun olduğu ülkeler olarak öne çıkıyor. İsveç’te 34 bin, Danimarka’da 30,5 bin ve Norveç’te 7,6 bin kayıtlı Türk vatandaşı Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı’nı seçmek için oy kullanma hakkına sahip.
DEVAMI 5. SAYFADA
Danimarkalı aktör, Ramazan’ı yaşamak için Türkiye’de
13
Masum insanları ‘silahlı örgüt üyesi yapın’ emriESKİ İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN’İN SORU ÖNERGESİYLE GÜNDEME GETİRDİĞİ PLAN, EMNİYET TARAFINDAN HAYATA GEÇİRİLDİ. 35. SAYFADA
Okuyucularımıza duyurulur!
Gazetemiz yaz tatili münasebetiyle 16.7.2014 - 12.08.2014 tarihleri arasında yayınlanmayacaktır.
Tatil dönüşü gazetenizi yine her hafta düzenli olarak alabileceksiniz.
Huzurlu, güzel bir tatil geçirmenizi diliyor, hayırlı yolculuklar temenni ediyoruz.
ZAMAN İSKANDİNAVYA
Kopenhag Büyükelçisi Mehmet Dönmez
Gurbetçi oylarda şaibe tehlikesi 40
'İtikatta Maturidiyim'
diyenlere
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
Kendi kendine yetebilen, huzurlu, sakin diye imrenilen bebeğiniz 18 aydan sonra inatçı, huysuz bir çocuğa dönüştüyse 2 yaş sendromu evinize misafir olmuş demektir. Ancak endişelenmenize gerek yok.
Çocuğun artık anne-baba bağımlılığından yavaş yavaş uzaklaştığı, sosyal gelişimin başladığı bir dönemde görülen iki yaş sendromunun kesin baş-langıcı olmadığı gibi kesin bir bitiş tarihi de yok. Yaklaşık 18 ay civarında başlar. 2-2 buçuk yaşlarında en belirgin özelliklerini gösterir. Çoğu kez 3 yaşında, 4 yaşın sonuna kadar devam eder. Bu dönemin en sağlıklı geçirilmesi için ailenin çocuğun böyle bir dönem geçireceğini bilmesi, bu dönemin geçişini sabırla beklemesi, sağlıklı ve sabırlı iletişim sürecin daha sağlıklı bitmesine neden olacaktır.
İki yaş sendromu ne za-man sona erer?
Boyundan büyük "ergenliği” var
ASLIHAN KÖŞŞEKOĞLU
1Bebek bakımı zordur. Özellikle de yavrunuzu kucağınıza aldığınız ilk ay-
larda. Üstelik bir de sürekli gaz sancısı çeken, kucaktan indiğinde çığlığı basan bir çocu-ğunuz varsa işiniz daha da çetrefillidir. Bu yüzden hemen her annenin ilk 6 ayı kâbus gibidir. Sonrasında yavaş yavaş normale döner hayat. Bebeğin gaz sancıları azalır, eskilerin tabiriyle minik ele avuca geldikçe bakımı biraz daha kolaylaşır. Annenin yükü bir nebze de olsa hafiflemişken iki yaşına doğru yeni bir değişim süreci başlar küçükte. Sancak ailesinin 20 aylık kızları Nisa’daki değişim bundan sonra anlatacaklarımıza en isabetli örnek aslında. Çok değil bir ay ön-cesinde arkadaşlarıyla bütün oyuncaklarını paylaşan Nisa şimdilerde onlara dokunul-masına dahi tahammül edemiyor. Yalnızca oyuncakları değil, hemen bütün eşyalarına karşı tutumu aynı. Küçük kızın dilinde ise hep aynı nakarat “Anne bu meniiiimm(be-nim)” Annesi Leyla Hanım kızının yaşadığı değişimi şaşkınlıkla izliyor. Eskiden ken-disiyle inatlaşmayan, yemek yerken, oyun oynarken sözünden çıkmayan kızının şimdi her şeye karşı çıktığını söylüyor. İstekleri yerine getirilmediğinde ise çığlığı basıyor minik Nisa…
Sizin de 18 ayını geçirmiş çocuğunuzda benzer gelişmeler varsa, kendi kendine
yetebilen, huzurlu, sakin diye imrenilen bebeğiniz inatçı, huysuz bir çocuğa dö-nüştüyse 2 yaş sendromu evinize misafir olmuş demektir. Çocuğun bu süreçte geliş-tirdiği olumsuz tepkilerden dolayı tıpta bu sendroma negativizm de deniyor. Çocuğun iletişimi kullanmadan, bağırarak, ağlayarak kendi istekleri üzerinden hareket etmeye başladığı bir dönem olarak tanımlanıyor.
Çocuklarda 18 ay civarında başlayan bu sü-reç 36 ay, hatta bazen 4 yaşın sonuna kadar sürüyor. Her ne kadar aileler bu süreci kay-gıyla izlese ve anlatsa da uzmanlar endişeye gerek olmadığını vurguluyor. Birçok çocukta görülen bu değişim çocuğun ailesine olan bağımlılığından kopmaya başladığı, kendini ispat çabasına girdiği bir süreç. Miniğin kendi dışındaki bireylere direnerek karak-terini ifade etmeye başladığı böylece kişilik gelişiminde önemli yol aldığı bir dönem. Kısacası, bazı kaynaklarda “birinci ergenlik dönemi, korkunç 2 yaş dönemi” olarak da adlandırılan bu süreç, gerçekten sıkıntıların olduğu ama aynı zamanda çocuğun sağlıklı gelişimine işaret eden bir dönem…
Çocuğa dolaylı yoldan anlatmayınBu tespitlerden sonra akla takılan soru
söz konusu süreçte miniğe nasıl yaklaşı-lacağı. İki yaş çocuğu olan ebeveynlerin vermesi gereken mesajı ima yoluna başvur-madan en somut haliyle vermesi gerekiyor. Uzmanlar bu dönemin çocuğun ailesine “Senden farklıyım, ben de karar verebiliyo-rum” mesajları verdiği bir dönem olduğuna dikkat çekiyor. Anne ve babalar kuralları doğru yöntemle koyamadığında çocuklar ailelerini parmağında oynatıyormuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu nedenle aile çocukla güç savaşına girmemeli. Bir duruş olarak hayır demeyi seçmiş olan çocukla aile inatlaşmamalı ve kuralları onu bastırmaya yönelik olarak koymamalı. Aksi takdirde çocuk aileyi otorite olarak görür. Kendisine sürekli müdahale eden, zorla bir şeyler em-poze eden bireyler olarak algılar ebeveynini. Olumlu tavırlarına bile tersine yaklaşım gösterir. Ailelerin, çocuğa bu süreçte biraz zaman ve hükümdarlığını sürme imkânı vermesinde fayda var.
YURTDIŞI BASIN PDF
İ L A NT.C. MİDYAT 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDEN
ESAS NO : 2013/32 EsasDAVALILAR : TÜRKAN ALTUNKAYA -Süleyman ve Mecide kýzý 1954 d.lu Mardin ili Midyat ilçesi Barlat mah
nüf. KayýtlýBÝRSEL YENÝAY-Þefikve Nicmi kýzý Midyat 1963 d.lu Midyat ilçesi Protestan nüf. Kayýtlý
Davacý arafýndan aleyhinize açýlan Tapu Ýptali Ve Tescil (Satýn Almaya Dayalý) davasýnýn yapýlan yargýlamasýnda;
Mahkemenizce dava dilekçesinde belirtilen adresinize duruþma gününü bildirir davetiye çýkarýlmýþ olup, belir-tilen adreslerinize tebligat yapýlamamýþtýr. Adres araþtýrmasýndan da bir netice alýnamadýðýndan dava dilekçesi veduruþma gününün ilanen tebliðine karar verilmiþtir.
Duruþma Günü: 23/09/2014 günü saat: 09:00'da duruþmada bizzat hazýr bulunmanýz, veya kendinizi birvekille temsil ettirmeniz, Aksi taktirde H.U.M.K.'nun 3156 sayýlý yasa ile deðiþik 213/2 maddesi uyarýnca yargýla-maya yokluðunuzda devam olunacaðý hususu,
Dava Dilekçesi ve duruþma günü yerine geçerli olmak üzere ilanen teblið olunur. B: 50169
20.08.2014 03:39 05:09 12:59 16:57 20:36 21:56 21.08.2014 03:41 05:11 12:58 16:55 20:34 21:54 22.08.2014 03:43 05:13 12:58 16:54 20:31 21:51 23.08.2014 03:46 05:16 12:58 16:52 20:28 21:48 24.08.2014 03:48 05:18 12:58 16:51 20:25 21:45 25.08.2014 03:50 05:20 12:57 16:49 20:22 21:42 26.08.2014 03:53 05:23 12:57 16:48 20:19 21:39
STOCKHOLM İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
20.08.2014 04:08 05:38 13:30 17:29 21:09 22:29 21.08.2014 04:11 05:41 13:30 17:27 21:07 22:27 22.08.2014 04:13 05:43 13:29 17:25 21:04 22:24 23.08.2014 04:15 05:45 13:29 17:24 21:01 22:21 24.08.2014 04:18 05:48 13:29 17:22 20:58 22:18 25.08.2014 04:20 05:50 13:29 17:21 20:55 22:15 26.08.2014 04:23 05:53 13:28 17:19 20:52 22:12
DRAMMEN İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
20.08.2014 04:09 05:39 13:23 17:20 20:54 22:14 21.08.2014 04:11 05:41 13:23 17:19 20:52 22:12 22.08.2014 04:13 05:43 13:22 17:17 20:49 22:09 23.08.2014 04:16 05:46 13:22 17:16 20:46 22:06 24.08.2014 04:18 05:48 13:22 17:14 20:44 22:04 25.08.2014 04:20 05:50 13:22 17:13 20:41 22:01 26.08.2014 04:22 05:52 13:21 17:11 20:38 21:58
20.08.2014 04:05 05:35 13:28 17:26 21:08 22:28 21.08.2014 04:08 05:38 13:27 17:25 21:05 22:25 22.08.2014 04:10 05:40 13:27 17:23 21:02 22:22 23.08.2014 04:13 05:43 13:27 17:22 20:59 22:19 24.08.2014 04:15 05:45 13:27 17:20 20:56 22:16 25.08.2014 04:17 05:47 13:26 17:18 20:53 22:13 26.08.2014 04:20 05:50 13:26 17:17 20:50 22:10
20.08.2014 04:08 05:38 13:31 17:30 21:12 22:32 21.08.2014 04:10 05:40 13:31 17:28 21:09 22:29 22.08.2014 04:12 05:42 13:31 17:27 21:06 22:26 23.08.2014 04:15 05:45 13:30 17:25 21:03 22:23 24.08.2014 04:17 05:47 13:30 17:23 21:01 22:21 25.08.2014 04:20 05:50 13:30 17:22 20:58 22:18 26.08.2014 04:22 05:52 13:29 17:20 20:55 22:15
20.08.2014 04:06 05:36 13:36 17:35 21:23 22:43 21.08.2014 04:09 05:39 13:35 17:34 21:20 22:40 22.08.2014 04:11 05:41 13:35 17:32 21:17 22:37 23.08.2014 04:14 05:44 13:35 17:30 21:14 22:34 24.08.2014 04:17 05:47 13:35 17:29 21:11 22:31 25.08.2014 04:19 05:49 13:34 17:27 21:07 22:27 26.08.2014 04:22 05:52 13:34 17:25 21:04 22:24
HELSİNKİ İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
TAMPERE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
OSLO İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıGÖTEBORG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıKOPENHAG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
20.08.2014 04:24 05:54 13:29 17:25 20:53 22:13 21.08.2014 04:25 05:55 13:29 17:24 20:50 22:10 22.08.2014 04:27 05:57 13:29 17:23 20:48 22:08 23.08.2014 04:29 05:59 13:29 17:21 20:46 22:06 24.08.2014 04:31 06:01 13:28 17:20 20:43 22:03 25.08.2014 04:33 06:03 13:28 17:19 20:41 22:01 26.08.2014 04:35 06:05 13:28 17:17 20:38 21:58
20.08.2014 04:14 05:44 13:21 17:17 20:45 22:05 21.08.2014 04:16 05:46 13:20 17:15 20:43 22:03 22.08.2014 04:18 05:48 13:20 17:14 20:40 22:00 23.08.2014 04:20 05:50 13:20 17:13 20:38 21:58 24.08.2014 04:22 05:52 13:20 17:11 20:35 21:55 25.08.2014 04:24 05:54 13:19 17:10 20:33 21:53 26.08.2014 04:25 05:55 13:19 17:09 20:30 21:50
ODENSE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
20.08.2014 04:22 05:52 13:30 17:27 20:56 22:16 21.08.2014 04:24 05:54 13:30 17:25 20:54 22:14 22.08.2014 04:26 05:56 13:30 17:24 20:51 22:11 23.08.2014 04:28 05:58 13:29 17:23 20:49 22:09 24.08.2014 04:30 06:00 13:29 17:21 20:46 22:06 25.08.2014 04:32 06:02 13:29 17:20 20:44 22:04 26.08.2014 04:34 06:04 13:29 17:18 20:41 22:01
AARHUS İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
ZEYNEP KIRŞAN
1Herkes şikâyet eder, ama bazıları daha fazla. Ara sıra olan memnuniyetsiz-
likler genele yayılmadığı müddetçe olağan şeyler elbet. Fakat yakınmayı neredeyse hayat tarzı haline getirenlere çevremizde şahit oluyoruz. Söylemleriyle etrafındakilere, hayatta memnun olunabilecek hiçbir şey olmadığını düşündürürler böyleleri. İşlerin yolunda gitmesi, bir şeye emek harcanması veya özen gösterilmesi, onda yanlış ya da eksik bir şey bulmalarına mani olmuyor maalesef. Zira birçoğumuzun kafasına tak-mayacağı kadar küçük bir detay üzerine saatlerce sızlanabiliyorlar.
Her şeyden yakınan kişilerle bir arada olmak, aynı işyerinde çalışmak, aynı evi paylaşmak ise hiç kolay değil. Adeta ‘yaşam enerjinizi’ alırlar. Çünkü şikâyet ettikleri durumu değiştirmek için bir çaba harca-madıkları gibi, meselenin düzelmesi için sunulan önerilere ve çözüm yollarına da pek sıcak bakmazlar. Sığınılan bahaneler veya suçlanan birileri, müzmin şikâyetçilerin siperi olur. Bu kişilere hassas ve nazik ifadelerle yaklaşıp fikirlerini değiştirmek adına mantıklı gerekçeler sunsak da, ısrarla karşı çıkacak, şikâyet etmekte ne kadar haklı olduğu ko-nusunda, ısrar edecek. Karşısındakini ikna edici veriler sunmaya çalışacaktır yüksek ihtimalle. Onları dinlediğimizde ise korkunç bir manzarayla karşılaşırız: Her hangi bir problemin çözümünde bir rol alamayacak kadar umutsuz veya yaşadığı olay üzerinde en küçük bir kontrollerinin olmadığını dü-şünecek kadar önyargılı olduklarını duyarız. Oysa bizler biliriz ki, kaza ve kader sınırları çerçevesinde, bize verilen cüz’i iradeyi kullanarak, hayatımızdaki aksaklıkları de-ğiştirebiliyor ve başımıza gelen hadiselere yön verebiliyoruz. Çözüm yollarına kapalı olmak, hayatın bize getirdiklerine karşı esnek olmayan bir yaklaşımı benimsemek bizi pervasızca şikâyet etmeye itiyor. Bu da ha-yatımızı zorlaştırmaktan başka işe yaramıyor.
Hep şikâyet eden birinin anatomisiFatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
psikologu Hilal Arslan’la müzmin şikâyetçi-leri konuştuk. Görünürde hepsi, aynı olum-suz ‘frekansı’ yayan bu tiplerin her birinin, çok farklı nedenlerle şikâyet etme eğilimine girdiğini öğreniyoruz psikoloğumuzdan.
Sevgiye aç kişiler…Duygusal ve ruhsal gelişimlerini henüz
tamamlayamamış kişiler sürekli şikâyet eden bir karakter geliştirebiliyor. Psikolog Arslan’a göre, çocukluk döneminde ihtiyacı olan sevgi, ilgi ve şefkati göremeyen bu kişiler yakınmalarla duygusal açlıklarını
gidermeye çalışıyorlar. Çünkü bu yıllarda yaşanacak yoksunluk kişinin olgunluk dö-neminde kendine yetememe olarak ortaya çıkıyor. Örneğin, “Şu evi toplamama hiç yardımcı olmuyorsun, bir kere yardım etsen n’olur!” diye sızlanan kadına, kocası yardım ettiğinde bu yönden bir tatmin yaşıyor. ‘Şikâyet etme’ halinin böyle kişilerdeki karşılığı bu olabiliyor. Ebeveyni arasında böyle bir manzaraya şahit olan çocuğun ‘şikâyet etmeyi’ bir problem çözme yöntemi görebileceği konusunda da uyarıda bulunu-yor. Zira bahsedilen olayda anne yakınarak babasından yardım koparıyor. Bizi örnek alan evladımız, bilinçaltına ‘istediğim şeye ulaşmak için şikâyet edebilirim’ gibisinden bir algı yerleştiriyor. Uzmanımız, “bana ihtiyacın olduğunu söylüyorsun sanırım” gibi geri bildirimlerde bulunarak karşımızdakini doğru noktaya çekebileceğimiz tavsiyesinde bulunuyor.
Benlikleriyle kavgalı kişiler…Kendini beğenmişlik kişinin ifrata kaçtığı,
hoş olmayan bir haslet. Fakat kendini beğen-
memek de tefrit oluyor. Zira böyleleri, sürekli kendiyle kavga halinde oluyor. Bununla başa çıkmak adına tam aksi gibi davrandıklarını ifade eden Hilal Arslan, şikâyetçi kişiliklerin, kendilerini var edebilmek için başkalarındaki bir şeyleri şikâyet etmeye başladıklarını söylüyor. Kendisini yeterli ve önemli his-sedebilmesi için çevresindeki insanların ve durumların, eksik ya da hatalı taraflarını ortaya çıkarıyor. Etrafını küçümseyerek ken-dini gördüğü dibe çekiyor. Diğer bir durum ise, onaylanma ve desteklenme isteğinden dolayı yakınmalara başvurma. Psikolog Arslan’a göre, bu da kişinin kendini yetersiz görmesinden kaynaklandığının altını çiziyor. Çocukluk döneminde başarıları yeterince takdir edilmeyen, yanlış yapmaktan korkan tipler, yaptıklarının dış dünya tarafından ‘doğru’ olarak algılandığını duymaya ihtiyaç duyuyor. Bunun için de şikâyet mekanizma-sını kullanıyor. Böylece kendine daha olumlu yaklaşabiliyor, kendisini daha iyi hissediyor.
Hayatın çelmesini yemiş kişiler…Ülkemizde dram dizileri hep daha çok
tercih edilir. Uçlara kayan bir hikâye varsa hepimiz için ilgi odağı olur o film. Aynen bunun gibi, bir ortama girdiğinde başına gelen talihsizlikleri anlatarak ilgi odağı olur bu tip kişiler. Anlatılan ne kadar ‘negatif’ olsa da gerçek hayattan bir kesit sunulduğundan çoğumuza yakınma gibi bile gelmez. Fakat şikâyetin sahibi, istediğini başarmış ve çev-resindekilerin ilgisini görmüş olur.
Öfkesini yenemeyen agresif kişiler…Kimilerimiz, öfkesine sebep olan mev-
zuyu açıkça dile getiremiyor. Bir de bu can sıkıcı hissi bir türlü içinden atamayınca buhranlı düşünceler sarıyor ruh halimizi. Dışarıya illa bir şey aksedecekse o da yaşadığı problemin yerine ‘öfkesi’ oluyor. Pek çoğumuz, sinirlenince ‘söylenmeye’ başlayan bu kişilere aşinayız. Hilal Arslan, pasif agresif tarzda öfkelerini belirten bu tiplerin, problemi çözmek yerine sorunla ilgisi olmayan, çözmesi mümkün olmayan kişilere konuyla ilgili sızlanarak içlerindeki o duygu yoğunluğunu boşalttıklarını be-lirtiyor.
Çözmek istemiyorsan şikâyet et!Müzmin şikayetçileri etrafa yaydıkları olumsuz frekanstan tanırız hepimiz. Bu insanların her biri, çok farklı nedenlerle şikayet etme eğilimine giriyor.
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
ZEYNEP KAÇMAZ
1Aile, akraba, komşularımız arasında kanser, kalp ve diyabet hastalığına
yakalanmayan yok gibi. Özellikle diyabet, nam-ı diğer şeker hastalığı birçoğumuzun hayatında. Türkiye Diyabet Vakfı’nın verileri de diyabetin yaygınlığını ortaya koyuyor. Vakfın verilerine göre ülkemizde yaklaşık 10 milyon diyabet hastası bulunuyor. İki çeşit diyabet hastalığı var: Tip 1 diyabet, pankreasta insülin hormonun üretilememesi ile gelişiyor ve daha çok çocukluk yaşlarda ortaya çıkıyor. Şimdilik tek tedavisi insülin alımı. Tip 2 diyabet ise genellikle şişman kişilerde görülüyor. Yıllar içinde vücuttaki in-sülinin vazifesini tam yapmamasıyla oluşan, insülin direnci denilen sürecin ilerleyip kan şekerlerini kontrol edemediği anda başlıyor. Özetle tip 1 diyabette insülin yokluğu, tip 2’de de insülin fazlalığı var. Türkiye’de daha çok ikinci tip yaygın. İkinci tip hastaların birçoğu, insülin kullanıyor. Fakat insülini gerekmedikçe veya aşırı dozda kullanmak hastaya zarar verebiliyor. Buna rağmen bir-çok doktor, tip 2 diyabet hastalarına erken safhalarda insülin tedavisi uyguluyor.
Tip 2 diyabet tedavisinde genellikle insülin direncini düzelten haplar veriliyor. Bazı doktorlar, vücuda insülini direkt verme yoluna gidiyor. Tabii bu durum birtakım so-runlara yol açıyor. Dahiliye Uzmanı Dr. Engin Karagöz, erken başlanılan insülin tedavisinin kilo alımına, insülinin yapıldığı bölgede şiş-kinliğe, ödem ve ağrı oluşumuna yol açtığını belirtiyor. Kilo alımı ise bu hastalığı daha da ilerletiyor. Tam bu noktada akıllara hemen şu soru geliyor: “Tip 2 diyabetin başlangıç aşamasında insülin kullanımı zararlıysa niçin bazı doktorlar bu tedaviyi uyguluyor?”
Dr. Karagöz’e göre kimi doktorlar, şekeri çok yüksek hastalara insülin vererek şekerin daha fazla yükselmesini önlüyor. Hastanın ölme riskini o an engelliyor. Ancak daha sonra insülini kesme şansı olmasına rağmen, ona devam ediyor. Böyle olunca, hasta kilo alıyor. Dolayısıyla bu tipteki diyabet hastasının şekeri gittikçe artıyor, haliyle kullandığı insülin dozu da artıyor. Bu durum karşısında zamanla ayak, kalp böbrek, göz gibi organlar da zarar görüyor. Yani insülin ihtiyacı ortadan kalkan hastaya vermeye devam edilen insülin, bir süre sonra yarar sağlamak yerine zarara dönüşüyor. 2009 yılında Diabetologia Dergisi’nde yayımlanan bir
araştırma da bu sonucu kanıtlar nitelikte. Çalışmada 27 bin 49 diyabet hastası 4,5 yıl boyunca takip ediliyor. Kan şekerini düşürmek için yoğun tedavi alan grup, daha geleneksel yöntemlerle tedavi alan gruba göre, beklenenin aksine daha fazla kalp krizi ve felç geçiriyor. Neden olarak da
kan şekerlerinin daha fazla düşmesi ve kilo artışları gösteriliyor.
İnsülin bırakılabilir mi?İnsülin kullanan birçok ikinci tip diyabet
hastası, iyi bir tedavi sonucunda insülini bı-rakabiliyor. Tabii insülin bırakma tedavisinde
pankreasın az da olsa insülin üretebilmesi gerekiyor. Öncelikle hastanın kan değerleri ölçülüyor. Sonuçlara göre hastaya insülin yerine farklı ilaçlar veriliyor ya da insülinin dozu düşürülüyor.
Ayrıca diyet listesi sunuluyor ve birtakım fiziksel aktivite öneriliyor. Mesela yürüyüş, yüzme, bisiklet çevirme, bahçe işleriyle uğraşma...
Kilo veren hastanın insülin direnci azalı-yor, kullanılan ilaçların da etkinliği artıyor. Dr. Engin Karagöz bu şekilde yüzlerce hastasının insülini bıraktığını söylüyor. Onlardan biri de yıllardır şeker hastası olan 57 yaşındaki Halime Dervişoğlu. Bu hastamız, günde üç defa insülin alırken bu sayı birkaç yıl sonra beşe yükseliyor. İnsülin haricinde ayrıca şeker, tansiyon ve kolesterol ilaçları da kullanıyor. Şekerden dolayı katarakt ve göz tansiyonu ortaya çıkıyor. Halime Teyze, “Şekerim çok dengesizdi, 45’e kadar inip 4 yüze kadar yükseliyordu. İnsülin kullanırken sürekli açlık hissi duyuyordum. Yemek yedikten sonra da halsizleşiyor-dum. Bu sebeple kilo alıyor, yürümekte zorlanıyordum. Ayaklarım da ağrıyordu. Muayene sonrası doktorum Engin Bey, insülini keserek farklı ilaçlarla tedavi etme yoluna gitti. Diyet ve egzersiz verdi. Diyette ilk 2 ay zorlandım, çünkü ekmek yemeyi çok seviyordum. Ama sonra alıştım. Bol bol yürüyüş yaptım, su içtim. Tedaviye başlamadan önce 97 olan kilom şimdi 76. Kendimi çok sağlıklı hissediyorum.” diyor. Tüm bunların yanı sıra, her ikinci tip diyabet hastasının insülini bırakması mümkün değil. İnsülin direncini kıran ilaçları yan etkileri sebebiyle kullanamayanlar, vücutlarında in-sülin rezervi tükenenler, böbrek ve karaciğer yetmezliği gelişenler mecburen insülin veya insülin salgılatan ilaçlar kullanmalı. Yani bu tür hastalar için insülin, hâlâ hayat kurtarıcı.
Bazı diyabet hastaları insülini gerektiğinden önce veya fazla dozlarda kullandığında zarar görebiliyor. Mesela kilo alıyor, vücudunda ödem oluşuyor.
HER DİYABETLİYE İNSÜLİN GEREKLİ Mİ?
Pankreas adacık hücre nakliyle tip 1 diyabet hastaları da insülinden kur-tulabilir. Ancak henüz ülkemizde adacık hücre nakli gerçekleşmedi. Hay-vanlar üzerinde çalışmalar devam ediyor.
Tip 1 diyabetlileri insülinden kurtulabilir mi?
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
Hekimoğlu İsmail
Bahtiyar!Karnını doyuran kedi, sıcak bir yer buldu
mu yan gelir yatar. Bir gönül macerasına başlayınca da dünyalar onun olur.
Fakat insan öyle değildir. Nice insanlar var ki iyi elbiseler giymiştir, sıcak, konforlu bir yuva bulmuştur, en güzel yemekleri yemiştir amma bu tokluklar içinde bunalım geçirip kıvranıyordur. Çünkü insanın kalbi ve ruhu başka şeylere muhtaç... Gençlere bakıyorum; karnı ve cebi dolu, beyni ve kalbi aç. Mesela bir şarkıcı haykırıyor, “Ho-şuma gitmiyor böyle yaşamak!” Herkesin imrendiği, herkesin hayran olduğu şarkıcı, yaşadığı hayatı beğenmiyor. Hâlbuki en lüks gazinolarda şarkı söylüyor, alkış topluyor, bol para kazanıyor. Bir çiçek gibi kristal vazoda amma ruhu, kalbi, vicdanı o hayatı istemiyor. Huzursuz...
Bu feryadı duyunca dönüp gençliğime baktım. Süreyya Paşa plajına elli metre mesafede oturuyordum. İslam âlimlerinden, İslami neşriyattan haberim olunca denizi,
gazinoyu, kahveyi, gezmeyi kendime yasak ettim. Radyoya, gazeteye, haberlere kendimi kapattım. İşten gelince pijamaları çekip, kitaplarla ibadetle meşgul oldum. Akraba, arkadaş, dost hepsi benden uzaklaşmıştı. Elimi attığım her dalda diken vardı. Minyeli Abdullah’ta bir şiirde dediğim gibi, “Düş-mandan dost, dosttan düşman oluyordu.” Bütün bunlara karşılık bir şey vardı; dinimle bütünleşmeye çalışıyordum. Kendimi Allah’a beğendirmenin gayreti içindeydim. Bazen İki Cihan Serveri’nin meclisinde hadislerle konuşuyor, onunla olmak istiyordum. Bu hayattan hoşlanıyordum. “Helal daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.” deyip kendi dünyamda yaşıyordum. Büyük İslam İlmihali fasikül fasikül çıkıyordu. Ben de her fasikülü alarak, dinimi öğrenmeye çalışıyordum. İma ile namaz kılmayı da ilmi-halden okumuştum. Kışlada hissettirmeden böyle namaz kılardım. Bir gün içime bir şüphe düştü. Acaba kıldığım namazlar oluyor
muydu? O zamanın İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Efendi’ye gittim; durumu anlattım. Başladı ağlamaya, “Ya Rabb! Ne günlere kaldık!” diye.
Bazı arkadaşlarımın babası, dedesi din-dar, âlim adamdı. Amma kendisi bomboş… Böylesi arkadaşlarımı patatese, havuca benzetiyordum. İyi tarafları toprağın altında kalmış. Mesela yazın yumruk büyüklüğünde çiçekler görürdüm. Rengine hayran olup yanına yaklaşırdım. Meğer dikenmiş. Üstü çiçeklerle kaplı bu dikenlerin uzaktan görü-nüşü çok güzel; yanına yaklaştın mı diken. Ele almaya, yakaya takmaya hiç gelmez. Tıpkı haramlar gibi. Uzaktan cazip görünü-yor amma yaklaşanı yaralar, bin pişman eder.
Bu düşünceyle haramlardan uzak durup, arkadaşlardan da el etek çekince koskoca İstanbul’da yalnız kaldım. Yalnızdım amma kendimi hiç yalnız hissetmedim. O zaman düşündüm;
Ey evinde huzur bulamadığı için huzur
evine giden, kimsen var mı?Merhametsiz kocasının yolunu bekleyen
kadın, kimsen var mı?Sabahlara kadar “yavrum” diye çırpınan
ana, kimsen var mı?Hastaneyi evinden rahat bulan, kimsen
var mı?Ahlaksız patronun yanında çalışan işçi,
kimsen var mı?Mecazi maşukunun kolunda ağlayan
genç kız, kimsen var mı?Dinmiş bir fırtına gibi musalla taşında
yatan ölü, kimsen var mı?Tohum toprakta yalnızdır. Bu yalnızlıkla
neşvü nema olacak.Kuş yumurtası yuvada yalnızdır. Böylece
kuş olup kanatlanıp uçacak.Allah’a iman eden mü’min, insanlar
içinde yalnız fakat kâinat mescidinde mevcudatla zikreden, imanla dünyasını ahirete bağlamış, ebedi saadeti kazanmış bir bahtiyardır...
Burası limonlu kütüphane
Dünyanın her yerine dağılmış bir sürü ilginç kütüphane var. Kimileri saray gibi, altın varaklı, yüksek tavanlı kütüphaneler, kimileri bir telefon kulübesinde ya da ağaç evde oluşturulmuş. İçine yatak, minder koyulmuş olanları mı ararsınız, raflarına tırmanarak kitap alabildiklerinizi mi… Onlar kadar ilginç olmasa da bizim de içinde limon ağacı olan bir kütüphanemiz var.
Gümüşhane soğuk bir memleket, karasal ve dağlık. Fakat Akdeniz’in turunçları arasında yetişen limon ağacı, Gümüşhane İl Halk Kütüphanesi’nde taht kurmuş kendine, hem ne taht kurmak… Tam 48 yıldır orada duruyor, meyve veriyor, kokusuyla kitapseverleri başka diyarlara götürüyor. Kütüphanenin orta yerindeki bu limon ağacının hikâyesi ise şöyle: Sene 1966. Gümüşhane’ye bir polis memuru atanır. Yanında da saksıda minik bir limon ağacı… Fakat evinde koyacak yer bulamayınca limonunu kütüphaneye emanet eder. İki yıl sonra bu polisin tayini başka bir yere çıkar ve kütüphaneye bıraktığı limonu almaya geldiğinde bir bakar ki fidan başka bir şehre taşınamayacak kadar büyümüş. Emaneten bıraktığı limon ağacını kütüphaneye hediye eder bu kez polis memuru. Aradan yıllar geçer ve kütüphanenin orta yerindeki limon ağacının boyu 12 metreyi geçer, dalları uzar, defalarca meyve verir. Bunların hepsinin ötesinde çalışmaya ya da okumaya gelen kütüphane ahalisine mis gibi ferah limon kokusunu armağan eder. Darısı diğer kütüphanelerin başına…
BU SAY FA, M. FET HUL LAH GÜ LEN HO CA EFEN DI’NIN SOH BET VE YA ZI LA RI ESAS ALI NA RAK HAZIRLANMAKTADIR.
kur su@za man.com.tr
Şirkten ve küfürden koruyan zırhDinî vazifelerimiz arasında mutlaka yapmamız
gerekli olan şeyler vardır. Bazen bunlardan biri öne çıksa da, bu, diğerlerinin terk edilirliği manasına gelmez.
