T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI
ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ
DOKTORA TEZİ
Adnan ADIGÜZEL
ANKARA – 2005
II
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI
ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ
DOKTORA TEZİ
Adnan ADIGÜZEL
Danışman
Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM
ANKARA – 2005
III
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI
ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ
DOKTORA TEZİ
Tez Danışmanı: Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM
Tez Jüri Üyeleri:
Adı Soyadı:
Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM --------------------
Prof. Dr. Sönmez KUTLU --------------------
Prof. Dr. Mustafa Zeki TERZİ ---------------------
Prof. Dr. Sebahaddin SAMUR ----------------------
Prof. Dr. Nahide BOZKURT ---------------------
Tez Sınav Tarihi: 05.01.2006
IV
ÖNSÖZ
İslâm’ın doğuşundan sonraki ilk asırda Müslümanların hakimiyetine girmiş olan
Kuzey Afrika ve Endülüs’ün İslâm tarihi içinde önemli bir yeri vardır. Ancak ülkemizde bu
coğrafya ile ilgili yeteri kadar çalışma yapılmamıştır. Belki de bundan dolayı, Kuzey Afrika
tarihi ile ilgili genel olarak bir belirsizlik söz konusuyken, Endülüs denilince de hemen hemen
sadece Endülüs Emevî Devleti bilinmektedir. Hatta Müslümanların Endülüs’te bulunduğu
sekiz asırlık dönem tamamen Endülüs Emevî Devleti dönemi gibi algılanmakta ve bu durum
sözlü ve yazılı olarak da ifade edilmektedir. Oysa bu coğrafya, Endülüs Emevî Devleti’nden
sonra da Müslümanların kurmuş olduğu bir çok devlet ile bağlantılı olarak yüzyıllar boyunca
var olmuştur. Muvahhidler de bu devletlerin en önemlilerinden biridir
İşte biz bu çalışmamızda bu bölgede XII. yüzyıl başlarından XIII. yüzyıl ortalarına
(1121-1269) kadar hüküm sürmüş olan Muvahhidler Devleti’nin kuruluşu hakkında bilgi
vermeye çalışacağız.
Muvahhidler Devleti’nin bölge tarihinde son derece önemli bir yeri vardır. Onlar,
Endülüs’te Müslümanlara karşı yürütülen Hıristiyan Haçlı akınlarına karşı yaklaşık bir asır
karşı durmuşlardır. Aynı zamanda Kuzey Afrika’nın Müslümanların yaşadığı bir coğrafya
olarak kalmasında da bu devletin önemli katkıları olmuştur.
Muvahhidler Devleti’nin kuruluşunda çok büyük bir görev üstlenmiş olan
Abdulmümin, tarihteki önemli ve başarılı komutanlardan biridir. O, Muvahhidlere liderlik
yaptığı yaklaşık 34 yıllık dönemde, bölgenin en güçlü ve aynı zamanda coğrafî olarak en
büyük devletini kurmuştur. Askerî, siyasî, eğitim ve kültür alanında ortaya koyduğu
çalışmalarla ve atılımlarla da farklı bir kişiliğe sahip olduğunu göstermiştir. Biz bu
çalışmamızla tüm bu konulara dikkat çekmeyi ve bu konuda doğru bilgi ve yorumlar sunmaya
çalıştık.
Bu araştırmamız, giriş, üç bölüm, sonuç ve iki ekten oluşmaktadır. Giriş bölümünde
Muvahhidler Hareketi’nin ortaya çıkışı, hareketin kuruluşu ve ilk lideri olan İbn Tûmert
hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştık. Birinci bölümde, Abdulmümin b. Ali’nin kimliğini,
halife seçilmesini ve Murabıtlara karşı yürüttüğü mücadeleyi ele aldık. İkinci bölümde,
Mağrib ve Endülüs’te Muvahhidlere karşı ortaya çıkan isyanları ve Muvahhidlerin Endülüs ve
Mağrib’teki fetih hareketlerini inceledik. Üçüncü ve son bölümde ise Abdulmümin b. Ali
döneminde kültür ve medeniyet alanlarında yapılanları imkanlarımız ölçüsünde ortaya
koymaya gayret ettik. Tezimizin sonuna ek olarak, Abdulmümin’in doğumundan ölümüne
V
kadar geçen süredeki olayları özetleyen bir kronoloji ile İbn Tûmert’in Abdulmümin’i
kendisinden sonra halife olarak vasiyet ettiğine dair bir metin koyduk.
Çalışmam süresince yeni ve güzel bir eser ortaya koyabilmem için her aşamada büyük
bir iştiyakla destek veren hocam Prof. Dr. Mehmet ÖZDEMİR’e, Prof. Dr. İbrahim
SARIÇAM’a, Prof. Dr. Sönmez KUTLU’ya ve bu araştırma boyunca desteğini aldığım tüm
dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.
Adnan ADIGÜZEL Ankara 2005
VI
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ………………………………………………………………………………… IV
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………………… V
KISALTMALAR ……………………………………………………………………….. IX
A-Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi………………….……………………………1
B-Araştırmanın Metodu ve Kaynakları………………………….………………………….6
GİRİŞ
A-MUVAHHİDLER HAREKETİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI ÖNCESİNDE MAĞRİB …..12
B-MUVAHHİDLER HAREKETİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI…………………………….. 21
1-İbn Tûmert’in Kimliği ve Eğitimi………………………………………………… 22
2-Şahsiyeti ve Eserleri………………………………………………………………...27
3-Devlet Olma Yolunda Faaliyetler ………………………………………………….31
4-Muvahhidler Devleti’nin Kurulması ……………………………………………….34
BİRİNCİ BÖLÜM
ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE
MURABITLAR DEVLETİ’NE SON VERMESİ
A-ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN KİMLİĞİ, EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ ………………. 42
1-Doğum Yeri ve Tarihi …………………………………………………………… . 43
2-Ailesi ve Nesebi ………………………………………………………………… 45
3-Eğitimi ve İbn Tûmert İle Karşılaşması ….………………………………………. 50
4-Şahsiyeti ………………………………………………………………………….. 59
B-ABDULMÜMİN’İN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE MURABITLARA
KARŞI MÜCADELESİ …………………………………………..…………………… 67
1-Halife Olarak Biat Alması………………………………..……………………….. 67
2- Halifeliğinin İlk Yıllarındaki Faaliyetleri ……………..…………………………. 72
3-Murabıtlara Karşı Mücadelesi ………………………..………………………….. 75
3.a- 524-534/1130-1139 Yılları Arasındaki Savaşlar ..…………………………… 76
3.b- Yedi Yıl Savaşları (534-541/1139-1146) …………………………………… 84
3.c- Merrakeş’i İstilası ve Murabıtlar Devleti’ne Son Vermesi …………….…….100
İKİNCİ BÖLÜM
ABDULMÜMİN’NİN MURABITLAR DEVLETİ’Nİ YIKMASINDAN
SONRAKİ FAALİYETLERİ VE ÖLÜMÜ
A-İÇ İSYANLAR ……………………………………………………………..……….. 108
VII
1-Mâsî İsyanı ………………………………………………………………...……...111
2-Sahrâvî İsyanı ………………………………………………………………….…113
3-Diğer İsyanlar ………………………………………………………………….…117
B-ENDÜLÜS’ÜN MUVAHHİDLER DEVLETİ’NE BAĞLANMASI ……………..…120
1-Muvahhidler Öncesinde Endülüs ………………………………………….….… 120
2-Muvahhidlerin Endülüs’te Hakim Olmaları ……………………………….….…122
C-ENDÜLÜS’TE HIRİSTİYANLARA KARŞI CİHAD FAALİYETLERİ ………..…139
D-KUZEY AFRİKA’DA FETİH HAREKETLERİ …………………………….….….146
1-Mağribu’l-Evsat’ın Fethi ………………………………………………….….….147
2-Mağribu’l-Ednâ’nın Fethi ve Hıristiyanların Bölgeden Çıkarılması …..…….…..152
E-ABDULMÜMİN’İN ÖLÜMÜ ……………………………………………………….160
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ABDULMÜMİN DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
A-ABDULMÜMİN DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ ………………………………. 170
B-İDARİ TEŞKİLAT ..…………………………………………………………………. 174
1-Hilâfet ………………………………………………………………………….…177
2-Vezaret – Hicabet …………………………………………………………………181
3-Katiplik …………………………………………………………………………...186
4- Kadılık ……………….…………………………………………………………. 188
5-Hisbe …………………….……………………………………………………… 190
6-Valilik ……………………….………………………………………………….. 192
7-Şurta …………………………….….……………………………………………. 194
8-Berid ………………………………..…………………………………………… 194
C-ASKERÎ TEŞKİLAT ...…………………….………………………………………. 197
1-Asker Kaynakları ………………………………….…………………………… 197
2-Sefer Şekli ve Düzeni …………………….…………………………………… 199
3-Savaş Alet ve Alâmetleri ……………………….…………………………….. 201
4- Savaş ve Kuşatma Taktikleri ……………………………………………………203
5-Donanma ……………………………………………….……………………….. 206
D-SOSYAL HAYAT ………………………………………………………………….. 208
1-Muvahhidler Devleti’nde Halk ve Sosyal Statü …………………………………. 208
2-Karşılama Törenleri ve Kutlamalar ……………………………………………... 212
3-İskan Politikası …………………………………………………….……………. 214
4-Sistem Halk İlişkileri …………………………………………….……………... 215
VIII
E-İLİM VE KÜLTÜR HAYATI ..…………………………………..………………..…218
F-İMAR ÇALIŞMALARI VE BU DÖNEMDE KURULAN ŞEHİRLER ………...….. 225
1-Genel olarak İmar Çalışmaları …………………………..…….………………….225
2- Yeni Kurulan Şehirler ………………………………..……………….……….…227
2.a-Ribâtü Tâze ……………………………………………………………..227
2.b-Ribâtulfeth (Ribatu Selâ) ……………………………………………… 228
2.c-Bethâ ……………………………………………………………………228
2.d-Cebelu’l-Feth ………………………………………………………….. 230
SONUÇ …………………………………………..……………………………………. 232
BİBLİYOGRAFYA …………………………………………………………………. 237
EKLER
EK-1 KRONOLOJİ ………………………………………..………………………… 247
EK-2 İBN TÛMERT’İN VASİYETİ ……..………………..………………………… 252
HARİTALAR
1-Muvahhidler Devleti’nin Ortaya Çıktığı Dönemde Sûsu’l-Aksâ Bölgesi ….………... 41
2-Abdulmümin’in Yedi Yıl Savaşlarında İzlediği Rota …………………...…….……..107
3-Abdulmümin’in Mağribu’l-Evsat Seferinde İzlediği Rota ………………..…………. 167
4-Abdulmümin’in Mehdiyye (Mağribu’l-Ednâ) Seferinde Fethettiği Yerler .…………. 168
5-Abdulmümin’in Mağrib ve Endülüs’teki Fetih Merhaleleri ………………………… 169
ÖZET ………………………………………………………………………. …….254
ABSTRACT ……………………………………………………………………………255
IX
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
b. : İbn, bin
bkz. : Bakınız
bty. : Baskı tarihi yok
byty. : Baskı yeri ve tarihi yok
cc. : Celle Celâluhu
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
DMİ : Dâiretü’l-Maarifi’l-İslamîyye
DFİF : Dâru’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi
EÜİF : Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
h. : Hîcrî
Hz. : Hazreti
İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi
İTED : İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi
km. : Kilometre
m. : Milâdî
ö. : Ölüm tarihi
r. a. : Radıyallahu anhu
s. : Sayfa
sav. : Sallallahu aleyhi ve sellem
Ter. : Tercüme eden
vd. : Ve devamı
vb. : Ve benzeri
Yay. : Yayına hazırlayan, yayınlayan
yy. : Yüzyıl
A-ARAŞTIRMANIN KONUSU, AMACI VE ÖNEMİ
Abdulmümin b. Ali Döneminde Muvahhidler Devleti başlığı ile hazırladığımız
bu çalışmamızda esas olarak, Muvahhidler Teşkilatı ve Devleti’nin kurucusu olan
Mehdî Muhammed b. Tûmert’in en gözde öğrencisi ve en yakın arkadaşı
Abdulmümin b. Ali’nin hayatı, şahsiyeti ve mücadelesini inceleyeceğiz. Bunun
yanında, onun sosyal, siyasal, askerî ve mimarî alanlarda gerçekleştirdiği
yenilikleri ve farklılıkları ortaya koymaya çalışacağız.
Genel olarak İslâm Tarihi alanındaki çalışmaların yeterli düzeyde
olmadığını ifade eden Hourani, İslâm Tarihi ile ilgili çalışmaların dünya çapında
yetersiz olduğunu ve Avrupa tarihi ile ilgili çalışmalara göre l00 yıl geriden
seyrettiğini, bu çalışmalar içinde Kuzey Afrika ile ilgili tarih araştırmalarının ise
daha da az olduğunu belirtmiştir1. Bu gerçeğin en fazla geçerli olduğu ülkelerden
biri belki de bizim ülkemizdir. Tez konumuz olan Muvahhidler hakkında Türkçe
olarak hazırlanmış, müstakil bir eserin bile olmayışı bu gerçeğin en iyi delili
sayılabilir.
Biz bu tez ile, İslâm Tarihi alanında ülkemizde üzerinde pek fazla
çalışılmayan Mağrib bölgesi ile ilgili bir konuyu inceleyeceğiz. Diğer taraftan bu
çalışma, bilebildiğimiz kadarıyla Muvahhidler ve Abdıulmümin hakkında
ülkemizdeki ilk çalışmadır. Bu bakımından da ortaya koyacağımız eser ayrı bir
önem taşımaktadır.
Dünya genelindeki tarih çalışmaları içinde İslâm Tarihi çalışmalarının
yetersizliği tartışılabilir. Ancak ilk dönemlerinden itibaren İslâm Tarihinin en
önemli aktörlerinden biri olan biz Türkler, bu konuda daha çok çalışma yapmak
durumundayız. Özellikle de Kuzey Afrika ve Endülüs söz konusu olduğunda açıkça
belli olan araştırma kıtlığını gidermeliyiz. Kuzey Afrika, yaklaşık dört yüzyıl
Osmanlı hakimiyetinde kalmış bir bölge olarak bizim tarihimizin bir parçası olarak
kabul edilmelidir.
Ülkemizde İslâm Tarihi denilince genellikle, Peygamberimiz ve dört halife
dönemi, Emevîler, Abbasîler, Selçuklu ve Osmanlılar, biraz da Mısır’da kurulan
Türk devletleri akla gelmekte, Müslümanların yaşadığı diğer coğrafyalar ve
milletlerle ilgili tarih, sanki göz ardı edilmektedir. Oysa üzerinde yeterli araştırma 1 Hourani, Albert, Avrupa ve Orta Doğu, Ter. Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, 233, 234, 254, İstanbul, 2001.
2
yapmadığımız Kuzey Afrika, Hicrî I. yüzyıldan itibaren Müslümanların
hâkimiyetine girmiş bir bölgedir. Yine buranın bir devamı sayılan Endülüs, Hicrî
birinci yüzyıl sonlarından itibaren sekiz yüz yıla yakın bir dönem boyunca
Müslümanların hakim olduğu, dünya çapında medeniyet kurduğu ve en önemli
ilmî faaliyetlerin yürütüldüğü bir bölge olmuştur. Müslümanların eserlerinden bir
kısmı bölgede hâlâ bütün ihtişamıyla durmaktadır. Söz gelişi İber Yarımadası’nda
bir çok şehir adı, başta Kurtuba (Gordoba), Gırnata (Gıranada) ve Almeria (el-
Meriyye) olmak üzere Müslümanların hatırası olarak hâlâ kullanılmaktadır.
Türkiye’de Endülüs denilince insanların aklına gelen şey, neredeyse sadece
Endülüs Emevi Devleti olmaktadır. Oysa Endülüs Emevî Devleti, 756-1031
yıllarında yaşamış bir devlettir. Müslümanların Endülüs’teki hâkimiyetleri ise,
Endülüs Emevîleri’nden yaklaşık 500 yıl sonrasına kadar sürmüştür2. İnsanların
Muvahhidler Devleti hakkında bilgi sahibi olmaları bir yana, tarihte böyle bir
devletin olduğundan bile habersiz durumda olduklarını, tez çalışmalarım sırasında
çok açık olarak fark ettim. Halbuki bu devlet, coğrafî bakımdan Kuzey Afrika ve
Endülüs’te çok geniş bir alana yüz yıldan daha fazla bir süre hükmetmiştir. Yine bir
dönem için dünyadaki en güçlü devletlerden biri olmuştur. Biz bu çalışmamızla,
bölge tarihine bir nebze de olsa dikkat çekmeye ve ışık tutmaya çalışacağız.
Bu çalışmada ele alacağımız Abdulmümin b. Ali, V./XI. yüzyılın sonlarında
dünyaya gelmiş, kendi doğduğu çevrede alabileceği eğitimi aldıktan sonra gençlik
döneminde ilim tahsili için doğuya seyahat amacıyla yola çıkmış, hayat dolu,
2 Endülüs denilince Endülüs Emevilerini anlayan ve bunu böyle ifade eden birçok örneğe rastlamaktayız. Meselâ, DİA’ya Barut maddesini yazan Mahmut H. Şakiroğlu, barutun Çinliler tarafından XII. yüzyılda bulunduğu, bu kelimeye Müslüman kaynaklarda ilk defa 1248’de rastlandığı bilgisini vermiş, ancak daha sonra Avrupa’nın barutu, (1031’de yıkılmış olan) Endülüs Emevî Devleti aracılığı ile öğrendiğini belirtmiştir. Bkz. Şakiroğlu, Mahmut H., ‘Barut’, DİA, V, 92-94, İstanbul, 1992. Bir başka örnek olarak da XVI. yy. da yaşamış olan Cervantes’in Donkişot adlı eserini Türkçe’ye tercüme eden Ali Çankırılı’nın, Cervantes’i tanıtım amacıyla yazmış olduğu üç sayfalık giriş yazısında Cervantes’ten üç kez Endülüs Emevileri ile bağlantılı bir kişi olarak bahsetmesini gösterebiliriz. Bkz. Cervantes, Donkişot, Ter. Ali Çankırılı, 5-7, İstanbul, 2002. Yine Endülüs Medeniyeti adıyla Tarih ve Düşünce Dergisi tarafından dağıtılan, Anadolu Yayıncılar Birliği başkanı İsmail Kahraman tarafından sunulan, belgesel bir CD’de de, ilk cümle olarak ‘Endülüs Emevi Devleti, Endülüs Medeniyeti’ denilerek söze başlanır. Bu CD’de 711’den 1492 tarihine kadarki dönemden bahsedilir. Ama bütün bu dönem için defalarca Endülüs Emevi Devleti ifadesi rahatlıkla kullanılır. İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti adlı eserde yer alan R. Tourneau’nun ‘Afrika ve Batı İslâmı’ kısmını tercüme eden Hürrem Yılmaz, Mağrib bölgesindeki önemli tarihi kentlerden biri olan Kosantîne kelimesinin karşılığını İstanbul olarak vermesi, bölgenin ne kadar yabancısı olduğumuzun göstergelerinden biri olmalıdır. Bkz. Roger Tourneau, ‘Afrika ve Batı İslâmı’, İslâm Kültür ve Medeniyeti, Ter. Hürrem Yılmaz, Yay. P. M. Holy, A. K. S. Lambton, B. Lewis, III, 99, İstanbul, 1997.
3
dipdiri bir şahsiyettir. Ancak yolculuğunun hemen başlarında, Mellâle’de3 (Şevval
512/Ocak 1119)4 İbn Tûmert ile karşılaşmasıyla hayatının rotası değişmiş, bundan
sonra İbn Tûmert’in ölümüne kadar ondan ayrılmamıştır. Abdulmümin, aynı
zamanda İbn Tûmert’in fikrî ve siyasî mirasını en yüksek seviyede temsil etmiş ve
yaşatmıştır. Abdulmümin siyasî varlığını İbn Tûmert’e, İbn Tûmert de tarihe bu
şekilde silinmez bir tarzda yazılmasını Abdulmümin’e borçludur diyebiliriz.
Muvahhidler köken olarak Murâbıtlar gibi Berberî asıllı kabilelerin desteği ile
kurulmuş bir devlettir. Onlardan önce bölgede hakim olan Murâbıtlar Lemtûne5
kabilesine dayanırken Muvahhidler ise başlangıçta Masmûde6 kabilesinin
desteğiyle kurulmuş bir devlettir. Ancak, Muvahhidler hareketi bir aile/kabile
hareketi olmaktan daha çok, birtakım dinî ve siyasî ilkeleri ön plâna çıkaran bir
topluluğun temellerini attığı bir hareket olarak doğmuştur7. Muvahhidler
Hareketinin kurucusu olan İbn Tûmert, ortaya çıktığı topluma yeni bir ruh
aşılayarak Allah yolunda cihadı, Sünnet’i ihyâyı, bid’ata ve bazı dinî konulardaki
yanlış gördüğü yanlış anlayış ve uygulamalara karşı savaşı önemli bir argüman
olarak kullanmıştır. Onun çalışmaları olumlu sonuç vermiş ve önce Muvahhidler
hareketi, arkasından da Muvahhidler Devleti ortaya çıkmıştır.
Muvahhidler Devleti’nin hüküm sürdüğü yıllar (515-668/1121-1269),
Mağrib’in siyasi ve kültürel hayatında tarihin en verimli zaman dilimi olmuş, bu
3 Mellâle, Kuzey Afrika sahilinde, bugün Cezâyir devleti sınırları içinde yer alan, Bicâye ve Cezâyir şehirleri arasında bulunan sahile yakın küçük bir yerleşim birimidir. 4 İbn Haldun, İbn Tûmert’in Bicâye’ye geliş tarihini 512/1118 olarak vermiştir. 512 yılının Ramazan bayramında bazı eleştirileri sebebiyle kendisine, ileri gelenler tarafından şehirden çıkması, yoksa öldürüleceği bildirilmiştir. O da arkadaşlarıyla buradan ayrılarak Mellâle’ye geçmiştir. İbn Haldun, Abdurrahman, (ö. 808/1405), Kitâbu’l-İber Divânu’l-Mübtedâ ve’l-Haber, VI, 227, Mısır, 1284. 5 Lemtûne, Berberîlerin Berânis kolundan, Mağribu’l-Vustâ ve Mağribu’l-Aksâ’da, Sahra’ya kadar uzanan bölgede yaşamakta olan, Berberîlerin büyük kabile topluluklarından Sanhâce gurubuna mensup büyük bir kabiledir. Yan yana yaşadıkları, Heskûre’nin Sanhâcelilerle akrabalıkları vardır. Bu kabileler göçebe olarak yaşamakta ve yüzlerini bir örtü ile örtmekteydiler. Murâbıtların ana dayanağını oluşturan bu kabile, Muvahhidlere mağlup olmalarından sonra Mağrib’ten tamamen silinmişlerdir. Bkz. G. S. Colin, ‘Lemta’, ‘Lemtûne’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957; Marçais, G., ‘Sanhâce’, İA, X, 192-194, İstanbul, 1967. 6 Masmûde, Berberî Berânis kabilesinin önemli kollarından biridir. Mağrib’in en güneyinde yaşamışlar ve birlikte yaşadıkları Sanhâcelilerle buradaki Berberîlerin ana nüvesini oluşturmuşlardır. Muvahhidlerin öncelikle kendilerine dayandığı bu kabile, o dönemde Akdeniz sahilinden Anti Atlaslara uzanan geniş ova, yayla ve dağlarda yaşamaktaydılar. Bkz. G. S. Colin, ‘Masmûde’, İA, VII, 351-356, İstanbul, 1957. 7 R. Tourneau, Hareketu’-l-Muvahhidiyye fi’l-Mağrib, 123, Ter. Emin Tîbî, Tunus, 1982.
4
dönemde Mağrib medeniyeti zirveye çıkmıştır8. Bu açıdan Muvahhidler
Devleti’nin İslâm Tarihi içinde ayrı bir yeri vardır.
Muvahhidler kültür ve medeniyet olarak, Murâbıtların yaklaşık seksen yıllık
hazırlık dönemi üzerine, ancak onları yok ederek kurulmuş bir devlettir.
Murâbıtların kurulup, hızla parlayıp sonra da yok olmalarının ardından,
Muvahhidler daha güçlü ve daha uzun ömürlü olarak onların yerini
doldurmuşlardır. Başlangıçta son derece mütevâzı olarak ortaya çıkan Muvahhidler,
ihtişamlı ve güçlü bir devlet kurmuşlardır. Bu devlet Murâbıtlardan farklı olarak,
Abbasi halifeliğini tanımak yerine kendi halifeliklerini ilân etmişler, devlet
başkanlarına da halife ve emirü’l-müminîn unvanını vermişlerdir.
Muvahhidler eğitime büyük önem vermişler, yetiştirdikleri öğrencileri pratik
ve teorik bilgilerle donatmışlardır. Merrakeş’te binlerce öğrencinin eğitim gördüğü
okullar kurmuşlar, bu okullara devam eden öğrencileri dinî, idarî ve askerî
eğitimden geçirmişlerdir. Daha sonra da ülkenin askerî ve idarî kadrolarını bu
okullarda yetişen gençlere teslim etmişlerdir9. İlim ve edebiyat alanındaki
gelişmelerle de Muvahhidlerin hakim olduğu dönem, Mağrib’te ilim ve edebiyat
asrı olmuştur10.
Kuzey Afrika ve Endülüs, İslâm dünyasında, siyasi ve coğrafi açılardan
önemli ve hatta vazgeçilemez bir konuma sahiptir. Bu topraklar, Müslümanların
hakim olduğu en eski topraklardandır. Endülüs (İber Yarımadası) yaklaşık sekiz
yüzyıl Müslümanların bağımsız siyasî yapılar oluşturdukları bir bölge hüviyetini
taşımıştır. Bu uzun dönem içinde Endülüs bir taraftan ilmî çalışmalara beşiklik
yapmış, diğer taraftan da Hıristiyan Haçlı güçlerinin İslâm dünyasına geçişine set
oluşturmuştur. İşte, Müslümanların bu bölgedeki sekiz asırlık hâkimiyet döneminin
yaklaşık bir asırlık dilimi, Muvahhidlerin hâkimiyetinde geçmiştir.
Muvahhidlerin tarihteki önemli faaliyetlerinden biri, VI/XII. yüzyıl
başlarından itibaren Kuzey Afrika’yı işgal etmeye başlayan Hıristiyan güçleri 8 İnan, M. Abdullah, Asru’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, I, 157, Kâhire, 1964; Brignon, Jean, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuşundan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ter. Komisyon, V, 339, 341, 345, İstanbul 1988; Londau, R., Tarihu’l-Mağrib, Ter. Nikola Zeyade, 20, Beyrut, 1963. 9 Kitabu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakuşiyye, 151, Yazarı mechul, Yay. Süheyl Zekkar, Abdulkadir Zemame, Darulbeyda, 1979; R. Tourneau, Hareketu’-l-Muvahhidiyye, 41; Abdurrahman b. Muhammed Ceylâlî, Tarihu’l-Cezâyiri’l-Âmm, II, 8, Beyrut, 1980; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 771, İstanbul, 1950. 10 Sâih, Hasan, Hareketü’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib, 207, Darulbeyda, 1986.
5
bölgeden tamamen uzaklaştırmak olmuştur. Böylece Kuzey Afrika, Müslüman
kimliğini günümüze kadar korumuştur. Diğer taraftan Muvahhidler, Endülüs’te
Hıristiyanlara karşı kazandıkları zaferlerle Müslümanlara büyük bir moral destek
olmuşlar ve bölgedeki Haçlı ilerlemesini belli bir müddet de olsa durdurmuşlardır.
Cezâyirli düşünür Malik bin Nebi, İslâm Davası adlı eserinde, İbn Tûmert’in
ıslahat hareketini, tarih boyunca yer altından akmaya devam eden ve zaman zaman
mecrasını bularak fışkıran bir kaynağa benzetmektedir. O, Muvahhidler Devleti’nin
asıl kurucusunun da bu mecrâdan fışkıran ıslahat akımı olduğunu belirtmiştir. Malik
bin Nebi’ye göre Muvahhidler Devleti’nin çöküşü ise, İslâm dünyası için büyük bir
dönüm noktası olmuştur. Muvahhidler sonrası İslâm toplumu, atalete, boşvermişliğe
dalmış, amip gibi, nereye gideceğini bilemeyen, sağa sola yalpalayarak çarpan ve
geçiminin teminini de semânın yardımına havale etmiş bir toplum hâline gelmiştir11.
Brignon, Muvahhidler Devrini, Mağrib’te siyasî ve kültürel faaliyetler
bakımından tarihin en verimli dönemi olarak kabul etmekte ve Abdulmümin
döneminde ekonomik ve kültürel birliğe siyasî birliğin eklenmesinin bile, tek
başına Mağrib için Muvahhidler dönemine altın çağ denilmesini haklı çıkaracağını
vurgulamaktadır12. Yine Batılı araştırmacılardan Tourneau da Muvahhidler
dönemini Mağrib medeniyetinin altın çağı olarak nitelemiş ve Mağrib’in tarih
boyunca en parlak dönemini Muvahhidler sayesinde yaşadığını ifade etmiştir13.
Bu çalışmanın başka bir önemli yönü de devletlerin yıkılış ve kuruluş
süreçlerini etkileyen şartları ortaya koymak olacaktır. Zira incelediğimiz dönemde
Muvahhidler Devleti kurulurken, bölgedeki en önemli devletlerden biri olan
Murâbıtlar Devleti de yıkılmıştır. Muvahhidler, Murâbıtlardan sonra Berberîlerin
kurduğu ikinci devlet olma özelliğini de taşımaktadır. Bu büyük devletlerin
yıkılışından sonra Kuzey Afrika ve Endülüs’te güçlü ve geniş coğrafî alana
hükmeden başka bir devlet kurulamamıştır.
Bu çalışmamızda, İslâm dünyasının önemli bir parçası olan Kuzey Afrika ve
Endülüs’te, bölgenin belli bir döneminin tarihî ve siyasî gelişmelerine damgasını
vuran Muvahhidler Devleti’nin ilk yıllarını aydınlatmaya çalışacağız.
11 Malik Binnebi, İslâm Davası, Ter. Muharrem Tan, 43, 141, 142, İstanbul, 1990. 12 Birignon, Jean, V, 343, 350. 13 Roger Tourneau, ‘Afrika ve Batı İslâmı’, 113, 116.
6
B-ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI
Bu çalışmamızda olayları olabildiğince objektif olarak değerlendirmeye
gayret ettik. Kaynaklardaki konumuzla ilgili bilgileri tarihî, insanî, sosyolojik ve
psikolojik yönden olabilirliğini düşünerek ortaya koymaya çalıştık. Hurafe
sayılabilecek, gerçekliği mümkün olmayan rivayetleri elimizden geldiği kadar
ayıkladık ve eleştirdik.
Araştırmamızda, öncelikle incelediğimiz döneme en yakın kaynaklardan
yararlanma yoluna gittik. Daha sonra, günümüze kadar konumuzla ilgili yazılanları
ve yapılan araştırmaları imkânlarımız ölçüsünde inceleyerek bir sonuca varmaya
gayret ettik.
Araştırmamızın yazımında kolaylık olacağı ve kullandığımız günlük
Türkçe’ye uygunluğunu düşünerek, özellikle şahıs isimleri önünde yer alan harf-i
tarifleri yazmadık. Atıfta bulunduğumuz müelliflerin ve eserlerin tam adlarını
kullandığımız ilk dipnotlarda verip, daha sonraki atıflarımızda ise müellif adını ve
eserinin cilt ve sahifesini belirtmekle yetindik. Birden fazla eserini kullandığımız
müelliflerin adlarıyla birlikte eserlerinin adını da olabildiğince kısaltarak her
dipnotta belirttik.
Dipnotlarda gösterdiğimiz kaynakların konumuzla ilgili yerlerini gösterirken,
kullandığımız eserin cildini belirtmek için Roma rakamlarını, (I, V, X, vb.),
sayfasını belirtmek için de günlük hayatta kullandığımız rakamları (1, 2, 3,…)
kullandık. Meselâ atıfta bulunduğuz yer, bir eserin beşinci cildinin yirmi beşinci
sayfası ile ilgili ise, bunu dipnotumuzda, ‘V, 25’ şeklinde gösterdik. Her bölümün
dipnot numaralarını birden başlayarak numaralandırdık.
Tezimizin yazımında TDK İmlâ Kılavuzunun 2000 yılı baskısını esas alarak
yazım kurallarına özen göstermeye çalıştık.
Çalışmamızı, giriş dışında üç bölüm hâlinde tasarladık. Giriş bölümünde,
Muvahhidler hareketinin ortaya çıkmasına kadar Mağrib siyâsî tarihini genel olarak
ele aldık. Bunun yanında Muvahhidler teşkilatının ortaya çıkış ve devlete dönüşme
aşamalarını kısaca anlatarak, bu hareketin kurucusu İbn Tûmert hakkında genel
bilgi verdik.
Birinci bölümde, Muvahhidler Devleti’nin İbn Tûmert’ten sonraki en önemli
şahsiyeti olan ve tezimizin de asıl konusunu oluşturan Abdulmümin b. Ali’nin
7
hayatını, halife olarak biat almasını ve Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmasına
kadar yürüttüğü faaliyetlerini inceledik. İkinci bölümde, Abdulmümin’in
Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmasından ölümüne kadar yaptığı siyasî ve
askerî faaliyetlerini ele aldık. Bu çerçevede öncelikle, Merrakeş’in alınmasından
sonra Muvahhidler Devleti için çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkan isyanlar
konusunu ortaya koymaya çalıştık. Daha sonra da Abdulmümin’in ölümüne kadar
sürdürdüğü, Endülüs’ü ve Kuzey Afrika boyunca Atlas Okyanusu’ndan Trablus’a
kadar olan bölgeyi ülkesi sınırlarına katmak için yürüttüğü faaliyetlerini inceledik.
Çalışmamızın üçüncü ve son bölümünde ise Abdulmümin döneminde
Muvahhidler Devleti’ndeki kültür ve medeniyet alanındaki gelişmeler hakkında
bilgi vermeye çalıştık. Bu çerçevede Muvahhidlerle ilgili genel bir
değerlendirmeyle Abdulmümin dönemindeki idarî kurumları, askerî, kültürel ve
sosyal yapıyı ve mimarî alanda yapılan bazı faaliyetleri ortaya koymaya gayret
ettik.
Çalışmamızda kullandığımız kaynaklara gelince; konumumuzun en öncelikli
kaynağı, Mehdî İbn Tûmert’in en yakın arkadaşlarından olan ve İbn Tûmert’in
ölümünden sonra da sürekli Abdulmümin’in yanında bulunan Ebu Bekir Sanhacî
Meknî Beyzak tarafından kaleme alınan ‘Kitâbu Ahbâri’l-Mehdî İbn Tûmert ve
İbtidâi Devleti’l-Muvahhidîn’ adlı eser olmuştur. Bu eser Lévi Provençal tarafından
yayına hazırlanmış ve Fransızca tercümesi ile birlikte 1928’de Paris’te basılmıştır.
Eser, İbn Tûmert ile birlikte Abdulmümin’in soyunu, akrabalarını, savaşlarını vb.
konuları ele almaktadır. Bununla birlikte, Beyzak’ın İbn Tûmert’e baştan beri bağlı
biri olarak, konuları mübalâğalı ve taraf tutarak ele aldığını da belirtmek gerekir.
Büyük liderlerin, kendi taraftarlarınca övgüyle, hatta mübalâğalı bir övgüyle
anlatılması olayı her zaman görülebilen bir şeyh-mürit ilişkisi klasiğidir14.
Uçmayan şeyhlerin müritlerince uçurulduğunu belirten özdeyişimiz bu durumların
ifadesi olarak ortaya çıkmış olmalıdır.
14 Bu konuyla ilgili olarak Fuat Köprülü’nün şu tespitini özetle hatırlamakta yarar var; ‘Halkın düşüncesi üzerinde kuvvetli izler bırakan her şahsiyetin, daha ölmeden menkıbeleri ortaya çıkmıştır. Bu menkıbeler zaman içinde çoğalır, şümullenir ve o şahsiyetin tanınmasını zorlaştırır. Ya da kişinin olduğundan daha farklı değerlendirilmesine sebep olur’ Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 27, Ankara, 1986.
8
Konumuzla ilgili önemli bir diğer kaynak, İbnu Sâhibussalat’ın (ö. 595-
598/1199-1202) Tarihu el-Mennu bi’l-İmâme adlı eseridir15. Bu eser de Beyzak gibi
olaylara Muvahhidler Devleti çerçevesinden bakan bir üslûba sahiptir. İbnu
Sâhibussalat, Abdulmümin ile çağdaş bir yazardır. O, eserinde Endülüs’te
Muvahhidler Devleti’nin kâtipliğini yapanlardan biri olduğunu belirtmiştir16.
Olayları içerden biri ve bir kısmını bizzat müşahede eden bir kimse olarak
aktarmıştır.
Yine Muvahhidler tarihi açısından önemli kaynaklardan biri de Abdulvâhid
Merrakuşî’nin, (581-647/1185-1249) Mu’cib adlı eseridir17. Merrakûşî’nin
elimizdeki bu eserini, kendi ifadesiyle, 621 yılında yazdığını görmekteyiz. (s. 228,
348) Buradan da anlaşıldığı gibi Merrakuşî, Muvahhidler Devleti’nin kuruluş
yıllarına çok yakın tarihlerde yaşamış, bu devletin doğuşuna şahit olmuş kişilerle
görüşmüş olan bir tarihçidir. O, eserinde aynı zamanda İkinci halife olan Ebû
Yâkub Yusuf’un oğlu Yahya’nın samimi bir arkadaşı olduğunu ve Muvahhidler
hakkında ondan bilgi aldığını da belirtmiştir18. Merrakuşî’nin eseri, Muvahhidlerin
ilk dönemleriyle ilgili bilgilerin olaylara şahit olanların ifadelerine ve daha sonrası
için ise müellifin bizzat kendi hatıralarını da katarak yaşadığı dönemle ilgili bir
eser olmasından dolayı önemli kaynaklardandır.
Araştırmamız boyunca başvurduğumuz ve bir çok ayrıntıyı bulduğumuz bir
başka eser de, İbn Kattan Merrakuşî’nin, (ö. VII/XII. yy. ortaları) Nazmu’l-Cemân
adlı eseridir19. Bu eser, Muvahhidler Devleti hakkındaki en temel eserlerden biridir.
Bu eserde, İbn Tûmert’in savaşları, ölümü yanında, ondan sonra yerine geçen
Abdulmümin b. Ali ve onun ilk dönemlerdeki fetihleri ile ilgili bilgiler
bulunmaktadır. Ancak eserin sadece 533/1138 yılına kadar olan olayların anlatıldığı
kısmı bulunabilmiştir. Eserin zayıf yönü ise, yine Beyzak ve İbn Sâhibussalat gibi
15 İbn Sâhibussalat, Abdulmelik b. Muhammed (ö. 595—600/1198-1203), el-Mennu bi’l-İmâmeti ale’l-Mustad’afîn bien Caalehumu’llahu Eimmeten ve Caalehumu’l-Vârisîn, Yay. Abdulhâdi Tâzî, Bağdat, 1979. 16 İbnu Sâhibussalat, 198, 199. Burada belirtildiğine göre İbnu Sâhibussalat, İşbiliyye’den Kurtuba’ya gelen katipler arasındadır. O, aynı zamanda Abdulmümin’in oğulları Ebû Yâkub Yusuf ve Ebû Said Osman’ın 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya gelişlerinde onları karşılayanlar arasında kendisinin de yer aldığını belirtmektedir. 17 Merrakuşî, Abdulvahid, (ö. 647/1249), Mu’cib fî Telhîsi Ahbâri’l-Mağrib, Yay. M. S. Uryan, M. A. Alemî, Kâhire, 1949. 18 Merrakuşî, 245. 19 İbn Kattan, Merrakuşî, Muhammed b. Abdulmelik (ö. VII/XII, yy. ortaları), Nazmu’l-Ceman li Tertîbi mâ Selefe min Ahbâri’z-Zaman, Yay., Mahmud Ali Mekkî, Beyrut, 1990.
9
Muvahhidleri destekleyen bir üsluba sahip olması ve bazı konularda mübalâğalı bir
dil kullanmasıdır.
İbn İzârî Merrakuşî’nin, (ö. 695/1295) Beyânu’l-Muğrib20 adlı eseri de
konumuzla ilgili sık başvurduğumuz kaynaklardan biridir. İbn İzârî, Muvahhidlerin
son dönemlerine şahid olmuş, konumuzla ilgili en eski ve önemli kaynaklardandır.
Bu eserin Muvahhidlerle ilgili bölümü dört kişilik bir komisyon tarafından ayrıca
basılmıştır. Bu eser Muvahhidler hakkında en ayrıntılı bilgi veren eserlerden
biridir21. Biz bu çalışmamızda daha çok eserin Beyânu’l-Mu’rib Kısmu’l-
Muvahhidîn olarak ayrı basılan eseri kullandık.
İbn Ebî Zer el-Fâsî’nin22, (ö. 727/1327) el-Enîsu’l-Mudrib23, adlı eseri de
konumuzla ilgili önemli kaynaklardan biridir. Bu eser, İdrîsî hanedanlığından (173-
364/789-974) başlayarak 724/1324 yılına kadar geçen Mağrib bölgesi ile ilgili
olayların tarihini konu edinmiştir. Bizim konumuz olan Murâbıtlar ve
Muvahhidler’in doğuşu, liderleri ve mücadelelri hakkında önemli bilgiler vermiştir.
Kaynak olarak Murabıtlar’a daha yakın bir görüntü vermekte, Murabıtların devlet
başkanlarından bahsederken emîru’l-müslimîn ve rahimehullah duasını
kullanmaktadır. (s. 157, 166, 170…) olayları yıllara göre vermektedir. Dönemin
tarihi ile ilgili birçok ayrıntıya yer veren bu eser Muvahhidler hareketinin kurucusu
olan İbn Tûmert hakkında Berberî olduğu halde Kureyş’e dayalı bir soy kütüğü
uydurulduğunu, (s. 172) onun kan dökücü (s. 181) ve hilekar (s. 182) olduğunu ifade
etmiştir. Bu eser ilk tanıttığımız eserlere göre muhalif sayılabilecek, en azından
Muvahhidler tarafını tutmayan daha dengeli bakan önemli bir eserdir.
Müellifi mechul24 olup sekizinci hicrî yüzyıl müelliflerinden birine ait olan
Hülelü’l-Mevşiyye25 adlı eser de konumuzla ilgili önemli kaynaklardan biridir.
20 İbn İzârî, Ahmed b. Muhammed Merrakuşî (ö. 695/1295), Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, I, II, Beyrut, 1950. 21 İbn İzârî, Ahmed b. Muhammed Merrakuşî, Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, Kısmu’l-Muvahhidîn, Yay. M. İbrahim Ketânî, M. Züneyber, M. B. Tavit, A. Zemâme, Paris, 1948. 22 İbn Ebî Zer hakkında bilgi için bkz. R. Basset, Ali İbn Ebî Zer, İA, V-2, İstanbul, 1950. 23 İbn Ebî Zer el-Fâsî, Ali, (727/1327) Enîsu’l-Mudrib bi Ravdi’l-Kırtas fî Ahbâri Mulûki’l-Mağrib ve Târihu Medînetü Fâs, Ribat, 1972. 24 Yusuf Eşbah ve Hasan Ali Hasan gibi bazı araştırmacılar Hülelü’l-Mevşiyye adlı eseri İbnu’l-Hatib’e ait olarak kabul etmiştir. Ancak İbnu’l-Hatib’in ölüm tarihi 776/1374, bu eserin bitiriliş tarihi ise yazarın belirttiğine göre 783/1381’dir. Bundan dolayı eserin İbn Hatib’e ait olarak gösterilmesi doğru değildir. Bkz. Y. Eşbah, Tarihu’l-Endülüs, II, 51; Hasan Ali Hasan, Hadâratu’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, 95, 96, 101, 104, 118. A. Neccar da, Mehdî İbn Tûmert adlı çalışmasının Bibliyografyasında bu eseri İbn Hatib’e ait olarak göstermiştir.
10
Müellif, eserini 12 Rebiüllevvel 783’de tamamlamış (s. 5), eserinde Beyzak, İbn
Sâhibussalat ve İbn İzârî gibi müelliflerin eserlerine atıflarda bulunmuştur. Olayları
genelde tarafsız olarak ele alsa da, eseri inceleyince Murâbıtlara daha yakın
durduğu hissedilmektedir. Müellif eserinde, Muvahhidlerin ortaya çıkmasını
fitnelere sebep olan bir olay olarak yorumlamış, Murâbıtlardan bahsederken
‘Rahimehumullah’ duasını eklemiştir. Yine bu eserde, diğer kaynaklarda ifade
edilmeyen ve kendilerinin de böyle bir iddiası olmadığı halde Murâbıtlar
hükümdarlarını halife, Murâbıtlar Devleti’ni de, ‘Hilâfetü’l-Murâbıtıyye’ olarak
anmıştır26.
Konumuzla ilgili önemli kaynaklardam birisi de İbn Haldun’nun (808/1405)
Kitâbu’l-İber Dîvânu’l-Mubtedâ ve’l-Haber adlı eseridir. İbn Haldun, Berberî
kabileleri, onların kolları ve özellikleri yanında, bölge tarihi açısından en önemli
kaynaklardandır. Onun ölüm tarihi yaklaşık olarak Muvahhidlerin yıkılışından yüz
elli yıl sonrasına tekâbül etmektedir. O, olayları objektif olarak vermeye çalışan
tarihçilerdendir. Eserinde Murâbıtları ve Muvahhidleri oluşturan Berberî
kabilelerinin tarihi, bu devletlerin kuruluşu ve yıkılışı hakkında bir çok kaynağa
göre hayli geniş bir şekilde bilgi vermiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz eserler yanında bu çalışmamızda27, İbnu’l-Hatib’in
Kitâbu’l-A’mâlu’l-A’lâm, İhâta fî Ahbâri’l-Gırnata, Müşehedâtu Lisânuddin
İbnu’l-Hatîb ve Rakamu’l-Hülel, İbnu’l-Esir’in el-Kâmil fi’t-Târih, İbn Kesir’in el-
Bidâye ve’n-Nihâye, İbn Hallikan’ın Vefeyâtü’l-A’yân, Zehebî’nin Siyerü A’lâmi’n-
Nubelâ ve Târihu’l-İslâm, Subkî’nin Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Abdu’l-Hayy
İbnu’l-İmâd el-Hanbelî’nin Şezerâtü’z-Zeheb, Hâlid Nâsirî’nin İstiksâ li Ahbâri
Düveli Mağribi’l-Aksâ adlı eserlerinden istifade edilmiştir.
Bu çalışmamızda, konumuzla ilgili kaynak eserler yanında, konumuzla ilgili
araştırmalardan da yararlanılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, Muhammed
Abdullah İnan’ın Asru’l-Murâbitîn, Abdulmecid Neccar’ın Mehdî İbn Tûmert,
Yusuf Eşbah’ın Târihu’l-Endülüs, Abdulaziz Sâlim’in Târihu’l-Mağrib ve
‘Mağribu’l-Kebîr, Hasan Cüllâb’ın Devletü’l-Muvahhidiyye Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb,
25 Kitâbu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakûşiyye, Yazarı mechul, Yay. Süheyl Zekkâr, Abdulkadir Zemâme, Darulbeydâ, 1979. 26 Hülelü’l-Mevşiyye, 24, 137, 119, 120, 182, 183. 27 Burada adları sıralanmış eserlerle ilgili tam bilgileri, eserlere atıfta bulunduğumuz ilk yerde ve Bibliyografya’da verdiğimiz için burada tek tek vermeyi gereksiz görüyoruz.
11
Abdulfettah Mukallid Guneymî’nin Mevsûatu Târihu’l-Mağribi’l-Arabî, Ş. A.
Julien’ın Târihu’l-İfrîkiyyeti’l-Şimâliyye’, Abdullah Şerit ve M. Mubarek Mîlî’nin
Muhtasar Târihu’l-Cezâyir, M. Amrûsî Matvî’nin Hurûbu’s-Salîbiyye fî’l-Maşrık
ve’l-Mağrib, Muhammed İmaduddîn’in Endülüs Siyâsî Târihî, M. G. S.
Hodgson’un İslâm’ın Serüveni, Hasan İbrahim Hasan’ın Siyâsî, Dinî, Kültürel,
Sosyal İslâm Tarihi, J. Brignon’un Histoire D. Maroc adlı eserinin Murâbıtlar ve
Muvahhidler bölümü (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi adlı eserin V. Cildi
içinde yer almaktadır) ve Lütfi Şeyban’ın Reconquısta/Endülüs’te Müslüman-
Hıristiyan İlişkileri başlıklı eserleri ve burada adlarını saymadığımız bir çok
araştırmadan yararlanmaya çalıştık.
Adını en son zikrettiğimiz Lütfi Şeyban’ın eseri, ülkemizdeki çok az yapılan
Endülüs ile ilgili çalışmalardan birisi olarak takdirle karşıladığımız bir çalışmadır.
Bu alanda çok sayıda kaynak taranarak ve büyük bir çaba sonucu ortaya çıktığını
gördüğümüz böyle bir çalışma yapılmış olması sevindiricidir. Ancak bizim
konumuz olan Murâbıtlar ve Muvahhidler tarihi ile ilgili bilgilerin verilmesinde
özensiz davranıldığını da ifade edelim28.
28 Meselâ, kitabın sonunda ekler kısmında yer alan Murâbıt ve Muvahhid Hükümdarları listesi eksik verilmiş, bu iki devletin ilk ve son devlet başkanları listeye girememişlerdir. Murâbıtlar Devleti’nin başkanlarından olan Taşfîn b. Ali, Mart 1145’de öldüğü ve Murâbıtlar Devleti ise 1147’de yıkıldığı halde, Taşfîn b. Ali’nin sonu olarak, ‘1146 veya 1149’ ifadesi kullanılmıştır. Aynı yanlışlık kitabın içindekiler kısmında, 51. ve 182. sahifesinde de tekrarlanmıştır. Yine Muvahhidler Devleti’nin başlangıcı olarak Merrakeş’in Murâbıtlardan alınması tarihi olan 1147 tarihi esas alınmıştır. Oysa bu tarihten çok önce iki devlet ve iki güç arasında yıllarca süren bir çatışma dönemi vardır. 1269’da son bulan Muvahhidler Devleti, 1250’de bitirilmiştir. Yine bu eserin 218. sahifesinde İbn Tûmert ile ilgili yanlış anlatımlara yer verilmiştir. İbn Tûmert’in Murâbıtlara bayrak açarak cihad ilan etmesinden sonra Fas’a sürgün edildiği, çalışmalarına burada da devam etmesi üzerine hakkında idam fermanı çıktığı, ancak taraftarlarının gayretiyle kurtulduğu belirtilmiştir. Bu ifadelere kaynak olarak da Beyzak’ın eserine atıfta bulunulmuştur. Ancak bu bilgiler ne Beyzak’a ne de diğer kaynaklara uygun değildir.
12
GİRİŞ
A-MUVAHHİDLER HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ÖNCESİNDE
MAĞRİB
Mağrib kelimesi, Müslümanlar tarafından yaygın olarak Kuzey Afrika’nın
Mısır’ın batısında yer alan kısmı için kullanılmaktadır. Bu bölgede bugün, Libya,
Tunus, Cezâyir, Fas ve Moritanya gibi ülkeler bulunmaktadır. Merrakuşî, Mağrib
kelimesi için daha geniş bir kapsam çizmiştir. Ona göre Mağrib kelimesi, Berânis
Dağları’ndan Atlas Okyanusu’na, Mısır’ın batısından Merrakeş’e kadar uzanan
yerleri ve Güney Endülüs’ü içine alan geniş bir alanı ifade eder29. Yani bu tanıma
göre Mısır merkez kabul edilerek, Mısır’ın doğusunda yer alan bölgeye Meşrık,
batısında yer alan ve Müslümanların yaşadığı tüm bölgeye de Mağrib denilmiştir.
İbn Haldun da buna benzer bir tanım yaparak, Mısır’ın batısında kalan,
Trablusgarb’tan başlayıp, Merrakeş’e kadar uzanan bir alanı Mağrib olarak ifade
etmiştir30.
Mağrib dediğimiz bu geniş alan üç kısma ayrılmaktadır. Bunlardan doğuda
olan bölgeye Mağribu’l-Ednâ veya İfrikıyye (Tunus ve çevresi), bu bölgenin
batısında kalan ve Vehran’a kadar uzanan kısma Mağribu’l-Evsat (Cezâyir ve
çevresi), Vehran’dan Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusuna kadar uzanan son kısmına
ise Mağribu’l-Aksâ (Fas ve Moritanya çevresi) denilmektedir. Biz de bu
çalışmamızda Mağrib kelimesini, Trablusgarb’dan başlayarak Moritanya’ya kadar
uzanan Kuzey Afrika bölgesi anlamında kullanacağız31.
İslamiyet’in doğduğu milâdî VII. yüzyılın başlarında, Suriye’den başlayarak
Doğu Akdeniz ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümü Bizans İmparatorluğu’na
bağlıydı. Hz. Muhammed (sav) ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretinden
sonra, Medine merkezli olarak kurulan ilk İslâm devleti çok hızlı bir şekilde coğrafî
alanını genişletmiştir. Hz. Muhammed’in vefat ettiği hicrî 11 (m. 632) yılının
29 Merrakuşî, 346. 30 İbn Haldun, el-İber, VI, 101. 31 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. İbn Haldun, İber, VI, 101; Ahmet, M. H., Kıyamu Devleti’l-Murâbitîn, 12,13, Kâhire, 1956; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 7, Ankara, 1994; Hizmetli, Sabri, ‘Osmanlı Yönetimi Döneminde Tunus ve Cezâyir’de Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış’, AÜİF Dergisi, XXXII, 1, Ankara 1992; G. Yver, ‘Mağrib’ İA, VII, 142, 143, İstanbul, 1993.
13
başlarında, tüm Arap Yarımadası Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Hz.
Muhammed’in vefatından sonra, Raşit Halifeler dönemi dediğimiz otuz yıllık yeni
dönemde de özellikle Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifelikleri zamanında fetih
hareketleri olanca hızıyla devam etmiştir. Bu çerçevede o günün iki büyük
imparatorluğundan İran/Sasânî İmparatorluğu tamamen tarih sahnesinden silinmiş ve
toprakları Müslümanların kontrolüne girmiştir. Bizans İmparatorluğu ise günden
güne Müslüman fâtihler karşısında hâkimiyet alanlarından çekilmek durumunda
kalmıştır.
Müslümanların Bizans ile ilişkileri Hz. Muhammed döneminde başlamıştı.
Hz. Muhammed’in sağlığında gerçekleşen Tebük Seferi’nin ve ölümünden hemen
önce hazırlamış olduğu Usâme b. Zeyd komutasındaki büyük İslâm ordusunun
hedefinde de Bizans vardı. Bizans’a karşı girişilen harekâtlar, Hz. Ebu Bekir’in kısa
halifelik döneminde, daha sonra da Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde (634-656)
devam etmiştir. Bu dönemde Bizans İmparatorluğu’na bağlı bölgelerden Filistin,
Suriye ve Mısır’dan başlayarak (20/640) Kuzey Afrika’da bazı yerler Müslümanların
hâkimiyetine geçmiştir32.
Mağrib dediğimiz bölgenin Müslümanlar tarafından fethi Hz. Osman’ın
hilâfeti döneminde (23-35/644-656) başlamıştır33. Emevîler döneminde ise artık
Müslümanlar, tüm Kuzey Afrika’yı en batısına, yani Atlas Okyanusu’na kadar
fethetmişlerdir. Bundan sonra, Müslüman askerler güney kısımlara, Moritanya’ya
doğru hareket ederek fetihlerine devam etmişlerdir. 86/705 yılında Mağrib valiliğine
atanan Musa b. Nusayr, Berberîlerle savaşarak Muvahhidler hareketinin doğduğu
Sûs34 bölgesine kadar ulaşmıştır. Onun valiliği döneminde Mağrib bölgesinin fethi
32 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Belâzurî, Ebu’l-Hasan Ahmet b. Yahya b. Cabir (ö. 279), Futûhu’l-Buldan, 88 vd., Yay. Abdulkadir Muhammed Ali, Beyrut, 2000; Sauvaget, J., İslâm Dünyası Kısa Kronolojisi, 10-15, Ter. S. K. Yetkin, F. R. Unat, Ankara, 1963; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 7-25; Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musâ b. Nusayr, 23, 24, Ankara, 2002. 33 İbn İzari, I, 1; Belazûrî, 238 vd.; Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, 242, 243 Ankara, 1995. 34 Sûs, Fas’ın güneyinde, yukarı Batı Atlas Dağları üzerinde yer alan bir bölgedir. Bu bölge büyük masamsı, yüksek zirvelerde yer alan bir coğrafî yapıya sahiptir. Burada çok büyük yaylalar, derin vadiler ve sarp boğazlar, yüksekliği 4165 metreye varan zirveler vardır. (Bkz. Meydan Larousse, IV, 520, İstanbul, 1987) Bu bölge, uzunluğu 200, eni ise 40-100 km arasında değişen üçgenimsi bir yapıya sahiptir. Alanı yaklaşık olarak 20.000 km karedir. (Bkz. Provençal, L., ‘Sûsülaksâ’, İA, XI, 73-76, İstanbul, 1970) Bu bölgede ceviz, zeytin, üzüm, ayva, armut, turunç, kayısı, elma, şeker kamışı gibi bitki ve meyveler yanında, çok kaliteli tahıl elde edilmekteydi. Yine bölgede başka yerlerdekinden çok daha kaliteli dokuma imalatı yapıldığı, kızlarının çok güzel ve maharetli olduğu
14
tamamlanmıştır35. Yani hicrî 20’lerde (m. 641) başlayan Kuzey Afrika’nın fethi, hicri
90’larda (m. 709) tamamlanmıştır36.
Mağrib Müslümanlar tarafından çok erken tarihlerde fethedilmiş olmakla
birlikte, bölge halkının İslâmiyeti kabul etmeleri hemen gerçekleşmemiştir. Halkın
İslâmiyeti kabul etmesiyle ilgili olarak birçok etken saymak mümkündür. Bunlardan
en önemlileri; Hz. Ömer’in Kudüs Hıristiyanlarına bağışladığı hakları, Mağrib’deki
Müslüman komutanların ve valilerin de bölgedeki Hıristiyan halka tanımaları,
İslâmiyet’in ırk, renk, etnik köken ve dile bağlı ayrımcılığı yasaklamış olması ve
Müslümanların bölge insanlarıyla akrabalık kurmaları sayılabilir37.
Kuzey Afrika bölge valisi olan Ukbe b. Nâfî’nin ve ondan önce de Abdullah
b. Sa’d’ın, burasının İslâmlaşmasında önemli katkıları olmuştur. Özellikle Ukbe b.
Nâfî bölge valisi olarak 50/670 yılında Kayravan şehrini kurmuş ve burası kısa
zamanda Mağrib’in ilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. Ukbe, Müslümanların
Kuzey Afrika’daki fetihlerinde de önemli bir rol oynamıştır.
Yine bölgede görev yapan Hasan b. Numan ve Musa b. Nusayr, İslamiyet’in
yerleşmesinde önemli katkıda bulunmuşlardır. Musa b. Nusayr, fetih hareketini
Afrika’nın iç kısımlarına doğru genişleterek (79/698 ve sonrası) İslâm hâkimiyetinin
sadece Afrika’nın kuzey kıyılarıyla sınırlı kalmaması için çaba göstermiştir38. Bu
anlamda Musa b. Nusayr, bu günkü Fas’ın güneyini, Moritanya bölgesini
fethetmiştir. Musa, bölgedeki fetih çalışmalarında esir aldığı Berberîleri Tanca’da
bulunan komutanı Târık b. Ziyad’ın yanında bırakıyordu. İbn İzârî’nin belirttiğine
göre Târık’ın yanında 17.000 Arap ve 12.000 de Berberî bulunmaktaydı. Araplar
Berberîlere, Kur’ân-ı Kerim’i öğretmeye ve İslâm dinini anlatmaya çalışmaktaydılar.
Musa b. Nusayr esirlere, kendilerini geliştirip yeteneklerini ortaya çıkarabilmeleri rivayet edilmiştir. İdrîsî, buradaki insanların Berberî Musâmide kabilesinden ve iki mezhebe bağlı olduklarını; bir kısmının Mâlikî, bir kısmının da Musa b. Cağfer’in mezhebine mensubiyetlerini belirtir. Ancak, aralarında herhangi bir çatışma olmadığını da ifade etmiştir. Bkz. İdrîsî, Şerîf, Kitâbu Nüzhetü’l-Müştâk fî İhtirâki’l-Afâk, 61-63, Leyden, 1863. 35 Musa b. Nusayr’ın fetih faaliyetleri ile ilgili olarak bkz. Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musa b. Nusayr, 27 vd. 36 İbn İzârî, I, 1-38; Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, 99 vd. 37 Farukî, İsmail Râci, Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, Ter. Mustafa Okan Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, İstanbul, 1991, 248, 249. Endülüs’te İslâmlaşma süreci ile ilgili olarak Bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları II Medeniyet Tarihi, 15 vd., Ankara, 1997. 38 Davut Dursun, ‘Afrika’, DİA, 1, 430-431, İstanbul, 1988.