Fakat bazen, zamanın ve şartların durumuna, insanların dinî emirler karşısındaki tavırlarına göre, Enbiya-i İzam ve sonra da sahabe efendilerimizden başlayarak her devrin mürşidleri, belli konuların üzerinde daha fazla durur; o mevzuları her fırsatta
hatırlatırlar. Bir mesele hakkında o kadar çok hatırlatma ve tavsiyelerde bulunur; onun üzerine öyle hassasiyetle titrerler ki, zannedersiniz, bir tek o mesele önemli, onun dışındaki hususlar tâlî şeyler. Me-sela, namazda tekâsül olduğu, insanların namaza karşı bir bıkkınlık ve tembellik
tavrı sergilediği bir dönemde hakiki mürşidler, “Namaz kılmayanın işi bitmiştir, onun diğer ibadet ve iyilikleri de beyhûdedir.” derler. Namaza şiddetle vurgu yapar, onun üzerinde ısrarla dururlar. Ama bu, kat’iyen “oruç olmasa da olur, zekât verilmese ve hacca gidilmese de olur.” manasına gelmez.
Bu ibadetlerin hepsi farzdır, dinde hepsinin ayrı bir yeri vardır. Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker vazifesi de, din-i mübîn-i İslâm’a hizmet de bir farzdır ve onun da kendine göre bir yeri vardır. Normal şart ve zamanlarda, bu ibadetlerin bazıları bazıların-dan üstündür. Mesela, sahabe efendilerimiz namazı, imandan sonraki en önemli bir esas kabul etmiş ve onu gaye ölçüsünde bir vesile seviyesinde görmüşlerdir. Ona, müminin miracı nazarıyla bakmışlardır. “İnsan ile küfür arasında sadece namaz ya da namazı terk vardır.” demişlerdir... Evet, onlara göre, küfürle insan arasındaki biricik perde, nama-zın kılınması veya kılınmamasıdır. Namaz kılınmazsa, o perde kalkar aradan… İnsanın
öbür tarafa, tehlikeli bölgeye geçmiş olma ihtimali hâsıl olur. Düşmüş ve kapaklanmış olma ihtimali belirir. İşte namaz o kadar önemlidir.
Hatta hem onlar ve hem de Üstad’ın talebele-rine kadar daha sonraki devirlerde yaşayan hassas ruhlar, namazın mükemmilâtından (tamamlayıcı unsurlarından) sayılan “namazı cemaatle kılma” hususunda büyük bir titizlikle durmuşlardır. Ce-maatle namaz kılmaya, “farz” ya da “farz-ı ayn” demişler, çok az bir kısmı da “en azından vaciptir” hükmünü vermişlerdir. Bu meselede en esnek davrananlar Hanefi ler olmuş, onlar da “Sünnet-i müekkededir.” demişlerdir. Ahmed bin Hanbel Hazretleri’nin mezhebinin imamlarından bazıları, cemaati namazın rüknü olarak görmüşlerdir. Yani, onlara göre, cemaatle kılınmayan namaz, namaz
değildir.
Namazı Cemaatle Kılmakİstidradî olarak ifade etmeliyim ki, onca fukahâ-
nın böylesine önemli gördüğü “namazı cemaatle kılmak” meselesinde de çok hassas olunması, bu hususun üzerinde ısrarla durulması icab eder. Kitap ve sünneti çok iyi bilen, icma ve kıyasın kurallarına vakıf olan insanların, dinin herhangi bir emriyle alakalı söyledikleri “Bu çok önemlidir, bu olmazsa olmaz.” sözü kulak ardı edilebilecek bir ifade değildir. Onu kulak ardı eden, zamanla kulak ardı edilmemesi lazım gelen daha pek çok şeyi hafi fe alıp görmezlikten gelebilir. Cemaat en azından, tamamlayıcı ve namazı daha güzel eda etmeye yardımcı bir unsurdur. Ayrıca cemaat halinde yapılan vazife, ferden ferdâ yerine getirilen bir vazifeden on kat daha üstündür; bir de, toplu eda edilen vazife namaz ise, o, yalnız kılınandan yirmi yedi derece daha faziletlidir.
Zekât, oruç ve hac gibi diğer ibadetler hakkında da teşvik ifade eden pek çok söz zikretmek mümkündür. Çünkü her bir iba-detin dinde bir kıymeti ve yeri vardır. Birinin çok kıymetli olması diğerinin değersiz ve kıymetsiz olduğu manasına gelmemekte-dir. Yani, her şeyden önce ibadetlerin belli çerçeveleri vardır. O çerçeveler içinde biri daha üstün, tercihe şâyân ve daha faziletli olabilir. Ama yer yer bunlardan diğeri bir öncekinin önüne geçebilir. Mesela, yazın ka-vurucu sıcağında oruç tuttuğumuz dönemler olmuştur. O dönemde tutulan oruçlar çok zor gelmiştir nefi slere. Maden ocaklarında ya da fabrikalarda ateş karşısında çalışan; ama imanın verdiği güçle orucunu aksat-mayan insanlara oruç, bir ay da olsa, çok zor gelebilir. İşte, öyle bir dönemde ve o türlü şartlarda çalışan insanlar namazı zaten kılıyorlarsa, onlara oruçla alakalı çok ciddi teşviklerde bulunmak lazım gelir. Namazı nasıl olsa kılan bu insanların zor şartlardan dolayı orucu terk etmemeleri için tahşidat yapmak icab eder.
İşte, zannediyorum, bugün Türkiye’deki insanların yüzde seksen beşi oruç tutuyor-dur. Fakat namaz kılanların aynı nisbette olduğu söylenemez. Cumaya ve bayram namazına gidenler belki yüzde doksanlara varıyordur ama beş vakit namazın o ölçüde kılındığını sanmıyorum. Öyleyse, namazın ehemmiyetini sık sık anlatmak, insanları ona teşvik etmek lazımdır.
Sadırlarımıza, sînelerimize inşirah sal... Sen Settâru’l-uyûbsun; hata, kusur, günah ve isyan olarak bizden ne sâdır olmuşsa Sen onları da setreyle... Aczimizi, fakrımızı şefâatçi yapıp yüce dergâhına iltica ediyoruz; ne olur, merhamet et ve işlerimizi kolay hale getir... Kabirlerimizi Cennet bahçeleri gibi pür-nur eyle… Ve bütün ümmet-i Muhammed’in günahlarını bağışla!
İnancı kavî olmayan insanların, bu hakikati tam yaşayabileceklerine ihtimal verilemez. Evet, konuşan bir kardeşinizin sürç-ü lisanları sizi rahatsız etmiyorsa veya onun dinleyenlerin gönlünde inşirah hâsıl eden konuşması, sizi sevindirmiyorsa, siz “kardeş” makamını ihraz edememişsiniz demektir.
Abdullah Aymaz
Keşke demeden önceİnsanın bu dünyada “Keşke!” demesi gibi, bir de
ahirette Allah huzurunda “Keşke!” demesi var!.. Cenab-ı Hak ne orada ne burada “Keşke!” dedirtmesin. Onun için, bugünden üzerimize düşen her şeyi yapmaya gayret edelim ve hadis-i şerifte buyurulduğu gibi “Hesaba çekilmeden önce, kendimizi hesaba çekelim.”
Durum muhâkemesi ve muhâsebemizi yaparken: “Kendimize fazla mı güvendik? Alkışlardan ve başarılardan hoşlanır hâle mi geldik?” diye mutlaka yaptıklarımızı ve hissiyatımızı bir gözden geçirmemiz gerekir…
Unutmayalım ki, “Cenab-ı Hak, çok küçük şeylerle çok büyük işler yaptırır. Bizim işimiz karıncalarınkine benzer.
Cenab-ı Hak, termit karıncalarıyla koskoca kuleler yaptırıyor. O’nun lütufl arına kendimiz yapmışız gibi sahip çıkmaya kalkışmayalım. O isterse karınca tersinden, kanser gibi çaresiz dertlere şifa-devâ yaratabilir; böylece Kendi büyüklüğünü nazara verebilir.”
Gurura kapılma ve yaptığını beğenme nifak alâmetidir. Gurur ve alkışlanmanın insanı nereye götüreceği de belli olmaz. Çünkü zamanla psikolojik bir rahatsızlığa bile dönüşebilir. Meşhur Mazhar Osman’a rahatsız birisini getiriyorlar. O, onunla çok ilgileniyor, hatta bir müddet evine bile alıp tedaviye devam ediyor. Neticede ayrılırken hasta diyor ki: “Teşekkür ederim, sayenizde iyileştim. Ben başta size gelirken kendimi peygamber zan-
nediyordum ama şimdi tanrı olduğuma inanıyorum!..” Hâşâ!..
İnsanın devamlı kendisini küçük bilmesi gerekiyor. Büyüklük, kibriya ve azamet Allah’a mahsus ve O’nun hakkı… “Allahü Ekber”in mânası; “Büyük sadece Al-lah’tır.” demektir; yani başka büyük yok… İzâfî şeyleri, gerçek büyüklük sanmayalım…
Bizim hizmetimiz acz ve fakr yolu değil mi? “Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak” diye tarif edilmiyor mu? Tabii bir de “tefekkür” var…
Gerektiğinde insan, kendisinin talebesinin aşağısında olduğunu kabul edebilmelidir. Biz herkese saygılı olmalıyız ama kimseden saygı beklememeliyiz. Ana yoldan çıkınca yollar çoğalır ve çoğunun nereye varacağı da bilinmez. Sırat-ı müstakimden ayrılınca insan, ne yapacağını bile bilemez; şaşırıp kalır. Hatta yolda giderken bazen hızlı gideyim diye şerit değiştirmek bile çok tehlikeli olabilir. Dikkat gerekir.
Hırslı hareket etmeyelim, işleri aceleye getirmeyelim. Hangi işimiz olursa olsun mutlaka bilenlere danışalım. Meşveretin bereketinden istifade edelim. İstişareli hareket edenlere Cenab-ı Hak hata yaptırmaz.
Güzellik uyumdan doğar. Dengeleri bozmayalım… Çok güzel bir düşüncemiz olsa bile âhengi bozacaksak ısrarlı olmayalım. Dünya güzeli bile olsa Çinlinin gözü, Amerikalı güzelin yüzünde uyumsuzluktan çirkin görüne-bilir. Aksi de aynı neticeyi verir… Uyumlu olalım…
Hiçbir zaman için rehavete, meylü’r-rahat denilen rahat düşkünlüğüne kendimizi salıvermeyelim. Hız kesmeden hareket etmeliyiz. Vites artıralım ama unutmayalım bizim geri vitesimiz yok. Hiç, iman-Kur’an hizmetinde geri adım olur mu? Duranlar düşerler…
Bir de bu yolda, rampa ve virajların olduğunu da akıldan çıkarmayalım. Gerisine Allah Kerîm…
HAFTANIN DUASI SÖZÜN ÖZÜ
Eski hâl muhâlSosyal çalkantılar insanlarda alternatif
düşünme melekesini geliştirir, beyin fırtınalarına müsait zemin, fi krî bir dinamizmin ateşleyicisi olur. Bu dinamizm doğurgandır. Yani Röne-sans’ın gölgesi veya gerçek bir Rönesans bu tip dönemlerde ortaya çıkar. Meselâ bizim tedvin dönemimiz, asırlarca bizi ayakta tutacak -ki hâlâ geçerliliklerini sürdürüyorlar- Kelâm ve Fıkıh başta olmak üzere düşünce akımlarının doğduğu bir dönemdir. Bu dönemin en büyük özelliği toplumda sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel çalkantıların yaşanıyor oluşudur.
Tedvin devri adını verdiğimiz bu zaman diliminde, bir araya getirilmesi imkânsız, aynı kaynakların esas alınarak istinbat edildiğine ina-nılması zor, birbiriyle kıyasıya savaşan yorumlar, düşünceler ortaya atılmıştır. Basra mektebi Kûfe mektebi ile İmam Âzam Ebû Hanife, devrindeki diğer imamlar ile hatta kendi rahle-i tedrisinde oturan talebeleri ile ciddî fi krî münakaşalar içine girmiştir. Ama bu vetirede hiç kimsenin başı yarılmamış, burnu kanamamıştır. Bu süreklilik arz eden ciddî fi kir jimnastikleri sonucu girilen hicri üçüncü asırda -ki zamanın altın çağlarından biridir
o- dünyanın en mükemmel insanları yetişmiştir. Kaynağını ilahî beyandan alan belki de dünyanın en uzun soluklu içtihatları ortaya konmuş, düşünceleri üretilmiştir.
Batı’nın bizim tedvin dönemine benzer Rönesans’ına baktığınızda şunu görürsünüz: Evet, bir Rönesans yaşanıyordur ama Batı ve Batılı bunalım içindedir. Haçlı seferlerinden bıkmış yorgun askerdir. Bu yorgunluk onu kendi içine döndürmüş, kendini yeniden gözden geçirme imkânı sağlamıştır. Grek felsefesine, Roma düşüncesine, Hıristiyanlık esaslarına yönelme bu dönemde olmuştur.
Bu yüzden Cenâb-ı Hak bazı alanlarda bize geçici olan muvaffakiyetleri çok göstermesin. Ta ki biz sürekli metafi zik gerilim içinde olalım, doğurgan olalım, sürekli beyin fırtınaları yaşayarak tedvin dönemine benzer, bizi bugünümüz ve geleceğimiz adına yıllarca, asırlarca idare edecek esasları üretelim. Evet, Müslümanlığın çok yeni şeyler doğurması lâzım. Aksi takdirde geleceğe yürüyemez, bu hâliyle de yaşayamaz. Bediüzza-man ne güzel der; “Eski hâl muhâl, ya yeni hâl ya izmihlâl.”
Ay yüzlüAy yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban; Gönlüm Sana hayran! Nergis bakışlarının te'siri ne de yaman! Sultânım el amân...! Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı, Sen'dedir ilâcı... Ey varlığı nûr, dünyâsı sürûr, sözü Kur'ân! Her derdime derman... Pür âteşim birakma beni hicranda zinhâr! Rûhumda âh u zâr... Hem mahzûn, hem de perişan derdlerle kivrandim; Kapina dayandim! Bilmem başka ocak, başka ateş, Sana yandim; Sen'inle uyandım.
Ey dünyâya arşdan gelen nûr, ey meh-i tâbân! Aydınlattı ziyân... Hayâlimle gezip yine dîdârını andım; Aşkınla kıvrandım. Ey taptâze gül, kâkülü anber, saçı reyhân! Câziben ne yaman! Görmemiştir cihânda gözler Sen gibi dilber... Güneşlerden enver... Aç lütufl a bağrını aç ki kıtmîr kulundur! Dergâhın uludur... Deryalar gibi kereminden bir katre ihsân, Ey gönlüme Sultân! Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok! Derdim herkesden çok.
M. Fethullah Gülen
Gerektiğinde insan, kendisinin talebesinin aşağısında olduğunu kabul edebilmelidir. Biz herkese saygılı olmalıyız ama kimseden saygı beklememeliyiz. Ana yoldan çıkınca yollar çoğalır ve çoğunun nereye varacağı da bilinmez. Sırat-ı müstakimden ayrılınca insan, ne yapacağını bile bilemez; şaşırıp kalır.
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
BULMACA40 BU
Hazrlayan: Ali Topdağ[email protected]
BASİT TOPLAMA
•Her satr, her sütun ve kaln çizgilerle belirlenmiş 6 kutuluk bölgeye 1’den 6’ya kadar olan rakamlar birer kere yazarak diyagram doldurun. • Birleştirilmiş iki hücredeki saynn toplam 5’tir.
BEŞ TOPLAMLI SUDOKU
•Aşağdaki her fişte üçer harf var vardr.•Ortadaki fiş, soldaki ve sağdaki fişlerle ayr ayr kullanlarak iki ayr kelime oluşturmaktadr. •Şimdi size ortadaki fişten yararlanarak diğer fişlerdeki harfleri bulmak düşüyor…
FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA
HAL
LİT
PİR
SEY
ATA
•Aşağdaki diyagramda verilen saylardan yatay veya düşey oklar çizerek tüm kutu-lar doldurun. • Oklar diğer saylarn üzerinden geçme-meli, birbirini kesmemeli ve kesişme-meli.• Oklarn geçtiği kutularn saysnn toplam çktklar kutudaki say kadar olmaldr.
OKLARLA KUTU DOLDURMA
A
UUUUUUUUUUUUUU
E
4 62 3
34
26
6 37 6
11 1
1 2 2
•1 ve 2 saylarn aşağdaki diyagramlara yerleştirin. •Her satr ve sütundaki saylarn toplam 7 olmal.•Kenarlardan komşu olan kutularda ayn saylar olmamal. •Baz kutular boş kalabilir.•Alt say bizden, hadi kolay gelsin…
5
2
4
2
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ
BEŞ TOPLAMLI SUDOKU
OKLARLA KUTU DOLDURMA
BASİT TOPLAMA
FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA
2 4 3 1 5 6
5 1 6 2 3 4
4 2 5 3 6 1
6 3 1 4 2 5
3 6 4 5 1 2
1 5 2 6 4 3
2
3
1
4
4
1
2
3
1
4
2
3
4
1
4
BAĞ NAZ İAT
NEM MAM URE
EKS PER TEV
SİM SAR RAF
KON SEY YAL
42
1 710 2
3 41 6
66
2 1 1 1 22 1 2 2
2 1 2 21 2 1 2 12 2 2
2 1 2 22 1 2 2
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
19 A
ĞUST
OS 2
014
SALI
Yeni
Bah
ar Ç
ocuk
08-0
9 Bul
mac
alar
19 A
ĞUST
OS 2
014
SALI
ÇÖZMECE
26 MART - 1 NİSAN 2014
Ahmet Şahin
Yeni Bahar Çocuk 15 Faaliyet
19 AĞUSTOS 2014 SALI
1
2
3 4 5
6
7
Malzemeler:50cm’lik cetvel50cm’lik fon kâğıdıBantYapıştırıcıMakasPipetYeşil fon kâğıdı
1
2
3
4
5
6
7
KÂĞIT HELVA
Önce yaprak için yeşil fon kâğıdına şekildeki gibi çizim yapıp kesin ve ortasından katlayın. Pembe fon kâğıdına cetvel ile 0,8mm’lik çizgiler çizin.
Çizdiğiniz fon kâğıdını çapraz olarak şekildeki gibi kesin. Daha sonra çizdiğiniz kâğıdı kesin ama aşağıdan 2cm’lik sınır belirleyin ve bu bölümü kesmeyin. Kesmediğiniz bölüme yapıştırıcı sürün ve pipete dolayın.
Pipete dolama işi bittikten sonra bantlayın. Yaprakları da belirli aralıklarla yerleştirip bantlayın, kolay gelsin.
anım arka-daşlarım, bu hafta anneme
yine kâğıttan çiçek yaptım. Annem ‘Yeter artık, ev kâğıt çiçekler-le doldu.’ dedi. Ama ne yapayım arkadaşlarım, gerçek çiçekler de so-luyor. Üstelik kâğıttan yapmadığım daha çok çiçeğim var, onları da bir ara yapacağım. Hem mutfak masasın-da güzel duruyor, hoş-ça kalın.
C
ÇizdiğDaha sbelirleyapışt
HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜ[email protected]
Kâğıttan çiçek yapalım
Geçmişin hizmet anlayışlarından mesaj yüklü misaller
Hayatını hizmete adamış Horasan’ın maneviyat büyüğü Abdullah bin Mübarek (H. 182), çevresine dersler veriyor, anlattığı İslam ahlakıyla da dinleyenleri kötü alışkanlıklarından kurtarıyor, örnek insan haline getiriyordu.
Ancak içlerinde biri vardı ki, kaba saba sorular sorarak hem dinleyenleri hem de Abdullah bin Mübarek’i rahatsız ediyordu. Buna rağmen Abdullah bin Mübarek, adamın bu rahatsız edici kaba saba tutumunu tahammülle karşılıyor, iyi halli bir duruma geleceği günlerini bekliyordu.
Bir ara derslerde rahatsızlık veren adamın soruları duyulmaz oldu. Kaba saba adam Merv’den başka bir şehre göçtüğünden artık sohbetlerde bulunmayacağının söylenmesi üzerine herkes sevindi. Ancak Abdullah bin Mübarek’in bu duruma üzüldüğü görülünce kendisine:
- Kötü huylu adam içimizden iyi ki gitti, neden üzülüyor-sunuz, diye sordular.
Cevabı tüm hizmet insanlarını düşündürecek örneklikte oldu:
-Ben, kötü huylu adamın içimizden gidişine üzülmüyorum, kötü huyuyla gönderişimize üzülüyorum! İçimize girmiş birini bizler, kötü huyundan kurtarmış olarak göndermeliydik. Bize bu kadar yakın olmanın bir faydasını görmeliydi, kötü huyun-dan arındırmış olmalıydık. Bu bizim kusurumuzdur. Bunun için üzülüyor, hatta utanıyorum, bizimle birlikte olduğu halde kötü huyundan kurtaramadan gönderdik diye!
- Bilmem biz de kendimizi sorumlu tutar mıyız aramızda kaldığı halde hiç faydalanmadan ayrılanlardan dolayı?
Yoksa biz de hata hep istifade etmeden ayrılanlarda mı olur, bizim hiç hatamız olmaz mı? Bir nefs muhasebesi yapsak, bir düşünsek mi?
Bağdat’ın ileri gelen hizmet insanı İbrahim Havvas (H. 291), bir kafi le içinde hacca gidiyordu. Yolda kendisine kafi le başkanlığı teklifi yapıldı. İbrahim Havvas:
-Beni reis seçtiğiniz takdirde yol boyunca bana hep tabi olacaksınız, asla itiraz etmeyeceksiniz. Bu şartla kafi le başkan-lığınızı kabul ederim, dedi. Tereddütsüz kabul ettiler.
Ancak şartlarını kabul ettikleri bu kafi le reisi, konakladıkları her yerde tüm önemli hizmetleri kendisi yapıyor, kimsenin yardımını kabul etmiyordu.
Bu durumdan rahatsız olan yolcular: Biz bu hizmetinizden mahcup oluyoruz, siz oturun, biz hizmetleri yapar, size hazır hale getiririz. Siz bizim reisimiz, başkanımızsınız, istirahat etmelisiniz.. dediler.
-Hayır, dedi İbrahim Havvas ve başkanlık anlayışını şöyle anlattı:
-Siz beni reis seçtiniz. Reislik ise hizmet etmeyi gerektirir, yoksa kendine hizmet ettirmeyi değil! Peygamberimiz de öyle örneklik etti bizlere. Ben Peygamberimiz’in tarif ettiği manada reislik yapmak istiyorum size, yoksa insanları kendime hizmet ettirmek için reisliği kabul etmiş değilim!
İbrahim Havvas Hazretleri’nin bu reislik uygulamasını anlatan talebesi der ki:
-Reisimiz İbrahim Havvas’ın verdiği bu kafi le başkanlığı örneğinden sonra içimizde reisliğe talip olan kalmadı. Beni neden reis seçmiyorsunuz, diye gönül koyan bir daha çıkmadı!
-Ne dersiniz bu reislik anlayışına? Başkanlık böyle anlaşılır ve uygulanırsa bu makamı elde etmek için haysiyet kırıcı bir yarış söz konusu olur mu insanlar arasında? Nitekim bu örnekten sonra kimse bir daha kafi le başkanı olmak için müracaatta bulunmamış? Manidar değil mi?
Maneviyat büyüğü Rufai Hazretleri (1118) talebeleri ile birlikte sabah namazına camiye giderken yol kenarındaki bir evin penceresinde ışık görmeyen bir talebesi: Bu evin sahibi namaza kalkmamış leş gibi yatıyor, diye söylendi. Bu sözü duyan Rufai Hazretleri öğrencisine dönerek şu sert karşılığı verdi:
-Keşke sen de leş gibi yatsaydın da böyle bir söz söyleme-seydin!
Bu olaydan sonra Rufai Hazretleri’nin dershanesine gelen bir adam şu teklifi yaptı:
-Ben sizin dershanenizin tuvaletlerini temizleme şerefi ni üstlenmek istiyorum, lütfen beni bu şereften mahrum etmeyin!
Hizmet insanının çevre saygısına hayranlık örneği mi dersiniz?
Masa başında çalışanların kâbusu: Boyun ve bel fıtıkları1
Boyun ve bel kaslarının hareketsizlik nedeniyle zamanla tembelleştiğini ve dayanılmaz ağrılara
sebep olduğunu söyleyen Fatih Üniversitesi Tıp Fakül-tesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Burcu Önal, "Sabit bir şekilde bilgisayar karşısında oturarak çalışanlarda bel ve bo-yun fıtığı daha çok görülüyor. İhtiyaç hissettiklerinde boyun egzersizleri yaparak oluşabile-cek rahatsızlıklardan kendilerini koruyabilirler. Ayrıca her yarım saatte bir ayağa kalkarak ofi ste gezmeleri gerekir." dedi.
Sürekli oturmalar, hareketsizlik sonucunda omurga çevresi kaslarda zayıflamaya ve sonuçta boyunda düzleşme, boyun ve bel fıtıklarına zemin hazırladığını kaydeden Dr. Burcu Önal, "Gün içinde hareketsizlikten ve sürekli aynı pozisyonda oturmaktan kaynaklanan ağrılarınız, belden bacağa yayılıyorsa bel fıtığı, boyundan kola ve ele yayılan ağrınız mevcutsa boyun fıtığı olabi-
leceğiniz ihtimalini beraberinde getiriyor. Bu durumun uzun süre devam etmesi omurgada ciddi rahatsızlıklara yol açabiliyor. Masa başı işi olanların gün boyu sabit bir şekilde oturmamalılar." uyarısında bulundu.
Önal, ayrıca şu tavsiyelerde bulundu:
* Sırtınız dik olmalı.* Masa, çalışırken eğilmenizi
gerektirmeyecek yükseklikte ve uzaklıkta olmalı.
* Masayla vücut arasında kolları esnekçe kullanmayı sağlayacak bir oran bulunmalı, doğru oturuş pozisyonunu koruyabilmek için
bulunulan ortamın aydınlatması ve ısısının da kişinin rahat edebileceği durumda olması gerekiyor.
* Aralıklarla duruş pozisyonunuzu değiştirin.* Tüm bunlar sağlandığında bile, belli aralıklarla
kalkıp 5-10 dakika dolaşarak kasları hareket ettirmek gerekiyor.
(CİHAN)
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
Manevî hayatımı-zın yaşam pınarla-rından olsa da dua, ruhumuz bu gerçe-
ğin pek farkında değil. İçinde bulun-duğumuz bu gün-ler, duayla müna-sebetimizi gözden
geçirmenin, Cenab-ı Hakk’a kararlılıkla
iltica etmenin en güzel zamanları...
HATİCE TUBA ÇETİNKAYA
1Su gibi aziz ol yavrum!’ derdi büyükleri-miz. Çocuk aklımızla düşünürdük suyun
neden aziz olduğunu. Nasıl olmasın ki? Son nefeste bile bir yudum su içip öyle gitmek isti-yor bu dünyadan insanoğlu. Gittikten sonra da arkasında bir Fatiha için çeşme hayratı bırakan niceleri var. Yağmurun yağması için dualar edi-liyor, yağarken mübarek vakit diye bu kez şü-kür niyetine kalkıyor eller. Suyun kıymetini en iyi bilenlerden biri de Hz. Hacer’dir herhalde. Safa ve Merve tepeleri arasında koşarken fış-kıran mübarek zemzem, sadece ona ve oğluna değil, Kâbe’ye de hayat vermiş. Velhasıl su hep mübarek, hep aziz, hep kutsal sayılmış; olduğu yerde şehirler kurulmuş, hayvanlar otlatılmış, ağaçlar yetişmiş. Lakin suların güldür güldür akması artık türkülerde kaldı desek yalan ol-maz. Küresel ısınma bir yandan, betonlaşma öbür yandan gelince su sanki küsüp gitmeye başlamış bulunduğu diyarlardan. Fütursuzca israf etmeye devam edersek toptan bizi terk edeceğe benziyor.
Su tasarrufu konusunda ne yazık ki toplumca pek dikkatli değiliz. ‘Canım, su olmadan temizlik mi olur!’ diyerek israfımıza kılıf bile uyduruyoruz. Yakında halıları ya da balkonu yıkamayı bırakın banyo yapacak kadar suyu bulamayacağımızı düşünsek aslında bu bile bizi susuzluğa karşı dikkate sevk edebilir. Üstelik şu an sadece bir ilin veya ülkemizin suları azalmıyor, tüm dünya kıtlık ve kuraklığın pençesinde. Geçtiğimiz gün-lerde ABD’nin California eyaleti de kuraklık ilanında bulundu. Eyaletin su kaynaklarını yöneten yetkililer su tasarrufu için birtakım tedbirler alma yoluna gittiler. Bu acil durum kısıtlamaları arasında bahçelerin ihtiyaçtan fazla sulanması, kaldırım ve caddelere su taşmasına sebep olacak çevre düzenlemeleri, kaldırım veya asfalt alanların yıkanması, açılır-kapanır başlığı olmayan hortumla araç yıkanması gibi uygulamalar var. Bunlara uymayanlar içinse 500 dolara kadar ceza var. Türkiye’de resmi olarak böyle yaptırımları olan uygulamalar yapılmasa da artık su kay-naklarımızın neredeyse tükendiğini hepimiz biliyoruz. Kaldı ki susuz kalmaktan daha kötü bir ceza mı olur insan için? Öyleyse sahabe-sine, “Akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur.” diyen Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti olarak, hayatımızın her alanında su israfından kaçınmak adına bir şeyler yapabiliriz.
Saniyede bir damla akıtan musluk, senede tam 3 ton su harcar. Damlatan musluğumuz varsa, tasarrufa onu ta-mir ettirerek başlayabiliriz.Suyu kullanmadığımız zamanlarda açık bırakmaktan, yılda kişi başı 12 ton su israf ediyoruz. Oysa dişimizi fırçalarken, tıraş olurken ya da ellerimizi sabunlarken musluğu kapalı tutarak bunun önüne geçebiliriz. Mese-la dişimizi fırçalarken suyu kapatarak 4 kişilik bir ailede tam 3 bin 40 litre su tasarruf edebiliriz.Duş alma süremizi 10 dakikadan 5 dakikaya indirerek yıllık 20 bin litre civarında suyu koruyabiliriz. Banyo ya-pacak su bulamama ihtimalindense, bazı alışkanlıkları-mızı değiştirmek daha makul görünüyor. Ayrıca masrafı su faturası yerine suyu daha iyi püskürten ekonomik duş başlığına yaparak da daha az su kullanabiliriz.Tuvaleti temiz tutmak tabii ki önemli fakat sifonu gereksiz yere çekmek de maalesef farkında olmadan yaptığımız su israfı içinde yer alıyor. Sifonu günde bir kez fazla-
dan çektiğimiz takdirde yılda 4 ton suyu boşa harcamış oluyoruz. Bu yüzden tuvaleti çöp olarak kullanmaktan uzak durmalıyız. Temizlik kovasındaki pis suyu ya da su filtreli elektrik süpürgelerinin içini tuvalete döküp üze-rine sifonu çekivermek belki evimizi temiz hissettiriyor ama susuzluğa da sebep oluyor ne yazık ki.Balkonu, kamelya ya da çardakları yıkamak yerine süpürüp silerek hem temizliğimizi yapmış oluruz hem de su tasar-rufuna katkı sağlarız.Meyve veya sebzeleri sürekli akan suda yıkamak en çok su israfına sebep olan davranışlarımızdan. Hele de ıspanak-gillerden ya da mantardan yemek yapacaksak… Oysa su dolu bir kapta bunların kumlarını veya çamurlarını atmaları için bekletip ikinci, belki üçüncü kap suyla du-rulayarak da yıkama işlemini gerçekleştirebiliriz. Sürekli akan su yerine bu yöntemi kullanan 4 kişilik bir aile yılda ortalama 18 ton su tasarrufu yapabilir.
Hangi suları boşa akıtıyoruz?
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
İtikatta Maturidiyim diyenlereİtikadi mezhepler, İslam akidesinin özü ‘vahdaniyet’ ilkesi üzerinde ittifak eder. Bu ittifak onların kıymetini artırıyor. Farklı düşündükleri meseleleri araştırmayı da gerekli kılıyor aynı zamanda.
SÜHEYLA SANCAR AKBAYIR
1Mezheplerin üç kısma ayrıldığını bili-yoruz. Pratik bir görüntüsü olan siyasî
mezhepler, hayır ve bereket kaynağı olan fıkhi mezhepler ve nazari ihtilaflardan öteye geçmeyen itikadî mezhepler. Siyasî ve fıkhî mezheplerle ilgili az ya da çok herkesin biraz malumatı var. Ancak itikadî mezhebinin ne olduğunu dahi bilmeyenlerin sayısı azım-sanmayacak kadar fazla. Bilenlerin büyük bölümü, “İtikatta Maturidi’yim.” Cümlesin-den sonrasını getiremiyor maalesef. Hâlbuki ihtilaflar, akaidin özüne ilişmese de bazı konularda nasıl düşüneceğimizi belirliyor. Kader, irade, büyük günah işleyenlerin durumu bunların başında geliyor. Bıçak sırtı meseleleri Kur’an, sünnet ve felsefî görüşle-riyle değerlendiren imamlar ümmeti sapkın-lıktan korudu ve korumaya devam edecek.
Ebu Mansur el- Maturidi de üçüncü asrın manevî rehberlerinden biri. Hangi tarihte dünyaya geldiği bilinmeyen âlimin, hicretten sonra 333 senesinde vefat ettiği biliniyor. Kendisi Semerkant’tın Maturid beldesinde doğar.
Hanefi mezhebinden olan imam, büyük tartışmaların yaşandığı bir çağda irşada ömrünü adar. Çünkü Efendimiz’in (Aleyhissalatü vesselam) ruhunun ufkuna yürüyüşünden sonra ortaya çıkan ayrışmalar, onun yaşadığı döneme kadar sürer. Fıkıh ve fıkıh usulünde derin bilgi sahibi olan İmam Maturidi, kelam ilminde de söz sahibidir.
Bu sebeple Hanefi âlimlerin çoğu kendi-sini, İmam-ı Azam’ın akaidini geliştirmesi sebebiyle takdir eder. Kısa sürede yaşadığı Semerkand’ın sınırlarını aşar. Mutezile mezhebinin yayıldığı dönemde İmam Ma-turidi, fikri fitneyle mücadeleye kendini adar. İmam-ı Azam, kelam görüşlerini tartışmak için yirmi iki defa Basra’ya yolculuk eder. Maturidi de onun risalelerini kök kabul ede-rek bir ulu ağaç yetiştirir. Bu ağacın meyvesi ise ‘aklî nazar’ kabul edilir.
Düşünmeyi Emreden Kur’an’ın İzindeNasslarla yardımlaşarak aklî delillere
başvurmak’ şeklinde özetleyebileceğimiz bakış açısı, onun bütün çalışmalarında temel ilkelerdendir. Büyük imam bu yaklaşımıyla, sırf nakle dayanan, aklın yanılacağı gerek-çesiyle hakikati sadece rivayet edilenlerde arayanlara muhalefet etmiş olur. Kıymetli eserlerinden ‘Kitabu’t-tevhid’de, aklı dış-layan görüşleri eleştirir: “Bu iddia şeytanın akla getirdiği bir kuruntudan ibarettir. Çünkü akıl nazarı reddedenin elinde, akli nazardan başka bir şey yoktur. Bu bile aklî nazara ihtiyaç duyduklarını gösterir. Kaldı ki, Allah Teâla, kullarını akılla nazar etmeye çağırmakta, onlara düşünmelerini, tefekkür etmelerini emretmiş. Öğüt ve ibret almalarını istemiştir. Bu da aklî nazarın ve düşünmenin, ilmin kaynaklarından biri olduğuna delildir.”
İmam Maturidi’nin görüşleri Hanefilerin yo-lunu aydınlatırken İmam Eş’ari’nin görüşleri ise Şafiilerin imdadına yetişir. Mutezile mez-
hebinin hızla yayıldığı üçüncü asrın iki bü-yük mütefekkiri yalnızca bazı konularda ayrı görüşleri savunur. Şüphesiz her iki imam da İlahi Beyan’ın içerdiği inanç konularını akıl ve mantık delilleriyle ispata yönelir. Her ikisi de ‘Kur’ani’ akaide bağlıdır. Yalnızca biri akla diğerinden fazla yetki tanımayı tercih eder. Örneğin, Eş’ariler “Allah’ı bilmek, şeriat ile gereklidir” derken, Maturidiler, “Allah’ı bilmek akli bir gereklidir” görüşünü savu-nur. Ebu Mansur el- Matürîdî’ye göre hiçbir peygamber gelmese bile insanlar, Allah’ı bilmekle mükelleftir.
Çünkü akıl, Allah’ı bilme ve bulmaya yetecek mahiyettedir. İmam Eş’arî’ye göre ise, Allah (celle celâluhu), herhangi bir yere peygamber göndermedikçe o bölgedeki insanları mükellef tutmaz. Dolayısıyla da dinden haberi olmayan insan, hiçbir şeyden sorumlu tutulamaz.
Eşyadaki Kötülüğü İnsan Fark edebilir mi?Maturidilikte eşya tek başına derin
manalar ihtiva eder. Eşyada bir kendinden kötülük (kubh-ı zati), bulunur. Mü’min iyilik ve kötülüğü seçebileceğinden mezhep eşyayı üç kısma ayırır: “Birincisi, beşer aklının tek başına iyiliğini fark edebileceği şeyler, diğeri aklın kötülüğünü fark edeceği şeyler, sonuncusu ise iyilik ve kötülüğü kapalı olan şeylerdir.” Büyük müçtehid İmam-ı Azam’ı tasdik ederek kötü fiiller karşısında konumumuzu şöyle belirler: “Akıl idrak
etse de, sorumluluk ancak Dinin Yüce Sa-hibi’nden gelebilir. Akıl dinî yükümlülüğü anlamada, hiçbir zaman tek başına yeterli değildir. Çünkü dini sorumlulukta tek hâkim, Allah’tır.”
Kelam’ın en tartışmalı meselelerinden biri de gayb kuşkusuz. Maturidi, gaybı ikiye ayırır. Birincisi insanın aklıyla çözebileceği hadiselerden oluşur, diğer kısmı ise Allah’tan başkası asla bilemez. Ona göre kişi, bilme-diği, idrak edemediği konularla ilgili fikir yürütmekten kaçınmalıdır. Bu görüş onun akli nazarının sınırını da ortaya koymuş oluyor. İmam Maturidi’nin ilmi çalışmala-rının tamamını bir habere sığdırmak takdir edersiniz ki imkân dâhilinde değil. Ancak onun kelam dışında tefsirde de kendine özgü metodundan söz etmekte yarar var. İtikadda rehberimiz, ayetleri tefsir ederken aklın yardımını önemser. Müteşabih ayetleri mukem (açık) olan beyanlarla açıklama yo-lunu tutar. Elinden geldiğince İlahi Beyan’ı yine kendisinden yola çıkarak tefsir etmeye çalışır. Çünkü ayetler arasında hiçbir çelişki bulunmadığı gibi kusursuz bir uyum söz konusudur. Mâturîdî’nin diğer bir hususi tarafı, Allah Teâlâ’nın fiillerindeki hikmetleri arama gayreti içinde olmasıdır.
Bu, esasen Kur’ân’ın bize yüzlerce numunesini gösterdiği bir bakış açısıdır. Öte yandan her şeye hikmetle bakabilmek müstakil bir çaba gerektiğinden, ona biat edenler ‘hikmet’ ilmine gönül vermek, onun eserlerini okumak zorunda.
31 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEM
Sahibi/Publisher: Moving Media ApSYönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer
Vedat Oğuz
ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ• İsveç: İbrahim Kaya .......................................................................................... + 46 76 160 46 03• Norveç: Ömer Fevzi İpek ................................................................................... + 47 47 23 03 91• Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ......................................................................... + 358 46 63 44 686• Grönland, İzlanda: Mehmet Bayhan ................................................................. + 0045 27222296• Aarhus: Rasim Atakan ...................................................................................... + 45 42 20 66 16• İstanbul: Salih Beşir .......................................................................................... + 90 5332 83 89 86
KÜ
NYE
Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892
Reklam [email protected] ...............................+45715 14 385Haber: ....................... [email protected] Okur Hattı: [email protected]: [email protected] ........................... +4570206970
Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.
CVR-nr. 25065557
Genel Yayın MüdürüEditor-in-Chief
Kamil Subaşı[email protected]
Haber MerkeziRedaktion Center
Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya,
Engin Tenekeci, Yavuz Şahin [email protected]
Grafik TasarımSebahattin Çelebi
Reklam / Advertising +45 71 51 43 85
Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK
'O acıyı unutmak mümkün değil'1
Asrın felaketi olarak nitelendirilen 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin
15'inci yıl dönümünde, felaketin en fazla his-sedildiği Gölcük'te vatandaşlar, depremde kaybettikleri için mezarlığa akın etti. Dep-remzedeler, bu acıyı unutmalarının mümkün olmadığını söyledi.
Eşiyle birlikte mezarlığı ziyaret eden Metin Akay, depremde kızını ve 2 toru-nunu kaybettiğini söyledi. Atay, o günleri unutmanın mümkün olmadığını belirterek, "O geceyi his sorma. Biz ayrı yerde ikamet ediyorduk. Kızlarımızda arka sokaktaydı. O gece saat 3.02'de deprem oldu. Benim evime bir şey olmadı. O anda çıktım bir yere gidemedim. Her yerde yollar kapanmıştı. Kızımın yaşadığı eve vardım ki her taraf çökmüş. Mümkün değil bulmak. Damadı o saat çıkardık. Kızımızı da 2 gün sonra çıkardık. 2 torunu kaybettim. Birisi orta ikiye gidiyordu, birisi de lise ikiye gidiyordu. O günü hep hatırlıyoruz. Her sene aynı şeyi hatırlıyoruz. Her sene her zaman geliyoruz. Aynı acı yine tekrarlanıyor. Allah bir daha böyle felaketi göstermez inşallah."dedi.
Depremzede Uğur Güler de mezarlığa geldi. Güler, yakınlarının mezarlarına su taşıdı, mezar taşlarını temizledi, kaybet-tiklerine dua etti. Güler, depremde, kayın-validesini, hanımını, oğlunu, kızını, gelini ve torununu kaybettiğini kaydetti. Güler, "Annenin babanın acısını unutuyorsun ama evlat acısı yaşadığın müddetçe yeniden alevleniyor." diyerek duygularını dile getirdi. Güler, ölenlere rahmet, kalanlara sabır diledi. Güler, ayrıca, yakınlarının yanında 3 isimsiz
mezarın olduğunu, o mezarlarında etrafını çevirerek bakımını yaptığını kaydetti.
İlhan Ersarı da depremde 9 yakınını kaybettiğini, bu acıya dayanamayan annele-rinin 2 sene önce, babalarının da geçen sene yaşamını yitirdiğini anlattı. Ersarı, "Allah bir daha deprem yüzünü göstermesin. Çok bü-yük acılar yaşadık. Aynı acıyı 15 senedir biz yaşıyoruz. Ancak acı biraz külleniyor. Ama yine yaşıyoruz. Cenabı Allah bir daha bu acıyı göstermesin."diye konuştu. Çiçek Ersarı ise "Ben ne söyleyeyim. Acı çok büyük, yapacak bir şey yok. Allah sabır kuvvet versin. Geride kalan için çok büyük acı. Unutulmuyor, mümkün değil. Yenileniyor. İki kardeşim, onların çocuklarından kimse kalmadı. Peşin-den anne baba da gitti."diyerek üzüntüsünü anlattı. Depremzedeler mezar ziyaretinin ardından Gölcük Belediyesi'nce düzenlenen mevlit programına katıldı. CİHAN
32 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEMDerin devletin kendisine biat ettiğini sanıyor
Prof. Taner Akçam, AK Parti’nin Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile derin devleti kontrol altına aldığı fikrinin yanlış olduğu kanaatinde: “Şimdi derin devletle uzlaşarak, onun kendisine biat edeceğini düşünüyor. En büyük hatası, en büyük yanılgısı bu olur.”
BÜNYAMİN KÖSELİ
1Devrimci-Yol örgütünün en önemli isimlerindendi, 1980’lerde Taner Ak-
çam. Uzun süre Suriye’de yaşadı, daha sonra örgütle bağını kopartarak Avrupa’ya iltica etti. Ardından Amerika’ya yerleşti. Yıllardır Türkiye’yi Batı perspektifinden izlemeye ça-lışıyor. Profesör unvanıyla, Clark Üniversite-si’nde soykırımlar ve yakın dönem Ortadoğu tarihi üzerine dersler veriyor, aynı zamanda Taraf gazetesinde köşe yazıyor. Kendisiyle, bir İstanbul ziyaretinde Türkiye’nin çetrefilli gündemini konuştuk.
-Amerika’dan bakınca Türkiye nasıl görünü-yor?Çok iyi görünmüyor. Hızla giderken bü-
yük bir duvara çarpmış bir arabaya benziyor. Şoför ne yapacağını bilmiyor. Paniklemiş durumda. Ben AKP’de ifadesini bulan büyük dalgayı, Türkiye’nin İslami gövdesinden çıkmış önemli bir demokrasi hareketi olarak görüyordum. Bu dalga, bugüne kadar dış-lanmış toplulukları siyasetin içine çekerek hem bu kesimleri aktif hâle soktu hem de
ekonomide ve siyasette önemli kazanımlara imza attı.
Ama bu atılım ve demokratikleşme sü-reci durdu. Gözünü Avrupa’ya dikmiş; askeri siyasetten uzaklaştırmış ve sivil yönetim üzerindeki tahakkümünü hemen hemen sıfırlamış; darbecileri hapse atmış; karanlık cinayetleri işleyen Ergenekon’u, faili meçhul cinayetleri işleyen yapıları tümüyle dağıtma-mış olsa da kısmen geriletmiş, hapse tıkmış; özetle derin devleti yavaş yavaş sivil siyasi otoritenin altına sokmayı başarmış olan AKP, 2010 ile birlikte yavaşladı ve durdu.
-Çerçevesini çizdiğiniz böyle bir atmosferde Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.Seçim sonuçları, AKP ve Erdoğan’ın
beklediği gibi olmadı. Zafer kazanmadık-larının farkındalar. Onlara seçimi, sandığa gitmeyenler verdi. Sadece yaz tatili, araştırma şirketlerinin manipülasyonları gibi neden-lerle izah edilir mi bilemiyorum. Ben bunu Türkiye’de Erdoğan ve Kılıçdaroğlu tarzı siyasetten bıkkınlık diye okumak taraftarı-yım. Seviyesi düşük, hatta biraz ‘kültürsüz’ diyeceğim siyasetten bıktı Türkiye insanı
gibi geliyor bana... Demirtaş’ın oylarındaki patlamanın sebebi de budur ve seçimin asıl galibi bence Demirtaş’tır. HDP’nin Demirtaş’a giden bu ‘fazla’ oyları doğru okuyabileceğinden kuşkuluyum. Erdoğan, büyük bir zaferle gelemediği için, hayalindeki başkanlık sistemini hayata geçiremez. AKP ve Erdoğan’ın ağır ağır dibe vuruş sürecini yaşarız diye tahmin ediyorum. Yeni siyaset ve siyasi liderlerin çıkmasına kadar sancılı bir süreç geçireceğiz. Mesela, “Aferdersiniz daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler” sözüyle, kendisine egemen olan kültürel kodun ne olduğunu da açıktan itiraf etmiş oldu. Ona göre, insanlar grup grup, kendi kafasındaki Müslüman en üstte duruyor, diğerleri “aferdersiniz” insan bile değil...günümüzde bunu söyleyene ırkçı diyoruz.
-Başbakanın kim olacağına dair AKP içindeki dengeler önümüzdeki günlerin en önemli hadisesi olacak gibi. Neler söylersiniz konuyla ilgili?Ben siyaseti günlük bazda takip eden
birisi değilim. Bu nedenle kısa vadeli öngörü-lerde bulunmak istemem. Ama AKP içindeki
dengeleri değiştirecek tek kişi şu anda Abdullah Gül gözüküyor. Fakat anladığım kadarıyla Gül hiç ama hiçbir şeyi Erdoğan ile çatışarak yapma taraftarı değil. Bugüne kadarki çizgisi ile gösterdi ki, Erdoğan’ın sınırlarını çizdiği alanda kalmayı tercih edi-yor. Dolayısıyla, AKP içi liderlik kavgası, bir başka tarzda yeni Erdoğan–Gül uzlaşması ile de sonuçlanabilir. Bekleyip göreceğiz. Ben, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğundan, her şeyi başbakanmış gibi kontrol edebile-ceğini düşünmüyorum. Türkiye, Erdoğan’ın çuvalına sığmayacak kadar büyük bir ülke ve o bunu zorladıkça çatlar.
Türkiye’nin geleceği Ankara dehlizlerin-deki ayak oyunlarında yatmıyor! Ortadoğu, eğer Türkiye akıllı bir liderlik göstermezse Türkiye’yi de boğacak gelişmelere gebe… Asıl dikkati oraya yoğunlaştırmak gerek! Şimdi bakın, Ergenekoncular, Balyozcular dışarıda, faili meçhul cinayetleri işleyenler tek tek bırakıldı; hırsızlık, soygunculuk yapanlar, rüşvet yiyenler ise hiçbir şekilde takibe uğramıyor. Tüm bu Ergenekoncular, Balyozcular, faili meçhulcüler bırakılacak idi
Uzun yıllardır Amerika’da yaşayan Prof. Taner Akçam Clark Üniversitesi’nde Ortadoğu Tarihi dersleri veriyor.
33 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEM
ise, bu mücadele niçin verildi? AKP, Bal-yoz’u, Ergenekon’u içeri atarak derin devleti kontrolü altına aldığını zannediyor. Şimdi derin devletle uzlaşarak ve ittifak içine girerek onların kendisine biat edeceğini zannediyor. En büyük hatası, en büyük yanılgısı bu oldu ve olacak. AKP, derin devlet dediğimiz yapıyı, sivil siyasetin kontrolü altına sokacak mekanizmalar oluşturmayarak tarihî bir hataya imza attı. Hatta tam aksine, çıkardığı Sayıştay ve MİT kanunlarıyla, derin devleti sivil siyasetin kontrol alanının tamamıyla dışına çıkardı ve potansiyel olarak daha da kuvvetlenmesinin koşullarını oluşturdu.
-Biraz daha açar mısınız, özellikle Ortadoğu mevzuunu.Erdoğan bugün uluslararası arenada
itibarını yitirmiş bir lider konumunda. Or-tadoğu’ya ilişkin bir misyonu ciddi olarak hayata geçirme şansı vardı. Ortadoğu’yu demokrasi ve insan haklarına saygı teme-linde şekillendirebilirdi. Fakat, özgürlükleri esas almadan Ortadoğu’nun lideri olabileceği zaafına kapıldı; güçlü olmanın bölgenin lideri olmaya yeteceğini zannetti. Sıradan bir anti-İsrail retoriği ve Sünni-İslam ideolojisi ile bölge liderliğine soyundu. Mısır’da Müs-lüman Kardeşler ve Kuzey Irak Kürt rejimi (Barzani) ile işbirliği yapmanın kendisini bölge liderliğine taşıyabileceğini düşündü. Başta bölge Hıristiyanları ve Alevileri olmak üzere, demokrasi ve özgürlük arayışı içinde olan çevreleri dışlayan ve ötekileştiren bir politika izledi. Yani, Sünni İslam’ın, evrensel demokrasi ve insan hakları ile buluşma po-tansiyelini kullanmadı ve sıradan bir İslamcı siyasetçi düzeyine takıldı kaldı. Bölgede Sünni İslam’ı esas alan radikal akımlarla, açıklanması zor ilişkiler içine girdi.
Şu anda Tayyip Erdoğan dünyada İŞİD ile aynı çizgide görünüyor. Özetle Erdo-ğan’ın çizgisi ters tepti ve bu da Türkiye’yi vurdu. Sanki Musul konsolosluğumuzdaki insanları İŞİD’e bilerek teslim ettiler. Aksini zor ispatlarlar. Elde İŞİD’in başarıları ve ilerlemesine ilişkin bu denli istihbarat olacak, konsolosluğun seni tehlikeden haberdar edecek ve sen bırakın devlet memurlarını, 2 yaşındaki bebekleri bile boşaltmayacaksın? Bunu kimseye anlatamazsın! Sanki birileri AKP’yi İŞİD’e karşı askerî hareket içine sokmak isteyecekti ve hükümet de kendi diplomatlarını İŞİD’e rehin bırakarak bunun önünü kesti.
Bu biraz komplo kokan teorimi bir ke-nara bırakırsak, herhangi bir Batı ülkesinde, Musul gibi bir yerde bu kadar devlet görev-lisini aileleriyle birlikte bir terör örgütüne teslim etmiş hükümet ertesi saat gümbür gümbür devrilirdi. Bırakın devrilmeyi, bizim ülkemizde yayın yasağı konuyor ve tuhaf bir biçimde herkes de buna uyuyor. Bunu aklımın aldığını söyleyemem. Özetle, bana göre, Erdoğan Türkiye’yi çok tehlikeli bir yere soktu ve buradan da çıkış zor görünüyor. Sadece Sünni-İslam’a dayalı bir ideolojik çizgiye bağlı kalmaktan vazgeçmek gereki-yor. Ortadoğu’da, Aleviler ve Hıristiyanları da kapsayan insanlığın evrensel değerlerini savunan bir anlayışın geliştirilebilmesi gerekiyor.
-Hizmet Hareketi ile AKP’nin ters düşmesinin bir nedeni de bu olabilir mi?Kuvvetli bir biçimde bunun olma ihti-
mali var. Fakat Hizmet Hareketi ile AKP arasındaki çatışmanın tüm resmine vâkıf olduğumu söyleyemem. Bu iki çevre ara-sında on yılı aşkın süren bir beraberlik söz konusu idi ve ne bu beraberliğin ne de bu ayrılığın sağlıklı bilgisi elimde yok. Şu an söyleyebileceklerimi boşa çıkartabilecek birçok bilgiden yoksun olduğumu tahmin
ediyorum. Ayrıca Hizmet Hareketi, siyasi bir hareket değil ve bir kıyaslama yapmak zor. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bildirilerini, bu harekete yakın insanların köşelerinde yazdıklarını göz önüne alarak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki Hizmet Hareketi, insanlığın evrensel değerleri olarak kabul ettiğimiz demokrasi ile, insan haklarına saygı ile İslam’ı buluşturma noktasında ciddi ve önemli bir yerde duruyor.
-Tam da bu noktada özellikle Hizmet Hareke-ti’nin Amerika’da, Ermeni diasporası ile kur-duğu iyi ilişkilileri nasıl değerlendiriyorsunuz?Konunun Türkiye’de klasik ele alınışı şu:
Amerika’daki başta Ermeniler olmak üzere birtakım lobiler var ve bu lobiler Türkiye’yi zor durumda bırakmak için yoğun çaba harcıyorlar. Ama aslında olaya, “Biz Türkler ve Türk hükümetleri ile savaşan bir Ermeni diasporası var.” mantığı ile yaklaşmak, bir Ergenekon kafası, Veli Küçük kafasıdır. Türkiye’de maalesef hâlâ bu kafa etkin. Bu yüzden de Gülen hareketi, Ermeni diaspo-rasına yönelik açılım yapmak istediği için hainlikle suçlanıyor.
Bu çok yanlış ve haksız bir suçlama! Ama burada Gülen hareketine şunu demek isterim: Hoşgeldiniz! Amerika’daki Ermeni çevreleriyle diyaloğa giren herkese bu yafta yapıştırılır. Bunda tuhaf bir şey yok. Aksine bu iyi ve doğru bir yolda olduğunuzu size gösterir! Ben ABD’ye gittiğim ilk günden itibaren, bana yöneltilen kampanyalar, kü-fürler, saldırılar da bu zemindeydi. Hizmet Hareketi’ne ve tüm herkese Ermenilerle daha cesur ilişki kurmalarını tavsiye ederim. Herhangi iki topluluk arasında, tarihte yaşanmış bir meseleye ilişkin sorunları çözmek isterseniz, kısa sürede fark edersiniz ki, meselenin en zor tarafı, tarafların birbirleri hakkındaki ön yargılarıdır. Bu ön yargıları, öteki hakkındaki tasavvurları değiştirmek
çok zordur ama her şeyin başlangıcı da budur.
Türkiye’de 80-100 yıllık inkâr politika-larıyla, homojen, tek parça ve bir öcü ile eş değer tutulan bir Ermeni imajı oluşmuş, oluşturulmuştur. Aynı şey tersten Erme-niler arasında da söz konusu idi. Onların çoğunluğu için de, Türk deyince akla gelen, kendi atalarını öldürmüş olan “barbar ve katil Türk” idi. Birbirleri hakkında bu tür sert yargılara sahip olan bu Türk ve Ermeni çevreler, geçmişte yoğun bir “savaş” için-deydiler. Bu nedenle, öteki hakkındaki ön yargılı kanaatleri değiştirmek için uğraşan insanlar hain olarak görülür ve eleştirilirdi. Geldiğimiz noktada benim gibi birçok ay-dının çabası ile Ermeniler arasında, Türkler hakkındaki bu kanaatin epey değiştiğini söyleyebilirim; Hrant Dink’in önderliğinde yapılan girişimlerle Ermenilere karşı benzeri bir pozitif değişimi Türkiye’de de gözlüyoruz. Bu nedenle, Hizmet çevresine yapılan saldı-rılar bana göre biraz fazla bayat. Hizmet’e bu saldırılardan fazla etkilenmemesini salık veririm.
-Ermenilerle iyi ilişkiler kurma adına Hizmet Hareketi, tam olarak neler yapıyor ABD’de?Tablonun bütününe vâkıf değilim. Sa-
dece benimle ilgili kısmı hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Bundan iki-iki buçuk yıl önceydi, Hizmet Hareketi’nden arkadaşlar ziyaretime geldiler. Bana özetle şunu dediler: “Kendimizi ABD’de yaşayan Müslümanlar olarak telakki ediyoruz ve ABD’de ne kadar kültür, dil ve din grubu varsa bunlarla diyalog kurmak istiyoruz. Bu çerçevede Ermenilerle de ilişki kurmak istiyoruz. Üs-telik onlarla bir tek ABD vatandaşları olarak değil, tarihten kaynaklanan da bir ilişkimiz var. Acaba bize yardımcı olabilir misiniz?” Soykırım gibi bir konunun Türk-Ermeni ilişkileri açısından merkezî önemi olduğunu
söyledim. İlişkileri geliştirmede önemli bir handikap olacağı uyarıma, “Bizim herhangi bir ön yargımız yok, dinlemek ve öğrenmek istiyoruz. Onların da bizleri dinlemesini bek-liyoruz” mealinde cevaplar verdiler. Elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. Boston çevresi Ermenilerin ileri gelenlerinden, yaptığım öneriyi kabul edenler ile Hizmet’ten arkadaşları bir araya getirdik; Hizmet onları vakıflarına davet etti. Ayrıca, Hrant Dink’i anmak için düzenlenen toplantılara Hizmet‘ten katılan ve güzel ko-nuşmalar yapan arkadaşlar oldu. Böylece bir diyalog kapısı açıldı. Ayrıca ABD’nin başka bölgelerinde, Hizmet Hareketi Anadolu kültürünü yaşatma yönünde düzenledikleri festivallere Ermenileri de çağırıyorlar ve katılan Ermeniler de oluyor.
Tüm bunlar daha ilk temaslar. Bana göre henüz istenilen boyutlarda değil. Bunun sebeplerinden biri, Hizmet Hareketi’nin 1915 üzerine konuşma konusunda tereddüt-lerinin olması. Zannediyorum bünyelerinde çok farklı düşünen insanların olması, Hiz-met’in bu konularda cesur adımlar atmasını engelliyor. Benzeri şekilde Ermeni çevreler de çok dikkatli. Örneğin, Hizmet tarafından kendilerini tanıtmak veya istedikleri bir konuda konuşmak için davet edilen bazı Ermeni kişi ve kuruluşlar buna yanaşmadı-lar. Özetle, ben bu adımları çok cılız da olsa önemsiyorum ama Hizmet Hareketi’nin daha cesur olması ilerleme sağlayabilmek için şart gibi duruyor.
-Siz, Öcalan’ı, Suriye’de kaldığınız 1980’lerden bu yana tanıyorsunuz. Nasıl bir çözüm süreci var onun kafasında? Ya da siz gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim gördüğüm ana problem şu: Hü-kümet, Kürt sorunu ile ilgili meseleleri (ana dilinde eğitim, yerel ve yerinden yönetim vb. gibi), PKK ile görüşmelere endekslemiş durumda. Bence bu büyük bir hata ve buradan bir şey çıkması çok zor. Çünkü, Kürtlerin özgürce yaşaması, PKK ile pazarlık yapılarak elde edilecek bir şey değildir. Şu mantığı anlamakta zorlanıyorum: Hükümet, Kürtlerin özgürlüklerini PKK ile müzakere ederek mi verecek? Eğer Kürtlerle eşit ve eşdeğer koşullarda yaşanmak isteniyorsa, bunun için ne beklemeye ne de PKK ile pazarlığa gerek var. Bugün MİT ile ilgili yasayı 24 saatte Meclis’ten çıkarabilen bir hükümet, Kürtlerin Türklerle eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşamlarına engel olan uygulamaları ortadan kaldıracak yasaları 24 saatte çıkartabilir. Ellerini tutan yok.
Kürt sorunu esas olarak vatandaşlık sorunudur. Tüm mesele, Kürt ve Türk’ün eşit ve eşdeğer vatandaşlar olarak tüm haklardan yararlanmalarını sağlamaktır. Batısı ile doğusu ile insanlar, ana dillerinde eğitim, yerel ve yerinden yönetim vb. birçok konularda özgür olmalıdırlar. Eğer arzu edilen bölgesel özerklik, Kürt kimliği ile siyasal katılım arasında eşitlik kurularak yapılırsa büyük sorunlar çıkabilir. Ulusal kimlik ile siyasi aidiyet arasında kurulacak ilişki sorunu (yani ulusal devlet sorunu) tarih boyunca birçok probleme kaynaklık etmiştir.
Önümüzdeki süreçte dikkat edilmesi gereken husus, probleme kolektif haklar değil, bireysel haklar ekseninde yaklaş-mak gereğidir. Batıda yaşayan Kürtlerin sorunlarının, Kürdistan denen coğrafyada yaşayan Kürtlerin sorunları kadar önemli olduğunu kavramaktır. Kürt meselesinin, tüm Türkiye’nin, onun tüm illerindeki Kürt vatandaşlarının sorunu olduğunu anlamak ve çözümleri buna göre geliştirmek zorun-dayız. Bu nedenle meseleye vatandaşlık hakları çerçevesinde yaklaşmak gerekir,
Ermenilerle problemimizin en zor yönü ön yargılardır. Diaspora diye kestirip atarsanız bu Veli Küçük kafasıdır.
Tüm bu Ergenekoncular, Balyozcular, faili meçhulcüler bırakılacak idi ise, bu mücadele niçin verildi?
34 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEMALİ ASLAN KILIÇ, İDRİS GÜRSOY
1Ankara’nın göbeğinde hummalı bir ça-lışma var. Atatürk Orman Çiftliği’nde
son rötuşları yapılan bir bina! Ve hiçbir bina için yapılmayan otoban genişliğinde ana arter bağlantıları... Soru şu: “Bu alımlı ve gösterişli bina nasıl bir işlev görecek? Yeni Başbakanlık mı, yoksa Başkanlık Sarayı ola-rak mı anılacak?”
Artısı ve eksisiyle karizmatik liderliğin damgasını vurduğu bir dönemin daha sonuna geldik. Darbe ve vesayet dönem-leri gibi, Türkiye’nin karizmatik liderlerin isimleriyle anılan dönemleri de var. Çoğu zaman dönemin noktalanış biçimi, dönemde yaşananlardan daha çok yer tutar zihinlerde. Peki, “Bu dönem nasıl sonuçlanacak? De-mokratik teamüllere uygun mu, yoksa keyfî yaklaşımlarla mı noktalanacak?”
Son 30 yılın tartışma konusu olan; baş-kanlık, yarı başkanlık, Türk tipi başkanlık konularının da netleşeceği bir dönemdeyiz. “Parlamenter sistem devam mı edecek? Şartları oluşmasa da fiilî olarak başkanlık modelleri mi denenecek?”