15
için çeşitli görevler vermiştir. Esirlerden kendilerini geliştirenleri azad etmiş ve sahip
olduğu kabiliyetine göre daha yüksek bir göreve getirmiş, kendini geliştiremeyenlere
ise sıradan görevler vermiştir. Musa, Halife’den aldığı paranın büyük bir kısmını esir
ve kölelerin azat edilmesine harcamıştır. Onun özgürlüğe kavuşturduğu bu kişiler de
kendi istekleriyle İslâmiyet’i kabul etmişlerdir39. Ayrıca Ömer b. Abdulaziz,
halifeliği döneminde İsmail b. Abdullah b. Ebi’l-Muhacirî’yi bölge valisi olarak
atamış ve ona, Berberîleri İslâm’a davet etmesi için emir vermiştir. Sonuç olarak
Mağrib’te İslâmiyet iyice yerleşmiştir40.
Müslümanlar Kuzey Afrika’nın fethinden sonra Endülüs’e geçmişler ve yeni
fetihlerine burada devam etmişlerdir41. İbn İzarî, Müslümanların Endülüs’e ilk defa
geçmeleriyle ilgili dört değişik rivayet olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisine
göre, Endülüs’e ilk defa Hz. Osman döneminde Abdullah b. Nâfî b. Abdilkays ve
Abdullah Hüseyin Fihriyyan tarafından girilmiştir. Taberî’ye dayandırılan bu
rivayete göre, Müslümanlar 27/648’de Endülüs’te bazı yerleri fethetmişlerdir. Diğer
rivayetlere göre ise Endülüs’e ilk defa geçen ve fetihlerde bulunan Musa b. Nusayr,
ya da onun emrinde çalışan Tarif veya Târık b. Ziyad’dır. Tarif ve Târık, Musa b.
Nusayr’ın emrinde çalıştığı için onların faaliyetleri de sonuç olarak Musa b.
Nusayr’a mal edilmiştir42. Muhammed Hamidullah da Taberi’ye dayanarak
Müslüman fatihlerin Endülüs’e geçişinin Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde, Hicrî 27
senesinde gerçekleştiğini anlatan bir makale yazmıştır43. Bu bilginin doğruluğu
39 İbn İzârî, I, 36-37; İzzeti, Ebulfazl, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, 163, 195, Ter. Cahit Koytak, İstanbul, 1984. 40 Belazûrî, 142. 41 Genellikle bu bölgeye ilk geçen kişi olarak Târık b. Ziyad’ın adı geçer (m. 705). İbn İzârî, Endülüs’e ilk çıkan kişinin h. 91 yılında Musa b. Nusayr, Târık b. Ziyad veya Tarif olduğunu rivayet eder. Tarif ve Târık b. Ziyad zamanın valisi Musa b. Nusayr’ın emrinde çalışmaktaydılar. Belazûrî ise Târık b. Ziyad’ın 92/711 yılında Endülüs’te fetihlerde bulunduğunu, peşinden Musa b. Nusayr’ın da bölgeye girerek burasının fethine katkıda bulunduğunu bildirmiştir. M. Özdemir, Müslümanların Endülüs’e geçişinin Kral Witiza’nın oğullarının daveti üzerine gerçekleştiğini belirtir. Sonuç olarak Müslümanlar VIII. yy. başlarında Endülüs’e geçmişler ve burada fetihlere başlamışlardır. Bkz.. İbn İzârî, I, 37-38, II, 5; Belazûrî, 139; Özdemir, Endülüs Müslümanları-I, 15. Bu konuda ayrıca bkz. Atçeken, 45-70. 42 İbn İzârî, II, 5. Himyerî’nin rivatet ettiğine göre, Musa b. Nusayr’ın Hakşife Velid’e mektup yazarak Endülü’ün fethi için izin istemiştir. İzin aldıktan sonra da Tarîf’i dört yüz kişilik bir birlikle Endülüs’e göndermiş (Ramazan 91/Temmuz 710), onun başarılı sonuçlar alması üzerine de Tarık b. Ziyad’ı Endülüs’e sevk etmiştir. (Şaban 92/Haziran 711) Bkz. Himyerî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Abdulmün’im, (ö. 727/1327), Sıfatu Cezîretü’l-Endülüs Müntehibetün Min Kitâbi’r-Ravdı’l-Mu’târ fî Haberi’l-Aktâr, 8, 9, Yay. L. Provençal, Kahire, 1937. 43 Muhammed Hamidullah, ‘Fethü’l-Endülüs (İspanya) Fî Hilâfeti Seyyidinâ Osman, Sene 27 li’l-Hicre’, İTED, VII, Cüz 1-2, 221-226, İstanbul, 1978.
16
tartışılsa da Müslümanların bölgede çok hızlı bir şekilde ilerleyişini ifade etmesi
açısından önemlidir.
Müslümanların Endülüs’te ilerleyişleri çok hızlı olmuş, elli yıl gibi kısa bir
sürede bütün yarımada fethedilmiş hatta Müslüman fatihler Fransa’nın güneyine
kadar ulaşmışlardır44.
Müslümanların fetih hareketleri sadece Endülüs ile sınırlı kalmamış, aynı
zamanda Fransa topraklarında da devam etmiştir. Müslümanlar önce (115/734) Lion
ve Narbon’u, daha sonraki dönemlerde de Alp sıra dağlarının bütün geçitlerini ele
geçirmişlerdir. Müslümanların Fransa ve İsviçre’deki varlığı, 365/975’de
Fransızların Fraksini Şatosunu ele geçirmelerine kadar devam etmiştir45.
Emevîlerin tarih sahnesinden silinip 750’de Abbasilerin işbaşına geçmeleriyle
birlikte Mağrib ve Endülüs’deki hâkimiyet Abbasîlere geçmiştir. Ancak Abbasîlerin
bu bölgelerde tam egemen olamayışları, bölgede yeni siyasî oluşumlar için fırsatlar
doğurmuştur. Bu çerçevede Mağribu’l-Evsat’da yaklaşık bir buçuk asır hüküm
sürmüş olan Rüstemîler (169-305/776-908) ve Mağribu’l-Aksâ’da İdrîsîler (172-
375/788-985) devletleri kurulmuştur. Özellikle Rüstemîler Devleti’nin kurulması
bölgede İslâmiyet’in güçlü bir şekilde yerleşmesine önemli katkıda bulunmuştur46.
Aynı zamanda Mağribu’l-Ednâ ve Sicilya’da hakim olan Ağlebîler de (184-297/800-
909) bu bölgede İslâmiyet’in yerleşmesine katkı sağlayan devletlerden olmuşlardır47.
Yine Mağrib’te kurulan Fâtimîler (297-566/909-1171), başlangıçta bütün
Kuzey Afrika’da hakim olmuş, ancak kısa zaman sonra, Mısır merkezli Mısır ve
çevresinde egemen olan bir devlet hâline gelmiştir48. Mağrib’de Emevîler sonrasında
bir çok devlet kurulmuş olmakla birlikte güçlü ve uzun süre geniş bir alanda
hâkimiyet sağlayan devletler kurulamamıştır. Burada kurulan devletler daha çok
bölgesel ve dar bir alanda hâkimiyet sağlayabilmişlerdir.
44 Özdemir, Endülüs Müslümanları 1, 16-25; Durant, Will, İslâm Medeniyeti, Ter. Orhan Bahaeddin, 187, 188 İstanbul, bty. 45 Farukî, 242, 243; Durant, 187, 188. 46 Sabri Hizmetli, ‘Mağrib ve Endülüs Müslümanlığına Genel Bir Bakış’, İlim ve Sanat Dergisi, Sayı, VI, 81-87, Ankara, 1986. 47 Hizmetli, Mağrib, 87: Özaydın, Abdulkerim, ‘Ağlebîler’, DİA, I, 475-478, İstanbul, 1988. 48 Ferhat Deşrâvî, Hilâfetü’l-Fâtımiyye bi’l-Mağrib, Beyrut, 1994; E. Graefe, ‘Fâtimîler’ İA, IV, 521-526, İstanbul, 1966.
17
İşte V./XI. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Mağrib bölgesinde güçlü
iktidarların olmaması Abdullah b. Yâsin’in davetiyle yeni bir devletin kurulmasını
kolaylaştırmıştır. Rivayetlere göre, Sanhâce kabilesinin Lemtûne boyunun reisi
Yahya b. İbrahim, hac dönüşünde Nefis49 kentinde Fakîh Ebu İmran’ın
öğrencilerinden Abdullah b. Yâsin ile görüşmüştür. İslâmî kaideleri kabilesine
öğretmesi için onu da yanına alarak memleketine dönmüştür50. Abdullah b. Yâsin,
burada İslâm öğretimi için büyük gayretlerde bulunmuş, ancak halkın büyük bir
mukavemetle karşı çıkmasından dolayı orayı terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak o,
bu kabileden ayrılırken beraberinde Lemtûne kabilesi liderlerinden Yahya b. Ömer
ve kardeşi Ebu Bekir b. Ömer de ona katılmıştır. Bu kişiler hep birlikte Nijer Nehri
üzerinde bir adaya sığınmışlar ve burada bir Ribat51 kurmuşlardır. Bu ribat kısa
zamanda bir çok kimsenin akın ettiği bir mekân hâline gelmiştir. Buraya gelenlerin
çoğunluğunu Lemtûne kabilesinden olanlar oluşturmuş ve bu kimselere Murâbıt
(çoğulu, Murâbitûn) denilmiştir. Abdullah İbn Yâsin, kendisine son derece sadık bin
kişi civarında müridi (murâbıtı), cesur ve dindar birer şahsiyet olarak yetiştirmiştir.
Bu kişiler daha sonra kurulacak olan devletin çekirdek gücünü meydana getirmiştir.
Bundan dolayı da onların kurduğu devlete ‘Devletü’l-Murâbitîn’ denilmiştir. Bu ilk
aşamadan sonra Abdullah b. Yâsin’in şöhreti çevrede hızla yayılmıştır. O, bilgisi ve
güzel konuşmasıyla büyük başarılar elde etmiştir. Zamanla Murâbıtların hâkimiyet
alanları genişlemiş, Sûs’ta Fâtimîlere bağlı olarak varlığını sürdüren Şiî hâkimiyetine
son vererek burada Mâlikîliğin hakim kılınmasını sağlamışlardır. Murâbıtlar Der’a
Vadisine ve Sicilmâse’ye52 de hakim olarak, Mağrib bölgesinde Murâbıtlar
Devleti’nin temellerini atmışlardır53. Murâbıtlar Devleti Berberî Mağrib halkının
devletiydi. Onlar, içinde yaşadıkları iklim şartlarının da bir gereği olarak peçe (lisam)
49 Nefis, Mağribu’l-Aksâ’da, Merrakeş’in batısında, Nefis Vâdisi’nde, nehir kenarında kurulmuş olan Merrakeş’in güney batısında buraya yakın bir şehirdir. Burası Ağmat’la birlikte Merrakeş kurulmadan önce bölgenin en önemli şehirlerinden biriydi. 50 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz.; Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 343-345; Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, 157, İstanbul, 1276/1859. 51 Ribat; bir çeşit dinî ve askerî müessese, Müstahkem Müslüman zâviyesi, dinî ve askerî mahiyette oluşturulan bir çeşit müessesedir. Bu konuda bkz. Fuad Köprülü, ‘Ribat’ Vakıflar Dergisi, Sayı-II, 267- 278, İstanbul, 1974; Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 347; Georges Marçais, ‘Ribat’ İA, IX, 734-738, İstanbul, 1993; Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi, III, 234. 52 Sicilmâse ve Der’a Vâdisi, Mağribu’l-Aksâ’nın iç kısımlarında, Merrakeş’in doğusunda yer alan, coğrafî olarak çok geniş bir alanı kapsamaktadır. 53 Özaydın, ‘Abdullah b. Yâsin’ DİA, I, 142, İstanbul, 1988; T. W. Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, 444-447, Ankara, 1971.
18
kullandıkları ve aynı zamanda bu peçeyi Murâbıtların yönetici tabakasını oluşturan
Sanhâcelileri diğer kabile mensuplarından ayıran bir şiar edinmelerinden dolayı,
bunlara el-Mülessimûn (Peçeliler/Örtülüler) denilmiştir54.
Abdullah b. Yâsin, bu harekette lider durumunda olmakla birlikte askerî
hareketlerde komutanlığı önce Lemtûne kabilesinden Yahya b. İbrahim’e, sonra da
Yahya b. Ömer’e bırakmıştır. Bu komutanların da gayretleriyle hareketin kontrol
alanı Sahra’dan başlayarak bölgede geniş bir alanda yayılmıştır. Murâbıtların
savaşlarına Abdullah b. Yâsin de bizzat katılmıştır. Bu savaşlardan birinde (451/1059
yılında) Abdullah b. Yâsin yaralanmış ve akabinde ölmüştür55.
Abdullah b. Yâsin’in öldüğü dönemde hareketin komutanlığını Ebu Bekir b.
Ömer yapmaktaydı. Ebû Bekir b. Ömer, çalışmalarıyla Murâbıtlar’ın kontrol alanını
Mağribu’l-Aksâ’nın büyük bir bölümüne yaymıştır. O, 452/1060 yılında daha sonra
tarihte adından Merrakeş56 olarak bahsedilecek olan hükümet merkezinin inşasına
başlamış ve âmir unvanını almıştır. Ancak bir süre sonra buradaki idareyi amcasının
54 Hamdî, Abdulmün’im Muhammed Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fî Asri’l-Murâbitîn, 325, İskenderiyye, 1987; Hodgson, Marshall G. S., İslâm’ın Serüveni, Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, II, 293, 294, Ter. Mutlu Bozkurt, İstanbul, 1995. Murâbıtlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. İnan, I, 36-148; Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, Ter. Kemal Kahraman, İstanbul, 1997; Ahmet, M. H., Kıyâmu Devleti’l-Murâbitîn, Kâhire, 1956; Ekinci, Müşerref, Yusuf b. Taşfin ve Murâbıtlar Devleti, Ankara, 1997. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) 55 İbn Haldun, el-İber, VI, 183; Altundağ, Şinasi, ‘Murâbıtlar’, İA, VIII, 581; Nâsırî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Halid, Kitâbu’l-İstiksâ li Ahbâri Düveli’l-Mağribi’l-Aksâ, Yay. Cafer Nâsırî, Muhammed Nâsirî, II, 8-10, Darulbeydâ, 1954. 56 Merrakeş’in inşası ile ilgili olarak Hülelü’l-Mevşiyye’de şu bilgilere yer verilir: Murâbıtlar sahradan gelince Ağmat çevresine yerleşmişlerdir. Ancak bir zaman sonra Ağmatlılar onlardan rahatsız olmuşlar ve bu rahatsızlıklarını da Emir Ebû Bekir b. Ömer’e iletmişlerdir. O da Ağmatlılara kendileri için yerleşim yeri göstermelerini istemiş, onlar da araştırıp Merrakeş’in yerini onlara teklif etmişlerdir. Burası o zaman onların isteklerine uygun, geniş, ferah, ceylanlar ve koyunların otladığı, yeşillik bir alandı. Göserilen yer Murâbıtlarca da uygun görülünce, Merrakeş şehrinin temelleri atılmıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 15, 16. İdrîsî, Merrakeş’in yerinin daha önce düzlük ve sulak bir yer olduğunu, şehrin kuruluşunda mühendis, Ubeydullah b. Yunus’un görev aldığını ve buraya yerleşenlerin kısa zamanda kuyular kazarak bahçeler ve bostanlar oluşturduklarını rivayet etmiştir. Bkz. İdrîsî, 68. Zerkeşî ise, burasının şairlerin dolaştığı bir yer olduğunu ve Ebû Yusuf b. Taşfin’in şehrin yerini onlardan 70 dirheme satın alarak inşasına başladığını, önce kerpiçten bir mescid yaptırdığını ve Berberîlere de bölgeye yerleşmelerini emrettiğini, onların da buraya yerleştiklerini belirtir. Başlangıçta sadece merkez kasaba, surlarla çevrilerek devletin hazine ve silahları koruma altına alınmıştır. İbn Tûmert’in ortaya çıkmasından sonra, Ali b. Yusuf döneminde 520 yılında sekiz ay çalışılarak ve 70.000 altın masrafla şehrin çevresindeki surlar yaptırılmıştır. Bkz. Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim Levlevî, Târihu’d-Devleteyn el-Muvahhidiyye ve’l-Hafsiyye, 5, Tunus, 1289. İbn Haldun ise, Yusuf b. Taşfîn’in 454’de Merrakeş’in bulunduğu yere bir çadır kurduğunu, o dönemde burada küçük bir kasaba olduğunu, daha sonra da burasının Murâbıtların merkezi hâline getirildiğini rivayet etmiştir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 184. Bu konuda ayrıca bkz. Hamdi, 373; İmamuddin, 300; le Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, III, 110, 111; De Cenival, Pierre, ‘Merrakeş’, İA, VII, 738-751, İstanbul, 1957.
19
oğlu Yusuf b. Taşfin’e bırakarak ordusu ile çöle geçmiştir. Zeki ve cesur bir devlet
adamı olan Yusuf b. Taşfin, bütün gücüyle çalışarak Mağrib’de fetihlere devam
etmiştir. Bu arada Merrakeş’in inşasını da tamamlamıştır. (1062) O, kısa zamanda
ülkenin sınırlarını bütün Mağribu’l-Aksâ’yı içine alacak şekilde genişletmiş ve
amcasının oğlu Ebû Bekir b. Ömer’den çok daha büyük bir güce ulaşmıştır. Bunun
sonucunda artık bu devletin gerçek liderliğini fiilen ele geçirmiştir57. Yusuf b. Taşfin,
Bağdat’taki Abbasî halifesine bağlılığını bildirmiş, halife emîrü’l-mü’minîn, Yusuf b.
Taşfîn ise emîrü’l-müslimîn unvanını kullanmıştır58.
Murâbıtların ortaya çıktığı sıralarda, Endülüs’teki Müslümanlar Mülûkü’t-
Tavâif59 dönemini (1031-1090) yaşıyorlardı. Bu, Endülüs Müslümanlarının siyasî
bakımdan parçalanmış ve dolayısıyla zayıflamış olduğu bir dönemdir. Hıristiyan
güçler ise Müslümanları Endülüs’ten atmak için çalışıyorlardı. İşte böyle bir
dönemde Kurtuba’da toplanan 13 Müslüman lider ortak bir mektupla Yusuf b.
Taşfin’i Endülüs’e davet ettiler60. Bu davet üzerine Yusuf 15 Rebiulevvel 479/30
Haziran 1086’da Endülüs’e geçti61. Burada yürüttüğü savaşlarda Hıristiyan güçlere
karşı başarılar kazandı. Murâbıtların Endülüs’teki savaşlarından Zellaka Savaşı’nda
elde ettikleri zafer çok meşhur ve önemlidir62.
Yusuf b. Taşfin, Endülüs’teki siyasî dağınıklığı gidererek burayı kendisine
bağlamış, karşı çıkanları da zor kullanarak itaat altına almıştır. Kendisine zorluk
çıkaran Müslüman emirlerden bazılarını aileleriyle birlikte Merrakeş’in doğusunda,
buraya yakın bir yerde bulunan Ağmat’a63 sürgün ederek etkisiz hâle getirmiştir. (22
57 Altundağ, Şinasi, ‘Murâbıtlar’ İA, VIII, 581; A. Şerit, M. M. el-Milî, Muhtasar Târihu Cezâyir, 99, 100, Cezâyir, 1985. 58 Ebu’l-Fidâî, İmamuddin İsmail, Muhtasar fi Ahbâri’l-Beşer, I-II, 221; Ziya Paşa, 158. 59 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, 143 vd. Ankara, 1994. 60 İnan, I, 27; İmamuddin, 301; Şeyban, 105. 61 Ebu’l-Fidâ, I-II, 200; Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, 160. 62 Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 164-166; İmamuddin, 301; Şeyban, 105. 63 Ağmat, Merrakeş’in güney doğusunda, buraya yakın bir yerleşim yeridir. Tarlaları ve bahçeleri çok geniş, suyu boldur. Burası bölgenin en güzel yerlerinden biridir. Ağmat, Merrakeş kurulmadan önce Nefis ile birlikte bölgenin en önemli şehirlerinden biriydi. Bkz. Provençal, ‘Ağmat’, İA, I, 151, İstanbul, 1950.
20
Recep 484/1 Temmuz 1086)64 Böylece Endülüs, Murâbıtlar Devleti’nin bir parçası
hâline gelmiştir.
Murâbıtlar Devleti’nin büyük devlet adamı Yusuf b. Taşfin, 4 Eylül 1106’da
(3 Muharrem 500) arkasında güçlü ve çok geniş bir alanda hükümran olan bir devlet
bırakarak 100 yaşında vefat etmiştir65. Ölümünden kısa bir süre önce ülkenin ileri
gelenlerini toplayarak yerine oğlu Ali’yi veliaht olarak tayin etmiştir. Ali b. Yusuf b.
Taşfin (477-537/1084-1142) babasının ölümünden sonra 22 yaşında iş başına geçmiş
ve 537/1142’de ölünceye kadar ülkeyi idare etmiştir. Murâbıtlar Devleti Ali b. Yusuf
ve babası tarafından yönetilmiş ve sonra tarihe karışmış bir devlet olarak kabul
edilebilir. Muvahhidler, Ali b. Yusuf’un ölümünden dört yıl sonra Abdulmümin b.
Ali komutanlığında, Murâbıtlar Devleti’nin başkenti Merrakeş’i işgal ederek bu
devleti ortadan kaldırmışlardır.
Ali b. Yusuf’un babası gibi güçlü bir şahsiyete sahip olmaması, yönetimde
bazı zaaflar ortaya çıkarmıştır. Onun yumuşak tavırları, hanımının etkisi altında
kalması, devlet görevlilerinin (valiler, komutanlar) vazifelerini ihmal etmeleri,
zengin ve güçlü durumdaki bazı kimselerin kural tanımamaları (içki, yabancıları
taklit, moda, aşırı eğlenceler vs.) ülkede genel havanın bozulmasına sebep
olmuştur66. İbn Kattan’ın belirttiğine göre bu dönemde, tevhid ehli dinden çıkmakla,
küfürle ve Haricîlikle suçlanmıştır67. Başkent Merrakeş başta olmak üzere ülkenin
her yerinde çirkinlikler ve bid’adlar görülmeye başlanmıştır68. Bütün bunlar olurken
Ali b. Yusuf, ülkesinin daha iyi yönetilmesi için gereken dirayeti gösterememiştir.
Diğer yandan askerî başarılar sürdürülememiş ve arkasından gelen hoşgörüsüzlükle
yozlaşma başlamıştır. İstismarlar, ilgisizlik ve bazı idarecilerin halka karşı sert
tutumu, onun ölümünden sonra Endülüs’te Murâbıtlara karşı isyanlara sebep olmuş
ve başta Kurtuba olmak üzere Endülüs’ün birçok yerinde isyanlar çıkmıştır69.
64 Ziya Paşa, 182-184. 65 A. Şerit ve M. M. Mîlî, 100. 66 İnan, I, 158; Özdemir, Mehmet, ‘İbn Rüşd’ün Yaşadığı Dönemde Endülüs’, İbn Rüşd, 10, Kayseri E. Ü. Gevher Nesibe Tıp Merkezi, Kayseri, 1993; İmamuddin, 306. 67 İbn Kattan, 90. 68 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Kesîr, XII, 186, 187. 69 Merrakuşî, 177; Halefullah, İbtisam Mer’î, Alâkâtu Beyne’l-Hilâfeti’l-Muvahhidiyye ve’l-Meşrikı’l-İslâmî, 52, 53, İskenderiyye, 1985; Brignon, V, 336; le Tourneau, Afrika, III, 112.
21
Böylece Endülüs’te Murâbıtların hâkimiyeti iyice zayıflamış ve sarsılmaya
başlamıştır.
Diğer taraftan yönetimde Mâlikî fakihlerin görüşlerine çok büyük önem
verilmekteydi. Öyle ki Mâlikî fakihleri dışındakiler, Ali b. Yusuf’un huzuruna bile
çıkamazlardı. Mâlikîlerin kitapları dışındaki kitaplar dikkate alınmazdı. Kelâm
ilminin okutulması yasaklanmış, bu çerçevede İmam Gazâlî’nin İhyâ’sı Ali b.
Yusuf’un emri ve âlimlerin onayı ile ibret-i alem için yakılmıştı70. İşte Muvahhidler
hareketi, böyle bir ortamda ortaya çıkmıştır.
B-MUVAHHİDLER HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
‘Muvahhid’ kelimesi terim olarak Allah’ı birleyen, O’na hiçbir şekilde eş ve
ortak koşmayan kişi anlamında bir sözcüktür. Bu tanıma göre bütün Müslümanlar
aynı zamanda muvahhid olmak durumundadırlar. Çünkü İslâm dinine giren kişi lâ
ilâhe illallah diyerek muvahhid olduğunu kabul etmiş sayılır. Ancak birçok kelime
gibi bu kelime de özel şartlar altında özel anlamlarda kullanılmaya başlamış,
kavramlaşmıştır. İşte İbn Tûmert bu kelimeyi özel bir anlamda kullanarak
kavramlaştırmış; kendi yazdığı Tevhîd Risalesi’nde71 belirttiği üzere inananları ve
Murâbıtlara karşı kendi yanında yer alan kişileri muvahhid olarak isimlendirmiştir.
Böylece hem kendisini gerçek/saf İslâm inancına sahip ve İslâmî yaşayışın gerçek
temsilcisi olarak takdim etmiş, hem de karşısında yer alan mücadele ettiği kişilerin
bu inançtan saptıklarını ifade etmiştir. Zaten o, bu iddiasını tüm faaliyetlerinde de
dile getirmekten çekinmemiştir.
Diğer taraftan İbn Tûmert tüm çalışmalarında sürekli Tevhîd’e vurgu yaparak,
tevhîdin gereklerini ve tevhîd anlayışına uymayan anlayış ve inanışları anlatmıştır.
Bu çerçevede Murâbıtların Allah hakkındaki anlayışlarının İslâmiyet’in tevhîd
inancıyla uyuşmadığını ve bunun bir sapma olduğunu söylemiştir. Murâbıtların Allah
70 İbn Kattan, 70; Merakuşî, 185; İnan, I, 158; İmamuddîn, 307; Muhammed Vulid Dâdâh, Mefhûmu’l-Mülk fi’l-Mağrib, 133, Beyrut, 1977; Hodgson, II, 294; Brignon, J., V, 336. 71 İbn Tûmert, kendi kabilesini aydınlatmak için Berberîce Tevhid Risalesi yazarak tebliğde bulunmuştur. Bkz. Merrakuşî, 187; Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 832.
22
hakkındaki anlatımlarında Teşbîh ve Tecsimi72 kabul etmelerinden dolayı onları
sürekli Mücessimûn-Müşebbihûn olarak suçlamış ve Mu’tezile gibi tevhide vurgu
yapmıştır. Mu’tezile’ye göre İslâm’ın en temel beş kavramından biri ‘tevhîd’dir.
Tevhid inancı ile tecsim ve teşbih inancı bir arada bulunamayacak kadar zıt
şeylerdir73. İbn Tûmert, sürekli olarak bu konular üzerinde durmuş, ashabına Tevhid
ehli ve Muvahhidûn ismini vermiş düşmanlarını da Mücessimûn ve Müşebbihûn
olarak suçlamıştır74.
1-İbn Tûmert’in Kimliği ve Eğitimi
Muvahhidler Devleti denilince akla gelen ilk isim Muhammed İbn Tûmert’dir.
Muvahhidler Devleti’nin temelleri İbn Tûmert’in ilim tahsili için doğuya
seyahatinden dönüşü esnasında Mağrib’de sürdürdüğü yaklaşık beş yıllık özverili bir
çalışmanın sonucunda atılmıştır.
Muhammed İbn Tûmert Cebel-i Sûs’da yaşayan Berberî Musâmide
Kabilesi’nin büyük bir kolu olan Herğa’ya mensuptur75. O, Sûsu’l-Aksâ bölgesinde
yer alan Bi İclî Envergan (Numekran, İcîlîz Herğa, İklîn) köyünde 474/1080
tarihinde doğmuştur76. O dönemde burası Musâmide Kabilesi kollarının yaşadığı bir
bölgeydi. İbn Tûmert çocukluk ve gençlik yıllarını burada geçirmiştir. İslâmiyet’in
72 Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831, İstanbul, 1950. Teşbîh ve Tecsîm: Allah’ın diğer varlıklara benzetilmesi ve Allah’ın insanlarda bulunan organlarla tanımlanmaya çalışılması inancı. Bu konuda daha geniş bilgi için Kelâm kitaplarına bakılabilir. 73 Bkz. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 304 vd., Ankara, 1981; Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, 184, İstanbul, 1981. Yaltkaya, İbn Tûmert’in adamlarına Muvahhidûn ismini vermesindeki asıl sebebin, Allah anlayışı konusunda Mu’tezile gibi düşünmesinden kaynaklandığına dikkat çekmiştir. Bkz. Yaltkaya, M. Şerafeddin, ‘İbn Tûmert’, 45, 46, DFİF Dergisi, , İstanbul, 9 Tişrînievvel, 1928. 74 İbn Kesîr, XII, 186; İbn Haldun, el-İber, VI, 226, 228; Mukaddime, I, 585; Kalkaşandî, V, 137, 191; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 778; Yaltkaya, 45. 75 İbn Tûmert’in nesebi ile ilgili rivayetlerden Beyzak’ın verdiği ve sahîh dediği rivayet şöyle: Muhammed b. Abdullah b. Vekellîd b. Yamsal b. Hamza b. İsâ b . Ubeydullah b. İdrîs b. Abdullah b. Hasan b. Fâtıma binti Rasûlullah. Bkz. Beyzak, 21. Bu konudaki diğer rivayetler için bkz. İbn Kattan,m 77, 78; Zehebî, Siyer, XIX, 539; Hülelü’l-Mevşiyye, 103, İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 76 İbn Tûmert’in doğum tarihi hakkında kaynaklarda ittifak yoktur. Bu konuda en erken 467/1074, en geç tarih olarak da 491/1098 yılı belirtilmiştir. Bizim burada tercih ettiğimiz tarih, onun öldüğünde 50-51 yaşlarında olduğunu bildiren İbn Kattan ve İbnu’l-Esîr’in rivayetlerine dayanmaktadır. Bu konuda verilen diğer tarihler için bkz. İbn Kattan, 123; İbnu’l-Esîr, X, 458; Zehebî, Siyer, XIX, 539; İbn Hallikan, IV, 137; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; İbn Kesîr, XII, 187; Zerkeşî, 2; Neccar, 31; Musa, 35; İmamuddin, 299, 322; Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831, İstanbul, 1950; Adıgüzel, 27, 28.
23
Sûs’ta yayılmasından itibaren burası Kur’ân ilimleri tahsilinin ön plana çıktığı bir
bölge olmuştur77.
İbn Tûmert’in ailesi orta halli dindar bir aileydi. Babası Abdullah, mescitlerde
çok kandil yaktığı için Asafu/ışık lakabıyla çağrılırdı. Bu ailenin mescitlere hizmette
bulunmaları onlara saygınlık kazandırmış, bundan dolayı babasına Emgar (Şeyh,
efendi, saygıdeğer) da denilmiştir78.
İbn Tûmert’in annesi ise yine Sûs bölgesinden, Meskâle’den Benû Yusuf
kabilesinden bir kadındı. İbn Tûmert’in üç erkek, bir de kız kardeşi bulunmaktaydı79.
İbn Tûmert’in bağlı olduğu kabilenin Berberî kabilesi olduğu kabul edilmekle
birlikte, bu kabilenin saf bir Berberî kabilesi mi, yoksa Kureyş’e kadar dayanan bir
isimle bağlantılı mı olduğu tartışılmıştır. Tarihçilerden bir kısmı İbn Tûmert’in Hz.
Muhammed’e kadar dayanan soy kütüklerini doğru kabul ederken80 bir kısmı ise
bunu şüpheli, hatta uydurma olarak değerlendirmiş, bu rivayetlerin İbn Tûmert’in
Mehdîlik iddiasının bir gereği olarak uydurulmuş olduğunu iddia etmişlerdir81.
İbn Tûmert’in eğitimine gelince, onun eğitiminde öne çıkan en önemli husus,
ilim tahsili için ülkesini terk ederek doğuya seyahat etmesidir. Onun hakkındaki
bilgilerimiz daha çok doğuya seyahati sonrası çalışmalarıyla ilgilidir. İbn Tûmert’in, 77 Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 358; İnan, I, 158; Neccar, 30-37. 78 İbn Kattan, 88; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; L. Provençal, Nuhabun Tarihiyyetun Câmiatu li Ahbâri’l-Mağribi’l-Aksâ, 34, Paris, 1948; Provençal, İslâm fi’l-Mağrib, 268; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Halefullah, 66, 67; Basset, R., İbn Tûmert, I, 106, DMİ, Tahran, 1954. İbn Tûmert’in babasının adı Abdullah olduğu halde, ona küçüklüğünden beri Tûmert denilmekteydi. Beyzak’ın belirttiğine göre, o doğduğu zaman, annesi sevincini ifade etmek için Berberîce Âa Tûmert (Yavrum seninle ne kadar mutluyum!) diye bağırmış, daha sonraları bu kelime onun adı olarak kullanılmıştır. İbn Haldun ise Berberîce Emgar isminin Arapça’daki İbn Ömer es-Sağir isminin karşılığı olarak kullanıldığını belirtmektedir. Ona lakap olarak Şeyh ve Emgar denilmiş olmasının İbn Tûmert’in babasının yaşadığı bölgede önemli biri olduğunu göstermektedir. Bkz. Beyzak, 30; İbn Haldun, el-İber, VI, 225; Zerkeşî, Târihu’d-Devleteyn, 3; Hüseyin, Muhammed Hüseyin Abdulmümin Muhammed, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-Asrı’l-Murâbitîn, 84, İskenderiyye, 1986. 79 Beyzak, İbn Tûmert’in kardeşleri olarak: Ebû Musa İsâ, Ebû Muhammed Abdulaziz, Ebu’l-Abbas Ahmed Kefîf ve Ümmü Ebi Bekr Zeyneb isimlerini sayar. Bkz. Beyzak, 29, 30. Ayrıca bkz. İbn Kattan, 90, 123; İnan, I, 158. 80 Beyzak, 21; İbn Kattan, 87, 88; Hülelü’l-Mevşiyye, 103; Zehebî, Siyer, XIX, 539; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 196; İbn Haldun, Mukaddime, I, 61-64; Zerkeşî, 2. Nuveyrî, İbn Tûmert’in atalarının Musa b. Nusayr ile ilk fetih günlerinde bölgeye gelerek yerleşen Hz. Hasan soyundan bir kabile olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 277. 81 İbn Ebî Zer, 172; İbn Hallikan, IV, 70; Zehebî, Siyer, XIX, 548; İbnu’l-İmâd, IV, 70; İnan, I, 159, 160; Guneymî, Abdulfettah Mukallid, Mevsûatu Tarihu’l-Mağribu’l-Arabî, II, 194, Kâhire, 1994; Prevençal, İslâm, 265; Jemil, 105; Dâdâh, 133; Kennedy, Hugh, Muslim Spain and Portugal, 198, Londra, 1996.
24
doğuya seyahatinden dönüşü öncesine ait bilgimiz son derece sınırlıdır. Bu dönemle
ilgili bilgiler aşağı yukarı ailesi, kabilesi, seyahati ve seyahat esnasında uğradığı
yerler, karşılaştığı meşhur alimlerden ibarettir. Ancak onun en azından içinde
yaşadığı bölgede alabileceği eğitimi aldıktan sonra bölgesinden çıktığını
düşünebiliriz. Nitekim İbn Tûmert hakkında araştırma yapanlardan biri olan Neccar,
onun doğuya seyahatinden önceki hayatıyla ilgili tahminlerde bulunarak özetle
şunları söylemektedir:
İbn Tûmert, ilmî hayatına bölgesindeki okullarda Kur’ân-ı Kerim hıfzıyla
başlamış olmalıdır. Bu, İbn Haldun’un Mukaddimesinde de belirttiği gibi
Mağriblilerin bir âdetiydi. İbn Tûmert de bu âdet gereğince önce Kur’ân-ı Kerim’i
hıfzetmiş, arkasından da, fıkıh, edebiyat ve dil öğrenimi görmüş olduğunu
düşünebiliriz. İbn Tûmert’in fasîh konuşması, onun iyi bir eğitim aldığını
göstermektedir. İbn Tûmert’in doğuya seyahatinden önce, gençlik döneminde de,
seyahatler yaptığı, en azından Mağrib bölgesinde, kendi yaşadığı çevredeki yakın
yerleri ziyaret ettiği düşünülebilir. Onun doğuya seyahatinden sonra başlattığı
mücadelesinin temellerinin, gençliğinde yaptığı bu seyahatlerinde edindiği
gözlemlerinin bir sonucu olarak şekillendiğini de düşünebiliriz82. Ancak bütün
bunların bir varsayım/tahmin olduğunu da unutmamalıyız.
İbn Tûmert yaklaşık olarak 500/1106-1107 yılında ilim tahsili için evinden
ayrılmıştır83. Evinden çıktıktan sonra Endülüs’e (Kurtuba’ya)84 geçmiş, buradan
İskenderiyye’ye85, oradan da Mekke’ye86 giderek Hac farizasını yerine getirip
Bağdat’a87 geçmiş ve burada Nizamiye Medresesi’nde eğitim almıştır88. Uğramış
olduğu bu bölgelerde İmam Gazâlî89, Ebû Bekir Şâşî90, Ebû Bekir Turtûşî91, Elkiya
82 Neccar, İbn Tûmert, 60, 61. 83 Kaynaklarda İbn Tûmert’in doğuya seyahate çıkış tarihi olarak 499, 500 ve 501(1105-1108) tarihleri verilmiştir. Bu konuda bkz. Merrakuşî, 178; İbn Kattan, 61, 62, 167; İbn İzârî, I, 435, İbn Haldun, el-İber, VI, 226; İbn Hallikan, IV, 144; L. Prevençal, İslâm, 269, 270; Le Tourneau, Harekâtu’l-Muvahhidiyye, 14; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Hady, I, 385; Halefullah, 48; Adıgüzel, 34, 35. 84 İbn Kattan, 62; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Basset, ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831; Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 425, İstanbul, 1999; Adıgüzel, 34. 85 İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 86 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Hallikan, V, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 87 Merrakuşî, 178; İbnu’İ-Esîr, X, 452; İbn Kesîr, XII, 186; Subkî, III, 71. 88 İbn Kesîr, XII, 186. İbn Tûmert’in Doğu’da uğradığı yerler ile ilgili bkz. Zerkeşî, 2; Adıgüzel, 35-37; İmumuddin, 306; Çelebi, IV, 149; Basset, I, 107, DMİ; Hamdî, 84; Hady, I, 385; Halefullah, 49. 89 İbn Kattan, 72, 73; Zehebî, Siyer, XIX, 540; Hülelü’l-Mevşiyye, 104.
25
Harrasî92 gibi zamanın büyük alimlerinden dersler almıştır. Onun doğuda kaldığı
yaklaşık on yıllık süre içerisinde ders aldığı ya da birlikte olduğu ve yararlandığı
alimler burada sayılanlardan ibaret olmamalıdır. Ancak kaynaklarda o dönemin en
meşhur alimlerinden bazıları sayılmıştır. İbn Tûmert’in Gazâlî ile görüşüp
görüşmediği tartışılmıştır. Kaynaklarda genellikle onun Gazâlî’den ders gördüğü ve
ilk karşılaşmalarında onun duasını aldığı belirtilmekle birlikte93, M. A. İnan bu
karşılaşmanın imkansızlığını ispata çalışmıştır. Diğer taraftan A. Neccar ise, İbn
Tûmert’in Gazâlî ile görüşmesine bir engel bulunmadığını ve görüşmüş olduklarını
izah etmiştir94. Bu karşılaşma gerçek olsa da, olmasa da bu tartışma, Murâbıtlar
Devleti döneminde fikirleri yüzünden kitapları yakılan bir alimin Muvahhidler
tarafından kabul gördüğünün bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
İbn Tûmert doğuda kaldığı on yıllık sürede, usûlu’d-din, fıkıh ve fıkıh usûlü,
hadis, akâid, kelam ve nahiv gibi konularda kendisini yetiştirmiştir95. O, 510-
511/1116-1118 tarihinde ülkesine geri dönmüş, Mağrib bölgesine ayak basmıştır96.
Kaynaklarda bu bölgede gemiden indiği yer olarak Trablus, Mehdiyye ya da Bicâye
90 Merrakuşî, 178. 91 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540. 92 İbnu’l-Esîr, X, 451; Zehebî, Siyer, XIX, 540. İbn Tûmert’in ders aldığı hocaları hakkında daha fazla bilgi için bkz. Zerkeşî, 2; Subkî, IV, 71; İbnu’l-İmâd, IV, 70; Zerkeşî, 2; Ebu’l-Fidâî, II, 232; Kalkaşandî, V, 191; Neccar, 66-88; Menûnî, Hadâratu’l-Muvahhidîn, 11; İnan, I, 161-163; Adıgüzel, 35-41; Rıdvan, Muhammed, ed-Dayle fi’l-Edebi’l-Endülüs, 37, Dimeşk, 2000. 93 İbn Hallikan, IV, 137; İbn Ebî Zer, 190; İbn Kesîr, XII, 186; Subkî, IV, 71; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; İbnu’l-İmâd, IV, 70; Zerkeşî, 2; Kalkaşandî, V, 191; Nasirî, II, 71, 72; Ebu’l-Fidâi, II, 232; Ahmed Emin, Zuhru’l-İslâm, III, 63, Kâhire, 1962. Abdulmümin’in Merrakeş’i almasından hemen sonraki günlerde (542/1147) Endülüs’ten gelen İşbiliyye heyetini kabulünde, heyette bulunan ve daha önce Doğu’da Gazâlî’nin yanında tahsil görmüş olan Ebû Bekir İbn Arabî’ye Gazâlî’nin yanındayken İbn Tûmert ile karşılaşıp karşılaşmadığını sormuştur. İbn Ebî Zer, 190. 94 İnan, I, 161-163; Neccar, 80-82. Bu konudaki tartışmalar için bkz. Dâdâh, 132, 133; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Züneyber, Muhammed, Mağrib fi’l-Asri’l-Vasît, 120, Ribat, 1999; Halefullah, 50; Adıgüzel, 38-40. 95 Merrakuşî, 178; İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Hallikan, IV, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Adıgüzel, 40, 41, 99-104; Jemil, 103, 104. 96 İbn Tûmert’in Mağrib’e dönüş tarihi olarak en aykırı tarihleri 505 tarihiyle Nuveyrî, 514 tarihi ile de Zerkeşî vermiştir. Bu konuda İbn Ebî Zer ve Salâvî 510, İbn Kattan ise 511 tarihini rivayet etmektedir. İbn Hallikan da, İbn Tûmert’in 511 yılı sonunda Mısır’dan hareket ederek Bicâye’ye vardığını belirtmiştir. Bu konuda bkz. İbn Kattan, 76; İbn Hallikan, IV, 138; Nuveyrî, XXIV, 278; Salâvî, II, 72; Zerkeşî, 3; Neccar, 85; Musa, 36; Halefullah, 54; Bourouıba, 31; Hady, Devletu’s-Sanhâciyye, I, 391; Adıgüzel, 42, 43.
26
şehirleri zikredilmiştir97. Onun bu belirtilen yerlerin hepsine uğrayarak Mağrib’te
ilerlediğini kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olmalıdır.
Beyzak, İbn Tûmert’in Tunus’tan itibaren uğradığı yerleri tek tek belirtmiş,
buralardaki faaliyetlerini ve mücadelesini anlatmıştır. Zaman zaman ayrıntıların da
yer aldığı bu anlatımlarda, İbn Tûmert’in Tunus’tan başlayarak Kuzey Afrika
sahilindeki şehirlerden, Kosantîne, Bicâye, Mellâle, Tlemsan, Fas, Miknâse ve
Selâ’ya uğrayarak, Merrakeş’e kadar ulaştığını ifade eder. Merrakeş’ten sonra ise,
Ağmat Envargen, Ağmat Verîka, Hintâte, Tinmellel98 ve buradan da 514/1120’de
doğum yeri olan Sûsu’l-Aksâ bölgesine geçtiği belirtilir99.
İbn Tûmert, Kuzey Afrika boyunca devam eden bu yolculuğu esnasında,
uğradığı her yerde talebe okutmuş, bulunduğu yerdeki fakihlerle çeşitli tartışmalara
girişmiş ve gördüğü olumsuzluklara sözlü ve fiilî müdahalelerde bulunarak, yanlış
gördüğü uygulamaları önlemeye çalışmıştır. Onun bu müdahaleleri çoğu zaman
başına işler açmış; tehdit, hakaret, hırpalanma ve kovulma gibi bazı kötü
muamelelerle karşı karşıya kalmış, bazen de canını kurtarmak için bulunduğu yerden
gizlice kaçmıştır100.
İbn Tûmert’in hayatı boyunca birçok sıkıntı çekmesi, takibe uğraması, ölüm
tehditleri altında yaşaması ve gençlik dönemine kadar yaşadığı yer, onun hayat
tarzına önemli ölçüde etki etmiş olmalıdır. Yine onun yolculukları ve doğuda
bulunduğu süre içinde aldığı eğitim, ona bir ilmî tecrübe ve fikrî olgunluk
kazandırmıştır. İlmî ve fikrî olarak geldiği nokta, onun en önemli özelliği olarak
ortaya çıkan emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker ve ıslahat anlayışının 97 İbn Tûmert, İbn Haldun’a göre, Trablus’ta, Hülelü’l-Mevşiyye’ye göre Mehdiyye’de, İbn Kattan’a göre ise Bicâye’de gemiden inerek Mağrib topraklarına ayak basmıştır. Bkz. İbn Kattan, 76; İbn Hallikan, IV, 137; Hülelü’l-Mevşiyye, 105; Subkî, III, 71; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; İbnu’l-İmâd, IV, 71. 98 Tinmellel, Muvahhidlerin Merrakeş’ten önceki başkentidir. Merrakeş’in güneyinde, buraya 100 km. kadar uzaklıkta, Atlas Dağları’nda, yüksek bir konumdaki Dern Dağı’nda yer alan bir yerleşim yeridir. İbn Tûmert burayı merkez olarak kullanmaya başladıktan sonra çevresine surlar yaptırmıştır. Burası oldukça yüksek, ulaşımı çok zor, ormanlığı, ziraata elverişli toprakları ve suyu bol olan bir bölgedir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 282; Neccar, 129; İnan, I, 182. Bu şehrin adı Beyzak, İbn Kattan, İbnu’l-Esîr ve İbn Haldun gibi tarihçilerimiz tarafından Tinmellel şeklinde, diğer bir çok eserde ise Tinmelle olarak yazılmıştır. Biz bu çalışmamızda bu kelimeyi adını belirttiğimiz müelliflere uyarak Tinmellel şeklinde yazmayı tercih ediyoruz. Bkz. Beyzak, 83, 84, 85..; İbn Kattan, 210, 251..; İbn Haldun el-İber, VI, 228; İbnu’l-Esîr, X, 454. 99 Beyzak, 50-73; Zerkeşî, 3. 100 Beyzak, 50-67; Zehebî, Siyer, XIX, 541; Subkî, III, 71; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 772-778.
27
şekillenmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Bütün bunlarla birlikte ülkesinin
siyasî, sosyal ve dinî yapısından da bir miktar etkilenerek, olgunluk yaşına erişmiştir.
Muhammed Dâdâh, İbn Tûmert için çok abartılı bir ifadeyle ‘Berberîlerin
Peygamberi’ benzetmesi yapmıştır. Ona göre İbn Tûmert, Gazâlî, Şia ve Eşarîliğe ait
fikirleri terkip ederek yeni bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştır101. Onun fikirleri
hakkında bu söylenenler yanında, dine aykırı ve bid’ad olarak gördüğü davranışlara
karşı çok sert müdahalede bulunmasını, Hanbelîlere benzetmek daha doğru olacaktır.
Onlar bu konuda diğer Müslümanlara göre en uç noktada yer almışlardır102. İbn
Tûmert’in çağrısıyla muhalif bir konumda olması, yine üzerinde ısrarla durduğu
konuların başında tevhid ve emir bi’l-maruf’un gelmesi haklı olarak onun Mu’tezile
olarak tanıtılmasına sebep olmuştur.
İbn Tûmert, tahsili sonunda taklîdi bırakmış, Şâfiî fıkhıyla birlikte Zâhirî
fıkhını okumuş ve Mâliki fıkhına göre amel etmiştir. Zâhirî fakihi İbn Hazm gibi
itikâdî konularda taklîdi, fıkıhta da kıyası kabul etmemiştir. Rey ve taklit ile ilgili
eserleri reddetmiştir103. Yani o, akîde konusunda hiçbir mezhebe bağlı kalmamıştır.
Birçok konuda Eşârî’den istifade ettiği hâlde Allah’ın sıfatları konusunda
Mu’tezile’den, İmamet anlayışında da Şia’dan faydalanmıştır104.
2-Şahsiyeti ve Eserleri
Provençal, Sûs bölgesi halkından, ‘çoğunluğu fakir, zayıf, hayatta kalabilmek
için gerekli olan zorunlu ihtiyaçlarını ancak karşılayabilen insanlar’ olarak
bahseder105. Bu çok genel değerlendirme yanında kaynaklarda, İbn Tûmert’in fiziksel
olarak; orta boylu, zayıf, ön dişleri seyrek, bir eli üzerinde (küçük parmağı üzerinde)
bir beni bulunan, kaşları ayrık, seyrek sakallı, ince burunlu, güzel yüzlü, sempatik ve
esmer bir şahıs olduğu rivayet edilmiştir. O evlenmesine herhangi bir engeli olmadığı
hâlde evlenmemiştir106.
101 Dâdâh, 140, 141. 102 Bulut, Zübeyir, Hanbelî Akâid Sistemi, 135 vd. Ankara, 2003. (Yayınlanmamış Doktora Tezi) 103 İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; Câbirî, 440-450; Julien, 123, 124. 104 Merrakûşî, 188; İnan, I, 216; Neccar, 132; Julien, 124. 105 L. Prevençal, İslâm, 264; Brourouıba, İbn Tûmert, 99. 106 İbn Kattan, 90; İbn Hallikan, IV, 144; Zehebî, Siyer, XIX, 552, Subkî, III, 72; İbnu’l-İmâd, IV, 72; İnan, I, 196; Basset, ‘İbn Tûmert’, DMİ, I, 109.
28
İbn Tûmert, hayatı boyunca yeme içmeye, dünyalıklara, şatafata fazla önem
vermeyen, çok az şeylerle yetinen biri olarak yaşamıştır107. O, devlet başkanı sıfatını
elde ettiği halde sıradan bir kişiden çok daha sade hayat yaşamaya devam etmiştir.
Yine siyasî mirası konusunda da iki erkek kardeşine hiçbir vaatte bulunmamış, siyasî
mirasını kendisini en iyi takip ve temsil ettiğine inandığı arkadaşlarına bırakmıştır108.
İbn Tûmert, dünya malına önem vermemiş, arkadaşlarının ganimetler
konusundaki tavırlarına kızmış ve amaçlarının ganimet elde etmek değil, ahireti
kazanmak olduğunu belirtmiştir109. İbn Tûmert, hayatı boyunca çok az ve basit
şeylerle yetinerek, şatafata, süse, lükse önem vermeyen sade, sıradan herhangi bir
insan olarak yaşamayı tercih etmiştir.
İbn Tûmert’in bir başka özelliği de sert tabiatlı biri olmasıdır. Onun
hareketlerinde dinî hassasiyeti dâima ön plana çıkmış, kararlarını uygularken hiçbir
şeyden çekinmemiştir110. Genel olarak onun bu sert görüntüsüne karşılık İbn
Hallikan ve Zehebî, onun normalde insanlara karşı güler yüzlü, karşılaştığı kimseye
gülümseyen biri olduğunu belirtmişlerdir111.
İbn Tûmert, hayatı boyunca mealen ‘Bir kötülük görürseniz onu elinizle
değiştirin, buna gücünüz yetmezse dilinizle değiştirin, buna da gücünüz yetmezse
kalbinizle buğz edin’112 şeklinde rivayet edilen hadisin canlı bir uygulayıcısı olarak
yaşamaya çalışmıştır. İbn Kattan, onun ahlâkî olarak Peygamberimize benzediğini,
Peygamberimiz ve İbn Tûmert’in aynı kaynaktan akan iki pınar gibi olduğunu
söylemiştir. Bu çerçevede özetle, onun doğruluktan sapmadığını, hakka ve adalete
bağlılığını dile getirmiştir. Yine onun adalete ve adaletli olanlara sevgiyle, zulme ve
zalimlere de nefretle dolu olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak, İbn Tûmert şekil
olarak Peygamberimizden farklıydı, ancak ahlâk olarak sanki aynıydı demiştir113.
107 İbn Kattan, 113, 114; İbn Hallikan, 145; Zehebî, Siyer, 541; İbnu’l-İmâd, IV, 71. 108 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidîn, 44, 45. 109 İbn Hallikan, IV, 145. 110 Bu konulardaki yorumlar için bkz. Basset, ‘İbn Tûmert’, DMİ, I, 109; Neccar, 138-142. 111 İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540, 541. 112 Müslim, Sahihu Müslim, Kitabu’l-İman, 22, Beyrut, 1996; Ebû Dâvud, Sünen, Kitabu’s-Salat, 248; Nevevî, İmam Muhyiddîn, 40 Hadis, 42, (34. Hadis), Ter. Ahmed Naim, Ankara, 1981. 113 İbn Kattan, 114.
29
İbn Tûmert cesur ve atılgan biriydi. O, kendine güven duygusu ve
münazaralardaki üstünlüğü ile dikkat çekmiştir. Şahsiyeti güçlü, insanlar üzerinde
son derece etkili, belagatlı konuştuğu Arapça ve Berberîce ile insanları peşinden
sürükleyen biri olmuştur114. O, etrafındaki insanları çok iyi organize ederek, büyük
bir lider ve öncü bir şahsiyet olduğunu, aynı zamanda idare ve işe hâkimiyetteki
gücünü göstermiştir. Zehebî, onun hayatta zevk aldığı tek şeyin liderlik olduğunu
belirterek onun liderliğe olan düşkünlüğüne işaret etmiştir115. İbn Tûmert bu
özellikleriyle kendisini etrafındaki insanlardan farklı görmüş ve sık sık
Mütenebbî’nin şu beytini okuduğu rivayet edilmiştir: ‘Her ne kadar onların içinde
yaşasam da ben onlardan biri değilim / Altın da toprakta olduğu hâlde toprak gibi
değildir’116.
İbn Tûmert’e yöneltilen eleştirilerin başında, onun kan dökücü ve kendisini
Mehdî olarak kabul ettirmek için halkı kandırmış olduğu yönündeki suçlamalar
gelmektedir117. Onunla ilgili anlatımlardan dinî hassasiyetinin çok yüksek olduğunu
anlıyoruz. Onun bu hassasiyeti, kendisini sert yapılı, dinin emirlerinin yerine
getirilmesi konusunda her türlü girişimde bulunabilecek bir kişi olmaya itmiştir.
Bazen bu girişimlerin dozu kaçmış ve sonuç olarak onu, kan dökücü ve hileci
dedirtecek noktaya vardırmış olabilir. İnan’ın da dikkat çektiği gibi İbn Haldun, onu
savunmuş ve tek bid’atının, yani reddedilmesi gereken tek düşüncesinin,
İmamiyye’de olduğu gibi masum imam anlayışını kabul etmesi olduğunu
belirtmiştir. Yine İbn Haldun, onun aleyhinde konuşanların daha çok onu kıskanan
kişiler olduğunu ifade etmiş ve İbn Tûmert’in hayatı boyunca ortaya koyduğu
gayretli çabayı övgüyle anmıştır118. Her siyasî iktidar sahibi gibi İbn Tûmert de
muhaliflerini yok etmeye çalışmış ve belki de bunda aşırı gitmiş olabilir. Hoşumuza
gitmese ve kabul edilebilir olarak görmesek de, bunu siyasetin ve iktidar olmanın bir
sonucu olarak görmeliyiz.
114 İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540, 541; Subkî, III, 71; İbnu’l-İmâd, IV, 70; İnan, I, 191. 115 Zehebî, Siyer, XIX, 540-542; Miquel, Andre, Doğuştan Günümüze İslâm Medeniyeti, I, 26, Ter. A. Fidan, H. Menteş, Ankara, 1991. 116 İbn Hallikan, IV, 145; Yaltkaya, 45. 117 Zehebî, Tarih, XXXVIII, 118, 119; Nuveyrî, XXIV, 183-186; İbn Kesîr, XII, 187; İbnu’l-İmâd, IV, 72; İbnu’l-Verdî, 44; İnan, I, 192; Yaltkaya, 39-41. 118 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İbn Haldun, Mukaddime, I, 61-63; Zerkeşî, 5; İnan, I, 193.
30
İbn Tûmert’in bize ulaşan en önemli yazılı eseri Eazzü mâ Yutlab’tır. Bu eser
515/1121 sonrasında Sûs bölgesinde yakın arkadaşlarına ve talebelerine verdiği ders
notlarından oluşturulmuştur119. Bu eser hakkında İnan, ‘İbn Tûmert’in dini ve siyasi
temel prensip ve öğretilerinin toplandığı eser’ derken, Câbirî bu eserin ‘Abdulmümin
tarafından İbn Tûmert’in çeşitli konuşmalarının derlenmesinden oluştuğunu ve onun
ıslahat çağrısının genel ideolojik çerçevesini ve teorik temellerini oluşturduğunu’
belirtmiştir120. Yine bir başka çağdaş araştırmacı, A. Tevfik Medenî de ‘İbn
Tûmert’in Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde bir dinî ıslahat gerçekleştirmeye çalıştığını
ve Eazzu mâ Yutlab adlı eserinde de Kur’ân ve Sünnet’e göre hayatın nasıl
düzenlenmesi gerektiğinden bahsettiğini’ belirtmiştir121. İbn Tûmert ile ilgili hemen
tüm kaynaklarda bu esere atıflar vardır122. Bu esere İbn Tûmert’in diğer küçük
risaleleri ve kitapçıkları da eklenerek Mecmûatu Eazzu mâ Yutlab adıyla geniş
hacimli bir eser oluşturulmuştur. Bu eser ilk olarak Goldziher tarafından 1903’te
Cezâyir’de yayınlanmıştır. Bu eserin elimizde bulunan baskısı ise Abdulğânî Ebu’l-
Azm tarafından 1997’de Merrakeş’te yayınlanmış olanıdır. Eserin büyük bölümü
usûlu’d-dîn (akîde/inanç konuları) ile ilgilidir. Bunun yanında fıkıh ve fıkıh usûlü,
hadis ve davet/vaaz türünde eserler de bu mecmua içinde yer almıştır. Kitabın
başlarından itibaren yukarıda belirttiğimiz konular yanında İbn Tûmert’in Ağmât’ta
fakihlerle bir münâzarası da anlatılmıştır. Kitabın son kısımlarında ise hesap,
hendese ve tıp ile ilgili bölümler yer almaktadır.
İbn Tûmert, İmam Mâlik’in Muvatta’sını öğrencilerine ders olarak okutmuş
ve el-Muvattau’l-İmâmu’l-Mehdî adıyla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu eser, İmam
Mâlik’in Muvatta’sının hemen hemen aynısıdır, ancak bazı takdim-tehir, çıkarmalar,
açıklamalar ve yorumlar ile yeni bir düzenleme yapılmıştır123.
119 Yaltkaya, 46, 47; İnan, I, 200. 120 İnan, I, 18, 216; Câbirî, 444. İnan, bu eserin muhtevası hakkında uzunca bir değerlendirme yapmıştır. Bkz. İnan, I, 200-217. 121 Ahmed Tevfik Medenî, Kitâbu’l-Cezâyir, 29, Kâhire, 1963. 122 Zehebî, Siyer, XIX, 543; Subkî, IV, 73; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Yaltkaya, 47. 123 İbn Tûmert, Muvatta el-İmam el-Mehdî b. Tûmert, Yay. Hafnâvî, Cezâyir, 1907.
31
Provençal, tarafından yayımlanan Beyzak’ın Kitâbu Ahbâru’l-Mehdî adlı
eserinin baş kısmında İbn Tûmert’in adamlarına, Yusuf b. Taşfin’e ve haddi aşan,
aşırı giden, günaha dalan kimselere gönderdiği bazı mektuplar yer almıştır124.
Subkî, ‘İbn Tûmert’in çok sayıda risâlesi vardır’ diyerek onun eserlerinin
çokluğuna dikkat çekmiştir125. Ancak, hakkında bizim bilgi verebildiğimiz eserler
bunlardır. Kısaca söylemek gerekirse, İbn Tûmert bu eserleriyle çevresinde bulunan
herkese hitap etmeye ve herkesi kendi yanında olmaya çağırmış ve ulaştığı kişileri
eğitmeye çalışmıştır. O, eserleriyle geniş halk kitlelerinin inanç ve ibadetlerinin daha
sağlıklı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmaya gayret etmiştir.
3-Devlet Olma Yolunda Faaliyetler
İbn Tûmert’in Mağrib bölgesinde bulunduğu dönemde Murâbıtlarla ilgili
eleştirdiği konuların başında; kadın erkek ilişkilerinde gerekli hassasiyetin
gösterilmemesi, kadınların giyim kuşamları, açıktan içki satılması, domuzların
sokaklarda dolaşması ve müzik aletlerinin kullanılması yer almıştır126. Onun
Merrakeş’te ve oradan ayrılmasından sonraki dönemde Murâbıtlara yönelik
eleştirileri daha çok siyasi ağırlık kazanmaya başlamıştır. Merrakeş’te bizzat devlet
başkanıyla karşılaşmış, bütün eksik ve yanlış gördüğü şeylerin sorumlusunun kendisi
olduğunu, ondan ülkesindeki olumsuzlukları gidermesini talep etmiştir. Yine İbn
Tûmert, devlet başkanı olan Ali b. Yusuf’a saygı göstermek yerine, onun herhangi
bir insandan farklı olmadığını ifade etmiştir. İbn Tûmert’in Merrakeş’teki faaliyetleri
sonunda, fakihler Ali b. Yusuf’tan İbn Tûmert’in öldürülerek ya da hapsedilerek
etkisiz hale getirilmesini talep etmişlerdir127. Ancak bu talepleri yerine getirilmemiş,
sadece sürgün cezası verilmiştir128.