İşaretlerini şimdiden aldığımız, ay sonun-dan önce yaşanacak gelişmeler, bu dönemin sonlanış biçimine ilişkin fikir verecek elbette. Peki, “Nasıl bir Türkiye bizi bekliyor?” Sorular bitmedi elbette; 12 yıllık bu blok dönemin son günlerini mi yaşıyoruz? Yürütme ve yasa-mayı bizzat yönetip yargıyı etkileyen kudretli başbakan dönemi 28 Ağustos itibarı ile sona erecek mi? Yoksa yeni başbakan üzerinden önümüzdeki aylarda da sisteme müdahil olunmaya devam mı edilecek?
Günlerdir iktidar ve muhalefet ayırımı yap-madan konunun uzmanı haber kaynaklarıyla konuşuyoruz. Sağduyu ve birikimine itimat edilen isimlerden aldığımız cevaplar çok da iç açıcı değil. Değerlendirmeler, ‘bıçak sırtı süreci’ tabiriyle örtüşüyor. Türkiye’nin gündemindeki sorunlar, siyasetin ve tabii ki AK Parti’nin kırılma noktaları bıçak sırtı sürecinin para-metrelerini oluşturuyor. 28 Ağustos sonrasına dönük projektör Türkiye’nin yakın geleceğinin ipuçlarını da verecek.
Ö-Dem Sendromu Dönemin nasıl sonlanacağına ilişkin
tartışmalarda da, döneme ismini veren Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlarında da etkili bir unsur Ö-Dem Sendromu! Siyasi tarihte iz bırakan iki önemli cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Köşk’e çıkışlarından sonra yaşadıkları sıkıntıları vurgulamak için kullanılıyor. İsmini vere-meyeceğim AK Parti ileri gelenlerinden bir dostum, “Yeni cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, partisinin ANAP ve DYP’nin akıbetlerini yaşamasını istemiyor. Başkanlık sisteminden önce bu amaçla mekanizmalar kuruluyor. Tüm tedbirler bunun için alını-yor.” diye fısıldıyor kulağıma.
Tarihin tekerrür edeceğine, Erdoğan istemese de Köşk’te etkinliğini kaybedeceğine dair yaygın kanaat var. Özal ve Demirel partileri üzerinde etkinliklerini sürdüremeyince siya-seten zayıflamışlardı. Erdoğan’ın ‘zayıflamayı göze alamayacak kadar büyük problemleri’ var. Bu yüzden siyaseten etkisini kaybedeceği değerlendirmeleri, Erdoğan’ı daha da geriyor. Anayasa’yı çiğneme, hukuku tanımama paha-sına kararlar almasında etkili oluyor.
‘Kardeşlik hukuku’ vurgusuna rağmen, Abdullah Gül’ün genel başkanlık yarışına gir-mesine izin vermiyor. Anayasa’nın 101 ve 102. maddelerine göre 15 Ağustos’ta milletvekilliği ve başbakanlığı düşmesine, partisi ile ilişiği kesilmesine rağmen, partiye yeni genel başkan ve dolayısıyla yeni başbakanı kendisi belirlemek niyetinde. Aksini düşünenler de yok değil. Ama bunu ifade etmek için ihanetle suçlanmayı göze almak gerekiyor. Seçilmiş cumhurbaşkanının bu tavrı ne anlama gelir? Anayasa hukukçusu ve eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, bu yöndeki sorumuza net cevap verdi: “Bu çok açık bir şekilde Erdoğan’ın yıllarca eleştirdiği vesayetçi zihniyeti kendisinin uygulaması olur.
Kendi partisi üzerinde vesayet kurmuş olur.” Başta anayasa uzmanları olmak üzere hu-
kukçular ittifak ile ‘rejim krizi’ vurgusu yapıyor. TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Atilla Kart, anayasal kurumlara yaptığı yazılı başvuru ile anayasa ihlalini önleme çağrısında bulundu. CHP Konya Milletvekili Kart, konuyla ilgili sorumuzu, “Anayasa darbesini ve rejim krizini önlemek için tüm anayasal kurumların üzerine düşeni yapması gerekiyor. Bu makamları uyarma, göreve davet etme ihtiyacını duyduk.” diye cevapladı. “AKP yetkili organları da, anayasa ihlallerine iştirak etmişlerdir.” diyen Kart, şu görüşleri dile getirdi: “Rejim krizi, Türkiye’nin çok daha sorunlu süreçleri yaşa-yacağının işaretidir. Ülkenin kaderi Erdoğan’ın kaderi ile özdeş hâle getirilmemeli, Türkiye bir kişinin kişisel ve siyasi kariyerine kurban edilmemelidir. Erdoğan kendi kişisel kaygıları için Türkiye’yi bir uçuruma sürüklüyor. Bunu toplumun sağduyusu ile bütün kuşatılmış-lıklarına rağmen ilgili anayasal makamların demokratik kültürleri ile aşacağız.”
Erdoğan bu eleştirilere, “Yürü git işine!”
diye karşılık veriyor. Onun için önemli olan, Özal ve Demirel’in partilerini kendi başına bırakma ‘hatasının’(!) tekrarlanmamış olması. Küçük kızı Sümeyye Erdoğan da partide etkili bir göreve getirilince tablo tamamlanıyor. ANAP ve DYP Köşk’e çıkan liderlerinin etkisinden çıktığı hâlde, Erdoğan, partisinin kendi etki alanında kalması için gerekli mekanizmaları kuruyor. Mekanizmanın bir başka ayağını fiziki şartlarla ilgili tedbir oluşturuyor. Yazının başındaki, Ankara’nın merkezinde ‘otobanlarla’ Konya-Samsun ve Eskişehir-İzmir, dolayısıyla çevre yoluna bağlanan meşhur çalımlı bina, mekanizmanın önemli unsurlarından biri. Başbakanlık olarak inşa edilen bina örtülü biçimde ‘başkanlık sarayı’ olarak da işlev görecek. Çünkü burada Erdoğan’ın, ‘cumhurbaşkanı çalışma ofisi’ bulunacak. Mesainin çoğu burada geçirilirken, Çankaya sembolik olarak heyet-misafir ağır-lamalarında kullanılacak. Özal ve Demirel’in Çankaya’ya çıkarak hükümet üzerindeki etki-sini kaybetmesine karşılık Erdoğan, aynı çatı altında hükümeti kontrolde tutmuş olacak.
Ayda bir düzenli olarak bakanlar kuruluna başkanlık edecek, binada konuşlandıracağı Cumhurbaşkanlığı danışman ekibi ile kabi-neyi yakın takibe alacak.
Gül-Erdoğan pazarlığı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Köşk
muhabirleri ile veda resepsiyonuna davet edildiğimizde, bunun sıradan bir resepsiyon olmayacağı belliydi. Resepsiyon iki gün öne, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ertesine çekiliyordu. AK Parti’de Er-doğan’ın başkanlığında devam eden MYKY toplantısında kongre tarihi netleşmeden mesaj verilecekti. Erdoğan’ın yeni denkle-minde Gül’e yer yoktu. Bu yüzden Gül’ün vereceği mesajın parti tabanı ve kamuoyu üzerindeki etkisi önemliydi. Sadece Gül’ün üstünü değil, Gül ile yakın temastakilerin üstünü de çizmişti Erdoğan!
Bu tavır yeni değildi. 2 yıl önce Cum-hurbaşkanlığı Seçim Kanunu hazırlanırken Gül’ün aday olamayacağı hükmünü yasaya yerleştiren Erdoğan tavrını çok net ortaya
Ankara'da sıcak yazTürkiye 12. cumhurbaşkanını gerilimli bir sürecin sonunda seçti. Erdoğan’ın kazandığı seçim yeni gerginlik ve tartışmaları tetikledi. Erdoğan’ın genel başkanlık ve başbakanlık yetkilerini anayasaya rağmen kullanma ısrarı yeni dönemin ürkütücü ipuçları...
35 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANGÜNDEM
koymuştu. Gül de Erdoğan’ın bu kararını bi-liyordu. Ama Erdoğan ile açıktan mücadeleye girişmenin sonuç getirmeyeceğini düşünü-yordu. Resepsiyonda, ‘partime döneceğim’ derken Erdoğan’ın karşısına çıkma cesaretini gösterip göstermeyeceğini anlamaya çalışıyo-ruz. Israrlı sorularımızı cevapsız bırakan Gül’e göre, mesajı yerine ulaşmış, maksat hâsıl ol-muştu. Bir saat sonra partiden yapılan kongre tarihi açıklaması Gül’ün ‘genel başkan yarışına giremeyeceğine’ dair cevap niteliğindeydi.
Güvenilir kaynağa göre Gül-Erdoğan bundan önce saatler süren bir görüşme yapmış ve anlaşamamışlardı. Gül, ‘döneceğim’ diye-rek parti tabanına ‘engellendim, mağdurum’ mesajı veriyordu. Gül’ün elinde çok daha güçlü karşı hamleleri bulunuyor, ancak tarzı ve fıtratı engelliyordu. Erdoğan da Gül’ün sabır öncelikli tarzını bildiği için gözünü kırpmadan kararlar alarak önünü kesiyordu.
10 Ağustos’ta Erdoğan’ın 51,7’lik kritik oranda kalması ile eli güçlenen Gül, 2015 seçimleri ve kongresine kadar sabredeceğini gösterdi. Erdoğan-Gül pazarlığının, partiyi 2015 seçimlerine kimin götüreceği üzerine yoğunlaştığı yorumları yapıldı. Gül, sorunsuz bir 2015 için kendisine yakın isimlerden Ali Babacan ya da Bülent Arınç’ı, Erdoğan ise, Ahmet Davutoğlu ya da Binali Yıldırım’ı başbakan ve genel başkan yapmak istiyordu.
Fay hattı kırılır mı? Yeni genel başkan ve başbakan seçimi
AK Parti’nin ilk önemli fay hattı. Bu hatta kırık yaşanmaması tamamen Cumhurbaş-kanı Abdullah Gül’ün sabır gücüne bağlı! Erdoğan’a yakın isimler bunu, “Erdoğan ile mücadeleye cesaret edemez!” olarak da değerlendiriyor. AK Parti’nin eski genel başkan yardımcısı Mir Mehmet Dengir Fırat, Gül’ün pazarlık gücünün Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde tükendiğini kaydediyor. “Siyasette belli zaman diliminde yapmanız gerekeni ihmal ederseniz bunun telafisi olmaz.” diyen Fırat, Gül’ün önemli hamle fırsatlarını kaçırdığını vurguluyor. Gül’ün son koz olarak 35 milletvekilini istifa ettirme ihtimaliyle ilgili soruyu Fırat şöyle cevaplıyor: “Çok zayıf bir ihtimal! Ne Gül bunu göze alır, ne de iktidar nimetlerinden yararlanmayı sürdürmek için Erdoğan’ın gözüne girmek isteyen vekiller istifa eder!”
Ankara’da genel kanaat de, Erdoğan’ın Gül’ün hiçbir talebini karşılamayacağı yö-nünde. Bir yandan partiye dönmesinin doğal hakkı olduğu belirtilen Gül, diğer yandan Erdoğan’ın danışmanları ve sosyal medya-daki troller aracılığı ile topa tutuluyor. Değil Babacan, Arınç ya da Gül’ün işaret ettiği bir
başka ismin başbakan olması, bu isimlerin tamamının tasfiyesi bile gündeme gelebilir. Erdoğan’a yakın bir ismin başbakanlığında kurulacak yeni kabinede başta Arınç ve Babacan olmak üzere Gül’e yakın isimlerin üzerinin çizilmesi sürpriz olmayacak. Gül ve ekibi bütün bunlara da sabreder mi? Sabrederlerse fay kırılması 2015’e ertelenmiş olur. Seçimlere yakın gerçekleşecek ikinci bir tasfiye ise kırılmanın etkisini sıfıra yaklaştırır.
Siyaseten kırılmanın dışında ‘fay hattına’ dönüşecek başka alanlar da var. Yeni başbakanı bekleyen ve siyasete de yansımaları olacak temel problemler şunlar:
Dış politikada karşı karşıya bulunulan devasa problemlere rağmen Davutoğlu’nun başbakan olması aslında Erdoğan için de ciddi bir handikap. Suriye ve IŞİD konusun-daki yetersizliği en iyi Erdoğan biliyor.
Ekonominin kırılganlığı ortada! 12 yıllık performansına rağmen Ali Babacan’ın yerine Yiğit Bulut’un getirilme ihtimali kırılganlığı krize dönüştürebilir.
Çözüm sürecinde verilen ve verilecek tavizler Erdoğan’ın kendi tabanını da incitip küstürebilecek hassas bir konu.
İntikam operasyonuna dönüşen ‘pa-ralel yapı’ suçlamaları da yeni başbakanın önemli sınavlarından olacak. Gözaltılar ve açılan soruşturmaların delilden mahrum dosyalarını doldurma gayretiyle yapılan hukuksuzluklar nereye kadar sürdürülecek?
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruş-turması, yeni başbakan ve genel başkanın önemli sıkıntı alanlarından birini oluşturacak.
TBMM’de kurulan ancak çalışması sürekli engellenen, 4 bakanı hakkındaki Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu’nun çalışmaya başlaması da başta Erdoğan olmak üzere yeni başbakan için önemli sorun alanı.
Bu sorun alanlarının yönetiminin önemine dikkat çeken eski AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mir Mehmet Dengir Fırat, “Yeni başbakanın sorun yönetme performası sadece önümüzdeki 8-10 ayı değil, aynı zamanda 2015 seçimleri üzerinden önümüzdeki yılları da etkileyecek.” diye konuştu.
Uzlaşı neden zor? Yeni başbakan ve hükümeti bekleyen
önemli sorun alanları varken, Erdoğan-Gül uzlaşısının sağlanamaması krizlere davetiye çıkarabilir. Peki, uzlaşı neden zor? Cevabı, iki ismi de yakından tanıyan Dengir Fırat veri-yor: “Erdoğan’a göre uzlaşı iktidar ve gücü paylaşmaktır. Partiye hâkim olan kendisidir. Kimin genel başkan ve başbakan olacağına da çoktan karar vermiştir. Değil Gül ile uzlaşı ve pazarlık, parti organlarında bile istişare
olmaz. Temayül yoklama mekanizması tamamen gönül alma ve oyalamadır. Parti organlarının, il başkanlarının, milletvekilleri-nin görüşleri alındığına bakmayın, âdet yerini bulsun diye yapılır. Hiçbir zaman hiçbir etkisi olmaz. İnsanlarda, kendilerine danışıldığı, görüşlerine değer verildiği kanaati oluşturu-lur. Kapalı zarfta verilir, sonucun ne olduğu da hiçbir zaman açıklanmaz. Aslında tek karar verici Erdoğan’dır.”
Erdoğan-Gül uzlaşısını zorlaştıran bir başka konu, rüşvet ve yolsuzluk soruştur-ması. Gül, bu sürece adı karışan ve partinin de imajını kirleten isimlerin ayıklanması gerektiğini savunuyor. Erdoğan ise, o isimlerle birlikte yüzde 51’in yakalandığını vurgulayarak, buna karşı çıkıyor.
Erdoğan’ın 15-28 Ağustos arasında; seçilmiş cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve AK Parti genel başkanlığı sıfatlarını taşı-masına yöneltilen itirazları dikkate almıyor görünüyor. Ancak, salon hitaplarındaki ses tonu ve motivasyon düşüklüğü dikkatlerden kaçmıyor. AK Parti yöneticileri bunu parti-sinden ayrılmanın duygusallığı ile açıklıyor. Bağımsız gözlemciler ise bazı şeylerin yo-lunda gitmemesinden kaynaklanabileceğine dikkat çekiyor.
Döneminin sonlanışı da bu arada net-leşiyor. Anayasa ihlali, rejim krizi, kendi partisine vesayet yorumları moral bozuyor olabilir. Başbakan ve genel başkan sıfatıyla tüm icraatlarının yok hükmünde olacağına dair kendi hukukçuları da kanaatlerini aktarmışlar. Suç oluşturmaması için imza ile kayıtlara geçecek icraat ve uygulama yapmamaya da dikkat ediliyor.
Bunun en önemli örneğini TBMM genel kurulunun tatil edilmesi oluşturuyor. Çıkarıl-masına büyük önem verilen torba tasarı için genel kurul çalışmaları üçüncü kez uzatılarak 21 Ağustos’a kadar çalışma kararı alındı. AK Parti hukukçu kurmayları bu arada soruş-turma konusu olacak bir yanlışa düşmemek için iki gün önce aldıkları karardan vaz-geçerek muhalefete genel kurulu kapatma teklifi götürdüler. Çünkü 21 Ağustos’a kadar çalışma kararı alınırken muhalefet ısrarla Erdoğan’ın milletvekilliğinin düştüğünü, dolayısıyla hükümetin düştüğünü dile ge-tirdiler. Hükümet düşmüşken Meclis’in yasa yapmamasıyla ilgili hüküm önemliydi ve genel kurulun çalıştırılması ciddi sıkıntılara davetiye çıkaracaktı. Çok önemsenmesine rağmen torba tasarının görüşmeleri zorunlu olarak ertelendi. TBMM’nin zorunlu olarak tatile sokulması aslında AK Parti hukukçu-larının da hükümetin düştüğü tezini örtülü de olsa kabul ettiğini ortaya koydu.
Eski ANAP Muş Milletvekili Doç. Dr. Alaattin Fırat:
ANAP’TA KAVGA 6 AY SONRA BAŞLAMIŞTI!
“Turgut Özal Bey, başbakanlığı Yıldırım Akbulut’a verdi. Altı ay sonra kavga başla-dı. Türkiye sonu olmayan noktalara geldi. ANAP statükoya kaydı ve yok oldu gitti. AKP’nin bu duruma düşmemesi için ANAP ve DYP’den dersler çıkarması, Gül’den isti-fade etmesi lazım. Gül, olağan kongreye ka-dar genel başkan olur. Partideki tecrübeli bir isim başbakan olarak tayin edilir. Parti yeni-den dizayn edilir. Abdullah Gül, parti içindeki eşitlerden değil; sürekli sadakat ve bağlılığını ispat etmiş. Erdoğan’ın bugün bu noktaya gelmesinde büyük emeği var.
Gül’ün dışındaki bir seçenekte, Erdo-ğan, ‘rahat çalışırım’ diye birini getirirse, parti içinde eşitler arasında mücadele baş-lar. Erdoğan’ı da yaralar. Getirdiği kişi ile tartışmaya başlar, yetki tartışması çıkar, parti içi kavgalar söz konusu olur. Abdul-lah Gül’ün dışında eşitler var, gençler daha genç olsun, diğerleri tecrübeli olsun diye-cektir. Üç dönem kuralı da tecrübeli olan-lar arasında bir burukluk oluşturur, bunlar partide bel kemiğini teşkil ediyor, bu tabana dalga dalga yayılır. Tayyip Erdoğan, parti içi mücadeleye müdahale ettiği anda muhale-fet ve partide anayasal tartışmalar başlar. Yetkileri kısıtlıdır.
Çankaya’ya çıktıktan üç ay sonra Özal’ın ziyaretine gittik, ‘Ben çıldırıyorum’ dedi. Orada yalnızlığın verdiği bir duygu ile dört duvar arasına hapsedilmiş hissediyor-du kendisini.
Seçim sonuçlarını da iyi okumak ge-rekir; yüzde 55-60 bekleniyordu ancak yüzde 51 çıktı. Bana göre halk ‘Parlamen-ter sistemi devam ettireceğiz’ diyor. Baş-kanlık sistemini vermiyor. İkincisi, ‘parti içi demokrasiyi işletin’ diyor. Üçüncüsü, ‘Ba-şarınızı takdir ediyoruz ama sizi sevmeyen vatan haini değildir’ diyor. Bunun yanında dış politika ve ekonomi kötü sinyal veriyor, dış ticaret tehdit altında. Ortadoğu pazarı kapandı. Bütün bunları da göz önüne al-mak gerekir.”
36 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANDÜNYAKim bu Ezidiler?GÜLİZAR BAKİ
1IŞİD terörü Suriye ve Irak toprakla-rında ilerlemeye devam ediyor. Geçtiği
her yerde önüne çıkan masum insanları katlediyor. Geçen hafta binlerce kadın çocuk yaşlı Ezidi can ve namusunu korumak için çöllere düştü. Dünya kamuoyunun dikkatini, Irak meclisinde ağlayarak yardım isteyen Ezidi vekille üzerine çeken Ortadoğu'nun bu sır topluluğunun hikayesi nedir?
IŞİD'in topraklarını işgal etmesi, erkek-leri öldürüp kadınları alıkoyması sebebiyle binlerce (Y)Ezidi çoluk çocuk çöllere düştü. Daha güvenli yerlere gitmek için. Kuzey Irak ve Türkiye sınırlarına yığıldılar. Öyle apar topar çıkmışlardı ki evlerinden ellerinde su şişeleri dışında pek bir eşyaları yoktu. Yaşlılar kavurucu sıcakta kilometrelerce gençlerin sırtında taşındı. Belki de ömründe köyünden, şehrinden hiç çıkmamış bu insanların başka bir ülkeye can ve namus korkusuyla gelmesi, gelirken çektikleri çile yürek burktu. Batılı medya mensuplarının çektiği fotoğraflara baktıkça, helikopterlerden atılan yiyecek maddelerine koşan kadınları-çocukları gör-dükçe serin ve ferah evlerimizde kahrolduk. O coğrafyada yaşayan Kürt ve Türkmenler de aynı şeyleri yaşadı, yaşıyor. Hıristiyanlar da. Fakat dünya kamuoyu bu terör faciasıyla Ezi-dileri öğrendi. Önce isim kargaşası yaşandı medyada. Yezidi mi? Ezidi mi?
Ortadoğu'nun bu gizemli topluluğu hakkında az çalışma yapılmış. Çoğunluğu Almanya menşeli. Almanya'da sayıları az da olsa bir diasporaları var. Ortadoğu'da ve Türkiye'de kendi içlerine kapanık, yabancıyla konuşmayan, dolayısıyla sır bir kavim ve din olarak bilinen Ezidilik ve Ezidiler, Batı ülkele-rinde kendilerini ve dinlerini daha açık ve net bir şekilde ifade ediyor. Fakat halen Yezidilere dair temel kaynaklar çoğunlukla onların dı-şındakiler tarafından yazılmış. Ezidilerle yüz yüze yapılan mülakatlar ve Ezidi köylerinde onların misafiri olarak edinilen gözlemler üzerine kaleme alınan birçok makale ve kitap var. Hepsinde ortak söylem Ezidilerin dinlerine ve kültürlerine dair konuşmaktan kaçınması/korkması/sakınması. Buna sebep olarak yaşadıkları coğrafyada etkin olan ina-nışlara sahip toplulukların onlara bakış açısı gösteriliyor. Mesela şeytana ve (ya) güneşe taptıkları bilgisi. Türkçe, Arapça, Farsça ve Ermenice'de Yezidi olarak anılmaları da buna bir örnek olarak gösterilebilir. Kürt olan Ye-zidiler, kendilerine Ezidi diyorlar. Fakat diğer topluluklar bu coğrafyada kötü algılanan bir kelimeyle anıyor onları; Yezidi diyorlar. Peki, inançları nedir? Almanya'dan kültür tarihi araştırmacısı Sabiha Banu Yalkut'un “Melek Tavus'un Halkı Ezidiler, Amed Gökçen'in yayına hazırladığı Osmanlı ve İngiliz Arşiv Belgeleri'nde Ezidiler kitapları ile Mardin Artuklu Üniversitesi'nden araştırma görevlisi Şakire Çeklik ile ilahiyatçı Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu'nun bire bir görüşmeler sonucu kaleme aldığı makalelerinden isti-fade ederek Ezidilik dini ve Kürt Ezidilerin kültürüne dair merak edilenleri derledik.
Ezidiler, İngiliz-Fransız siyasi çekişmesi-nin de ortasında kalmışlardı
Amed Gökçen'n yayına hazırladığı “Os-manlı ve İngiliz Arşiv Belgelerinde Yezidiler” (Bilgi Üniversitesi Yayınları) kitabının ilk cümlesi çarpıcı. Yezidiler farklı dönem-lerde insanların ilgisini çekiyor ama sonra gündemin dışına itiliyor. Nitekim bugün uluslararası büyük bir oyunun, vahşetin ortasında kaldıkları için gündemimizdeler. Aslında bugün onlar için tarih tekerrür edi-yor. Mesela 1915 Ermeni tehcirinde onlar da Ermenistan'a gönderilenlerden. Ermenilerle ne din ne de kavim olarak aynı olmamalarına rağmen onlar da tehcir politikasının bir parçası olmuşlar. Ortadoğu'nun en küçük topluluğu olmalarına rağmen 18. ve 19.
yüzyılda da İngiliz-Fransız ve Osmanlı siyasi çekişmelerinin ortasında kalmışlar. Osman-lı'nın askere gitmeyi reddetmişler. Hatta bu sebeple İngiltere'nin Musul konsolosluğunu aracı olarak kullanmışlar. Misyoner faliyet-leri, Müslümanlaştırma politikaları, Ezidileri iyice kabuğuna çekmiş.
Sincar Dağları'nın kaderinde zulüm varAslında Ezidilerin bulunduğu coğrafya
tarihte hep zalimin zulmünden kaçanların sığındığı yer olmuş. Sincar Dağları'ndaki köyler, mağaralar ilk Hıristiyanlık döneminde Hıristiyanların çok tanrılı Roma ve Zerdüşt İran'dan kaçıp saklandığı, dinî eğitim verdiği yer olmuş. Daha sonra Abbasi ve Emevilerin baskılarından kaçan tasavvuf ekolleri için sığınma yeri olmuş. Moğol istilası, Haçlı se-ferleri, veba salgınları, dünya savaşı, Saddam baskısı…
Osmanlı dağılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Ezidilerin hayatları daha bir
zorlaşır. Çünkü Ezidi aşiretlerinin bir kısmı Suriye'de, bir kısmı Irak'ta bir kısmı da Türkiye'de kalmıştı. Sözlü kültürle devam eden bir din ve kültür için sınırlar sıkıntıdır. Çünkü kutsal mekanları Laleş Yaylası'ndaki köylerde yaşayan şeyhleri, mirleri ve kavallar sık sık köyleri dolaşır, mensuplarına dini öğ-retirdi. Sınırlarla bu ziyaretler artık yapılamaz oldu. Sonradan Ezidi olunamıyor. Ezidilerin başka bir din mensubuyla evlenmesi de yasak. Dolayısıyla kapalı bir toplum. Diğer toplumların inançlarına duydukları tepki dolayısıyla içe kapanık olmuşlar. Hatta 1970'lere kadar Türkiye'deki Ezidilerin çok büyük bir kısmı okuma yazma bilmiyordu. Ezidilerle yapılan yüz yüze görüşmelerde ço-cuklarını okula göndermeme sebebi olarak, inançlarıyla dalga geçilmesini gösteriyorlar. Ezidilerde tükürmek yasaktır, büyük gü-nahtır. Bunu bilen çocuklar Yezidi bir çocuk karşısında tükürebiliyordu. Şeytan kelimesini kullanmaları da yasak. İnandıkları Melek
Tavus'a yüzlerine karşı şeytan denilmesi onlar için büyük bir sorun. Yine inançları gereği daire dışına çıkamıyorlar. Çocuklar bu inançlarla çok dalga geçebiliyor. Bu sebeple yakın zaman kadar Ezidiler ya okula gitmi-yordu ya da takiyye yapıyordu. Kendilerini açık etmiyordu.
Batı'da tanımlı bir din değilEzidilerin nüfus cüzdanlarına dair de
büyük bir sorunları var. Din hanesinde çarpı işareti var. Çünkü resmiyetete Ezidilik, tanınan dinler arasında değil. Aynı sıkıntıyı Batı'ya göç ettiklerinde de yaşadılar. Dinleri konusunda sınıflandırma zorluğu yaşadılar çünkü ne Hıristiyan ne Müslüman ne de Batı'nın tanıdığı diğer dinlerden değillerdi. Dinlerinin Batı'da bir tanımı yoktu. Avru-pa'ya göç eden Ezidileri yakından izleyen Sabiha Banu Yalkut, Almanya'da ve aslında Türkiye'de de Kürt oldukları için Ezidilerin, PKK sempatizanı kabul edildiklerini söy-lüyor. Yalkut bu arada derede kalmayı, bir tarafta yok edilme, diğer tarafta da sınır dışı edilme tehlikesi olarak yorumluyor.
Ezidiler neden dairenin dışına çıkamaz?Ezidilerin tarih bilinci ve tarihsel dönüş
algısı Batı'daki gibi değil. Kendilerini doğ-rusal hareketle oluşan bir topluluk olarak görmezler. Zaman onlar için doğrusal şekilde ilerlemez. Geçmişlerini bir kronoloji olarak anlamazlar. Onların dairesel hareket eden zaman anlayışına göre önemli olan dönü-şümdür. İnanışlarına göre olup biten her şey belli bir akış ve ritimle sürekli tekrarlanıyor. İşte bu yüzden daire çok önemli bir sembol olarak kabul edilir. Dinî törenlerinin bir-çoğunda tapınaklarının etrafından döner. Yemin ederken de daire işareti yaparlar. Bu sebeple Ezidilerin düşmanları veya onlara eziyet etmek isteyenler daire simgesini kullanırdı. Hatta onları öldürmek için bile. Çemberi kendilerini gerçekleştirebilecekleri yer olarak kabul eden Ezidiler için etrafına çember çizilmesi meydan okuma, dinlerini değiştirmeye bir çağrıdır. Dairenin dışına çıkmak küfür sayılırdı. Bu yüzden daireden çıkmıyordu. Ancak daireyi çizen kişi onu silerse oradan ayrılıyordu. Daireyi silmeyi bir an için bile olsa Ezidi kimliğini tanımak olarak algılıyorlardı.
Ortadoğu'nun sır kavmiEzidiliğin kökeni ve kurucusu bilinmiyor.
Ezidilik için dinler tarihinde şöyle bir tanım yapılıyor; İran'daki Zerdüşt dini, Manicilik, Hıristiyanlık, İslam tasavvufu gibi hem şimdiki hem de geçmişte kalmış din ve inanışlara ait birçok öğeyi barındıran bir tür senkretizm (bağdaştırmacılık) din. Yani komşu topluluklara ait inanış ve adetleri Ezidilik devralmış.
Ezidiliği yaymak kesinlikle yasakSincar dağlarındaki Şengal şehrinde yer
alan Laleş bölgesi, Ezidilerin kutsal mekanı. Tanrının ikamet ettiği yer olduğuna inanıyor-lar. Dolayısıyla dünyadan önce yaratılmıştır diyorlar. Ezidilere göre kötülük meleği tan-rının tüm sınavlarından başarıyla geçmiş affedilmiş ve bu sebeple dünyanın yönetimi ona verilmiş. Melek Tavus diyorlar ona. Bu inançları sebebiyle Hıristiyan ve İslam toplumları tarafından şeytana tapanlar olarak algılanmış. Tanrının dünyanın sadece yara-tıcısı olduğunu düşünüyorlar. Sürdürücüsü değil. Dünyada tanrısal iradenin icra organı Melek Tavus'tur. Melek Tavus yanında ruh göçü yoluyla Tanrısallığa yükselmiş olan Şeyh Adi onla bir olmuş görünmektedir. Ye-zidiler cehenneme inanmıyorlar. Şeytana ve cehennem cezasına da inanmazlar. Ezidilik kan bağıyla geçiyor. Ezidiliği yaymak kesin-likle yasak. Bu sebeple sır din olarak anılıyor.
37 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANDÜNYA
Fakat Almanya'daki diasporada isteyenler Ezidi olabilmeli diye tartışmalar başlamış. Sözlü bir kültür ağırlıklı Ezidilerin iki kitabı olduğu söyleniyor. Mushafa Reş (Kara Kitap) ve Kiteb-a Cilwe. İlginçtir kaynaklarda adı geçen bu kitapları topluluk kabul etmiyor, kutsal oraka görmüyor. Reddetmelerine rağmen halen konuya ilişkin kaynakça olarak gösterilmeleri ilginç. Almanya gibi Ezidilik araştırmalarının yapıldığı bir ülkede Ezidi dini, tam anlamıyla teolojiye sahip olmayan ve buna acilen ihtiyaç duyan sinterik bir inanış biçimi olarak adlandırılıyor.
Bir Ezidi'nin yaptırması gerekenler; sünnet, vaftiz ve saç kestirmekEzidilerin hayatında önemli evreler var;
bisk (saç kemsi), sinet (sünnet), helal veya mor kirin (vaftiz, laliş'teki kutsal kaynaktan alınan kutsal zimzim suyuyla vaftiz edilir), biraye exrete (ahret kardeşliği) ve dawet'tir (düğün). Bir de cenaze töreni. Sünnet, Müslümanlara yakın bölgelerdeki Ezidilerde yaygınken Hıristiyanlara yakın Ezidilerde o kadar değil. Hatta Avrupa Ezidi diasporası bu sünneti tartışıyor, dini mi değil mi diye? Kir-velik ve ahret kardeşliği de diğer toplumlarla kaynaşmada önemli bir gelenek. Zira kirve farklı bir dinden kişiyle de olabiliyor ve kan kardeşinden daha öte bir kavram.