İbn Tûmert ve arkadaşları 514/1120 yılında Merrakeş’ten ayrılarak, Berberî
Musâmide kabilelerinin yaşadığı Sûs bölgesine hareket etmişler129, İbn Tûmert’in
doğum yeri ve kabilesinin yaşadığı Herğa’ya ulaşmışlardır130. Onlar bundan sonraki
124 Beyzak, 11, 12. 125 Subkî, III, 71. 126 Beyzak, 52, 53, 60; Merrakuşî, 179, 180; İbn Kattan, 97; İbnu’l-Esîr, X, 452; Zerkeşî, 3. 127 Beyzak, 68; Merrakuşî, 186; İbn Haldun, el-İber, VI, 227. 128 İbnu’l-Esîr, X, 453; Zehebî, Siyer, XIX, 543. 129 İbn Ebî Zer, İbn Tûmert’in Şevval 514/1121 Ocak’da Tinmellel’e geldiğini rivayet eder. Bkz. İbn Ebî Zer, 176. 130 İbn Hallikan, IV, 141; Zehebî, Siyer, XIX, 544, 545; Subkî, IV, 71; İbn Haldun, el-İber, VI, 227.
32
çalışmalarını Sûs bölgesinde devam ettirmişlerdir. Bu çalışmalar kısa sürede etkisini
göstermiş, İbn Tûmert, kısa zaman sonra bölgenin her yerinde tanınan ve konuşulan
kişi olmuş, daveti hızlı bir şekilde yayılmıştır. O, Merrakeş’ten ayrıldıktan sonraki
dönemde Murâbıtlara karşı muhalefetini daha açık bir şekilde ortaya koymuş ve artık
halkı açıktan kendi yanında olmaya, Murâbıtlara karşı muhalefete çağırmıştır131.
İbn Tûmert, bölgeye yerleşince, ilk iş olarak burada bir mescit yaptırmıştır.
Burasını hem toplantı yeri olarak, hem ibadet ve hem de ders okutmak için
kullanmıştır. Bölgedeki Berberîce konuşan halka Berberîce dersler ve vaazlar vermiş
ve bazı kitaplarını Berberîce de yazmıştır132. Bölgedeki nüfuzlu kişileri yanına alarak
onları eğitmiş ve onlara çeşitli görevler vermiştir. Onun bu çalışmaları olumlu
sonuçlar vermiş ve bölge halkı onun davetine katılmak ve ona destek olmak
konusunda adeta yarışmışlardır133. O eğitim ve propaganda çalışmalarının daha
sağlıklı yürümesi için derslerine katılanları organize etmiş, her on kişinin başına bir
öğrencisini tayin etmiştir134.
İbn Tûmert Herğa’da Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret sonrasında
yaptığı gibi, bölgeye dışardan gelenlerle bölge halkını kardeşleştirmiş, dışardan
gelenlere ‘Sâbikûn’ ve ‘Muhâcirûn’, onlara destek olan yerli halka da ‘Ensar’
demiştir135.
İbn Tûmert’in bölge halkına yönelik olarak yaptığı çalışmaları Merrakuşî
özetle şöyle ifade etmiştir: ‘İbn Tûmert onların güvenini tam olarak kazanınca,
önce sadece kendisiyle birlikte, iyiliği emretmeye ve kötülükleri nehy etmeye
katılmalarını istemiş, kan dökmeyi yasaklamıştır. Daha sonra onlardan, akıllı
olanlarından eğittiği bazı kişileri kabile başkanlarına göndererek, onların kendi
davetine katılmalarını sağlamaya çalışmıştır136’. İbnu’l-Esîr ise, İbn Tûmert’in
bölge insanlarından ileri gelenleri toplayarak onlara Allah’ın günlerini hatırlattığını 131 İbn Haldun, el-İber, VI, 227, 228. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, XII, 186. 132 Merrakuşî, 187. 133 Beyzak, 71-73; İbn Kattan, 78; İbnu’l-Esîr, X, 454; İbn Hallikan, IV, 142; Zehebî, Siyer, XIX, 544, 545; Subkî, III, 74; İbn Haldun, el-İber, VI, 227, 228; İbnu’l-İmâd, IV, 71; Kayravânî, 136; Mahmud Makdîş, Nüzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tavârih ve’l-Ahbâr, I, 457, Yay. Ali Zevârî, Muhammed Mahfûz, Beyrut, 1988. 134 İbn Kattan, 81; İbn Haldun, el-İber, VI, 228. 135 Beyzak, 37-39; Kur’ân-ı Kerim, Tevbe (9)/100. Bu kardeşleştirmede İbn Tûmert, Abdulmümin ile kardeşleşmiştir. Züneyber, İbn Tûmert’in Rasulullah (sav) dönemindeki İslâmî kavramları kullanmasına dikkat çekmiştir. Bkz. Züneyber, 128. 136 Merrakuşî, 187.
33
ve İslâm’ın temel ilkelerini anlattığını belirtmiştir. Devleti idare edenlerin Hak
yoldan saptığı ve batıla uydukları için, onlara itaat etmek gerekmediğini, aksine
onlarla savaşarak içinde bulundukları kötü durumdan kurtarmakla yükümlü
olduklarını savunmuştur137. O, ülkedeki bütün kötülüklerin kaynağı olarak devleti,
Murâbıtlar iktidarını göstermiştir. Murâbıtları, akîdelerinin bozuk ve şirke bulaşmış
olduğu, onları inançları konusunda samimiyetsiz ve Allah hakkındaki tecsim ve
teşbih anlayışlarından dolayı eleştirmiştir. İbn Tûmert, bu konulardaki ayetleri
sıralamış, onları, ‘İş başına geçince ekini ve nesli yok eden138’ sapıklar olarak
nitelendirmiştir. O, Murâbıtların, insanların mallarını haksız yere yediklerini,
ülkeyi harap, halkı perişan ettiklerini, haksızlığı mubah görüp, âciz ve yetimlerin
mallarına el koyduklarını ilân etmiştir. Onların devlet adına haram yoldan ve halkı
aldatarak para toplayıp sonra da bu paraları israf ederek harcadıklarını
söylemiştir139.
İbn Tûmert, tüm bu eleştiri ve davetini her yerde seslendirmekten geri
durmamıştır. O, bölgede hemen her yere hem öğrencilerini göndererek ve hem de
kendisi dolaşarak propagandasını sürdürmüştür. Halka yaptığı konuşmalarında Hak
ve Batıl ehlinin özelliklerini anlatan çok sayıda ayet ve hadis okumuş ve bunları
yorumlamıştır140. Böylece düşman ilan ettiği Murâbıtların Hak’tan uzak, batıl ehli
olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İbn Tûmert, bu faaliyetleriyle bir taraftan tabilerini
psikolojik olarak desteklemiş ve diğer taraftan onlardan mehdî olarak biat alıp141
kendisini kesin itaat makamına yerleştirmiştir.
İbn Tûmert, siyasî olarak taklidi bırakıp asıllara dönmeyi, dinî olarak da
iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı esas alan bir yol izlemiştir. Bu iki yolla
Murâbıtların dinî ve siyasî yapılarına hücum etmiştir142. Onun ortaya koyduğu
sistem, Tevhîd, Teşrî’ ve Ahlâk olmak üzere üç temel esas üzerine kurulmuştur143. O,
zekası ve izlediği siyasetle sıradan bir kişi olmadığını ortaya koymuş ve
137 İbnu’l-Esîr, X, 453; Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 228; Çelebi, Ahmet, Mevsuatu’t-Tarihi’l-İslâmî ve Hadâratu’l-İslâmiyye, IV, 150, Kâhire, 1983. 138 Kur’ân-ı Kerim, Bakara (2)/204-206. 139 İbn Tûmert’in Murâbıtlara yönelik eleştirileri için bkz. Beyzak, 70-74; İbn Kattan, 94-100; Merrakuşî, 177, 255, 256; Özdemir, İbn Rüşd, 8; Adıgüzel, 74-76. 140 İbn Kattan, 100 vd. 141 İbn Kattan, 94-100; Merrakuşî, 189; Neccar, 119-121; Adıgüzel, 74-76. 142 Cabirî, 444. 143 Dâdâh, 136 vd.
34
çalışmalarıyla İslâm Tarihindeki eşine az rastlanan bir dinî-siyasî oluşumu
gerçekleştirerek tarihe geçmiştir144.
4-Muvahhidler Devleti’nin Kurulması
Muvahhidler Devleti’nin resmen kurulması, İbn Tûmert’in Ramazan
515/Kasım 1121’de Mehdî olarak biat almasıyla başlamıştır145. En genel anlamıyla
Allah tarafından kendisine doğru yol gösterilen kişi manasına gelen mehdî
sözcüğü, ıstılah olarak dünyanın haksızlıklarla dolduğu dönemlerde insanları bu
zor durumdan kurtaracak kişi anlamında kullanılmıştır146.
İbn Tûmert’in hayatı konusunda en çok ayrıntı veren kaynaklarımızdan biri
olan İbn Kattan, İbn Tûmert’in mehdîliğinin tarihini, mehdî olarak biat aldığı
515/1121 yılından çok öncelere kadar götürmektedir. Ona göre, İbn Tûmert daha
ülkesinden ayrılıp doğuya eğitim için giderken mehdî olarak gizlice biat almaya
başlamıştır. İbn Kattan, İbn Tûmert’in ülkesine dönüşünde de, 511/1118 yılı
Ramazan ayı sonlarında kendisini tanıtırken de Ben Muhammed b. Abdullah b.
Tûmert ve âhir zaman mehdîsiyim demiştir147.
Araştırmacılardan bazıları İbn Tumert’in mehdîlik düşüncesinin ne zaman
oluştuğu konusunda tahminler yürütmüşlerdir. Meselâ İnan, onun mehdîlik
düşüncesini baştan beri zihninde barındırdığını, ancak bunu şartların
144 Guneymî, II, 196, 197. 145 Bu konuda kaynaklarda 514, 515 ve 516 tarihleri verilmektedir. İbn Kattan İbn Tûmert’e açıktan biat tarihi olarak 514/1120, Beyzak, İbn Haldun, Zerkeşî ve İbnu’l-İmâd ise 515/1121 tahini vermişlerdir. Biz İbn Tûmert’in bölgeye gelmesinden yaklaşık bir yıl sonra Mehdî olarak biat almış olduğunun daha doğru olduğunu, bu tarihin de (İbn Ebî Zer ve Nâsirî’ye göre bölgeye gelişi: Şevval 514/Aralık 1120, Mehdî olarak biat alması: 15 Ramazan 515/28 Kasım 1121) 515/1121 yılı Ramazan ayında olduğunu kabul ediyoruz. Bkz. İbn Ebî Zer, 176; Nâsırî, II, 83. Beyzak da İbn Tûmert’in 514/1120’de Herğa’ya vardığını ve 515/1121’de de biat aldığını rivayet etmiştir. Bkz. Beyzak, 72, 73, 131. Bu konuda bilgi için bkz. İbn Kattan, 123; Zehebî, Siyer, XIX, 543; Hülelü’l-Mevşiyye, 107; İbn Haldun, el-İber, VI, 228; İbnu’l-İmâd, IV, 71; Zerkeşî, 4; Makdîş, I, 458; Neccar, 114, 115; İnan, I, 175; Bourouıba, 55; Halefullah, 76, 77; Adıgüzel, 67, 68. 146 Mehdilik hakkında daha geniş bilgi için Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, II, 171-179; İzmirli, İ. Hakkı, ‘Mehdî Meselesi’, Sebilü’r-Reşat, XII, Sayı, 285, 389-391; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, 116-136, Ankara, 1983; Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, Kadıyanilik Nedir?, Ter. Ahsen Batur, 155-158, 225-231, İstanbul, 1975; Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine, İstanbul, 1979; McDonald, D. B., ‘Mehdî’ İA, VII, 474-479; Hizmetli, Sabri, ‘İtikadî İslâm Mezheplerinin Doğuşu’ AÜİFD, XXVI, 668 vd., Ankara, 1983. 147 İbn Kattan, 62, 89. İbn Kattan, İbn Tûmert’in mehdîliğinin gerçekliğini ortaya koymak için çok büyük bir çaba göstermiş, hadislerdeki mehdî ile ilgili sıfatların tamamının İbn Tûmert’te bulunduğunu ispata çalışmıştır. Bkz. İbn Kattan, 101-122.
35
olgunlaşmasından sonra ortaya koyduğunu belirtmiştir148. Batılı araştırmacılardan J.
Brignon, İbn Tûmert’in mehdîlik fikrinin doğu seyahatinden döndüğü ilk
günlerindeki vaazlarından sonra ortaya çıkmış olabileceğini belirtirken, diğer bir
batılı araştırmacı Julien ise, İbn Tûmert’in başlangıçta iyi niyetli olarak insanları
doğru yola davet ettiğini, ancak çabalarının karşılığında sürekli darbe yediğini,
bunun sonucu olarak onda mehdîlik düşüncesinin ortaya çıktığını belirtmiştir149.
Julien’in ifade ettiği gibi, İbn Tûmert’in yediği darbelerin, çektiği sıkıntıların
ve İnan’ın dikkat çektiği üzere kendi kabilesi arasına gelmesinden sonraki
çalışmalarının, bu çalışmalardan aldığı olumlu desteğin ve taraftarlarının çok hızlı bir
şekilde artmış olmasının, onda mehdîlik düşüncesinin oluşmasını sağladığını
söyleyebiliriz. Onun mehdî olarak biat alması başarılı olmasına önemli bir katkı
sağlamıştır.
İbn Tûmert, biat almadan önce bir konuşma yaparak kendisinin beklenen
mehdî olduğunu belirtmiştir150. Onun bu konuşmasından sonra ilk önce kendisinden
sonra Muvahhidlerin halifesi olan Abdulmümin b. Ali olmak üzere, en yakın on
arkadaşı, daha sonra da diğer taraftarları ona mehdî olarak biat etmiştir151. Bu biat
olayı aynı zamanda safların netleşmesine, kimin kimden yana olduğunun ortaya
çıkmasına da vesile olmuş ve biat etmeyenler düşmanlardan sayılmıştır152.
Muvahhidler Devleti’nden bahseden bütün eserlerde, İbn Tûmert’in,
adamlarını değişik guruplar hâlinde teşkilâtlandırdığını belirttiklerini görürüz. Bu
gurupların başında, Onlar, Elliler ve Yetmişler olarak isimlendirilen meclisler
gelmektedir. Bu guruplar dışında Ehl-i Beyt/Ehlü’d-Dâr153 ve üyelerinin toplumsal
konumlarına göre düzenlediği; talebe154 ve askerler yanında, kabilelere göre
148 İnan, I, 176. 149 Brignon, J.,V, 342; Julien, 127. 150 İbn Kattan, 124, 125; Hülelü’l-Mevşiyye, 107. 151 Beyzak, 73; İbn Kattan, 125; Merrakuşî, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İbn Kesîr, XII, 186; İnan, I, 175; Yaltkaya, 45, 46. 152 İbn Haldun, el-İber, VI, 228; Zerkeşî, 4; Kalkaşandî, V, 191. 153 Beyzak, Onlar, Elliler ve Ehlü’d-Dâr’a mensup olan kişilerin isimlerini ve kabilelerini sıralamıştır. Bkz. Beyzak, 29, 32-35, 154 Talebe kelimesi, Muvahhidler literatüründe hem ders almakta olan ve hem de belirli bir bilgi seviyesine ulaşmış hoca/öğretici durumunda olan kimseler için kullanılmaktaydı. Bu kimseler Abdulmümin’in en önemli toplantılarına katılabilmekteydiler. İki türlü talebe vardı. Muvahhidlerin ana unsurlarını oluşturan kabilelere mensup olanlara, Talebetü’l-Muvahhidîn, diğer kabilelerden olanlara ise, Talebetü’l-Hadar (gelen, hazır olan talebe) denilmekteydi. Bkz. Merrakûşî, 342. Beyzak’ın rivayetine göre talebe, savaşmaktan muaf tutulmaktaydı. Bkz. Beyzak, 48. Onlar, İbn
36
belirlenmiş diğer guruplardan söz edilmektedir155. Nazmu’l-Ceman ve Hülelü’l-
Mevşiyye’de bu gurupların sayısı 13’e, Rakamu’l-Hulel’de ise 15’e kadar
çıkmaktadır. İbnu’l-Hatîb, İbn Tûmert’in tâbilerini bu şekilde teşkilatlandırmasını
garip olarak nitelemiş ve bu değişik grupları tek tek sıralamış ve görevlerini
anlatmıştır156.
Bu sınıflamaya göre Muvahhidlere bağlı küçük büyük herkes, mutlaka bir
grup içinde yer almıştır. Burada sayılan her sınıfın savaş ortamında ve normal
zamanlarda kendine göre görevleri bulunmakta ve ondan sorumlu tutulmaktaydı.
Kimse kimsenin yerine geçmezdi157. İbn Tûmert, bunlardan her birine verdiği farklı
görevlerle yönetim ve denetim işini daha rahat ve sistemli bir şekilde yürütmüştür158.
Bu guruplardan siyasi olarak en etkin olanları devletin idaresinden sorumlu olan
Onlar, Elliler ve Yetmişler meclisleridir.
Onlar Meclisi159, İbn Tûmert’e en yakın olanlar ve sürekli yanında bulunup
birlikte karar verdiği kişilerden oluşmaktaydı. Modern tanımlamayla bu meclisin
üyelerinin görev ve önemini düşünerek İbn Tûmert’in bakanlar kurulu olarak kabul
edebiliriz. Bu kişiler, onun davasına ilk gönül verenler (sâbikûn), arkadaşlarının en
değerlileri ve en güvenilir olanlarıydı. (eşrefü ashâbihi ve ehlü’s-sigatihi)160
Tûmert’in düşüncesini insanlara ulaştırma görevini yürütmüşler, Abdulmümin döneminde aynı zamanda devlet işlerinin yürütülmesinde, idarî görevler onlara verilmiştir. 155 Bu guruplardan en fazla söz edilenlerin, Talebe, Huffaz, (genç öğrenciler), Ehlü’d-Dâr (ev halkı), Cund (sürekli askerler) olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Bkz. İbn Kattan, 82; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; Dâdâh, 144; Musa, 97 vd; Guneymî, II, 197, 198. A. Urvî, Huffâz kelimesi ile ifade edilen gurubu İbn Tûmert’in tebliğ etmekte olduğu siyâsî ve askerî yapının koruyucuları olarak yorumlamıştır. Bkz. Urvî, Abdullah, Mechul Târihu’l-Mağrib, 152, Beyrut, 1994. Bu yorum tarihi rivayetlere bağlı bilgilerden çok, kelimenin sözcük anlamından yola çıkılarak yapılmıştır. 156 İbn Kattan, 82; Nuveyrî, XXIV, 287; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197, 198; Halefullah, 80. 157 Beyzak, 29; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; İnan, I, 174, Julian, 132-135. 158 Bourouıba, 77, 78; Neccar, 117. 159 Beyzak, Onlar Meclisi ile ilgili on iki isim vermiştir. Bunlar: 1-Abdulmümin b. Ali, 2- Ebû Hafs Ömer b. Ali Sanhâcî, 3- Ebu’r-Rebî Süleyman Ahadrî (İbn Mahlûf), 4-Ebû İbrahim İsmail b. Hazrecî, 5-Ebû İmran Musa b. Temârî, 6- Ebû Yahya Ebû Bekir b. Yecît (Yekît) 7-Ebû Abdullah Muhammed b. Süleyman, 8-Abdullah b. Yuğlî Zenâtî (İbn Melviyye) 9-Ebû Muhammed Abdullah b. Muhsin Venşereşî (Beşir), 10- Ebû Hafs Ömer b. Yahya Hintâtî, 11-Ebû Musa İsa b. Musa Sevdî, 12-Ebû Muhammed Abdulaziz Gaygâyî, idi. Bkz. Beyzak, 32, 33. Diğer kaynaklarda ise, bu meclisin üyeleri olarak on isim zikredilir. Bu isimler üzerinde tam bir ittifak yoktur. İzzeddin Ömer Mûsa, bu konuda kaynaklarda verilen isimleri karşılaştırmalı bir tablo ile göstermiştir. Bkz. Mûsa, 306, 307. Bu meclis ile ilgili bkz. İbn Kattan, 125; Merrakuşî, 337, 338; Hülelü’l-Mevşiyye, 79; İbn Ebî Zer, 113; İbn Haldun, el-İber, 228; Zerkeşî, 4; Hüseyin Mu’nis, Vesâiku’s-Siyasiyye, 207-210; İnan, I, 174; Adıgüzel, 71. 160 Merrakuşî, 188; Nuveyrî, XXIV, 287. İbnu’l-Hatib bu meclis’in görevinin karşılıklı görüşme ve danışma (istişâre) olduğunu belirtmiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197.
37
İbn Tûmert’in ikinci meclisi ise Elliler Meclisi idi. Elliler Meclisi’nde
genellikle Sûs bölgesinde bulunan değişik kabilelerin ileri gelen önemli kişileri yer
almakla birlikte161, daha uzak yerlerden gelerek Muvahhidlere katılan kişiler de
bulunmaktaydı. Meselâ Merrakeş çevresindeki kabilelerden bu meclise katılanlar
vardı162. İbn Kattan, Onlar Meclisi’nde yer alanlara İbn Tûmert’in vezirleri derken,
Elliler Meclisi’nde bulunanlara ise İbn Tûmert’in danışmanları demektedir (eshâbu
meşveretihi). Bu meclis ona göre İbn Tûmert’in danışma/istişâre meclisiydi163.
İbn Tûmert’in bir başka meclisi de Yetmişler Meclisi’dir. Ancak ne Beyzak
ne de İbn Kattan bu mecliste bulunanlar hakkında bilgi vermemektedir. Nuveyrî ise
bu meclisin rütbe bakımından ilk iki meclisin altında bir konuma sahip olduğunu
belirtmiştir. Bölgedeki ileri gelen alimler ve devletin kurulmasında yararlılık
göstermiş olan bölge halkından bazı kimseler bu mecliste yer almışlardır164.
Bu üç meclis dışında bir de İbn Tûmert’in ev halkı (ehlu’d-dâr) denilen ve
imamın en yakınında bulunan kimseler vardı. Bu kişiler gece gündüz İbn Tûmert’in
yanına girip çıkabilmekteydiler165.
İbn Tûmert, kendisini destekleyen halkı bu şekilde teşkilatlandırarak kendi
döneminde halkın en iyi şekilde organize olmasını sağlamıştır. O, siyaset
geleneğinden gelen bir kişi olmadığı halde, halkını bu şekilde ustaca
teşkilatlandırmıştır. Bu teşkilatlar onun başarıya ulaşmasında önemli rol oynamış
olmalıdır. O bölgesel şartların da yardımıyla kısa bir sürede Sûs bölgesinde
hâkimiyet kurmaya başlamış ve devletinin temellerini atmıştır.
Bu ilk dönemlerde İbn Tûmert’in faaliyetlerinden biri de, Murâbıtlara bağlı
bölgelerdeki yetkililere ve devlet başkanına mektuplar göndererek, onları kendi
161 Merrakuşî, 188; Nuveyrî, XXIV, 287. 162 Beyzak, 33-35; İbn Kattan, 83-87. 163 İbn Kattan, 124; Züneyber, 127. 164 İbn Kattan, 154; Nuveyrî, XXIV, 287; Altundağ, ‘Muvahhidler’, VIII, 771. 165 Beyzak, 29; İnan, I, 174. M. V. Dâdâh, İbn Tûmert’in ‘Ehlü’d-Dâr’ını, ona ilk tabi olan ve yine Muvahhidler arasından ihlaslarına bakılarak seçilen kişiler olarak yorumlamıştır. Ona göre Abdulmümin ve Beşir gibi şahsiyetler bu guruptan sayılmaktadır. Bkz. Dâdâh, 144. Ancak Beyzak’ın verdiği Ehlu’d-Dâr listesinde on dokuz isim bulunmakta, bunlar içinde Abdulmümin ve Beşir’in adı bulunmamaktadır. Bu listede verilenlere bakınca, bunların hemen tamamının Sûs bölgesinden olduğu anlaşılmaktadır. Bu isimler, İbn Tûmert’in yakın akraba ve diğer hemşerilerinden ona sadakatle destek veren ve onun her türlü hizmetine koşan kişiler olduklarını düşünebiliriz.
38
isteklerini kabul etmeye (hak yola) davet etmesidir166. İbn Tûmert, özellikle Ali b.
Yusuf’a gönderdiği davet mektubuna olumlu cevap alamamış olduğu ortadadır. Bu
da Murâbıtlarla savaşmak için önemli nedenlerden biri sayılmış olmalıdır. Böylece,
savaşın siyasî, aklî ve psikolojik hazırlığı tamamlanmış ve Murâbıtlar Devleti ile
silahlı mücadele aşamasına gelinmiştir.
Bu aşamadan sonra Murâbıtlarla Muvahhidlere bağlı güçler çatışmalara
başlamışlardır. Bu iki güç arasındaki ilk çatışma, Herğa bölgesinde gerçekleşmiştir.
İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat almasından kısa zaman sonra 515 yılı sonunda
(1122) gerçekleşmiş olan bu ilk çatışmada -İbn Kattan’ın belirttiğine göre- 35 kişi
ölmüş ve çatışma Muvahhidlerin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu çatışma ile Muvahhidler
çeşitli ganimetler elde etmişlerdir167. Muvahhidlerin düzenli bir güçle Murâbıtların
karşılarına çıkıp çatışmalara başlamaları, kendilerine ait bağımsız hareket ettikleri
bölgeler oluşturmaya başladıklarını, askerleriyle, başkanlarıyla ve kendilerine has
kurallarıyla yeni bir yapı ortaya koyduklarını göstermektedir.
Silahlı çatışmaların başlamasından sonra, Murâbıtlar’ın Muvahhidler
hareketine karşı ilk ciddî girişimleri ise, 516/1122 yılı başlarında gerçekleşmiştir. Ali
b. Yusuf’un Muvahhidlere karşı çıkardığı askerî birlik, İbn Tûmert’in mehdî olarak
biat aldığı ve merkez olarak kullandığı İcîlîz’e kadar gelmiştir. İbn Tûmert, daha
önceden bulunduğu yeri surlarla ve hendeklerle tahkim ederek düşmanı karşılamak
için hazırlıklar yapmıştır168. Bu savaş öncesinde İbn Tûmert, askerlerine zafer vaad
eden bir konuşma yapmıştır169. Savaş yapılmış, İbn Tûmert’in zafer vaadi
gerçekleşmiş, savaştan sonra askerlerinin ve halkın İbn Tûmert’e olan güvenleri daha
da artmıştır. Bu zafer haberi kısa sürede ülkenin her yanına yayılmış ve bölgedeki
bütün Musâmide kabileleri, akın akın gelip İbn Tûmert’e katılmaya başlamışlardır170.
Daha sonra Muvahhidler ordusu, yakın çevrelerindeki yerleşim yerlerine karşı
seferler düzenlemeye başlamışlardır. İbn Tûmert, askerî harekâtların bir kısmını
bizzat idare ederken, bir kısmını Onlar Meclisi’nden Abdulmümin ve Beşir
166 Beyzak, 11-13; Hammâde, Vesâiku’s-Siyasiyye, 336, 337; Halefullah, 85. 167 İbn Kattan, 129, 130. 168 İbn Kattan, 130; İbn Ebî Zer, 178. 169 Hammâde, 336. 170 İbn Kattan, 130, 131.
39
komutasında gerçekleştirmiştir171. Beyzak, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat
almasından sonra yaptığı dokuz savaştan bahsetmiştir172.
Muvahhidler, İbn Tûmert’in biat aldığı 515/1121 yılından, 518/1124 yılına
kadar üç yıl boyunca merkez olarak İcîlîz’i kullanmıştır. Daha sonra aşağı yukarı
Merrakeş’e yarı yarıya daha yakın bir mesafede yer alan, ancak coğrafî özelliğinden
dolayı ulaşılması çok daha zor, sarp bir yerde bulunan Tinmellel’e geçmişlerdir173.
Muvahhidlerin Merrakeş’e saldırmalarından iki yıl kadar önce 522/1128’de
Murâbıtlar Merrakeş’i daha güvenli hale getirmek için şehir çevresine sur inşâ
ettirmişlerdir174. Bu durum Murâbıtların Muvahhidler Harekâtını ciddi bir tehlike
olarak görmeye başladıklarını ve karşı saldırılar beklentisiyle tedbirler aldıklarını
göstermektedir. Nitekim İbn Ebî Zer, Muvahhidlerin 517/1123’lerde otuz bin kişilik
bir orduyla Merrakeş yakınlarındaki Ağmat’a kadar geldiklerini ve burada
Murâbıtları hezimete uğrattıklarını rivayet etmektedir175. Merrakeş surlarının
yapılmış olması, 524/1130’daki Buheyra savaşında176 Muvahhidlerin şehri kırk gün
boyunca kuşatmalarına rağmen mağlup olup geri dönmelerine ve 541/1147’de şehri
almak için kuşatma altında tutan Muvahhidlere karşı Murâbıtların en zayıf
zamanlarında bile on bir ay dayanmalarını sağlamıştır.
Buheyra savaşında alınan ağır yenilgi haberi Tinmellel’de hasta yatmakta
olan İbn Tûmert’e bir haberci -er-Rakkas- ile çok hızlı bir şekilde ulaştırılmıştır177.
İbn Tûmert bu haberi alınca ilk olarak Abdulmümin’in hayatta olup-olmadığını
171 Beyzak, 74-78; İbnu’l-Esîr, X, 457; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 172 Beyzak,74-78. 173 İbn Kattan, 133-135; Zehebî, Siyer, XIX, 545. 174 İbn İzârî, I, 447. Zerkeşî, Ali b. Yusuf’un Merrakeş surlarını yaptırmasıyla ilgili olarak 520 tarihini vermiştir. Bu tarih, surların yapılmaya başlanma tarihi olarak düşünülebilir. Bkz. Zerkeşî, 5. 175 İbn Ebî Zer, 178. 176 Buheyra savaşı, İbn Tûmert’in sağlığında Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı giriştikleri en kapsamlı savaştır. İbn Tûmert, Buheyra Savaşı’nda kırk bin kişilik bir ordu çıkarmıştır. Bu ordu Murâbıtların başkenti Merrakeş’i günlerce kuşatma altında tutmuş, Murâbıtlara yardım için gelen Sicilmâse askerlerinin desteği ile kuşatma kırılmış ve Muvahhidler ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Bu savaşta Muvahhidler bozguna uğramışlar, çok ağır kayıplar vermişler, ancak Abdulmümin’in çabalarıyla ordu toparlanarak geri çekilmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Beyzak, 79, 80; İbn Kattan, 156-158; Merrakuşî, 196, 197; İbn Ebî Zer, 179; Hülelü’l-Mevşiyye, 114; Nuveyrî, XXIV, 287, 288; İbn Haldun, el-İber, VI, 228, 229; Zerkeşî, 4; İbnu’l-Verdî, II, 44; İnan, I, 185-189; Adıgüzel, 81-84. İbn Kattan, Buheyra savaşının 2 Cemaziyelevvel 524’te olduğunu belirtmiştir. Bkz. İbn Kattan, 161. Diğer kaynaklarda ise sadece bu savaşın 524/1130 yılında olduğu rivayet edilmiştir. 177 Beyzak, 81. Zerkeşî, bu savaş sonrasında Mehdî’nin Merrakeş’ten hareket ettiğini söyleyerek savaşa Mehdî’nin de katıldığını çağrıştıracak bir cümle kullanmıştır. Ancak bu ifade diğer kaynaklarla uyuşmamaktadır. Bkz. Zerkeşî, 4.
40
sormuş, onun yaşamakta olduğu öğrenince de, meâlen Önemli değil, bereket
kalanlardadır. Davamız devam edecektir demiştir178. İbn Tûmert bu olaydan sonra
çok fazla yaşamamış, aynı yıl içinde, bu savaştan dört ay sonra, 14 Ramazan 524/21
Ağustos 1130’da vefat etmiştir179.
Bazı tarihçiler İbn Tûmert’in hiçbir yeri fethetmediğini, sadece plânlama ve
görevlendirmeleri yaptığını, fetihleri ise tamamen komutanları Beşir ve
Abdulmümin’in gerçekleştirdiğini söylemişlerdir180. Beyzak ve İbn Kattan ise bu
rivayetlerin aksine, İbn Tûmert’in savaşlarda bizzat yer aldığını belirtmişlerdir181.
Abdulmümin, İbn Tûmert ile birlikte bulunduğu on üç yıla yakın bir
dönemde, hem ilmî, hem de siyasî yönden belli bir olgunluğa ulaşmıştır. O, İbn
Tûmert’in halkından biat almış bir lider olarak bulunduğu, 515-524/1121-1130 yılları
arasındaki dokuz yıllık dönemde, İbn Tûmert’e en yakın kişi olarak, sürekli ön
planda bulunmuştur. Bu dönem Abdulmümin’in iyi bir devlet başkanı olarak
yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yani, İbn Tûmert’in hayatta olduğu bu
dönem, Abdulmümin’in halifeliği/başkanlığı için hazırlık aşaması olmuştur.
178 Beyzak, 81; İbn Kattan, 163; Merrakuşî, 192; İbnu’l-Esîr, X, 458; İbn Hallikan, IV, 144; İbnu’l-Verdî, II, 44; Halefullah, 90, 91. 179 İbn Tûmert’in 524 yılı Ramazan ayında öldüğü konusunda kaynaklarımızda herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak Ramazan ayının hangi gününde öldüğü konusu ihtilaflıdır. Bu konuda kaynaklarda 13, 14, 25 Ramazan gibi tarihler verilmektedir. Biz burada Beyzak’ın verdiği tarihi esas aldık. Bu konuda verilen tarihler için Bkz. Beyzak, 83; Merrakuşî, 194; İbn Kattan, 170, 171; İbn Ebî Zer, 179-181; Nuveyrî, XXIV, 289; İbn Haldun, el-İber, VI, 189; Nâsırî, I, 187; Makdîş, I, 460; İnan, I, 191; Neccar, 128,129; Provençal, Hadâratu’l-Arabiyye, 195; Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 426; Adıgüzel, 84. 180 İbn Hallikan, IV, 145-146; Zehebî, Siyer, XIX, 551. 181 Beyzak, 74-78; İbn Kattan, 135-139.
BİRİNCİ BÖLÜM
ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE
MURABITLAR DEVLETİNE SON VERMESİ
A-ABDULMUMİN B. ALİ’NİN KİMLİĞİ, EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ
Abdulmümin’in İbn Tûmert ile bu karşılaşmadan önceki hayatına dair bilgiler
son derece sınırlıdır. Bu konuda aşağı yukarı nesebi, ailesi, doğumu gibi konular
dışında bilgi bulunmamaktadır. Gerçi tarihte geleneksel olarak iktidara mensup
olmayan kişilerin meşhur olmalarından önceki hayatları hakkında çok net bilgi sahibi
olmak imkansız gibidir. Dolayısıyla böyle kişilerin meşhur hale gelmelerinden
önceki hayatlarıyla ilgili bilgiler çok sınırlıdır. Bu konudaki bilgiler ya kendi
anlatımlarından, ya da ne kadar güvenilir olduğu bilinmeyen ve çoğu zaman efsanevî
nitelikteki rivayetlerden ibaret kalmaktadır. Bu durumda onların meşhur
olmalarından önceki hayatlarının o dönemdeki genel yaşam tarzı çerçevesinde
geçtiğini söylemek daha uygun olacaktır. Ancak bu devlet adamlarının kendi
dönemindeki binlerce insan arasından sivrilip çıktıklarını da göz önünde
bulundurmamız gerekir. Yani bu şahsiyetlerin kendi şartlarını zorlayan ve aşan,
çağdaşlarıyla aynı şartlarda yaşadıkları halde, çevresindeki insanların önüne geçen
lider kişiler olduklarını kabul etmek gerekir. Tarihte Abdulmümin gibi eşine sık
rastlanmayan devlet adamları, yetenekleri ve cesaretleriyle, ne yapacaklarına karar
verebilen ve en iyi sonuçları alabilen, dönemlerinin en seçkin insanlarıdır.
Abdulmümin b. Ali’yi tanıtmaya çalışacağımız bu bölümde, öncelikle onun
doğum yeri, doğum tarihi, ailesi, nesebi üzerinde duracağız. Bunun yanında, onun
şahsiyetinin oluşmasına önemli katkı sağlayan İbn Tûmert ile geçen dönemini ele
alarak onun eğitimi ve yetişmesini incelemeye çalışacağız.
Muvahhidler ya da Abdulmümin denilince ilk akla gelen kişi, İbn Tûmert’tir.
Abdulmümin, İbn Tûmert’in siyâsî mücadelesinin her aşamasında onun yanında yer
almıştır. İbn Tûmert ve Abdulmümin arasında hoca-öğrenci ilişkisi şeklinde başlayan
birliktelik, zamanla iki samimi arkadaş ilişkisine dönüşmüş ve Abdulmümin, İbn
Tûmert’in yetiştirdiği en önemli şahsiyet olmuştur. Bundan dolayı da İbn Tûmert’in
43
siyâsî mirasçısı o olmuş ve bu mirası da en iyi şekilde değerlendirmiştir. Aslında o,
İbn Tûmert ile hayata hazırlanmış, hayatın zorluklarını İbn Tûmert ile yaşamış ve
böylece belli bir olgunluğa ve tecrübeye kavuşmuş bir şahsiyettir. Çalışmamızın giriş
bölümünde yer alan İbn Tûmert ile ilgili kısım, aynı zamanda Abdulmümin’in
yetişme aşamaları olarak da kabul edilmelidir.
Tarihte önemli bir başarıya imza atmış olan Abdulmümin’in, İbn Tûmert ile
karşılaştığı andan itibaren hayatının yönü değişmiş, yepyeni bir kişilik kazanmıştır.
Aslında Abdulmümin’i tarihte bulunduğu konuma, yani bizim inceleme konusu
yapmamızı sağlayan konuma getiren İbn Tûmert ile tanışmasıyla başlayan hayatıdır.
O, asıl bu tanışmadan sonra şahsiyetini bulmuş ve hedeflerini çizmiş, İbn Tûmert’in
ölümünden sonra da, hayatının sonuna kadar bu hedefleri gerçekleştirmek için
çalışmıştır. Şimdi Abdulmümin’in kimliğini daha yakından tanımaya çalışalım.
1-Doğum Yeri ve Tarihi
Abddulmümin b. Ali el-Kûmî, Tlemsan’da1, sahile üç km. kadar uzaklıkta
bulunan, Tacrâ (Tacert, Tâcere veya Acar) köyünde yaşayan küçük bir kabile olan
Kumya’ya mensuptur. Abdulmümin Tacrâ’da doğmuştur2. Tacrâ, şu anda Cezâyir
sınırları içinde yer alan sahilde, Vehran (Oran) ile Tlemsan arasında, Tlemsan’ın
kuzeyinde Henîn Limanı yakınlarında bir yerleşim yeridir. O dönemde burada
1 Tlemsan, Cezâyir’in batısında Fas sınırına yakın bir bölgede yer almaktadır. İdrîsî’nin anlattığına göre bu şehir, sağlam surlarla çevriliydi ve içinden Sahratân dağından gelen bir ırmak akmakta, vadilerinde çok sayıda sulak çiftlik bulunmaktaydı. Buralarda her türlü meyve ve besili hayvan çok ucuz şekilde satılmaktaydı. Tlemsan’dan Fas, Tadlâ, Ağmât, Der’a Vadisi ve Sicilmâse’ye doğru uzanan bir kervan yolu vardı. Tlemsân, Mağrib’in kilidi durumundaydı. Tlemsân ve çevredeki diğer yerler hakkında bilgi veren İdrîsî, bölgede bereket fışkırdığını, her türlü meyve ve ekin yetiştiğini, dağlarında madenler, ormanlar ve çok değişik bitkinin bulunduğunu, ticarî hayatın canlı bir şekilde devam ettiğini, Cuma günleri şehirde pazarlar kurulduğunu belirtmiştir. Bkz. İdrîsî, Şerîf, Kitâbu Nüzhetü’l-Müştâk fî İhtirâki’l-Afâk, 82-84 vd., Leyden, 1863. 2 Beyzak, 55; Merrakûşî, 197; İbnu’l-Esîr, XII, 186; İbn Hallikan, I, 404; Nuveyrî, XXIV, 278, 279; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 253; Zehebî, Siyer, XIX, 487; Hülelü’l-Mevşiyye,184;Özaydın, Abdulkerim, ‘Abdülmü’min el-Kûmî’, DİA, I, 274; Hamdî, Abdulkerim Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-Asri’l-Murâbitîn, 89, İskenderiyye, 1986; Hayreddin Zirikli, A’lâm, Kamûsu’t-Terâcim, IV, 319, Kâhire, 1954-1959; Harekât, İbrahim, Mağrib Abre’t-Tarih, I, 260, Darulbeydâ, 1984.
Tlemsan’ın kuzeyinde, sahilde yer alan Tacrâ, Abdulmümin’in bölgeyi ele geçirmesinden sonra, 540 yılında surlarla çevrilmiş, cami ve saray yaptırılmış, sonuç olarak burası bir köy olmaktan çıkarılmıştır. Bkz. İbn Ebî Zer, 189.
44
zeytinlikler, çok çeşitli meyveler, ekin tarlaları ve dağlarında çeşitli bitkiler ve
ormanlar bulunmaktaydı3.
Abdulmümin Berberî Kumya4 kabilesine nisbet edilerek, kendisine Kûmî
denilmiştir. Bu kabile Abdulmümin’in annesinin kabilesidir. Kaynaklarda verilen
rivayetlere göre o, Kays Aylan Kennûne ile başlayan ve Kureyş’e kadar ulaşan bir
soy kütüğüne sahiptir. Beyzak’a göre Abdulmümin’in annesinin soyu da Kennûne’de
Abdulmümin’in soyu ile birleşmektedir. Yani Beyzak, Abdulmümin’in, hem babası
ve hem de annesi kanalıyla Kureyş’e dayanan bir soy kütüğüne sahip olduğunu
rivayet etmektedir5.
Kaynaklarda Abdulmümin’in doğum tarihi olarak çeşitli tarihler verilmiştir.
Merrakûşî, Zehebî ve Safâdî Abdulmümin’in Yusuf b. Taşfin döneminde, 487 yılı
sonlarında (m. 1094) doğduğunu rivayet etmişlerdir6. İnan, Harekât, Ebû’n-Nasır ve
Abdulkerim Özaydın gibi araştırmacılar da, Abdulmümin’in doğum tarihini
487/1094 olarak kabul etmişlerdir7. İbn Hallikan iki ayrı tarih vererek,
Abdulmümin’in 490/1097 veya 500/1107 yılında doğduğunu rivayet etmiştir8. İbnu
Sâhibussalat, İbn Kattan, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer ise Abdulmümin’in 558/1163’de
3 İdrîsî, 80 vd. 4 Kumya kelimesi, Kumîya veya Kûme şeklinde de okunmuştur. Kûmya, bir Berberî kabilesidir. Berberîler ise Merrakûşî’ye göre Nuh’un oğlu Ham’ın torunlarıdır. Berberîler iki büyük kola ayrılmaktadır. Bunlar; Berânis ve Betr kollarıdır. Kumya, Betr kolunun, Matmata Berberîlerine bağlı bir kabiledir ve kendi içinde üç ana kola ayrılmaktadır. Bunlar Nedrûme, Sağğara ve Benû Yelûl’dur. Bunların da her birinin alt kolları vardır. Kumya kabilesi Orta Mağrib’te Tlemsan ve Erişkûl bölgesinde yaşayan en mühim Berberî kabilesiydi. Bu kabile, Abdulmümin’in halifeliği dönemiyle birlikte Muvahhidlerin önemli kabilelerinden biri haline gelmiştir. Kumya, daha önce siyâsî liderlik yapmış bir kabile değil, çiftçilik, koyun çobanlığı ve ticaretle iştigal eden bir kabileydi. Bu kabile Abdulmümin sayesinde liderliğe yüksemiş ve Mağrib’in en önemli kabilesi olmuştur. Bkz. Merrakûşî, 339, 349; İbn Haldun, el-İber, VI, 126; Abdulhadî Tâzî, el-Mennü bi’l-İmâme, 174, 1. dipnot; Basset, ‘Kumiye (Kumiya)’, İA, VI, 985, 986. 5 Beyzak, 21-23. Abdulmümin’in soyu ile ilgili benzer rivayetler için bkz. Merrakûşî, 197; İbnu Ebî Zer, 183; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; Nâsırî, 89; Makdîş, I, 462. Merrakûşî’nin belirttiğine göre Abdulmümin, ‘Ben Kumya’dan değilim. Biz aslında Kays Îlân b. Mudar b. Nizar b. Ma’d b. Adnan’danız. Ancak ben onlar arasında doğdum. Onların benim üzerimde hakları var. Kumya bizim dayılarımız olur’ demiştir. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Abdulmümin’in annesi Kumya’ya, babası ise Kays Aylân’a nisbet edilmiştir. Bkz. Merrakuşî, 197. 6 Merrakûşî, 197; Zehebî, Siyer, XIX, 366; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; Safâdî, Selahaddin Halil b. Ebik, Kitâbu’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, Beyrut, 1993, XIX, 233; Hamdî, 89. 7 İnan, I, 224; Harekât, I, 260; Jamil, 107; Özaydın, ‘Abdülmü’min’, DİA, I, 274; Ayrıca bkz. Hamdî, 89; Zirikli, IV, 319. İnan, Abdulmümin’in doğum tarihini 487 olarak verdiği halde, onun İbn Tûmert ile 512 yılı başlarında karşılaştığını ve o zamanlar yirmi yaşlarında bir genç olduğunu ifade ederek kendisiyle çelişkiye düşer. Bkz. İnan, I, 224. 8 İbn Hallikan, I, 404.
45
öldüğünde, yaşının 63 veya 64 olduğunu belirtirler. Bu tarihçilere göre
Abdulmümin’in doğumu, 495 veya 496/1102-1103 yıllarına tekabül etmektedir9.
Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşması 511 ya da 512 yılında
gerçekleşmiştir. Bu karşılaşma hemen bütün kaynaklarımıza göre, Abdulmümin’in
ilim öğrenmek için amcası refakatinde seyahate çıktığı bir dönemde, seyahat
güzergahında gerçekleşmiştir. Abdulmümin’in doğum tarihini 487/1094 olarak kabul
ettiğimizde, onun ilim öğrenmek için seyahate çıktığında 25 yaşlarında olduğunu
söylemiş oluyoruz. Bu yaş ise tarım toplumunda ilim öğrenmek amacıyla seyahate
çıkmak için hayli ileri bir yaş olmalıdır. Yine bu yaştaki bir kimsenin başkalarının
refakatinde hareket ettiğini düşünmek gerçekliğe pek uygun olmaz. Oysa
Abdulmümin’in doğum tarihini 495-496/1102-1103 yılı olduğunu söylediğimizde,
bu karşılaşma esnasında onu 17-18 yaşlarında bir genç olarak kabul etmiş oluyoruz.
Bu yaş bir kimsenin hayatının gelecek dönemi için karar verebilmesi ve yeni tanıştığı
bir kimsenin arkasından gittiğini kabul etmek için 25 yaşından daha uygun bir yaştır.
Çünkü 25 yaşına gelmiş bir kimse genellikle, hayatıyla ilgili kararlarını vermiş olur.
Dolayısıyla Abdulmümin’in doğum tarihi ile ilgili olarak, İbnu Sâhibussalat ve
onunla aynı tarihi veren İbn Kattan, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer’in rivayet ettiği 494-
495/1100-1101 tarihleri gerçeğe daha uygun olmalıdır. Aynı zamanda bu
kaynaklardan İbnu Sâhibussalat ve İbn Kattan Muvahhidler tarihi için diğerlerine
göre daha öncelikli kaynaklardır10.
2-Ailesi ve Nesebi
Kaynaklarda genellikle Abdulmümin b. Ali’nin babasından orta halli,
topraktan çanak çömlek yapıp satan ve geçimini bu şekilde sağlayan akıllı, ağır başlı
ve vakarlı birisi olarak bahsedilir11. Beyzak, diğer kaynaklardan farklı olarak
9 İbnu Sâhibussalat, 218; İbn Kattan, 205; İbn İzârî, 79; İbn Ebî Zer, 202. 10 İbn Haldun, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaştığında, ilim öğrenmek için büyük bir istek duyan küçük yaşta biri (sıgaru’s-sinn) olduğunu ve bütün enerjisiyle nâmını duyduğu İbn Tûmert’e koştuğunu bildirir. İnan da her ne kadar onun doğum tarihini 487/1094 olarak verse de, bu istikamette görüş bildirmiş ve Abdulmümin’in ilim öğrenmek için evinden ayrıldığı dönemde çocukluktan çıkmış bir genç olduğunu ifade etmiştir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 127; İnan, I, 224. 11 İbn Hallikan, I, 402; İbnu’l-İmâd, İmam Şahabeddin Ebi’l-Fellah Abdulhayy b. Ahmed b. Muhammed Askerî, Hanbelî, Dimeşkî, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Yay. Abdulkadir Arnaud, Mahmut Arnaud, Beyrut, 1991, VI, 305; Zehebî, Siyer, XIX, 366; Nâsırî, II, 89; Makdîş, I, 462; Rakik Kayravânî, Kitâbu’l-Mu’nis fî Ahbâri İfrikya ve Tunus, Tunus, 1286, 110; İnan, I, 224.
46
Abdulmümin’in babasının bölgesinde kadı olduğunu bildirmektedir12. Beyzak’ın
verdiği bu bilgiden yola çıkarak, onun bir yandan çanak çömlek işiyle uğraşırken,
diğer taraftan da şahsiyetinden, bilgisinden ve sosyal konumundan dolayı kadılık
yapmakta olduğunu düşünebiliriz.
Abdulmümin’in babası hakkında yorum yapan L. Provençal, onun küçük bir
çiftçi olarak yaşayan, tarlasında çalışmaktan arta kalan boş vakitlerini ise çanak
çömlek yaparak değerlendiren ve yaptığı bu şeyleri de çevredeki pazarlarda, ya da
Tlemsan’da satarak geçimine katkı sağlayan bir kimse olabileceğini ifade etmiştir13.
Kaynaklarda yer alan bilgilere dayandırılmayan bu yorumu dönemin hayat şartlarını
düşünerek kabul etmek mümkündür. Çünkü küçük yerleşim yerlerinde hemen
herkesin küçük de olsa toprağının olduğu ve kendi çapında çiftçilik yaptığını
düşünebiliriz. Burada yaşayan insanlar da, çiftçiliklerinden daha çok diğer
insanlardan farklı yönleriyle yaptıkları işlerle tanınacaklardır. Abdulmümin’in babası
Ali de çanak çömlek ustalığı ile tanınmıştır. Abdulmümin’in annesi ise Benû
Mucber’den14 Ta’lû bintü Atiyye’dir15.
Abdulmümin’in nesebi konusunda farklı rivayetler vardır. En başta onun
köken olarak Berberî mi, yoksa Arap mı olduğu tartışmalı bir konudur. Kaynakların
hemen hepsinde onun her ne kadar Berberî bir aileden olsa da, birkaç kuşak önceki
atalarının Arap kökenli olduğu ifade edilmiştir. Meselâ Beyzak’ın kitabında
Abdulmümin’in nesebine dair rivayetler, onun atalarının Arap olduğunu
göstermektedir. Bu rivayetlere göre onun nesebi, Süleym b. Mansur b. Kays b. Aylan
b. Mudar’a dayanmaktadır. Onun ataları fâtihler olarak Endülüs’e geçmişler, ancak
daha sonra burada çıkan karışıklıklardan kaçarak Kuzey Afrika sahillerinde yer alan
Tlemsan’a yerleşmişlerdir. Burada Zenâtelilerden olan bazı Matmatalılarla komşu
olmuşlar, bu bölgede uzun yıllar kaldıklarından dolayı da onlara nispet edilmeye
başlanmışlardır16.
12 Beyzak, 27; Hamdî, 89. 13 Provençal, İslâm, 277, 278. 14 Merrakûşî, 197; Provençal, İslâm, 277, 278. 15 Beyzak, 23. 16 Beyzak, 22. Abdulmümin’in nesebiyle ilgili rivayetler için bkz. İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakami’l-Hulel, 199, Dimeşk, 1990; Hülelü’l-Mevşiyye, 142; İbn Haldun, el-İber, VI, 229.
47
Beyzak, Abdulmümin’in nesebi ile ilgili olarak verdiği rivayetlerinden17
ikincisinde yer alan Mukâtil b. Avnullah’tan sonra yer alan isimler üzerinde ihtilaf
bulunduğunu, Avnullah’a kadar olan kısmın daha sıhhatli olduğunu belirtmiştir. Yine
aynı eserde, Abdulmümin’in nesebini Hz. Adem’e kadar dayandıran bir rivayet
olduğu belirtilmektedir. Diğer kaynaklarda da Abdulmümin’in nesebiyle ilgili
Kureyş’e kadar varan benzer rivayetler yer almaktadır18.
İbn Haldun, bütün bu rivayetlerden farklı olarak Abdulmümin’in Berberî
Matmatalıların Kumya kolundan olduğunu kabul eder ve buna uygun bir soy ağacı
verir. Abdulmümin’in Kays Aylan yoluyla Kureyş’e dayanan bir neseple anılmasının
ise yanlış olduğunu ve onun Berberîliğinde hiçbir şüphe olmadığını ifade eder19. İbn
Ebî Zer ise Abdulmümin’in soy kütüğünü, el-Kûmî ez-Zenâtî sıfatlarıyla bitirir. Onun
soyunu Kureyş’e dayandıran rivayeti aktardıktan sonra da, bunun tarihçiler
tarafından bu şekilde verildiğini söyler ve sonuç olarak, en doğrusunu Allah bilir
diyerek şüphesini izhar eder20. Hulelü’l-Mevşiyye’de de Abdulmümin’in Tlemsan
bölgesindeki Zenâta’dan olduğu belirtilmiştir21. Nâsırî ise Abdulmümin’in nesebiyle
ilgili Kureyş’e kadar dayandırılan rivayetlerin zayıflığını, onun Berberî Zenâta’ya
mensup biri olduğunu gösteren rivayetlerin daha doğru olduğunu belirtmiştir22.
Aslında Abdulmümin’in soyunun Arap olması veya Kureyş’e dayanmasından
daha önemlisi, belki de onun Berberî olarak bilinmesi, dayandığı ve destek aldığı
unsurların Berberî asıllı olmasıdır. Onun soyu ile ilgili iddialar bir yana, başında
17 Beyzak’ın Abdulmümin’in soyu ile ilgili verdiği rivayetler: 1- Abdulmümin b. Ali b. Alvî b. Ya’lî b. Hasan b. Kennûne binti İdrîs b. İdrîs b. Abdullah b. Kâsım b. Muhammed b. Hasan b. Ali b. Ebî Talib b. Abdulmuttalip. 2- Abdulmümin b. Ali b. Alvî b. Ya’lî b. Ali b. Hasan b. Nasr b. Emîr Ebî Nasır b. Mukâtil b. Kûmî b. Avnullah b. Vercâyiğ b. Yenfur b. Merâv b. Matmât b. Satfûr b. Nefûr b. Recîk b. Yahhâ b. Hezrec b. Kays b. Aylân. Beyzak, 21, 22. 18 Beyzak, 22, 23; İbn Ebî Zer, 183; Hülelü’l-Mevşiyye, 142; İbnu’l-Hatîb, Şerhu Rakamu’l-Hulel; 199. 19 İbn Haldun’un Abdulmümin için verdiği nesep şu şekildedir: Abdulmümin b. Ali b. Mahlûf b. Ya’lî b. Mervân b. Nasr b. Ali b. Âmir b. Emîr b. Musa b. Abdullah b. Yahyâ b. Vernîğ b. Satfûr. O, bu son isimden sonra Nefûr b. Matmât ve arkasından da Kays Aylan isminin verilmek suretiyle berberî olan Abdulmümin’in Arap olarak takdim edildiğini bildirmiştir. İbn Haldun, el-İber, VI, 126. 20 İbn Ebî Zer, 183. 21 Hülelü’l-Mevşiyye, 184. 22 Nâsırî, II, 89. İ. Harekât da, bir çok rivayetin Abdulmümin’i Berberî Kumya’ya mensup olarak gösterdiğine dikkat çekmiştir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 314.
48
bulunduğu devletin bir Berberî devleti olduğunda şüphe yoktur23. Batılı
araştırmacılardan Provençal da, Abdulmümin’in soyunu Hz. Muhammed’e kadar
dayandıran rivayetlerin uydurma olduğunu, bu tür rivayetlerin onun davetinin bir
gereği olarak ortaya atıldığını iddia etmiştir24. Bilindiği gibi hilâfetin Kureyş
kabilesine mensup olmayanlara verilmemesi gerektiği anlayışı müslümanlar arasında
yüzyıllarca revaçta kalmış, bu konu aynı zamanda kelâm kitaplarında da yer almıştır.
Hatta bu konuda öyle ileri gidilmiş ki, sadece müminlerin değil, fâcirlerin bile
başkanının Kureyş’ten olması gerektiğine dair iddialar Hadis olarak rivayet
edilmiştir. Yani bu anlayışa göre, iyi kimseleri iyi Kureyşliler, kötüleri de kötü
Kureyşliler yönetmelidir25.
Abdulmümin’i ve ondan önce de İbn Tûmert’i Arap ve Hz. Ali’ye kadar
uzanan bir soy kütüğüne sahip olarak ifade etmek, onların gerçekten Arap kökenli
olup-olmamalarından daha çok, Müslümanları idare edecek olan kimselerin mutlaka
Kureyş’ten olması gerektiği anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkmış olduğunu
kabul etmek daha gerçekçi olacaktır. Abdulmümin, kaynaklarda belirtildiği gibi
köken olarak, Arap ya da Berberî olabilir. Ancak onun Arap kökenli olduğuna vurgu
yapılması, Araplardan başkasının iktidara lâyık görülmemesinden kaynaklanan bir
anlayışın zorlamasıyla ortaya çıkmış olduğunu düşünüyorum.
Abdulmümin’in evlilikleri konusunda kaynaklarımızda açık bilgiler
bulunmamaktadır. O, İbn Tûmert ile bekar olarak Sûs bölgesine geçtiği için, ilk
evliliğini burada yapmıştır. Merrakuşî, Abdulmümin’den sonra yerine geçen oğlu
Ebû Yusuf ve vezirliğini yapmış olan Ebû Hafs’ın annesinin Tinmellel’in ileri
gelenlerinden Musa ed-Darîr’in kızı Zeyneb olduğunu ve onunla Tinmellel’de İbn 23 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, Medeniyet Tarihi, Ankara, 1997, 7; İnan, I, 25, 26; Ceylâlî, II, 7; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274; Basset, René, ‘Berberîler’, İA, II, 528, İstanbul, 1949; Julien, 101 vd; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 67; Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, III, 112. 24 Provençal, İslâm, 278. 25 Bu konuda M. Said Hatipoğlu’nun, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’ adlı makalesi Müslümanların halife olacak kimselerde kureyşlilik şartına ne kadar önem verdiklerini ve bunun gerçekte ise bir şart olmayıp, ilk halife Ebû Bekir’in seçildiği dönemin sosyal şartlarının bir zorunluluğu olduğunu açıklamaktadır. Ancak Halifenin Kureyşliliği konusunda Müslümanların ön kabulü yüzyıllar boyunca devam etmiş ve bu konu siyasetnâmeler, Akâid ve kelâm kitaplarının konusu olarak kabul görmüştür. Bkz. AÜİF Dergisi, XXIII (1978), 121-213. İbn Tûmert ve Abdulmümin’in kureyşliliği ile ilgili değerlendirme için ayrıca bkz. Harekât, I, 314. Araştırmacılardan Jemil Abunnasır da Abdulmümin’in Müslüman halifelere verilen sıfat olan emirülmüminîn sıfatını kullanan ilk Arap olamayan şahıs olduğunu belirtmekle, onun Kureyş’ten olmadığını ifade etmektedir. Bkz. Jemil, 111.