Üç tarikatları var: fakirler, koçaklar ve fahralar Ezidi toplumu oldukça karmaşık ve
hiyerarşik örgütlenmiş. Din büyüklerinden oluşan kastlar (şeyhler ve pirler) ile müritler, toplumun iki ana tabakası. Hiyerarşinin en tepesinde şeyhler var. Unvanlar babadan oğula geçiyor. Mirler, şeyhler Laleşteki kutsal merkezin yakınındaki köylerde otururlar. Ezidilerde iki tarikat var. Bunlardan biri Fa-kirler olarak anılıyor. Bu tarikatlara, kastların aksine katılımla geçiliyor. Genellikle babalar oğullarını eğiterek fakir olmaya hazırlar. Çile çekerek hayat sürerler. Dini konularda geniş bilgi sahibidirler. Diğer tarikata ise koçak denir. Koçakların mucizeler gösterdiğine ve gelecekten haber verebildiğine inanılır. Koçaklar da laleş yakınlarında yaşarlar. Bir de kadın tarikatı var. Çilecilik hayatı sürmek isteyen kadınlara fahra deniyor. Laleşte yaşar ve kutsal yere hizmet ederler. Evlenmezler.
Günde üç kez güneşe karşı dua ederlerEzidilerin din sembolü Tavus kuşu.
Demirden yapılmış bir tavus kuşu figürü bulundururlar evlerinde. Günde üç kez ibadet yaparlar. Şafak sökerken doğuya yönelir, güneşih doğuşunu karşılar, Kürtçe dua okurlar. Öğlen ve akşam güneş batarken de aynı şekilde ibadet yaparlar. Ezidilerin toplu ibadeti yok. Herkes evinin önüne çıkıp, kendi ibadetini yapıyor. Toplu ibadet yılda bir kez ve laleş'te hac sırasında oluyor. Kutsal günleri ise çarşamba. Yeni yıl ve cemaat bayramları var.
Tapınaktaki karayılan simgesiEzidilerin kutsal tapınaklarında Laleş'te
bir tasavvuf şeyhi yatıyor. İlk dönem Müslü-man cemaatlerinden Adavi tarikatının şeyhi Adi'nin türbesi aynı zamanda Ezidlerin tapınağı. Tapınağın önünden akan ırmak dağlardan akan yer altı sularıyla besleniyor. Bu suya zemzem suyu deniyor. Türbeye giriş kapısı üzerinde birçok sembol var. Aslan, tarak baston insan daire içine alınmış çiçek ve Davut yıldızı varmış. Şeyh Adi'nin türbesine açılan kapı üstünde bir adam boyunda siyah bir yılan motifi ise duruyor. 19. yy gezgin-lerinin çizimlerinde bu sembolleri görmek mümkün. Türbenin giriş kapısının üstünde de Arapça bir levhada Şeyh Adi'nin burada yattığı yazıyor. Tapınağın kubbesinde toplam 24 çıkıntı var. bunlar 24 saati temsil ediyor. Tepesindeki arma da güneşi.
Vefat eden Moğolistanlı Galimbek öğretmen dualarla anılıyorTÜRKMEN TERZİ JOHANNESBURG
1Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Moğolistanlı
Galimbek Sharivkhan öğretmenin 6 yaşındaki oğlu ta-burcu oldu. Eşi Jannur Kabil’in durumu da iyi ancak, küçük oğlu Khalil Syerik’in durumu ciddiyetini koruyor.
Gece 22.30 sularında kendi kullandığı aracı ile kaza ya-pan Galimbek öğretmeni o sırada yoldan geçen bir Türk aile fark etti. Galimbek ailesine yardım eden gurbetçiler, aileyi hastaneye götürdü. Arkadaşları tarafından Moğolistan’ın Adem Tatlı’sı olarak anılan Galimbek öğretmen, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuydu. Çevresinde esprili kişiliğiyle tanınan Galimbek öğretmenin hemen herkesle muhabbeti olduğu aktarılıyor.
Trafik kazasında hayatını kaybeden Galimbek öğ-retmenin, geçen yıl da kaza yaptığı belirtiliyor. Bu kaza sonrası Galimbek’in kafasına 18 dikiş atılıyor. Kazadan 30 saniye önce arka koltukta oturmasına rağmen kemerini takan Moğol öğretmen, ciddi bir hayati tehlike atlatıyor.
Yeni göreve başladığı Nizamiye Sama Türk Okulu’nun müdürü Faruk Türkmen, Galimbek öğretmen ile ilgili şunları kaydediyor: “Galimbek öğretmen, okula en önce
gelen isimdi. Her gününe Cevşen okuyarak başlardı. Dersler başlamadan önce bu yıl mezun olacak öğrencileri ile hasbihal eden Galimbek öğretmen, hepsinin dertleriyle birebir ilgilenirdi. Öğrencileri onu çok seviyordu. Kaza haberi duyulduğunda öğrencileri gözyaşlarına boğuldu. Dünyanın dört bir yanından taziye mesajları yağdı okulu-muza.” Türkmen, Galimbek öğretmenin Moğolistan’daki ailesinin ‘Gitme bizimle kal artık’ ısrarlarına rağmen, talebeleri için Güney Afrika’ya geldiğini belirtiyor.
Eğitim gönüllüsü Adem Tatlı da öğretmen olarak gittiği Moğolistan’da geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Anısına iki Moğol televizyonu tarafından “Güzel İnsan Adem Tatlı” belgeseli yapılan Tatlı’nın mezarı ise Moğolistan'da bulunuyor.
Büyük oğlu, babasının vefatından habersizKazada arabada bulunan Galimbek öğretmen hayatını
kaybetmiş, eşi ve büyük oğlu Jyemilbyek hafif yaralanmıştı. Jyemilbyek, taburcu edildi. Babası Galimbek öğretmenin vefatından habersiz olan küçük çocuk, Türk okulundaki öğretmenlerin yanında bulunuyor. Küçük kardeşi Khalil Syerik Galimbek ise hayati tehlikeyi henüz atlatamadı. Galimbek ailesi, herkesten dua bekliyor.
Der Spiegel: Alman istihbaratı Türkiye’yi dinledi1
Alman haftalık haber dergisi Der Spiegel, Alman istihbaratının 2009 yılından itibaren Türkiye’yi is-
tihbarat hedefi olarak takip ettiğini yazdı.Yarın yayımlanacak yeni sayısında yer alacak haberin
ön duyurusunu internet sitesinden yapan dergi, Türki-ye’nin 2009’da, Alman istihbarat teşkilatı BND’nin dört yılda bir tayin ettiği istihbarat hedefi ülke listesine eklene-rek profilinin çıkarıldığını iddia etti. ‘BND, NATO partneri Türkiye’yi dinledi’ başlıklı haberini, adını açıklamadığı bir istihbarat yetkilisine dayandıran dergi, geçen yıl ABD ile yaşanan istihbarat ve telekulak krizinin ardından listenin güncellenmediğini belirtti. Haberde ayrıca, Ortadoğu’yu izleyen BND’nin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yi, selefi Hillary Clinton’ı ve eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı da ‘yanlışlıkla’ dinlediğini savundu. Dergiye göre, Filistin barışı için telefon trafiği gerçekleştiren Kerry’nin yanı sıra bundan bir yıl önce görüşen Clinton ve Annan’a ait kayıtlar derhal imha edildi.
Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı NSA'nın Başbakan Angela Merkel'i dinlediğinin ortaya çıkmasıyla ABD'ye,
"Dost ülkelerin birbirini dinlemesi normal değil" diye çıkışan Almanya, şimdi kendi istihbaratının Türkiye'yi dinlemesini tartışıyor. Muhalefet, Federal Dış İstihbarat Örgütü BND'nin Alman Hükümeti'nin görevlendirme-siyle 2009'dan beri NATO ortağı Türkiye'yi dinlemesinin tüm yönleriyle aydınlatılmasını istedi.
Der Spiegel'e konuşan Yeşiller Partisi Parlamento Grup Başkanvekili Konstantin von Notz, Başbakan Angela Merkel'e dinlemeden ne zamandan beri haberi olduğunu sorarken, "Şansölyeden konuya ilişkin hemen açıklama bekliyoruz" ifadelerini kullandı. Merkel'in Amerikalılara karşı söylediği söze atıfta bulunan Notz, "Dostların birbirini dinlemesi, bu olacak iş değil" diye konuştu.
Handelsblatt'a açıklamada bulunan Sol Parti Genel Başkan Vekili Jan Korte ise, Federal Dış İstihbarat Ör-gütü BND'yi "Devlet içinde devlet" olmakla itham etti. BND'nin kontrolden çıktığını savunan Korte, konunun İçişleri Komisyonu ve Parlamento'da görüşülmesinin zorunlu olduğunu belirtti. (DHA)
38 6–12 EKİM 2010 ZA MANEKONOMÝ38 KÜLTÜR 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMAN
NEDİM HAZAR
1Her aktör için içli bir hayal, imreni-lecek bir kariyerdi Robin Williams’ın
mesleki yaşamı. Henüz lise çağında (oku-duğu lise herkesin kolay kabul edilmediği oldukça zor bir drama okuluydu) hocaları-nın yeteneğini keşfedip mizaha yönlendir-mesiyle başlamıştı meslek hayatı. Siyasal bilimler alanında üniversite okumasına rağ-men, öğrenci iken gece kulüplerinde yaptığı gösteriler ile ünü dalga dalga yayılmıştı. 1970’ler sadece Amerika için değil, bütün dünya için katıksız bir televizyon egemenliği demekti. Ülkemizde Kaçak, Bonanza, Vadi-deki Hayat, Jack vs. gibi pek çok TV serisi ilgiyle takip ediliyordu. Tek kanallı yayın aileler için rakipsiz bir eğlence alanı demekti. Mork ve Mindy işte böyle bir zamanda çe-kilmeye başlandı. Robin Williams dizide Ork isimli bir gezegenden dünyaya gelmiş, tuhaf alışkanlıkları olan matrak genç uzaylıyı can-landırıyordu. Her uzaylının Superman gibi insanüstü olmadığını görüyorduk her hafta.
Mork ve Mindy, Williams’a dünya ça-pında ün getirmişti. Belki de bu nedenle ve-fatından sonra evinden daha çok bu dizinin çekildiği evin önü kalabalıktı ve hayranları getirdikleri çiçek ve notları oraya bıraktılar.
Cazcı Kardeşler ve 1941 filmlerinin ba-şarılı yıldızı John Belushi, Williams’ın hem yakın arkadaşı hem de şöhret basamaklarını tırmanırken iyi bir yol göstericisiydi. Belushi de tıpkı Williams gibi, şöhreti lise yıllarında yakalamaya başlayan başarılı bir komedyendi ve önemli bir sorunu vardı: Kokain bağımlı-lığı. Belushi, 5 Mart 1982 akşamı aşırı dozda eroin ve kokain almaya başladığı saatlerde iki dostu onu ziyaret etmişti: Robin Williams ve Robert De Niro. Her ikisi de Belushi’nin hâlinin hiç iyi olmadığını anlamıştı. Ne ki ünlü aktör Belushi o sabaha doğru hayata gözlerini kapattı. Williams uyuşturucunun insanı ne hâle getirebileceğini bizzat görmüş ve ürkmüştü. Dostunun ölümü sonrası yap-tığı tüm açıklamalarda bu noktaya özellikle vurgu yapmıştı ama aynı hazin yolu kendisi de yürümeye başlamış, özellikle alkol tüke-timini yavaş yavaş artırıyordu.
Kariyerine bakıldığında gerçekten her aktör için imrenilecek bir tablo vardı Willi-ams’ın. En iyi erkek oyuncu dalında 3 kez Oscar’a adaylık ve 1997 yılında oynadığı Can Dostum filmiyle en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü. Ayrıca, iki kez Emmy, dört kez Altın Küre ve beş kez de Grammy ödülünün sahipliği...
Başarılı bir komedyen ve TV yıldızıydı Williams ancak sinemada neler yapabi-leceğini gösterebilmek için ilk fırsatı 1987 yılında Günaydın Vietnam filmiyle yakaladı. Yönetmenliğini Barry Levinson’un yaptığı iyi bir ‘kara film’ örneği olan Günaydın Viet-nam’da Williams, epeyce kendi karakterine benzeyen Radyo DJ’yi Adrian’ı canlandırır. Ordu tarafından sabahın erken saatlerinde yayımlanan bir radyo şovu için Vietnam’a getirilen Adrian, ölümün ve savaşın tam ortasında kelimeleriyle öyle bir atmosfer oluşturur ki, savaşın tüm yıkıcılığı bir anda arka plana geriler. Bilmeceler, eğlenceli fıkra bombardımanları ve 60’ların hitleriyle dop-dolu film, aslında savaşın deliye dönüştür-düğü insanlar için de bir sığınak oluşturmayı başarır. Günaydın Vietnam her ne kadar tipik Hollywood bakış açısıyla ele alınsa da, iyimserliğin iflah olmaz güzelleştiriciliğiyle ciddi bir savaş karşıtı filmdir.
Bu rolüyle Robin Williams ilk kez Os-car’a aday gösterilir. Alamaz ama BAFTA ve ASCAP gibi sektör için ciddi sayılan yarışmalarda heykelcikleri kucaklar.
Bu arada şöhret ilk bedelini almış, Wil-liams on yıllık evliliğini noktalamıştır. İkinci evliliğini Marsha Garces ile yaparken kariye-rindeki ikinci sıçrayışını yaptığı filmin çekim-lerine başlar. Bu film, onun oyun gücünün bambaşka yönünü gösterdiği 1989 yapımı Ölü Ozanlar Derneği’dir. Günaydın Viet-nam, orta dozda bir savaş karşıtlığı içerirken
Ölü Ozanlar Derneği ciddi anlamda yerleşik katı eğitim anlayışına doğrudan saldıran bir filmdir. Katolik eğitim sistemine karşı olan ve bunun için öğrencileriyle ölçüsüz bir yakınlık kuran dil öğretmeni John Keating rolüyle Williams yine kendi karakterine çok yakın bir rol ile âdeta döktürür filmde. Aslında Keating’in Adrian karakterinden çok farklı bir tarafı yoktur. Katıksız bir iyimserlik filmi değildir belki ama dar düşüncelerin hâkim olduğu katı bir özel kolejde zihni açık bir öğretmenin neleri değiştirebileceğine (ilk iş olarak ders kitabının önsözünü yırttırarak başlıyordu) dair güzel bir filmdir Ölü Ozanlar Derneği. 4 dalda Oscar’a aday gösterilen filmde adaylar arasında Williams da vardır ama ikinci adaylığı da ödül getirmez. Ölü Ozanlar Derneği sadece ‘Uyarlama senaryo’ dalında ödül alır.
Oliver Sacks iyi bir nörolog olmanın yanında deneyimlerini edebî yeteneğiyle birleştirebilen nadir bilim adamlarındandır. Onun bir kitabından uyarlanan Awakenin-gs-Uyanışlar, 1990 yılında Penny Marshall tarafından sinemaya aktarıldığında başrolde Robert De Niro ile beraber Robin Williams vardır. Willams filmde Sacks’ı temsil eden Dr. Malcolm Sayer’i canlandırır. Sadece ko-medide değil ciddi dramda da ne kadar güçlü ve başarılı bir oyuncu olduğunu kanıtlar Robin Williams. Uyanışlar, genel tema olarak önceki iki önemli filminden çok farklı değildir Williams’ın. Günaydın Vietnam’da savaş ortamına minik dokunuşlarla renk katan radyo DJ’yi, Ölü Ozanlar Derneği’nde okula devrim niteliğinde yeni anlayış yerleştirmeye çalışan edebiyat öğretmeni, Uyanışlar’da bir kliniğe yeni bakış açısı katan Dr. Sayer olarak gelmiştir. Uyanışlar, doktor-hasta ilişkisi
çerçevesinde uzun süre dünya hayatından kopan bir hastanın, uyandıktan sonraki hissiyatı ve kader konusunda epey düşün-dürücü bir filmdir. Üç dalda Oscar’a adaydır ama bu kez Williams değil, DeNiro’nun adaylığı olur ve kazanamaz ödülü.
Bir Terry Gilliam filmi olan Balıkçı Kral (1991) etkileyici bir deliliği yüceltme filmidir ve Robin Williams bu filmde kariyerinin doruk noktalarından biri olan Parry’i can-landırır. Yine ıskalamamış ve seyirciyi can evinden vurmuştur ünlü aktör. Balıkçı Kral, epik bir şekilde yüceltilen akıl dışılığı, merha-met ve sevgi ekseninde mükemmel ele alır. Ve açıkçası bu durum modern insanı epeyce etkiler. 5 dalda Oscar’a aday gösterilir film ama Williams yine eli boş döner, ancak bu kez Golden Globe’u almayı başarmıştır. Şüp-hesiz biz kariyerinin önemli köşe taşlarından ilerliyoruz, yoksa Robin Williams bu filmlerin arasında pek çok komedi ve dramda rol almaya devam eder. Hollywood’un aranan yıldızlarındandır zira.
Harvard’lı iki genç, yıllar boyu koltukla-rının altında bir senaryo, yapım şirketlerini dolaşıp durmaktadır. Good Will Hunting – Can Dostum isimli bu projenin sahibi gençler Matt Damon ve Ben Affleck’tir. Aslında 10 milyon dolar gibi Hollywood için hiç de büyük sayılmayacak bütçeye sahip projeye nedense yapımcı bulamazlar ama 1997 yılında Miramax projeyi onaylar ve Gus Van Sant gibi usta bir yönetmene üstelik Robin Williams gibi bir yıldız ile projeyi teslim eder.
Üniversitede çalışan bir hademe olan Will, aynı zamanda çok zeki ve öğrenmeyi seven biridir. En yakın çocukluk arkadaşları
ile birlikte zaman zaman mahalledeki diğer genç gruplar ile kavga ederler. Bu yüzden başı kanunlarla derttedir ve son yaptığı kavgadan dolayı hapse gönderilir. Daha önce Will’in yeteneğini fark edip araştıran üniversite profesörü bir şartla Will’e kefil olup hapishaneden çıkarılmasını sağlar. Tek şart Will’in bir terapist tarafından tedavi edi-lip içindeki öfkenin dindirilmesini sağlamak. Will terapist Robin Williams ile birlikte haya-tını yeniden yönlendirmeye başlayacak, en yakın arkadaşı Ben Affleck ve yeni tanıştığı kız arkadaşı bu konuda ona destek olacaklar-dır. Can Dostum, sadece Robin Williams’ın muhteşem oyunuyla değil, sinemaya iki yeni yıldız kazandıran film olarak da bilinir. Affleck ve Damon Can Dostum’un açtığı kapıdan koşarak geçerler. Bugün gelmiş geçmiş en iyi filmler sıralamasında 132. Olan Can Dostum, Williams’a arzu ettiği ödülü de getirir. Oscar heykelciğini kucaklarken kariyerinin zirvesindedir artık.
Sadece güldüren adam değildiDamon ve Affleck dolayısıyla Williams’ın
ölümüne en çok üzülenlerdendir. Her ikisi de yaptıkları açıklamada ona olan minnet hislerine özellikle vurgu yaptılar.
İrili ufaklı 100’den fazla film ve dizide rol aldı Robin Williams. Elbette bunların çoğu komedi türündendi ama o, sadece güldüren adam değildi. Aynı zamanda izle-yiciyi gözyaşlarına boğmayı da beceriyordu. Hatta izleyiciyi hıçkırıklara boğduğu anlar daha çok hatırlananlar oldu. Canlandırdığı karakterlerin çoğu, erdem peşinde, iyimser ve sürekli ders veren tiplemelerdi. Şüphesiz Willams, bu karakterlere çok şey verdiği gibi onlardan da çok şey öğrendi. Ancak şöhret denen bela, özel yaşamını bir türlü stabil hâlde tutmasına fırsat vermiyordu. Alkol, be-raberinde uyuşturucuyu getirmişti. İki çocuk sahibi olduğu ikinci eşinden de ayrılınca, özel hayatının düzensizliğiyle ilgili fısıltılar yüksek sese dönüştü ve en nihayetinde, bağımlılık tedavisi gördüğünü kendisi açıkladı.
11 Ağustos Pazartesi sabahı kendini odasına kapattığında muhtemelen alkolün etkisiyle yaşadığı ruhsal sıkıntılardan kur-tulmanın tek yolu olduğunu düşünüyordu. Önce, küçük bir bıçakla bileklerini kesmeyi denedi. İnsanın birini öldürmesi şüphesiz çok zor, kendi canına kıyması ise, aklı başında iken neredeyse imkânsız. Robin Williams, cansız bedeni kendi boynuna doladığı kemerinden sarkarken, şöhretin en ağır bedelini ödeyen bahtsızlardan oluyordu.
Kahkaha ve hıçkırık Sadece komedi değil ciddi dramda da ne kadar güçlü olduğunu ispatlamış bir aktördü Robim Williams. Cansız bedeni kendi boynuna doladığı kemerinden sarkarken, şöhretin en ağır bedelini ödeyen bahtsızlardan oluyordu. Maalesef hazin bir son daha.
Ahmet Turan Alkan
39 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANYORUM
Ali Ünal
‘Okumuş’ AKP’lilerin Hizmet düşmanlığı21 Aralık 2009’da bu sütunda özetle
şunları yazmışım:“Türkiye’de en fazla Kur’an Kursu ve
İmam-Hatip Okulu/Lisesi, Demirel’in iktidarları döneminde açıldı. En fazla dindarlaşma da, merhum Özal’ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dö-nemlerinde gerçekleşti. İslâm hassasiyetli kesimin baştan beri sağ iktidarlara karşı çıkması, onları İslâm adına teyakkuzda tutuyordu ve dünyevîleşme, başkalaşma, bu kesimin içine henüz fazla yol bulama-mıştı. Aile yapısı çok daha sağlamdı ve “ma’ruf”a dayalı gelenekler, hakimiyetini büyük ölçüde koruyordu… Hayat, daha sade ve gösterişsizdi. Yapılan kamuoyu yoklamalarında ülkede Şeriat isteyenlerin oranı %19 çıkıyordu. Televizyon yayınları, daha mazbuttu. Zina, eşcinsellik ve benzeri yöneliş ve davranışlar, “bireysel hak ve özgürlükler” zırhını giymemişti. İslâm hassasiyetli camianın kadınlarında tesettür, gerçekten tesettür denebilecek tarzdaydı. Bu kesimin medyası, örtülü olmayan kadın resmi bile yayınlamaktan kaçınır, magazine ise itibar etmezdi.
“28 Şubat, İslâm hassasiyetli kesimlerin üzerine geldi ve AK Parti iktidarlarında, “Allah, içinizdeki temizleri ve kirlileri, samimî ve gayr-ı samimileri, sâdık olanlarla olmayanları ayırmadan sizi içinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir.” İlâhî fermanları, kendisini tam gösterdi. Artık ülkemizde her yıl birkaç yüz bin evlilik dışı çocuğun dünyaya geldiği, günde ortalama 350 boşanma yaşandığı, sigara bir yana, alkollü içki ve uyuşturucu kullanma yaşının 10’a kadar düştüğü rapor ediliyor. Her türlü gayr-ı İslâmî hayat tarzı “bireysel hak ve özgürlükler” koruma zırhına alınıyor. 7-8 yıl içinde ülkede Şeriat isteyenlerin oranı % 9’a düşmüş... Bütün bunlara rağmen, sürekli ülkede dindarlığın arttığı konuşulup yazılıyor. İşte, dindarlaşmanın arttığı yalanı ve buna iktidarın da, İslâm hassasiyetli kesimlerin de kanması, ülke-miz adına bir tuzak, tehdit ve tehlikedir.”
Geçen gün, Ankara’nın yeni kurulmuş bir “köy”ünde Cami Yaptırma ve Yaşatma
Derneği’nin odasında masanın üzerinde kapalı bir Kur’ân ve R.T. Erdoğan’ın damadının başında bulunduğu medya grubuna dâhil, müstehcen yayıncılıkta önde, birinci sayfası açık Takvim gazetesi bir arada duruyordu. AKP’yi ve AKP din-darlığını anlatan anlamlı bir görüntüydü bu. Yukarıdaki yazımın yayımlandığı aynı yıl, gözlemlerine itimat ettiğim bir gaze-teci dost, “Türkiye’de Müslümanlar, çoğu cemaatler kirlenmiş durumda. Fethullah Gülen Cemaati ise kendisini büyük ölçüde koruyor.” demişti. Bugün Cemaat niye yalnızlaştırıldı ve AKP’nin her yandan saldırılarına niye hedef sorularının ceva-bını bir açıdan burada aramak gerekiyor. Çünkü küfrün tabiatında imana, nifakın tabiatında ihlâs ve samimiyete, fıskın tabiatında düzgün dinî yaşantıya, zulmün tabiatında adalete, ahlâksızlığın tabiatında ahlâka, hırsızlık ve yolsuzluğun tabiatında dürüstlüğe, kirliliğin tabiatında temizliğe düşmanlık vardır. İkinci olarak, bir dost anlattı: Bilhassa TİKA vasıtasıyla yurtdı-şında okullar açmayı düşünen AKP’liler, itimat ettikleri birine bunda başarılı olup olamayacaklarını sorduklarında şu cevabı alıyorlar: “Bu okullarda ayda 150 dolara çalışacak Boğaziçi mezunları bulabilirseniz açın.” İşte, dini ancak dünyalarının, menfaat ve rahatlarının yedeğinde tutan, yerlerinden ayrılmadan, hicret düşünmeden, zekâtlarından artık harcama yapmadan dine hizmet etme iddiasında bulunan ve hizmet ediyorlar olarak bilinmek isteyenlerin vicdanlarını Hizmet hareketi, bu hareketteki samimiyet, ihlâs, fedakârlık ve bunlara Cenab-ı Allah’ın bahşettiği muvaffakiyet, çok ciddî rahatsız ediyordu. Nefislerine ihanet etseler de, onlara ihanet edemeyecekleri için çocuk-larını müesseselerine gönül rahatlığıyla teslim ettikleri Hizmet, her şeye rağmen vicdan konforlarını bozuyordu. Şimdi mevcut-sâbık (?) başbakanın Hizmet hareketine yönelttiği suçlamalara sadece vicdan konforlarını bulmak için dört elle sarılıyor ve Hizmet’in bitirilmesini dört gözle bekliyorlar. Beklesinler, elbet başkaları da bekliyor!
Hocaefendi’nin köyündeki Ermeni teyzeSELÇUK GÜLTAŞLI
Yıllar önceydi. Pensilvanya o zaman Türkiye’nin 82. vilayeti olmamış, Türklerin iyi bildiği, tanıdığı yurdumuzun ‘şirin’ bir köşesi olmamıştı. Bir ziyaretimde Hocaefendi’nin sohbet dairesinde bulunma şerefine nail oldum.
Van Yüzüncü Yıl Üniver-sitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın tarihi eser kaçakçılığı iddiası ile tutuklandığı günlerdi. Rektör bey biraz da laik meşrep ve iktidar muhalifi bir profil çizdiği için, dönemin muhataralı günlerinde bizim mahallede kendisiyle ilgili menfi bir hava vardı. Sohbet halkasındaki arkadaşlardan biri Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki hadiselerden hareketle Aşkın’ın soyunda Ermenilik olduğuna dair iddiaların gündeme getirildiğinden bahsetti.
Hocaefendi hafifçe yüzünü buruş-turarak, çocukluğunda köylerinde çok yaşlı zahide ve abide bir kadın olduğunu,
bütün köyün kendisine hürmet ettiğini, alnında da secde izi bulunduğunu söyledi. Çok az konuştuğunu, hayatını zikirle ve ibadetle geçirdiğini ifade ettik-ten sonra bu çok hürmet edilen teyzenin
Ermeni asıllı olduğunu ifade etti. Ve hemen arkasından ekledi (mealen): Bu topraklarda kütük avcılığı yapmamak lazım. Anadolu memerr-i akdâmdır, birçok millet buradan geçmiş, bazıları kalmış, bazıları kalmamış. Kütük avcılığı bu memlekete kötülük getirir. Fertleri etnik kimliklerine göre
tasnif ve takdir etmek adil bir ölçü değil-dir. Bu sözleri ‘Hocaefendi için makbul Ermeni, ihtida etmiş Ermeni’dir’ şeklinde istismar etmek için sıraya girmeye teşne-ler için Hocaefendi’nin 7 Ağustos’taki şu sözlerini de hatırlatalım: ‘Siz hangi ırktan geliyorsanız, mesela Türk’sünüz, iftihar edebilirsiniz. Bir insanın mensup olduğu milletle iftihar etmesi tabii hakkıdır. Fa-kat bu katiyen başkalarını tahkir etmeyi gerektirmez.’
Hocaefendi’ye yönelik saldırılarında her türlü had ve hududu aştığı müsellem olan Erdoğan, seçim kampanyası sırasında hakaret ve iftira listesine yeni bir madde ekledi. Diyarbakır’da Hocaefendi’yi ırkçı ilan etti. Başbakan’ın bu konuşmayı yaptığı tarih 26 Temmuz. 5 Ağustos’ta soruların zor yerlerden gelmeyeceği teminat altına alındığı her halinden belli bir televizyon programında ise Ermeni olmanın ne kadar büyük bir zül olduğunu ‘Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. ‘Gürcü’dür’ diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu.’ sözleriyle ‘vecizane’ ifade etti. Hatırlayın aynı Erdoğan, 24 Nisan’da 1915 trajedisinde hayatını kaybeden Ermenilere taziyede bulun-muştu. ‘Taziye’ ile çığır açtığı iddia edilen bir başbakanın ‘affedersiniz Ermeni’ sözleriyle neyi kastettiği malumken tevil için binbir derda düçar olmak iktidara eklemlenen Ermeni dostlarımıza kaldı.
Geçen haftaki yazımda Erdoğan’ın balkon konuşmasından mülhem hiç
ümidim olmamakla birlikte söyledik-lerinde samimi olduğuna inanmak istediğimi ve bizi mahcup etmesini temenni etmiştim. Erdoğan, balkon konuşmasına yapılan yorumların hızı kesilmeden, mürekkebi kurumadan bil-dik performansına geri döndü, tehditler, had bildirmeler, basına tahammülsüzlük bildik halleriyle geri geldi. ‘Bizi mahcup et’ dediğimiz Erdoğan böyle densiz taleplerde bulunduğumuz için bizi derhal mahcup etti. Önümüzde tebellür eden şöyle bir tablo var: Kürt meselesinden Ermeni sorununa, Heybeliada’dan azınlıklara, ırkçılıktan anti-semitizme kadar Türkiye’nin sicilinin bozuk olduğu alanlarda Erdoğan bir nefis muhasebesi, hesaplaşma, yüzleşme sonucu siyaset üretmiyor. İhtiyaca göre, iktidarını tahkim edecek araçları vakti gelince tedavüle sokuyor. Cumhurbaşkanlığı kampanyasında bile hâlâ anayasa sözü veriyor olmasını başka türlü nasıl izah edeceğiz?
Dereden tepedenHavalar sıcak; hâliyle havuza atlayan
atlayana. “Eyy falanca...” diye başlayan bir ayar cümlesinden sonra, -nereden oluyorsa!- “refîkimiz” Hürriyet, bu yaz sıcaklarını, geleneksel Bodrum kıyıları yerine iktidar havuzunda serinleyerek göğüslemeyi tercih etmiş bulunuyor; nitekim ondan bir süre önce, adı “Ada” mülhem bir beynelmilel (Beynelislâm mı demeliydik?) haber kuruluşunun Türkçe versiyonu da havuza ayağını daldırıp tarafsızlık bunaltısından kurtuldu. Güzel fotoğraflardı.
Böylelikle cennet ülkemizde, adı başbakanlık için sıkça telaffuz edilen Dışişleri Bakanı hakkında, “Eyy filanca; hangi siyasi muvaffakiyetine binaen Başbakanlığa terfi ediyorsun, anlat da biz de bilelim?” diye sual edebilecek gazeteci miktarı iyice azalmış bulunuyor. Genç, dinamik, kültürlü, vizyoner, teşkilatçı, entelektüel, cerbezeli, konuşkan fakat siyasi sorumluluğunu üstlendiği bakan-lıktaki başarısızlığı müseccel bir namzet! “İşte böyle Memed ağa, sana istemeye gittiğimiz kızın dün bir çocuğu oldu” meselindeki gibi bir şey.
O kadar kusur kadı kızında da bulunur; önemli olan nedir? Sadâkattir, emanete riayettir; “Efendim böyle bir şey yaparsak acaba yargıda başımıza bir şey gelir mi? Ya insan bir kere ölür, her gün ölmenin ne anlamı var?” sırrına mazhar olmaktır.