49
Tûmert’in isteği ile evlendiğini bildirmektedir. Beyzak, Abdulmümin’in 534-541
yılları arasında, Tinmellel’den uzak kaldığı ve Murâbıtlarla sürekli mücadele ettiği
dönemde, Azrû’da ve Melîle’de iki evlilik yaptığını bildirmektedir26. Yine
kaynaklarda halifelik yıllarında hanımı tarafından kimi akrabalarına bazı görevler
vermiş olduğu zikredilmektedir. Bu anlamda Abdulmümin, kayınpederi Mûsa’yı
Merrakeş’ten ayrıldığı zamanlar yerine vekil olarak bırakmıştır27. Bununla birlikte
onun kaç evlilik yaptığı konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Abdulmümin’in on altı veya on yedi oğlu,
Aişe ve Safiyye adlı iki de kızı vardı. Kızlarından birini İbn Tûmert’in Onlar
Meclisi’nden, kendisinin de en büyük komutanı ve veziri Ebû Hafs ile
evlendirmiştir28. Abdulmümin’in oğullarının adları İbn Sâhibussalat’a göre şöyledir:
1-Ebû Yâkub Yusuf (Abdulmümin’den sonraki halife), 2-Ebû Hafs Ömer
(Abdulmümin’in hacibi ve vezirliğini yürüten oğlu), 3-Ebû Abdullah Muhammed
(Abdulmümin’in sağlığında kendisine biat almış olduğu veliahdı), 4-Ebû Muhammed
Abdullah (Bicâye valisi), 5-Ebû Saîd Osman (Sebte, Tanca, Kurtuba ve Gırnata
valiliği yapmıştır), 6-Ebû Ali Hasan (kardeşi Yusuf döneminde Sebte valiliği
yapmıştır), 7-Ebû Ali Hüseyin, 8- Ebu’r-Rebî Süleyman (Abdulmümin döneminde
Tadlâ valiliği yapmıştır), 9-Ebû Zekeriyya Yahyâ (561/1166 yılında Bicâye
valiliğine getirilmiştir), 10-Ebû İbrahim İsmail (561/1166’da İşbiliye valiliğine
getirilmiştir), 11-Ebû İshak İbrahim (563/1168’de Kurtuba valiliğine getirilmiştir),
12-Ebû Yusuf Yâkub (579/1183’de Mürsiye valiliğine getirilmiştir), 13-Ebû’l-Hasan
Ali (551/1156’da Fâs valiliğine getirilmiştir), 14-Ebû Zeyd Abdurrahman
(594/1197’de İşbiliyye valiliği, 595/1198’den sonra Saicilmâse valiliği yapmıştır),
15-Ebû Süleyman Davud, 16-Ebû Musa İsa(576/1180’de Kayravan valiliğine
getirilmiş, 581/1185’de İbn Gâniye ile savaşları esnasında Bicâye’de esir düşmüş,
bir yıl sonra Muvahhidlerin şehri geri almasıyla serbest kalmış ve 601/1204’de
İşbiliyye valiliğine atanmıştır), 17-Ebû’l-Abbas Ahmed (574/1178’de ölümüne kadar
26 Beyzak, 89, 94; Merrakuşî, 237. 27 Merrakûşî, 237. 28 Merrakûşî, 337.
50
Sicilmâse valiliği yapmıştır)29. Hulelü’l-Mevşiyye’de ise diğer kaynaklardan çok
farklı olarak Abdulmümin’in yetmiş kadar çocuğu olduğundan bahsedilmiş, ancak
çocuklarının isimleri verilmemiştir30.
Abdulmümin’in kardeşleri konusunda bilgi veren Beyzak, onun Yusuf ve
Muhammed adında ana-baba bir iki erkek kardeşi, bir de Funda isimli üvey kız
kardeşi olduğunu belirtmiştir. Abdulmümin’in üvey kız kardeşi, babasının
ölümünden sonra annesinin yeni evliliğinden dünyaya gelmiştir31. Abdulmümin
Funda’yı, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden ve kendisinin de birinci veziri olan,
Muvahhidlerin ileri gelenlerinden Ebû Hafs Ömer ile evlendirmiştir32. Onun üvey
babasının oğlu olan Ebû Muhammed Abdusselam el-Kûmî’ye de bir süre vezirlik
görevi vermiştir33. Beyzak, ayrıca Abdulmümin’in İbrahim adında bir kardeşinden
bahsetmiş ve onun Muvahhidler Muzimme’deyken onlara katıldığını rivayet
etmiştir34.
3-Eğitimi ve İbn Tûmert ile Karşılaşması
Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşmasından önceki hayatında, en
azından bölgedeki her genç gibi temel dinî bilgileri ve kendi özel çabalarıyla orta
düzeyin üzerinde bir bilgiyi elde ettiğini kabul edebiliriz. O, çocukluğundan itibaren
ilim öğrenmek için çalışmış ve başlangıçta Kur’ân dersi için bir süre mescide
gitmiştir35.
29 İbnu Sâhibussalat, 219. Parantez içindeki bilgiler, Nazmu’l-Cemân’ın yayıncısı M. Ali Mekkî’nin bu kişilerle ilgili dipnotta verdiği bilgilerden alınmıştır. Bkz. İbn Kattan, 206-208. 30 Hülelü’l-Mevşiyye, 142. Diğer kaynaklarda da Abdulmümin’in çocuklarının sayısı ve adlarıyla ilgili bilgiler verilmiştir. Bkz. İbn Kattan, 206-208; Merrakuşî, 198; Nuveyrî, 321; İbn Ebî Zer, 202, 203; Zehebî, Siyer, XIX, 375; Safâdî, XIX, 234, 235. Kaynaklarda Abdulmümin’in çocuklarının, isimleri konusunda da bazı farklılıklar olmakla birlikte biz bu kaynaklar içinde birinci önceliğe sahip olan İbnu Sâhibussalat’ın verdiği isimleri tercih ettik. 31 Beyzak, 24; İbnu Sâhibussalat, 177; İbn İzârî, 68; İbn Ebû Zer, 196; Provençal, İslâm, 278. Beyzak’ta Funda olarak verilen Abdulmümin’in üvey kız kardeşinin ismi, İbnu Sâhibussalat ve İbn İzârî tarafından Bunda olarak yazılmış, İbn Ebî Zer ise isim belirtmemiştir. Yine İbnu Sâhibussalat ve İbn İzârî’ye göre Funda, Beyzak ve İbn Ebî Zer’in belirttiği gibi Abdulmümin’in anabir değil, baba bir kardeşidir. 32 İbnu Sâhibussalat, 177. 33 Beyzak, 24, 120, 121; İbnu Sâhibussalat, 170. 34 Beyzak, 95. 35 İbn Ebî Zer, 183; Kayravânî, 137.
51
Batılı bazı araştırmacılar, Abdulmümin’in çocukluğundan gençlik dönemi
sonuna kadar kendi doğum yeri olan Tacrâ’da okula gittiğini belirtmişlerdir. O,
hafızlık ve kıraat yanında Tlemsan’a giderek buradaki camide daha ileri düzeyde ilim
öğrendiğini ve sonra da İslâmî eğitimin merkezi olan doğuya gitmeye karar verdiğini
ifade etmişlerdir36. Provençal, onun bu kararında babasının ölmesi ve annesinin
başka biriyle evlenmiş olmasının da etkisi olduğunu imâ etmektedir37. İnan ise,
Abdulmümin’in küçüklüğünden beri okumayı ve öğrenmeyi seven bir kimse
olduğunu, Kur’ân öğrenmek için mescide devam ettiğini ve daha sonra da ilim
öğrenmek için Doğuya gitmeye karar verdiğini belirtir38.
İbn Haldun da Abdulmümin’in gençliğinde ilim öğrenmek için köyünden
çıkarak Tlemsan’a gittiğini, İbnu Sâhibussalat ve Abdusselâm Tûnusî gibi
fakihlerden dersler aldığını, fıkıh ve kelâm konusunda döneminin alimi olan
Abdusselâm’ın ölümünden sonra da okuyup öğrenmeye büyük bir istek duyduğunu
ve bu dönemde İbn Tûmert’in nâmını duyarak Bicâye’ye hareket ederek onunla
tanıştığını belirtir39.
Beyzak, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşmadan önce hafızlık ve kıraat
eğitimi gördüğünü ve yaşıtları bir konu öğrenene kadar onun on konuyu öğrenecek
kapasitede olduğunu belirtmektedir40. İbn Kattan’dan öğrendiğimize göre
Abdulmümin bu dönemde Tlemsan’dan Fas’a gitmiş ve burada ileri gelen bazı
alimlerden dersler almıştır41. Yine İbn Kattan, Abdulmümin’in ağzından kendisinin,
Tlemsan’da usûlu’d-dîn dersleri aldığını ve bir arkadaşının da fıkıh dersleri almakta
olduğunu, ancak arkadaşının ilim öğrenmek için Doğu’ya hareket ettiğini ve
Bicâye’ye varınca İbn Tûmert ile karşılaştığını, aradığı ilim adamının o olduğunu
kendisine bir mektupla bildirdiğini ve bu adama gitmesini söylediğini belirtmiştir. Bu
mektuptan sonra Abdulmümin Bicaye’ye gitmiş ve İbn Tûmert ile burada
karşılaşmıştır42.
36 Provençal, İslâm, 278; Hamdî, 91; Julien, 125. 37 Provençal, İslâm, 278, 279. 38 İnan, I, 224. 39 İbn Haldun, el-İber, VI, 126, 127; Provençal, İslâm, 279. 40 Beyzak, 55; julien, 125. 41 İbn Kattan, 186. 42 Age., 176.
52
Kaynaklarda yer alan bu bilgilerden Abdulmümin’in kendi bölgesinde elde
edeceği bilgileri elde etmek için büyük bir çaba gösterdiğini, ancak bunu yeterli
görmeyerek Doğu’ya gitmeye karar verdiğini öğrenmekteyiz. O, bu yolculuğa hem
hac ibadetini ifâ etmek, hem de ilmini geliştirmek ve artırmak için amcasıyla birlikte
çıkmaya karar vermiş ve kararı gereğince yola çıkmışken İbn Tûmert ile
karşılaşmıştır. Onlar Bicaye’ye43 vardıklarında İbn Tûmert ile ilgili anlatılanları
duyunca onu görmeye ve tanışmaya karar vererek yanına gitmişlerdir. İşte bu
tanışma onun hayatının dönüm noktası olmuş, onun için bundan sonra yepyeni bir
hayat başlamıştır. Bir başka rivayete göre, Abdulmümin İbn Tûmert’in yanına gidip
tanışmak için amcasından izin istemiş, amcası da gitmesi için izin vermekle birlikte
çabuk dönmesini tembih etmiş, çünkü yolcu olduklarını ve yollarda vakit
kaybetmemeleri gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak bu karşılaşmadan sonra
Abdulmümin, İbn Tûmert ölünceye kadar ondan ayrılmamıştır44.
İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşması, Beyzak ve İbn Tûmert ile
Abdulmümin’den bahseden diğer bazı eserlerde olağanüstü bir olay olarak
anlatılmıştır45. Bu rivayetlere göre, Abdulmümin ile ilgili bu olağanüstülükler, onun
köyünden çıkmasından, hatta doğumundan önceki günlere kadar götürülmektedir. Bu
anlatımlara göre İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşması şöyle cereyan etmiştir:
43 Bicâye, bölgedeki en eski şehirlerden biridir. Bkz. Kalkaşandî, V, 109. Burası bugün Cezâyir Devleti sınırları içinde, başkent Cezâyir’in doğusunda bir sahil şehridir. Burası Muvahhidlerin ortaya çıktığı dönemde Hammâdîler’in merkezi şehri idi. Hammâdîler 386/996 yılında burada Benû Hammad Kalesi’ni inşâ etmişlerdi. (Bkz. Merrakûşî, 204 vd., 352, 353) Bu kale ve çevresi Merrakeş’in Muvahhidler tarafından alınmasından sonraki Abdulmümin’in ilk doğu seferinde Muvahhidler Devleti’ne katılmıştır. İdrîsî’nin verdiği bilgilere göre Bicâye, XII. yüzyılda bir tarafı deniz, bir tarafı ise yüksek dağlarla çevrili bulunan büyük bir yerleşim yeriydi. Dağlarında eczacılıkta kullanılan çeşitli bitkiler, ormanlar ve yine çok miktarda akrep bulunmaktaydı. Şehirde her türlü geminin yapıldığı bir tersane kurulmuştu. Tersane için ihtiyaç duyulan bütün malzemeler (kereste, katran, zift vb.) Bicâye’de vardı. Yine dağlarında demir madenleri, vadilerinde ise zeytinlikler bulunmakta, her türlü meyve yetişmekte ve ekin ekilmekteydi. Şehrin içinden bir de ırmak akmaktaydı. Aynı zamanda burası tüccarların buluşma yeriydi ve burada canlı bir ticarî hayat vardı. (Bkz. İdrîsî, 90, 91) Muvahhidler dönemi şâirlerinden Ebû Ali Hasan b. Fakûn Kostantînî, Bicâye’ye övgülülerle dolu şiirinde, bu şehrin havası, ırmağı, suyu, denizi ile Irak’tan, Bağdat’tan daha güzel, eşsiz bir şehir olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Ceylâlî, II, 27. 44 Beyzak, 54. 45 Beyzak’ın anlatımı, Abdulmümin’in köyünden çıkmasından itibaren başlamıştır. Bu konuyla ilgili olarak ayrıca bkz. Merrakûşî, 182; İbn Haldun, el-İber, VI, 227; İbn Hallikan, IV, 139; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 107, 108; Nâsırî, II, 73, 74; Makdîş, I, 463.
53
İbn Tûmert Mellâle’ye gelince Benu’l-Üzeyr onun için Mellâle’de bir mescid
yapmıştır46. İbn Tûmert, bu mescitte dersler vermeye başlamış ve buraya her taraftan
öğrenciler gelmiştir. İbn Tûmert derslerden vakit buldukça yolların kavşak noktasnda
bulunan yaşlı ve büyük bir keçiboynuzu ağacının altında sürekli yola bakarak ve
düşünerek beklemiştir. Bir gün yine bu şekilde beklerken ‘Vaadini tamamlayan
kuluna yardım eden, emrini yerine getiren Allah’a hamd olsun’ diyerek daha
Abdulmümin gelmeden, onun gelişini hissettiğini göstermiştir. Daha sonra mescide
giderek iki rekat namaz kılmış ve ‘Allah’a hamd olsun. Aziz ve Hakim olan Allah’ın
iznine bağlı olan zafer vakti gelmiştir. Yarın size bir öğrenci gelecek, onu tanıyana
ne mutlu! Onu tanımayana yazıklar olsun!’ demiştir47.
“Allah, Abdulmümin’i köyünden çıkarıp doğuya yöneltmiştir. Abdulmümin
amcası ile birlikte yola koyulmuşlar, hızlı bir şekilde Mettîce’ye kadar gelmişler ve
orada günlerce Fakih Ebû Zekeriyya’nın yanında kalmışlardır. Bu arada Allah ona
rüyasında çeşitli şekillerde onun gelecekte çok önemli biri olacağını bildirmiştir.
Meselâ bu rüyaların birinde, iki dişi üzerinde bir tabak taşıdığını ve insanların da o
tabaktan yemek yediklerini görmüştür. Sabah olunca rüyasını amcasına anlatmış,
amcası ise rüyasını kimseye anlatmamasını tembih etmiştir. Buradan ayrılmışlar ve
yolda konakladıkları yerde aynı rüyayı tekrar gürmüş, ancak bu sefer insanların
yemek yediği tabağı, başında taşıyor olarak görmüştür. Yollarına devam ederek
Bicaye’ye kadar ulaşmışlardır. Burada Reyhâne mescidine yerleşmişler ve sabah
olunca da insanların ‘Haydi Sûs’lu Fakih’e gidelim’ dediklerini duymuşlar ve onlar
da, fakihin kim olduğunu sorarak onun hakkında bilgi almışlardır48."
Bicâye, İbn Tûmert’in bulunduğu Mellâle’ye yaklaşık 5 kilometre kadar
uzaklıktaydı49. İnsanlar, İbn Tûmert’ten ‘Sûs’lu, doğunun ve batı’nın alimi, eşsiz bir
adam’ şeklinde bahsediyorlardı. O gece Abdulmümin, rüyasında insanların kendisine
biat ettiklerini görmüştür. Rüyasını amcasına anlatınca, amcası yine rüyasını kimseye
anlatmamasını öğütleyerek, benzer rüyayı annesinin de kendisine hamileyken
46 Beyzak’ın belirttiğine göre, Mescid yapma teklifi burada yetkisi ya da sosyal konumundan dolayı sözü geçen biri olduğunu zannettiğimiz Benu’l-Uzeyr isimli kişiden gelmiş ve İbn Tûmert de bu teklifi kabul etmiştir. Bkz. Beyzak, 52. 47 Beyzak, 53. 48 Age., 53, 54. 49 Merrakuşi, 180.
54
gördüğünü anlatmıştır. Annesinin rüyasını yorumlayan Tlemsan’lı yorumcular da,
doğacak çocuğun davasının doğuyu, batıyı ve her yanı aydınlatacağını
söylemişlerdir. Yine amcası, babasının da benzer şekilde onun gelecekte çok büyük
biri olacağına işaret eden rüyalar gördüğünü söylemiş ve bu rüyaları uzun uzun
anlatmıştır50. Abdulmümin amcasının anlattıklarını dinledikten sonra, amcasına ben
de insanlarla birlikte gidip şu Sûs’lu fakihi göreyim, ona sorular sorayım, rüyamı
yorumlamasını isteyeyim, insanların onun hakkında söyledikleri şeyleri duyuyoruz,
onu yakından tanıyayım demiştir. Abdulmümin amcasından çabuk dönmek kaydıyla
izin alarak, İbn Tûmert’i görmeye gitmiştir. İbn Tûmert mescitte öğrencilerine ders
verirken, Abdulmümin mescidin kapısında görünmüş, İbn Tûmert, başını kaldırarak
Abdulmümin’in içeri girmesini söylemiştir. Abdulmümin içeri girerek topluluğun
arasına oturmak istemiş, ancak İbn Tûmert onu yanına çağırmış ve yanına gelince
aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
-İbn Tûmert : Adın ne?
-Abdulmümin : Abdulmümin.
-İbn Tûmert : Babanın adı Ali mi?
-Abdulmümin : Evet (orada bulunanlar şaşırırlar)
-İbn Tûmert : Delikanlı, nereden geliyorsun?
-Abdulmümin : Tlemsan’dan, Kumya sahilinden.
-İbn Tûmert : Tacra’dan mı yoksa başka bir yerden mi?
-Abdulmümin : Tacra’dan. (İnsanların şaşkınlığı iyice artar)
-İbn Tûmert : Nereye gitmek istiyorsun?
-Abdulmümin : İlim öğrenmek için Doğu’ya.
-İbn Tûmert : Doğuda bulmak istediğin ilmi Batıda buldun51.
İbn Hallikan, İbn Tûmert’in Cifr kitaplarından elde ettiği bilgilerle
Abdulmümin’in adını ve bazı özelliklerini önceden öğrendiğini ve yol kavşağında da
50 Abdulmümin’in rüyalarıyla ilgili olarak ayrıca bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 547; İbn Hallikan , I, 402, 403, IV, 139; Makdîş, I, 462, 463. 51 Beyzak, 53-56. Ayrıca bkz. Merrakûşî, 181; Numeyrî, XXIV, 278; Zehebî, Siyer, XIX, 542, 543; Hülelü’l-Mevşiyye, 106,107; Nâsırî, II, 73,74; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 774, 775. İbn Haldun, bu karşılaşmanın Abdulmümin ile amcasının hac dönüşünde gerçekleştiğini bildirmiştir. Bu karşılaşmadan sonra Abdulmümin, İbn Tûmert’in ilmine hayran olmuş ve ondan ilim öğrenmeye karar vermiştir. Hayreddin Zirikli de Abdulmümin’in haccettiğini bildirmektedir. Ancak diğer kaynaklarda Abdulmümin’in amcasıyla doğuya giderken İbn Tûmert ile karşılaştığı belirtilir ki, doğrusu da bu olmalıdır. İbn Haldun, el-İber, VI, 227; Zirikli, IV, 319.
55
onu bulmak için beklediğini, onunla buluşunca da, sırrını ona açıkladığını
belirtmiştir52.
O gün ders bitince derse katılanlar ayrılmışlar, Abdulmümin de ayrılmak
istemiş, ancak İbn Tûmert ona yanında kalmasını söylemiştir. Abdulmümin de onun
bu teklifini kabul etmiştir. Gece İbn Tûmert, Abdulmümin ile geç saatlere kadar
dolaşmış ve gece yarısı olunca ışığı yaktırarak kırmızı bir kap içindeki kitabını almış
onu Abdulmümin’e okuyup açıklamalarda bulunmuştur. Konuşmaları esnasında,
Muvahhidlerin geleceği hakkında ona çok büyük görevler düştüğünü söylemiştir.
Abdulmümin onun bu sözleri karşısında göz yaşlarını tutamamış ve kendisinin
sıradan biri olduğunu ve günahlarından arınmak için çalıştığını söylemiştir. İbn
Tûmert de kendisini temizleyecek şeyin kendi elinde olduğunu söyleyerek ve
geleceğe ait müjdeli haberler vererek ona dua etmiştir53. Abdulmümin, bu şekilde İbn
Tûmert’ten dersler almaya başlamış ve bu buluşmadan sonra o, İbn Tûmert’in en
kabiliyetli ve en parlak öğrencisi olmuştur54.
Burada kaynaklardan özetleyerek anlattığımız bu bilgilerin ne kadarının
gerçek olduğunu bilemiyoruz. Bu çerçevede kesin olarak kabul edebileceğimiz şey;
Abdulmümin’in Mellâle’de İbn Tûmert ders vermekteyken onunla karşılaşmış ve
daha sonra da ayrılmamış olmalarıdır. Ancak bu karşılaşmayla ilgili olarak;
karşılaşma öncesinde görüldüğü söylenen rüyalar ve cifr kitaplarında var olduğu
iddia edilen anlatımları bu önemli karşılaşmayı süsleyen şeyler olarak kabul
edebiliriz.
İnsanlar büyük bir mevkiye gelince, gerçeklerle tam olarak uyuşmasa da
onlarla ilgili sonradan oluşturulmuş hikayeler ve anlatımlarla meşhur olan şahsiyet,
efsanevî bir kişi haline getirilmektedir. Bazen de olayların tabii akışına olağanüstü
bir içerik katılarak, en olağan şekilde gerçekleşebilecek olaylar, gizemli bir şekilde
olağanüstü bir kalıba sokularak kişilere etkili bir hüviyet kazandırılmaya
çalışılmıştır. Muhtemelen İbn Tûmert ve Abdulmümin’in karşılaşması da, normal bir
seyirde gerçekleşen bir olay olduğu halde, sonuçlarının çok büyük olmasından
52 İbn Hallikan, I, 403. 53 Beyzak, 57; L. Provençal, İslâm, 269, 270. 54 Beyzak, 56,57; Dâdâh, 134.
56
dolayı, bu buluşma olağanüstü bir anlatıma büründürülmüştür. Bu anlatılanlardan bir
kısmı gerçek olsa da, büyük bir kısmı gerçek olmayan yakıştırmalar olmalıdır.
Ancak bunu söylerken insanların bazı olayları daha gerçekleşmeden
rüyalarında göremeyeceklerini ve gelecekle ilgili bir takım hesaplar yapıp bunların
gerçekleşecek şeyler olamayacağını iddia etmiyoruz. İnsanlar rüyalar görürler,
geleceğe dönük bazı planlar yaparlar, tahminlerde bulunurlar. Bu rüyaların, geleceğe
dönük planların ve tahminlerin bir kısmı da gerçekleşebilir.
Abdulmümin’in gördüğü rivayet edilen rüyalara ve bunların yorumlarına
bakılınca, ona rüyasında gelecekteki başarılarının apaçık şekilde gösterildiğini
görmekteyiz. Onun başarıları ortadadır ve bu rüyalar gerçek olsa da olmasa da
rüyasında gördüğü ifade edilen şeylerin en azından bir kısmı gerçekleşmiştir.
Rivayetlere göre onun rüyaları ve buna ek olarak İbn Tûmert’in elinde bulunduğu
iddia edilen cifr kitabı yoluyla gelecekteki başarıları gerçekleşmeden önce açıkça
ortaya konulmuştur. Bu rivayetlerden özellikle rüyalarla ilgili olarak, onun rüya
görüp görmediğini tartışmak pek anlamlı olmasa da, cifr kitaplarında yer aldığı iddia
edilenlerin doğru olmadığı kanaatindeyim. Nitekim cifr kitaplarında yer alan bazı
hesaplamalara dayanılarak tarih boyunca defalarca kıyametin kopuş tarihine
varıncaya kadar birçok gayb haberleri verilmiş ve sonra da bunların asılsız olduğu
görülmüştür. Abdulmümin’in başarılarının önceden bildirilmesini kabul etmemiz için
anlatılan cifr kitaplarına dayalı rivayetleri reddedince, diğer taraftan aynı konuda ve
aynı iddiayı desteklemek için anlatılan rüyaları da kabul etmek makul
gelmemektedir. Bu anlatılanların tamamının kaynağının ve amacının aynı olduğunu
düşünüyoruz.
Kaynaklarda İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşmalarının hangi tarihte
gerçekleştiği de tam olarak belirtilmemiştir. Ancak İnan ve İdris Hady bu tarihi
512/1118 olarak vermişlerdir. İnan bu buluşmanın 512 yılının başlarında
gerçekleştiğini belirtmiş, Hady ise bunu teyit etmek için, İbn Tûmert’in 510 yılında
Mağrib’e geldiğini ve Trablus, Mehdîyye, Manastır, Tunus, Kostantîn ve Bicâye gibi
yerlerde iki yıl geçirdikten sonra Mellâle’de iken Abdulmümin ile karşılaştığını ifade
57
etmiştir55. Bu tarih, her ne kadar ana kaynaklarda açıkça zikredilmese de, onunla
ilgili verilen genel bilgiler düşünülünce kabul edilebilir bir tarihtir.
Abdulmümin, İbn Tûmert tarafından sıradan bir öğrenci olarak kabul
edilmemiş, ondan daha ilk günden itibaren özel dersler de almaya başlamıştır.
İnsanlar uyurken onlar uyanık kalarak derslerine devam etmişlerdir. İbn Tûmert ona,
insanlar kendilerini beklerken uyumamak gerektiğini söylemiştir. Böylece aylar
geçmiş ve sonra İbn Tûmert ile arkadaşları tekrar yola koyulmuşlardır. Onlar
Mellâle’den ayrılırken İbn Tûmert, Abdulmümin, Beyzak, Ömer Meknî ve
Abdulvâhid Şarkî ile beraber beş kişi olmuşlardır.56
İbn Tûmert ile Abdulmümin’in bu karşılaşmadan sonraki birlikteliği, zamanla
hoca-öğrenci ilişkisinden çıkarak, dava arkadaşlığına ve dostluğa dönüşmüştür57.
Beyzak’ın belirttiği gibi o İbn Tûmert’in en gözde adamı, arkadaşları arasında ilk
sırada geleni, kendi davası için seçtiği en önemli kişi ve ‘sâhibu’l-vakt’ (zamana
hükmeden kişi) olmuştur58. O, İbn Tûmert ile karşılaşınca onun ilmine gıptayla
bakmış ve bütün planlarını değiştirerek ondan ilim öğrenmek için harekete
geçmiştir59. İbn Haldun’un ifadesiyle Abdulmümin, zamanla İbn Tûmert’in en
değerli arkadaşı (kebîru sahâbetihi) ve güvenilir adamı haline gelmiştir60. O, İbn
Tûmert ile birlikte olduğu sürece, yapılan her işte onun yanında yer almış ve onu
desteklemede öncülüğünü göstermiştir. Meselâ İbn Tûmert’e mehdî olarak ilk biat
eden kişi olmuş; Murâbıtlar üzerine ilk askerî birlikler gönderilirken komutan olarak
önce onun adı hatırlanmıştır. İbn Tûmert ölmeden önceki hasta olduğu günlerde
namazda kendi yerine imamlık yapacak kişi olarak da onu seçmiştir61.
55 İnan, I, 224; Hady, I, 391. 56 Beyzak, 57, 58; İbnu’l-İmâd, IV, 72. 57 Dâdâh, 146. 58 Beyzak, 32, 33. Sahibu’l-vakt deyimi, zamanın etkisinden kurtulan, zamanda ve mekanda tasarruf eden, vakti yakalayan ve onu sürekli yaşayan kişi anlamında yorumlanmıştır. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 449, İstanbul, 1995; Ethem Cebecioğlu, Tasavvaf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 612, Ankara, 1997. 59 İbn Haldun, el-İber, VI, 227; Zirikli, IV, 319. 60 İbn Haldun, el-İber, VI, 127, 189, 229. İbn Haldun’un belirttiğine göre, Abdulmümin İbn Tûmert ile buluşmasından sonra, ilim öğrenmek için onun etrafında dönmüş, onunla birlikte hareket etmiş, ilim öğrenmekteki maharetinden ve istekliliğinden dolayı İbn Tûmert onu seçerek özellikle yanına almış, nihayet onun en önemli arkadaşı olmuştur. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 127. 61 Beyzak, 73-75.
58
İbn Tûmert’in Kuzey Afrika’ya ayak bastığı 510 yılından, mehdîliğini ilan
ettiği 519 yılına kadar süren çalışmaları, esas itibariyle uğradığı her yerde
Mellâle’de olduğu gibi dersler vermeye ve iyiliği emr, kötülüğü nehy etme
faaliyetine odaklanmıştır. O bu faaliyetlerini Kuzey Afrika kıyıları boyunca sürekli
yer değiştirerek Merrakeş’e varıncaya kadar devam ettirmiştir62. Bu esnada
Abdulmümin de onun yanından hiç ayrılmamış, hem ondan dersler almış, hem de
onun yaptıklarına şahitlik eden ve destekleyen az sayıdaki kişilerden biri olarak İbn
Tûmert’in en gözde öğrencisi olmuştur. Abdulmümin ile İbn Tûmert’in beraberliği
524/1130’da İbn Tûmert’in ölümüne kadar devam etmiştir. İbn Tumret ölünce
Abdulmümin, yakın arkadaşları tarafından onun siyasi mirasına en lâyık kişi olarak
görülerek halife seçilmiştir63. Abdulmümin, İbn Tûmert’e son derece bağlı kalarak
yaşamış, hatıralarına saygı göstermiş ve bütün gücüyle İbn Tûmert’in fikirlerini
hayata geçirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmış, sık sık onun kabrini ziyarete
gitmiştir. Kendisi ölünce cenazesi Selâ’dan bir çok şehir aşılarak hocasının
mezarının olduğu Tinmellel’e getirilmiş ve onun yanına defnedilmiştir64.
Abdulmümin’in eğitimi hakkında son olarak şunları belirtebiliriz: Onun
eğitiminden bahsederken, İbn Tûmert ile karşılaşmasından, İbn Tûmert’in ölümüne
kadar süren yaklaşık 12 yıllık süre, Abdulmümin’in yetişmesindeki en önemli
dönemdir. Bu dönem onun İbn Tûmert ile birlikte her faaliyette yer alarak hem ilmî,
hem de siyâsî yönden olgunlaşma dönemidir. Onun eğitimi sadece teorik çerçevede
kalmamıştır. O, öğrendiği ve inandıklarını uygulamaya çalışan bir kimse olan İbn
Tûmert ile birlikte her uygulamaya katılarak, onunla çeşitli sıkıntıları paylaşarak ve
yaşayarak yetişmiştir65. Abdulmümin’in aynı zamanda, İbn Tûmert’in okuttuğu ders
notlarını kitaplaştırması ve daha sonra da bunları kendisinin öğrencilere okutması,
onun İbn Tûmert’in sahip olduğu ve öğretmeye çalıştığı ilimlere sahip olduğunu
62 Beyzak, 50-67. 63 Beyzak, 83; İbn Kattan, 170; Merrakûşî, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 64 Beyzak, 83; İbn İzârî, 47, 53, 78, 79; İbn Haldun, el-İber, VI, 238. 65 Meselâ Beyzak, Fas’ta İbn Tûmert ile Abdulmümin ve diğer arkadaşlarının zeytin dalından birer sopa yaparak müzik aletleri satılan yerleri dağıttıklarını anlatır. Bkz. Beyzak, 64, 65.
59
göstermektedir. Abdulmümin’in şahsiyetinden bahseden bütün eserlerde onun birçok
konuda alim olduğu vurgulanmıştır66.
Sonuç olarak, Abdulmümin’in İbn Tûmert’in yanındaki konumu, ondan
aldığı eğitimi ve bütün yaşayışıyla, Ebû Bekir’in Hz. Muhammed (sav) yanındaki
konumu gibidir. Abdulmümin, İbn Tûmert’e ilk bağlananlardan, onun öğrencisi ve
yol arkadaşı, onun için ülkesini terk eden, her işinde baş danışmanı, komutanı,
hastalandığında yerine geçirdiği imamı, bir tehlike karşısında yaşamasını en fazla
istediği ve kurtulduğuna en fazla sevindiği kişi ve de kendisinden sonraki halifesidir.
O, Abdulmümin’i kendisinin bütün emel ve hedeflerini gerçekleştirecek biri olarak
görmüştür. İbn Tûmert’in sık sık okuduğu, onun her türlü güzelliği kendisinde
toplamış olan, güler yüzlü, açık kalpli, cömert biri olduğunu ve onunla birlikte
olmaktan çok mutlu olduklarını ifade eden mısralar, Abdulmümin ile ilgili bakışını
en güzel şekilde göstermektedir67.
4-Şahsiyeti
Provençal, Abdulmümin’in başlangıçta ne şehirli, ne köylü, belki ikisi
arasında bir kişi olduğunu, İbn Tûmert ile karşılaşmasından sonra, ondan aldığı
derslerle gözlerinin açıldığını dile getirmiştir. Onun bu karşılaşma sonrasında
şehirliliğe ve hayata tutunmaya daha yakın bir kişi olduğunu belirtmiştir. Yine onun
zekası, hocasını takipteki samimiyeti, hayası, şansı, şartların lehinde oluşması ve
bunu iyi değerlendirmesiyle Muvahhidlerin halifesi olduğunu ifade etmiştir68.
Merrakûşî, eserinde Abdulmümin’in bazı anılarına yer verir. Bu anılardan
birinde onun İbn Tûmert ile karşılaşmadan önce, Tlemsan’da bulunduğu günlerde
bazen yağmurlu havalarda bile aç ve açıkta sabahlayacak kadar zor günler geçirmiş
olduğunu rivayet eder69. Beyzak da, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile ilk karşılaştığı
dönemde fiziksel olarak çok cılız bir kişi olduğunu nakleder. Mellâle’den ayrıldıktan
sonraki günlerinden birinde, Mettîce’de Abdulmümin Beyzak’a, ‘zayıflığın ilacı
66 İbn Ebî Zer, 203; Nâsırî, II, 130; Kayravânî, 140.. İbn Kattan’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin ülkenin çeşitli yerlerinden gelerek Merrakeş’te toplanan gençlere İbn Tûmert’in Tevhid ve Muvattaa kitaplarını okutup ezberletiyordu. Bkz. İbn Kattan, 178, 179. 67 İbn Hallikan, I, 403; Halefullah, 95, 96; Dâdâh, 146, 147. 68 L. Provençal, İslâm, 261, 262. 69 Merrakûşî, 232.
60
nedir?’ diye sormuş, o da bunun çaresini bilmediğini söylemiştir. Yollarına devam
ederlerken zayıflığından dolayı Abdulmümin geride kalınca, İbn Tûmert ‘yürü
Abdulmümin’ diye seslenmiş, Beyzak da İbn Tûmert’e, Abdulmümin’in zayıf,
çelimsiz biri olduğunu hatırlatarak onu mazur görmesi gerektiğini söylemiştir. İbn
Tûmert’in kafilesinde o zaman sadece Abdulvâhid adındaki arkadaşlarının bineği
vardı. İbn Tûmert ona ricada bulunarak, bineğine arkadaşları Abdulmümin’i
bindirmesini ve kendisinin ise yürüyerek yola devam etmesini istemiştir.
Abdulvâhid’in bu konuda isteksiz olduğunu görünce de, ‘Ey Abdulvâhid, nefsini
(ahlâkını)güzelleştir. Bundan dolayı sana ahirette dayalı döşeli saraylar, süslenmiş
cariyeler ve çok şâhâne atlar verilecektir’ diyerek onu razı etme yoluna gitmiştir70.
Her ne kadar Abdulmümin, geçirdiği zor günlerin bir gereği olarak İbn
Tûmert ile karşılaştığı 17-18 yaşlarında bir genç iken zayıf, çelimsiz ve cılız bir kişi
olsa da, daha sonraki dönemde belki de onun açısından yaşam şartlarının daha iyi
olmasından dolayı bu durum değişmiş, hocasının yanında olduğu sürece daha iyi ve
düzenli beslenerek, güçlü kuvvetli bir kişi olmuştur.
Abdulmümin, başlangıçta fiziksel yönden zayıf olsa da cesur ve atılgan bir
kişiydi. Merrakûşî’nin anlattığına göre, Abdulmümin İbn Tûmert ile birlikte
Merrakeş’e doğru gittikleri dönemde, bir nehri geçmek için parasını ödeyerek sala
binmeleri gerekmiş, ancak paraları bir kişi için eksik kalınca, içlerinden biri nehri
yüzerek karşıya geçmek durumunda kalmıştır. Nehri yüzerek geçen bu kişi
Abdulmümin olmuştur. O, yüzerek karşıya geçerken yoruldukça saldan tutunmuş,
ancak sal sahibinin kırbaçlarıyla saldan uzaklaştırılmak istenmiştir. Bu şartlarda
büyük bir zorlukla nehrin karşı kıyısına geçmeyi başarmıştır71. Abdulmümin bu
anısını, ordusunun bölük bölük aynı nehri geçmesi esnasında, duygulanarak
gözlerinin yaşarması üzerine, bunun nedeni sorulunca anlatmıştır. O, bir zamanlar bu
nehri çok zor şartlarda yüzerek geçtiğini, şimdi ise kendisinin emrinde binlerce
askerle ve her türlü imkana sahip bir kişi olarak aynı nehrin yanında bulunduğunu 70 Beyzak, 58. 71 Merrakûşî, 226, 227; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 264. Merrakûşî, Abdulmümin’in geçmişini unutmadığını ve vefasını ifade eden daha başka anılar da nakletmektedir. Meselâ, Abdulmümin bir başka anısında; ordusuyla Tlemsan’dan Merrakeş’e doğru giderken, duraklamış, bilinen hiçbir evin bulunmadığı bu yerde, Tlemsan’da bulunduğu zamanlarda çok defa burada, bazen de yağmur altında aç bir şekilde gecelediğini anlatmıştır. Burada durup bu anısını anlatarak şükretmek için ne kadar büyük bir nimete kavuştuğunu ifade etmiş ve iki rekat şükür namazı kılmıştır. Bkz. Merrakûşî, 232.
61
görerek duygulandığını ifade etmiş ve nereden nereye geldik anlamında sözler sarf
etmiştir72.
İbn Tûmert’e nispet edilen eserleri, onun ders notlarını esas alarak
Abdulmümin kitaplaştırmıştır73. Bu durum Abdulmümin’in, İbn Tûmert’in
öğrencilerine aktardığı bütün ilimlere vakıf olduğunun bir göstergesidir. O, diğer
öğrencilerin çalışmaları dışında, gecelerini bile İbn Tûmert ile geçirerek, ondan ders
alan diğer bir çok talebeden ayrıcalıklı biri olarak yetişmiştir. Zaten yaklaşık on üç
yıl boyunca hemen her an İbn Tûmert ile birlikte olmasından dolayı, Abdulmümin’in
ilmi yönden İbn Tûmert’in verebileceği her şeyi almış olduğunu düşünebiliriz. O
aynı zamanda İbn Tûmert’ten öğrendiği bu bilgileri, yazarak ve başkalarına da
öğreterek kalıcı hale getirmiştir. İbn Kattan’a göre o, İbn Tûmert’in eserlerini hem
Arapça hem de Berberîce olarak ezbere bilmekteydi74. Yine İbn Kattan’ın aktardığı,
Abdulmümin’in Endülüs’teki talebeye hitaben yazdığı bir mektubu, onun Kur’ân’a
ve hadislere olan geniş vukûfiyetini de açıkça göstermektedir75.
Abdulmümin ilme olan sevgisini, ilim ehlinden de esirgememiş, onları yanına
alarak, geniş imkanlar sağlamak suretiyle onlara değer verdiğini ortaya koymuştur76.
O Merrakeş’te katıldığı ilmî toplantılarda tartışılacak/konuşulacak konuyu bizzat
sunar, toplantı sonuna kadar alimlerle birlikte olurdu77. İlim ehline ve şairlere bağış
konusunda son derece cömert davranmış78, bunun yanında fakir ve kimsesiz
öğrencilere bol bol yardımda bulunulmasını sağlamıştır79. O, halifeliği döneminde
vilayetlere vali atarken her valinin yanına bir de alim ve tecrübeli birini
görevlendirirdi80.
Abdulmümin, kendisine yöneltilen eleştirileri anlayışla karşılamış, hattâ
kendisini eleştiren şiirler yazan bazı şairleri ödüllendirmiştir. O bir defasında
72 Merrakûşî, 226, 227; Nâsırî, II, 130; Sallâbî, 134, 135. 73 Yaltkaya, 47; İnan, I, 200, 402. 74 İbn Kattan, 173. 75 İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561. 76 Zehebî, Târih, XXXVIII, 259; İnan, I, 402. 77 Merrakuşî, 342. 78 İbnu Sâhibussalat, 152, 153; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Siyer, XX, 370; İbnu’l-İmâd, VI, 306; Sallâbî, 127, 128. 79 İbn Kattan, 176, 177; Erbîlî II, 426; İnan, I, 402; Menûnî, 14 . 80 Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151.
62
kendisini eleştiren bir beyti okumuş ve bu şiiri yazan şaire, şiirin kendisine ait alup
olmadığını sormuşutur. Şair; burası lafın uzatılacağı bir makam değil. Eğer inkar
edersem bana inanmayacaksın. Kabul edersem de beni öldüreceksin, demiştir.
Abdulmümin bu cevaba gülümsemiş ve ona herhangi bir ceza vermemiştir. Yine bir
başka şair de onu çok ağır bir şekilde eleştiren bir beyt yazarak gizlice seccadesinin
altına koymuştur81. Abdulmümin beyti okuduktan sonra şiiri yazanı araştırmış ve bir
gün söz konusu şiiri yazdığını düşündüğü kimseye; bu şiiri niçin yazdığını sormuş.
Şair; maksadının kendi dünyasını mahvetse de, onun dinî açıdan düzelmesini
sağlamaya çalışmak olduğunu ifade edince, Abdulmümin, adama ceza vermek bir
yana, hayır bilakis sen nasıl benim dinimi düzelttiysen ben de senin dünyanı
düzelteceğim demiş, şaire bin dinar bağışlamış ve kendisini uyarmaya devam
etmesini istemiştir. Şair parayı almak istemeyince de, verdiği paranın helal olduğunu,
Allah’ın kendisine verdiğini, kendinin de başkalarına verdiğini, yani sadece köprü
görevi üstlendiğini belirtmiştir. Parayı aldıktan sonra kendisinin bu parayı dilediği
gibi sarf edebileceğini söylemişdir82.
Abdulmümin, ilmu’n-nucûm, dil, edebiyat, tarih ve kıraat gibi bir çok dinî ve
dünyevî ilimde bilgi sahibi olan bir kişiydi83. Onun şairlerle atışacak kadar şairliği de
vardı84. Safâdî’nin rivayet ettiğine göre onun evi sultanlara has ihtişamlı eşyalardan
mahrumdu, ancak kitapla doluydu85. O kendi çocuklarına ve aynı zamanda
Muvahhidlerin çocuklarına hem dinî ilimleri ve hem de, o dönemde günlük hayatta
her zaman ihtiyaç duyulan; ok atma, ata binme, yüzme, dalış ve askeri konularda
eğitim verilmesini sağlamıştır86.
Kaynaklarda Abdulmümin dindar, inancının gereğini en iyi şekilde yerine
getirmeye çalışan bir kişi olarak anlatılmıştır. Buna göre o, her gün Kur’ân’ın yedide
81 Abdulmümin, bir gün arkadaşlarına bir soru sormuş, onlar da cevap olarak Allah’ın (cc) sorusuna meleklerin verdiği cevabı vermişler; ‘bizim senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur’ demişler, (Bakara suresi, 32. ayet) Abdulmümin bu cevabı reddetmemiştir. Bu olay duyulunca zahitlerden biri onu bu konuda çok ağır bir şekilde eleştiren bir beyt yazarak gizlice seccadesinin altına koymuştur. Bkz. Safâdî, XIX, 236. 82 Safâdî, XIX, 235-237. Ayrıca Bkz. İbnu’l-İmâd, VI, 306; Sallâbî, 135. 83 İbn Ebî Zer, 203; Kayravânî, 140; Nâsırî, II, 130; İnan, I, 403. 84 Hülelü’l-Mevşiyye, 156, 157; Nâsırî, II, 120; Menûnî, 95, 96. 85 Safâdî, XIX, 235-238. 86 İbnu Sâhibussalat, 229, 230; Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151; İnan, I, 402, 403; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 73.
63
birini okur, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Gecenin son üçte birinde
kalkar ve namaz kılardı. Sonra sabah namazını gusül abdesti aldıktan sonra camide
cemaatle kılar, çocuklarını da beş vakit namaz için camiye götürür ve camiye
genellikle yürüyerek giderdi. O, meclisini de namazdan sonra toplardı. Namaz ve her
türlü dini konuda çok titiz davranırdı. Dini konulardaki hassasiyetinin bir gereği
olarak, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker konusunda hocası gibi o da çok titiz
davranırdı. Hattâ İbn Kattan mübalağa yaparak onun her hareketinin ve
hareketsizliğinin emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker olduğunu belirtmiştir87.
Abdulmümin ipek elbise giymekten kaçınırdı. Müslümanların mutlaka namaz
kılmaları gerektiğini belirtir ve üç günden fazla namazı terk edenlerin mürted
hükmüyle öldürülmesini emrederdi. Abdulmümin döneminde müezzin ezan
okumadan insanlar camilere akın ederler, camilerde izdiham olur ve namazlar huşu
içinde edâ edilirdi88.
Abdulmümin, aynı zamanda cihada ve düşünceye (nazar) de çok önem
verirdi. Talebeye İbn Tûmert’in Akîde89 adlı eserini ezberlemelerini emretmişti.
Abdulmümin cemaatle namaza çok önem verirdi. Sefer anında da cemaatle
namazdan geri durmazdı. Nitekim Bicâye seferinde yüz bin civarındaki askerlerinin
hepsinin aynı anda, tek imamla cemaatle namaz kılmalarını sağlamıştır90.
Abdulmümin, sade ve basit bir hayat yaşayan91, bunun yanında bol bol infak
eden cömert bir kişiliğe sahipti. İbn Kattan’ın rivayet ettiğine göre o, Bicâye seferine
çıktığı günlerde büyük bir köyde durmuş, bir evin kapısını çaldığında, karşısına çıkan
çocuklara babalarını sormuş, çocuklar babalarını yıllar önce kaybettiklerini
söyleyince, dört çocuklu bu aileyi adeta ihyâ etmiştir. Bu durum onun cömertliği 87 İbn Kattan, 187. 88 İbn Kesîr, XII, 246; İbnu’l-Cevzî, I, 195; Sallâbî, 138. Abdulmümin’in dindarlığı konusunda bkz. İbn Kattan, 187, 171-188; Merrakûşî, 197-201; İbnu’l-Esîr, XI, 238, 239; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, el-İber fî Haberi Men Ğaber, III, 29, Yay. Ebû Hacer Muhammed Said İbn Besyûnî Zağlul, Beyrut, 1985; Zehebî, Siyer, XIX, 367, 370, 371; İbn Kesîr, XII, 187, 246; İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; İbnu’l-Cevzî, I, Cüz, 8, 245, 246; Safâdî, XIX, 234, 235; Nâsırî, II, 130; Zirikli, IV, 319; Hâcî, Abdurrahman Ali, Târihu’l-Endülüsî mine’l-Fethi’l-İslâm Hattâ Sukûti Gırnata, 487, Kâhire, 1983. 89 İbn Tûmert’in akîde konusundaki risâlesi; tevhid, Allah’ın sıfatlarının mantıkî delilleri ve risâlet konusunda aklî deliller ortaya koyan bir risâledir. Mecmûatu Eazzu Mâ Yutlab içinde de yer alan bu risâle, Muhyuddîn Sabri’nin Mecmûatu’r-Resâil’i içerisinde de yayınlanmıştır. Bkz. Merrakûşî, 255; Sabri, Şeyh Muhyuddîn, Mecmuatu’r-Resâil, Mısır, 1328, 45-61. 90 Zehebî, Tarih, XXXVIII, 260. 91 İbn Kattan, 176; Zehebî, Târih, XXXVIII, 260, 261.
64
yanında, yetimlere karşı şefkat ve merhametini de göstermektedir. O bu cömertliğini
zayıf ve garip öğrencilere de göstermiş, onlara sürekli bağışta bulunmuştur92.
Abdulmümin mal biriktirmeye karşı çıkmış, bu tavrını hazineyi dağıtarak
boşaltacak boyutlara kadar vardırmıştır. Hazineyi boşaltmış ve orada namaz kılmış,
insanlara da aynı yerde namaz kılmalarını söylemiş ve mal peşinde koşan biri
olmadığını bu şekilde ortaya koymaya çalışmıştır. Savaşlardan elde edilen
ganimetleri dini hükümlere uygun bir tarzda dağıtmıştır93.
Kaynaklarda İbn Tûmert’in Abdulmümin için sık sık yaklaşık şu anlama
gelen mısraları söylediği rivayet edilir; ‘Başı yıldızlara değen, ancak ayakları hep
tozlar içinde’ bir kişi94. Yani İbn Tûmert’e göre o, bütün yüce özelliklere sahip, zeka
ve aklıyla seçkin biri olduğu halde ayağı yere sağlam basan, yorulmak bilmeyen
biridir.
Kaynaklarda onun şahsiyeti ile ilgili verilen bilgilere göre o, heybetli,
güzellikleri çok ve benzeri az bulunan iyi bir hükümdardı. O, görüşleri isabetli, siyâsî
yönden cesur, adaletli, hilm sahibi ve içinde bulunduğu duruma uygun adımlar atan
bir liderdi. Almak istediği yeri mutlaka alırdı. O enerji dolu, aynı zamanda iffetliydi,
hakimiyetini güçlü bir şekilde kurmuştu95. O, basiretli, sağlam görüşlü, yapılan işin
mükemmel olmasını isteyen, ancak bu şekilde tatmin olan, heybetli, hikmetli,
iyilikleri çok, iffetli, benzeri az bulunan ve aynı zamanda hırslı, kurnaz ve tüm
liderlik özelliklerine sahip bir kişi olarak anlatılmıştır96.
Abdulmümin fiziksel özellikleri bakımından; yakışıklı, beyaz tenli, etine
dolgun, orta boylu, enerjik ve gayretliydi. Saçları siyah, sakalları sık ve gür, gözleri
elâ, elleri iri ve sert, yüzü temiz ve parlak, dişleri bembeyaz bir kişiydi. Sesi gürdü,
açık ve net konuşur ve mantığı iyi çalışırdı. O, yemekte ve giyinmede en güzelini
92 İbn Kattan, 176, 177. 93 İbnu’l-Cevzî, I, Cüz VIII, 195, 196; Zehebî, Siyer, XX, 370. 94 İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; Zirikli, IV; 319; Brignon, V, 345. 95 Merrakûşî, 201; İbn Kattan, 187; İbn Ebî Zer, 204; İbnu’l-İmâd, VI, 305; Safâdî, XIX, 235, 236; Kayravânî, 140; Nuveyrî, 318; İnan, I, 405. 96 Merrakûşî, 200-202; İbn Ebî Zer, 203, 204;Nuveyrî, XXIV, 318; İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; Erbilî, II, 558.
65
tercih ederdi. Karşılaştığı ve sohbet ettiği kişilere mutlaka kendisini sevdirirdi97.
Birilerinin yanından geçerken onlara selâm verir ve dua ederdi98.
Abdulmümin aynı zamanda, akıllı, cesur, yiğit, kendisine güvenen, azimli ve
mücadeleci bir kişidir. O bu özelliklerini hayatının her alanında göstermiş,
öğrenmeye düşkünlüğünden dolayı bir çok fedakarlığa katlanmıştır. O daha küçük
yaşlarda mescitlerde tahsiline başlamış ve bulunduğu ortam içinde elinden geldiğince
ilim öğrenmeye gayret etmiştir. Onun öğrenmeye olan bu tutkunluğu uzun bir yol kat
etmeyi göze alacak ölçüdedir. O, bu amaç için İbn Tûmert ile birlikte yıllarca çok
çileli günler geçirmiştir99.
Abdulmümin hayatının önemli bir kısmını bizzat savaşarak geçirmiştir. O,
içinde bulunduğu duruma göre ani kararlar alarak uygulayan ve savaşlarda kelimenin
tam anlamıyla bizzat savaşan bir liderdir. O zeka ve akıl yönünden döneminin en
fazla öne çıkan şahsiyeti olmuştur. Birçok araştırmacı onun siyâsî ve savaşçı olarak
dahî bir lider olduğuna dikkat çekmişlerdir100.
Nuveyrî, Abdulmümin’in şahsiyeti ile ilgili bilgi verirken, devlet işleriyle
ilgili hiçbir tavizi kabul etmediğini ve gerektiğinde bu konuda çocuklarına karşı bile,
hak ettikleri şekilde davranmaktan geri durmayan biri olduğunu belirtmiştir101.
Abdulmümin, Mehdîyye seferi dönüşünde üvey kardeşi ve aynı zamanda veziri olan
Abdusselâm Kûmî hakkındaki yolsuzluk ve halka karşı kötü muamelede bulunduğu
yönündeki şikayetleri duyunca, konuyla ilgili şikayeti olanları Muvahhidlerin ileri
gelenleri huzurunda konuşturmuş, yüzleştirmiş ve sonunda hiç tereddüt etmeden
veziri görevden almış ve ölüme terk etmiştir102.
Kaynaklarda Abdulmümin’in şahsiyetiyle ilgili olarak, kan dökücü, küçük
suçları bile en ağır şekilde cezalandıran, muhaliflerine karşı son derece sert ve
müsamahasız biri olduğu da ifade edilmiştir. Bazı rivayetlerde özellikle Merrakeş’in
97 İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; İbn Ebî Zer, 203; Zehebî, Siyer, XIX, 367; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; İbn Hallikan, I, 404; Nâsırî, II, 130. 98 Zehebî, Târih, XXXVIII, 260. 99 Beyzak, 57 vd.; İbn Ebî Zer, 183, 203, 204; İnan, I, 396, 397. 100 İnan, I, 398; Abbâdî-Sâlim, Tarihu’l-Bahriyye, II, 261; Eşbah, II, 54; Ceylâlî, 8; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 66, 67. 101 Nuveyrî, XXIV, 318-320. Ayrıca bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 371; Zehebî, Târih, XXXVIII, 257. 102 İbnu Sâhibussalat, 174-177.
66
alınması esnasında çok sayıda insan öldürüldüğü için kanların oluk gibi aktığı
belirtilmiştir. Bazen savaşla alınan şehirlerde ölü sayısı on binli rakamlarla
anlatılmıştır103. İnan, onun bu konuda ortaya koyduğu uygulamayı İbn Tûmert’ten
devraldığı bir miras olarak ifade etmiş ve onun orta çağın en büyük kan dökücü
(tâgut) liderlerinden biri olduğunu söylemiştir104. İnan’ın bu değerlendirmesi çok
aşırı ve kabul edilmesi mümkün olmayan bir ifadedir. Elbette Abdulmümin için
söylenen kan dökücü ifadesinin birçok dayanağı vardır. Ancak onun devlet yıkıp
devlet kuran bir kişi olduğunu ve siyâsî alandaki en küçük müsamahanın bile
hareketin yok olmasına yol açabileceğini hesaba katmak zorunda olduğunu
unutmamak gerekir. O da böyle düşünmüş olmalı ki, en azından başlangıçta zorla,
savaşarak ele geçirdiği yerlerdeki eski yönetimle ilgili kimi ele geçirmişse yok etme
yoluna gitmiştir. Kabul etsek de etmesek de, insanların siyâsî rakip olarak gördüğü
kardeşini bile öldürdüğü bir dünyada yaşamaktayız. Onun kan dökmesi, sıradan
halka yönelik olarak değil, siyâsî rakiplerine karşıdır. Nitekim en kanlı şekilde istilâ
edildiği ifade edilen Merrakeş’te bile sıradan halka dokunulmamış, Murâbıtlar yok
edilmeye çalışılmıştır105. Merrakeş’in Muvahhidler tarafından istilâ edildiği günlerde
Murâbıtlar Devleti’nin en önemli mevkiinde bulunan, onların veziri olan İbn Atiyye,
halkın arasına karışarak ölümden kurtulmuştur106. Bu bilgi sıradan halka karşı her
hangi bir saldırının söz konusu olmadığını göstermektedir.
Hüseyin Mûnis’in de belirttiği gibi Abdulmümin’in başarısının belki de en
önemli etkeni, İbn Tûmert’in oluşturduğu arkadaş çevresini kendi davasında en iyi
şekilde kullanabilmiş olmasıdır. O arkadaşlarıyla birlikte elde ettiği başarılarıyla
Müslümanların tarihteki en büyük halifelerinden biri olmuştur107.
103 İbn Kesîr, XII, 187; Nuveyrî, 318; Safâdi, 237; İbnu’l-İmâd, VI, 306. 104 İnan, I, 405. 105 Zehebî, Merrakeş’in istilâsı ile ilgili olarak, sadece savaşanların öldürüldüğünü, halkın ise serbest bırakıldığını rivayet etmektedir. Bkz. Zehebî, Siyer, XX, 370. 106 İbn İzârî, 31; Merrakûşî, 199; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264. 107 Mu’nis, Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve Hadâratuhu, II, 101, Beyrut, 1992.
67
B-ABDULMUMİN’İN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE
MURÂBITLARA KARŞI MÜCADELESİ
1-Halife Olarak Biat Alması
Abdulmümin, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat almasından ve daha sonra da,
Murâbıtlar Devleti’ne karşı silahlı mücadeleye başladığı ilk günlerden itibaren çeşitli
zamanlarda askeri birliklerde komutanlık görevleri üstlenmiştir. Merrakûşî’nin
belirttiğine göre İbn Tûmert, daha 517/1123’lerde hazırlamış olduğu ilk askeri
birliklerden birine, daha 22-23 yaşlarında, çok genç bir kişi olduğu halde, komutan
olarak Abdulmümin’i atamıştır. O, Abdulmümin’in emri altında bulunan askerlere de
‘sizler müminlersiniz, bu da sizin emirinizdir’ demiş ve askerlerine Abdulmümin’e
itaat etmelerini emretmiştir. O günden sonra da Abdulmümin emirülmüminîn sıfatını
almıştır108. Daha sonraki günlerde Abdulmümin elde ettiği başarılarıyla
Muvahhidlerin en önemli komutanı olmuştur. İbn Tûmert’in sağlığında gerçekleşen
Buheyra savaşında Muvahhidler ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Ancak
Abdulmümin, büyük bir imtihan vererek109, mağlup bir ordunun tamamen
dağılmasını önleyerek, düzenli bir şekilde Muvahhidlerin merkezi olan Tinmellel’e
getirmeyi başarmıştır110. Abdulmümin daha ilk dönemlerdeki başarılı çalışmalarıyla
kendisini ispatlamış ve iyi bir komutan olduğunu ortaya koymuştur.
Kaynaklarda İbn Tûmert’in ölmeden önce Abdulmümin’i kendisinden sonra
halife olarak vasiyet ettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre; İbn
Tûmert ölümünden kısa bir süre önce Onlar ve Elliler Meclisi’nden olan adamlarını
çağırmış ve onlara vasiyetini bildirmiştir. Bu vesile ile yaptığı konuşmasının
sonunda, Abdulmümin’in kendisinden sonraki liderleri olduğunu ve Allah’a itaat
ettiği sürece ona itaat etmeleri gerektiğini bildirmiştir. Bunun üzerine toplantıya
katılanlar İbn Tûmert’in huzurunda Abdulmümin’e biat etmişlerdir. Biatten sonra da
108 Merrakûşî, 192; Harekât, I, 314; Yaltkaya, 42; Jemil, 111. 109 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zerkeşî, 4. 110 Nuveyrî, XXIV, 288; İbnu’l-Esîr, VI, 565, 566; Zehebî, Siyer, XIX, 550.
68
İbn Tûmert, hepsini teker teker yanına çağırmış, yüzlerini ve göğüslerini
sıvazlayarak onlara karşı sevgi ve memnuniyetini göstermiştir111.
İbn Tûmert’in sağlığında onun en yakınında bulunan ve onun en çok
güvendiği adamlarından biri olan Abdulmümin, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat
alması esnasında ona ilk biat eden kişi olmuştur. Abdulmümin, İbn Tûmert’in sürekli
öğrencisi, danışmanı, arkadaşı, destekçisi ve komutanı olarak kendisine verilen
görevleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. Hemen bütün kaynaklarda ifade edildiği
gibi, Buheyra savaşında yaşanan yenilgi haberi İbn Tûmert’e bildirilince onun
sorduğu ilk şey Abdulmümin’in hayatta olup olmadığı olmuştur. Onun hayatta
olduğunu öğrenince, Allah’a hamdu senâda bulunmuş ve yenilgiyi tatsalar da
davalarının devam edeceğini, Abdulmümin yaşadıktan sonra gerisinin önemli
olmadığını belirtmiştir112.