Nerden aklıma geldi bilmem: 20 sene kadar önceydi; o devrin ünlü Türk büyüklerinden birini ziyarete gitmiştik bir arkadaşla. Demişti ki lâf arasında, “Genç-ler, yüksek makamlara terfi etmenin sırrı şudur: Kimse, yanında suç işleyemeyeceği birini etrafında görmek istemez.” O zaman kendi kendime “Vay canına” demiştim; hâlâ tekrar ediyorum...
Almanların bizimkileri dinlediği haberini, tavernacılara mahsus, “Oo, demir tüccarı falankes bey de müzikho-lümüze teşrif ettiler. Kendilerini piste davet ediyoruz” avâzesiyle karşılıyorum. Bu pilav daha çook su götürür diyor ve ilâve ediyorum: Dinlenilmiş veya
halen dinleniyor olmak (veya tam aksi), uluslararası aktörlerin “fıtrat”ında vardır zaten; önemli olan dinleme sonuçlarının bir devleti nelere mecbur (ve mahkûm!) bıraktığını anlayabilmek ve üstelik vızır vızır dinleniyor olmanın açığa çıkardığı istihbarat zaaflarını giderebilmektir. Acaba Adana havalisindeki TIR’ları durduran ihbarları kimin yaptığı üzerinde durulmuş mudur? Dört başı bayındır istihbarat, bunu gerektirirdi. TIR’larda yanlış şeylerin ele geçmesi hangi aktörlere avantaj sağ-lardı meselâ? Belki de ihbarı yapanların bütün amacı, ilerde kullanmak üzere birkaç kare fotoğraf çekmekti. Netekim havuzda serinleyen refîkalarımızdan birisi dün, “Dinlemenin 2009’da başlaması mânidar; Paralel yapı da aynı yıl zuhur etmişti” cümlesiyle Frau Merkel’i de paralel teşkilâta âzâ kaydetmeyi başardı. Kerâmetin ferâsete takla attırdığı tuhaf zamanlarda sık sık selfie çektirelim.
Tarikat ve cemaatler, hükümet eliyle fişleniyor haberine cuk oturan fevkalâde güzel bir atalar sözü biliyorum fakat, yanlış anlaşılabileceği endişesiyle ketum davranıyorum. Vaktiyle Müslümanları, abdest almasını bile bilmeyen bigâne kişi-ler fişlerdi. O günlerde henüz Müslüman camiaları araştıran uzman gazeteci takı-mının hizmetlerinden yararlanmak da pek mümkün olmuyordu. Tabiatiyle yarım-ya-malak veri tabanı da pek işe yaramıyordu (Bkz. 28 Şubat günleri). Şimdi muazzez devletimiz Müslüman fiştekleme işini yine bizzat abdestli namazlı, dinibütün, uzman ve iymanlı taşeronlara tevdî ederek kendini güncelliyor; database’ini update ediyor! Terakkîdir! Devlet adına büyük, iktidar adına gurur verici bir gelişmedir; bunun da selfiesi çekilsin.
İçinden yol geçirilen okulların selfiesini de reca ediyorum lütfen; çok hoşuma gitti o manzara. Maarifimizde mühim bir çığırdır; kezâ, çözüm sürecinin mânidar bir ara istasyonu olarak halen Misak-ı Milli sınırları içindeki Lice’nin Yolaçtı köyüne dikilen Mahsum Korkmaz heykelinin de... Çözüm’ün üç boyutlu şeklidir; âgâh olduk!
40 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANYORUM
DAĞISTAN ÇETİNKAYA KRAL VE SOYTARI
IMF’ye ‘borcu sıfırlamak’…OSMAN NURİ ARAS
1Sorunları sıfırlama, borçları sıfırlama, paraları sıfırlama… ‘Sıfırlama’ Türki-
ye’de son yıllarda farklı hususlarda kullanı-lan kavramlardan birisi oldu:
Uluslararası ilişkilere bakan yönüyle komşu ülkelerle yaşanan sorunları çözüme kavuşturma amacıyla kullanılan ifade; ‘sıfır sorun’. Ekonomi yönetimine bakan yönüyle IMF’ye olan yükümlülüklerden kurtulma amacıyla kullanılan ifade; ‘borcu sıfırlama’. Adlî ve hukukî boyuta taşınma durumu hasıl olan ifade; ‘paraları sıfırlama’ iddiası. Komşu ülkelerde yaşanan gelişmeler ve gelişmelerde uyguladığımız dış politikanın etkisi dikkate alındığında ‘sıfır sorun’ ifadesi rafa kalktı denilebilir. Adlî ve hukukî süreçte yürütmenin bulunduğu tasarruflarla ‘paraları sıfırlama’ ifadesi ise iddiadan ibaret kaldı. Tedavülde olan, iktidar tarafından ekonomi-deki başarısını ifade etmek için temcit pilavı gibi durmadan dile getirilen ve dahi toplum tarafından rağbet gören ‘sıfır’lı kavram ise ‘borcu sıfırlama’. Nitekim bu deyime son balkon konuşmasında da yer verildi.
IMF ile 1961’de başlayan borç ilişkimizin 2013’te bitecek olmasının netleşmesinden itibaren ülke yönetimi ekonomik başarısını ifade etmede ‘borcu sıfırlama’ kavramını kullanmaya başladı. Ve Mart-2013’te IMF’ye olan borç sıfırlandı. IMF’ye borcun sıfırlanmasının arkasında elbette siyasî istikrarın yanı sıra ülke yönetiminin uygu-ladığı politikalarla ekonomide malî disiplini, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlaması yatmaktadır. Ekonomide uygulanan politi-kaların ise IMF ile yapılan son iki stand-by anlaşması çerçevesinde olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
‘IMF’ye borcu sıfırladık’ ifadesiyle kaste-dilen ve daha da önemlisi anlaşılan iki algı vardır: Birincisi dış borçlarımızı sıfırlamamız, ikincisi ise ülke yönetimini dışa bağımlı kılan vesayetten kurtulmamız. Bu iki algının ne kadar doğru olduğuna kısaca bakalım:
Borçları sıfırladık mı?IMF’ye borcu kapatmakla tüm dış
borçlarımız sıfırlandı mı? Hele hele ‘IMF’ye borcumuz bitti, şimdi 5 milyar dolar da borç vereceğiz’ denilince artık dış borç alan değil dış borç veren bir ülke konumuna mı gelmiş oluyoruz? Ülke insanının zihninde ‘öcü’ de-nilecek kadar korkulan bir yere sahip olan ve hakkında ‘kahrolsun’ sloganları atılan IMF’ye borcu sıfırlama önemli olmakla birlikte, bu başarının, sanki dış borç sadece IMF’den alınıyormuş gibi bir algı oluşturularak dış borcun sıfırlandığı, hele hele dış borç veren ülke konumuna gelindiği şeklinde kullanıl-ması doğru değildir. Çünkü dış borç veren
ülke olma bir yana, dış borcu sıfırlanan değil aksine rakamsal olarak ister kamu özelinde isterse toplamda 2002’den günümüze dış borcu artan bir ülkeyiz: Kamunun 2002’de 74 milyar dolar olan dış borcu 2014’ün ilk çeyreğinde 117 milyar dolara yükselmiş, yani % 58 artmıştır. Toplam dış borçlar ise 2002’de 130 milyar dolar iken yıllar itibarıyla artış göstererek 2014’ün ilk çeyreğinde yak-laşık 390 milyar dolara ulaşmış, yani % 200 artmıştır. IMF’ye borç sıfırlanırken toplam dış borç artmışsa, değişen sadece borçla-rın kaynaklarıdır. Toplam dış borç stoku yükselirken IMF’ye borcun sıfırlanması, bir borçlanma tercihi olarak da görülebilir ve bu dış borçların sıfırlandığına ilişkin algı oluşturmaya yönelik kullanılacak bir ‘başarı’ değildir.
Elbette dış borcun miktarı genellikle tek başına bir kriter değildir. Dış borcun miktarındaki değişmenin yanı sıra dış borcun GSYH’ya oranındaki değişmeye de bakmak gerekir: Her ne kadar kamu dış borç stokunda artış olsa da 2002’de % 28 olan kamu dış borç stokunun GSYH’ya oranının 2012’de % 12’ye gerilemesi bir başarıdır. Ancak bu oranın son iki yılda yeniden artış seyrine girerek % 14’ün üzerine çıkması endişe vericidir. Öte yandan 2002’de % 56 olan toplam dış borç stokunun GSYH’ya oranının yıllar içinde azalarak 2011’de % 39’a inmesi de bir başarıdır. Ancak bu oranın da
son iki yılda yeniden artış seyrine girerek % 47 düzeyine ulaşması yine endişe vericidir.
Vesayetten kurtulduk mu?IMF’ye borcu sıfırlamakla ülkemiz dış
vesayetten kurtuldu mu? IMF’ye borcun sıfırlanmasına vesayetten kurtulma bakımın-dan atfedilen önem şöyle açıklanmaktadır: IMF borç verirken, sadece o borcun faizi ile geri ödenmesini talep etmemekte, ekonomi yönetimine ülke yönetimiyle birlikte yön de vermekte: Sunduğu ‘acı reçete’lerle daha çok ‘kemer sıkma’ olarak tabir edilen taleplerde bulunmakta, sağladığı finansal kaynağın nerede ve nasıl harcanacağına karışmakta ve talepleri doğrultusunda ekonominin yönetilip-yönetilmediğini kontrol etmek amacıyla ekonomiyi gözden geçirmektedir. IMF dışındaki uluslararası borç kaynakları ise verdiği borç karşılığında faiz dışında doğrudan bir talepte bulunmamaktadır. Bu bakımdan IMF’ye borcun sıfırlanması elbette önemlidir. Öte yandan Osmanlı’yı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni vesayet altına alan Duyun-u Umumiye benzeri IMF ile borç ilişkisinin, 1960 ve 1980 ihtilalleri ile bağlantı-sının olduğu kanaatinin kabulü durumunda; IMF’ye borcu sıfırlama, vesayetten kurtulma açısından daha büyük bir önem taşımaktadır. Ki, böyle bir durumda IMF’ye borcu sıfırlama ile ülkemizin son 200 yılda batının iktisadî, siyasî ve kültürel vesayetinden kurtulmasın-
dan bahsedilebilir.Verdiği borç karşılığında faiz dışında
doğrudan bazı taleplerde bulunan bir ulus-lararası kuruma olan borçtan kurtulmak, söz konusu kurum dolayısıyla vesayetten kurtulma açısından elbette çok önemlidir. Ancak bu önem ifade edilirken, söz konusu ‘başarı’, farklı yollarla ve de artarak dış borçlanmaya devam eden bir ülkenin dış vesayetten kurtulduğu anlamına gelmemek-tedir. Çünkü artık finansal sistemin geliştiği ve derinleştiği küresel dünyada, uluslararası sermayenin faiz dışı talepleri de önceden olduğu gibi borç ilişkisine girildiğindeki doğrudan taleplerden oluşmamaktadır. Nitekim IMF’ye borcu sıfırlamayı ‘başarı’ olarak gösterenler tarafından, ülkemizde yaşanan bazı gelişmeler bağlamında ‘faiz lobisi’ kavramının kullanılması ve gündemde tutulması da bu gerçeği ifade etmektedir. IMF’ye borcu sıfırlama başarısı gösterilmekle birlikte, ‘faiz lobisi’ ile dış borç ilişkisi devam ettiğine göre ‘200 yıllık vesayetten kurtulduk’ ifadesi de, ‘kurtuluş savaşı kadar önemli’ yorumu da gerçeği yansıtmamaktadır.
Muhtemelin mukadder olmaması içinHer ne kadar ‘borcu sıfırlama’ ifadesiyle
oluşturulmak istenen iki algı da yanlış olsa da IMF’ye borcun sıfırlanması ve de 2011’e kadar kamu dış borç stokunun ve toplam dış borç stokunun GSYH’ya oranında kay-dedilen başarılar görmezden gelinemez. Ancak son iki-üç yılda bu oranların yeniden yükselmeye başlaması endişe vericidir. Ge-nel makroekonomik verilerde de olumsuz gelişmeler dikkate alındığında ekonominin gidişatına ilişkin endişeler her geçen gün artmaktadır.
‘Sıfır sorun’un adeta ‘sırf sorun’a dönüş-mesine ve ‘paraları sıfırlama’ iddiasının var-lığını devam ettirmesine rağmen, ekonomide elde edilen başarıların bugünkü yönetime olan güvenin devamının temel kaynağı olduğu bir gerçektir. 12. cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları da bu gerçeğin altını bir kez daha çizmiştir. Ancak ülke yönetiminin hem son iki-üç yıl öncesine kadarki başarı-sında arkasına aldığı küresel fırsat rüzgârını kaybetmesi aksine rüzgârın tersine dönme emareleri göstermesi, hem de ülke ekonomik göstergelerinde yaşanan olumsuzlukları dikkate almayarak hâlâ ‘borcu sıfırlama’ gibi kavramlarla oluşturulan algıların arkasına saklanmaya çalışması, ekonomide muhtemel istikrar bozulmasını mukadder hale getirebi-lir. İktidarın da kaybedilmesine temel ve belki de tek saik olacak ekonomideki muhtemel krizin mukadder olmaması ise ülke yöneti-minin iktidara geldiği ilk yıllardaki çizgisine hızla dönmesi ile mümkün olabilecektir.
*Doç. Dr., Fatih Üniversitesi
Ekrem Dumanlı
Ey ‘İslamcılar’ İslam’a dönün!Muhalif fi kir üreten dinamiklerden
biri de hiç şüphesiz ‘siyasal İslam’ diye anılan merkezdi. Merkez diyorum ama aslında o ses merkezden değil, çevreden yükseliyor, gücü elinde bulunduran kadroların taşkınlığını -diğer pek çok unsurla beraber- dengeliyordu.
Zira İslamî argümanlar kullanan bu çevre, adaletten, hakperestlikten, dürüstlükten bahsediyordu ve bu çağrı vicdanlarda yankılanıyordu.
Peki ya şimdi? Sistemin dışında durup meselelere keskin eleştiriler getirmeye çalışan ‘siyasal İslamcılar’, artık kendini ‘devletin gerçek sahibi’ görüyor, devletin bütün kadim kurum ve kuruluşlarını içselleştirerek yeni bir kimlik ve yaklaşım ortaya koyuyor. Me-sela keskin eleştiriler getirilen MİT, artık ‘devletin bekası’nı temin eden ‘kutsal’ bir kuruluş; YÖK, ‘dindar nesiller’in yetiştirilmesi için inşa edilen ‘öncü’ bir kurum gibi algılanıyor bu çevrede. Ve acı gerçek: Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce söylemini ‘müesses nizam’ı ‘tadil etmek’ hatta ‘yıkmak’ üzerine bina eden bir akım, şimdi devlet denen aygıtı kutsayarak tek sesli, tek renkli, tek partili, tek adamlı bir sisteme kendini adamış durumda.
Bir zamanlar ‘İslamcılar’ın bir şekilde ortaya koyduğu sorgulayıcı mantık bir fi kir üretimine neden olmuştu. Oysa şimdi değil fi kir üretmek, herhangi bir düşünceyi tartışmaya bile tahammülleri kalmadı. Değer üretmeye mecali çoktan tükendi zaten. Fikir üreticilerinin ne-redeyse tamamı devlet memuru haline geldi. Makamları, unvanları, forsları, şöhretleri, yatları, katları, servetleri yeni bir fi kir sancısına da müsait değil, maalesef.
Dün, ‘Kâfi r devlet yıkılacak elbet!’ derken ortaya konan taşkınlık, bugün ‘Devlet geleneğinde kardeş katli bile vardır.’ çizgisine savrulmuş durumda. Dün ‘İslamcılar’ kendilerine ‘Mustazafîn’ derdi; bugün onlara en yakışan tabir, ne yazık ki, ‘Müstekbirîn’ olsa gerek. Zira ekranlara yansıyan kibir, en tepeden başlıyor, kuyunun dibine kadar aynı retorikle devam ediyor.
Bir zamanlar ‘siyasal İslamcı’ söylemin en belirgin kullandığı örnek Ebuzer-el Gıfarî idi. Dillerden düşmezdi o büyük sahabi. Kapının önünde bekle-
yen görevliyi görünce valiyi tokatladığı, “Hazreti Muhammed ile insanlar
arasında perdeler mi vardı ki kapıcıları dizdiniz oda-
nıza!” diye feryat ettiği anlatılırdı. El hak doğruydu. Ebuzer, sade bir hayat sürmüş, müstağni yaşamış, devletin insan için var olduğuna inanmıştı hep. Mal mülk edinmemiş, dünya malı karş ıs ında secdeye ka-panmamıştı. Diyetini de ödemiş, Allah Resulü’nün yıl-lar önce mucizevi bir şekilde kendisine haber verdiği gibi ‘yal-nız yaşamış, yalnız öl-müştü’. Hazret-i Peygam-ber ‘Yalnız haşrolacaksın ya Ebuzer!’ diyerek asil duruşunun ahirette nasıl mükâfata dönü-şeceğini müjdelemişti. Düzeni yerden yere vurarak adalet ve eşitlik isteyen ‘İslamcılar’ Ebuzer’i örnek almayacak da kimi alacaktı.
Heyhat! Hz. Ebuzer artık ağza alın-maz oldu ‘siyasal İslamcılar’ arasında. Zira artık onların büyük çoğunluğu, ‘merkez’in nimetlerine râm olmuştu çoktan. Yatlar, katlar, villalar, lüks sa-atler... Gelsin bilmem kaç yüz dolarlık purolar, gitsin sabahın ilk ışıklarına ka-dar süren nargileler. E hani fi kir sancısı? Nerede kaldı Ebuzer sadeliği, Ömer adaleti, Selahaddin şehâmeti…
Devletin (aslında devlet imkânlarının yol açtığı servetin) kölesi olma gibi bir tehlike var şimdi. ‘Türkiye’nin birikimi’ diye caka satılan o hazinenin yerinde yeller esiyor. Artık fi kir üretemeyenler, başkası tarafından üretilen değerleri
tüketebilmek için etrafa hakaret yağdı-rıyor. Gazetelerine bakın, TV’lerine göz atın; tefekkürün kırıntısını bulama-
yacaksınız maalesef. Yalan bol, iftira çok, hakaret gırla gidiyor.
Üslupsuzluk had safhada. Birkaç istisna hariç, ne nezaket kal-mış ‘İslamcılar’da ne nezahet. Şımarıklık o kadar yaygın ki düştük-
leri sevimsizlik ve seviyesizliğin farkında bile değil çoğu. Yazık!
Kutsalını kaybetmiş bazı Ronin’ler, kâh gazeteci kılığına giriyor kâh trol maskesi takıyor. İktidar yanlısı olmanız anlaşılır bir durum; ama bunu ortaya koyabilmek için kesinkes haram kılınmış yollara tevessül etmeye ne gerek var? Patronunu kurtarmak için bütün alavere dalavere işlere fetva uydurup herkese küfürler savurarak racon kesmeye yelte-nen bir kısım zavallılar bilmiyor ki bugün geldikleri nokta sadece ‘siyasal İslam’a değil, o mukaddes dinin kendisine de zarar veriyor.
Kendisi gibi düşünmeyen insanların ensesine kurşun sıkıp o vahşi görün-tüyü paylaşım sitelerine koyan ‘cihatçı’ adamla, bir siyasî partiye tam destek vermediği için sokak serserilerinin bile ağza almadığı hakareti müminlere reva gören ve bunu yazarlık sanan fesatçı arasında fark yok ki! Birinin elinde silah öbürününkinde kalem. Silah bulsa aynı-sını yapacak gibi haşin, keskin, bıçkın...
Hani zulme karşıydınız, hani mazlumların ahını almaktan endişe duyardınız? Ebuzer Efendimiz, şeref kudüm buyurup bu karanlık asrı teşrif etse geçirdiğiniz bu trajik dönüşüme ne der acaba? Ya Ebuzer(ler)’in Ebuzer’i! Yemin olsun ki O’nun (sas) tebcil ettiği değerler içinde gurur, kibir, insanlara eziyet etme, hakaret, yalan, iftira, alay etme, isim takma gibi şeytanî ahvalin zerre miktar yeri yok. Ne diyeyim: Ey (eski) İslamcılar! İslam’a dönün. Kur’an “Ey İman edenler! Allah’a ve Resulü’ne iman edin...” diyerek bizi kendimiz ol-
maya davet ediyor ya; işte öyle bir şey…
Yüreğiniz yetiyorsa şimdi cevap verin
Selam-Tevhid soruşturma-sının özü her ne ise, “havuz medyası” diye anılan gazete ve televizyonları çılgına çeviriyor olmalı. O hırçınlıkla ağza alın-mayacak lafl ar sarf ettikleri gibi, telaşla hatta panikle bir şeyler de yapıyorlar. Mesela 1. sayfadan onlarca fotoğraf basarak 7 bin kişinin dinlendiğini iddia
etmişlerdi. Daha ilk daki-kadan akla ziyan komik bir iddia olduğunu ilk mektep
seviyesinde matematiği olan herkes anladı, gülümsedi; zira o kadar insanı dinleyecek ne teknik imkân vardı ne de kadro.
Abartılarla baltayı taşa vuranlar daha sonra sayıyı 2 bin 280’e indirerek rezil olmaktan kaçındı. Mecburdular. Ne var ki o kadar insanın da dinlenmediği or-taya çıktı. Başsavcı Hadi Salihoğlu, “Siz de kardeşim bir anda yükleniyorsunuz! Yanlış sayılıyor demek ki...” diyerek yandaş gazetecilerin düştüğü gülünç durumu (ve tabii ki o rakamı onlara veren devlet birimini) kurtarmaya çalıştı.
Hafta içinde Akşam adlı bir gazete hadiseye yeni boyut katarak tarihî iki itirafta bulundu.
1. İlk defa Selam-Tevhid davasında kanunen dinlenen gerçek rakamı söyle-mek mecburiyetinde kaldılar: 242. İnsan bu saatten sonra “E birader o mübalağa ve yalana ne gerek vardı?” demeden edemiyor. Umurlarında mı? Sanmam. O gazeteyi yöneten arkadaş, Zaman’a iftira eden bir manşet attı; sonra bu gazeteden hodri meydan denerek “Şerefi niz, onu-runuz varsa ya ispat et yahut özür dile” cevabını aldı. O gün bugündür özür dilemeyerek basın tarihinin en pişkin yayın yönetmeni sıfatını taşıyor. Şimdi atanmış patron da aynı yolda yürüyor ve ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Her neyse…
2. İlk defa itiraf ediyorlar ki dinlenen kişiler arasında İranlılar da varmış. İşte buna hukukta cürm-ü meşhud (suçüstü yakalanma) diyorlar. Yatacak yerin yok senin yandaş medya. Basit bir gazete-cilik sorusu: Tevhid-Selam dosyasında dinlenen İranlıların isimlerini gazetede yayınlarken neden gizlediniz, niçin sildi-niz? Dinlenmediği halde onca sanatçıyı, gazeteciyi, siyasetçiyi, isim isim neşredip algı operasyonu yaptınız da “İranlı ajan” olmasından kuşku duyulup dinlemeye alınan kişilerin isimlerini neden tek tek ayıkladınız?
Konu “casusluk soruşturması” olduğuna göre “yabancı” kişilerin takip ediliyor olması çok mühim. Tabii bir de o ‘ajanlar’ ile bağlantılı olanlar. O halde yandaş yazı işleri İranlı isimleri tek tek cımbızlayarak neyi örtbas etmek istedi? Casusları ortaya çıkaracak ipuçlarını yok etmek gazetecilik faaliyeti midir yoksa başka bir şey mi? Daha ötesi, bu dosya neden alelacele kapatılmak isteniyor? Bırakın kim “casus”, kim “casus avcısı” ortaya çıksın. Ve herkes bilsin ki bazıla-rının gazetecilik dışında başka mesleği de varmış...
20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANYORUM41
PANORAMA >>>Yeni Asya Gazetesi feryat ediyor: “Bizimle ilgili bölündü algısı oluşturulmaya çalışılıyor.”
Yandaş yayınlara bakınca Yeni Asya’nın tespiti doğru. Büyük Birlik Partisi Başkanı Mustafa Des-tici, “Partimizi bölmek için yaptığınız toplantıları biliyorum; açıklarım.” demişti. Süleymancılar öteden beri aynı şikâyeti dile getiriyor. Devlet imkânlarını kullanarak kendisi gibi düşünmeyen her sosyal grubu parçalama, sindirme vs. çalışmasını yürütmek zulüm değil de nedir? Böyle devam eder mi sanıyorsunuz bu devran?
Hafta içinde Emniyet İstihbarat’ın hazırladığı bir rapor ortaya çıkarıldı. Resmî makamların yalanlamadığı ‘rapor’ tam bir skandal. “Havuz” tarafından dile getirilen ve hiçbir gerçeği olmayan iddiaları art arda sıralayarak istihbaratçılık yapılamaz. Hukuken hiçbir anlamı olmayan bu tür çabalar aynı zamanda suçtur ve bu suçu işleyenler mutlaka bir gün hesap vermek zorundadır; kim olursa olsun, hangi makamda oturursa otursunlar…
Ekonomiden yükselen olumsuz sinyaller birilerinin çok da umurunda değil olsa gerek ki bazı şirketlere usulsüz inceleme, bazılarını devlet eliyle batırma gibi hukuksuz işlere yelteniyorlar. Onu kışkırtan bir goygoycu medya dibe vurdu zaten. Bu mantık(sızlık)la bu ülkenin ekonomisi çöker ve bu günahı işleyenler bu ağır vebalin altında ezilir. Hesap verme zamanı geldiğinde ise “sözlü talimatlar” hiç kimseyi kurtaramaz…
Muhalif fi kir üreten dinamiklerden biri de hiç şüphesiz ‘siyasal İslam’ diye anılan merkezdi. Merkez diyorum ama aslında o ses merkezden değil, çevreden yükseliyor, gücü elinde bulunduran kadroların taşkınlığını -diğer pek çok
Zira İslamî argümanlar kullanan bu çevre, adaletten, hakperestlikten, dürüstlükten bahsediyordu ve bu çağrı
Peki ya şimdi? Sistemin dışında durup meselelere keskin eleştiriler getirmeye çalışan ‘siyasal İslamcılar’, durup meselelere keskin eleştiriler getirmeye çalışan ‘siyasal İslamcılar’, durup meselelere keskin eleştiriler
artık kendini ‘devletin gerçek sahibi’ görüyor, devletin bütün kadim kurum ve kuruluşlarını içselleştirerek yeni bir kimlik ve yaklaşım ortaya koyuyor. Me-sela keskin eleştiriler getirilen MİT, artık kimlik ve yaklaşım ortaya koyuyor. Me-sela keskin eleştiriler getirilen MİT, artık kimlik ve yaklaşım ortaya koyuyor. Me-
‘devletin bekası’nı temin eden ‘kutsal’ bir kuruluş; YÖK, ‘dindar nesiller’in yetiştirilmesi için inşa edilen ‘öncü’ bir kurum gibi algılanıyor bu çevrede. Ve acı gerçek: Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce söylemini ‘müesses nizam’ı ‘tadil etmek’ hatta ‘yıkmak’ üzerine bina eden bir akım, şimdi devlet denen aygıtı kutsayarak tek sesli, tek renkli, tek partili, tek adamlı bir sisteme kendini adamış
Bir zamanlar ‘İslamcılar’ın bir şekilde ortaya koyduğu sorgulayıcı mantık bir fi kir üretimine neden olmuştu. Oysa şimdi değil fi kir üretmek, herhangi bir düşünceyi tartışmaya bile tahammülleri kalmadı. Değer üretmeye mecali çoktan tükendi zaten. Fikir üreticilerinin ne-redeyse tamamı devlet memuru haline
yen görevliyi görünce valiyi tokatladığı, “Hazreti Muhammed ile insanlar
arasında perdeler mi vardı ki kapıcıları dizdiniz oda-
nıza!” diye feryat ettiği anlatılırdı. El hak doğruydu. Ebuzer, sade bir hayat sürmüş, müstağni yaşamış, devletin insan için var olduğuna inanmıştı hep. Mal mülk edinmemiş, dünya malı karş ıs ında secdeye ka-panmamıştı. Diyetini de ödemiş, Allah Resulü’nün yıl-lar önce mucizevi bir şekilde kendisine haber verdiği gibi ‘yal-nız yaşamış, yalnız öl-müştü’. Hazret-i Peygam-ber ‘Yalnız haşrolacaksın ya Ebuzer!’ diyerek asil duruşunun ahirette nasıl mükâfata dönü-şeceğini müjdelemişti. Düzeni yerden yere vurarak adalet ve eşitlik isteyen ‘İslamcılar’ yerden yere vurarak adalet ve eşitlik isteyen ‘İslamcılar’ yerden yere vurarak adalet
tüketebilmek için etrafa hakaret yağdı-rıyor. Gazetelerine bakın, TV’lerine göz atın; tefekkürün kırıntısını bulama-
yacaksınız maalesef. Yalan bol, iftira çok, hakaret gırla gidiyor.
Üslupsuzluk had hakaret gırla gidiyor.
Üslupsuzluk had hakaret gırla gidiyor.
safhada. Birkaç istisna hariç, ne nezaket kal-mış ‘İslamcılar’da ne nezahet. Şımarıklık o
maya davet ediyor ya; işte öyle bir şey…
Yüreğiniz yetiyorsa şimdi cevap Yüreğiniz yetiyorsa şimdi cevap verin
Selam-Tevhid soruşturma-sının özü her ne ise, “havuz medyası” diye anılan gazete ve televizyonları çılgına çeviriyor olmalı. O hırçınlıkla ağza alın-mayacak lafl ar sarf ettikleri gibi, telaşla hatta panikle bir şeyler de yapıyorlar. Mesela 1. sayfadan onlarca fotoğraf basarak 7 bin kişinin dinlendiğini iddia
etmişlerdi. Daha ilk daki-kadan akla ziyan komik bir iddia olduğunu ilk mektep
seviyesinde matematiği olan herkes anladı, gülümsedi; zira o kadar insanı dinleyecek ne teknik imkân vardı ne de kadro.
Abartılarla baltayı taşa vuranlar daha sonra sayıyı 2 bin 280’e indirerek rezil olmaktan kaçındı. Mecburdular. Ne var ki o kadar insanın da dinlenmediği or-taya çıktı. Başsavcı Hadi Salihoğlu, “Siz de kardeşim bir anda yükleniyorsunuz! Yanlış sayılıyor demek ki...” diyerek yandaş gazetecilerin düştüğü gülünç durumu (ve tabii ki o rakamı onlara veren devlet birimini) kurtarmaya çalıştı.
Hafta içinde Akşam adlı bir gazete hadiseye yeni boyut katarak tarihî iki itirafta bulundu.
1. İlk defa Selam-Tevhid davasında kanunen dinlenen gerçek rakamı söyle-mek mecburiyetinde kaldılar: 242. İnsan kanunen dinlenen gerçek rakamı söyle-mek mecburiyetinde kaldılar: 242. İnsan kanunen dinlenen gerçek rakamı söyle-
bu saatten sonra “E birader o mübalağa
1
2
3
4
5
6
Açklk
Uçan yabanc cisim
İşi isteyene yüklem
eAğr’nn eski
ad
Yansma,
yank
Erkek ad
Ksaca ferm
iyumBir Türk güreşçi
Msr
Bir organ
Çoğul eki
Soru eki
Ksaca kiloam
per
Uyanklk
ördek sesi
Deniz radar
Bir meyve
Ata
Kanszlk
Fidan çukuru
Avuç
Diğer
Kolombiya’nn
başkentiRize’nin bir
ilçesi
Yanlş, kusur
Eski GS’l (Hasan...)