İbn Tûmert Buheyra savaşındaki yenilgiden birkaç ay sonra, Ramazan
524/Ağustos 1130’de Tinmellel’de113 ölmüştür. Arkasından da Onlar Meclisi’nin var
olan üyeleri ve İbn Tûmert’in ev halkının katıldığı özel biat -Biatü’l-Hâss- ile
Abdulmümin’e gizlice biat edilmiş ve böylece İbn Tûmert’in vasiyeti yerine
getirilmiştir114. İnan, Abdulmümin’e biat konusunda kaynaklarımızdaki rivayetleri
111 Beyzak, 83; Merrakûşî, 194-196; İbn Kesîr, XII, 187; Zehebî, Siyer, XIX, 369; Zehebî, Târih, XXXVIII, 255; Nuveyrî, XXIV, 289; İbnu’l-Verdî, II, 44; Nâsırî, II, 87; M. Mahir Hammâde, Vesâiku’s-Siyâsiyye, 399, 400, Beyrut, 1986; İnan, I, 220, 221; Sallâbî, Ali Muhammed Muhammed, Devletü’l-Muvahhidîn, 98, 99, Amman, 1998. İbn Tûmert’in vasiyetiyle ilgili bir metin bu tezin ekler bölümünde yer almaktadır. İbn Hallikan ise, İbn Tûmert’in sadece Abdulmümin’i işaret ettiğini rivayet etmiş, vasiyet ile ilgili bir ifade kullanmamıştır. Bkz. İbn Hallikan, I, 404. 112 Beyzak, 79; İbn Kattan, 165, 171; Merrakûşî, 193; İbnu’l-Esîr, X, 458; İbn Haldun, el-İber, VI, 127; Nuveyrî, XXIV, 289; Zehebî, Târih, XXVI,115; İbnu’l-Verdî, II, 44... Kaynaklarda Buheyra Savaşı’nın 524 yılında olduğu konusunda ittifak vardır. Ancak Zehebî bu konuda bir yerde 521 tarihini verirken (Siyer, XIX, 368; Tarih XXXVIII, 254), başka bir yerde de diğer kaynaklarda olduğu gibi 524 tarihini vermiştir. Bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 550; Târih, XXXVI, 116. 113 Beyzak, 83; İbn Kattan, 167; Hulelü Mevşiyye, 117; Zerkeşî, 4; Yaltkaya, 43; Halefullah, 95; Hamdî, 110. Tourneau, Buheyra savaşının kaynaklarda belirtilen tarihlerden farklı ve yanlış olarak 525/1131, İbn Tûmert’in ölüm tarihini ise 5 ya da 6 Ramazan 524/13, 14 Ağustos 1130 olarak vermiştir. Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 47, 49. 114 Beyzak, 83; Merrakûşî, 194; İbn Kattan, 204; Nuveyrî, XXIV, 289; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Hülelü’l-Mevşiyye, 143. Bu konuda daha geniş bilgi ve yorumlar için bkz. Hamdî, 110; Zirikli, IV, 319; Harekât, Mağrib, I, 315; L. Provençal, Nuhabu Târihiyye Câmiatu li Ahbâri’l-Aksâ, 37, Paris, 1948; Dayle, Muhammed Rıdvan, Fi’l-Edebi’l-Endülüs, 38, Dimeşk, 2000; Sallâbî, 98.
Zerkeşî, bu verilen bilgilerden farklı olarak İbn Tûmert’in ölümü ardından, önce Ebû Ali Ömer Sanhâcî’ye biat edildiğini, ancak günler sonra Mehdî’nin Abdulmümin’i vasiyet ettiği söylenilerek Abdulmümin’e biat edildiğini belirtmiştir. Ancak diğer kaynaklarda daha önce de belirttiğimiz gibi Abdulmümin’e biat konusunda herhangi bir ihtilaf ya da tereddütten bahsedilmemektedir. Bkz. Zerkeşî, 5.
69
sıralamış ve bu biatın İbn Tûmert ölmeden kısa süre önce ya da hemen sonra
gerçekleşmiş olduğunu, Abdulmümin’in daha İbn Tûmert hayatta iken, ona yakınlığı,
en güvendiği kişi olması, aralarındaki sevgi ve güvenden dolayı halifeliğe en uygun
kişi olduğunu belirtmiştir115. J. Birignon, Abdulmümin’in seçilmesiyle bölgedeki bir
kabilenin gücünü kötüye kullanması riskinin ortadan kalktığını ifade etmektedir. O,
aynı zamanda Murâbıtların zayıf yönlerinden biri olarak, yönetimde Lemtûnelilere
dayanmaları ve dolayısıyla diğer büyük Berberî kabilesi olan Sanhâcelileri rahatsız
etmelerini göstermiştir116. Gerçekten de hiçbir kabile ile kan bağı olamayan dışardan
bir kimsenin başkan olması, herhangi bir kabileye yakınlıkla ve kayırmacılıkla
suçlanmalara muhatap olmasını en aza indirmesine yardımcı olması açısından,
hareket için bir avantajdır. Abdulmümin, bu avantajı iyi kullanarak sadece bir
kabileye bağlı kalmak yerine kendilerine katılan bütün kabilelere belli ölçüde
görevler vererek gücünü artırmıştır.
İbn Tûmert’in ölümünden sonra, onun en yakın danışmanları olan Onlar
Meclisi’nden bir kişinin halife seçilmesi normal ve beklenen bir şeydir. Ancak İbn
Tûmert’in ölümünden kısa bir süre önce gerçekleşen Buheyra savaşı bu on kişilik
meclis üyelerinin beş tanesinin ölümüyle sonuçlanmıştır117. Geriye sağ kalan beş
üyeden her üyenin kabilesinin halifenin kendilerinden birinin olmasını istemesi de
anlaşılır bir durumdur. Fakat birbiriyle iç içe yaşayan, aralarında rekabet olan
kabilelerden birinden halife çıkması, diğer kabilelerin onu kıskanmasına yol açarak
Muvahhidlerin birliğine zarar verebilirdi118. Bu durumda Abdulmümin’in İbn Tûmert
ile olan yakın arkadaşlığı, onun sağlığında kendisine verdiği görevler, elde ettiği
başarıları ve bu dönemde devamlı ön planda oluşu gibi hususlar, İbn Tûmert’in
115 İnan, 221. Guneymî, İbn Tûmert’in sağlığında bütün çalışmalarını ve düzenlemelerini Abdulmümin ile birlikte yaptığını ifade etmiştir. Bkz. Guneymî, II, 203. 116 Brignon, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, V, 339, 345, İstanbul, 1988. 117 Beyzak, 33; Züneyber, 129.
H. Kennedy, Abdulmümin’in seçilmesini gerektirecek bir takım gerekçeler olmakla birlikte gizlenen bir iktidar mücadelesi olduğunu, İbn Melviye ve İbn Tûmert’in kardeşlerinin ona karşı muhalefet etmerinin bunu gösterdiğini ifade etmiştir. Bkz. Kennedy, 201. Ancak kaynaklarda başlangıçta İbn Tûmert’in kardeşlerinden hiç bahsedilmemektedir. Onlar daha çok Merrakeş’in fethinden sonra adından sık söz edilen kişiler olmuşlardır. Böyle olunca, onların harekete bilfiil aktif olarak katılmalarının daha sonraki aşamada olduğunu düşünebiliriz. En azından başlangıçta Muvahhidler Hareketinden uzak durup, en azından pasif kalıp, hareket iyice yükselişe geçince de kardeşlerinin adını kullanarak bundan pay almak için harekete geçmiş görüntüsü vermektedirler. 118 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Provençal, Nuhabu Târih, 37.
70
vasiyeti olmasa da halifelik konusunda Abdulmümin’i şanslı hale getirmiştir.
Böylece Sûs bölgesinde yaşayan Berberîlerin Berânis kolundan olan Musâmide’den
bir lider yerine, daha uzak bir yerden, Tlemsan’ın batısında yaşayan Berberî el-
Betr’in Zenata kolundan, Kumya kabilesine mensup bir kişi halife seçilmiştir. Yani
burada onun seçiminde etkili olan unsurlar; İbn Tûmert ile ilişkileri, bölge
kabilelerinden bu konuda öne çıkabilecek birden fazla kimsenin olması ve bu
kişilerden birinin seçilmesinin ihtilafa sebep olacağı görüşü gibi etkenler
olmalıdır119.
Diğer taraftan yine kaynaklardan öğrendiğimize göre, İbn Tûmert’in
ölümünden önceki hastalığı sırasında, namazlarda imamet işini Abdulmümin
yürütmüştür120. Abdulmümin’in İbn Tûmert ile ilişkilerinin bu derece üst düzeyde
olması, onu her işte en önde tutması ve hastalığından dolayı yerine getiremediği
imamet işini Abdulmümin’e bırakması; işte bütün bunları düşününce, onun
ölümünden sonraki siyâsî ve askerî liderlik için Abdulmümin’i tercih ettiğini, en
azından İbn Hallikan’ın ifade ettiği gibi, buna işaret ettiğini121 kabul edebiliriz.
Halife seçildikten sonra Abdulmümin, öncelikle çok titiz bir çalışma
yürüterek halkın kendisine güven ve desteğini tam olarak sağlamaya çalışmıştır. Bu
güveni sağlamanın en iyi yollarından biri savaşlarda elde edilecek zaferlerdir.
Abdulmümin de bunu yapmış, İbn Tûmert’in sağlığında başlamış olan, Murâbıtlara
karşı çatışmaları aralıksız sürdürmeye devam etmiştir. Nitekim Hulelü’l-
Mevşiyye’de Abdulmümin’in özel biattan sonra ileri gelenlerle strateji belirlemek
için istişâre ettiği ve sonuç olarak savaşlara devam edilmesi ve bu çerçevede önce
Tatlâ ve çevresine karşı harekete geçmek konusunda anlaştıkları, bunu
gerçekleştirdikten sonra da Der’a’ya hareket ettikleri ve orayı da itaat altına aldıkları
belirtilmektedir. Abdulmümin bu çerçevede hareket etmiş ve savaşa devam ederek
günden güne Murâbıtlara üstünlük sağlamıştır122.
Muvahhidlerin ileri gelenleri İbn Tûmert’in ölümünü bir süre gizli tutmak
konusunda anlaşmışlardır. Gizlilik döneminde İbn Tûmert yaşıyormuş gibi hareket 119 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Nâsırî, II, 91; Mu’nis, Vesâik, 211; Guneymî, II, 203; Sallâbî, 99. 120 İbn Ebû Zer, 179, 184; Nâsırî, II, 87. 121 İbn Hallikan, I, 404. 122 Hülelü’l-Mevşiyye, 143; Sallâbî, 107.
71
edilmiş, Muvahhidlerden istenilen görevler İbn Tûmert’e dayandırılmıştır123. Bu
gizlilik dönemi üç yıl sürmüş ve üç yılın sonunda Abdulmümin halka İbn Tûmert’in
ölümünü açıklamıştır. Onun ölümünün açıklanmasından sonra, Muvahhidlerin
yönetim merkezi olan Tinmellel’deki Merkez Camii’nde bütün halkın katılımıyla ve
hiçbir ihtilaf ve itiraz olmaksızın Abdulmümin’e halife olarak biat edilmiştir124.
Abdulmümin, genel biat öncesinde, kadın ve erkeklerin hazır bulunduğu
Muvahhidler topluluğuna bir konuşma yaparak onlara İbn Tûmert’e verdikleri
sözlerini ve bu sözlerinin devam ettiğini hatırlatmış, topluluk da onu onaylayarak İbn
Tûmert’e verdikleri sözlerinin devam ettiğini belirtmişlerdir. Abdulmümin’den sonra
Muvahhidlerin ileri gelen diğer liderleri de (Ebû İbrahim ve Ömer Esnak, halka bu
konuda konuşmalar yapmışlardır. Arkasından tekrar Abdulmümin söz almış ve İbn
Tûmert’in öldüğünü açıklamıştır. Halk ağlaşmaya başlayınca onlardan susmalarını
istemiş, sonra da Muvahhidlerin ileri gelenleri (Onlar Meclisi’nden olanlar)
Abdulmümin’e ‘İmam Mehdî ile yaptığımız biatı seninle de yapıyoruz’ diyerek ona
biat etmişlerdir. Daha sonra Elliler Meclisi’ndekiler ve halktan orada bulunanlar da
Abdulmümin’e biat etmişlerdir125. Biat işi o gün geceye kadar ve sonraki üç gün
boyunca devam etmiştir. Abdulmümin’e biat, büyük bir disiplin ve ciddiyet içinde
gerçekleşmiştir126. Böylece halife olarak halktan biat almış olan Abdulmümin,
Muvahhidlerin tamamının desteğiyle, İbn Tûmert’in ölümünden itibaren fiilen
yürüttüğü görevini bu aşamadan sonra, aynı zamanda resmî olarak da yürütmeye
başlamıştır.
Abdulmümin’in Muvahhidlerden genel biat almasının tam olarak hangi tarihte
gerçekleştiği konusunda kaynaklarımızda farklı bilgiler bulunmaktadır. Beyzak ve
İbn Haldun’a göre İbn Tûmert’in ölümü üç yıl127, İbn Kattan ve Zehebî’ye göre ise
beş yıl gizli tutulmuştur128. Beyzak gün ve ay belirtmeksizin Abdulmümin’e genel
123 Beyzak, 79; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Halefullah, 98, 99; Provençal, Nuhabu Târih, 38. 124 Beyzak, 83; İbn Kattan, 170, 171; İbn Ebî Zer, 185; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Kayravânî, 137; Halefullah, 96, 97. 125 Beyzak, 85. Ayrıca bkz. Merrakuşî, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 275, 276. 126 Beyzak, 85, 133; İbn Kattan, 204; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Nâsırî, II, 92; Halefullah, 99; Hüseyin Mu’nis, Vesâik, 210, 211. 127 Beyzak, 83; İbn Haldun, el-İber, VI, 229, 275; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 77781; Hamdî, 110; Guneymî, II, 204; Züneyber, 130. 128 Zehebî, Siyer, XIX, 368; İbn Kattan, 204, 226.
72
biat tarihi olarak 527 senesini vererek, üç yıllık gizlilik süresiyle uyumlu bir tarih
belirtmiştir. İbn Kattan ise Abdulmümin’in İbn Tûmert’in ölümünü ilan etmesi ve
açıktan biat alması tarihi olarak 529 tarihini vermektedir129. İbn Ebî Zer ve Nâsırî
Abdulmümin’e genel biat işinin 20 Rebiülevvel 526/Şubat 1132’da gerçekleştiğini
belirterek, diğer kaynaklardan daha farklı bir tarih vermişlerdir. onların verdiği bu
tarihe göre gizlilik süresi sadece 18 ay olarak kabul edilmiştir130.
Biz Abdulmümin’in açıktan biat almasının Beyzak ve İbn Haldun’un verdiği
tarihe bağlı kalarak, İbn Tûmert’in ölümünden üç yıl sonra, yani 527 yılında
gerçekleştiğini düşünüyoruz. Çünkü Abdulmümin’in otoritesini tam yerleştirmesi,
belli başlı yerlere atamalar yapması ve İbn Tûmert olmadan da işleri belli bir seyirde
yürütüyor olduğunu ispatlaması için üç yıllık sürenin mantıklı olduğu kanaatindeyiz.
Bundan da öte, Muvahhidler tarihinin bu dönemiyle ilgili en önemli kaynaklardan
biri olarak Beyzak’ın aktardığı bilgiyi doğru kabul ediyor ve onun verdiği tarihin
tercih edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz131.
Abdulmümin’in Muvahhidler tarafından çok erken bir dönemde halife olarak
ilan edilmesine rağmen, onun halifeliği ancak Murâbıtları ortadan kaldırdığı
541/1147’den sonra herkes tarafından kabul edilen bir durum olmuştur. Bu
dönemden sonra tam anlamıyla güçlü bir ordu ve devletiyle her yerde tanınan bir
halife olmuştur. Böylece İslâm dünyasında Bağdat ve Mısır’dan sonra, Merrakeş’te
üçüncü bir hilafet devleti ortaya çıkmıştır132.
2-Halifeliğinin İlk Yıllarındaki Faaliyetleri
Abdulmümin, halifelik görevini üstlendikten sonra, hızlı bir şekilde
Muvahhidlerin hakim olduğu tüm bölgelerde kendi hakimiyetini kurmaya çalışmış ve
bu konuda başarılı da olmuştur. Bu bölgelerde herhangi bir isyan hareketinin
çıkmamış olması onun başarısının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Onun İbn
Tûmert ile beraber bölgede on yıl gibi uzun bir süre kalması ve bu dönemde İbn
Tûmert tarafından önemli görevlerin kendisine verilmesinin başarısında büyük etkisi 129 Beyzak, 83; İbn Kattan, 204, 226. 130 İbn Ebî Zer, 185; Nâsırî, II, 92. 131 Nazmu’l-Cemân’ı yayınlayan M. Ali Mekkî, Abdulmümin’in açıktan biat almasıyla ilgili olarak kaynaklarda verilen bilgileri özetlemiştir. Bkz. İbn Kattan, 204, 1. dipnot. 132 Halefullah, 107.
73
olmalıdır. Bunun yanında onun İbn Tûmert tarafından kendisine en fazla değer
verilen ve bundan dolayı herkes tarafından iyi tanınan bir kişi olması da
unutulmamalıdır. Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu dönemde
insanların aralarındaki ihtilafları düzelterek, iyilikler yaparak, yiğitliği, cömertliği,
atılganlığı, cesareti ve sebatıyla halkın sevgisini kazanarak gönüllerde taht
kurmuştur133.
İbn Tûmert’in ölümünden (524/1130), Abdulmüm’in genel biat almasına
kadar geçen gizlilik döneminde Tinmellel’de İbn Tûmert yaşıyormuş gibi hareket
edilmiş ve halka ‘Mehdî şöyle veya böyle söyledi’ denilerek durum idare edilmeye
çalışılmıştır134. İbn Tûmert’in ölümünü sadece Muvahhidlerin Onlar Meclisi’nden
olanlar ve kardeşleri biliyordu. İbn Kattan onun ölümünü kız kardeşi Zeyneb’in
kocasından bile gizlediğini belirtir135. Bu dönemde Abdulmümin, İbn Tûmert’ten
emirler alıyormuş gibi yaparak Muvahhidleri idare etmiştir136.
Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünden sonraki günlerde daha önceden
başlatılmış olan eğitim faaliyetlerini de devam ettirmiş olmalıdır. Özellikle İbn
Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu ilk yıllarda bu durumu halka hissettirmemek için
her şeyin eskiden olduğu gibi yürütülmeye çalışıldığını düşünebiliriz. Yani
Murâbıtlarla çatışmalar yanında, Muvahhidlerin hakim olduğu bölgelerde halkın
eğitimi için yürütülen faaliyetler de eksiksiz devam ettirilmiştir137.
Abdulmümin, her alanda yürüttüğü çalışmalarıyla İbn Tûmert’in ölümünün
gizli tutulduğu dönemde, otoritesini tam olarak kurmuştur. Belli bir süre sonra işleri
yoluna koymuş ve iktidarı konusunda hiçbir itirazın olmayacağı bir ortam
oluşturmuştur. Başlangıçta İbn Tûmert’in en yakın arkadaşı, dostu, en güvendiği kişi
ve komutanı iken, halife olarak biat almasından sonra halife ve emirülmüminîn
133 İbnu’l-Esîr, X, 457; Nuveyrî, XXIV, 289; İbnu’l-Verdî, II 44. 134 Beyzak, 81; Zehebî, Siyer, XIX, 368. 135 İbn Kattan, 170. 136 İbn Kesîr, XII, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 137 İbn Haldun’un rivayet ettiğine göre, İbn Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu günlerde, onun hasta olduğu ifade edilmiş, namaz ile ilgili uygulamaları aynı şekilde devam ettirilmiş, insanlar namazlardan sonra eskisi gibi hizblerini okumuşlar, İbn Tûmert’in arkadaşları, o yaşıyormuş gibi onun evine girip çıkmaya ve görüşmelerini orada yapıp, aldıkları kararları uygulamaya çalışmışlardır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 229.
74
sıfatlarını elde etmiştir. Bu aşamadan sonra da Muvahhidlerden hiç kimse onun
başkanlığına resmen itiraz etmemiştir.
Abdulmümin, genellikle tahriklere kapılmadan, olgunlukla ve soğuk
kanlılığını muhafaza ederek çalışmalarını sürdürmüş, İbn Tûmert’in ölümünün gizli
tutulduğu bu dönemde Muvahhidlere bağlanan merkezlere valiler atamıştır. Daha
sonra işlerini yoluna koyup zamanının geldiğini düşündüğü bir dönemde İbn
Tûmert’in ölümünü halka duyurarak genel biat almıştır. Halktan biat almasından
sonra kendisine bağlı olan bütün kabilelere haber gönderip durumu uygun olanları
merkeze çağırarak büyük bir ordu hazırlamaya çalışmıştır. O, ordusunu hazırladıktan
sonra Murâbıtlara karşı yeni ve daha kapsamlı bir askerî Harekâta girişmiştir138.
İbn Tûmert’in mehdî olarak biat alması ve Murâbıtlar Devleti’ni resmen
tanımadığını ilan etmesinden itibaren, Tinmellel ve çevresi Muvahhidlerin bağımsız
bölgesi olmuştu. Abdulmümin de başlangıçta İbn Tûmert’ten henüz oluşmakta olan
bu küçük bölgenin/devletin yönetimini devralmıştı. Burası Murâbıtların
ulaşamadıkları, zaman zaman geldiklerinde de başarı elde edemeden, yenik olarak
çıkmak zorunda kaldıkları Tinmellel merkezli bir bölgeydi.
İbn Tûmert’in ölüm yılında (524/1130) Muvahhidler, Murâbıtların başkenti
olan Merrakeş’i kırk gün boyunca kuşatmış olmalarına rağmen, daha sonra büyük bir
yenilgiye uğrayarak Tinmellel’e çekilmek zorunda kalmışlardı. Ancak
Abdulmümin’in askerî ve siyâsî çabaları zamanla meyvelerini vermiş ve dağlarda
yaşayan Sanhâce ve Heskûre kabileleri başta olmak üzere o çevredeki insanlar yavaş
yavaş Muvahhidlerin kontrolü altına alınmıştır. Bundan sonraki günlerde
Abdulmümin, çevresindeki Murâbıtlara bağlı bölgelere saldırılarını sürdürmüş ve
sürekli başarılar elde ederek liderliğini pekiştirmiştir139.
Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünden sonra yaklaşık on yıl Tinmellel
çevresinde ve bazen de Mağribu’l-Aksâ’nın ortalarına doğru seferler düzenleterek
Murâbıtları yıldırma polikası izlemiş ve çok uzun süreli olmayan bu seferlerinden
sonra Tinmellel’e geri dönmüştür. Ancak 534/1139 yılından itibaren olabildiğince
138 Beyzak, 85; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Nâsırî, II, 91, 92; İnan, I, 225. 139 Beyzak, 85-113; İbn Kattan, 237; İbn İzârî, 16; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Sallâbî, 101, 102.
75
büyük bir orduyla Tinmellel’den ayrılmış ve dağlık bölgelerden hareket ederek
Murâbıtları bunaltan, Merrakeş’in düşmesine kadar da aralıksız yedi yıl devam eden
askeri ve siyasi faaliyetlerine başlamıştır.
3-Murâbıtlara Karşı Mücadelesi
Abdulmümin’in Murâbıtlara karşı muhalefeti çok erken dönemlerde, daha İbn
Tûmert ile tanışmasıyla başlamıştı. Bu muhalefet günden güne sertleşerek devam
etmiştir. İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat almasından sonra (515/1121) Muvahhidler
ve Murâbıtlar arasında yıllarca sürecek olan silahlı mücadele dönemi başlamıştır.
524/1130’da İbn Tûmert’in ölümünden sonra Muvahhidlerin Murâbıtlarla devam
eden savaşının liderliğini Abdulmümin üstlenmiştir. Bu dönemde Abdulmümin, bir
yandan Murâbıtların kendilerini yok etmek için düzenledikleri askerî hücumlarını
püskürtmeye, diğer yandan da yavaş yavaş, kendilerine yakın bölgelerden başlayarak
hakimiyet alanlarını genişletmeye çalışmıştır.
Abdulmümin’nin Murâbıtlara karşı yürüttüğü askeri faaliyetler bir kaç
aşamada ele alınabilir. O, İbn Tûmert’in ölümünden sonraki ilk on yıl boyunca daha
çok yakın çevresiyle ilgilenmiş ve Tinmellel çevresindeki bölgelerde hakimiyetini
güçlendirmeye çalışmıştır. Bu dönemden sonra yedi yıl boyunca Murâbıtlarla
Tinmellel’e daha uzak noktalarda; daha çok Tlemsan’dan batıya doğru Akdeniz,
Atlas Okyanusu kıyıları; yani bütün Mağribu’l-Aksâ’da savaşmış, Merrakeş dışında
bütün bölgelere hakim olmuş ve nihayet Merrakeş’i de alarak Murâbıtlar Devleti’ne
son vermiştir. Bu dönemde Murâbıtlar sürekli zayıflarken Muvahhidler günden güne
güçlenerek Murâbıtlardan iktidarı devr almaya başlamışlardır. Abdulmümin’in
Murâbıtlara karşı mücadelesinde elde ettiği her başarı Murâbıtlara bağlı bazı
bölgelerin ve kabilelerin Muvahhidlere katılımıyla sonuçlanmıştır. Her katılım bir
kum saati gibi, yavaş yavaş bir tarafın çoğalmasını, diğer tarafın ise azalmasını
sağlamıştır.
Muvahhidlerin 524/1130’da, Buheyra savaşında Murâbıtlara yenilmiş
olmalarına rağmen onların başkentlerini belli bir süre muhasara edebilmiş olmaları,
Murâbıtların Muvahhidlere karşı bir takım ciddi hazırlıklar yapmalarına yol açmıştır.
Murâbıtlar bu savaştan sonra işin ciddiyetini daha iyi anlamışlar ve Muvahhidlere
76
karşı daha güçlü askerî birlikler çıkararak onları yok etmeye çalışmışlardır. Ancak
onların bu çabaları Muvahhidleri yok etmek için yeterli olamamış, tersine
Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler günden güne güçlenmeye devam etmiştir.
Murâbıtlar Muvahhidlere karşı giriştikleri savaşlarda istedikleri başarıyı bir türlü elde
edememişler ve bu savaşlarda önce Ali b. Yusuf’un oğlu Seyr’i kaybetmişlerdir.
Bunun üzerine Ali b. Yusuf, Endülüs’te bulunan diğer oğlu Taşfîn’i Merrakeş’e
çağırarak, Muvahhidlere karşı yürütülen mücadelenin başına geçirmiş ve bu suretle
Muvahhidlerden kaynaklanan bu tehlikeyi bertaraf etmek istemiştir. Ancak o da
Abdulmümin başkanlığındaki Muvahhidleri durduramamış, Murâbıtlara umut
ettikleri başarıyı kazandıramamıştır. Tersine gün geçtikçe Muvahhidler Murâbıtlara
açıkça üstünlük sağlamaya başlamışlardır. 537’de Ali b. Yusuf’un ölmesi kısa bir
süre sonra da 539’da Taşfîn b. Ali’nin ölümü Muvahhidlere büyük bir öz güven
kazandırmış, Murâbıtları ise tamamen yıkıma sürüklemiştir. Murâbıtlar, bundan
sonra Mağrib bölgesinde neredeyse sadece Merrakeş’te sıkışıp kalmışlardır.
Muvahhidler on bir aylık uzun bir kuşatmadan sonra Merrakeş’i de ele geçirerek
Murâbıtlara son darbelerini indirmişlerdir. Şimdi Abdulmöümin’in Murâbıtlarla
mücadele aşamalarını daha ayrıntılı olarak ele alabiliriz.
3.a-524-533(1130-1139) Yılları Arasındaki Savaşlar
Abdulmümin, Buheyra savaşındaki yenilgiden gereken dersi almış ve halife
olarak işe başladığı ilk dönemlerde Murâbıtlarla daha çok dağlık bölgelerde çatışmış,
onlarla düz alanlarda karşılaşmamaya dikkat etmiştir140. Onları dağlara çekerek kendi
hakim olduğu sahada savaşa zorlamış ve bunda da muvaffak olmuştur. İbn Tûmert’in
sağlığında Murâbıtların başkenti Merrakeş, çok erken denecek bir dönemde
kuşatıldığı halde Abdulmümin, Merrakeş’i kuşatma işini Merrakeş dışındaki
Murâbıtlara bağlı önemli bütün merkezleri ve şehirleri ele geçirdikten sonraya
bırakmış ve son bir darbe ile burayı da ele geçirmiştir141.
İbn Tûmert 524/1130 yılı sonlarında ölmüş, İbn Kattan’ın belirttiğine göre bir
sonraki yıl (525/1131), Muvahhidlerin Tinmellel’de sükûnetle geçirdikleri bir zaman
140 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 59-61; Jemil, 107. 141 Jamil, 107; Bourouıba, 22.
77
dilimi olmuştur142. Aslında bu yıl Muvahhidler için, Buheyra savaşında karşılaşılan
büyük yenilgiden sonra tekrar toparlanmak ve yeniden harekete geçmek için hazırlık
yılı olarak da kabul edilebilir. Hulelü’l-Mevşiyye’de İbn Tûmert’in ölümünden sonra
Onlar ve Elliler Meclisi’nden olanların Abdulmümin üzerinde ittifak ettikleri ve ona
biat ettikleri belirtilir. Aynı yıl, yani 524/1130 yılında Abdulmümin, Muvahhidlerle
istişâre ederek nereye karşı askerî Harekâta girişeceklerini kararlaştırmıştır143.
Abdulmümin halife olarak işe başlamasından sonraki ikinci yılından itibaren
hazırlıklarını tamamlamış, Muvahhidler ordusunu yeniden ve daha güçlü bir şekilde
kurmak için gayret ederek toplamış olduğu ordusunu eğitmeye çalışmış ve cihada
hazırlamıştır. Hazırlıkların yeterli düzeye geldiğine inandığı andan itibaren de
Murâbıtlara karşı savaşlara başlanmıştır.
Abdulmümin, gizlilik döneminde Murâbıtlarla Tâdla, Der’a Vadisi ve
Gumâra bölgelerinde savaşlar yapmış, buralardaki bazı kaleleri ele geçirmiştir. Yine
bu dönemde Cezûle savaşında Murâbıtlarla karşı karşıya gelmiştir. Belli aralıklarla
sürdürdüğü bu savaşlardan sonra tekrar Tinmellel’e dönmüştür144.
İbn Kattan, 526/1132 yılı olayları içinde Endülüs’ten, İşbiliyeli Fellâkî’den de
bahsetmektedir. Fellâkî, Endülüs’te eşkıyalık yapan biriyken, daha sonra tövbe
ederek eşkıyalıktan vazgeçmiş, Ali b. Yusuf da onu affetmiştir. Bir müddet
Murâbıtlar için Endülüs’te, İşbiliyye’de görev yapmış, daha sonra Ali b. Yusuf
tarafından Merrakeş’e çağrılmıştır. Ali b. Yusuf, 515’den itibaren onu diğer bazı
komutanlarıyla birlikte Sûsu’l-Aksâ bölgesine, Dern Vâdisi’nde kendisiyle mücadele
eden Muvahhidlerle savaşmaya göndermiştir. Bir müddet sonra Fellâkî’nin Ali b.
Yusuf ile arası açılmıştır. Fellâkî bir gurup askeriyle Muvahhidlere katılmış, ancak
burada da uzun süre kalamamış, onlardan ayrılarak tekrar Murâbıtlara katılmıştır.
Fellakî bir müddet sonra, bir kez daha saf değiştirerek, Murâbıtlardan ayrılmış,
yeniden Muvahhidlere iltihak etmiştir145.
142 İbn Kattan, 222. Ayrıca bkz. Beyzak, 84; İnan, I, 225. 143 Hülelü’l-Mevşiyye, 143. 144 Beyzak, 84, 85; İbn Kattan, 223; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; Kayravânî, 137; Hamdî, 112. 145 İbn Kattan, 132, 133, 223, 224. Bu konuda ayrıca bkz. Beyzak, 88, 129; Hülelü’l-Mevşiyye, 113; İnan, I, 227; Sallâbî, 104; Hamdî, 114.
78
Beyzak’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin 527/1133 yılında,
Muvahhidlere İbn Tûmert’in ölümünü açıklayıp genel biat almasından sonra, ilk
önce Tâzâcurt savaşını gerçekleştirmiş, burayı ele geçirdikten sonra, savaşta elde
ettiği ganimetlerle Tinmellel’e dönmüştür. Beyzak daha sonra beş-altı yıllık bir
dönemi atlayarak, Abdulmümin’in (Merrakeş’in güney batısında, Atlas Okyanusu
sahiline yakın bir yerde bulunan Hâha’ya bağlı) Tâckûtat denilen bölgede Rebertir146
ve Taşfin komutanlığındaki Murâbıtlarla yapmış olduğu savaşlara geçmiştir.
Muvahhidler bu savaşlarda da üstünlüklerini sürdürmüşlerdir147. İnan’ın da belittiği
gibi, Abdulmümin’in Taşfîn b. Ali komutasındaki Murâbıtlarla ilk karşılaşması 533
yılı başlarında olmalıdır. Çünkü Taşfin Endülüs’te vâli olarak görev yapmakta iken
532 yılı sonlarında babasının daveti üzerine Mağrib’e gelmiş ve Muvahhidlere karşı
mücadeleye de bundan sonra başlamıştır148.
Abdulmümin Murâbıtlara karşı ilk dönemlerdeki bu savaşlarda, bölgedeki
bazı yerleri ve kaleleri ele geçirmiş ve esirler almış, düşmanlarından çok sayıda kişi
de öldürülmüştür149. Abdulmümin, Tinmellel çevresinde yer alan bütün bölgeleri
istilâ etmiştir. Onun Murâbıtlara karşı yürüttüğü mücadelede elde ettiği başarıları,
halkın Muvahhidlere katılımını da hızlandırmıştır150. Yine bu yıl içinde
Abdulmümin, Murâbıtlardan Ebû Bekir b. Varsıl ve adamları tarafından korunmakta
olan erişilmesi zor, sarp bir yerdeki Taskîmût kalesini zaptetmiştir. Muvahhidlerden
146 Rebertir veya Reberter, Arapça kaynaklarda yer alan yabancı bir kelimedir. Avrupa dillerinde ise bu kelime Reverter veya Roberto olarak söylenen bir isimdir. Burada adı geçen Rebertir, Barselona şövalyelerindendi. Barselona kontu ile arası açılınca, kont tarafından unvanı elinden alınmış ve mallarına el konulmuştur. Bunun üzerine o da Mağrib’e kaçmış ve Ali b. Yusuf’a katılmıştır. Ali b. Yusuf da, yanındaki çok sayıdaki Hıristiyan paralı askerle beraber onu özel kuvvetlerine katmıştır. Daha sonra o, Muvahhidlerle olan çatışmalarda komutan olarak yer almıştır. Beyzak’ın bildirdiğine göre Murâbıtlarla Muvahhidlerin çatışmalarında, Sûs çevresindeki bazı savaşlarda da Rebertir komutanlık yapmıştır. O, 539/1144’de Abdulmümin ile giriştiği bir çatışmada ölmüş ve onun ölümüyle askerleri dağılmıştır. Beyzak, 86, 92; İbn İzârî, 20; İnan, I, 232, 249; Hamdî, 115. 147 Beyzak, 84-86. Buradaki zaman atlamasına dikkat etmeyen A. Sâlim, bu savaşın 521/1127’de olduğunu ifade etmiştir. Oysa Taşfîn’in Muvahhidlerle savaşı 530’lu yıllarda başlamıştır. Bkz. Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 779. 148 İnan, I, 229. İbn Kattan, 527 ve 531 yılı olaylarını anlatırken Taşfîn’in bu yıllarda Endülüs’te Hıristiyanlara karşı savaştığını belirtmiştir. O, Taşfîn’in Muvahhidlere karşı savaşa çıkmasını ilk olarak 533 yılı olayları içinde vermiştir. Bkz. İbn Kattan, 241, 251, 263. 149 Beyzak, 85; İbn Kattan, 224, 225; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; İbn Haldun, el-İber, 229; İnan, I, 225; Hamdî, 111-113.
İbn Kattan, Abdulmümin’in bölgedeki Taskîmût Kalesini ele geçirince kale komutanıyla birlikte 20.000 kişiyi öldürdüğünü bildirmektedir. Bkz. İbn Kattan, 224, 225. Sallâbî, haklı olarak bu rakamın çok abartılı olduğunu, bir kalede bu kadar savaşçının bulunmasının makul olmayacağına dikkat çekmiştir. Bkz. Sallâbî, 101. 150 Nâsırî, II, 92.
79
Ebû Hafs Ömer ve ileri gelenlerden bir gurup aynı yıl içinde Celâve kalesini de işgal
ederek ilerlemelerini sürdürmüştür. Kale zorlu bir çatışmadan sonra ele geçirilmiş ve
daha sonra da kalede bulunanlar öldürülmüştür. Bu kale daha önce İbn Tûmert
tarafından kuşatılmış ve o burada yaralanmıştı. Abdulmümin daha sonra Hazrece
Kalesini de ele geçirmiş ve kaleyi yaktırmıştır. Kale halkından çoğunu öldürmüş ve
sonra Ceşcal beldesine girmiş, burasını da yakmıştır. Yine bu yıl (526/1132) Hezrece
ve Heskûre’den bazı kabileler Muvahhidlere katılmışlardır. Ancak bunlar daha sonra
Muvahhidlerden ayrılarak, tekrar Murâbıtlara bağlanmışlardır151. Bu rivayetlerden
açıkça anlaşıldığı gibi Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı mücadelesi aynı anda birkaç
koldan yürütülmekteydi. Murâbıtlara karşı bir yandan Abdulmümin, diğer yandan da
Ebû Hafs Ömer savaşlara girişmiş ve onları bunaltmaya başlamışlardır.
Abdulmümin’in genel biat almasından sonra karşılaştığı önemli olaylardan
biri, Onlar Meclisi’nden olan Abdullah b. Melviyye’nin Abdulmümin’e karşı Ali b.
Yusuf ile gizlice anlaşmasıdır. Abdulmümin, Tâzâcurt seferinden sonra Tinmellel’e
geri döndüğünde İbn Melviyye’nin kendisine ihanet ettiğini öğrenmiştir. İbn
Melviyye, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nde yer alan ve Buheyra savaşında
kurtulanlan bu meclisin beş üyesinden biriydi. O, Abdulmümin’e biat edilmesini
kabullenememiş ve onun Tinmellel’den uzaklaşmasını fırsat bilerek Merrakeş’e
gitmiş ve Ali b. Yusuf ile anlaşmıştır. Bu anlaşma gereğince Ali b. Yusuf ona
Murâbıtlardan bir kuvvet tahsis etmiştir. İbn Melviyye bu kuvvetle ve kendisine
Muvahhidlere bağlı bölgelerden katılacak olan diğer kuvvetlerle Tinmellel’e
saldıracak ve Muvahhidler hükümetini ortadan kaldıracaktı. İbn Melviyye anlaşma
gereğince yanına aldığı Murâbıtlardan oluşan bir birlikle Merrakeş’ten ayrılarak
Tâmâzâcûst’a geldi. Burası Tinmellel yolu üzerinde Kenfîse kabilesinin yaşadığı bir
bölgeydi. İbn Melviyye yanında Abdullah b. Vesyedderen olduğu halde Kenfîse
kabilesinin ileri gelenlerini toplayarak kendisine katılmaları için davette
bulunmuştur. Kenfîse kabilesinden orada bulunanlar ise, ona Mehdî (İbn Tûmrt) ile
daha önce yapmış oldukları anlaşmayı hatırlatarak bu yeni davete karşı
memnuniyetsizliklerini belirtmişlerdir. Muvahhidler’in Yetmişler Meclisi’nden Ebû
Said Yehlut b. Hasan Âtivî bu kabiledendi. Ebû Said ve kölesi gizlice İbn
151 İbn Kattan, 224, 225, 226; İbn Ebî Zer, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İnan, I, 226.
80
Melviyye’nin bulunduğu yere giderek onları öldürmüşler ve cesetlerini Tinmellel’e
götürüp asmışlardır. Böylece Abdulmümin’e karşı ortaya çıkan bu ilk isyan girişimi
daha işin başında bastırılmıştır. Abdulmümin olayı öğrenince Kenfîse kabilesine
teşekkür etmiş ve son seferinde elde ettiği ganimetlerden pay vererek onları
ödüllendirmiştir. Abdulmümin bu olaydan sonra tekrar vâdiye dönmüş ve Sanhâce
yakınlarındaki Esnâcân topraklarını ele geçirmiştir. Daha sonra Muvahhidler’in
Elliler Meclisi’nden olan Ali b. Nâsır’ı bölgeye vali tayin ederek buradan
ayrılmıştır152.
Beyzak, Abdulmümin’in Abdullah b. Melviyye’nin öldürülmesinden sonra
Muvahhidlerin Hâha’ya bağlı bölgelerde Rebertir ve Taşfin komutasındaki
Murâbıtlarla savaştıklarını belirtmektedir. Bu savaşlarda Muvahhidler zaman zaman
çok zor duruma düşmüşler, ancak sonunda zorlukları aşmayı başarmışlardır. Daha
sonra da Taşfin Merrakeş’e, Abdulmümin komutasındaki Muvahhidler ordusu ise
Tinmellel’e dönmüşlerdir153.
Abdulmümin 527/1133 yılında Fas yakınlarındaki Tâze’yi ele geçirmiştir.
Muvahhidler ordusu 528’de de Tinmellel’den ayrılarak Murâbıtlarla Merrakeş ve Fas
arasındaki bölgede yer alan Tâdla’da savaşmıştır. Abdulmümin’in ordusu bu
savaştan galip çıkmış dağlık bölgedeki birçok yeri ele geçirmiş ve halkın
Muvahhidler iktidarına itaatini sağlamıştır. Bu arada Sanhacelilerden bazıları da
Abdulmümin’e biat etmişlerdir154.
İbn Kattan 529/1135 yılı olaylarını ele alırken Muvahhidlerin gücünün
günden güne büyüdüğünü ve askerlerinin arttığını belirtmiştir. Bu yıl içinde Sûs
bölgesi tamamen Muvahhidlerin eline geçmiştir. Yine bu yıl Abdulmümin Benî
Yîgaz ile de savaşmıştır. Bu kabile daha önce İbn Tûmert’in ashabından Ebû
Muhammed Abdulaziz Ğayğâî’yi öldürmüşlerdi. Abdulmümin bu kabile ile kırk gün
savaşıp Tinmellel’e geri dönmüştür155. Abdulmümin, 529 yılında Fas’ın doğusunda
Ribatu’t-Tâze’nin inşasına da başlayarak Tinmellel dışında Muvahhidler için Mağrib
152 Beyzak, 85; İnan, I, 226, 227; Sallâbî, 103; Hamdî, 113, 114. 153 Beyzak, 86. 154 İbnu’l-Esîr, X, 458; Nuveyrî, XXIV, 528; İbn Ebî Zer, 186. 155 İbn Kattan, 236-240; İnan, I, 229; Sallâbî, 104; Hamdî, 116.
81
bölgesinde, Melviye ırmağının bir kolu üzerinde sahile yakın bu bölgede güvenli bir
merkez oluşturmaya başlamıştır156.
Abdulmümin, 530/1136 yılında ordusuyla Ecerfercân ve Maskarûtan’a
gitmiştir. Murâbıtlara bağlı askeri birliklerin başında o zaman Ali b. Yusuf’un oğlu
ve aynı zamanda veliahdı olan Seyr b. Ali b. Yusuf bulunuyordu. Abdulmümin bu
esnada daha güvenli olan dağlık bölgelerde hareket etmeye devam ediyordu. Fırsat
kollayarak zaman zaman da Murâbıtlara saldırılar düzenliyordu. Muvahhidler böyle
ani bir saldırıyla Maskarûtan’da Murâbıtları mağlup etmişlerdir. Bu saldırıyla bol
miktarda silah ve diğer malzemeleri de ganimet olarak ele geçirmişlerdir157.
Abdulmümin, 531/1137 yılında yeniden Benî Yîğaz kabilesine karşı harekete
geçmeye karar vermiştir. Ancak Tinmellel’den hareket etmeden önce bu kabileye
yakın kimselerden bir heyet göndererek, onlara uyarıda ve nasihatlerde bulunmuştur.
Benî Yîğaz’ın uyarıları dinleyip Muvahhidlerin egemenliğini kabul etmeleri üzerine,
savaşsız bir zafer elde edilmiştir158.
Muvahhidler ordusu 532/1138 yılında Tinmellel’den çıkarak Gayâse dağında
yerleşmişler Seyr b. Ali b. Yusuf da askerleriyle onun bulunduğu yere yakın bir
yerde ve Cerande Dağı’na kamp kurmuştur. Burada çatışmalar olmuş ve
Muvahhidlerin galibiyetiyle sonuçlanmıştır159. Başka bir rivayete göre ise, bu yıl
Abdulmümin Fas’ın doğusunda Afru Dağı yakınlarındaki Nevâzir denilen çok
yüksek dağlık bölgede karargah kurmuştu. Taşfin’in ordusu da buraya yakın düzlük
bir bölgeye karargah kurmuş bulunmaktaydı. İki ordu bulundukları bölgede dikkatli
bir şekilde bekledi. İki orduya bağlı küçük guruplar arsında bazı küçük çatışmaların
dışında, büyük çaplı bir savaş gerçekleşmeden geçen bu yıla Nevâzir Yılı
denilmiştir160.
156 İbn Ebî Zer, 187; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. 157 İbn Kattan, 249; Hamdî, 116. 158 İbn Kattan, 251. 159 İbn Kattan, 253-255; Hamdî, 117. 160 İbnu’l-Esîr, X, 458; Nuveyrî, 290.
82
Ali b. Yusuf’un oğlu ve veliahdı olan Seyr161, bu dönemde ölmüştür. Ali b.
Yusuf, Seyr’in ölümünden sonra Endülüs valisi olan diğer oğlu Taşfîn’i Endülüs’ten
Merrakeş’e çağırmış ve onu kendisine yeni veliaht tayin etmiştir162.
Bu aşamadan sonra Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidlerle savaşı Taşfîn
b. Ali sürdürmüştür. İbn İzârî, Taşfin’in 532 yılının Cemaziyelevvel’inde (Ocak
1138) büyük bir ordu hazırlayarak Muvahhidlere karşı sefere çıktığını belirtir. Bu
sefere çok sayıda kabile süvari ve piyadeleriyle katılmıştır. Taşfin bu orduya çok
fazla umut bağlamış ve yenemeyeceği hiçbir güç olmadığını düşünmüştür. Taşfîn
ordusuyla en önemli ve öncelikli hedefi olan Muvahhidleri yok etmeye çalışacaktı ve
bunu da rahatlıkla yapabileceğine inanıyordu. O askerleriyle Muvahhidlerin
bulunduğu bölgeye doğru hareket ederken Abdulmümin, dar, atların zorlukla
yürüdüğü dağlar arasında bir boğazda Murâbıtlar ordusuna karşı saldırıya geçmiştir.
Taşfin’in büyük umutlarla hazırlamış olduğu bu ordu burada Muvahhidlere karşı
varlık gösteremediği gibi çok zor duruma düşmüştür. Taşfin, büyük bir umutla çıktığı
bu seferinde Abdulmümin karşısında zor durumda kalmış ve askerlerine çekilme
emri vererek Merrakeş’e dönmüştür. Murâbıtların askerleri çekilirken dağlara
yayılmışlar, Abdulmümin de onları takip etmiş ve dağıtmıştır. Abdulmümin, burada
Taşfin’in ordusunu tam bir hezimete uğratmıştır. Muvahhidler, Taşfin’in
askerlerinden bir kısmını da esir alarak Tinmellel’e dönmüşlerdir. Bu savaşta
Murâbıtların hezimete uğraması ve Muvahhidlerin kazandığı başarı bir çok kabilenin
Muvahhidlere katılmasını sağlamıştır163.
Abdulmümin, 533 yılında Tinmellel’den haraket ederek Hâha bölgesine kadar
varmış ve burada karargah kurmuştur. Taşfin de yanında Rum komutan Rebertir
olduğu halde Merrakeş’ten çıkarak aynı bölgede karargah kurmuştur164.
Abdulmümin buradaki Benû Melul kabilesinin yaşadığı bölgede bir aydan fazla bir
süre kalmış, onlarla savaşmış, çok sayıda kişiyi öldürmüş ve içinde her türlü
yiyeceğin de bulunduğu ganimetler elde etmiştir. Daha sonra da buradaki diğer
kabileleri itaat altına almıştır. Abdulmümin buradan Âcerfercan’a geçmiş, Taşfin de 161 İbn Kattan, 249, 253. 162 Nuveyrî, XXIV, 290. 163 İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 164 İbn Kattan, 263; İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İnan, I, 235; Hamdî, 118, 119; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 696.
83
onu takip etmiştir. Muvahhidler ile Taşfin komutasındaki Murabıtlar ordusu dağlık
bir bölgede savaşmışlar ve Taşfin komutasındaki Murâbıtlar ordusu, Muvahhidler
ordusu tarafından hezimete uğratılmıştır. Bu savaşta Murâbıtlar ordusunda Cezûle
kabilesinden çok sayıda asker bulunmaktaydı. Bu askerler evlerine dönmek için
Taşfin’den izin istemişlerdir. Taşfin de onlara izin vermiş, ancak onlar kısa zaman
sonra Muvahhidlerin tuzağına düşerek esir edilmişlerdir. Muvahhidler savaş
sonrasında ele geçirdikleri esirleri ve ganimetleri Tinmellel’e götürmüşlerdir.
Esirlerden Cezûle kabilesine bağlı kimseler Tinmellel’de Muvahhidlere katılma sözü
vermeleri karşılığında serbest bırakılmışlardır165.
Bu dönemde Abdulmümin bir yandan Sûs bölgesine tamamen hakim olmak
için çalışmış, bir yandan da Tinmellel’e oldukça uzak noktalara da seferler
düzenlemekten geri durmamıştır. Bu çalışmalarıyla birçok kabileyi ya etkisiz hale
getirmiş, ya da kendi saflarına katmıştır. Taşfin ve Rebertir komutasındaki
Murâbıtlar Abdulmümin’i yok etmek için bütün güçleriyle çalıştıkları halde
Abdulmümin, nisbeten kendilerine daha yakın ve Murâbıtların kontrol etmelerinin
zorlaştığı Tinmellel merkezli bu bölgeyi tamamen hakimiyet altına almıştır. Bölgede
Murâbıtlarla defalarca savaş yapmış, bazan galip gelmiş, bazan da kuşatma altında
çok zor durumda kalmış, ancak her seferinde kurtulmayı başararak sağ Sâlim
Tinmellel’e dönmüştür166. Sonuç olarak Abdulmümin, Murâbıtları Sûs bölgesinde
yenilgiye uğratmış, ganimetler ve esirler almış ve bölgeyi tamamen kendisine
bağlamıştır.
Beyzak’ın rivayetine göre, Abdulmümin Tînelîn seferine çıkmış ve bölgede
bazı yerleri ele geçirmiştir. Bu sırada Rebertir bölgeye gelmiş, Muvahhidler ise Sûs
bölgesine geçerek burada bazı yerleri ele geçirmişler ve esirler alarak Tinmellel’e
dönmüşlerdir. Bu esirler arasında bulunan vezir Bintan b. Ömer’in kızı,
Abdulmümin’e Merrakeş’te iken babasının İbn Tûmert’e şefaatçi olduğunu ve onu
kurtardığını hatırlatarak kendisinin ve diğer 400 kadar kadın esirin serbest
bırakılmasını istemiştir. Abdulmümin de onu ve diğer kadınları güzel bir şekilde
Merrakeş’e yollamıştır. Ali b. Yusuf, Abdulmümin’in bu jestine karşılık Rebertir’in
165 İbn Kattan, 263-265; İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Hamdî, 118. 166 Beyzak, 86.
84
Muvahhidlere bağlı Tîğîğâyîn denilen yerde ele geçirdiği kadınları (bu esirler
arasında Muvahhidlerin Onlar Meclisi’nden olan İbn Mahluf’un eşi de bulunuyordu)
serbest bırakıp Tinmellel’e yollayarak karşılık vermiştir167.
3.b-Yedi Yıl Savaşları (534-541/1139-1146)
İbn Tûmert’in ölümü ve Abdulmümin’in halifelik görevini üstlenmesi
üzerinden on yıl kadar bir süre geçmiş ve artık 534 yılına gelinmişti. Bu on yıllık
süre içerisinde Abdulmümin de bölgede varlığını herkese tamamen kabul ettirdi.
Onun başarıları Muvahhidler hareketini her yönüyle güçlendirmesi ve Murâbıtlarla
yaptığı hemen bütün savaşlarda üstünlük elde etmesi, en azından onu ortadan
kaldırmak için gelen Murâbıtları eli boş göndermiş olması, prestijini günden güne
artırdı. Bütün bunlar Muvahhidlerin kendilerine güvenlerini zirveye çıkarırken,
Murâbıtlardan kopmalar ve Muvahhidlere katılımlar da olağan gelişmelerden olmaya
başladı.
Bu aşamadan sonra Muvahhidler çatışmayı kendilerine yakın bölgelerden daha
çok Murâbıtların kalbi olarak kabul edilebilecek büyük kentlerin çevresinde
yoğunlaştırmaya karar vermişlerdir. Abdulmümin, yaklaşık on yıllık bir dönemde
elde ettiği savaş tecrübesi ve düşmanının zaaflarını ve üstün yönlerini tanıması ile
mücadelesinde yeni bir strateji belirlemiştir. Bu strateji sayesinde 534/1139 yılından
itibaren yedi yıl boyunca Mağribu’l-Aksâ’nın orta kısımlarından başlayıp, kuzey
sahilleri boyunca devam eden ve sonunda Tlemsan, Fas, Miknâse, Selâ üzerinden
Merrakeş’te biten bir dizi savaşla Murâbıtlar ile mücadelesini sürdürmüştür.
Abdulmümin, Tinmellel’den hareketi öncesinde kendisine bağlı bütün
kabilelere haber göndererek olabildiğince fazla asker toplamaya çalışmıştır.
Hazırlıklarını tamamlayınca hanımı tarafından akrabası olan Musa b. Süleyman’ı
Tinmellel’de yerine vekil bırakarak Safer 534’de (Eylül 1139) binlerce askeriyle dağ
yollarından kuzeye doğru hareket etmiştir168. Dağlık kısımlardaki hareketi ve
buralardaki hakimiyeti ona belli başlı maden yataklarını ve Sahra’dan Akdeniz’e
167 Beyzak, 87, 88; İnan, I, 233; Sallâbî, 107, 108; Hamdî, 120. 168 İbn İzârî, 16; Nâsırî, II, 93; Sallâbî, 108.
85
giden ticaret yollarını denetleme imkanı vermiştir. Bu denetim ovalardaki
hakimiyetine de zemin hazırlamıştır169.
Abdulmümin, Murâbıtlara karşı yürüttüğü yedi yıllık mücadele döneminde,
onlarla sürekli savaşarak Tlemsan, Fas, Vehran, Sicilmase başta olmak üzere,
Murâbıtlara bağlı Kuzey Afrika ve Atlas Okyanusu sahilinde bulunan hemen bütün
önemli merkezleri ve başkent Merrakeş’i Muvahhidler Devleti’ne bağlamıştır.
Böylece o, Murâbıtlar Devleti’nin Mağrib bölgesindeki hakimiyetine tamamen son
vermiştir.
Abdulmümin yedi yıl süren bu uzun seferi süresince Merrakeş’i istilâ
edinceye kadar Tinmellel’e dönmemiştir170. Ancak zaman zaman askerlerinin
durumu ve başarıları hakkındaki bilgileri habercileri vasıtasıyla Tinmellel’e
ulaştırmıştır171.
Bir müddet sonra, Abdulmümin çalışmalarıyla Murâbıtlara bağlı kabileleri
onlardan ayırarak kendi yanına çekmeye muvaffak olmuş, Murâbıtlar vergi
toplayamaz hale gelmişler ve insanlar onlardan uzaklaşarak Abdulmümin
yönetimindeki Muvahhidlere sığınmaya başlamışlardır172. Bundan sonra
Muvahhidler günden güne güçlenirken Murâbıtlar ise sürekli güç kaybetmişlerdir.
Muvahhidler ve Murâbıtlar arasında yaşanan savaşlar Beyzak tarafından
ayrıntılı olarak anlatılmış, Muvahhidler ordusunun uğradığı küçük büyük bütün
yerleşim yerleri zikredilmiş, buralardaki çatışmalar ve diğer olaylar ayrıntılı olarak
anlatılmıştır173.
Muvahhidler ordusu Tinmellel’den çıktıktan sonra, çeşitli yerleşim
bölgelerine uğrayarak Merrakeş’in güney doğusundan kuzey doğusuna doğru hareket
etmiş, Merrakeş’in 70 km. kadar doğusunda yer alan Demnât’a kadar ilerlemiştir. Bu
sırada Murâbıtlar ordusu Taşfin komutasında Merrakeş’ten ayrılarak Muvahhidleri
169 Brignon, V, 346. 170 İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 171 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 172 İbn Ebî Zer, 186, 187; İbn İzârî, 16; Zerkeşî, 5; İbn Haldun, VI, 229, 230. İbn Haldun’un ifadesiyle insanlar Murâbıtlardan Abdulmümin’e kaçmışlardır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 173 Beyzak, 88-109.
86
takibe başlamış ve onlar da Demnât’ın doğusunda bulunan Yemlelî’ye varmışlardır.
Sürekli yer değiştiren Muvahhidlerle onları izleyen Murâbıtlar arasında bu aşamaya
kadar herhangi bir çatışma olmamıştır. Ancak Muvahhidlerin geçtikleri bölgelerdeki
kabileler onlara katılmışlardır. Muvahhidler buradan kuzeye doğru ilerlemişler
Tadlâ’nın güneyindeki Dây’a kadar varmışlardır. Burada bulunan Murâbıtlara bağlı
yönetici Ali b. Sâktarâ kaçtığı için Muvahhidler burayı hiçbir mukavemetle
karşılaşmadan zapt etmişlerdir. Bölgede bulunan Sanhâceliler de Muvahhidlere
itaatlerini bildirmişlerdir. Daha sonra Muvahhidler ordusu bölgede bazı küçük
çatışmalarla yollarına devam etmiş ve Tâdlâ’nın 100 km. kadar kuzey doğusunda,
Fâzaz bölgesinin merkezi durumunda bir yerleşim yeri olan Azrû’yu istilâ etmiştir174.
Burada karargah kurarak bir müddet kalmışlardır. Azrû’da kaldıkları sırada
Abdulmümin burada yeni bir evlilik yapmıştır175. Bu esnada Muvahhidlere katılımlar
da devam etmiştir176.
Abdulmümin, Azrû’dan çevreye askeri birlikler göndererek bölgeyi itaat
altına almaya çalışmıştır. Bütün Fazaz bölgesi Sicilmâse’ye kadar Muvahhidlerin
hakimiyetine girmiştir. Bu arada Murâbıtlar da Taşfîn ve Rebertir komutasındaki
birlikleriyle Fas ve Miknâse’den hareket ederek bölgedeki bir kaleye yerleşmişlerdir.
Bu arada kış başlamıştır177. (535/1140) Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerden
bazılarını Tinmellel’e göndererek son durum hakkında onlara bilgi vermiş ve
kendisine güvenlerini sürdürmelerini sağlamıştır178.
Abdulmümin, askerleriyle kuzeydeki Azrû’dan 60 km. kadar uzaklıktaki Fas
yakınlarında bulunan Safru’ya, oradan da Fellac denilen yere ulaşarak burada
karargah kurmuştur. (Muharrem 535/Ağustos 1140) Taşfin ise Rum komutan
Rebertir ile birlikte Fas’a ulaşmıştır. Taşfîn, komutanı Rebertir’i Muvahhidler
üzerine göndermiş ve Muvahhidlerle Rebertir arasında bazı küçük çatışmalar
olmuştur. Muvahhidler kuzeye doğru hareket etmeye devam etmişler, Benû Makkud
174 Beyzak, 88, 89; 121; Sallâbî, 108, 109. 175 Beyzak, 88, 89. 176 Beyzak, 88, 89; Zerkeşî, 5; Sallâbî, 10. 177 Beyzak, 90; İnan, I, 235; Hamdî, 122. 178 Beyzak, 90.
87
mevkiine kadar varmışlar, Taşfîn de bu bölge yakınlarındaki Mekermede’de
karargah kurmuştur179.
535/1141 yılı kış döneminde kış çok ağır geçmekteydi. Çok şiddetli yağmur
yağıyor ve Murâbıtlar hava muhalefetinin verdiği zorluklarla baş edemiyorlar,
yağmur ve rüzgar onları perişan ediyordu. Yağmurla birlikte her taraf çamur olmuş,
askerin de hareketiyle bir müddet sonra yerler yürünmez hale gelmişti. Sonuç olarak
Murâbıtlara bağlı askerler çamur içinde kalmışlardı. Diğer yandan Murâbıtlar ordusu
ısınmak için yakacak bulmakta da çok büyük güçlük çekiyordu. Uzun kış şartları ve
ordunun sayıca çokluğu dolayısıyla ihtiyacın çok fazla olması, yakacak sıkıntısını hat
safhaya çıkardı. Sonunda yakacak sıkıntısından dolayı çadır direklerini ve
hayvanlarının semerlerini dahi yakacak duruma düştüler. Bu arada yiyecek
konusunda da durumları çok iç açıcı değildi. Çok sayıda asker soğuktan ve açlıktan
hayatını kaybetmeye başlamıştı180. Sonunda Murâbıtlar ordusu Fas ve Miknâse
bölgesinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu arada Murâbıtlara bağlı bazı kabileler de
onlardan ayrılarak Muvahhidlere katıldılar. Taşfin’in bölgeden ayrılmasından sonra
Muvahhidler de Fas bölgesinden hareket ederek Orta Atlas dağlarında ilerlemeye
devam etmişlerdir181.
Abdulmümin’in ordusu sürekli dağlık ve ormanlık bölgelerden hareket ediyor
ve karargahını bu bölgelerde kuruyordu. Karargah kurmuş olduğu yerin özelliğinden
dolayı da Muvahhidler yiyecek ve yakacak gibi erzak yönünden herhangi bir
sıkıntıya düşmemekteydi182.