Amerikan
devesi
Snr
Arjantin’in trafik rem
ziGaz söktürücü
bir bitki
Geveze, çok konuşan
Katşksz
Ölen bir sanatç
(...Bülbül)Fiili, tatbiki
Lübnan’n başkenti
Düğün
Danimarka
trafik remzi
Geri dönme
Bir kta
Radyoaktif ölçü birim
i
Erkekler
İnsanlar
Hoş, yumuşak
huylu
Bir nida
Yumurtann
bir ksm
Merhale
Hayvan yiyeceği
Antalya’nn bir ilçesi
Hükümran
Altn kökü
Bir erkek ad
Bir tür pamuk
Yemek
Avuç içi
çanak
Sonuç
Demirin rem
zi
Alçak, aşağlk
Kare desenli kum
aş
Çocuklu kadn
Dünyann peyki
Tropik bir m
eyve
Yunanistan’da bir şehir
Arkeolojik çalşm
a
Seciye, karakter
Beyaz
Yabanc bir uzunluk birim
i
Bir Uzakdoğu sporu
Aydnlk karşt
Kraln eşi
Tren, vagon dizisi
Kz kardeşlerin kocalarnn
durumu
Caka, çalm
Şehir
Genişlik
Değişim
Hoşgörülü
Sazlk yer
Resimdeki
uzun yap, dum
an yolu
Elçi, peygam
berNorm
alden büyük olan
Düşük graml
uzun ekmek
Somut karşt
Kesin
Dünya meta
Uzaklk ifadesi
Ksaca halinyum
Bakanlar kurulu
C. Arkn’n bir karakteri
Bir sahabi
Yaratlmş
bütün canllar
Duman kiri
Merm
erde dam
arl ksm
y.sab rioglu@za m
an.com.tr
197 OCAK 2013 PAZARTESİ ZA M
ANBULM
ACAHa zýr la yan: YAL ÇIN SAB RÝ OÐ LU
Kötü durum
dan kurtulm
a
Bir bahar ay
ABD’de bir eyalet
Kuran’ Kerim
’de bir sure
Engel
Kşla kaps
Hindistan’n Agra
şehrindeki önem
li eser
Bir nota
Bir döneme
adn veren çiçek
Türk usülü
ÞÝF
RE
KE
LÝ ME
:1
23
45
6
KE
Lİ
ME
A
VI
Tab lo da ki tram lý ka lýn
çiz gi ler le be lir len miþ 3’e
3’lük ka re le re, 1’den 9’a ka dar ra kam
la rý bi rer kez kul la na rak yer leþ ti-rin. Öy le yer leþ tir m
e yap-m
a lý sý nýz ki, bü tün 3 lük-le ri dol dur du ðu nuz da tab lo nun bü tün ku tu la rý yu ka rý dan aþa ðý ya ve sol-dan sa ða 1’den 9’a ka dar ra kam
lar dan bi rer kez kul la nýl m
ýþ ol sun.
SU
DO
KU
BU
LM
AC
A
7
3 8
5737
4
2
913
425
294
342
679
6
2
9618
1
9
4
94
23
71
65
8
36
79
85
21
4
15
86
42
79
3
72
34
65
81
9
69
17
28
45
3
48
53
19
27
6
53
41
96
28
7
87
65
42
13
9
92
18
37
56
4
J T
İ R
A T
U N
E B
F O
Þ
Ü
S A
M
U M
R
O
E N
E B
Z N
I
E R
R İ
V C
A R
T O
K
İ Y
P
T B
Z I
T Ş
Ğ G
U F
T S
Ü Ğ
T S
Z E
T N
L İ
Z E
Ç S
Ğ N
A B
L I
M
A L
S R
A D
A Ý
N
R İ
T R
N H
H
F
R Þ
N V
T P
J R
E S
Z Y
B Ş
K U
R M
A
Y
O
N Y
V P
E I
U J
U Z
G A
I
Y F
İ L
R R
A L
O
Y İ
V C
B
A K
R A
Ý E
L A
Þ T
H
Ý E
H
K U
U C
R S
N Ý
S Y
İ U
F A
U R
H
İ T
T İ
B A
R N
İ K
B
Z P
M
B Z
O
Y Ş
L İ
U U
Y S
A T
U Z
L A
K İ
V Ç
L B
O
D
Ğ N
C B
S I
G L
G N
D V
D L
E N
E L
R N
N T
O
F O
Þ
A Ş
F Ö
M
R
İ I
Z Ğ
E Z
V D
O
E
A K
N D
E D
T E
A R
E G
Ð K
S R
P L
H
V A
I Y
S Y
N U
İ
E B
T R
E L
Ý S
A B
B A
R P
M
H
J U
D M
R
S G
Ý Ý
Y G
U
Aþaðýdaki kelim
eleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir m
isiniz?ABBASÝLER, BU
RSA, CU
MH
URİYET, ÇARŞI, D
İNGİL, EVREN
, FECAAT, GAYRET, H
ATIRA,
ITIR, İTTİBA, JİLET, KU
RMAY, LAD
ES, MESAFE, N
ERGİS, ON
LUK, Ö
NLEM
, PİSTON
, REYH
AN, SETTAR, ŞEKİP, TU
ZLA, U
TARİT, ÜNİTER, VİYO
LA, YAKU
ZA, ZİH
İN.
��
�İ
��
��
��
����
���
����
����
���
����
��
��
����
����
���
����
���
���
����
��
����
���
����
����
����
���
���
����
���
����
���
���
����
����
���
����
����
���
����
����
���
����
����
����
��
����
��
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
�
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
���
����
��
���
���
����
����
���
����
����
��
����
����
����
����
���
����
��
����
����
����
����
����
����
����
����
��
��
����
����
����
����
����
����
����
����
��
���
���
���
����
����
����
����
����
����
��
����
��
����
����
����
���
����
����
����
����
����
���
��
����
����
��
����
����
����
����
���
���
����
����
��
���������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������
������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������
SOLDAN SAĞA 1) Pul derleyiciliği veya derleyenlere satm
a işi, pulculuk.– Verm
e, ödeme. 2) Türk sanat
müziğinde bir m
akam. 3) İnsanda
üzüntü, sknt, tedirginlik olmam
a durum
u, huzur.– Tahta, çinko vb. ha f şeylerden yaplm
ş, temelsiz eğreti
yap. 4) Enli, geniş.– Vâsi olma durum
u, vâsinin yaptğ iş, vâsilik. 5) Tiftik, tiftikten yaplan.– Bankalar aras işlem
-lerde bir gecelik faiz uygulam
as. 6) Akdeniz’de Fransa’ya bağl hapis-hanesiyle ünlü küçük ada.– Bakm
a, bakş.– Bütün. 7) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitm
ek için aşlan uzaklk.– Anahtar, düğm
e gibi taklp çkarlabilen bir parça yard-myla çal şan kapatm
a aleti.– Sahiplik m
anas veren bir ön ek. 8) Büyükler, önde gelenler.– Evlerde veya dükkânlarda yüksekçe yerde yaplan raf. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Deneylerle henüz yeter derecede doğrulanm
amş
ancak doğrulanacağ umulan teorik
düşünce, varsaym, hipotez. 2) Kira.–
Postu değerli, mem
eli deniz hayvan,
ay balğ. 3) Erime noktalar düşük
metalleri tutturm
a işlemlerinde kulla-
nlan, kalay ve kurşun alaşmlarnn
genel ad ve bu alaşmla yaplan işlem
.– Bir nota. 4) Güney Am
erika’da bulunan nehri ve orm
anlaryla ünlü bölge. 5) Hoşa giden durum
, lezzet.– Yeşile çalan toprak rengi. 6) Çift teşkil edene iki şeyden her biri.– Osm
anl larda devletin bakanlk, valilik gibi yüksek görevle-rinde bulunan ve paşa unvann taşyan kim
se. 7) Serbest ekonomiden yana
olan (kimse, parti vb.). 8) Verm
e, hibe etm
e.– Büyüyle karşk tapnma, ayin.
9) Dağ servisi, ardç.– Bir tür cetvel. 10) Yardm
, lütuf, ihsan. 11) Utanmaz, rezil.
12) Organizmann yapsyla ilgili.
Dünkü bulmacalarn çözüm
leri
BulmacaRefik Aydýn
r.ay din@za m
an.com.tr
12345678
12
34
56
78
910
1112
12345678
12
34
56
78
910
1112
İ L
A M
A
Ş A
L L
A H
L İ
K İ
D İ
T E
T
U T
E M
İ
R
M
A T
E M
Ü
T O
S
T A
L A
Ş
S R
İ N
T
E L
E F
E R
İ K
Ş A
Y E
T
T E
L E
M
E
İ T
A L
İ K
T
E V
İ L
M
A L
A K
İ T
K
A T
İ
42 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANBULMACA
BULMACALARIN CEVAPLARI 43’NCÜ SAYFADA
1
2
3
4
5
6
Aç
klk
Uça
n ya
banc
cisi
m
İşi i
stey
ene
yükl
eme
Ağr’nn
esk
i ad
Yansm
a,
yank
Erke
k ad
Ksa
ca
ferm
iyum
Bir
Türk
gü
reşç
i
Msr
Bir
orga
n
Çoğu
l eki
Soru
eki
Ksa
ca
kilo
ampe
r
Uya
nklk
örde
k se
si
Den
iz ra
dar
Bir
mey
ve
Ata
Kansz
lk
Fida
n çu
kuru
Avuç
Diğ
er
Kolo
mbi
ya’nn
başk
enti
Rize
’nin
bir
ilç
esi
Yanlş
, kus
ur
Eski
GS’
l (H
asan
...)
Am
erik
an
deve
si
Sn
r
Arja
ntin
’in
traf
ik re
mzi
Gaz
sök
türü
cü
bir
bitk
i
Gev
eze,
çok
ko
nuşa
n
Katşk
sz
Öle
n bi
r sa
natç
(...B
ülbü
l)Fi
ili, t
atbi
ki
Lübn
an’n
başk
enti
Düğ
ün
Dan
imar
ka
traf
ik re
mzi
Ger
i dön
me
Bir
kta
Rady
oakt
if öl
çü b
irim
i
Erke
kler
İnsa
nlar
Hoş
, yum
uşak
hu
ylu
Bir
nida
Yum
urta
nn
bir
ksm
Mer
hale
Hay
van
yiye
ceği
Ant
alya
’nn
bi
r ilç
esi
Hük
ümra
n
Alt
n kö
kü
Bir
erke
k ad
Bir
tür
pam
uk
Yem
ek
Avuç
içi
çana
k
Sonu
ç
Dem
irin
rem
zi
Alç
ak, aşağ
lk
Kare
des
enli
kum
aş
Çocu
klu
kad
n
Dün
yan
n pe
yki
Trop
ik b
ir
mey
ve
Yuna
nist
an’d
a bi
r şe
hir
Ark
eolo
jik
çalş
ma
Seci
ye,
kara
kter
Beya
z
Yaba
nc b
ir
uzun
luk
birim
i
Bir
Uza
kdoğ
u sp
oru
Ayd
nlk
ka
rşt
Kraln
eşi
Tren
, vag
on
dizi
si
Kz
kard
eşle
rin
koca
larnn
du
rum
u
Caka
, çalm
Şehi
r
Gen
işlik
Değ
işim
Hoş
görü
lü
Sazlk
yer
Resi
mde
ki
uzun
yap,
dum
an y
olu
Elçi
, pe
ygam
ber
Nor
mal
den
büyü
k ol
an
Düş
ük g
ram
l uz
un e
kmek
Som
ut k
arş
t
Kesi
n
Dün
ya m
eta
Uza
klk
ifad
esi
Ksa
ca
halin
yum
Baka
nlar
ku
rulu
C. A
rkn
’n b
ir
kara
kter
i
Bir
saha
bi
Yara
tlmş
bü
tün
canlla
r
Dum
an k
iri
Mer
mer
de
dam
arl
ks
m
y.sa
b ri
og
lu@
za m
an
.co
m.t
r
197
OCA
K 20
13 P
AZA
RTE
Sİ Z
A M
AN
BULM
ACA
Ha z
ýr la
yan
: YA
L ÇIN
SA
B R
Ý OÐ
LU
Kötü
du
rum
dan
kurt
ulm
a
Bir
baha
r ay
ABD
’de
bir
eyal
et
Kura
n’
Kerim
’de
bir
sure
Enge
l
Kşl
a ka
ps
Hin
dist
an’n
Ag
ra
şehr
inde
ki
önem
li es
er
Bir
nota
Bir
döne
me
adn v
eren
çi
çek
Türk
usü
lü
ÞÝF
RE
KE
LÝ M
E:
12
34
56
KE
Lİ
ME
A
VI
Tab
lo da
ki t
ram
lý k
a lýn
çi
z gi le
r le
be lir
len m
iþ 3
’e
3’lü
k ka
re le
re,
1’den
9’a
ka
dar
ra k
am la
rý b
i rer
ke
z ku
l la na
rak
yer l
eþ ti
-ri
n. Ö
y le
yer l
eþ tir
me
yap-
ma l
ý sý n
ýz k
i, bü
tün
3 lü
k-le
ri d
ol d
ur d
u ðu
nu
z da
tab l
o nun
bü t
ün k
u tu l
a rý
yu ka
rý da
n aþ
a ðý y
a ve
sol
-da
n sa
ða 1
’den
9’a
ka d
ar
ra ka
m la
r dan
bi r
er k
ez
kul la
nýl m
ýþ o
l sun
.
SU
DO
KU
B
UL
MA
CA
7
3 8
5 7 37
4
2
9 1 3
4 2 5
2 9 4
3 4 2
6 7 9
6
2
96 1 8
1
9
4
94
23
71
65
8
36
79
85
21
4
15
86
42
79
3
72
34
65
81
9
69
17
28
45
3
48
53
19
27
6
53
41
96
28
7
87
65
42
13
9
92
18
37
56
4
J T
İ
R
A
T
U
N
E
B
F
O
Þ
Ü
S
A
M
U
M
R
O
E
N
E
B
Z N
I
E
R
R
İ V
C
A
R
T
O
K
İ
Y
P
T
B
Z I
T
Ş
Ğ
G
U
F
T
S
Ü
Ğ
T
S
Z E
T
N
L
İ Z
E
Ç
S
Ğ
N
A
B
L I
M
A
L S
R
A
D
A
Ý
N
R
İ T
R
N
H
H
F
R
Þ
N
V
T
P
J R
E
S
Z
Y
B
Ş
K
U
R
M
A
Y
O
N
Y
V
P
E
I U
J
U
Z G
A
I
Y
F
İ L
R
R
A
L O
Y
İ
V
C
B
A
K
R
A
Ý E
L
A
Þ
T
H
Ý E
H
K
U
U
C
R
S
N
Ý S
Y
İ
U
F
A
U
R
H
İ T
T
İ
B
A
R
N
İ K
B
Z P
M
B
Z
O
Y
Ş
L İ
U
U
Y
S
A
T
U
Z L
A
K
İ V
Ç
L
B
O
D
Ğ
N
C
B
S
I G
L
G
N
D
V
D
L
E
N
E
L R
N
N
T
O
F
O
Þ
A
Ş
F
Ö
M
R
İ I
Z Ğ
E
Z
V
D
O
E
A
K
N
D
E
D
T
E
A
R
E
G
Ð
K
S
R
P
L H
V
A
I
Y
S
Y
N
U
İ
E
B
T
R
E
L Ý
S
A
B
B
A
R
P
M
H
J U
D
M
R
S
G
Ý
Ý Y
G
U
Aþa
ðýd
ak
i k
eli
me
leri
ta
blo
nu
n i
çin
e s
erp
iþti
rdik
. B
un
larý
bu
lab
ilir
mis
iniz
?A
BB
AS
ÝLE
R,
BU
RS
A,
CU
MH
URİY
ET,
ÇA
RŞ
I, D
İNGİL
, E
VR
EN
, F
EC
AA
T, G
AY
RE
T, H
AT
IRA
, IT
IR, İT
TİB
A,
JİL
ET,
KU
RM
AY,
LA
DE
S,
ME
SA
FE
, N
ER
GİS
, O
NLU
K,
ÖN
LE
M,
PİS
TO
N,
RE
YH
AN
, S
ET
TAR
, Ş
EKİP
, T
UZ
LA
, U
TARİT
, Ü
NİT
ER
, VİY
OL
A,
YA
KU
ZA
, ZİH
İN.
��
�İ
��
��
��
����
���
����
����
���
��
���
���
����
����
���
��
����
��
����
��
��
����
���
����
����
����
���
���
����
���
����
���
���
��
����
��
��
���
����
��
���
����
����
���
����
����
��
���
���
���
���
����
��
����
����
����
��
����
����
����
��
����
��
����
����
����
����
����
��
����
����
����
����
��
��
��
����
��
����
����
��
����
��
����
����
��
��
����
����
����
��
����
��
����
����
��
��
��
��
��
����
����
����
����
��
����
��
����
����
����
��
����
����
���
��
���
����
���
����
����
��
��
����
��
����
����
��
���
����
��
����
����
��
����
��
����
��
����
��
����
��
��
����
����
����
����
����
��
����
����
���
���
��
���
����
��
����
��
����
����
��
����
��
����
��
��
����
����
��
���
����
��
����
��
����
����
���
��
����
����
��
����
����
��
����
����
��
��
��
����
���
�
����
����
�����
����
�����
����
����
����
����
����
����
�����
����
����
����
������
����
���
����
�����
����
�����
����
����
����
�����
����
������
���
�����
����
������
������
���
�����
����
�����
��
�����
����
�����
����
�����
���
�����
�����
����
�����
�������
�����
����
�����
����Ş
����
���
���
����
����
����
����
�����
����
�����
�����
SOLD
AN S
AĞA
1) P
ul d
erle
yici
liği v
eya
derl
eyen
lere
sat
ma
işi,
pulc
uluk
.–
Ver
me,
öde
me.
2) T
ürk
sana
t m
üziğ
inde
bir
mak
am. 3
) İns
anda
üz
üntü
, skn
t, t
edir
ginl
ik o
lmam
a du
rum
u, h
uzur
.– T
ahta
, çin
ko v
b. h
a f
şe
yler
den
yap
lmş
, tem
elsi
z eğ
reti
ya
p. 4
) Enl
i, ge
niş.
– V
âsi o
lma
duru
mu,
vâ
sini
n ya
ptğ iş,
vâs
ilik.
5) T
iftik
, ti
ftik
ten
yap
lan.
– B
anka
lar
aras işl
em-
lerd
e bi
r ge
celik
fai
z uy
gula
mas.
6)
Akd
eniz
’de
Fran
sa’y
a bağl h
apis
-ha
nesi
yle
ünlü
küç
ük a
da.–
Bak
ma,
ba
kş.
– B
ütün
. 7) K
arad
a, h
avad
a,
suda
bir
yer
den
bir
yere
git
mek
için
aşla
n uz
aklk
.– A
naht
ar, d
üğm
e gi
bi
tak
lp çk
arla
bile
n bi
r pa
rça
yard-
my
la ç
alş
an k
apat
ma
alet
i.– S
ahip
lik
man
as v
eren
bir
ön
ek. 8
) Büy
ükle
r,
önde
gel
enle
r.– E
vler
de v
eya
dükk
ânla
rda
yüks
ekçe
yer
de y
apla
n
raf.
YUKA
RIDA
N A
ŞAĞI
YA 1)
Den
eyle
rle
henü
z ye
ter
dere
cede
doğ
rula
nmam
ş
anca
k doğr
ulan
acağ u
mul
an t
eori
k düşü
nce,
var
say
m, h
ipot
ez. 2
) Kir
a.–
Pos
tu d
eğer
li, m
emel
i den
iz h
ayva
n,
ay b
alğ.
3) E
rim
e no
ktal
ar d
üşük
m
etal
leri
tut
turm
a iş
lem
leri
nde
kulla
-n
lan,
kal
ay v
e ku
rşun
alaş
mla
rn
n
gene
l ad
ve
bu a
laş
mla
yapla
n iş
lem
.–
Bir
not
a. 4
) Gün
ey A
mer
ika’
da b
ulun
an
nehr
i ve
orm
anla
ryl
a ün
lü b
ölge
. 5)
Hoş
a gi
den
duru
m, l
ezze
t.–
Yeşi
le ç
alan
to
prak
ren
gi. 6
) Çif
t teşk
il ed
ene
iki
şeyd
en h
er b
iri.–
Osm
anll
arda
dev
leti
n
baka
nlk
, val
ilik
gibi
yük
sek
göre
vle-
rind
e bu
luna
n ve
paş
a un
van
n t
aşy
an
kim
se. 7
) Ser
best
eko
nom
iden
yan
a ol
an (k
imse
, par
ti v
b.).
8) V
erm
e, h
ibe
etm
e.–
Büy
üyle
karşk
tapn
ma,
ayi
n.
9) D
ağ s
ervi
si, a
rdç
.– B
ir t
ür c
etve
l. 10
) Ya
rdm
, lüt
uf, i
hsan
. 11)
Uta
nmaz
, rez
il.
12) O
rgan
izm
ann
yapsy
la il
gili.
Dü
nk
ü b
ulm
aca
lar
n ç
özü
mle
ri
Bulm
aca
Refi
k Ay
dýn
r.ay
din@
za m
an.c
om.t
r
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
İ
L A
M
A
Ş
A
L L
A
H
L
İ K
İ
D
İ T
E
T
U
T
E
M
İ R
M
A
T E
M
Ü
T
O
S
T A
L
A
Ş
S R
İ
N
T
E
L E
F
E
R
İ K
Ş
A
Y
E
T
T E
L
E
M
E
İ
T A
L
İ K
T E
V
İ
L
M
A
L A
K
İ
T
K
A
T İ
1
2
3
4
5
Küta
hya’n
n bi
r ilçe
sDü
z ken
arl
şapk
a
Bir gd
a
Soylu
Dişi
deve
Bir t
ür b
akla
ye
meğ
i
Peru
’nun
trafik
rem
zi
Bir n
ota
Bir kş
mey
vesi
Şart
eki
Türk
Tarih
Ku
rum
u
Şehi
r
Cöm
ert
Kina
ye
Sağ
resim
deki
müz
eTa
km
İtika
t, in
anç
Rütb
esiz
aske
r
Cere
hat
Uydu
rma
habe
r
Atlm
ş, atla
n
Kam
ufle
etm
e
Gözle
m
Hayv
ann
su
kab
Diye
t
Rady
umun
re
mzi
Sulh
Üzüm
lü b
ir ha
mur
işi
Zehi
rli, s
okan
bi
r hay
van
Ünlü
yaza
r (..
.Ayt
mat
ov)
Evin
bir
bölü
mü
Ulus
allk
Otlak
İtalya
’da o
va
Sindi
rme
orga
nmz
Aylk
ücr
et
Eski
bir t
ür
tüfe
k
Tant
aln
rem
zi
Suyo
sunu
Mey
veni
n ye
nmey
en
göbeği
Yem
ek
Bir O
ğuz T
ürk
boyu
Kasa
plk
hayv
ann
bir
eti
Güç,
gayr
et
Mud
anya
’nn
bir b
eldes
i
Eskid
en ta
ht
Yapm
a, ye
rine
getir
me
Yam
a
Kura
n’da b
ir su
re
Vücu
ttan
atlr
El s
kşm
a
Olgu
n,
yetiş
kin
Boza
syla
ünlü
bi
r beld
eİki
nci d
erec
e ol
an
Bir d
eniz
taşm
aclğ
Mez
ar, k
abir
FB te
knik
dire
ktör
ü (A
ykut
...)Bi
r ünl
em
San
Oldu
, yan
i
Allah
’a gö
re
insa
n
Mek
tep
Çift
saba
nn
n ağ
ac
İklim
hec
esi
Kem
iyet,
mikt
arİst
eklen
dirm
e ni
das
Bir s
ahab
i (A
mm
ar b
in..)
Ksa
ca
kalsi
yum
Bir t
ür si
nir
gaz
Değe
rli b
ir taş
Yine
hec
esi
Melu
na
yakşr
Trab
zon
ilçes
i
Doğa
reng
i
Esne
klik
Argo
da
çalm
ak,
aşrm
ak
Özüm
sem
e,
benz
eşm
e
Panz
ehir
taş
Yiğit
likte
n ba
hsed
en
desta
ns
Ksa
ca
milim
etre
Pirin
çtek
i ba
sit şe
ker
En az
nda
n,
hiç o
lmaz
sa
Kayn
ağ
cenn
ette
n de
nilen
rm
ak
Dene
tlem
eJa
pony
a’nn
et
kin b
ir ya
nard
ağ
Men
faat
, ka
zanç
Ege’d
e ant
ik bi
r ken
tEv
in b
ir bö
lüm
ü
Rütb
esiz
aske
rKi
mya
da
kloru
n re
mzi
Satra
nçta
ye
nilg
iYü
reğir
’e bağl b
ir be
lde
Konu
k
Baya
n ad
Vahi
y m
ağar
as
Ksa
ca
bary
um
y.sa
b rio
glu@
za m
an.c
om.tr
198
OCAK
2013
SAL
I ZA M
ANBULM
ACA
Ha zý
r la ya
n: Y
AL ÇI
N SA
B RÝ O
Ð LU
Bir b
ağlaç
Fran
sa’n
n başk
enti
Nept
ünyu
m
elem
entin
in
rem
zi
Bir b
acak
ra
hats
zlğ
Kaps
ama
Bir h
alife
Kasta
mon
u ilç
esi
Ağacn
dal
ol
acak
sü
rgün
ü
ÞÝF R
E K
E LÝ
ME
:1
23
45
KE
Lİ
ME
A
VI
SU
DO
KU
B
UL
MA
CA
Tab l
o da k
i tra
m lý
ka lýn
çiz g
i ler le
be l
ir len
-m
iþ 3’e
3’lü
k ka
re le
re, 1
’den
9’a
ka da
r ra
kam
la rý
bi re
r ke
z ku
l la na
rak
yer le
þ ti-
rin. Ö
y le
yer le
þ tir m
e ya
p ma l
ý sý ný
z ki
, bü
tün
3 lü
k le ri
dol d
ur du
ðu nu
z da
tab l
o-nu
n bü
tün
ku tu
la rý
yu ka
rý dan
aþa
ðý ya
ve
sol d
an s
a ða
1’den
9’a
ka da
r ra
kam
lar-
dan
bi re
r kez
kul la
nýl m
ýþ ol
sun.
DÜNK
Ü SU
DOKU
ÇÖ
ZÜM
Ü
8 1 4
79 7
5 2
4 1
16 4 9
4
5 9 7
4 3 2
9 8 5
1 2 3
5
2 3 68
5 1
9 3
7 24
8 7 5
74
15
36
29
8
95
68
72
43
1
83
29
41
76
5
97
41
82
36
5
52
86
93
14
7
31
64
57
28
9
85
94
27
61
3
76
43
15
28
9
12
36
98
57
4
P A
N
E L
Ý D
N
İ
M
E Z
İ N
Y V
K U
M
U
M
S
Z E
B R
E I
O
İ U
A
R N
E
A P
E U
U
Y
G
Ð C
İ A
N
F H
L
M
S Y
E İ
Ü
U
D
Ğ B
T R
E A
U
E L
T R
T
R A
H
H
E T
A R
K E
T K
U
Þ
N
N
M
U
A R
O
L E
G E
Z N
I
O
R A
B O
N
E
R D
K
A U
A
G
Ð D
E
Y P
F G
L R
H
Y V
H
N
A S
Þ B
N
İ E
K Ý
L N
E
Þ T
R Ý
H
H
N
A G
C K
S G
Ý Ý
Y
K U
M
A
U
N
P G
E B
İ S
A H
A S
A R
İ M
Ş
M
Ç O
Y
Ş Ğ
E
D
F Y
S A
Ğ E
S A
T K
M
D
Ç
A T
O
M
Ğ N
S
B Ö
K
C N
S
G
Ş Ý
R T
U
M
İ R
A N
E
F T
P
M
U
N
G Ç
P D
N
B
R Z
K G
E
B E
Y R
A E
K L
O
F U
İ
S R
U
İ B
N
K S
R A
Ý Y
G R
N
V
K D
A
T E
Y İ
N
A M
S
İ C
A
A E
R E
Z K
S L
Ü
D
R Y
L R
T M
J
O
F İ
C L
Ý S
M
E T
Ý
Aþað
ýdak
i kel
imel
eri t
ablo
nun
için
e se
rpiþ
tird
ik. B
unla
rý b
ulab
ilir
mis
iniz
?AR
KADA
Ş, B
URM
A, CİS
MAN
İYET
, ÇEK
İRD
EK, D
URA
ĞAN
, ERG
İN, F
ENAR
İ, GA
SİL,
HAS
İBE,
İM
AMET
, KAM
PAN
YA, L
ARN
AKA,
MİR
AS, N
URİ
YE, O
RDU
, ÖRD
EK, P
ERVA
Rİ, R
END
E, S
EBAT
, ŞE
NLİ
K, T
EMSİ
LCİ,
USU
Rİ, Ü
RKEK
, VİC
DAN
, YİR
İK, Z
EMİN
.
��
�İ
��
��
��
����
���
����
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
����
���
����
����
����
���
���
����
����
���
����
����
����
���
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
���
����
���
����
���
����
����
����
����
���
���
����
����
����
����
����
���
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
���
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
������
�����
�����
�����
�����
�����
������
�����
����
�����
����
������
�����
����
�����
�����
����
�����
���İ
�����
���Ş
�����
����
����
�����
����
�����
�����
�����
�����
�����
����
����
�����
����
�����
�����
����
�����
����
����
�����
����
�����
�����
����
�����
����
����
�����
����
����
����
����
����İ
����
�����
����
��İ�İ
��
SOLD
AN SA
ĞA 1)
Ken
di is
teği
yle
işten
ve
ya b
ir hi
zmet
ten
ayrl
ma.
– Dişi
kur
t. 2)
Sa
ymam
a, d
ikka
te a
lmam
a. 3)
Tunu
s’un
plak
a işa
reti.
– Ara
ba, k
ağn
oku
.– Hi
daye
t ede
n, d
oğru
yol
u gö
ster
en. 4
) Bi
r pey
gam
ber a
d.–
Bir işt
eki e
ngel
leri
yenm
e ka
rarl
lğ.–
Tür
k ha
lk m
üziğ
inde
ku
llan
lan,
ağz y
ass
bir t
ür zu
rna.
5)
‘Am
a, la
kin’
man
asn
a ge
len
bir s
öz.–
Bir a
nlaş
ma,
sözle
şme
veya
isteği
n ye
rine
getir
ilmes
ini s
ağla
mak
için
gü
venc
e ol
arak
ele
geç
irile
n ki
mse
, tu
tak.
6) B
ir şe
ye zo
runl
uluk
sonu
cu
bağl o
lmay
an, o
nun
özün
de b
ulun
-m
ayan
nite
lik, il
inek
.– Yo
l gös
term
e,
kla
vuzlu
k et
me,
rehb
erlik
. 7) T
enor
ve
bas a
rasn
daki
erk
ek se
si.– K
uzu
sesi.
8)
Bir
topl
uluk
ta ça
lşan
insa
nlarn
he
r biri
.– Bi
r ola
y ve
dur
umu
gere
k-tir
en, d
oğur
an b
aşka
ola
y vey
a du
rum
, se
bep.
YUK
ARID
AN A
ŞAĞI
YA 1)
Fay
da-
lanm
a, y
arar
lanm
a, k
azan
ç sağ
lam
a.
2) Po
stla
r değe
rli tü
rlü e
tçil h
ayva
n-la
rn o
rtak
ad
. 3) Ü
lkem
izin
ulus
lara
ras
plak
a işa
reti.
– Sar
p ge
çit, çklm
as
zor y
okuş
. 4) Y
apm
a, ye
rine
getir
me.
–
Büyü
k, u
lu. 5
) Doğ
u An
adol
u’da
büy
ük
bir n
ehir.
– Arja
ntin
’in p
laka
işar
eti.
6)
Ekin
biçi
ldik
ten
sonr
a ta
rlada
kal
an
kökl
ü sa
p.– İ
nanç
sist
emi.
7) D
il ve
kültü
r yön
ünde
n bü
yük
bir t
ürdeşli
k gö
ster
en, b
irçok
boy
dan
oluş
an,
yap
snda
ki a
ilele
r ara
snda
topl
um,
ekon
omi, d
in, k
an ve
ya e
vlilik
bağ
lar
bulu
nan
göçe
be ve
ya ye
rleşik
nite
likte
ki
topl
uluk
, oym
ak. 8
) Yet
ersiz
.– Yu
varla
k ve
bom
beli (şa
pka)
. 9) B
ir şe
yin
doğr
u ol
duğu
nu b
elirt
mek
için
yapla
n işa
ret.–
Ev
, kon
ut. 1
0) D
ul ve
muh
taç k
adn
lar.
11) H
erha
ngi b
ir ko
nuda
yeni
ve k
işise
l gö
rüşle
rle b
ezen
miş
bir a
nlatm
için
de
sunu
lan
düz y
az t
ürü.
12) Eğr
eti o
lara
k,
ödün
ç ola
rak.
Dünk
ü bu
lmac
alar
n ç
özüm
leri
Bulm
aca
Refik
Ayd
ýnr.a
y din
@za
man
.com
.tr
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
F
İ L
A T
E L
İ
İ T
A
A
C E
M
A Ş
İ R
A N
N
R
A H
A T
B
A R
A K
A
A
R İ
Z
V E
S A
Y E
T
Z
M
O
H E
R
R E
P O
İ
F
N A
Z A
R
T A
M
Y
O L
K
İ L
İ T
Z
İ
E
K A
B İ
R
T E
R E
K
43 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANBULMACA
1
2
3
4
5
6
Açklk
Uçan
yaba
nc
cisim
İşi is
teye
ne
yükle
me
Ağr’
nn
eski
ad
Yansm
a,
yank
Erke
k ad
Ksa
ca
ferm
iyum
Bir T
ürk
güreşç
i
Ms
r
Bir o
rgan
Çoğu
l eki
Soru
eki
Ksa
ca
kiloa
mpe
r
Uyanklk
örde
k ses
i
Deni
z rad
ar
Bir m
eyve
Ata
Kanszlk
Fida
n çu
kuru
Avuç
Diğe
r
Kolo
mbi
ya’nn
başk
enti
Rize
’nin
bir
ilçes
i
Yanlş,
kusu
r
Eski
GS’l
(Has
an...)
Amer
ikan
deve
si
Sn
r
Arjan
tin’in
tra
fik re
mzi
Gaz s
öktü
rücü
bi
r bitk
i
Geve
ze, ç
ok
konuşa
n
Katşksz
Ölen
bir
sana
tç
(...B
ülbü
l)Fi
ili, ta
tbiki
Lübn
an’n
başk
enti
Düğü
n
Dani
mar
ka
trafik
rem
zi
Geri
dönm
e
Bir kta
Rady
oakt
if öl
çü b
irim
i
Erke
kler
İnsa
nlar
Hoş,
yum
uşak
hu
ylu
Bir n
ida
Yum
urta
nn
bir ksm
Mer
hale
Hayv
an
yiyec
eği
Anta
lya’nn
bi
r ilçe
si
Hükü
mra
n
Altn
kökü
Bir e
rkek
ad
Bir t
ür p
amuk
Yem
ek
Avuç
içi
çana
k
Sonu
ç
Dem
irin
rem
zi
Alça
k, aşağ
lk
Kare
des
enli
kum
aş
Çocu
klu ka
dn
Düny
ann
pe
yki
Trop
ik bi
r m
eyve
Yuna
nist
an’da
bi
r şeh
irAr
keol
ojik
ça
lşm
a
Seciy
e,
kara
kter
Beya
z
Yaba
nc b
ir uz
unlu
k biri
mi
Bir U
zakd
oğu
spor
u
Ayd
nlk
ka
rşt
Kraln
eşi
Tren
, vag
on
dizis
i
Kz
kard
eşle
rin
koca
larnn
du
rum
u
Caka
, çalm
Şehi
r
Genişli
k
Değişim
Hoşg
örül
ü
Sazl
k yer
Resim
deki
uz
un ya
p,
dum
an yo
lu
Elçi,
pe
ygam
ber
Norm
alde
n bü
yük o
lan
Düşü
k gra
ml
uzun
ekm
ek
Som
ut ka
rşt
Kesin
Düny
a m
eta
Uzak
lk if
ades
i
Ksa
ca
halin
yum
Baka
nlar
ku
rulu
C. A
rkn
’n b
ir ka
rakt
eri
Bir s
ahab
i
Yara
tlmş
bütü
n ca
nlla
r
Dum
an ki
ri
Mer
mer
de
dam
arl k
sm
y.sa
b rio
glu@
za m
an.c
om.t
r
197
OCAK
201
3 PA
ZART
ESİ Z
A M
AN
BULM
ACA
Ha zý
r la ya
n: Y
AL ÇI
N SA
B RÝ O
Ð LU
Kötü
du
rum
dan
kurtu
lma
Bir b
ahar
ay
ABD’
de b
ir ey
alet
Kura
n’
Kerim
’de b
ir su
re
Enge
l
Kşla
kap
s
Hind
istan
’n
Agra
şe
hrin
deki
ön
emli e
ser
Bir n
ota
Bir d
önem
e adn v
eren
çiç
ekTü
rk u
sülü
ÞÝF
RE
KE
LÝ M
E:
12
34
56
KE
Lİ
ME
A
VI
Tab l
o da k
i tr
am lý
ka lýn
çiz
gi le
r le b
e lir l
en m
iþ 3’e
3’
lük
ka re
le re
, 1’d
en 9
’a
ka da
r ra
kam
la rý
bi r
er
kez
kul la
na ra
k ye
r leþ t
i-rin
. Öy le
yer le
þ tir m
e ya
p-m
a lý sý
nýz
ki, b
ü tün
3 lü
k-le
ri d
ol du
r du ð
u nuz
da
tab l
o nun
bü t
ün k
u tu l
a rý
yu ka
rý dan
aþa
ðý ya
ve so
l-da
n sa
ða 1’
den
9’a
ka da
r ra
kam
lar d
an b
i rer
kez
kul la
nýl m
ýþ ol
sun.
SU
DO
KU
B
UL
MA
CA
7
3 8
5 7 37
4
2
9 1 3
4 2 5
2 9 4
3 4 2
6 7 9
6
2
96 1 8
1
9
4
94
23
71
65
8
36
79
85
21
4
15
86
42
79
3
72
34
65
81
9
69
17
28
45
3
48
53
19
27
6
53
41
96
28
7
87
65
42
13
9
92
18
37
56
4
J T
İ R
A T
U
N
E B
F O
Þ
Ü
S A
M
U
M
R O
E
N
E B
Z N
I
E R
R İ
V C
A R
T O
K
İ Y
P
T B
Z I
T Ş
Ğ G
U
F T
S Ü
Ğ
T S
Z E
T N
L
İ Z
E Ç
S Ğ
N
A B
L I
M
A L
S R
A D
A
Ý N
R İ
T R
N
H
H
F R
Þ N
V
T P
J R
E S
Z Y
B Ş
K U
R
M
A Y
O
N
Y V
P E
I U
J
U
Z G
A I
Y F
İ L
R R
A L
O
Y İ
V C
B
A K
R A
Ý E
L A
Þ T
H
Ý E
H
K U
U
C
R S
N
Ý S
Y İ
U
F A
U
R H
İ
T T
İ B
A R
N
İ K
B
Z P
M
B Z
O
Y Ş
L İ
U
U
Y S
A T
U
Z L
A K
İ V
Ç L
B O
D
Ğ N
C
B S
I G
L G
N
D
V D
L
E N
E
L R
N
N
T O
F
O
Þ A
Ş
F Ö
M
R
İ I
Z Ğ
E Z
V D
O
E
A K
N
D
E D
T
E A
R E
G Ð
K
S R
P L
H
V A
I Y
S Y
N
U
İ
E B
T R
E L
Ý S
A B
B A
R P
M
H
J U
D
M
R
S G
Ý Ý
Y G
U
Aþa
ðýda
ki k
elim
eler
i tab
lonu
n iç
ine
serp
iþti
rdik
. Bun
larý
bul
abil
ir m
isin
iz?
ABBA
SÝLE
R, B
UR
SA, C
UM
HU
RİY
ET, Ç
ARŞI
, DİN
GİL,
EVR
EN, F
ECA
AT, G
AYR
ET, H
ATIR
A,
ITIR
, İTT
İBA
, JİL
ET, K
UR
MAY
, LAD
ES, M
ESAF
E, N
ERGİ
S, O
NLU
K, Ö
NLE
M, P
İSTO
N,
REY
HAN
, SET
TAR
, ŞEK
İP, T
UZL
A, U
TARİT
, ÜNİT
ER, V
İYO
LA, Y
AKU
ZA, Z
İHİN
.
��
�İ
��
��
��
����
���
����
����
���
����
��
��
����
����
���
����
���
���
����
��
����
���
����
����
����
���
���
����
���
����
���
���
����
����
���
����
����
���
����
����
���
����
����
����
��
����
��
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
�
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
����
���
���
����
��
���
���
����
����
���
����
����
��
����
����
����
����
���
����
��
����
����
����
����
����
����
����
����
��
��
����
����
����
����
����
����
����
����
��
���
���
���
����
����
����
����
����
����
��
����
��
����
����
����
���
����
����
����
����
����
���
��
����
����
��
����
����
����
����
���
���
����
����
��
����
����
������
�����
�����
����
������
�����
����
�����
�����
�����
����
�����
�����
����
����
�����
����
����İ
����
����
�����
������
����
�����
����
�����
����
�����
�����
���
�����
�����
����
���
�����
����
�����
����
�����
����
����
�����
����
�����
����İ
�����
����
�����
����
����
����
���
����
�����
����
�����
�����
����
�����
����
�
SOLD
AN SA
ĞA 1)
Pul
der
leyi
ciliğ
i vey
a de
rleye
nler
e sa
tma
işi, p
ulcu
luk.
– Ve
rme,
öde
me.
2) T
ürk
sana
t m
üziğ
inde
bir
mak
am. 3
) İns
anda
üz
üntü
, skn
t, te
dirg
inlik
olm
ama
duru
mu,
huz
ur.–
Taht
a, ç
inko
vb.
ha
f şe
yler
den
yap
lmş,
tem
elsiz
eğr
eti
yap
. 4) E
nli,
geniş.–
Vâs
i olm
a du
rum
u,
vâsin
in y
aptğ
iş,
vâsil
ik. 5
) Tift
ik,
tiftik
ten
yap
lan.
– Ban
kala
r ara
s işl
em-
lerd
e bi
r gec
elik
faiz
uygu
lam
as.
6)
Akde
niz’d
e Fr
ansa
’ya
bağl h
apis-
hane
siyle
ünl
ü kü
çük
ada.
– Bak
ma,
ba
kş.–
Büt
ün. 7
) Kar
ada,
hav
ada,
su
da b
ir ye
rden
bir
yere
gitm
ek iç
in
aşla
n uz
aklk
.– An
ahta
r, düğm
e gi
bi
tak
lp çk
arla
bile
n bi
r par
ça y
ard
-my
la ç
alş
an k
apat
ma
alet
i.– S
ahip
lik
man
as v
eren
bir
ön e
k. 8
) Büy
ükle
r, ön
de g
elen
ler.–
Evl
erde
vey
a dü
kkân
lard
a yü
ksek
çe y
erde
yapla
n ra
f. YU
KARI
DAN
AŞAĞ
IYA
1) De
neyl
erle
he
nüz y
eter
der
eced
e doğr
ulan
mam
ş
anca
k doğr
ulan
acağ u
mul
an te
orik
düşü
nce,
var
say
m, h
ipot
ez. 2
) Kira
.– Po
stu
değe
rli, m
emel
i den
iz ha
yvan,
ay b
alğ.
3) E
rime
nokt
alar d
üşük
m
etal
leri
tuttu
rma
işlem
lerin
de k
ulla
-n
lan,
kal
ay v
e ku
rşun
alaşm
larn
n
gene
l ad
ve
bu a
laşm
la y
apla
n işl
em.–
Bir n
ota.
4) G
üney
Am
erik
a’da
bulu
nan
nehr
i ve
orm
anla
ryla
ünl
ü bö
lge.
5)
Hoşa
gid
en d
urum
, lez
zet.–
Yeş
ile ç
alan
to
prak
reng
i. 6)
Çift
teşk
il ed
ene
iki
şeyd
en h
er b
iri.–
Osm
anll
arda
dev
letin
ba
kanlk
, val
ilik
gibi
yük
sek
göre
vle-
rinde
bul
unan
ve
paşa
unv
ann t
aşy
an
kim
se. 7
) Ser
best
eko
nom
iden
yan
a ol
an (k
imse
, par
ti vb
.). 8
) Ver
me,
hib
e et
me.
– Büy
üyle
karş
k ta
pnm
a, a
yin.
9)
Dağ
serv
isi, a
rdç
.– Bi
r tür
cet
vel.
10)
Yardm
, lüt
uf, i
hsan
. 11)
Utan
maz
, rez
il.
12) O
rgan
izmann
yaps
yla
ilgili
.
Dün
kü b
ulm
acal
arn
çöz
ümle
ri
Bulm
aca
Refik
Ayd
ýnr.a
y din
@za
man
.com
.tr
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
1 2 3 4 5 6 7 8
12
34
56
78
910
1112
İ
L A
M
A Ş
A L
L A
H
L
İ K
İ D
İ T
E
T U
T
E
M
İ R
M
A
T E
M
Ü
T
O
S
T A
L A
Ş
S R
İ
N
T
E L
E F
E R
İ K
Ş
A Y
E T
T
E L
E M
E
İ
T A
L İ
K
T E
V İ
L
M
A L
A K
İ T
K
A T
İ
44 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANSPORFutbolu yönetenlere hapis yolu Mahkeme, kulübü zarara uğrattıkları gerekçesiyle Malatyasporlu eski yöneticilere hapis cezası verdi. Yargıtay kararı onarsa bu Türkiye’de bir ilk olacak. Peki, futbolun aktörleri bu ceza ile ilgili ne düşünüyor? Yöneticiler bundan sonra har vurup harman savurabilecek mi?
BEHRAM KILIÇ
1Türk futbolu birkaç sezondur tarihinde hiç olmadığı kadar kriz yaşıyor. Şike
davasıyla marka değeri yerlerde sürünen, sponsorların çekilmesiyle şaşkına dönen futbolumuzu yönetenlere bir kötü haber de mahkemeden geldi. Malatya 1’inci Asliye Ceza Mahkemesi, Malatyaspor’un eski baş-kan ve yöneticilerine kulübü kötü yönettik-leri gerekçesiyle çeşitli hapis cezaları verdi. Mahkemenin kararı Türk futbolunda bir ilkti. 4 yıldır devam eden kamu davası sonucunda mahkeme, görevi kötüye kullandıkları ve kulübü zarara uğrattıkları gerekçesiyle Ma-latyaspor’un eski başkanları Hikmet Tan-rıverdi ve Haşim Karadağ’ın da aralarında bulunduğu birçok yöneticiyi hapis cezasına çarptırdı. Tanrıverdi’ye 3 yıl 2 ay, Karadağ’a ise 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Kararda aynı dönemde yöneticilik yapan pek çok yönetici de hapis cezalarıyla karşı karşıya. Tanrıverdi ve Karadağ’ın başkanlık yaptıkları dönem-lere ilişkin zararın 16 milyon lira civarında olduğu, zararın yönetimlerde bulunanlar tarafından tazmini yoluna gidileceği de karar metninde yer aldı. Mahkemenin bu kararı ile ilgili son sözü Yargıtay söyleyecek. Eğer karar Yargıtay tarafından onanırsa futbolumuzda yeni bir dönem başlayacak.
Zira sadece Malatyaspor değil, daha birçok kulüp kötü yönetimler sebebiyle borç batağında. Hatta bazı kulüpler küme düşse bile içinde bulundukları sıkıntılardan kurtu-lamıyor. Beceriksiz yönetim yüzünden sıkıntı yaşayan kulüplerimiz arasında Erzurum, Diyarbakır, Mardin, Ankaragücü, Sakarya, Kocaeli akla ilk gelenler. Ama 700 milyon liranın üzerinde borcu bulunan Beşiktaş’ın iyi yönetildiğini kim söyleyebilir? Ya da borcu 200 milyon liraya dayanan Trabzonspor’un? Örnekler o kadar çok ki. 100 yılı aşan bir ma-ziye sahip Ankaragücü’nün küme düşmesi trajikomikti. 7 trilyonluk borcunu ödeyeme-yen ve BAL Ligi’ne düşen Erzurum’un, hatta sahaya 10 futbolcuyla çıkan Mardinspor’un ve yine yönetim yüzünden alt liglere düşen Diyarbakırspor’un yaşadıkları trajedileri önceki sayılarımızda kaleme almıştık. Ama Türk futbolunda bu kötü yönetimlerden dolayı ceza alan yönetici oldu mu? Hayır.
Geçen aylarda Trabzonspor kulübünün bugünkü yönetimi de mahkemeye giderek eski başkan Sadri Şener hakkında, ‘güveni kötüye kullanma’ ve ‘özel belgede sahteci-lik’ suçlamalarıyla davacı oldu. Hazırlanan iddianamede Şener’in kulübü 3 milyon 939 bin 202 lira zarara uğrattığı ileri sürülüyor. Mevcut başkan İbrahim Hacıosmanoğlu Trabzonspor’u yiyen ve yedirenlerden hesap soracaklarını belirtiyor. 2011 yılında Galatasaray Olağan Mali ve İdari Genel Kurulu’nda Adnan Polat yönetimi idari açıdan ibra edilmedi. Beşiktaş’ta eski başkan Yıldırım Demirören’e ait 1 Ocak-27 Şubat 2012 dönemi faaliyetleri idari ve mali açıdan oy çokluğuyla ibra edilmedi. Beşiktaş’ın eski başkan Demirören’e 100 milyon liraya yakın borcu bulunuyor. Kulübü borç batağı içinde bırakıp giden Demirören’e şu ana kadar herhangi bir yaptırım uygulanmadı. ‘Bor-cumu hibe edeceğim’ dediği hâlde bu sözünü de yerine getirmedi. Yine geçen günlerde Eskişehirspor’un bugünkü Mesut Hoşcan yönetimi kendilerinden önceki başkan Halil Ünal ve ekibini disiplin kuruluna verdi.
Can alıcı soru şu: Malatya’daki mahkeme kararı Türk futbolu için bir milat olabilecek mi? Cezaya çarptırılan Hikmet Tanrıverdi, “Mahkemenin verdiği karar onanırsa, Türk
futbolunun içerisine dinamit konulmuş olur. Hiçbir kulüp yönetici bulamaz.” düşünce-sinde. Eski başkan “Mahkemenin, genel kurulda ibra edilmiş bir yönetimi yargılaması ne kadar doğru?” diye de soruyor. Ona göre
muhasebecinin 1-2 hatasından tüm yönetim kurulunun sorumlu tutulmaması gerekir.
Orduspor Başkanı Nedim Türkmen ilk bakışta Hikmet Bey’e destek çıkıyor: “Mah-keme neye göre kötü yönetime karar verdi?
Kötü yönetimin ölçüsünü bulmak kolay değil.” Türkmen’e göre bu kararı mahke-menin değil, kulüp genel kurulunun vermesi gerekiyor. Fakat Türkiye’de genel kurulların çoğu görevi sona eren yönetimleri ibra edi-yor. İbra etmeyen yani yönetimin yaptıklarını onaylamayan birkaç genel kurul olsa da ülkemizde eski yöneticilerden pek hesap sorulmuyor. Zaten bazı kulüplerin genel kurul üyeleri başkanların eş ve dostlarından oluşmuş. Dolayısıyla başkana hesap sormak pek mümkün değil. Nedim Türkmen, bu tür kötü yönetimlerden mahkemeler yoluyla değil, kulüpler yasasının çıkartılması hâlinde kurtulabileceğimizi dile getiriyor. Haksız sayılmaz, zira kulüpler yasasında yer alan en önemli maddelerden biri şöyleydi: “Kulüp başkanı ve yönetim kurulu üyeleri, kendi dö-nemlerinde yapılan borçlanmalardan dolayı, kulüple birlikte müştereken ve müteselsilen (zincirleme olarak) sorumludurlar.”
Türk futbolunun sorunlarıyla kafa yoran isim olarak tanıdığımız teknik direktör Yıl-maz Vural, kulüp yöneticilerinin bu maddeyi kabul etmemeleri sebebiyle yasanın çıkmadı-ğını söylüyor: “Bu maddenin yükümlülükleri işlerine gelmiyordu.” Beşiktaş Futbol AŞ Yönetim Kurulu üyesi Atıf Keçeci de kulüpler
birliği yasasının kurtuluş için çare olacağını düşünenlerden. Atıf Bey, kamu yararına dernek olan kulüplerin birçoğunun kötü yönetildiğini, Türk Ceza Kanunu hüküm-lerine göre birçok yöneticinin suç işlediğini,
bir şikâyet olması durumunda Türkiye’de hemen her kulüp yöneticisi veya başkanının benzer cezalar alabileceğini söylüyor. Ona göre insanlar kamu davası açmadığı için Malatya’daki olay ilk. “Kamu yararına çalı-şan derneklerin yöneticileri mal beyanında bulunmak zorunda. Çoğu kulüpte yöneticiler mal beyanında bile bulunmuyor. Bu bile suç.”
Nedim Türkmen’in çözüm önerilerin-den biri de kulüplerin dernek statüsünden çıkartılması, şirketleşme modelinin be-nimsenmesi. Spor hukuku uzmanı Alpay Köse ise “Kulüpleri dolandırmak suç. Ha dernek olmuş ha şirket fark etmez.” diyor. Köse’ye göre konu futbol olduğunda hukuki düzenleme yapacak konumundaki kişiler olaya çok fazla müdahil olmak istemiyor. ‘Krizdeki Futbol’ kitabının yazarı Tuğrul Akşar, Türk futbolundaki gelirlerin 2000 yılında 150 milyon Euro civarındayken, 2014 yılında 600 milyon Euro’ya kadar çıktığını söylüyor. Gelirler bu kadar artarken sağlıksız yönetimlerin sürmesi Yılmaz Vural’ı çileden çıkartıyor: “Hikmet Tanrıverdi çok değerli bir insan. Kendi işinde de başarılı. Ama futbolun içine görüldüğü gibi futboldan anlamayan insanlar girdiği zaman bu tür sorunlar her zaman meydana gelecek.”
Mevcut yönetimin ayrıldıktan sonra da hiçbir sıkıntı yaşamadan işi başkasına devretmesi anlayışı devam ettiği sürece çok batan kulüp göreceğiz. Alpay Köse’ye, Malatya’daki davayı Yargıtay onarsa kulüp yöneticileri bundan etkilenir mi diye soru-yoruz: “Hiçbir etkisi olacağını sanmıyorum. Zira kulüp yöneticileri bu konuları genellikle görmezden gelmekte ve kulübü elinde tuttuğu sürece bu tür suçlamalardan uzak kalacağını düşünmekte.”
Malatyaspor eski başkanlarından Hikmet Tanrıverdi
YILMAZ VURAL: YÖNETICILER HESAP VERMELI Başka kulüpler hakkında da buna benzer davalar açılırsa birçok kişi, kötü yönetimden dolayı aynı sıkıntıya girer. Ne-redeyse borcu olmayan kulüp yok. Eğer bu ceza Yargıtay tarafından onanırsa emsal teş-kil eder. Türkiye’de yöneticilik yapmak zorlaşır. Ama zorlaş-sın. Zira hâlihazırdaki bazı yönetimler 10 sene sonrasının gelirlerine temlik koyduru-yor. Böyle şey olur mu?
ALPAY KÖSE(*): BU DÜZEN DEVAM EDER -Mahkemenin verdiği bu kararı nasıl yo-rumluyorsunuz? Türk futbol tarihi açısından ilk olup çok önemli sonuçlara yol açabilecek nitelikte. Kararın aslı bazı usulsüzlükler ile görevi kö-tüye kullanmak sureti ile kulübü zarara sokmak. Türk futbolu-nun en büyük problemlerinden biri harcanan paraların takibinin zayıf olması sebebiyle suiistimale açık olması ve bu pa-raları harcama yetkisi olan kişilerin bundan dolayı sorumlu tutulmamaları. -Karar kesinleşirse kulüp yöneticileri nasıl etkilenir? Hiçbir etkisinin olacağını sanmıyorum. Zira kulüp yöneticileri bu konuları ge-nellikle görmezden gelmekte ve kulübü elinde tuttuğu sürece bu tür suçlama-lardan uzak kalacağını düşünmekte. Ül-kemizde nice çok köklü kulüpler zarara sokulup menfaat elde edilerek iflas et-tirildiği hâlde yöneticilere hiçbir şekilde hesap sorul(a)mamıştır. -Bu karar emsal sayılırsa dernekler yasa-sına göre yönetilen kulüplere yönetici bul-makta zorlanır mıyız? Bizde kulüp yöneticiliği özellikle işadamla-rıı için çok cazip. Bu yüzden kulüpler için yönetici bulmak çok kolay. Yöneticilerin at-tıkları imzalardan sorumlu olduklarına ilişkin bir düzenleme yapılmadığı sürece bu düzen devam eder. (*) Spor Hukuku Uzmanı-Avukat
46 20 - 26 AĞUSTOS 2014 ZAMANSPOR
MEHMET YILMAZ
1Onun hikâyesi belki o doğmadan bile önce Kafkasya’da başlıyor. Rus meza-
liminden kaçan yüz binlerce Çerkes gibi Sıba kabilesi de Osmanlı topraklarına göç ediyor. Adapazarı civarına yerleşen ve Rıza Bey Çift-liği’nde nispeten varlıklı bir hayat süren ai-lede baba Rıza, geç yaşlarda sahip olduğu tek evladı Süleyman Rıza’nın okumasını istiyor ama oğlunun gözü hep topta oluyor. Öyle ki, İstanbul’da yerleştikleri Beşiktaş semti onun bütün hayatını kuşatacaktır.
Süleyman Seba genç takımından itibaren formasını giydiği Beşiktaş’ta takım kaptanlı-ğına kadar yükselecek, efsane olarak gördüğü Baba Hakkı’nın sevgisine mazhar olacaktır. İstikbal vadeden bir futbolcu namzedi olarak girdiği Beşiktaş kulübünde sembol bir isme dönüşecek; futbolu bıraktıktan sonra genel kaptanlık, yöneticilik ve elbette başkanlık yapacaktır. Nitekim bütün bu dönemleri anlatırken 2000 yılındaki son kongresi ön-cesi bir veda konuşması yapacak ve şunları söyleyecektir: “Artık başım dik, gönlüm rahat ve huzur içinde ayrılıyorum. 16 yıl boyunca üzerime gelen okyanus dalgalarının hüznünü hep sizinle paylaştım. Bu kulübe 1943 yılında geldim. 1954’te de futbolu bırakıp değişik şekillerde Beşiktaş’a hizmet ettim. Son olarak da 1984’te sizin sayenizde başkanlığa geldim. Yani 94 yıllık geçmişi bulunan kulübümüzün 54 yılında vardım.’’
Süleyman Seba’nın dönemi sportif başarı adına oldukça iyi geçmişti. 16 sezona 5 Süper Lig, 4 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 2 Başbakanlık Kupası ve 6 TSYD Kupası sığdırılmış ancak belki de kupalardan daha önemli bir kavram inşa edilmişti; şerefli ikincilikler… Çünkü Seba’ya göre kupa ya da galibiyet her şey değildi. Hatta hiç önemli değildi. Önemli olan o uğurda mücadele etmekti; mücadeleyi verdikten sonra şam-piyon olunmasa da mühim değildi. Bir de yine Seba’ya göre Beşiktaş’ın iki şeye ihtiyacı vardı; birincisi tesisler, ikincisi ise Beşiktaşlılık ahlakı denen şey.
Gelgelelim, 2000’li yıllar ‘değişim’ isteyen Beşiktaş tribünlerini hareketlendirmiş ve son yıllarda şampiyonluk yaşayamayan Seba kendi tabiriyle ‘hiç de hak etmediği protestolarla’ karşılaşmıştı. Fazla ısrar et-medi ve bıraktı. Artık o Beşiktaş’ın onursal başkanıydı. Ancak kırgınlığı ve yaralanmışlığı ömrünün son anına dek sürecekti. Çünkü o bir gönül adamıydı, sert görünümünün ardında çok duygusaldı.
Çerkes kültürünün yansımasıSeba’nın mensubu olduğu Çerkes kül-
türü ve aile çevresi onun hayatını derinden etkilemiştir. Bugün ‘Beşiktaşlılık duruşu’ diye sunulan şeylerin aslında bizzat Seba’nın karakterinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Aynı netlikte değilse de ondan önce de olan ama ondan sonra pek olmayan bir şey. Zaten Seba’lı Beşiktaş’ı tabiri caizse her futbolseve-rin’ ikinci takımı’ yapan şey bu ruhta gizliydi. İnsanlar Beşiktaşlı olmasalar dahi Seba’nın Beşiktaş’ına hep derin bir hürmet beslediler. Çünkü Seba’nın karakterinin genel özellikleri olan tevazu, rakibe saygı, formaya bağlılık, öz kaynak, centilmenlik, empati, gelenekçilik gibi kavramların kulübe sirayet etmesiydi bu durum. Görünmekten pek de hazzetmediği televizyonlara verdiği son röportajlarından birinde “Günümüzdeki futbol pek şey değil; eskiden güzeldi.” demişti. Sonra onu biraz açtı ve “Artık bir sürü tatsızlık var. Baksanıza, herkes kazanmak istiyor. Ama mağlubiyet de var. Eskiden başkanlar, yöneticiler birbirlerine saygılılardı. Artık maç seyretmiyorum. Bir tek Messi hoşuma gidiyor. Fitbolcu dediğin öyle olur. Maç seyretmiyorum ama kalbim hep
Beşiktaş’la. İnşallah iyi olacak…” Kendisine söylenen ‘Beşiktaş bugün bu hâldeyse sizin katkınız çok büyük’ cümlesine hemen bir ‘estağfurullah’ çekiyor ve tamamen samimi bir tevazu ile “Ben ne yaptım ki? Eğer bir şey olmuşsa, lütfen rica ediyorum, bunu atlama-yın, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızın çabasıyla olmuştur.” diyordu.
Başkanın ‘şeyleri’ meşhurdu ve bir de fitbol demesi. Yalnızca kendinden büyüklere değil, yaşça küçük olanlara da saygıda kusur etmeyen gerçek bir beyefendiydi. 1988-89 sezonunda Cumhurbaşkanlığı Kupası sonrası Fenerbahçe, ertesi sezonsa Türkiye Kupası finalinde Trabzonspor kafileleriyle aynı uçakla dönmüşlerdi. Her ikisinde de ka-zanan taraf Beşiktaş’tı ancak Süleyman Seba, kaptan Rıza’yı çağırarak ‘Arkadaşlara söyle sakın şey etmesinler. Rakibe saygısızlık olur. Onlar üzgünler, bize şey etmek yakışmaz’ demiştir. Bugünün kirli futbol ortamıyla ne kadar da ters değil mi?
Evet, Seba sahiden gitti. O gidip de yerine başka başka tipler gelince sadece Beşiktaş’ın değil, Türk futbolunun da kimyası altüst olmuş görünüyor. Velhasıl, aslına bakarsanız ölen Süleyman Seba değil, Türk futbolunun ta kendisi.
ONUN IÇIN NE DEMIŞLERDI?FATIH URAZ: Günlerden bir gün Akaretler’deki kulüp binasının merdivenle-rinden yukarı doğru çıkarken kendisine ‘Nasılsınız başkanım?’ dediğimizde o dillere destan müthiş kibarlığıyla ‘Teşekkür ederim, siz nasılsınız?’ cevabını vermeden önce ceketinin açık olan düğmelerini iliklemişti. Seba’yı onur bur-cunun zirvesine çıkaran asıl etkenin ‘yenilgiyi hazmedişi, kulübünün hakkı yendiğinde ortamı germeyişi, başarısızlıklara mazeret üretmeyişi, kazanma
adına illegaliteye asla tevessül etmeyişi’ olduğunu düşünüyoruz. (Kalecinin Seyir Defteri )ERTUĞRUL SAĞLAM: Süleyman Seba, Fair Play konusunda taviz vermez-di. Bugün Türk futbolunda yaşanan sıkıntıları, şiddeti, baskıları gördükçe o günler aklıma geliyor. Seba’nın takımında futbol dışı, futbol ahlakına aykırı bir şey yapmak mümkün değildi. Yapanın da orada kalması zordu. (Beşik-taş’ın Dervişi; Süleyman Seba / Rıdvan Akar)
METIN TEKIN: Seba lisanı diye bir şey vardı. Mesela transfer görüşmesi için odasına giriyorsunuz. İki yıllık geleceğiniz için para talep edeceksiniz. Süley-man Seba’dan istenecek en son şey Beşiktaş’ın parasıdır. Ben girdim, mera-mımı anlattım. ‘Metin’ dedi, ‘Sen o şeyi şey yap. Ben o şeyi hallederim.’ Onun meşhur şeyi vardı. Ama iki senelik geleceğim için sadece bu cümle. ‘Tamam başkanım’ dedim. Artık ne anladıysam? Siz şimdi bir şey anladınız mı bundan?
Ben de anlamadım ama tamam başkanım dedim. Neden? Çünkü ‘o şeyi şey yaparken’ baş-kan hakikaten yapıyordu. Bizde mukavele, imza yoktu; her şey sözdü. Süleyman Seba söz verdi mi bil ki yapardı. (Beşiktaş’ın Dervişi; Süleyman Seba / Rıdvan Akar)FAIK GÜRSES: Bir tanesi namağlup, o art arda gelen şampiyonluklarda bir kulüp başkanı kendini kaybeder değil mi? Ama Süleyman abi metanetini hiç kaybetmiyordu. Bir gazeteci için gerekli manşeti hiçbir zaman vermez-di. (Beşiktaş’ın Dervişi; Süleyman Seba / Rıdvan Akar)
Seba ile birliktecentilmenlik de gitti…Her geçen gün daha da kirlenen Türk futbolunun nadir iyi adamlarından biri daha göçüp gitti geçen hafta. Beşiktaşlı olmayanların bile saygı duyduğu beyefendi insan Süleyman Seba’yı kaybettik. Tıpkı Metin Oktay’da, tıpkı Lefter’de olduğu gibi üzüldü insanlar. Belki de ölen onlar değil Türk futboluydu.
TIL AUGUST SLÅR
NØRREBRO PRIVATSKOLEDØRENE OP
Vi har pladser tilbage i
0. til 9. klasse
Høj faglighed
Erfarent lærerteam
Eleven i centrum
Mentor-ordning
Gennemprøvede metoder
Tæt skole-hjem samarbejde
Vi tilbyder:
A: Glentevej 61 - 2400 København NV E: [email protected] / www.npskole.dk