536 yılı başlarında (1141 yazı) Abdulmümin kuzeye doğru hareketine devam
etmiştir. Bu arada sürekli katılımlarla günden güne sayıları artan Muvahhidler ordusu
çeşitli guruplara ayrılarak, birden çok yerde savaşarak bölgede tam bir hakimiyet
kurmaya başlamıştır. Taşfin Muvahhidlerin saldırılarına karşı bir yandan kendisi, bir
yandan da Rum komutanı Rebertir olduğu halde karşılık vermeye çalışmıştır. Bu
179 Beyzak, 90, 91; İnan, I, 236. 180 Beyzak, 90, 91; İbn İzârî, 16; İbn Ebî Zer, 187; Nuveyrî, XXIV, 291, 292; Sallâbî, 109. 181 Beyzak, 90, 91; İbn İzârî, 16; İbn Ebî Zer, 187; Nuveyrî, XXIV, 291, 292; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; İnan, I, 236, 237; Hamdî, 122,123. 182 Beyzak, 91; İbn Ebî Zer, 187; İbn İzârî, 16, 17; İbnu’l-Esîr, VI, 567.
88
savaşlarda bazen Murâbıtlar ordusu bazı başarılar elde etse de genellikle
Muvahhidler üstün gelmişlerdir.
Muvahhidler Fas’ın doğusundaki Gayâse yakınlarına geçmişler, Taşfîn de
Nevâzir denilen yerde karargah kurmuştur. Burada elli gün gece gündüz aralıksız
ortalığı kasıp kavuran fırtınalı bir hava yaşanmıştır. Bölgede bu sene de kış
(536/1142) çok soğuk ve sert geçmiştir. Taşfin’in bulunduğu Nevâzir’de odun ve
buğday fiyatları çok yükselmiştir. Bu zorlu kış döneminde Murâbıtlardan çok kişi
soğuktan ölmüştür. Murâbıtlar yeterince yakacak odun bulamadığı için çadır
direklerine ve mızraklarına varıncaya kadar yakmak zorunda kalmışlardır. Bu arada
Murâbıtlardan Muvahhidlere katılımlar da devam etmiştir183.
Abdulmümin, ordusuyla Gayâse’den Fas’ın kuzey doğusundaki, Akdeniz
sahiliyle Fas arasında yer alan Lukay’a geçmiştir. Muvahhidler burada Murâbıtlara
bağlı Velce Kalesi’ni istilâ etmişlerdir. Taşfîn de Muvahhidlerin bulunduğu bölgeye
yakın bir yerde karargah kurmuş ve Rebertir komutasındaki bir askeri birlik
Muvahhidlere bağlı bir birliği kuşatarak sıkıştırmış, ancak Muvahhidler kendilerine
yeni katılımlarla elde ettikleri destek sayesinde kuşatmadan kurtulmuşlardır.
Muvahhidler Lukay’dan yine bu bölgedeki Verga Vâdisi ve ırmağı yakınlarındaki
Tâzegderâ’ya geçmişlerdir. Taşfîn de ordusuyla vâdinin karşı kıyısında karargah
kurmuştur. Rebertir komutasındaki Murâbıtlar ordusu Tâzegderâ’da Muvahhidlere
karşı saldırıya geçmiş, iki ordu arasında iki gün boyunca çok şiddetli çatışmalar
yaşanmıştır. Bu çatışmalarda iki taraftan da birçok kişi ölmüştür. Bu çatışmalardan
sonra Rebertir askerleriyle Murâbıtların karargahının bulunduğu Benû Tavda’ya
çekilmiş, Muvahhidler ise Tâğrût denilen bölgeye geçmişlerdir184. Daha sonra
Muvahhidler Verga Vâdisi çevresindeki yerlerde sürekli yer değiştirerek Murâbıtları
oyalamışlardır. Bu arada Muvahhidlerin ileri gelenlerinden olan Ömer Esnak
hastalanmış ve ecelinin yaklaştığını hissedince Muvahhidlere uzun bir konuşma
yaparak onlara nasihatlarda bulunmuştur. Ömer Esnak konuşmasında, Muvahhidlere
halife Abdulmümin’e itaatte kusur etmemeleri konusunda tavsiyede bulunmuş ve
183 Beyzak, 91; İbn Ebî Zer, 187; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 238; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 696. 184 Beyzak, 91, 92; Sallâbî, 110; Hamdî, 123.
89
arkasından da o akşam vefat etmiştir. Bundan sonra Muvahhidler Akdeniz sahiline
yakın bir bölgede yer alan Lav Vâdisi’ne, oradan da sahile geçmişlerdir185.
Murâbıtlar ordusunun Rum komutanı Rebertir, Muvahhidler ordusunun
peşinden onları takip ederek Tetvan’a kadar gitmiştir. Muvahhidler sahilden doğuya
yönelmişler, Yekessas’a, daha sonra Badis Kalesi’ne kadar ilerlemişlerdir. Buradaki
halk Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler ilerleyerek Badis’in doğusundaki
Muzimme sınırına kadar varmışlardır. Burada Muvahhidlere önemli katılımlar
olmuştur. Bu arada Taşfin ve Rebertir komutasındaki Murâbıtlar ordusu da Fas’a
çekilmiştir186.
Muvahhidler Müzimme’de sekiz gün boyunca ortalığı kasıp kavuran bir
fırtınaya tutulmuşlardır. Onlar Muzimme’deyken Abdulmümin’in kardeşi İbrahim
buraya gelerek Muvahhidlere katılmıştır. Abdulmümin İbrahim’e at, köle ve çadır
vermiş ve Muvahhidlerden Muhammed b. Ebû Bekir b. Yecît’in yanına
yerleştirmiştir. Ancak İbrahim, Ebû Bekir ile ters düşmüş ve Ebû Bekir onu
öldürmüştür. Abdulmümin kardeşinin öldürülmesine çok kızmış ve Ebû Bekir’in
öldürülmesini emretmiş, ancak Ebû Hafs ve Ebû’l-Hasan Yûkût b. Veccac’ın, İbn
Tûmert, Ehlu’l-Cemâa (Onlar Meclisi), onların çocukları ve kölelerine kılıç işlemez
demedi mi? diyerek karşı çıkmaları üzerine Abdulmümin susmuş ve kararından vaz
geçmiştir. Abdulmümin bu olaydan sonra ordusunu kabilelere göre kısımlara
ayırmıştır187.
Abdulmümin’in ordusu günden güne büyümeye devam etmiştir. Murâbıtlara
karşı elde ettikleri her başarı hem morallerinin yüksek kalmasını sağlamış, hem de
Muvahhidlere katılımları sürekli hale getirmiştir. Bu gelişmelerle Muvahhidlerle
Murâbıtlar arasında süren savaşın dönüm noktasına doğru da gelinmeye başlanmıştır.
İki ordu arasında süren ve belli bir dengeyle devam eden savaş artık açıkça
Muvahhidler lehine değişmeye başlamıştır.
185 Beyzak, 92, 93; İnan, I, 238; Sallâbî, 110; Hamdî, 123. 186 Beyzak, 92,93; Zerkeşî, 5; İbn İzârî, 16; Hülelü’l-Mevşiyye, 129; İbnu’l-Esîr, VI, 567; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; Nâsırî, II, 93. 187 Beyzak, 93, 94. Sallâbî, kardeşini öldüren kimseye ceza verememesinin Abdulmümin’i çok etkilediği yorumunu yapmıştır. Bkz. Sallâbî, 101.
90
Abdulmümin’in komutanlarından biri olan Abdurrahman b. Zeccu, Melîle’ye
karşı saldırıya geçerek çok miktarda ganimet elde etmiş ve esirler almıştır. Esirler
arasında 100 kadar da bakire kız bulunmaktaydı. Abdulmümin ele geçirilen
ganimetleri taksim etmiş ve bu kızları Muvahhidlerle evlendirmiştir. O kızlardan
Melîle’nin yöneticisi Maksen b. Muaz’ın kızıyla da kendisi evlenmiştir. Muvahhidler
buradan Nedrûme ve oradan da Tlemsan yakınlarındaki yakınlarındaki Kumya
kabilesinin bulunduğu bölgeye geçmişler, burada bulunan Kumya kabilesi tamamen
Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler daha sonra Abdulmümin’in doğum yeri olan
Tacra’ya varmışlar ve bir müddet orada konaklamışlardır188. Kuzey kabilelerinin bir
çoğunun da kendilerine katılımıyla iyice büyümüş olan Muvahhidler ordusu
Abdulmümin tarafından üç gruba ayrılmıştır. Bu üç ordu, farklı bölgelere
gönderilerek Murâbıtlara saldırılarını üç koldan sürdürmüşlerdir189.
Abdulmümin’in ordusunun birinci grubunun başında Abdurrahman b. Zeccu
bulunuyordu. Bu birlik Kuzey Afrika sahilinden doğuya doğru hareket ederek
Bureyc denilen yeri ele geçirmiş ve burada ganimetler elde etmiştir. İkinci gurup Ebû
İbrahim komutasında oluşturulmuştur. Bu ordu Benî Vânvân topraklarına yürümüş
ve burayı istilâ etmiştir. Üçüncü ordunun başında ise Yusuf b. Vânûdîn vardı. Bu
birlik de Tlemsan bölgesindeki Medyûne Dağı’na yürümüştür. Bu birliğe
Tlemsan’daki Murâbıtlara bağlı Ebû Bekir b. Cevher ve Muhammed b. Yahya b.
Fannû komutasında büyük bir ordu karşı durmuştur. İki ordu Zeytun Vadisi’nde
şiddetli bir çatışmaya girişmiştir. Bu savaşta Murâbıtlar yenilgiye uğramış ve
komutanlarını da kaybetmişlerdir. Muvahhidler ordularından her biri farklı yerlerde
başarılı sonuçlar almışlar ve ganimetler kazanmışlardır190.
Muvahhidleri izleyen ve yer yer onlarla savaşan Rebertir ve Taşfin
komutasındaki Murâbıtlar, 1143/537-538 yılı kış dönemi gelince Fas’taki
merkezlerine çekilmişlerdir. Bu kış döneminde Muvahhidler de kendileri için merkez
seçtikleri Tlemsan yakınlarında kalmışlardır. Abdulmümin, bu esnada çevredeki
yerlere askeri birliklerini göndererek itaat altına almaya devam etmiş ve ganimetler 188 Beyzak, 94; İnan, I, 240. İnan bu olayı tamamen Beyzak’ın rivayetine uygun olarak nakletmiş, ancak, İbn İzârî’nin Beyânu’l-Muğrib’ini kaynak göstermiştir. İbn İzârî’nin eserinin bizim elimizdeki baskısında, bu olayla ilgili bir bilgiye rastyamadık. 189 Beyzak, 93, 94; İnan, I, 240; Sallâbî, 110, 111; Hamdî, 124. 190 Beyzak, 94, 95; İnan, I, 240, 241; Hamdî, 124.
91
elde etmiştir191. Bu kış döneminde Murâbıtların devlet başkanı olan Ali b. Yusuf, 3
Recep 537/22 Ocak 1143’de vefat etmiştir. Yerine daha önce onun tarafından veliaht
tayin edilen oğlu Taşfin b. Ali geçmiştir192. O, veliaht olarak biat almasından itibaren
Muvahhidlere karşı savaşın komutanlığını yürütmekteydi. Ali b. Yusuf’un vefatı
sonrasında Murâbıtlardan Lemtûnelilerle Mesûfe kabileleri arasında ihtilaflar çıkmış
ve Musûfe kabilesinden bazı önemli kişiler Muvahhidlere katılmışlardır193.
Bu dönemde Taşfin, Rum komutan Rebertir’i büyük bir orduyla Muvahhidler
üzerine göndermiştir. Rebertir, o esnada düzlük bir bölgede olan Muvahhidlere bağlı
Beni Sendem ve Zeneta üzerine saldırarak, önemli miktarda ganimet elde etmiştir.
Ancak daha sonra Muvahhidler yolunu keserek onunla savaşmışlar ve Rebertir’i
mağlup etmişlerdir. Bu son savaşta Rebertir’in askerlerinin tamamına yakını ve
kendisi öldürülmüştür (539/1145)194. Böylece Murâbıtlar en önemli komutanlarından
birini kaybetmişlerdir. Muvahhidler ise kazandıkları galibiyetler, kendilerine katılan
kabileler ve bazı önemli kişilerin desteğiyle günden güne güçlenmişlerdir195.
Bu olaylar sonrasında Taşfin Murâbıtlara bağlı olan bütün bölgelere çağrıda
bulunarak, imkanları ölçüsünde olabildiğince büyük ve güçlü bir ordu hazırlamaya
çalışmıştır. Yani Murâbıtların hakim olduğu bütün bölgelerde seferberlik ilan
etmiştir. Bu çağrı üzerine ülkesinin dört bir yanından gelen askerler Ribatulfeth’de
toplanmıştır. Endülüs’ten de İbrahim b. Taşfin, yanına 4000 paralı Hırıstiyan süvari
birliğini de alarak bu orduya destek olmuştur. Taşfin, bütün askerlerini Tlemsan
önlerinde toplamıştır. Taşfin’in bu ordusu güzelliği, düzenliliği ve sayısının çokluğu
ile göz kamaştırıyordu. Bu ordu, büyük bir şölenle geçit resmi yapmış ancak bu
Murâbıtlar ordusunun son askeri geçit töreni olmuştur196.
Muvahhidler, Tlemsan’ın kuzeydoğusundaki Sahratân denilen yere, Taşfin ise
ordusuyla Muvahhidlere yakın bir bölgeye (Sıtafsîf’e) yerleşmiştir. İki ordu arasında
191 Beyzak, 95; İnan, I, 241. 192 İbn İzârî, 16; Nuveyrî, XXIV, 292; İbn Haldun, el-İber, VI, 130; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 241; Sallâbî, 111; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 782; Hamdî, 124. 193 İbn İzârî, 16; Hülelü’l-Mevşiyye,129; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 245-247; Sallâbî, 111; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 697. 194 Beyzak, 96; İbn İzârî, 20; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, 94, 95. 195 İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 196 İbn İzârî, 19, 20; Hülelü’l-Mevşiyye, 131; İnan, I, 248.
92
iki ay boyunca her gün çatışmalar olmuştur. Bu çatışmalarda da Muvahhidler,
Murâbıtlara karşı üstünlük sağlamışlardır. Murâbıtlar ordusu Sahratân önlerinde
Muvahhidlerle şiddetli bir çatışmaya girişmiştir. Büyük umutlarla toplanan bu ordu
Muvahhidlere mağlup olmuştur197. Bu yenilgi, Taşfin’e tüm çabalarına rağmen
Muvahhidlere karşı ne kadar zayıf durumda olduğunu iyice göstermiştir.
Taşfîn bu büyük girişimi ile, sürekli Murâbıtlar aleyhine gelişen olayları,
bütün kozlarını ortaya koyarak, son bir hamle ile tersine çevirmeye gayret etmiş,
ancak bu hamle de Murâbıtları kurtarmaya yetmemiştir. Bu yenilgiden sonra
Taşfîn’in durumu çok hızlı bir şekilde iyice zorlaşmaya devam etmiştir.
Muvahhidler, günden güne Murâbıtları daha fazla sıkıştırma yoluna gitmişlerdir.
Taşfin, Muvahhidler karşısında üstünlük sağlama ümitlerini tamamen
kaybetmiş olarak, askerî merkezini Tlemsan’ın kuzey doğusunda sahilde bulunan
Vehran’a nakletmiştir. Bu arada oğlu ve aynı zamanda veliahdı olan198 İbrahim b.
Taşfîn’i Lemtûnelilerin ileri gelenlerinden bazıları ve katibi Ahmed b. Atıyye ile
Şaban 539/Ocak 1145’te Merrakeş’e göndermiştir199. Diğer taraftan Taşfin’in amcası
İshak, İbrahim b. Taşfîn’in veliaht olarak biat almasını kabul etmemiş ve bundan
dolayı da aralarında ihtilaf ve çekişme ortaya çıkmıştır200.
Taşfin, Vehran’da gerektiğinde denizden de korunabilen bir kale yaptırmıştı.
Bu arada donanma komutanı Muhammed b. Meymun da Meriyye’de Normonlarla
savaştıktan sonra buraya dönmüş ve Murâbıtların karargahı yakınına demir atmıştı.
Taşfin, komutanı İbn Meymun’a on savaş gemisiyle kale önündeki limanda hazır
bulunmasını istemişti. İbn Meymun da buradan gelişmeleri izlemekteydi201.
Abdulmümin, Murâbıtların kuzeye doğru gitmelerinden sonra onları izlemeye
başlamıştır. Bu döneme kadar Murâbıtlar Muvahhidleri takip edip onları sıkıştırmaya
çalıştığı halde roller değişmiş, bu aşamadan sonra Muvahhidler Murâbıtların peşine
düşerek onları sıkıştırmaya başlamışlardır. Bu çerçevede Muvahhidler ordusunun
komutanlarından Ebû Hafs Ömer Hintatî komutasındaki öncü bir askerî birlik 197 Beyzak, 96; Hülelü’l-Mevşiyye, 133. 198 İbn İzârî, 19. 199 Hülelü’l-Mevşiyye, 135; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 2250, 251. 200 Hülelü’l-Mevşiyye, 135. 201 İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 249, 250.
93
Taşfîn’in peşinden Vehran’a hareket etmiştir202. Muvahhidler önlerine çıkan bazı
kabileleri itaat altına almaya zorlamışlardır. Bunun üzerine Lemtûnelilerden olan
Benî Abdulvâd, Benî Versîfîn ve Benî Tûcîn’in liderleri Abdulmümin’e giderek
itaatlerini bildirmişler ve Muvahhidler kuvvetlerine katılmışlardır203.
Muvahhidler ordusu, Vehran’da şehre su veren kaynağın bulunduğu hakim
bir tepeye yerleşmişlerdir204. Bu arada Murâbıtların içinde bulundukları zor
durumdan ve karışıklıklardan dolayı komutanlarından bir kısmı Taşfîn’i bırakıp
gitmişlerdir205.
Vehran’a saldırı hazırlıklarını tamamlayan Muvahhidler, 539 yılı Ramazan
ayı sonlarında erken saatlerde, hep birden savaş naraları atarak harekete geçmişlerdir.
Taşfin de tedbir olarak askerlerine pusular kurmalarını emretmiş, ancak
Muvahhidlerin ilerlemesini durduramamıştır. Muvahhidler ordusunun komutanı Ebû
Hafs Ömer, askerlerine Murâbıtların ordugahına saldırmaları için emir vermiş,
Muvahhidler de Taşfin’in çadırının göründüğü yere kadar ilerlemişler ve buradaki
çatışmalarda Murâbıtları mağlup etmişlerdir. Bu mağlubiyet Murâbıtlar ordusu
içindeki sıkıntıları iyice artırmıştır. Bu sırada Taşfin seçkin adamlarından birkaç
kişiyle birlikte kaleye geçmiştir. Muvahhidler de odun toplayarak geceleyin kale
kapısında büyük ateşler yakmışlar ve kaleyi ele geçirmeye çalışmışlardır206. Bu
durum Taşfin’in daha da telaşlanmasına yol açmıştır. Taşfîn, ölüm korkusuyla
geceleyin yanında bulunan en yakın adamlarıyla Endülüs’e kaçmaya karar vermiş ve
Reyhane adlı atına binerek kendisini limanda bekleyen gemiye binmek üzere gizlice
kaleden çıkmıştır. Taşfin, akşam karanlığında atıyla hareket ederken atının
dalgalardan ürkerek tökezlemesiyle uçurumdan düşerek ölmüştür. (27 Ramazan 539-
23 Mart 1145)207
202 Beyzak, 97; İbn İzârî, 20; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 249. 203 İbn İzârî, 19; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; İnan, I, 249; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. 204 İbn İzârî, 20; İnan, I, 249. 205 Beyzak, 97, 98. 206 Beyzak, 98; İbn İzârî, 21; İnan, I, 250. 207 Merrakûşî, 202; İbn İzârî, 20, 21; İbn Ebî Zer, 166, 188; Hülelü’l-Mevşiyye, 133; Nuveyrî, XXIV, 292, 293; İbnu’l-Esîr, X, 459; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Zerkeşî, 6; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 250; Sallâbî, 111; Sâlim, Târihu’l-İslâm, II, 697; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783. Guneymî, Taşfîn’in ölüm tarihini diğer kaynaklardan farklı olarak, 17 Ramazan 539/Şubat 1145 olarak vermiştir. Ayrıca verilen Hicrî tarihin karşılığı ise Şubat değil mart olması gerekmektedir. Bkz. Guneymî, II, 205.
94
Taşfin, Abdulmümin’i durdurmak için yıllarca savaş meydanlarında
mücadele etmiştir. Bu süre içerisinde o, sürekli hareket halinde olmuş, değişik
yerlerde ve cepheden cepheye koşarak savaşmıştır. O, Muvahhidlere karşı
mücadelesinde başarı kazanmak için bütün gücünü kullanmış, hiçbir fadakarlıktan
kaçınmamıştır. Bu uzun savaşı süresince de ne babasıyla ne de çocuklarıyla doğru
dürüst görüşememiştir.
Taşfîn, başlangıçta Muvahhidlerle bir komutan olarak savaşırken babasının
ölümünün ardından devlet başkanı sıfatıyla, her türlü yetkinin kendisinde olduğu bir
kişi olarak savaşına devam etmiştir. Devlet başkanlığının üzerenden iki yıl iki ay
geçtikten sonra da Abdulmümin’e karşı elde etmek istediği başarıyı sağlayamadan
gözü arkada kalarak ölmüştür208. Onun ölümünden sonra yerine oğlu İbrahim’e biat
edilmiş, daha sonra onun bu işi yürütmekten aciz olduğu ileri sürülerek azledilmiş ve
yerine amcası İshak b. Ali getirilmiştir. Merrakeş’in düşmesine kadar da, İbrahim
gibi acziyet içinde olan amcası İshak iş başında kalmıştır209.
Murâbıtlara bağlı askerlerin Taşfîn’in ölümünü haber almalarından önce,
ceset Muvahhidler tarafından bulunmuştur210. Muvahhidler onun cesedini teşhis
etmişler, daha sonra asmışlar ve başını keserek Abdulmümin’e götürmüşlerdir. O da
Taşfin’in kesik başını Tinmellel’e göndermiştir. Taşfîn’in başı Tinmellel’de İbn
Tûmert’in mescidi yakınında bir ağaca asılarak teşhir edilmiştir211. Böylece
Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı elde ettikleri kesin üstünlük sergilenmiştir.
Taşfin’in ölümünden sonra Muvahhidler’in komutanı Ebû Hafs Ömer tüm
gücüyle Vehran’a yüklenmiş, Murâbıtları güçleri tükenip pes ettirene kadar baskısını
sürdürmüştür. Muvahhidler Vehran’daki kalenin suyunu kesmişler212 ve kaleye
sığınmış olan Vehranlıların teslim olmalarını istemişlerdir. Bir süre sonra da kalede
açlık ve susuzluk iyice hissedilmeye başlanmıştır. Sonunda kaledekiler Ramazan
Bayramı günü kayıtsız şartsız Muvahhidlere teslim olmuşlardır. Muvahhidler de
208 Hülelü’l-Mevşiyye, 133, 134. 209 İbn Haldun, el-İber, 189. 210 Hülelü’l-Mevşiyye, 133. 211 Beyzak, 98; İbn Ebî Zer, 166, 188; İbn İzârî, 21; Merrakûşî, 202; Hülelü’l-Mevşiyye, 133; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; İbnu’l-Hatib, İhâta, I, 461, 462; Nâsırî, II, 95; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783. 212 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134.
95
kalede Taşfîn’in adamlarından kim varsa herkesi öldürmüşlerdir213. Bazı kaynaklarda
yer alan Vehranlıların açlık ve susuzluktan dolayı ölmeye başlamış olmaları214 doğru
kabul edilemeyecek rivayetlerdir. Çünkü Muvahhidlerin Vehran kuşatması en kısa
süren şehir kuşatmalarından sayılır. Buradaki kuşatma en fazla iki ay kadar
sürmüştür215. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise Taşfîn’in ölümünden bir ay önce oğlu
İbrahim’i veliahd ilan ederek Merrakeş’e yolladığı rivayet edilmiştir216. İbn Haldun
da Taşfîn’in Vehran’da bir ay kaldığını belirtmiştir217. Taşfin’in oğlunu Merrakeş’e
yollaması ise Tlemsan yenilgisi sonrasında Vehran’a çekilirken gerçekleşmiştir.
Muvahhidler Taşfin’in peşinden Vehran’a hareket etmişlerdir. Şehrin suyunun
kesilmesi ise kuşatmanın belli bir aşamasında gerçekleşen bir durum olmalıdır. Bir
şehrin kısa bir dönem abluka altında tutulmasıyla orada çok sayıda insanın açlık ve
suzsuzluktan öldüğünü kabul etmek mümkün değildir. Belki şu söylenebilir;
Vehran’da susuzluktan dolayı çok büyük sıkıntı çekilmiştir. Bu konudaki rivayetler
mübalağalıdır. Diğer taraftan Vehran, Taşfin’in ölümünden sadece üç gün sonra
Muvahhidlere teslim olmuştur.
Taşfîn’in ölüm haberi Tlemsan’a ulaşınca şehrin ileri gelenlerinden altmış
kadar şahıs Abdulmümin’e eman dilemeye gitmişler, onları Yeslâtin Zenâtî
karşılamış ve tamamını öldürmüştür. Bu haber Tlemsan’a ulaşınca halk büyük bir
korku ve endişe içine düşmüş, Tlemsan’da tam bir korku ve karamsarlık hakim
olmuştur218. Yine Vehran’ın düşmesinden sonra, Abdulmümin buraya gelmeden,
213 Beyzak, 98; İbn İzârî, 22; Nuveyrî, XXIV, 293; İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Zerkeşî, 5; İbnu’l-Verdî, II, 44; Nâsırî, II, 95; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783; İnan, I, 251.
Beyzak, Vehran’ın düşmesinden sonra Taşfin’in adamlarının öldürüldüğünü, İbnu’l-Esîr ve İbnu’l-Verdî ise sayısız kimsenin öldürüldüğünü söylerken, İbn İzârî de halk kuşatma altındayken her gün otuz kırk kişinin susuzluktan öldüğünü, Muvahhidlerden eman istediklerini, ancak eman verilmediğini ve sonunda kendilerini Muvahhidlerin hükmüne bıraktıklarını, onların da küçük büyük demeden herkesi öldürdüğünü rivayet etmiştir. Zerkeşî istilâdan sonra, Abdulmümin’in şehrin yıkılmasını emrettiğini belirtmiştir. Vehran’daki savaşın bu şekilde kanlı bittiği yolundaki rivayetleri değerlendiren Abdullah İnan, Vehran’ın mezbahaya çevrildiğini ve bu olayın Muvahhidlerin kanlı siyasetini ortaya koyduğu, yorumunu yapmıştır. İnan, I, 251. Yine Zeylü Târihu Dimeşk’te, İbnu’l-Kalansî de, belki bu tür rivayetleri hesaba katarak, Muvahhidlerin fesat çıkaran, kan döken, İslâm Şeriatına muhalefet eden bir grup olduğunu ifade etmiştir. Bkz. İbnu’l-Kalansî, Ebû Ya’lî Fulânî, Zeylu Târihu Dimeşk, 291- 293, Beyrut 1908. 214 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. İbn Haldun, Vehranlıların su sıkıntısı çektiklerini rivayet etmiş, Beyzak ise bu konuya hiç değinmemiştir. Bkz. Beyzak, 98; İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 215 İbn İzârî, 22. 216 Hülelü’l-Mevşiyye, 135. 217 İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 218 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134; İnan, I, 252.
96
çevrede bulunan Murâbıtlara bağlı kabileler şaşkınlık ve korku içinde Fas’a ve hâlâ
Murâbıtların elinde bulunan diğer bölgelere kaçmaya çalışmışlardır219. Tlemsan’da
bulunan Yahyâ b. Sahravî de askerleriyle buradan ayrılarak Fas’a geçmiştir220.
Tlemsan'da Murâbıtlarla alakası olanlar şehri terk etmişlerdir. Tlemsan’ın istilâ
edilmesiyle bölge tamamen Muvahhidlerin kontrolune girmiştir. Murâbıtlar
savunması Fas ve Merrakeş gibi güçlü surlarından dolayı daha iyi savunulabilen
şehirlerde odaklanmıştır.
Hulelü’l-Mevşiyye’de, Muvahhidlerin Tlemsan’da her eve girerek şehri
yağmaladıkları, çok sayıda kişiyi öldürdükleri, ölü sayısının yüz bini bulduğu rivayet
edilmiştir. Beyzak ise Telemsan’da herhangi bir öldürme olayından bahsetmemiştir.
İbnu’l-Esîr, Abdulmümin’in Vehran’dan Tlemsan’a geçtiğini belirtmekle yetinmiş,
İbn Haldun ise Tlemsan halkının Abdulmümin tarafından affedildiğini belirtmiştir221.
Sonuç olarak Tlemsan’daki asıl yönetici unsurların kaçmasından sonra, burası
savaşmaya bile gerek kalmadan istilâ edilmiştir. Böyle bir ortamda hâlâ şehirde kalan
Murâbıtlara doğrudan bağlı yönetici unsurlardan bazı kişiler öldürülmüş olsa da,
büyük bir katliamın yapıldığını düşünmek doğru değildir. Çünkü böyle bir uygulama
hiç kimseye yarar sağlamadığı gibi yönetimi devralacak iktidarı da halkı olmayan,
anlamsız bir duruma düşürür. Bu konuda diğer kaynaklarda ifade edilmeyen
Hulelü’l-Mevşiyye’deki mübalağalı rivayetten çok, İbn Haldun’un rivayetini kabul
etmek daha makul olacaktır. Burası aynı zamanda Abdulmümin’in kabilesinin
yaşadığı bölgedir. Kendi memleketinde katliam yaparak halkı karşısına almak, siyâsî
olarak da aklî olarak da uygun değildir.
Abdulmümin doğum yeri olan Tacrâ’ya yakın bir yer olan Telemsan’da yedi
ay kadar kaldıktan sonra Safer 540/Temmuz 1145’ta, Süleyman b. Muhammed b.
Vânûdîn Hintâtî’yi vali tayin ederek buradan ayrılmıştır222. Bu arada Sicilmâse’nin
Abdulmümin’e biat ederek Muvahhidlere katılımı gerçekleşmiştir223. Abdulmümin,
bu dönemde hem İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan Ebû İbrahim komutasında
219 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. 220 Nuveyrî, XXIV, 294; İnan, I, 252. 221 Beyzak, 99; İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 222 İbn İzârî, 23; İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 223 İbn Haldun, el-İber, VI, 231.
97
bir orduyla Fas’ı muhasara altında tutmuş, hem de yine aynı meclisten diğer bir
komutan olan Ebû Hafs Ömer komutasındaki bir başka orduyla Miknâse’yi
kuşatmıştır224. Kendisi de her iki orduyla bağlantılı olarak çalışmış, her iki tarafa da
destek olmuştur225.
Abdulmümin askerleriyle birlikte Yahya b. Ebî Bekir Sahrâvî tarafından
savunulmakta olan Fas’a doğru hareket etmiştir226. O, yolu üzerindeki yerleri istîlâ
etmiş, bu esnâda Acersîf’te bir müddet kalmış ve buradan Fas’a hareket etmiştir227.
Abdulmümin Acarsîf’ten ayrıldıktan sonra Fas’ın doğusunda, buraya çok
yakın bir noktada bulunan Makarmada’ya ulaşmış, bir müddet burada kalmıştır.
Onların gelişini haber alan Murâbıtların Fas’taki komutanı Sahrâvî, bir gurup askerle
Muvahhidlere karşı çatışmalara girmiş, ancak mağlub olarak geri çekilmek zorunda
kalmıştır. Daha sonra Abdulmümin bütün gücüyle Fas’a yüklenmiştir. Şehir
çevresindeki ağaçların bir kısmı Abdulmümin’in emriyle kesilerek baraj yapımında
kullanılmıştır228.
Mağrib bölgesinin en önemli merkezlerinden biri olan Fas’ın Muvahhidler
tarafından muhasarası dokuz ay kadar sürmüştür229. Bu muhasara esnasında
Muvahhidler şehrin içinden akan nehrin önünü ağaç ve taşlarla kapatarak içinde
gemilerin dahi yüzebileceği büyüklükte bir baraj oluşturmuşlardır. Muvahhidler daha
sonra barajın önündeki seti yıkmak suretiyle şehri tamamen sular altında bırakarak
teslim olmaya zorlamışlardır. Barajın yıkılmasıyla oluşan sel yer yer şehir surlarına
zarar vermiş, ancak yıkılan yerler tamir edilerek şehrin savunulmasına devam
edilmiştir230. Bu uzun kuşatma esnasında zaman zaman Fas’ı savunmakta olan
Murâbıtlar, Sahravî ve diğer bazı komutanlar öncülüğünde surlar dışına çıkarak
224 İbn İzârî, 24; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 697. 225 İbn Haldun, el-İber, VI, 231, 232. 226 İbn İzârî, 22, 23;İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn İzârî, 188; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 227 Beyzak, 98, 99. 228 Beyzak, 99, 100; İbn İzârî, 24; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 784. İbn İzârî, kesilen ağaçlarla hayvanlar için ağıl yapıldığını rivayet etmiştir. 229 Beyzak, 102; Hülelü’l-Mevşiyye, 136; Zerkeşî, 5; İnan, I, 257; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 698; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 785. İbn İzârî ve İbn Haldun, Fas muhasarasının yedi ay devam ettiğini rivayet etmişlerdir. Bkz. İbn İzârî, 24; İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 230 Beyzak, 100; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 295; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. Ayrıca İbn İzârî de Fas kuşatmasında bend yapıldığına işaret etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 23.
98
Muvahhidlerle çatışmalara girişmişler ve daha sonra yeniden şehre çekilmişlerdir.
Kuşatmanın uzamasıyla Sahravî ile diğer komutanlar arasında da tartışmalar
yaşanmıştır. Belki de bu tartışmaların da bir sonucu olarak Fas’taki Murâbıtların Fas
valisi Ebû Muhammed Ceyyanî gizlice Abdulmümin ile anlaşmıştır. Ceyyanî,
anlaşma gereğince bir gece şehrin kapısını (Babu’l-Feth) Muvahhidlere açmış ve
Muvahhidlerin şehre girmelerini sağlamıştır. Uzun bir muhasarandan sonra Fas
Zilkade 540/Nisan 1146’da Muvahhidlerin eline geçmiştir231. Bu arada Sahravî
şehirden kaçmayı başarmış, önce Septe’ye sonra da Endülüs’e geçmiş ve İbn
Gâniye’ye katılmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlar dışındaki halka eman vermiş, Fas
surlarının yıkılmasını emretmiş ve ‘Bizim surlara ihtiyacımız yok. Bizim surlarımız,
kılıçlarımız ve adaletimiz olacaktır’ demiştir. Muvahhidler döneminde 600/1203-
1204 yılına kadar Fas’a yeniden sur yaptırılmamıştır232. Abdulmümin Fas’ta birkaç
gün kaldıktan sonra burada Ebû İshak b. Câmi’yi vali, Ceyyanî’yi de Mutasarrıf
olarak görevlendirmiştir. Ceyyanî, Muvahhidlere yardımının karşılığı olarak bu
önemli göreve getirilmiştir. O, buradan Miknâse’ye ve daha sonra da Selâ’ya
geçmiştir233.
Fas’ın Muvahhidler tarafından istilâ edilmesinden sonra Murâbıtların ileri
gelenlerinden yakalananlar öldürülmüşlerdir. Ancak Ömer b. Yintan ve Murâbıtların
vezirlerinden Ali b. Yusuf Sâik öldürülmemiştir. Bu kişilerin Mehdî İbn Tûmert’e
yardım etmiş olmaları ve Murâbıtların devlet başkanı olan Ali b. Yusuf’u, İbn
Tûmert’e iyi muamele yapması konusunda iknâ etmeleri göz önünde
bulundurulmuştur. Bundan dolayı da Murâbıtlara yakınlığı olan diğer kimseler 231 İbn İzârî, 24; İnan, I, 258; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 699; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 784; Sallâvî, 111; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. 232 İbn Ebî Zer, 189; Nâsırî, II, 96; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 699; Mağribu’l-Kebîr, II, 785; İnan, I, 259. 233 Beyzak, 102. Fas Kuşatması ve Fas’ın Muvahhidlere bağlanması ile ilgili geniş bilgi için bkz. Beyzak, 98-102; İbn İzârî, 23, 24; İbn Ebî Zer, 189; Hülelü’l-Mevşiyye, 134-137; Nuveyrî, XXIV, 294, 295; İbn Haldun, el-İber, VI, 231, 232; Nâsırî, II, 96, 97; İnan, I, 257, 258; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 699.
Beyzak, İbn İzârî ve İbn Haldun, Fas’ın ele geçirilmesi esnasında Abdulmümin’in orada bulunmadığını, Muvahhidlerin Fas’a girerken onun Miknâse kuşatmasını yürütmekte olduğunu rivayet etmişlerdir. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise Ceyyânî’nin Abdulmümin ile bizzat görüştüğü ve Abdulmümin’i şehrin fetih kapısından içeri aldığı ifade edilmiştir. Beyzak’ın Muvahhidlerle olan yakınlığı dolayısıyla onun rivayeti daha kabule şayandır. Ancak o, şehrin ele geçirildiği esnada orada olmasa bile, dokuz ay gibi uzun bir süre devam eden kuşatma sürerken, başka yerlerdeki diğer savaşlara katılması ve bu savaşları koordine etmek için zaman zaman buradan ayrılmış olması normal bir durumdur. Ancak Abdulmümin, Fas’ın düştüğünü haber alır almaz de Fas’a gelmiş olmalıdır. Bkz. Beyzak, 101, 102.
99
öldürüldüğü halde, Abdulmümin bu iki kişinin öldürülmesine izin vermemiş, sadece
bir müddet tutuklamakla yetinmiştir234.
Abdulmümin, bir yandan Fas kuşatmasını sürdürürken, bir yandan da
Miknâse ve Selâ’yı ele geçirmek için girişimlerde bulunmaktaydı. Bu çalışmalar
çerçevesinde Muvahhidler Miknâse’yi teslim olmaya zorlamak için şehrin bir
tarafına surlar inşâ etmiş, diğer bir tarafına da hendekler açarak Miknâse halkını
tamamen bulundukları yere hapsetmişlerdir. Muvahhidler, sur çektikleri yerde şehir
girişi için sadece dar bir geçit bırakmışlar, böylece şehre giriş çıkıştaki kontrolü
tamamen ellerine geçirmişlerdir. Kısa bir zaman sonra da şehir Muvahhidlerin eline
geçmiştir235.
Abdulmümin, Miknâse’nin ele geçirilmesinden sonra İbn Yağmur’u buraya
vali atayarak236 Selâ’ya geçmiş ve 7 Zilhicce 540/21 Mayıs 1146’da burayı da küçük
bir mukavemetten sonra kolaylıkla itaat altına almıştır. Miknâse ve Selâ’nın ele
geçirilmesinden sonra halka eman verilmiştir237. Abdulmümin Selâ’da dört gün
kaldıktan sonra Tadlâ’ya, buradan da kuvvetleriyle Ümmü’r-Rebi’ Vadisi’ne, daha
sonra da Merrakeş’e geçmiştir238.
Bu dönemde Muvahhidlere katılımlar bütün hızıyla devam etmiştir. Sanhâce
ve Heskûre kabileleri tamamen Muvahhidlere katılmıştır239. Bunların dışında
Mağribu’l-Aksâ’da bulunan hemen her yer Muvahhidlerin eline geçmiştir. Buralarda
birçok yerde savaş yapılmamıştır. Belli başlı savaşlar Fas ve Miknâse’de yapılmış,
Beyzak, 102; İbn İzârî, 24; Hülelü’l-Mevşiyye, 136, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 259.
Nuveyrî, Muvahhidlerin Fas’a girmelerinden sonra, şehri yağmaladıklarını ve yüz bin kişi kadar insanı da öldürdüklerini rivayet etmektedir. (Bkz. Nuveyrî, XXIV, 295) Bu rakam çok büyük, mübalağalı bir rakamdır. Bu kadar insanın öldürülmesinin hiçbir açıklaması ve gerekçesi de olamaz. Kaldı ki hemen bütün kaynaklarda şehirden ileri gelenlerin Muvahhidlerle anlaşarak şehrin kapısının açılmasıyla Muvahhidlerin Fas’a girdikleri belirtilmiştir. Murâbıtlarla direk ilişkisi olan ve onların üst düzey görevlilerinin öldürüldüğü kabul edilse de, sıradan halkın öldürüldüğünü kabul etmek akla yatkın değildir. 235 Hülelü’l-Mevşiyye, 136. Nuveyrî, Fas’ın düşmesinden sonra Miknâse’nin Muvahhidler tarafından bir müddet muhasara altında tutulduğunu, daha sonra halkın Muvahhidlerden eman alarak teslim olduklarını belirtir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 296. 236 Beyzak, 102; İbn İzârî, 25; İnan, I, 259. 237 İbn İzârî, 25; İbnu’l-Esîr, X, 461; Nuveyrî, XXIV, 296; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 97. 238 İbn İzârî, 25; İnan, I, 259; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 785. 239 Beyzak, 102; İbn Haldun, el-İber, VI, 232.
100
diğer yerler ise ya küçük bir çatışma ile, ya da Muvahhidlere gönüllü katılımla
onların yönetimine geçmiştir.
Abdulmümin’in Tlemsan ve Fas gibi önemli merkezleri ele geçirmesi
Endülüs Müslümanlarını da Muvahhidlere yönelmeye sevk etmiştir. Bu anlamda
Abdulmümin Fas’ta iken 540/1145-1146 yılında, Murâbıtlar Devleti’nin donanma
komutanı Ali b. İsa b. Meymûn Abdulmümin’e biat ederek itaatini bildirmiştir. O
daha sonra da Endülüs’te kendi yönetiminde bulunan Kadis’e geçmiştir. Bundan
sonra Kadis Camii’nde Muvahhidler adına hutbe okunmaya başlanmıştır240. Daha
sonra Septeliler bir heyet göndererek Abdulmümin’e itaatlerini bildirmiş ve
Abdulmümin de onların biatlarını kabul etmiştir. Abdulmümin Septe’ye
Muvahhidlerin kurucusu durumundaki Tinmellel’in büyük kabilelerden biri olan
Hintâte ileri gelenlerinden Yusuf b. Mahluf’u vali olarak atamıştır241.
Abdulmümin’in bu başarılarından sonra, zaten Murâbıtlar Devleti neredeyse
sadece Merrakeş’e sıkışıp kalmıştır. Abdulmümin için de bundan sonraki hedef son
bir darbeyle Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtları tamamen ortadan kaldırmak
olmuştur.
3.c-Merrakeş’i İstilâ Etmesi ve Murâbıtlar Devleti’ne Son Vermesi
Abdulmümin, Tinmellel’den ayrılmasından sonraki yedinci yılında artık
Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırma aşamasına gelmiştir. Bu süre içinde Mağrib
bölgesinde Murâbıtlara bağlı şehirleri bir bir istilâ etmiş, neredeyse başkent
Merrakeş’ten başka Murâbıtların hakim olduğu hiçbir yer kalmamıştır. Yani
Murâbıtlar başkentlerine iyice sıkışmış, yardım alabilecekleri hiçbir yer kalmamıştır.
Abdulmümin bu şartlarda başkent Merrakeş’i ele geçirmek için harekete geçmiştir.
Bu gelişiyle o, ilkinin üzerinden on altı yıl geçtikten sonra ikinci kez Merrakeş’i
kuşatma altına almıştır. Bu kuşatma ilkine göre onun on altı yıllık siyâsî ve askerî
tecrübesiyle, aynı zamanda yaş bakımından daha olgun, şahsiyet olarak sabırlı ve
kendinden emin olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. O, ilkinde gerçekleştiremediği
başarıyı bu defa kesin olarak elde etmek, Murâbıtlara karşı bütün gücüyle yüklenerek
240 İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 241 İbn İzârî, 24, 24; Nuveyrî, XXIV, 296; İbn Haldun, el-İber, VI, 232.
101
Merrakeş’i zapt etmeye gelmiştir. Bu amaçla Abdulmümin’in emriyle kendisine
bağlı askerler Merrakeş’e hareket etmişlerdir. O, Selâ’yı Muvahhidlere bağlayıp
Tadlâ üzerinden Merrakeş’e hareket etmiş, Ebû Hafs Ömer Hintâtî’yi de Bergavâta
üzerine göndermiştir. Hintâtî, burayı itaat altına alarak görevini yerine getirmiş ve
Merrakeş yakınlarında Abdulmümin’e yetişmiştir. Bergavâta seferinden elde edilen
ganimetler Muvahhidler arasında paylaştırılmış ve hep beraber Murâbıtların başkenti
Merrakeş’e hareket edilmiştir242.
Muvahhidler Merrakeş önlerine geldiklerinde Lemtûnelilerden oluşan
Murâbıtların bir öncü birliği ile karşılaşmışlardır. Muvahhidlerin çok büyük bir
orduyla geldiklerini gören bu birlik korkarak şehir surlarının içine doğru kaçmışlar,
ancak bazıları Muvahhidlere yakalanmış ve öldürmüşlerdir. Abdulmümin,
Murâbıtlar’ın davlet başkanı İshak’ın emriyle Lemtûne kabilesinden Merrakeş’e
büyük bir destek geldiğini öğrenmiş ve bu kabile üzerlerine bir askerî birlik
göndererek bu desteğin şehre ulaşmasını önlemiş, yanlarında getirdikleri binlerce
deveyi de ganimet olarak almışlardır. Böylece Lemtûne kabilesinin Murâbıtlara
dışardan gelmekte olan desteğini de tamamen ortadan kaldırmıştır243.
Muvahhidler 1 Muharrem 541/13 Haziran 1146’da Celiz (İclîz) Dağı üzerine,
Merrakeş’e hakim bir tepeye yerleşmişlerdir244. Abdulmümin tepeye (kızıl) çadırını
kurmuş245, Muvahhidler de onun etrafına yerleşmişlerdir. Burada Abdulmümin’in
çadırı çevresinde yeni bir şehir kurulmuştur. Abdulmümin, bu yeni şehrin ortalarına
bir mescit ve bir de Merrakeş’i rahatlıkla gözetleyebileceği yüksek bir kule
yaptırmıştır. Buraya gelen Muvahhidlere bağlı her kabile, belli bir düzenle kendileri
için belirtilen yere yerleşmiştir. Kurulan bu şehrin etrafına surlar yapılarak
müstahkem bir hale getirilmiştir246.
Böylece Muvahhidler bölgelerine yerleşip hazırlıklarını tamamlamışlar ve
Merrakeş’i tam olarak kontrol altına almışlardır. Bu esnada hemen diğer bütün
242 İbn İzârî, 26; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260. 243 İbn İzârî, 26; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260. 244 İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; İnan, I, 260; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, 700. 245 Beyzak, 102; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786. 246 Hülelü’l-Mevşiyye, 137.
102
şehirleri düştüğü için Murâbıtlar Devleti’nin son kalıntıları olan bütün güçler buraya
toplanmıştır.
Merrakeş’te Murâbıtlara bağlı kalan çeşitli kabilelere mensup kişiler yanında,
paralı Hıristiyan askerler de bulunmaktaydı247. Bu savaşı neredeyse Murâbıtların tek
destekçisi olarak kalan Lemtûne ileri gelenlerinden Seyr b. Hac, İshak b. Yintan,
Muhammed b. Havvâ, Muhammed b. Yuncala gibi komutanlar idare etmekteydi.
Böyle nazik ve zor bir dönemde Murâbıtlar Devleti’nin başında da daha çocuk yaşta
olan İshak b. Ali bulunuyordu248. Ancak Merrakeşliler için en büyük zorluk ve
tehlike, hiçbir yerden yardım alamayacakları düşüncesiyle oluşan umutsuzluk ve
moral bakımından çökmüş olmalarıydı.
Muvahhidlerin buraya gelmesinden hemen sonra Murâbıtlarla aralarında
çatışmalar başlamıştır. Ancak bu çatışmalarda görülen şey Murâbıtların Muvahhidler
karşısında iyice zayıflamış olduklarıydı. Muvahhidler, şehri sıkı bir abluka altında
tutarak sabırla beklerken, her geçen gün Murâbıtlar için çaresizlik, ümitsizlik, yokluk
ve kıtlığın artması anlamına gelmekteydi. Her şeye rağmen Murâbıtlar düşmanlarına
karşı koymak için var güçleriyle çalışmışlardır. Bu anlamda başlangıçta zaman
zaman şehir surları dışına çıkıp savaşmışlar ve daha sonra da şehre geri
dönmüşlerdir. Bunlardan birinde Murâbıtlardan İshak b. Yintan ve Muhammed b.
Havvâ komutasında 5500 kadarı süvari olmak üzere çok sayıda asker savaşmak için
şehirden çıkmıştır. Murâbıtlarla Muvahhidler arasındaki savaş aralıklarla dört gün
devam etmiş, beşinci gün Abdulmümin askerlerinden bir kısmını pusuya yatırmıştır.
Murâbıtlar ise her zamanki gibi savaş için Merrakeş’ten çıkarak Muvahhidler üzerine
saldırıya geçmişlerdir. Muvahhidler onları küçük bir askeri birlikle karşılayarak
Murâbıtların kendilerine saldırmalarından sonra kaçmışlar, Murâbıtlar da onların
peşine düşmüşlerdir. Muvahhidler düşmanlarını istedikleri yere kadar çekince, davul
sesiyle pusudaki askerler ortaya çıkarak Murâbıtlar üzerine saldırmışlar, onlara hiç
beklemedikleri bir anda her yandan saldırarak bozguna uğratmışlardır. Tamamen
şaşkına dönen Murâbıtlar ordusu, büyük bir panik içinde surların içine doğru
kaçmaya başlamışlardır. Kaçan askerlerden bir çoğu Dukkale ve Şeria kapısına
247 Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 260. 248 Beyzak, 102, 103; İbn İzârî, 27; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260, 261.
103
varıncaya kadar ya Muvahhidlerin silahlarıyla, ya da izdihamdan ezilerek
ölmüşlerdir249. Bu çatışmalarda Murâbıtların üç bin atı Muvahhidlerin eline
geçmiştir250.
Murâbıtların Dukkale kapısı önlerindeki bu büyük yenilgilerinden sonra iki
ordu arsında önemli bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak Beyzak bu olaydan sonraki
bir dönemde İbn Yintan’ın Muvahhidlerle savaşmak için çıktığından bahsetmiştir.
Daha sonra da Muvahhidlerle İbn Yintan arasında görüşmeler gerçekleşmiş ve İbn
Yintan adamlarıyla birlikte Muvahhidlere katılmayı kabul etmiştir251.
Merrakeş’in bu şekilde çok sıkı bir muhasara altında tutulması dokuz aydan
fazla sürmüştür. Bu süre boyunca Muvahhidler şehir üzerindeki baskılarını günden
güne artırmışlar, şehrin dışarıyla irtibatını tamamen kesmişler, surlarla korunmakta
olan şehre doğrudan saldırılarını ise sınırlı tutmuşlardır. Büyük çaplı saldırılar yerine
şehirdekileri bıktırarak teslim olmalarına kadar muhasarayı sürdürme yoluna
gitmişlerdir. Kaynaklarda yer alan rivayetlere göre, kuşatmanın uzaması üzerine
şehirde yiyecek ve içecek sıkıntısı ortaya çıkmış, hatta sonunda insanlar kokmuş
cesetleri yemeye mecbur kalmışlar, hapsanedeki mahkumlar birbirini yemişler,
şehirde hayvan ve buğday cinsinden hiçbir şey kalmamıştır. Murâbıtların genç devlet
başkanı İshak, depolarında ne varsa çıkarılmasını istemiş, ancak kısa sürede orada da
hiçbir şey kalmamıştır. Bu dönemde binlerce kişi (100.000’den fazla kişi) açlıktan
ölmüş ve Murâbıtlar şehri savunamaz hale gelmişlerdir252. Artık Merrakeşlilerin
kendilerini savunmaktan aciz kaldıkları böyle bir dönemde Abdulmümin’in
Murâbıtların başkentini ele geçirmesi için son bir darbe vurması gerekiyordu. Bu
darbeyi indirmek için de hazırlıklar yapılmaya başlandı. Bunun için Abdulmümin
adamlarına surları aşmada kullanılmak üzere merdivenler yapmalarını emretmiş, her
kabileye bağlı askerler için şehre giriş yerleri tahsis etmiştir. Yapılan plana göre
249 İbnu’l-Esîr, X, 461, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 261; Halefullah, 105; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 700. 250 Beyzak, 103. 251 Age., 103. 252 İbn İzârî, 27; İbnu’l-Esîr, X, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137, 138; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 262.
104
Muvahhidler Merrakeş surlarını hazırladıkları merdivenlerle aşarak aniden şehrin her
yerinden Merrakeş’e gireceklerdi253.
18 Şevval 541/23 Mart 1147’de254 Muvahhidler Merrakeş’in güney
doğusundaki Ağmat Kapısı’ndan başlayarak, merdivenlerle her yandan surlara
tırmanarak şehre girmişlerdir. Muvahhidlere bağlı her kabile kendilerine tahsis edilen
noktadan surlara tırmanarak şehre akın etmişler, Merrakeşliler ise son bir kez
şehirlerini savunmak için mukabelede bulunmaya çalışmışlar, ancak bu umutsuz,
zayıf ve cılız bir karşı koyuş olmaktan öteye geçememiştir. Surların içinde dokuz ay
dayanan şehir surların aşılmasından sonra bir gün bile dayanamamıştır255.
Bazı rivayetlere göre Abdulmümin’in şehirdeki Hıristiyanlarla kurduğu
ittifaktan sonra onların Ağmat kapısını Muvahhidlere açmasıyla şehrin istilâsı
başlamıştır. Bu rivayetlere göre Muvahhidlerin muhasarasının uzaması ve durumun
sürekli kötüye gitmesi Hıristiyan askerlerin Murâbıtlardan umutlarını kesmesine yol
açmıştır. Bunun üzerine Hıristiyan askerler Abdulmümin'den eman istemişler ve
Abdulmümin’in de onlara eman vermesinden sonra onunla ittifak kurmuşlar ve
Merrakeş’in Ağmat kapısını Muvahhidlere açmışlardır256.
Merrakeş’i işgale başlayan Muvahhidler daha öğle olmadan şehrin hemen her
yerine ulaşmışlardır. Murâbıtların başkanı olan İshak ve diğer ileri gelenler şehirdeki
Kasru’l-Hacer’e sığınmıştır. Muvahhidler öğleyin buraya da ulaşmışlardır.
Çatışmalar Kasru’l-Hacer çevresinde akşama kadar devam etmiş, sonunda burada
bulunanlar eman dilemişler ancak kabul edilmemiştir. Çatışmalar Kasru’l-Hacer’in
düşmesine kadar devam etmiş, bu esnada burada bulunanlardan ve şehri müdafaa
etmeye çalışanlardan çok kişi öldürülmüştür. Muvahhidler Kasru’l-Hacer’in
253 Beyzak, 103; İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 137, 138; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 262. 254 İbn Ebî Zer, 189; Hülelü’l-Mevşiyye, 138; Zerkeşî, 6; İnan, I, 262; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, 700; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786; Sallâbî, 111; Nasrullah, 317; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. İbn Hallikan, Zehebî ve Safâdî, diğer kaynaklardan farklı olarak Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinin 542 yılı başlarında gerçekleştiğini rivayet etmişlerdir. Bkz. İbn Hallikan, I, 403; Zehebî, Târih, XXXVIII, 256; Safâdî, XIX, 235. Guneymî de hiçbir kaynakta yer almadığı halde, Muvahhidlerin Merrakeş’i ele geçirme tarihi olarak, kuşatmanın başlama tarihi olan Muharrem 541/Haziran 1146 tarihini vermiştir. Bkz. Guneymî, II, 206. 255 Rivayetlere göre şehre girilmesinden sonraki akşam vaktinde devlet başkanına varıncaya kadar bütün yöneticilere ulaşılmıştır. Bkz. İbn İzârî, 28; Hülelü’l-Mevşiyye; 138, 139. 256 İbnu’l-Esîr, X, 462; Nuveyrî, XXIV, 297; Hülelü’l-Mevşiyye, 138.
105
bulunduğu kasabadaki Emir İshak ve yanında bulunanları teslim alarak
Abdulmümin’in bulunduğu yere götürmüşlerdir257.
Böylece Merrakeş dokuz aydan fazla, uzun bir kuşatma döneminin ardından
Muvahhidlerin eline geçmiştir. Şehrin korunması için Murâbıtlar ve şehir halkı
büyük bir mücadele vermişler, uzun süre çok zor kuşatma şartları altında olmalarına
rağmen şehirlerini savunmaya sabırla devam etmişlerdir. Ancak tüm çabalarına
rağmen Merrakeş’in düşmesine engel olamamışlardır.
Muvahhidler Merrakeş’i istîlâdan sonraki üç gün boyunca şehirde
Murâbıtlardan ve şehir halkından 70.000 kişinin öldürüldüğü rivayet edilmiştir.
Rivayetlere göre, Murâbıtlara ve onların yakın destekçileri olan Lemtûnelilere karşı
girişilen katliamdan bu kabilelere bağlı olanlardan ancak çok iyi gizlenebilen az
sayıdaki kişi kurtulabilmiştir. Üç gün sonra genel af ilan edilmesinden sonra halk
gizlendiği yerlerden ortaya çıkmaya başlamıştır258. Muvahhidler ortaya çıkan kişileri
öldürmek istemişler, ancak Abdulmümin buna mani olmuş ve ‘Bunlar sanatkarlar ve
kendilerinden faydalanılan esnaflar, onları serbest bırakın’ demiştir. Bundan sonra
Abdulmümin’in emriyle cesetler şehir dışına çıkarılmıştır259.
Murâbıtların son devlet başkanı, daha çocuk yaşta olan İshak ve
arkadaşlarının sonu da korkunç bir şekilde son bulmuştur. Saraydaki kömür dolu bir
depoda saklanmış olduğu halde yakalanan emir İshak ve yakınları Abdulmümin’in
bulunduğu karargaha getirilmiştir. İshak Abdulmümin’e getirilince Abdulmümin ona
şefkat göstermiş, onun sıkıntılı durumu ve yaşının küçüklüğüne acıyarak öldürmeme
eğilimine girmiştir260. Beyzak, İshak’ın Abdulmümin’e bu zamana kadar yapılan
işler konusunda kendisinin görüşünün alınmadığını belirterek af dilediğini, affı için
yalvardığını bildirmiştir. Onun bu şekilde yalvarması üzerine yardımcısı Talha
‘Konuşma! Bir melikin kendisi gibi bir melike yalvarması yakışık almaz’ diyerek onu
uyarmıştır. Başka bir rivayete göre ise Murâbıt ileri gelenlerinden biri onun
Abdulmümin’e yalvarmasını kınayarak, ‘Biraz babana çek! Erkek gibi sabretmesini
bil!’ demiş ve yüzüne tükürmüştür. Abdulmümin olan bitenden etkilenmiş ve çocuk
yaştaki İshak’ı sağ bırakmak istemiş, ancak Muvahhidlerin ileri gelenlerinden olan 257 Beyzak, 103, İbn İzârî, 29; Nuveyrî, XXIV, 298; Hülelü’l-Mevşiyye, 138, 139. 258 İbn İzârî, 29; Hülelü’l-Mevşiyye, 139; Nuveyrî, XXIV, 298; İnan, I, 263, 264. 259 İbnu’l-Esîr, X, 462; Nuveyrî, XXIV, 298. 260 İbn İzârî, onun yakalandığında daha on altı yaşında olduğunu rivayet eder. Bkz. İbn İzârî, 28.
106
Ebû’l-Hasan b. Vâccac ve Ebû Hafs Ömer, Abdulmümin’e dönerek onu affetmenin
yırtıcı bir aslanı kendilerini parçalaması için beslemeleri anlamına geleceğini
belirtmişler ve öldürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Abdulmümin tartışmalar
sonrasında kızarak odayı terk etmiş ve onları kendi haline bırakmıştır. Bundan sonra
da Murâbıtların son devlet başkanı olan İshak ve yardımcısı Talha öldürülmüştür261.
Böylece büyük bir heyecan ve çabayla kurulan Murâbıtlar Devleti,
kuruluşundan yaklaşık 80 yıl sonra Muvahhidler tarafından oluşturulan yeni bir
heyecan dalgasıyla boğularak tarihe karışmıştır. Başlangıçta gücünü dinî
hassasiyetlerden alan Murâbıtlar Devleti aynı şekilde dinî hassasiyetlere vurgu
yaparak ortaya çıkan ve kendilerine, ‘Allah’ın emirlerinin uygulanmasına engel
olanlar’262 gözüyle bakan Muvahhidler tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Abdulmümin, Merrakeş’i ele geçirdikten sonra Merrakeş’e hakim bir tepede
kendi kurmuş olduğu şehirde iki ay daha kalmıştır. Merrakeş’te Yusuf b. Taşfin
tarafından yaptırılmış olan camiyi haram yollardan elde edilen parayla yaptırıldığı
gerekçesiyle yıktırmış ve Merrakeş’te, Daru’l-Hacer’de yeniden büyük bir mescid
yaptırmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlar Devleti’nin ifade etmekte dilin yetersiz
kaldığı, anlatılamayacak kadar çok olan263 ganimetlerinin taksimini
gerçekleştirmiştir. Bu sırada Mağrib bölgesinde kendilerine bağlanan yerlere
idareciler atamıştır264.
Muvahhidlerin en güçlü olduklarını düşündüğümüz ve yine en güçlü
düşmanlarını tamamen etkisiz hâle getirdiğini düşündüğümüz bir anda birçok şehri
içine alan isyanlar çıkmış ve Abdulmümin için yine zorlu günler başlamıştır. Ancak
Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler yıllarca süren savaşlarda elde ettikleri
tecrübeleriyle bütün zorlukları aşarak yollarına devam etmişlerdir.
261 Beyzak, 104, İbn İzârî, 28; Merrakûşî, 203; İbnu’l-Esîr, X, 462; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 298; İbn Haldun, el-İber, VI, 232, Hülelü’l-Mevşiyye, 139; Zerkeşî, 6; İnan, I, 264; Halefullah, 105, 106; Sâlim, Târihu’-Mağrib, II, 701; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786. İbnu’l-Esîr, İshak’ın Abdulmümin’in huzurunda ağlaması üzerine, Seyr b. Hac adlı cesaretiyle bilinen bir kimsenin İshak’ın yüzüne tükürerek babana anana mı ağlıyorsun? Erkek gibi sabret! Bu adam Allah korkusu olmayan, dinsiz biri demiştir. Bu sözlerinden sonra Seyr Muvahhidler tarafından öldürmüştür. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 298; İbnu’l-Esîr, X, 462. 262 İbn Kattan, 100. Muvahhidlerin (İbn Tûmert’in) Murâbıtlara bakışı ile ilgili olarak bkz. Beyzak, 70-74; Merrakuşî, 177, 255, 256; İbn Kattan, 94-100; İnan, I, 266; Ahmed Çelebî, IV, 150; Adıgüzel, 74-76. 263 İbn İzârî, 28; Hülelü’l-Mevşiyye, 144. 264 Beyzak, 105, 106; İbn İzârî, 30; Hülelü’l-Mevşiyye, 144.
İKİNCİ BÖLÜM
ABDULMÜMİN’NİN MURÂBITLAR DEVLETİ’Nİ YIKMASINDAN
SONRAKİ FAALİYETLERİ VE ÖLÜMÜ
Muvahhidler Hareketi İbn Tûmert öncülüğünde ve onun fikirlerinin hayata
geçirilmesiyle ortaya çıkmıştır. İbn Tûmert, mehdî olarak biat alması öncesindeki
konuşmasında hedeflerinin bütün yeryüzü olduğunu ifade etmiştir. Aslında
mehdîliğin tabiatı da bunu gerektirmektedir. Mehdînin ortaya çıkmasının gerekçesi,
yer yüzünde her türlü olumsuzluğun, zulmün hakim olmasıdır1. Bu anlayışa göre
mehdînin ortaya çıkmasından sonra yer yüzündeki bu zulümler ortadan kaldırılacak
ve adalet hakim kılınacaktır. Mehdî İbn Tûmert’in mirasçısı olan Abdulmümin bu
düşüncelerle yoğrulmuş bir kişi olduğundan, yalnızca Merrakeş’i ele geçirip
Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmakla yetinmemiştir. O gücü yettiği kadar
yeryüzündeki her türlü zulmü ortadan kaldırmaya ve hakimiyetini gücü yettiği kadar
genişletmeye çalışmıştır. Abdulmümin bu amaçla ömrü boyunca sürekli yeni yerler
fethetmek için bütün gücüyle çaba göstermiştir.
Abdulmümin’in Merrakeş’i almasından hemen sonra Muvahhidlere bağlı olan
birçok yerde çok sayıda isyan çıkmıştır. O da mecburen önce iktidarına karşı ortaya
çıkan isyanları bastırmakla meşgul olmuştur. İsyanların bastırılmasından sonra
Mağribu’l-Evsat, Mağribu’l-Ednâ’da ve Endülüs’te hakim olmak için harekete
geçmiştir. Sonuçta o, on yedi yıllık bu yeni dönemde (541-558/1147-1163)
Trablus’dan (Libya’dan) Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya) kadar uzanan Kuzey Afrika
sahilinde ve Endülüs’te (İspanya ve Portekiz’de) geniş bir coğrafyaya hükmeden,
büyük bir devlet kurmuştur.
A-İÇ İSYANLAR
Tarih boyunca bütün iktidarlara karşı ayaklanmalar, direnmeler ve karşı
koymalar olagelmiştir. Bu ayaklanmalar daha çok iktidarın yeni ele geçirildiği, karşıt
güçler açısından halâ dönüş imkanı olduğunun düşünüldüğü ve kazananlar için ise 1 Halefullah, İbn Tûmert’in Muvahhidler için iki temel hedef ortaya koyduğunu, bunlardan birincisinin yakın hedef olarak bütün İslâm alemine hakim olmak, ikincisinin ise dünyadaki bütün İslâm düşmanlarına karşı sonuna kadar mücadele etmek olduğunu belirtmiştir. Bkz. Halefullah, 115. Ayrıca bkz. Guneymî, II, 202.
109
belki zafer sarhoşluğu dönemi diyebileceğimiz ilk dönemlerde ortaya çıkmaktadır.
Yeni iktidarın en hassas olduğu, devir teslim aşaması olan bu dönemler aynı
zamanda iktidarı ele geçirenler için de oldukça sıkıntılı dönemler olmuştur.
Abdulmümin’in Merrakeş’i ele geçirip Murâbıtlar Devleti’ne son vermesiyle
bölgede tam hakimiyet sağlayıp gücünün zirvesine çıktığı2 ve otoritesini tam olarak
kurduğunu düşünürken, çok geniş alanları içine alan isyanlarla karşı karşıya kaldığını
görüyoruz. Bir bölgedeki büyük bir otoritenin ortadan kalkmasından sonra taşların
yerine oturması kısa zamanda ve kolaylıkla mümkün olmamaktadır. Böyle
dönemlerde eski iktidarın kalıntıları ve otorite boşluğundan yararlanmak isteyen
birçok oluşumun ortaya çıkması da normal karşılanmalıdır. Tabiatın boşluk kabul
etmeyeceği fizikî bir kuraldır. Bu olaylar sonrasında da, iyi organize olmuş güçlü
olan yapılanmalar ve oluşumlar kalacak, bunu sağlayamayanlar, zayıf kalanlar ise
silinip gidecektir. İşte Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidlerin rakiplerine göre
daha köklü ve sistemli bir yapıya sahip olması, Murâbıtların gücünü yavaş yavaş yok
ederken, güçlü bir hareket oluşturmuş olmaları vb. durumlar, ortaya çıkan otorite
boşluğunda onları diğerlerine göre daha avantajlı bir güç haline getirmiştir. Diğer
yandan, otorite boşluğunun oluşmasını sağlayan en önemli güç de zaten
Muvahhidlerdi. Bu otorite boşluğundan yararlanmak isteyen diğer güçler ise
karışıklıktan yararlanmak isteyen, ya da eski otoritenin yeniden kurulması için çaba
gösteren güçler olarak ortaya çıkmışlardır. Bu güçlerden bazıları çıkışları esnasında
hızlı bir şekilde geniş bir alana yayılmışlar, ancak Muvahhidlerin gücü ve tecrübesi
karşısında dayanamayarak etkisiz hale getirilmişlerdir. Diğer yandan Muvahhidler
Merrakeş’i ele geçirip, Murâbıtlar Devleti’ni yıktıkları dönemde yaklaşık 25 yıllık
bir savaş/çatışma tecrübesine sahiptiler. Murâbıtlar sonrasında Muvahhidlere karşı
ortaya çıkan yeni güçlerin ise tam olarak uyumlu bir şekilde hareket edememeleri,
anî bir telaşla ortaya çıkmış olmaları gibi zayıflıkları bulunmaktaydı. Yani
Muvahhidler güçlü ve otoritesini kabul ettirmiş liderleri ile zaman içinde
kazandıkları savaş tecrübeleri, bunun yanında iyi teşkilatlanmış olmalarının sağladığı
avantajlarla yeni ortaya çıkan karşıt güçleri ya etkisiz hale getirmişler, ya da yok
etmişlerdir.
2 İnan, I, 269.
110
Abdulmümin’in halife olarak biat almasından sonra, onun iktidarına karşı ilk
isyan, daha işin başında Tinmellel’deyken en yakınında bulunan bir arkadaşından
gelmişti. Bu isyan, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan Abdullah b. Melviye
tarafından, Abdulmümin Tinmellel dışında seferde olduğu bir dönemde çıkarılmış,
ancak daha işin başında etkisiz hale getirilmişti. İbn Melviye, gizlice Merrakeş’e
gitmiş ve Ali b. Yusuf ile anlaşarak Muvahhidler hareketinin tam güçlenmeden içten
bir darbeyle yok edilmesi için planlar kurmuştu. Ancak talihi iyi gitmemiş, onun bu
girişimi başlamasıyla birlikte akâmete uğratılmış ve bu çıkışının bedelini canıyla
ödemişti3. İbn Melviye’nin bu hareketi, kendisini iktidara Abdulmümin’den daha
lâyık görmesinden kaynaklanmış olabilir. Bu ilk isyan girişimi her ne sebepten olursa
olsun Muvahhidlerden destek bulamamış ve Abdulmümin’i pek etkilememiştir. Bu
olaydan sonra da Abdulmümin faaliyetlerine ara vermeden devam etmiş,
Muvahhidler hareketi sürekli güçlenme ve yükselme eğilimi göstermiştir.
Muvahhidlerin ortaya çıkmasından sonra Mağribu’l-Aksâ’da Murâbıtlar
iktidarına karşı Muvahhidler Hareketi’nin günden güne güçlenen muhalefeti
konuşulmaya başlanmıştır. Murâbıtlar tamamen ortadan kaldırılana kadar burada
yaşamakta olan kişi ve kabileler bu iki güç arasında tercihte bulunmak durumunda
kalmışlardır. Bu kabileler veya ileri gelen şahsiyetler duruma göre daha güçlü ve
kendilerine yakın gördükleri iki siyâsî yapıdan birine bağlanarak yollarına devam
etmişlerdir. Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesi ve Murâbıtlar Devleti’nin
ortadan kaldırılmasıyla halkın önünde en güçlü siyâsî seçenek olarak Muvahhidler
kalmıştır. Ancak bu durumu kabullenemeyen kişi ve kabileler birçok yerde
ayaklanarak Murâbıtlar Devleti’nin mirasından pay almaya çalışmışlardır. Bunun
sonucu olarak da Muvahhidler başlangıçta Mağribu’l-Aksâ’da kendilerine
bağladıkları birçok yeri Muvahhidler hakimiyetine meydan okuyan bu güçlerle
savaşarak geri almak zorunda kalmışlardır. Şimdi bu isyan hareketlerini ele alalım.
3 Beyzak, 85. Bu konuda birinci bölümde, 524’ten 533’e Kadar Yapılan Savaşlar başlığı altında işlenen kısımda bilgi verilmiştir.
111
1-Mâsî İsyanı
Abdulmümin’in iktidarına karşı girişilen isyanlardan en önemlisi,
Muhammed b. Hûd b. Abdullah Selâvî tarafından gerçekleştirilmiştir. Selâvî,
simsarlık (komisyonculuk) yapan Ömer b. Hayyat adlı bir adamın oğludur. O,
başlangıçta Abdulmümin’e biat etmiş ve bir müddet Merrakeş kuşatmasına da
katılmıştır4. Daha sonra, belki de kuşatmanın uzamasından ve Muvahhidlerin
Merrakeş kuşatmasına yoğunlaşmasından yararlanarak, Sûs bölgesinde, Mâse’de
insanları hidâyete çağırmış ve kendisini de Hâdî olarak ilan ederek bu bölge
insanlarını etrafında toplamayı başarmıştır. Mâse’de ortaya çıktığı için ona Mâsî
denilmiş ve bu şekilde meşhûr olmuştur5.
İbn Hûd aslen Selâlı olduğu halde Sûs bölgesine gitmiş ve Merrakeş’in
batısında Atlas Okyanusu kıyısında yer alan, Cezûle’deki Mâse’ye yerleşerek burada
hareketini başlatmıştır. (Şevval 541/Mart 1147) Onun ortaya çıkış tarihi, aynı
zamanda Muvahhidlerin Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtları ortadan kaldırma
tarihidir6.
Mâsî’nin isyanıyla Mağribu’l-Aksâ’da daha önce Murâbıtlara bağlı olan
değişik kabilelerden çok sayıda kişi kendisine biat etmiş, onun Harekâtı hızla
büyümüş ve yayılmıştır. Sicilmâse, Der’a, Hâha, Hezmîre, Heskûre, Vatâu, Dukkâle
gibi bölgeler onun davetine katılmışlardır. Bu dönemde Sebte, Tanca ve Endülüs’te
Meriyye gibi şehirler de Muvahhidlere itaatten ayrılmıştır. Hatta Mağribu’l-Aksâ’da
Merrakeş ve Fas dışında, hemen bütün bölgeler Muvahhidlere olan itaatlerinden
dönmüşlerdir7. İnan, Mâsî’nin davetinin kısa zamanda bu şekilde geniş bir alanda
yayılmasını Muvahhidlerin ilkelerinin bölgede tam olarak özümsenmediğinin, baskı,
kaba kuvvet ve kanla boyun eğdirilen insanların kısa zamanda, en küçük fırsatta
itaatten çıkabileceklerinin açık bir göstergesi olarak değerlendirmiştir8. İnan’ın da
4 İbn Ebî Zer, 190; İnan, I, 269; Halefullah, 108. 5 İbn İzârî, 30, 31; İbn Ebî Zer, 190; Nâsırî, II, 99. 6 Beyzak, 106; İbn İzârî, 30; Hülelü’l-Mevşiyye, 110; Nâsırî, II, 99. (Beyzak bu ayaklanmaya liderlik yapan kişi olarak, Mâsî’nin babası Ömer b. Hayyat’ın adını vermektedir.) 7 Beyzak, 106; İbn İzârî, 31; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 146; Nâsırî, II, 99; İnan, I, 269; Halefullah, 108; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 701. Batılı araştırmacılardan Tourneau’nun Muvahhidlere karşı isyanın sahil bölgeleriyle sınırlı olduğu yönündeki tespiti doğru değildir. (Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 64) Çünkü Merrakeş’in alınmasından sonraki dönemde aynı anda olmasa da Merrakeş, Fas ve Tlemsan gibi merkezî şehirler dışında hemen her yerde isyan çıkmıştır. 8 İnan, I, 270.
112
belirttiği gibi Muvahhidler düşüncesinin bölgede özümsenmediği ortadadır. Bir
düşüncenin bir yerde özümsenmesi ve yerleşmesi için belli bir zaman geçmesi
gerekmektedir. Muvahhidler, Murâbıtları ortadan kaldırmışlar, fakat iktidarlarının
tam olarak yerleşmesi için gerekli zamanı bulup, tabii olarak mutlaka yapmaları
gereken çalışmaları henüz gerçekleştirememişlerdi. Halkın kendilerini desteklemeleri
için sosyal ve ekonomik alanda bazı olumlu değişim ve gelişmelerin görülmesi
gerekmekteydi. Halbuki, Muvahhidlerin Murâbıtlara bağlı bölgeleri istilâ etmek için
giriştikleri savaşların devam ediyor olması onlara sosyal ve siyâsî alanlarda
kendilerini ispat etmeleri için gereken fırsatı ve zamanı henüz vermemişti. Bu durum
göz önünde bulundurulunca halkın kısa zamanda saf değiştirmesi normal
karşılanmalıdır. İnan, Muvahhidlerin bölgeyi baskı, kaba kuvvet ve kanla boyun
eğdirdiklerini söylese de, siyâsî hareketlerin rakiplerini yok ederek iktidar oldukları
bir vakıadır.
Muvahhidlere karşı Mâsî isyanının ortaya çıkması ve kısa zamanda yayılması
üzerine Abdulmümin, bu isyanı bastırmak için hemen girişimlere başlamıştır. Bu
anlamda başlangıçta isyancıların üzerine Sûs bölgesinden İbn Yecît komutasında bir
birlik göndermiş, ancak bu birlik Mâsî tarafından yenilgiye uğratılmıştır9. Bunun
üzerine Abdulmümin ve Muvahhidlerin ileri gelenleri, durumun kendi
düşündüklerinden daha ciddi boyutlarda olduğunu anlayarak, hemen daha köklü
tedbir alma yoluna gitmişlerdir. Bu tedbirler çerçevesinde isyancıların üzerine Ebû
Hafs Ömer b. Yahya komutasında, içinde Muvahhidlerin ileri gelen şahsiyetlerinin
de yer aldığı ayrıca paralı Hıristiyan askerlerinin de bulunduğu10 yeni bir ordu
gönderilerek mesele halledilmeye çalışılmıştır. Bu ordu altı bin süvari ve bir o kadar
da yaya askerden oluşuyordu. Mâsî’nin ordusu ise yedi yüzü süvari, altmış bin kişilik
bir orduydu. İki ordu Mâse vadisindeki Tâmesnâ’da Zilhicce 542/Mayıs 1148’de
karşılaşmıştır. Burada şiddetli bir savaş olmuş, sonunda Mâsî’nin ordusu mağlup
edilmiştir. Mâsî ve askerlerinden büyük bir kısmı öldürülerek darma dağın
edilmiştir11. Bu savaşta Mâsî’yi, Ebû Hafs Ömer bizzat kendisi öldürmüş12 ve ona bu
savaştaki başarısından dolayı, ilk dönem büyük İslâm fâtihlerinden olan Hâlid b. 9 Beyzak, 106; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 10 İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 11 Beyzak,106; İbn İzârî, 31; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 110; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Nâsirî, II, 99, 100; İnan, I, 270. 12 İbn Ebî Zer, 190; İnan, I, 270.
113
Velid’e benzetilerek ‘seyfullah’ lakabını vermişlerdir13. Bu galibiyet haberini
Muvahhidler ordusu içinde yer alan Ebû Cafer b. Atıyye, Abdulmümin’e edebî bir
dille yazdığı mektupla bildirmiştir. Mektubu alan Abdulmümin İbn Atiyye’yi yanına
çağırmış ve ona önce katiplik, sonra da bu görevine ilave olarak vezirlik görevi
vermiştir14.
Muvahhidlerin komutanı Ebû Hafs Ömer, savaşın bitmesinden sonra
Merrakeş’e dönmüş, bir müddet dinlendikten sonra Mâsî’nin davetine katılan diğer
bölgeleri yeniden itaat altına almak için harekete geçmiştir. Ebû Hafs, askerleriyle
kısa aralıklarla, önce Dern dağlarındaki Nefis’e gitmiş ve buradaki isyana katılanları
cezalandırmış, sonra Heskûre kabilesinin yaşadığı Der’a Vâdisi çevresine ve
arkasından Sicilmâse’ye gitmiştir. Buraları kısa zamanda itaat altına almış ve halka
eman vermiştir. Ebû Hafs, her seferlerinin ardından zafer ve ganimetlerle Merrakeş’e
geri dönmüş ve bir müddet dinlenmiştir15. İbn Ebî Zer’in rivayet ettiğine göre
Abdulmümin, ayaklanma olan bazı bölgelere komutanlarını göndererek, bazı
bölgelere de bizzat kendisi giderek buraları yeniden itaat altına almaya ve düzeni
sağlamaya çalışmıştır. Bu anlamda Sicilmâse’ye Abdulmümin gitmiş, burada düzeni
sağlamış ve Merrakeş’e dönmüştür16.
2-Sahrâvî İsyanı
Yahya b. Ebî Bekir b. Ali Sahrâvî, Murâbıtlar döneminde Endülüs’te
Taşfîn’in yerine vali olarak atanmış ve burada Murâbıtlara karşı ortaya çıkan
isyanları bastırmakta önemli başarılar göstermiş olan cesur bir komutandı17. O,
Taşfîn’in emriyle Muvahhidlere karşı girişilen savaşa destek olmak için bir gurup
13 İbn Ebî Zer, 190; Nâsirî, II, 100; Halefullah, 109. 14 Aslen Turtûşa’lı olan Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye, Murâbıtlar Devleti bürokratlarındandı. Murâbıtlar Devlet başkanlarından Ali b. Yusuf, Taşfîn b. Ali ve en son Ebû İshâk’ın katipliğini yapmıştı. Merrakeş Muvahhidler tarafından ele geçirilince halkın arasına karışmış, daha sonra da ok atma konusunda usta bir kişi olduğu için Muvahhidlerin okçu askerleri arasında yer alarak, Mâsî isyanına karşı yürütülen Harekâta katılmıştır. Burada zafer kazanılınca, bu zafer haberini Abdulmümin’e yazacak katip aranmış ve bu esnada İbn Atiyye ortaya çıkmıştır. Onun Abdulmümin’e yazdığı zafer haberini bildiren mektubu, edebî açıdan çok beğenilmiş ve o bu mektupla başlayan süreçte önce Abdulmümin’in katipliğini ve daha sonra da vezirliğini elde etmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. İbn İzârî, 31; Merrakûşî, 199; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264; İbn Haldun, el-İber, VI, 232, 233; Nâsırî, II, 100, 116, 117; Eşbah, II, 54. İbn Atiyye’nin yazmış olduğu bu mektubun metni için bkz. Nâsırî, II, 100, 101; İnan, I, 271. 15 İbn İzârî, 32; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Nâsırî, II, 101. 16 İbn Ebî Zer, 190. 17 İnan, I, 311.
114
askeriyle Mağrib bölgesine geçmiştir. Sahrâvî, Tlemsan yakınlarında Muvahhidlerle
savaşan Taşfîn’in son büyük ordusunda yer almış, Murâbıtların burada yenilmesi
üzerine askerleriyle birlikte Fas’a çekilerek buranın savunmasına destek olmuştur. O,
Muvahhidlerin Fas’ı ele geçirmesinden sonra buradan da kaçarak Sebte’ye varmış,
Murâbıtlar Devleti taraftarlarını etrafına toplayarak, Muvahhidlere karşı bir hareket
başlatmaya çalışmıştır. Ancak daha sonra Sebte’nin Muvahhidlere bağlanması
üzerine buradan da kaçmak zorunda kalmış ve Tanca’ya geçmiştir18.
Muvahhidlere karşı Mâsî ayaklanmasıyla başlayan karışıklıkların biraz
uzaması üzerine, Mağribu’l-Aksâ’daki birçok yerde olduğu gibi Sebte’de de
Muvahhidlere karşı ayaklanma başlamıştır. Buradaki ayaklanmaya Sebte kadısı İyaz
b. Mûsa19 önderlik yapmıştır. Bu ayaklanmayla Sebteliler, Muvahhidlerin buradaki
vâlisi Tinmellelli Yusuf b. Mahlûf’u, Muvahhidlerin diğer memurlarını, onlara
yakınlığı olanları öldürmüşler20 ve hatta bununla da yetinmeyerek onları
yakmışlardır21. Daha sonra Kâdı İyaz, Sebte’den Kurtuba’ya geçmiş, İbn Gâniye’ye
giderek ona biat etmiş, ondan kendilerine vali atamasını ve yardım etmesini
istemiştir. İbn Gâniye de, Yahya b. Ebî Bekir Sahrâvî’yi Sebte’ye vali olarak
görevlendirerek Kâdı İyaz’la buraya göndermiştir. Böylece Sebte’deki ayaklanmanın
liderliğine Sahrâvî geçirilmiştir22.
Sebte’de bu gelişmeler olurken Ebû Hafs ömer komutasındaki Muvahhidler
ordusu da Bergavâta’da düzeni sağlamaya ve bölgeyi yeniden itaat altına almaya
çalışmaktaydı. Burada yürütülen bir dizi savaş sonrasında Ebû Hafs’ın yenilgiye
uğrayarak daha iç bölgelere, Tâdla’ya çekilmesi23 haberi Abdulmümin’e ulaşınca,
Abdulmümin bu bölgedeki isyanları tam olarak bastırmak için büyük bir orduyla
bizzat kendisi Bergavâta üzerine hareket etmeye karar vermiştir. Abdulmümin,
18 Beyzak, 106, 107; İbn İzârî, 32, 33; İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 19 Kadı İyaz, döneminin meşhur şair ve alimlerinden biriydi. Sebte’de kadılık yaparken, 531’de Kurtuba kadılığına atanmış, 539’da tekrar Sebte kadılığına getirilmiştir. 540’da Abdulmümin ile görüşerek Sebtelilerin itaatini bildirmiş ve görevine devam etmiştir. Bkz. İbn Dihye, Mutrib, 90, 91, Yay. Mustafa Avdulkerim, Hartum, 1954; İnan, I, 273. 20 İbn İzârî, 32; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; İnan, I, 272; Sallâbî, 113; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 701; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787. 21 İbn Ebî Zer, 191. 22 İbn İzârî, 32; İbn Ebî Zer, 191; İnan, I, 272; Sallâbî, 113; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787; Bel, Alfred, ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 735. 23 Beyzak, 106; İbn İzârî, 32; Nâsırî, II, 101.
115
isyancılara karşı harekete geçmeden önce kendisine bağlı bölgelere mektuplar
yazarak asker temin etme yoluna gitmiştir24. Onun bu çağrısı üzerine 200.000 piyade,
20.000 de süvariden oluşan büyük bir ordu hazırlamıştır25. Onun bu hazırlığı
isyanları tamamen bitirmek için, isyancılara en ağır darbeyi vurmaya yönelik bir
çalışmaydı.
Abdulmümin’in kendileri üzerine hareket edeceğini haber alan
Bergavâta’daki isyancılar, İbn Gâniye tarafından Sebte’ye gönderilen Yahya b. Ebî
Bekir Sahrâvî’ye haber yollayarak onun liderliğinde birleşmek istediklerini
bildirmişlerdir. Sahrâvî de bu davete icabet ederek bölgeye geçmiş ve Muvahhidlere
kaşı ortaya çıkan isyanın liderliğini üstlenmiştir26. Sahrâvî, bu çerçevede isyancı
Mâsî’nin babası Hayyat ile Selâ’da bir araya gelmiştir. O, daha sonra Hayyat’ın
kendisiyle aynı düşüncede olmadığını görmüş ve Hayyat’ı öldürerek cesedini denize
atmıştır. Bundan sonra çok az sayıdaki Hayyat taraftarı Sahrâvî’den ayrılmıştır27.
Sahrâvî’nin Selâ’dan Bergavâta’ya geçmesinden sonra, Dukkâle ve Hâha gibi
bölgelerdeki isyancılar da ona katılmışlardır. Böylece daha önce Muvahhidlere isyan
ederek, Mâsî’ye itaat etmiş olan bölgelerdeki birçok kabilenin desteğini alarak
Mağribu’l-Aksâ’da önemli bir bölgeyi kendisine bağlamayı başaran Sahrâvî,
buradaki Muvahhidlere karşı ortaya çıkmış olan isyan hareketini de tek bir liderlik
çatısı altında birleştirmiştir. (543 yılı başları/1148 ortaları)28
Abdulmümin, hazırlamış olduğu orduyla Dukkâle’ye doğru hareket etmiş ve
burada bulunan Sahrâvî üzerine bir baskın düzenlemiştir. Bu baskınla onu mağlup
etmiş ve ordusunu dağıtmıştır. Sahrâvî ve yanındaki ileri gelenler bu baskından
canlarını kurtararak Sûsu’l-Aksâ’ya kaçmışlardır. Muvahhidlerden bir askerî birlik
Sahrâvî’yi takip etmiştir. Muvahhidlerin üzerine gelmesinden dolayı, Sahrâvî burada
da tutunamayarak çöle kaçmak zorunda kalmıştır29. Abdulmümin bu Harekâtından
24 Beyzak, 108. 25 Nuveyrî, XXIV, 299; Hülelü’l-Mevşiyye, 147. 26 İbn Ebî Zer, 191. 27 Beyzak, 107. 28 Beyzak, 107; İbn İzârî, 32; Nâsırî, II, 102. İbn Haldun, bu olayların 542/1148 yılında olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 29 Beyzak, 108, 109; Nâsırî, II, 102. Bazı kaynaklarda Sahrâvî’nin önce çöle kaçtığı, ancak sonradan Abdulmümin’e gelerek af dilediği ve affedildiğini bildirilmektedir. Bkz. İbn İzârî, 37; İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787.
116
sonra Bergavâta ve Dukkâle’yi yeniden itaat altına almıştır. Selâ ve Sebte halkı da
Sahrâvî’nin yenilmesinden sonra Abdulmümin’den af dilemişler, itaatlerini yeniden
bildirmişler ve affedilmişlerdir30. Ancak Sebte’de isyana öncülük eden Kâdı İyaz,
Abdulmümin tarafından Sebte’den çıkarılarak Merrakeş’te ikamet ettirilmiştir. Bu
olaylardan sonra Abdulmümin, Sebte surlarını yıktırmıştır31.
Abdulmümin, Merrakeş’ten ayrılmasından altı ay sonra bölgenin yeniden
Muvahhidlerin kontrolüne girmesini sağlayarak, 543/1148 yılı ortalarında başkente
geri dönmüştür32. Bu arada daha önce Muvahhidler tarafından uzun süre kuşatma
altında tutulduğu halde ele geçirilemeyen Miknâse de 3 Cemaziyelevvel 543/19
Kasım 1148’de tekrar Muvahhidlere bağlanmıştır33.
Kaynaklarda bildirilen rivayetlere göre, ayaklanmaların bastırılmasıyla
Muvahhidler yüklü miktarda ganimet elde etmişler, sayısız kadın ve çocuğu esir
almışlar ve bunları çok ucuz bir şekilde satmışlardır. Sonuç olarak, Abdulmümin
bütün isyancıları dize getirerek Mağrib bölgesinde hakimiyetini güçlendirmiş ve bu
bölge yeniden, tamamen ona boyun eğmiştir34.
Bu olaylar sonrasında, Mağrib bölgesinde, daha önce Merrakeş merkezli
Murâbıtlar Devleti’ne bağlı bütün şehirler yeniden Muvahhidlere bağlanmıştır.
Ancak bölgedeki bu isyanlar, Muvahhidlerin iki yıla yakın bir zaman boyunca,
bölgenin birçok noktasında yeniden savaşmalarını gerektirmiştir. Yine bu
çatışmalardaki kararlılıkları ve elde ettikleri başarıları, Muvahhidlerin bölgede
büyük ve kalıcı bir güç olduğunu ortaya koymuştur. Muvahhidlere karşı durmaya
çalışanlar ise, Abdulmümin tarafından bir bir ortadan kaldırılarak etkisiz hâle
getirilmişlerdir.
30 İbn Ebî Zer, 191; İbn İzârî, 37; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Kayravânî, 138. 31 İbn İzârî, 33; İbn Ebî Zer, 191; Nuveyrî, XXIV, 299; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Kayravânî, 138. (İbn Ebî Zer, bu konuyu 543 yılı olayları içinde anlatmıştır.) 32 Beyzak, 109; İbn İzârî, 37; Hülelü’l-Mevşiyye, 121; İbn Ebî Zer, 191. İbn Haldun bu olayları 542 /1147 yılı olayları içerisinde anlatmaktadır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 232. 33 Nâsırî, II, 104. 34 Nuveyrî, XXIV, 299; Hülelü’l-Mevşiyye, 147.
117
3-Diğer isyanlar
Mâsî ayaklanması ve peşinden Sahrâvî liderliğindeki ayaklanmanın
bastırılmasından sonra da 543 yılı içinde ve daha sonraki yıllarda, Bergavâta
çevresinde ve Mağribu’l-Aksâ’nın diğer yerlerinde zaman zaman isyanlar çıkmıştır.
Ancak bu isyanlar öncekiler gibi geniş boyutlara ulaşamamış, sınırlı bir bölge içinde
kalmış, kısa zaman içinde Muvahhidler tarafından liderleri ve isyana katılanlar
öldürülerek bastırılmıştır35. Beyzak bu anlamda Mağrib ve Endülüs’te ortaya çıkmış
olan kırktan fazla isyandan bahsetmiştir. Mağrib bölgesinin muhtelif yerlerinde baş
gösteren bu isyanların bastırılmasından sonra Abdulmümin’in her bölgeye adam
göndererek isyana katılanları cezalandırmıştır. Abdulmümin, isyana katılan bölgelere
gönderdiği kişilerle birlikte halka nasihatlerde bulunmak için bir de mektup (ceride)
göndermiştir36.
Kaynaklarda rivayet edilen ve Batı Endülüs’te, Mârtelle’de ortaya çıkan
Ahmed b. Kasî isyanından da kısaca bahsedelim. Müvelled liderlerden birisi olan İbn
Kasî, Murâbıtların zayıflamasıyla birlikte Şilb’de ayaklanmıştı. Onun Harekâtına el-
Müridûn denilmişti. Tasavvuf geleneğinden gelen Kasî’nin tasavvufî eserleri de
bulunmaktaydı37. O, insanları doğru yola götüreceğini iddia etmiş, güzel, belagatlı
konuşmalarıyla kendisini dinleyenleri çok etkilemişti ve birçok kişi ona katılmıştı.
İbn Kasî, müridlerine Gazâlî’nin İhyâ’sını ve İhvânı Safa mecmualarını okutmuş ve
nihayet kendisinin mehdî olduğunu ilan ederek biat almıştı. İbn Kasî, daha sonra Batı
Endülüs’te bazı yerleri ele geçirmişti. Hatta bir ara Kurtuba’yı istîlâya çalışmıştı. O,
Taşfîn’in öldürülmesi sonrasında Mağrib’e geçerek Abdulmümin’e biat etmişti.
Abdulmümin, ‘insanları doğru yola ilettiğini iddia ediyormuşsun, bu nasıl bir şey’
diye sorunca, İbn Kasî: ‘Fecr iki tane değil mi? Bir fecrü kâzib, bir de fecrü sâdık
var. Ben fecrü kâzibtim. Sen fecrü sâdıksın’ diye cevap vermiştir. Abdulmümin onun
bu cevabına kahkaha atarak gülmüştür38.
35 Beyzak, 109, 122-125; İbn Ebî Zer, 191, 192. 36 Beyzak, 109-112. 37 İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 248, 249. 38 Merrakuşî, 212; Zehebî, Târih, XXVIII, 261, 262; İnan, eserinde İbn Kasî ile ilgili çok geniş malumat vermiştir. Bkz. İnan, I, 307-331.
118
Mağribu’l-Aksâ’da Muvahhidlere karşı bir takım isyanların çıkmış olması,
Endülüs’ü de etkilemiş ve birçok yerde Muvahhidlerden kopmalara sebep olmuştur.
Bu dönemde İbn Kasî de Abdulmümin’e biatından vazgeçerek kendi bölgesinde
bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Zamanla müridleri arasında ihtilaflar çıkmış,
Cemaziyelevvel 546’da Şilb’de öldürülmüştür39.
Abdulmümin’in iktidarına karşı girişilen dikkat çekici diğer bir isyan da İbn
Tûmert’in kardeşleri Abdulaziz ve İsa’nın isyanıdır. İbn İzârî, Abdulmümin’in İbn
Tûmert’in ölümünden sonra onun kardeşlerine ve diğer akrabalarına büyük yakınlık
gösterdiğini, onlara ve amcalarının oğlu Yeslâtîn’e bağış ve ikramda sınır
tanımadığını, ancak Yeslâtîn’in İbn Tûmert’in kardeşlerini kışkırtarak gönüllerinde
haset ateşini tutuşturduğunu rivayet etmiştir. Kendisine değer verilerek,
Abdulmümin’in en önemli toplantılarına dahi kabul edilen Yeslâtîn, bu toplantılara
asık bir suratla girip kızgın bir şekilde çıkmış, yapılan her işi eleştirerek yerden yere
vurmuş, her türlü yanlışı yapmaktan kaçınmamış, devletin sırlarını
saklayamamıştır40. Sonunda Yeslâtîn öldürülmüştür.
Beyzak, Yeslâtîn’in öldürülmesinin sebebi olarak şöyle bir olay nakletmiştir:
Bicâye seferinde Yeslâtîn ile birlikte Abdulmümin’in hanım tarafından
akrabalarından biri olan Abdullah b. Vânudîn komutan olarak görevlendirilmiştir.
Yeslâtîn ile Abdullah arasında tartışma çıkmış, Yeslâtîn arkadaşına hakaretler
etmiştir. Daha sonra onu yalnız bırakarak ondan ayrılmıştır. Yalnız kalan Abdullah,
Arapların eline düşerek öldürülmüştür. Bu olaylardan sonra Abdulmümin Yeslâtîn’in
yakalanarak öldürülmesini kararlaştırmıştır41. Yeslâtîn, Zilkade 548/Ocak 1155’de
öldürülmüş ve Merrakeş Kapısı’nda asılmıştır. Abdulmümin, bu olaydan sonra
Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etmiştir. O, bu ziyareti esnasında
İbn Tûmert’in yaptırmış olduğu caminin genişletilmesini emretmiş, burada halka bol
miktarda ikramlarda bulunmuş ve sonra da Merrakeş’e dönmüştür42.
Abdulmümin’in Yeslâtîn’i idam ettirdikten sonra kendi oğullarını önemli
merkezlere vali olarak ataması ve büyük oğlu Muhammed’i de veliahd ilan ederek 39 İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 249-252. 40 İbn İzârî, 47, 48, 50. 41 Beyzak, 115-117; İbn İzârî, 48. 42 İbn İzârî, 48; İbn Ebî Zer, 194
119
onun adına biat alması, İbn Tûmert’in kardeşlerinin hırçınlıklarını ve iktidara karşı
kızgınlığını daha da artırmıştır. Onların kızgınlıklarının isyana dönüşmesi ise
sonlarını getiren olay olmuştur.
İbn Tûmert’in kardeşleri, isyan çıkarmak için gizlice Fas’tan ayrılarak
Merrakeş’e hareket etmişlerdir. Abdulmümin, Selâ’da bulunduğu sırada onların
Fas’tan gizlice ayrıldığını ve maden yolundan43 gizlice Merrakeş’e doğru gittiğini
haber almış ve hemen veziri İbn Atiyye’yi Merrakeş’e yollamış, arkasından kendisi
de Merrakeş’e hareket etmiştir. İbn Tûmert’in kardeşleri onlardan önce Merrakeş’e
ulaşarak isyanlarını başlatmışlardır. Onlar bu hareketlerinde daha önce isyan ettikleri
için Fas ve Merrakeş gibi yerlere sürgün edilen hemşehrilerinin desteklerini de
almışlardır. İsyancılar Merrakeş valisini öldürmüşler ve şehri ele geçirmeye
çalışmışlardır. İbn Atiyye’nin ve peşinden Abdulmümin’in Merrakeş’e gelmesinden
sonra, başta İbn Tûmert’in kardeşleri olmak üzere, isyana karışanlar öldürülerek
cezalandırılmışlardır44. Abdulmümin bu olaydan sonra da, olan biteni anlatan bir
risale yazdırarak Muvahhidlerin hakim oldukları merkezlere göndermiştir45. Böylece
halkın konu hakkında doğru bilgi edinmesini sağlamaya çalışmıştır.
Kaynaklardaki bu rivayetlerden anladığımıza göre Abdulmümin, İbn
Tûmert’in kardeşleri ve amcasının oğlu olan Yeslâtîn’in İbn Tûmert’e
yakınlıklarından dolayı sürekli el üstünde tutulmalarını sağlamış ve onlara devlette,
komutanlık ve idarecilik gibi bazı üst düzey görevler vermiştir. Bu görevleri
esnasında İbn Tûmert’e yakınlıklarından dolayı onların birçok hatalarına göz
yumulmuştur46. Ancak onlar yaptıkları hatalardan dolayı sürekli gözden düşmüşler
ve nihayet öldürülmüşlerdir.
43 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 110, 111. 44 Beyzak, 118, 119; İbn İzârî, 50, 51; İbn Ebî Zer, 194, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 110, 111; Jemil, 110; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 70. 45 İbn İzârî, 50, 51. 46 Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaya başladıkları ilk dönemlerde onların ele geçirdikleri ilk yerlerden biri olan İşbîliye’ye İbn Tûmert’in kardeşleri Abdulaziz ve İsa da yönetici olarak gönderilmişti. Ancak onlar halka kötü davranmışlar ve insanları isyan ettirmişlerdir. Bundan sonra birçok yer Muvahhidlerin elinden çıkmış ve onlar da tekrar Merrakeş’e dönmek zorunda kalmışlardır. Abdulmümin buradaki kötü muameleleri haber alınca, Endülüs’teki Muvahhidlere bağlı bütün bölgelere bir yazı göndererek adaletle hareket edilmesini ve zulüm ve haksızlıkların terk edilmesini emretmiştir. Bkz. İbn Kattan 188-203; İbn İzârî, 36; İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nâsırî, II, 110.
120
İbn Tûmert’in amcasının oğlu Yeslâtîn ve kardeşleri, devletin güçlenmesi,
devlet imkanlarının genişlemesi ve Abdulmümin’in çocuklarının önemli görevlere
gelerek itibar görmelerine çok kaba ve sert tepkiler göstermişlerdir. Onlar belki de,
İbn Tûmert’in yakın akrabaları olduklarından dolayı kendilerine ait olması
gerektiğini düşündükleri iktidarın gasb edildiğini kabul etmişlerdi. Yine kendilerine
sunulan imkanların zaten kendilerinin olması gerektiğini, sağlanan imkanları gasp
edenler tarafından kendilerine bir miktarı verilen ve daha da kötüsü, onların istediği
kadar verilen bir şey olarak görmüşlerdir. Sonuçta kendilerine sunulan imkanlar onlar
için sürekli yetersiz gelmiş, bu durum içlerinde bir sızı olarak kalmış ve bunu da sık
sık kaba tavırlarıyla dışa vurmuşlardır. Onların bu tavırları herkesi rahatsız etmiş,
dolayısıyla sevilmeyen kişiler olarak ortada kalmışlardır. Onların Abdulmümin’in
uygulamalarına; belki de başarılarına gösterdikleri tepkileri hep sırıtmıştır. İbn
İzârî’nin dikkat çektiği kıskançlık47 hastalığı onların böyle olumsuz tepkiler
vermelerine sebep olmuş, bu durum, onların konumlarını sürekli zayıflatmıştır.
Onların konumları zayıfladıkça da tepkileri isyan noktasına kadar varmıştır. İsyanları
ise, bardağı taşıran son damla olmuş ve öldürülmüşlerdir48.
B-ENDÜLÜS’ÜN MUVAHHİDLER DEVLETİ’NE BAĞLANMASI
1-Muvahhidler Öncesinde Endülüs
Müslümanlar Endülüs’ü fethetmek için bu bölgeye ilk defa VIII. yüzyıl
başlarında geçmişlerdir. 711 yılında Tarık b. Ziyad49 ile başlayan Endülüs’teki fetih
hareketi çok hızlı bir şekilde başlayıp kısa zamanda tüm yarımadayı, hatta Fransa’nın
bir kısmını da içine alacak ölçüde genişlemiştir50. Ancak zamanla Müslümanların
güçlü bir otoriteden mahrum kalmaları ve bunun bir sonucu olarak kendi aralarında
çıkan çeşitli problemler bölgede kaldıkları sürece bir yandan Hıristiyanlara karşı, bir
47 İbn İzârî, 50. 48 Beyzak, 119; İbn İzârî, 48, 50. 49 Tarık b. Ziyad, hicrî 91 Ramazanında (Temmuz 711), İspanya’nın güneyine ilk fetih girişiminde bulunmuş, bu girişimden elde edilen başarıdan sonra, Musa b. Nusayr onu yeni bir orduyla desteklemiştir. Tarık, çoğunluğu Berberî olan 7000 kişilik bir orduyla Recep 92 (Mayıs 712) İspanya’ya geçmiştir. Tarık’ın askerleri boğazı, Kont Jülien tarafından tedarik edilen küçük gemilerle geçmişlerdir. Bkz. Provençal, ‘Tarık’, İA, XI, 770, İstanbul, 1970. Bu konuda daha ayrıntılı, farklı yorum ve bilgi için bkz. Atçeken, 55-72. 50 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları 1, 16-25; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 149; Will Durant, 187, 188.
121
yandan da kendi aralarında sürekli bir çatışmayı gerekli kılmıştır. Diğer taraftan
Müslümanların kendi aralarındaki çatışmalar, zamanla Hıristiyanlar karşısında zayıf
kalmalarına ve yeni yerler almak yerine, konumlarını savunmaya yönelik olarak
belirlemelerinde en önemli sebeplerden biri olmuştur51.
Fethin ilk yıllarından itibaren Endülüs’teki Müslümanlar arasında sürekli bazı
sürtüşmeler/çatışmalar olmuş, ancak bu çatışmalar güçlü siyâsî iktidarlar döneminde
azalmıştır. Merkezî iktidarların zayıfladığı ve bazen de yok olduğu dönemlerde ise,
Müslümanlar arasındaki ayrılıklar hat safhaya ulaşmış ve her şehir ayrı baş çeker
hâle gelmiştir. Bu durum, Hıristiyan güçlerin işine yaramış ve zamanla
Müslümanların ellerindeki bölgeleri bir bir ele geçirmeye başlamışlardır52. Endülüslü
Müslümanlar güçlü iktidardan yoksun kalarak parçalandıklarında içine düştükleri bu
durumdan kurtulmak için, Endülüs dışındaki Müslümanlardan yardım isteyerek
birliklerini sağlamaya ve Hıristiyan güçlere karşı daha güçlü ve diri olmaya
çalışmışlardır53.
Emevîler döneminde m. VIII. yy. başlarında başlayan Endülüs’teki
Müslüman hakimiyeti, fetihten kısa bir süre sonra asabiyye ve bölgecilik gibi
parçalanmaya ve çatışmalara sürükleyen sebeplerden dolayı sarsılmaya ve
gerilemeye başlamıştır. Ancak II/VIII. yy ortalarında Endülüs Emevî Devleti’nin
kurulması ve güçlü bir otorite oluşturulmasıyla, bölge sükûnete kavuşmuştur. Bu
devletin XI. yy başlarında yıkılmasından sonra ise, Endülüs’te tam bir kaos ortaya
çıkmıştır (1031-1090). Endülüs’teki kaos ortamı, m. XI. yüzyılın sonlarına doğru
Murâbıtların bölgeye askerî müdahalesine kadar devam etmiştir. Murâbıtların güçlü
askerî yapısı, birleştiriciliği ve her yere hakim olmasıyla burada yeniden sükûnet
51 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 150. 52 Reconquista kelimesiyle ifade edilen, Endülüs’ün yeniden Hıristiyan hakimiyetine geçmesi için yapılan çalışmalar, Müslümanların Endülüs’ü fethinden hemen sonra başlamıştır. Başlangıçta Müslümanların güçlü ve belli bir birlik içinde olmalarından dolayı tam olarak başarılı olamayan bu çalışmalar, özellikle Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra, Müslümanların parçalanması ve zayıflamasıyla ivme kazanmıştır. Bölgede bu amaç için çeşitli zamanlarda bazen, Endülüs dışındaki bölgelerden Hıristiyan güçlerin de katıldığı haçlı birlikleri oluşturularak defalarca Müslümanlarla savaşılmıştır. Endülüs Emevi Devleti’nden sonraki Mulûku’t-Tavâif döneminde hız kazanan Reconquista hareketi, Murâbıtlar ve Muvahhidler döneminde bir süre durdurulmuş olsa da, bu devletlerin bölgeden çekilmesiyle bütün hızıyla devam etmiş ve nihayet 1492’de hedefine tam olarak ulaşmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Şeyban, 75; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 153-156. 53 Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 164, 175; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 65.
122
sağlanmıştır. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. VI/XII. yy başlarında
(515/1121) Batı Atlaslarda Muvahhidler hareketinin başlamasıyla, Murâbıtlar, Kuzey
Afrika ve Endülüs’te hızla zayıflayarak, yaklaşık çeyrek asırlık bir sürede (1090-
1147) yerlerini tamamen Muvahhidlere bırakarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Muvahhidler hareketinin başlamasından kısa zaman sonra, Murâbıtlar Devlet
başkanı olan Ali b. Yusuf, Endülüs’te vali olan oğlu Taşfin’i Merrakeş’e çağırmak
zorunda kalmıştır. 3 Recep 537/22 Ocak 1143’te Ali b. Yusuf’un, arkasından 27
Ramazan 539/24 Mart 1145’de oğlu Taşfin’in ölmesi ve aynı zamanda Mağrib’teki
Murâbıtlara bağlı şehirlerin bir bir Muvahhidlerin eline geçmesi Murâbıtların
otoritesini Endülüs’te de iyice zayıflatmıştır. Murâbıtların zayıflamasıyla Endülüs
Müslümanları arasında Murâbıtların askerî ve siyâsî gücü sayesinde oluşturulan
birlik bozulmuş, burada yeniden bağımsız küçük Müslüman devletçiklerin
oluşmasına ve Müslümanların yaşamakta olduğu şehirlerin hızla Hıristiyan istilâsına
uğramasına zemin hazırlamıştır.
2-Muvahhidlerin Endülüs’te Hakim Olmaları
Muvahhidler hareketinin güçlenmesiyle Murâbıtların hakimiyet merkezlerini
koruma telaşına düşmeleri, onları Endülüs ile yeterince ilgilenemez hale getirmiştir.
Bundan dolayı Endülüs’ün hemen her yerinde başlayan ayaklanmalarla, bölge yeni
bir kaos ortamına girmiştir54. 539/1144’lerden itibaren ayaklanan şehirlerdeki
liderlerin bir kısmı bağımsız hareket ederken, bir kısmı ise yükselen güç olan
Muvahhidlere katılma ve onlarla ittifaklar kurma yoluna gitmişlerdir. Bu ittifakla
Endülüs Müslümanları, Muvahhidler liderliğinde tek çatı altında toplanmayı ve
onların Hıristiyan tehdidine karşı kendilerine siyâsî ve askerî destek olmalarını ümit
etmişlerdir. Bu durum, yani Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaları,
Endülüslülerin bir süre daha güçlü ve birleştirici bir iktidar gölgesinde sükûnet içinde
yaşamalarını sağlamıştır55.
54 Bu konuda geniş bilgi için bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 265; İnan, I, 305-323; Şeyban, 186, 187; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 702; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788; Nasrullah, 317, 318. 55 Bu konularda bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 1-175; Özdemir, ‘Endülüs’, DİA, XI, 211-232; İmamuddin, 309 vd.; Hâcî, 457; J. Brignon, ‘Muvahhidler’, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, V, 346 vd. Yusuf Eşbah, Endülüslülerin bağımsızlıklarına düşkün ve Mağriblilerin baskısından uzak yaşamak istediklerini, ancak korkuyla onlara boyun eğmek zorunda kaldıklarını, bu korkuyu
123
Ancak Muvahhidlerin Endülüs’te tam olarak hakimiyetlerini kurmaları çok
kolay olmamıştır. Bu on yıldan fazla süren bir mücadele sonunda gerçekleşmiştir.
539/1144’te Taşfîn’in öldürülmesi ile başlayıp 552/1158’de Muvahhidlerin
Meriyye’yi56 Hıristiyanlardan geri almasına kadar süren bu dönemi Hüseyin Mûnis,
‘fetretu’l-intikal’, yani Endülüs’teki hakimiyetin Murâbıtlardan Muvahhidlere geçiş
süreci/aralığı olarak adlandırmıştır57. Aslında Meriyye’nin Muvahhidlerce
Hıristiyanlardan geri alınmasıyla buradaki savaş tam olarak bitmemiştir. Meriyye’nin
alınması, Muvahhidlerin burada güçlü bir şekilde bulunduklarını gösterse de, onların
Endülüs’teki hakimiyet mücadelesi Abdulmümin’in ölümünden sonra da devam
etmiştir.
Muvahhidler Endülüs’e geçmelerinden sonra, buradaki Müslüman liderlerle
görüşmeler yaparak kendilerine itaatlerini sağlamaya çalışmışlardır. Başlangıçta iyi
bir şekilde ve heyecanla başlayan görüşmeler zamanla bazı aksaklıklarla sekteye
uğramış, anlaşmazlıklar ortaya çıkmış ve sonunda Muvahhidler Endülüs’te
Müslümanların yaşadığı birçok yeri işgal etmiş olan Hıristiyanlarla birlikte bazı
Müslüman liderlerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu anlamda Muvahhidlerin
Endülüs’te hakim olmaya başladıkları dönemde buradaki en önemli liderler, İbn
Gâniye, İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş olmuştur.
attıkları anda da bağımsızlıklarını ilan ettiklerini ifade etmektedir. Ona göre Murâbıtların yıkılmaya yüz tuttuğu son yıllarda da aynı şey olmuş, Murâbıtlara bağlı Endülüs şehirleri bir bir Murâbıt yöneticilerine isyan ederek bağımsız hareket etme yoluna gitmişlerdir. Bkz. Eşbah, I, 215 vd. Benzer bir yorum için bkz. İnan, II, 335; Züneyber, 207, 208. Endülüslülerin daha Murâbıtlar Devleti yıkılmadan, bağımsız kalmak yerine, güçlü bir şekilde gelmekte olan Muvahhidlere katılmaya başlamaları Yusuf Eşbah’ın bu değerlendirmesinin tam olarak doğru olmadığını göstermekle birlikte, İbn Merdeniş gibi liderlerin çıkmış olması da genelleme yapılamasa da onu doğrulamaktadır. Endülüs Müslümanlarının kendi içlerinde birlik olamadan ve Mağrib’ten destek almadan haçlı saldırılarına karşı koyamayacaklarını, sonuçta da Hıristiyan krallıklarca kolayca yok edileceklerini en iyi onlar bilmektedir. 56 Meriyye, Güneydoğu Endülüs’te, Akdeniz sahilinde, Endülüs’ün önemli ticaret ve liman şehirlerindendir. Şehirde tatlı su kaynakları, yüksek kesimlerinde su dolapları, düzlüklerinde bostanlar bulunmakta, buralarda her türlü meyve yetişmekte, ipek ve diğer kumaş üretimi yapılan fabrikalar bulunmaktaydı. Burası kaleleri ve surlarıyla çok iyi savunulabilen bir şehirdi. Yine bu şehrin bir çok kapısı, hayratı ve yüzlerce oteli bulunuyordu. Bkz. Himyerî, 184; Hamdi, 312. 57 Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 92. Araştırmacılardan Sallâbî, Muvahhidlerin Cebelü’l-Feth’in inşası sonrasında Abdulmümin’in buraya gelmesi, bazı Endülüslülerle görüşmeler yapması ve yeni fetihlerle Muvahhidlerin Endülüs’te tam olarak hakim olduklarını ifade etmiştir. Bkz. Sallâbî, 116. Guneymî, aynı dönemi Endülüs’te Mulûk’t-Tavâif’ten sonraki ikici fetret dönemi olarak ifade etmiştir. Bkz. Guneymî, II, 207.
124
Endülüs’te hakim olan liderlerden Yahya İbn Gâniye, aslen Murâbıtları
oluşturan ana kabilelerden olan Mesûfe’ye mensuptur. Annesi tarafından Yusuf b.
Taşfîn’in yakın akrabası olmasından dolayı Merrakeş’te Murâbıtlar sarayında
yetişmiştir58. Ali b. Yusuf onu 515/1120’de Endülüs’teki Müslümanlara yönelik
Hıristiyan saldırılarını önleme konusunda yardımcı olması için komutan olarak
Merrakeş’ten Mürsiye’ye göndermiştir. Bu tarihten itibaren Murâbıtlar döneminde
Doğu Endülüs’te Hıristiyanlara karşı yapılan savaşlara katılmış ve başarılar elde
etmiştir. Buradaki başarılarından dolayı, 524/1129’da Doğu Endülüs valisi Ebû
Muhammed Yeddir b. Verkâ’nın ölmesi üzerine buraya vali olarak
görevlendirilmiştir. İbn Gâniye, daha sonra Kurtuba59 valiliğine getirilmiş ve
Murâbıtlar Devleti’nin yıkılmasına kadar bu görevini yürütmüştür. 539’dan itibaren
Endülüs’te Murâbıtlara karşı çeşitli isyanlar çıkmış, akabinde de bağımsız bölgeler
oluşmuştur. Bu dönemde de İbn Gâniye, sonuna kadar Murâbıtlara bağlılığını
sürdürmüş, Endülüs’te hakim olmaya çalışan Muvahhidlerle mücadele etmiştir60.
Daha önce anlatıldığı gibi Sebtelilerin Muvahhidlere karşı ayaklanmaları üzerine,
onlara Sahrâvî’yi komutan olarak Yahya İbn Gâniye göndermiştir61. O, Murâbıtların
tamamen yıkılması ve Endülüs’teki Hıristiyan güçlerin baskılarının günden güne
artmasıyla başlangıçta savaştığı Muvahhidlerle anlaşma yoluna gitmiştir. Bu anlaşma
ile Müslümanların yaşadıkları şehirlerin Hıristiyan işgaline karşı korunmasını
amaçlamıştır. İbn Gâniye, Muvahhidlerle yaptığı anlaşmadan sonra Kurtuba ve
Karmûne gibi önemli şehirleri Muvahhidlerin hakimiyetine terk etmiştir. Anlaşma
sonrasında Gırnata’ya62 giderek buradaki yöneticilerle Muvahhidlerle anlaşmaları
58 Bel, A., ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 734. 59 Kurtuba, Endülüs’ün en önemli şehirlerindendir. Burası Endülüs Emevî Devleti tarafından başkent olarak kabul edilmesinden sonra hızla gelişmiş ve Endülüs’teki en önemli şehir haline gelmiştir. Bu şehir, Murâbıtlar tarafından da Endülüs’ün idare merkezi olarak kullanılmıştır. Kurtuba ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Himyerî, 153-156; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 67; İrving, Thomas B., ‘Kurtuba’, DİA, XXVI, 452; Nasrullah, 327. Abdulmümin döneminde Muvahhidler, başlangıçta Endülüs’te İşbîliye’yi merkez olarak kullandıkları halde daha sonra merkezlerini Kurtuba’ya nakletmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 199, 200. 60 Yahya İbn Gâniye hakkında bilgi için bkz. İbn İzârî, 40-42; Nâsırî, 105, 106; İbrahim Harekât, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354; Şeyban, 185-192. 61 İbn İzârî, 32; İbn Ebî Zer, 191. 62 Gırnata, Güney Endülüs’teki en önemli şehirlerden biridir. Burası Müslümanların Hıristiyan istîlâsına uğrayan, Reconquista hareketinin zafere ulaştığı en son Endülüs şehri olmuştur. Muvahhidlerin Endülüs’ten çıkmalarından sonra, burada kurulan Gırnata Sultanlığı (Benî Ahmer Devleti), 1492’ye kadar Hıristiyan saldırılarına karşı dayanmıştır. Bkz. Özdemir ‘Gırnata’, DİA, XIV, 52; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 185 vd.
125
konusunda görüşmeler yapmıştır. Ancak Gırnata’ya gidişinden iki ay sonra 14 Şaban
543/28 Aralık 1148’te burada ölmüştür63.
İbn Hamuşk64 ve Ahmed b. Merdeniş ise Muvahhidlerin Endülüs’te en çok
uğraşmak zorunda kaldığı Müslüman liderler olmuşlardır. Bu iki lider Endülüs’ün
yerli halkından İslâmiyeti kabul etmiş olan kimselerin (Müvellidûn) çocuklarıydı.
İbn Merdeniş, kayın pederi olan İbn Hamuşk ve Hıristiyan kralların da desteğini
alarak Muvahhidlere karşı birlikte mücadele etmişlerdir. İbn Merdeniş, Murâbıtlar
döneminde bir süre Mürsiye65 valiliği de yapmıştı. Murâbıtların zayıflayıp iktidardan
düşmesi üzerine Doğu Endülüs’te Belensiye, Mürsiye vb. yerlerde sevilen bir şahıs
olan Abdurrahman b. İyaz lider olarak ortaya çıkmıştır. İbn İyaz’ın ölmesinden sonra
ise onunla akrabalığı bulunan ve daha önce onun emrinde çalışmakta olan İbn
Merdeniş, 542/1147’de emirliğini ilan etmiştir. O, giyim kuşamında ve at koşumunda
Hıristiyanları taklit etmesiyle dikkat çekmiştir66. İbn Merdeniş, kendisine güveni
tam, cesaret ve atılganlığı ile tam bir Hıristiyan şövalye gibiydi67. O, Endülüslülük
fikriyle hareket etmiş ve Endülüs’te hakim olması gereken gücün yine Endülüslüler
olması gerektiğini savunmuştur68. Bunu gerçekleştirmek için de var gücüyle çalışmış,
bölgedeki Hıristiyan güçlerden de destek alarak Doğu Endülüs’te bir müddet
hakimiyet kurmuştur. Özellikle Karmûne69 ve Gırnata’nın Muvahhidler tarafından bu
güçlerden geri alınması, hayli zor ve çetin savaşlardan sonra gerçekleşebilmiştir. Bu
63 İbn İzârî, 40-42; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Harekât, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354; Bel, ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 735; Nasrullah, 319. 64 İbnu’l-Hatib, İbrahim b. Hamuşk’un dedesinin Hıristiyanlıktan İslâmiyet’e giren cesur bir kişi olduğunu, bir kulağı kesik olduğu için kendisine Hamuşk denildiğini rivayet etmiştir. İbn Hamuşk, kızını İbn Merdeniş’e vererek onunla akraba olmuş, siyâsî ve askerî olarak onu desteklemiştir. O, şahsiyet olarak, baskıcı, sert, kaba, çok cüretkar ve çirkin bir kimsedir. Ömrünün sonlarında Muvahhidlerin hizmetine girmiş, 571/1175 yılı başlarında Merrakeş’e gelmiş, Miknâse’ye yerleşmiş ve kısa zaman sonra da burada vefat etmiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 263, 264. Ayrıca bkz. Halefullah, 114. 65 Mürsiye, Güneydoğu Endülüs’te düzlük bir yerde, nehir üzerine, sahile yakın bir noktada kurulmuş, etrafı surlarla çevrili bir şehirdir. Bkz. Himyerî, 181-183. 66 Merrakuşî, 209; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 260, 261; Özdemir, ‘İbn Merdeniş’, DİA, XX, 184; Şeyban, 222, 223; Halefullah, 112. 67 İbnu’l-Hatîb, A’lâm, 260. 68 İbn Merdenîş hakkında daha Fazla bilgi için bkz. Merrakuşî, 209; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 259-262; Özdemir, ‘İbn Merdenîş’, DİA, XX, 183; Seybold, C. F., ‘İbn Merdeniş’, İA, V-2, 769; İnan, I, 353-372; Şeyban, 222-225; Nasrullah, 321-324. 69 Karmûne, Endülüs’te İşbîliye’nin doğusunda, buraya yaklaşık yirmi mil uzaklıkta, eski, büyük bir şehirdir. Bu şehir adını Latince’de arkadaşım anlamındaki Kâribmûye kelimesinden almıştır. Etrafında yer yer yüksek surları ve derin hendekleri olan yüksekçe bir yere kurulmuştur. Bkz. Himyerî, 158, 159.
126
muhalif güçler, Muvahhidlere karşı buradaki Yahudî ve Hıristiyanlarla da işbirliği
yaparak mücadele etmişlerdir70.
Ramazan 539/Mart 1145’de Ali b. Taşfîn’in ölümünden sonra, Murâbıtların
hakim olduğu Endülüs’ün hemen her yerinde Murâbıtlara karşı isyanlar çıkmıştır.
Böylece Muvahhidlerin hızla güçlenmesi ve Mağrib’te Murâbıtları yok etmelerine
paralel olarak Endülüs’teki Murâbıtlar hakimiyeti de zayıflamıştır. Diğer yandan
Endülüs’teki bu otorite boşluğu ve Müslümanlar arsındaki ihtilaflar Hıristiyanlar
tarafından bir fırsat olarak değerlendirilmiş, Müslümanlara ait şehirlere karşı
Hıristiyan saldırıları artmıştır. Endülüs Müslümanları, Muvahhidleri siyâsî
bütünlükleri ve dolayısıyla kurtuluşları için yeni bir ümit olarak görmüşler ve
onlardan yardım istemişlerdir. Muvahhidler onların isteklerine olumlu cevap vererek
Endülüs’e geçmeye başlamışlardır71. Muvahhidlerin Endülüs’te hakim olmaya
başlamalarına rağmen Mağrib’teki isyanlardan dolayı burayla tam olarak ilgilenemiş
olmaları ve yine Endülüs’te karşılaştıkları muhalefetle mücadeleleri esnasında
Hıristiyan güçler Müslümanlara ait bazı şehirleri istilâ etmeye başlamışlardır. Bu
çerçevede ilk etapta, Şenterîn, Bâce, Mâride, Üşbûne (540/1145), daha sonra ise,
Meriyye, Beyâse ve Ceyyan gibi şehirler (542/1147)72 ve nihayet Turtûşa, Lâride,
İfrâga ve Şentemeriye (543/1148) Hıristiyanların eline geçmiş, Murâbıtların
Endülüs’teki merkezleri olan Kurtuba’ya karşı saldırılar başlamıştır73.
Muvahhidler Mağrib’te Murâbıtların şehirlerini siyasi ve askerî güçleriyle
savaşarak bir bir ele geçirirken, Endülüs’teki şehirleri ise başlangıçta Mağrib’teki
başarılarının yarattığı psikolojik etkiyle kendilerine bağlamışlardır. Onların
Mağrib’teki başarıları, Endülüs’teki Murâbıtlar otoritesini de zayıflatarak bitme
noktasına getirmiş, burada oluşan boşluğu Muvahhidler savaşsız olarak, ya da çok
küçük çatışmalardan sonra doldurmaya başlamışlardır. Muvahhidlerin Merrakeş
kuşatması esnasında, Endülüs’ten bazı heyetler gelerek Abdulmümin’e bağlılıklarını
bildirmişlerdir. Bu heyettekiler yanlarında Abdulmümin’e biatlerini bildirenlerin
listesini de getirerek ona teslim etmişlerdir. Abdulmümin, onların biatlerini kabul
70 İbnu Sâhibussalat, 182, 183; İbn İzârî, 74; Nasrullah, 326. 71 Nuveyrî, XXIV, 300, 301; Nasrullah, 321. Kennedy, 202. 72 Nuveyrî, XXIV, 300, 301. 73 İbn İzârî, 40.
127
etmiş, onların bu davranışlarından dolayı kendilerine teşekkürlerini bildirmiştir.
Heyettekiler Endülüs’teki Hıristiyan güçlerin Müslümanların şehirlerini bir bir işgal
ettiklerini söyleyerek Abdulmümin’den yardım talep etmişlerdir74.
Endülüs’te bazı yerlerin Muvahhidlere bağlanması ve onların buraya ilk
geçişleriyle ilgili olarak verilen en eski tarih Zilhicce 539 sonlarıdır. (Mayıs 1145)
Bu tarih, Abdulmümin’in Tlemsan’ı Murâbıtlardan aldığı ve Fas’ı kuşatma altında
tutmaya başladığı döneme rastlamaktadır. Muvahhidler ilk olarak on bin kişilik bir
süvari birliğiyle Endülüs’e geçmişler ve Şerîş’i savaş yapmadan teslim almışlardır.
Şeriş’in Murâbıtlara bağlı komutanı Ebû Gamr, üç bin kişilik süvarisiyle
Muvahhidlere karşı harekete geçmiş, ancak 1 Zilhicce 539/25 Mayıs 1145’te savaş
yapmadan Abdulmümin’e biat etmeyi kabul etmiştir. Bundan dolayı Şerîş halkı
Muvahhidler tarafından es-sâbikûne’l-evvelûn olarak adlandırılmıştır75. Muvahhidler,
onların kendilerine katılmaktaki önceliğini daima göz önünde bulundurmuşlar, bu
bölgede yaşayanların mallarına dokunmamışlar ve onlardan vergi76 almamışlar,
Endülüs heyetleri ile görüşmeler esnasında onlara öncelik vermişlerdir77. Buradan
anlaşıldığı gibi Endülüs Müslümanlarının Abdulmümin ile görüşmeleri ve ona ilk
biatleri Merrakeş’in düşmesinden (541 yılı sonları/Mart 1147) yaklaşık iki yıl
öncesine tekabül etmektedir78.
Yine Mirtelle’den Ahmed b. Kasî, 540/1145’de Abdulmümin’e biat etmiş ve
onu Endülüs’e hakim olmaya teşvik etmiştir. Abdulmümin, Merrakeş kuşatmasına
74 İbn Ebî Zer, 188; Nasrullah, 317; Miranda H. A., ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Kültür ve Medeniyeti, 311, Ter. Kasım Turhan, İstanbul, 1997. 75 İbn Ebî Zer, 188. Sâbikûne’l-evvelûn ifadesi Kur’ân’da İslâm’a ilk giren (zor günlerde giren), Mekkeli ve Medineli Müslümanlar için kullanılmıştır. (Kur’ân-ı Kerim, Tevbe Suresi, 100. ayet) Burada da Muvahhidlere Endülüs’te ilk katılanlar anlamında kullanılmıştır. 76 İbn Ebî Zer, Muvahhidlerin Endülüs’te her yerde vergi olarak rubâa/murabbaa (1/4 oranında alınan vergi) aldıkları halde, Endülüs’te kaldıkları sürece Şerişlilerden bu vergiyi almadıklarını rivayet etmiştir. Bkz. İbn Ebî Zer, 188. 77 İbn Ebî Zer, 188; Nâsırî, II, 104; A. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 703. İbn İzârî, Muvahhidlerin Endülüs’e ilk girişlerinin Taşfîn b. Ali’nin ölmesi ve Muvahhidlerin Fas’a girmesinden sonra, Murâbıtların donanma komutanı olan Ali b. İsa b. Meymun’un Muvahhidlere katılmasıyla gerçekleştiğini belirtir. İsa b. Meymun, Abdulmümin ile görüşüp ona biat ettikten sonra Endülüs’e gönderilmiş, o da Kâdis’e geçerek, 540 yılı başlarında, (Temmuz 1145) burada Muvahhidler adına hutbe okumuştur. Böylece Kâdis Endülüs’te Muvahhidlere katılan ilk yer olmuştur. Bkz. İbn İzârî, 34; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788; Sâlim; Târihu’l-Mağrib, II, 702. 78 Batılı araştırmacılardan Tourneau, Muvahhidlerin fetih haritasını çıkarmış ve burada çok erken dönemlerde, daha 1143/537, 538’lerde Şerîş, İşbîliye ve Kurtuba gibi yerlerin Muvahhidlere bağlandığını göstermiştir. Bu bilgi kaynaklarca doğrulanmamaktadır. Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 55.
128
devam ederken, Ahmed b. Kasî ile birlikte Berraz b. Muhammed b. Mesûfî, Musa b.
Said ve Ömer b. Salih Sanhâcî komutasında askerî birlikler Endülüs’e göndermiştir.
Bu birlikler Şeriş’e karargah kurmuşlar, buradan hareket ederek Endülüs’teki
şehirleri Muvahhidler adına hızla ele geçirmeye başlamışlardır. Buradaki savaşlarda,
Leble, Mirtele, Şilb, Bâce Muvahhidlerin eline geçmiş, bölgedeki Batı Endülüs’teki
liderlerden Ebû Muhammed Sidray b. Vezîr Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidlere
bağlı birlikler Leble’de Yusuf b. Ahmed Butrîcî79 ile karşılaşmışlar ve o da
Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler ordusu son olarak karadan ve denizden
gerçekleştirdiği bir kuşatmayla Şaban 541/Ocak 1147’de İşbîliye’yi almıştır80.
Şenterin’e hükmetmekte olan Lebîd b. Abdullah Muvahhidlere katılmıştır. Bu
dönemde İşbîliye’nin ileri gelenlerinden oluşan bir heyet de Abdulmümin ile
görüşmek için Merrakeş’e gelmişlerdir. İşbîliye heyeti, bu sırada Abdulmümin’in
Mâsî ayaklanmasıyla meşgul olduğu için uzun süre bekledikten sonra, ancak Zilhicce
542/ Nisan 1148’de, Kurban bayramı günlerinde Abdulmümin ile görüşebilmiştir.
İşbîliye heyeti, bu görüşmede Abdulmümin’e biat etmiş ve ondan mallarına
dokunulmayacağına dair belge alarak, hediyelerle Endülüs’e dönmüştür81. İbn
Tûmert’in kardeşleri İsa ve Abdulaziz ile amcalarının oğlu Yeslâtîn bu dönemde
İşbîliye’ye gelmişlerdir. İbn İzârî’nin rivayet ettiğine göre onlar İşbiliye’ye gelinceye
kadar burada işler gayet iyi bir şekilde yürütülmüştür. Onlar İşbîliye’de halka kötü
davranmışlar, halkın can ve mal güvenliği konusunda gereken hassasiyeti
göstermemişlerdir. Onların bu kötü muameleleri karışıklıklar çıkmasına sebep olmuş,
daha önce Muvahhidlere bağlanmış olan liderlerden Yusuf b. Ahmed Bitrûcî,
İşbiliye’den ayrılarak Leble’de, tekrar bağımsız hareket etme yoluna gitmiştir. Yine
Abdulmümin’e ilk biat edenlerden olan Ahmed b. Kasî de Şilb’de bağımsız hareket
etmeye başlamıştır82. Bu dönemde halk İşbiliyye’de büyük bir sıkıntı içine düşmüş,
evlerini ve mallarını yok pahasına satarak buradan ayrılmaya başlamışlardır.
79 Bitrûcî, Leble bölgesinde hakim olan Endülüslü liderlerdendi. Bkz. Beyzak, 125. Başlangıçta Muvahhidlere katıldığı halde, İşbiliyye’de Muvahhidlerin yanlış uygulamaları, onu isyan ederek Leble’de tekrar hakim olmaya sevk etmiştir. Muvahhidler de daha sonraki yıllarda onunla çatışmak durumunda kalmışlardır. Ancak o, Alfonso’nun 545/1150’deki Kurtuba kuşatmasına karşı Muvahhidlere yardım göndererek iyi niyetini göstermiştir. Bkz. İbn İzârî, 38, 42. 80 İbn İzârî, 35, 36. Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nâsırî, II, 104, 105; Şeyban, 219; Sallâbî, 113, 114; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788, 789; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 703. 81 İbn İzârî, 36; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 147; Zerkeşî, 6; Nâsırî, II, 104. 82 Beyzak, Endülüs’te isyan eden liderlerden on tanesinden fazlasının adını zikretmiştir. Bunlardan bir kısmı sonradan tekrar Muvahhidlere katılmışlardır. Bkz. Beyzak, 125, 126.
129
Endülüs’teki karışıklıkların artmasından sonra İbn Tûmert’in amcasının oğlu ve
kardeşleri de buradan ayrılarak Merrakeş’e dönmüşlerdir. Abdulmümin, İşbiliye’ye
yeni vali olarak Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman’ı atamıştır83. Bu dönemde
Muvahhidlerin Mağrib’te önce Mâsî, arkasından da Sahrâvî isyanıyla uğraşmaları ve
İşbiliye’deki kötü uygulamalar, Endülüs’teki bazı bölgelerde Muvahhidlere karşı
isyana sebep olmuştur. Bu anlamda; Leble, Şilb, Kadis ve Batalyevs Muvahhidlere
itaatten vazgeçmiştir. Bu arada İbn Gâniye Muvahhidlerle mücadeleye girişmiş ve
Cezîretülhadrâ’da onları mağlup etmiştir84.
Abdulmümin’in yeni İşbiliye valisi Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman, akıllıca
siyasetiyle buradaki halkın rahatlamasını sağlamış, onun tavsiyeleri çerçevesinde
hareket etmiş ve halkın şikayetlerini gidermeye çalışmıştır85. Bu arada Abdulmümin,
halka karşı kötü muamele edildiği yolundaki şikayetler üzerine Endülüs’teki
Muvahhidlerin elinde bulunan şehirlere birer mektup göndererek, halka karşı adaletli
olunmasını ve her türlü zulümden kaçınılmasını emretmiştir. Abdulmümin bu
mektubunda emir bil maruf ve nehiy ani’l-münker esasını hatırlatmış ve kan dökmeyi
yasaklamış, Müslümana yaraşır bir davranışın nasıl olması gerektiğini, çok sayıda
ayet ve hadisle izah etmiştir86.
İşbiliye valisi Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman’ın çalışmalarıyla Endülüs’te
Muvahhid hakimiyeti yeniden güçlenmiştir. O, önce Ahmed Bitrûcî’nin üzerine
giderek onu kaçırmış ve Muvahhidler Leble’de yeniden hakim olmuştur. Daha sonra
Şilb’de bulunan Ahmed b. Kasî’nin üzerine gitmiş, Şilb, Tabîra, Şentemeriye ve daha
83 İbn İzârî, 36-39; İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nasrullah, 318. 84 İbn İzârî, 38; İbn Haldun, el-İber, VI, 234. Araştırmacılardan M. Züneyber, Muvahhidlerin Endülüs’e ilk girişleri esnasında burada bulunan liderlerin onları iyi niyetle kabul ettiklerini, ancak Muvahhidlerin yanlış tutumlarının kendilerine karşı isyana sebep olduğunu belirtmiştir. Muvahhidlerin kendilerine kesin itaat istemeleri ve bütün yetkileri ellerinde toplama çabalarının ters teptiğini, özellikle İbn Merdeniş’e karşı tehdit üslubuyla yaklaşmalarının aralarındaki ilişkileri tamamen kopardığını ifade etmiştir. Bkz. Züneyber, 204, 205. 85 İbn İzârî, 39. 86 İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561. Bu mektuba atıflar için bkz. İbn İzârî, 36, 37, 38; İbn Haldun, el-İber, VI, 234. Abdulmümin’in bu uyarı mektubuna rağmen, komutanların ve valilerin aşırı giderek katliam yaptıkları kaynaklarda kaydedilmiştir. Leble’de Muvahhidlerin komutanı Yahya b. Yavmur, uyguladığı katliam bunun en açık örneklerinden biridir. Bkz. İbn İzârî, 52; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111; Sâlim, ‘Kurtuba Hâdıratu’l-Hilâfeti fi’l-Endülüs’, Dirâsetü Târihiyye, Umrâniyyetuhu, Eseriyyetuhu fi’l-Asri’l-İslâmî, 149, İskenderiyye, 1984.
130
sonra Batalyevs’e geçmişlerdir. Buradaki yönetici Muhammed b. Ali b. Hicâm87
onlara her türlü kolaylığı sağlamış, onları en iyi şekilde ağırlamıştır. Yusuf b.
Süleyman, başarılı bir seferden sonra İşbiliye’ye dönmüştür88. Ebû Yâkub, bir
mektupla başarılı seferleri hakkında Abdulmümin’e bilgi vermiş, Abdulmümin’den
teşekkürlerini ifade eden cevâbî mektup almıştır89.
543/1148 yılında Muvahhidlerden Ebû İshak Berraz b. Muhammed ile Yahyâ
b. Gâniye arasında bir görüşme gerçekleşmiş, gayelerinin burada Müslümanların
galibiyetini sağlamak olduğu açıklanarak, İbn Gâniye Muvahhidlerle birleşmeye ikna
edilmeye çalışılmıştır. Daha önce Hıristiyanlarla anlaşma yapan, ancak Hıristiyanlar
tarafından sürekli sıkıştırılan İbn Gâniye, bir süre sonra Ebû İshak ile görüşme
talebinde bulunmuş, sonuçta Muvahhidlerle anlaşarak Kurtuba ve Karmûne gibi
önemli şehirleri Muvahhidlere bırakmayı kabul etmiştir. Ebû İshak bu anlaşma
haberini Abdulmümin’e bizzat bildirmek için Merrakeş’e gitmiştir. Abdulmümin,
İbn Gâniye’ye hitaben bir mektup yazarak memnuniyetini bildirmiş ve her türlü
ihtiyacı için yardımcı olacaklarını belirtmiştir. Abdulmümin’in mektubundan dolayı
son derece mutlu olan İbn Gâniye, kendisine bırakılmış olan Ceyyan’ı da
Muvahhidlere terk ederek Gırnata’ya geçmiş ve buradaki yöneticileri Muvahhidlerle
anlaşma konusunda iknâ etmeye çalışmıştır. Ancak buraya gelmesinden iki ay sonra
14 Şaban 543/28 Aralık 1148’de vefat etmiştir90.
Abdulmümin, 545/1150 yılında Merrakeş’ten Selâ’ya geçmiş ve burada beş
ay kadar kalmıştır. Selâ’nın güneyinde, denize uzanan bir burun üzerinde bir saray
yapılmış ve buraya Aynu Gabûle nehrinden kanallarla su getirilmiştir. Sarayın
arkasından bahçeler ve yeşil alanlar oluşturulmuş, daha sonra da başka insanlara
burada ev yapmaları için izin verilmiştir. Burası Ribatulfeth (bugünkü Rabat) diye
bilinen şehrin temelini oluşturmuştur91. Bu şehir daha sonra Abdulmümin tarafından
Muvahhidlerin savaşa gidecek olan birlikleri için toplanma yeri olarak kullanılmıştır.
87 Beyzak’ın rivayetine göre Batelyevs’teki yerel liderlerden olan İbn Ali, Muvahhidlere katılmış ve kendileri için iyi bir taraftar olmuştur. Bkz. Beyzak, 125. 88 İbn İzârî, 39, 40. Ayrıca bkz. İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 702-705. 89 İbn İzârî, 40. 90 İbn İzârî, 40-42; İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 235. 91 Beyzak, 113; İbn İzârî, 43; İbn Ebî Zer, 192.
131
Abdulmümin, bu bölgede kaldığı sırada Endülüs’ün ileri gelenlerini
görüşmeler yapmak için yanına çağırmıştır. Onun bu çağrısı üzerine içinde kadıların,
fakihlerin, hatiplerin, şairlerin, eşrafın ve komutanların bulunduğu beş yüz kişilik bir
heyet Abdulmümin’in bulunduğu yere, Ribatulfeth’e gelmiştir. Bu heyet içinde aynı
zamanda daha önce Muvahhidlere karşı savaşan liderler de bulunmaktaydı. Heyeti
Abdulmümin’in vezirleri olan Ebû İbrahim, Ebû Hafs, Ebû Cafer b. Atiyye ve
Muvahhidlerin ileri gelen diğer adamları karşılamışlardır. Muvahhidler bu heyeti en
iyi şekilde ağırlamışlardır. Bu heyet, gelişlerinden üç gün sonra da (1 Muharrem
546/20 Nisan 1151) gruplar halinde Abdulmümin ile görüşmeye başlamışlardır92.
Abdulmümin geniş bir salonda hasır üzerinde oturarak, başında yünden bir
sarık olduğu halde Endülüs heyetini kabul etmiştir. Her grup Abdulmümin’in veziri
İbn Atiyye tarafından Abdulmümin’e tanıtılarak takdim edilmiştir. Endülüs
heyetindeki isteyen herkes Abdulmümin’e dilek ve görüşlerini rahatlıkla ifade
etmişlerdir. Hatta Abdulmümin, burada saçma sapan konuşmaları ve talepleri bile
sabırla dinlemiştir. Heyetteki şairlerden isteyenler Abdulmümin’e şiirlerini takdim
etmişlerdir. Bu arada Abdulmümin, daha önce isyanlara karışmış liderlerle de tek tek
görüşmüştür. Abdulmümin, Endülüs’ten gelen bu heyeti on beş gün ağırladıktan
sonra ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayarak hediyelerle ve bundan da önemlisi
onların dostluklarını kazanarak ülkelerine uğurlamıştır93.
Abdulmümin yine bu dönemde Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi olan
İşbîliye’den gelen talebe ve ileri gelenlerden oluşan bir gurupla da ayrıca görüşerek,
onlara hitaben bir konuşma yapmıştır. O, bu konuşmasında bir durum
değerlendirmesi yaparak, gelecekteki hedeflerini anlatmıştır. Abdulmümin, bu son
heyeti de Endülüs’e yolladıktan sonra Merrakeş’e geri dönmüştür94.
Abdulmümin 547-548/1152-1153 yıllarını daha çok Bicâye ve çevresiyle,
yani Mağribu’l-Evsat ile ilgili çalışmalarla geçirmiştir. Önce ordusuyla Merrakeş’ten
Selâ’da inşâ ettirdiği Ribatulfeth’e hareket etmiş, burada iki ay kaldıktan sonra,
Sebte’ye geçmiştir. Sebte’de Endülüs’ten İşbîliye, Kurtuba ve diğer şehirlerdeki
92 İbn İzârî, 43, 44. 93 İbn İzârî, 43, 44. Ayrıca Bkz. İbn Ebî Zer, 192; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Nâsırî, II, 106, 107. 94 İbn İzârî, 44, 45.
132
fakihleri, komutanları ve talebeyi çağırarak onlarla görüşmeler yapmış ve direktifler
vererek, buradan ayrılmış ve 547 yılı başlarında (1152 yılı ortalarında), Bicâye
seferini başlatmıştır95.
Abdulmümin 549/1154 yılında, Bicâye seferi sonrasında, önce Tinmellel’e
giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etmiş ve Merrakeş’e geri dönmüştür. Daha
sonra da oğlu Muhammed’i veliaht olarak ilan etmiş ve ona biat edilmesini
sağlamıştır96. Nuveyrî, Abdulmümin ile Ömer Hintâtî arasında Abdulmümin’den
sonra Ömer Hintâtî’nin başa geçmesi konusunda bir anlaşma olduğunu, ancak
Abdulmümin’in bu anlaşmayı hiçe sayarak oğlu Muhammed’i veliaht ilan ettiğini,
Ömer Hintâtî’nin korktuğu için hakkından feragat ederek bu kararı desteklediğini
belirtmektedir97. Nuveyrî’nin Ömer Hintâtî’nin korktuğu için hakkından vazgeçmiş
olduğu yönündeki rivayetinin gerçeklere uygun olmadığını düşünüyorum. Çünkü,
Ebû Hafs Ömer, Abdulmümin’in en yakın dostu ve sürekli birinci yardımcısı olarak
kalmıştır. O, Abdulmümin’in baştan beri ve ölünceye kadar destekçisi olmuş,
Muvahhidlerin en büyük komutanlarından biri olarak görev yapmıştır. Bu olaydan
sonra da onun konumunda hiçbir değişiklik olmamış, hatta Abdulmümin’in
ölümünden sonra da o Muvahhidler Devleti’nin en önemli adamı olmaya devam
etmiştir98.
Bu sene aynı zamanda Abdulmümin oğullarını vilayetlere vali olarak atamış;
ayrıca onların yanında Muvahhidlerin ileri gelenlerinden yardımcılar (vezir) ve
katipler görevlendirmiştir99.
Leble, Endülüs’te Muvahhidlere bağlanan şehirlerden olmakla birlikte,
549/1154’de isyancı Ali Vuheybî, gerçekleştirdiği bir baskınla bu şehri
Muvahhidlerden alınmıştır. Bu olayda pasif kaldığı için Leble valisi görevinden 95 İbn İzârî, 49, 50; İbn Ebî Zer, 192. 96 Beyzak, 118, İbn Ebî Zer, 194; Nâsırî, II, 109; İnan, II, 338, 339; Jemil, 109. 97 Nuveyrî, XXIV, 307; İnan, II, 339. 98 Ebû Hafs Ömer Hintâtî hakkında III. Bölümde, Vezâret konusunda bilgi verilmiştir. 99 İbn İzârî, 50; Nuveyrî, XXIV, 308; Hülelü’l Mevşiyye, 151; Nâsırî, II, 109, 110; İnan, II, 339; Urvî, 160. Hülelü’l-Mevşiyye’de anlatıldığına göre, Abdulmümin oğullarını her konuda en iyi şekilde yetiştirmiş ve hocalarından çocuklarından eğitimlerini tamamlamış olduklarına dair bilgi aldıktan sonra onları ve ileri gelen adamlarının çocuklarını vilayetlere vali olarak atamıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 151. Aslında Abdulmümin, bu tarihten çok önce de oğullarından bazılarını vali olarak görevlendirmişti. Meselâ, Endülüs’te Ebû Saîd Osman ve Ebû Yusuf, İfrikiyye’de Abdullah daha önce vali olarak atamışlardır.
133
alınmış ve Muvahhidlerin komutanlarından Yahya b. Yavmûr, şehri geri almak için
Kurtuba’dan gelerek burayı kuşatma altına almıştır. Yahya, zorlu bir mücadeleden
sonra şehri tekrar almış ve halkı şehrin dışına çıkarmıştır. Daha sonra burada
bulunanları saflar halinde sıraya dizerek ayrım yapılmaksızın (içlerinde fakihlerin de
bulunduğu bu kişilerin) hepsinin öldürülmesini emretmiştir. Bu katliamda sekiz bin
kişinin ve daha önce de şehir içinde dört bin kişinin öldürüldüğü rivayet
edilmektedir. Şehirdeki kadınlar ve çocuklar esir alınmış, bütün mallara el
konulmuştur. (14 Şaban 549/24 Ekim 1154)100 Yahya b. Yavmûr’un bu şekilde aşırı
gittiği haberi Abdulmümin’e ulaşınca, onun ve yardımcısı Berraz b. Muhammed’in
tutuklanmasını emretmiştir. Tutuklanma emri 549 yılı Ramazan Bayramı günü (9-12
Aralık 1154) gerçekleştirilmiş ve tutuklanan komutanlar Merrakeş’e
götürülmüşlerdir. Bu kişiler bir müddet hapsedildikten sonra araya şefaatçilerin
girmesiyle günahlarının cezası ahirete havale edilerek affedilmişlerdir101.
550/1155 yılında Gırnata’nın Murâbıtlar tarafından atanan valisi Meymun b.
Yedder, şehrin ileri gelenleriyle istişare etmiş, konuşmasında şehrin savunmasının
Muvahhidlere direnemeyecek durumda olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda
sayılarının da az olduğunu belirten Meymun, şehrin barış yoluyla Muvahhidlere
teslim edilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir. Bu görüşün kabul görmesi üzerine
de İbn Meymun, Muvahhidlerin Sebte valisi olan Abdulmüm’in oğlu Ebû Said
Osman’a bir mektup yazarak Gırnata’yı kendilerine teslim etmek istediğini
bildirmiştir. Abdulmümin, Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasından sonra buraya
oğlu Ebû Saîd Osman’ı yeni vali olarak atamıştır. O, Murâbıtlar tarafından atanmış
olan eski valinin ve onunla birlikte hareket eden eski Murâbıt yöneticilerini de
Merrakeş’e yerleştirmiştir. Burada eski vali ve ailesi ikramlarla onurlandırılmışlar ve
onların güven içinde yaşamaları sağlanmıştır102.
100 İbn İzârî, 52; İbn Ebî Zer, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111. 101 İbn İzârî, 52, 53. 102 İbn İzârî, 54, 55; Nasrullah, 320, 321. İbn Ebî Zer, Gırnata’nın Muvahhidlere teslim edilmesinin 551/1156 yılında, Nuveyrî ise 552/1147 yılında gerçekleştiğini rivayet etmişlerdir. Sallâbî ve A. Sâlim ise, Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasını belirttiğimiz kaynaklardan çok farklı olarak, 549/1154 yılında gerçekleştiğini belirtmişlerdir. Bkz. İbn Ebî Zer, 196; Nuveyrî, XXIV, 309; Sallâbî, 115; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 790.
134
Abdulmümin, bu yıl (550/1155) Tinmellel’e İbn Tûmert’in kabrini ziyarete
gitmiş ve Merrakeş’e dönüşünden sonra da Selâ’ya geçmiştir103. Buradayken oğlu
Ebû Said’e mektup yazarak Endülüs’e geçeceğini bildirmiş ve onun geleceği bütün
Muvahhidlere duyurulmuştur. Abdulmümin Muvahhidlere bağlı güçlerle ve paralı
askerleriyle Sebte’den Endülüs’e geçmiş ve burada bir müddet kalarak, Endülüs’ün
ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştır104.
Abdulmümin, 551/1156 yılı sonlarında oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u İşbîliye’ye
vali olarak göndermiştir. Ebû Yâkub görevine başladıktan sonra Tabîra’da isyancı
Ali Vüheybi ile savaşmıştır. 552/1157 yılı başlarında, Tabîra şehrini iki ay boyunca
kuşatma altında tutan Ebû Yâkub, daha sonra isyancı Vüheybî ile anlaşma yaparak
sonra, şehrin yeniden Muvahhidlere bağlanmasını sağlamış ve askerleriyle
İşbîliye’ye dönmüştür105. Yine Endülüs şehirlerinden Mirtele, 18 Cemaziyülevvel
552/28 Haziran 1157’de Muvahhidlerin eline geçmiştir106.
Abdulmümin 1 Şevval 553/26 Ekim 1158’de Mehdiyye seferi için
Merrakeş’ten Selâ’ya hareket etmiştir107. O, burada hazırlıklar yaparken veziri
Abdusselâm Kûmî’yi Endülüs’e göndermiştir. Abdusselam, çok süratli bir şekilde
İşbîliye, Kurtuba ve Gırnata’ya giderek burada yöneticilerle görüşmeler yapmış,
Abdulmümin’in emirlerini iletmiş ve on beş gün içinde tekrar Selâ’da bulunan
Abdulmümin’in yanına dönmüştür108.
Abdulmümin, Mağribu’l-Ednâ’da Mehdiyye seferindeyken (554/1159), İbn
Merdeniş onun yokluğunu fırsat bilerek109 yanında Hıristiyan askerlerin de
bulunduğu bir askeri birlikle Mürsiye’den çıkarak Muvahhidlerin hakim olduğu bazı
bölgelere saldırıya geçmiştir. Bu çerçevede önce Kurtuba’nın doğusunda bulunan
Ceyyan’ı ele geçirmiş, daha sonra da Kurtuba’ya gelerek çevresindeki ekinleri tahrip
etmiş ve Kurtuba’yı istîlâ etmeye çalışmıştır. Kurtuba valisi Ebû Zeyd b. Yekit, şehri
103 Beyzak, 120. 104 İbn İzârî, 55; Sâlim, S. A., Târihu Medinetu’l-Meriyyeti’l-İslâmiyye, 93, 94, 1984, İskenderiyye. 105 İbn İzârî, 56, 57. 106 İbn İzârî, 57. 107 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61. 108 İbnu Sâhibussalat, 170. 109 İbnu Sâhibussalat, 182; İbn İzârî, 63.
135
kahramanca savunmuş ve bir hile ile onun Kurtuba kuşatmasını kaldırarak
İşbiliyye’ye yönelmesini sağlamıştır110.
Endülüs’teki Muvahhidlerle çatışan liderlerden İbn Merdeniş’in müttefiki İbn
Hamuşk, 555 yılı Rebîyülevvel ayında (Mart 1160) Muvahhidlerin elinde bulunan
İşbîliye’nin kuzeydoğusunda, İşbîliye’ye yakın bir yerdeki Karmûne’yi istilâ
etmiştir111. Ebû Yâkub Yusuf Karmûne’yi geri almak için şehri kuşatmış ve iki aylık
kuşatmadan sonra babasının kendisini Merrakeş’e çağırması üzerine buradan
ayrılarak Merrekeş’e gitmiş, bu arada kuşatma Muvahhidlerin komutanlarından Ebû
Muhammed Abdullah b. Ebû Hafs tarafından devam ettirilmiştir. Abdulmümin,
Merrakeş’e çağırdığı oğullarıyla Endülüs’e düzenleyeceği geniş çaplı bir hareket için
görüşmeler yapmıştır112. Bu dönemde Karmûne’deki kuşatma sürerken Endülüs’teki
Muvahhidler tarafından yürütülen savaşlara destek olmak amacıyla Muvahhidlere
bağlı büyük bir ordu İşbîliye’ye gelmiştir113.
Muvahhidler tarafından kuşatma altında tutulan İbn Hamuşk’a bağlı Karmûne
uzun süre dışardan yardım bekleyerek direnmiş, ancak yardım ümitleri bitince şehrin
ileri gelenleri Muvahhidlerden eman alarak teslim olmayı kabul etmiştir. Böylece
Karmûne bir yıllık uzun bir kuşatma sonrasında, Muharrem 557 (Ocak 1162)’de
tekrar Muvahhidlere bağlanmıştır114.
Abdulmümin, 555/1160 yılında Mağribu’l-Ednâ’yı Muvahhidler Devleti’ne
bağlayıp Merrakeş’e döndükten sonra, oğlu Ebû Said Osman’a Cebelitârık boğazı
kıyısında, Endülüs’ün Ak Deniz’e bakan yakasında Cebelü’l-Feth şehrini inşâ
etmesini emretmiştir115. Bu işin en iyi ve hızlı bir şekilde yapılması için Endülüs’ün
110 Vali, İbn Yekit, İbn Merdeniş’e İşbiliyye’nin savunmasız olduğu yolunda haberler ulaşmasını sağlamıştır. Bunun üzerine Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi olan İşbiliyye’yi kolayca işgal etme hevesiyle Kurtuba kuşatmasını kaldırarak İşbiliyye’ye geçen İbn Merdeniş, oraya varınca aldığı haberin asılsız olduğunu, aldatıldığını anlamış ve eli boş dönmek zorunda kalmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 109-114; İbn İzârî, 63, 64. 111 İbn İzârî, 74. Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 237, 238. 112 İbnu Sâhibussalat, 177. 113 Age., 177. 114 İbnu Sâhibussalat, 177-180; İbn İzârî, 73, 74; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 705. 115 İbnu Sâhibussalat, 129; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113; Sallâbî, 115; Nasrullah, 325; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791, 792.
136
her yanından marangozlar, duvar ustaları ve diğer sanat erbabı buraya getirilmiştir116.
Cebelü’l-Feth’in inşasına 9 Rebîülevvel 555/Mart 1160’da başlanmış ve dokuz ay
sonra 555 yılı Zilkade/1160 Kasım ayında bitirilmiştir117. Buraya bir saray
yaptırılmış ve saray çevresine evler yapılarak şehir tamamlanmıştır. Bu şehrin
mimarı olan Mühendis el-Hâc Yaîş, şehrin yüksekçe bir yerine bir de yel değirmeni
inşâ etmiştir118.
Abdulmümin, Sebte’de büyük bir ordu toplayarak buradan Tanca’ya hareket
etmiş, sonra da 555 Zilkade/Kasım 1160’da Endülüs’e, Cebelü’l-Feth’e geçmiştir.
Bu arada İşbîliye, Kurtuba ve Muvahhidlere bağlı olan diğer şehirlerden komutanlar,
eşraftan kimseler, şairler, talebeler, kadılar gibi Endülüs’ün en üst tabakasını
oluşturan çok sayıda kimse burada toplanmıştır. Abdulmümin’in veziri Ebû Hafs
Ömer Hintatî, Endülüs’ün değişik yerlerinden gelen bu kişileri toplayarak onlara bir
konuşma yapmış ve yapılacak işler ve izleyecekleri strateji konusunda fikir alış
verişinde bulunmuştur. Daha sonra Abdulmümin ile görüşmüş olan davetliler aynı
zamanda halife Abdulmümin b. Ali’ye biatlerini yenilemişlerdir. Yine buraya gelmiş
olan şairler şiirlerini halifeye sunmuşlardır. Heyette bulunanlara, şehrin inşası için
çalışan sanatkarlara ve ustalara bol bol ikramda bulunulmuştur. Endülüs’ün çeşitli
yerlerinden gelmiş olan heyetler burada yirmi gün kadar kaldıktan sonra kurban
bayramı günlerinde (Zilhicce 555/Aralık 1160) hediyelerle şehirlerine
uğurlanmışlardır119. Abdulmümin, 556/1161 yılı başlarında Merrakeş’e dönmüştür.
Endülüs’ten dönüşünden itibaren daha kapsamlı bir Endülüs Harekâtı için hesaplar
yapmaya başlamıştır120.
Abdulmümin, 557/1162’de Gırnata valisi olan oğlu Ebû Said’i, görüşmek için
Merrakeş’e çağırmıştır. Bu dönemde İbrahim b. Hamuşk, Muvahhidlerin Karmûne’yi
geri almalarına karşılık vermek için Gırnata’yı ele geçirme hesapları yapmaya
116 İbnu Sâhibussalat, 129, 131, 138; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113, 114; Özdemir, ‘Cebel-i Tarık’, DİA, VII, 187, 188; Nasrullah, 325; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97. İbnu Sâhibussalat, Cebelü Tarık’ın havası suları ve her çeşit meyveleriyle mükemmel bir yer olduğunu belirtir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 133, 134. 117 İbn Ebî Zer, 199. 118 İbnu Sâhibussalat, 134; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. 119 İbnu Sâhibussalat, 138 vd., 167, 168; İbn İzârî, 69-73; İbn Ebî Zer, 199, 200; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. 120 İbnu Sâhibussalat, 169.
137
başlamıştır121. O, Ebû Said’in buradan ayrılmasını fırsat bilerek Gırnata’da yaşayan
Yahudilerle irtibata geçmiş ve onlarla şehre girmesine yardımcı olmaları konusunda
anlaşmıştır. Daha sonra yapılan plan gereğince şehrin kapısı, Yahudî İbn Dehrî
tarafından, İbn Hamuşk, onunla birlikte olan İbn Merdeniş ve Hıristiyan birliklerine
açılmış, şehir geceden işgal edilmeye başlanmıştır. Gırnata halkı ancak sabah olunca
durumun farkına varabilmişlerdir122. Bunun üzerine şehirdeki Muvahhidlere bağlı
kişiler, kasabaya çekilerek buranın girişlerini kapatmışlar ve burada kendilerine
ulaşacak yardımı beklemeye başlamışlardır. İbn Merdeniş’in askerleri şehrin
kasabasındaki Muvahhidleri teslim olmaya zorlamak için mancınıklarla taş
yağdırmışlardır123.
Gırnata’nın düştüğü haberi Abdulmümin’e ulaşınca ordusuyla Endülüs’e
doğru harekete geçmiştir. O Selâ’ya varmış, oradan oğlu Ebû Said’i bir grup askerle
önden Endülüs’e göndermiştir. Ebû Said kuşatma altındaki Gırnata’yı kurtarmak için
Malaka’da karargah kurmuş ve İşbîliye’den de destek alarak Gırnata’ya geçmiştir.
Ondan önce Hıristiyan bir askeri birlik de İbn Hamuşk’e yardım için bölgeye
ulaşmış, bölgedeki İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk’a destek olmuştur. Muvahhidler
ordusu, Gırnata’ya birkaç km. uzaklıktaki sulama kanallarının bulunduğu Mercu’r-
Rukâd’a kadar ulaşmıştır. Muvahhidler burada İbn Hamuşk’un içinde Hıristiyan
askerin de bulunduğu ordusunun saldırısına uğramışlar ve hiç beklemedikleri bir
anda kendilerini savaşın içinde bulmuşlardır. Buradaki çatışmada İbn Hamuşk’un
konum olarak Muvahhidlere göre daha iyi bir yerde ve saldırıyı başlatan taraf olması,
askerinin çokluğu ve arkalarından destek sağlayabilecek durumda olması kendisine
avantaj sağlamıştır. Ebû Said komutasındaki Muvahhidlerin ise acele bir şekilde öfke
ile, gerekli tedbirleri tam olarak almadan hareket etmişlerdir. Buradaki savaşta
Muvahhidler ordusu büyük bir yenilgiye uğramış ve dağıtılmıştır. Yine savaş
esnasında Muvahhidlerin askerlerinden İşbîliye’den gelen birliğin komutanı Ebû
Muhammed Abdullah b. Ebî Hafs b. Ali’nin de içlerinde bulunduğu çok sayıda asker
öldürülmüş ve bir kısmı da İbn Hamuşk’un askerleri tarafından esir alınmıştır. Sonuç
121 İbnu Sâhibussalat, 182; İbn İzârî, 74. 122 İbnu Sâhibussalat, 182, 183; İbn İzârî, 74; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Nasrullah, 326. 123 İbnu Sâhibussalat, 182-185; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 261.
138
olarak Ebû Said, İbn Hamuşk’a mağlup olmuş ve canını zor kurtararak Malaka’ya
geri dönmek zorunda kalmıştır124.
Bu sırada Abdulmümin Endülüs’e büyük bir ordu sevk etmiştir. Malaka’da
bulunan Ebû Said Osman, kardeşi Ebû Yâkub Yusuf ile Endülüs’e gelmiş olan
babasının ordusundan destek alarak, 27 Recep 557/12 Temmuz 1162 Perşembe
günü125 yeniden Gırnata’ya harekete geçmiştir. Ebû Yâkub ve kardeşi Ebû Said
Osman komutasındaki Muvahhidler ordusu, Allah yolunda cihad ve kafirlerle
mücadelenin önemi ve bu yolda şehit olmanın büyük mertebelerini belirten
konuşmalarla motive edilmiştir. Muvahhidler ordusu Gırnata’ya bu ikinci
harekâtında, çok daha dikkatli ve tedbirli bir şekilde ikindi vaktinde hareket etmiştir.
Ordu, ay ışığında gece boyunca da aralıksız yürüyüşüne devam ederek, İbn Hamuşk
ve İbn Merdeniş ile onlara destek olan Hıristiyan güçlerin uyanmalarına ve
toparlanmalarına fırsat vermeden Cuma günü seher vaktinde Gırnata’ya ulaşmıştır.
Muvahhidler, sabah hava aydınlanmaya başlarken hiç beklenmedik bir anda
Gırnata’nın Hıristiyanların yaşadığı bölgesinden şehre girmişlerdir. Muvahhidlerin
şehre girmesiyle birlikte çatışmalar başlamış ve öğleye doğru Muvahhidler şehir
merkezine kadar ulaşmışlardır. Şehrin bu şekilde ansızın kontrol altına alınmasından
sonra Muvahhidlerden kasabada mahsur kalanlar da kurtarılmıştır. Gırnata’daki
savaşta Hıristiyan güçlerin komutanları, İbn Hamuşk’un kardeşleri ve onlardan ele
geçirilen çok sayıda kişi öldürülmüş, İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk kaçarak canlarını
kurtarmışlardır126. Muvahhidler bu zaferiyle Endülüs’teki hakimiyetlerini
sağlamlaştırmışlardır. Yine bu zaferle Ebû Yâkub Yusuf, siyâsî ve idarî anlamda
kendisini ispat etmiş, kendisine Abdulmümin’den sonraki halifelik yolu da belki bu
zaferdeki rolüyle açılmıştır. Gırnata’daki bu savaşta İbn Hamuşk ele geçirilememiş,
ancak buranın yeniden alınmasıyla Muvahhidlere Endülüs’te en büyük muhalefet
olarak duran İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’e çok ağır bir darbe indirilmiştir. Böylece
124 İbnu Sâhibussalat, 185-189; İbn İzârî, 75; Şeyban, 227. Ayrıca bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 261; İbn Haldun, el-İber, VI, 238. 125 İbn İzârî, bu Harekâtın 25 Recep’te İbnu Sâhibussalat ise 27 Recep’te başladığını rivayet etmişlerdir. Ancak her iki kaynakta da Harekâtın Perşembe günü başladığı ifade edilmektedir. Buna göre Perşembe gününe denk gelen tarih, İbnu Sâhibussalat’ın vermiş olduğu 27 Recep tarihidir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 191; İbn İzârî, 76. 126 Beyzak, 121; İbnu Sâhibussalat, 192-193. Bu savaş ile ilgili daha geniş bilgi için Bkz. İbnu Sâhibussalat, 120, 122, 191-193; İbn İzârî, 76-77; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Nasrullah, 327; Şeyban, 227.
139
Muvahhidler bölgeye daha güçlü bir şekilde hakim olmuşlar ve Endülüs’te istikrarı
sağlamaya başlamışlardır.
Ebû Said ve kardeşi Ebû Yâkub Yusuf komutasındaki Muvahhidler,
Gırnata’da sükûneti sağladıktan sonra Ceyyan’a kaçan İbn Hamuşk’u yok etmek için
harekete geçmişlerdir. Muvahhidler bu girişimlerinde İbn Hamuşk’un elinde bulunan
Ceyyan surlarını aşamamışlar ve İbn Hamuşk’u yok edemeden geri dönmüşlerdir.
Ancak, Ceyyan’daki depolarda bulunan hububat, savaş aletleri vb. ne varsa hepsini
alarak Gırnata’ya nakletmişlerdir. Ebû Said Osman ve Ebû Yâkub Yusuf daha sonra
Kurtuba’ya geçmişlerdir. Onlar, 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya
geldiklerinde şehir halkı tarafından tebrik edilmişler, coşkulu törenlerle
karşılanmışlardır127. Muvahhidler Kurtuba’ya büyük bir saray yaptırmışlar ve
Endülüs’teki merkezlerini de İşbîliye’den Kurtuba’ya nakletmişlerdir128.
C-ENDÜLÜS’TE HIRİSTİYANLARA KARŞI CİHAD FAALİYETLERİ
Muvahhidlerin Endülüs’e geçmeleri, buradaki Müslümanların onları davetiyle
başlamıştı. Çünkü Murâbıtlar iktidarının zayıflamasıyla Endülüs Müslümanları
Hıristiyan güçler karşısında kendilerini savunmakta güçlük çekmeye başlamışlardı.
Muvahhidler Endülüs’e geçmelerinden hemen sonra, daha önce Murâbıtlara
bağlı olan şehirlerin kendilerine bağlanması için bir dizi çalışma yürütmüşlerdir.
Onlar bu faaliyetleriyle Endülüs’teki birçok bölgeyi savaşsız bir şekilde kendilerine
bağlamışlardır. Ancak Mağrib’te çıkan isyanlar esnasında Endülüs’te de
Muvahhidlere karşı bir dizi isyan çıkmış olması, İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş gibi
yerel liderlerin Doğu Endülüs’te hakim olmaları ve Muvahhidlerin hakim olduğu
şehirlere saldırmaları, onların burada tam olarak hakim olmalarını geciktirmiştir. Bu
arada Müslümanların kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı kendilerini savunma
zaafiyeti içine düşmeleri Hıristiyanların iştahını kabartmış ve sonuç olarak
Müslümanlara ait şehirlerden bazıları kaybedilmiştir. Bundan dolayı Muvahhidler
Endülüs’e geçmelerinden itibaren Müslümanları buradan atmaya çalışan Hıristiyan
güçlere karşı durmaya çalışmışlardır.
127 İbnu Sâhibussalat, 199; İbn İzârî, 77. 128 İbnu Sâhibussalat, 195-197; İbn İzârî, 77, 78; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Hâcî, 458.
140
Endülüslü Müslüman liderlerden İbn Gâniye ve Kastilya Kralı Alfonso VII129
arasındaki anlaşma gereğince İbn Gâniye Hıristiyanlara haraç ödemekteydi. Ancak
Hıristiyanlar aldıklarıyla yetinmeyip İbn Gâniye’yi sıkıştırarak ondan Kurtuba’yı
kendilerine bırakmasını istemişlerdir. Bu sırada Muvahhidler Endülüs’teki liderlerle
görüşerek kendilerine katılmalarını sağlamak istiyorlardı. İşte Alfonso’nun da
sıkıştırmasıyla İbn Gâniye, Muvahhidlerle anlaşma yaparak hükmetmekte olduğu
Kurtuba, Karmûne ve Ceyyan gibi şehirleri Muvahhidlere bırakmıştır. Alfonso bu
anlaşmayı öğrenince o sırada Ceyyan’da olan İbn Gâniye’den burayı almak için
harekete geçmiştir. Muvahhidlerle yaptığı anlaşmadan sonra İbn Gâniye’nin kendine
güveni artmış ve Hıristiyanlara karşı daha cesur hareket etmeye başlamıştır. O,
Ceyyan’ı almak için buraya askeri birlik göndermiş ancak İbn Gâniye, Alfonso’yu
tuzağa düşürerek çok sayıda askerini esir almış ve Ceyyan’daki kasabasının
hapishanesine kapatmıştır. Bundan kısa bir süre sonra İbn Gâniye’nin Gırnata’da
ölmesi, Alfonso’nun Kurtuba ve çevresini istilâ etme konusundaki hırsını artırmış ve
bu arzusunu gerçekleştirmek için asker toplamaya başlamıştır130. Sonuçta Alfonso,
545/1150 yılında kırk bin kişilik süvarisiyle Kurtuba’yı kuşatma altına almıştır. Bu
haber Abdulmümin’e ulaşınca Kurtuba’ya destek için Ebû Zekeriyya Yahyâ b.
Yavmur komutasında 12.000 kişilik bir ordu sevk etmiştir. Bu ordu, normal
yollardan daha hızlı ulaşabileceği halde tedbirli hareket ederek dağ yollarını
kullanmış ve yirmi-yirmi beş günde Kurtuba’ya ulaşmıştır. Muvahhidler,
Hıristiyanlarla çatışmaya girmek yerine, dağlık kısımda kendilerini göstererek onlara
gözdağı vermişler ve kuşatmanın kaldırılmasını sağlamışlardır. Alfonso’nun
ordusuyla Kurtuba’dan ayrılmasından sonra Muvahhidler ordusu bulundukları
dağdan inerek Kurtuba’ya girmişlerdir131. Hıristiyanların Kurtuba’yı kuşatması
esnasında isyancı Endülüslü liderlerden Yusuf b. Ahmed Bitrûcî, Kurtuba
savunmasında Muvahhidlere destek olmak için 400 süvari göndermiştir132.
129 Alfonso VII, annesi Urraca’nın ölümünden sonra, çok küçük yaşta Kastilya kralı olarak tahta çıkmasından dolayı, Müslüman tarihçiler tarafından Süleytîn olarak isimlendirilmiştir. O, 520/1126’da tahta çıkmış, Muvahhidlerin 552/1157’deki Meriyye kuşatmasını kırmak için buraya gelmiş ve yaralanarak 552/1158 yılı sonlarında ölmüştür. Bkz. Mu’nis, Târihul-Mağrib, II, 96, 97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 789; Abbâdî, Sâlim, II, 249; Şeyban, 222. 130 İbn İzârî, 40-42. 131 İbnu’l-Esîr, XI, 134; Nuveyrî, XXIV, 302; Ayrıca bkz. Nâsırî, II, 106; Şeyban, 224. Burada verilen Muvahhidlerin asker sayısını Nuveyrî rivayet etmiştir. 132 İbn İzârî, 42.
141
549 sonlarında (Şubat 1155) Endülüs’teki Müslüman liderlerden Ebû
Muhammed Sidray İbn Vezîr133, Abdulmümin’e gelerek Hıristiyan liderlerden İbn
Renk’in (Alfonso Enrique) sınır bölgelere baskınlar düzenlediğini, ekili alanları
tahrip ettiğini bildirmiş ve ondan yardım istemiştir. Andulmümin, bölgedeki
insanların zararlarının giderilmesine yardımcı olunması konusunda emir vermiştir.
Bu çerçevede 23 Muharrem 550/29 Mart 1155’te yazdığı bir mektupla Bâce ve
Yâbire halkının bu konuda yardımcı olmalarını bildirmiştir134.
Abdulmümin, 550/1155 yılında Endülüs’ün İşbîliye ve Kurtuba şehirlerine
yeni valiler atamıştır. Vali olarak İşbiliye’ye Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Hafs
b. Ali, Kurtuba’ya Ebû Zeyd Abdurrahman b. Yekît atanmıştır. Kurtuba valisi göreve
başlamasından hemen sonra, Hıristiyanlara karşı sefere çıkmış, Gantara’yı (Alcantra)
geçerek Hısnu’l-Bitruc bölgesini almış, buradaki bazı liderleri esir alarak Merrakeş’e
göndermiştir. Ebû Zeyd’in başarı haberi İşbîliye’ye ulaşınca bu zafer İşbîliye valisi
olan Ebû Muhammed b. Hafs’ın emriyle trampetler çalınarak, törenlerle kutlanmış ve
sevinçle karşılanmıştır135. Buradaki törenlerde trampetler çalınması İşbiliyye’deki
Muvahhidlerin ileri gelenlerinden biri tarafından eleştirilerek daha önce Kurtuba
alındığında bile böyle yapılmadığı ifade edilmiştir136. Bu sözler üzerine Ebû
Muhammed’in yüzünün rengi değişmiş ve hemen emrindeki Ebû İshak Berraz ile
birlikte İşbiliyye, Kurtuba ve Batalyevs askerlerini de yanına alarak İbn Renk’e karşı
harekete geçmiştir137.
Abdulmümin, 551/1156 yılı sonlarında Merrakeş’te İşbiliye’den gelen bir
heyeti kabul etmiştir. Heyettekiler ondan oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u kendilerine emir
olarak göndermesini istemişlerdir. Abdulmümin onun yaşının daha küçük olduğunu
söyleyince, heyettekiler Ebû Yâkub Yusuf’un yeterince büyük olduğunu söyleyerek,
133 Beyzak’ın rivayet ettiğine göre, İbn Vezîr başlangıçta Muvahhidlere muhalif liderlerden biriyken, daha sonra onlara katılmıştır. Bkz. Beyzak, 125. İbn İzârî, İbn Vezir’in Bâce’deki liderlerden olduğunu ve Muvahhidlerin 540/1145’de buraya gönderdiği komutanlardan Ebû İshak Berraz b. Muhammed’in fetih hareketi çerçevesinde Bâce’ye gelince onlara katıldığını rivayet etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 35. 134 İbn İzârî, 53. 135 İbn İzârî, 53, 54. Ayrıca bkz. Şeyban, 221. 136 Buradaki eleştiri, muhtemelen asıl yapılması gereken işin yapılmadan erken sevinilmesine yönelik olabilir. Nitekim Ebû Muhammed de bundan sonra bölgedeki asıl hedef olan İbn Renk üzerine sefer için hazırlıklara başlamıştır. 137 İbn İzârî, 54.
142
onu iknâ etmişlerdir. Böylece Ebû Yâkub Yusuf İşbîliye’ye vali olarak
gönderilmiştir. Bu yılın Rebîülevvelinde Abdulmümin’in oğlu Ebû Yâkub Yusuf,
İşbîliye yakınlarındaki Zağbûle’de İbn Merdeniş, İbn Hamuşk ve onlarla birlikte
hareket eden Hıristiyanlarla savaşmış ve mağlup olmuştur. Bu savaşta
Muvahhidlerden çok kişi öldürülmüş olmakla birlikte, Ebû Yâkub Yusuf kurtulmuş
ve İşbîliye’ye dönmüştür138. Abdulmümin bu mağlubiyetten sonra, İfrikiyye’deki
Araplardan bir kısmı Endülüs’te iskan ettirmeye karar vermiştir139.
Meriyye, Murâbıtların son zamanlarında çok sayıdaki diğer Endülüs şehri
gibi Muvahhidlere bağlanmış140 ve Abdulmümin buraya Yusuf b. Mahluf’u vali
olarak atmıştı. Ancak daha sonra Meriyyeliler Muvahhidlere karşı ayaklanmışlar ve
valilerini de öldürmüşlerdi141. Ayaklanmadan sonra Meriyye önce İbn Merdeniş’in
emrine girmiş, daha sonra da 20 Cemaziyelevvel 542/17 Ekim 1147’de Hıristiyanlar
138 Beyzak, 121. İbn İzârî, savaşın Muvahhidlerle Hıristiyanlar arasında olduğunu rivayet etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 61. 139 Beyzak, 121. İbnu’l-Esîr ve Nuveyrî, Arapların Endülüs’te iskan edilmesinin 10 Muharrem 555’de Mehdiyye’nin Muvahhdilerin eline geçmesinden sonra gerçekleştiğini rivayet etmiştir. Bu rivayete göre, Araplardan bir grup Abdulmümin’e gelerek kendilerinin de Muvahhidlerle birlikte Hıristiyanlarla savaşmak istediklerini bildirmişlerdir. Yapılan görüşmelerden sonra Araplardan on bin kadar süvarî Muvahhidlere katılarak Endülüs’e geçmek için hareket etmişlerdir. Ancak Araplar kendi aralarında konuşmuşlar; Abdulmümin’in kendilerini Endülüs’e göndererek bu bölgeden uzaklaştırmak istediğini söyleyerek Muvahhidlerden ayrılmak için fırsat kollamaya başlamışlardır. Fırsatını bulunca da İfrikiyye’ye geri kaçmışlardır. Abdulmümin bir müddet onların peşinden gitmeyerek beklemiş, Araplar Abdulmümin’in peşlerini bıraktığını düşündükleri bir sırada, ani bir baskınla onları bozguna uğratmıştır. Bu sırada Arapların yanlarında bulunan kadınları ve çocukları Muvahhidler tarafından esir alınarak Merrakeş’e getirilmiş, burada çok iyi bir şekilde ağırlanarak erkeklerin gelmesi için de haber gönderilmiştir. Kadınlarını ve çocuklarını almaya gelen Araplara ikramlarda bulunulmuş, onlara çocukları ve eşleri geri verilmiş, ancak daha önce yaptıkları anlaşmaya uyarak Endülüs’e asker göndermeleri kabul ettirilmiştir. Böylece Araplardan baştan söz verdikleri gibi on bin Arap süvarî Endülüs’e yerleştirilmiştir. Bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 205, 206; Nuveyrî, 315-317. Zehebî ise, Arapların Endülüs’e yerleştirilmelerinin daha önceki bir tarihte, 548/1153’de Abdulmümin’in Bicâye seferi sonrasında gerçekleştiğini rivayet etmektedir. Zehebî’nin rivayetine göre Araplar, Endülüs’te İşbîliye ve Şeriş’e yerleştirilmişlerdir. Bkz. Zehebî, Tarih, XXXVIII, 263; Mu’nis, Tarihu’l-Mağrib, II, 98; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 794. 140 Merrakuşî’ye göre, Meriyyeliler, Murâbıtlara karşı ayaklanarak kendi içlerinden bir lider çıkarmak için çalışmışlar ve sonunda, Emevî ailesine mensup, daha önce burada valilik yapmış olan İbn Remîmî’yi başlarına geçirmişlerdir. Ancak kısa süre sonra şehir büyük bir Hıristiyan askerî gücüyle kara ve denizden kuşatılarak istilâ edilmiştir. Yani bu rivayete göre, Meriyye Muvahhidlere bağlanmadan Hıristiyanlar tarafından istilâ edilmiştir. Bkz. Merrakuşî, 210. 141 Makkârî VI, 206.
143
tarafından istilâ edilmiştir142. Muvahhidler 546/1151’da şehri almak için girişimde
bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır143.
Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasından sonra buraya vali olarak atanmış
olan Abdulmümin’in oğlu Ebû Said Osman, Meriyye’yi almak için bir girişim
başlatmış ve şehri kuşatmıştır. Muvahhidler bir müddet sonra şehrin alınmasının
zorluğunu düşünerek kuşatmayı kaldırmışlar, ancak daha sonra Meriyye’de kasabada
az sayıda Hıristiyanın bulunduğunu öğrenerek şehri yeniden kuşatma altına
almışlardır. Muvahhidler kısa sürede şehri istîlâ etmişler, buradaki Hıristiyanlar ise
surlarla çok iyi bir şekilde korunan kasabaya çekilmişlerdir. Muvahhidler Sebte’den
gelen donanmanın da desteğiyle kuşatmayı karadan ve denizden sürdürmüş ve
buradaki Hıristiyanları teslim olmaya zorlamışlardır144.
Meriyye’nin Muvahhidler tarafından kuşatma altına alınması sonrasında
şehirdeki Hıristiyanlar, Kastilya Kralı Alfonso VII’den yardım isteyerek dışardan
gelecek yardımlarla Muvahhidlerin şehirden çıkarılmasını beklemişlerdir. Kral
Alfonso VII ve onunla birlikte hareket eden İbn Merdeniş 18.000 kişilik bir birlikle,
Meriyye’de mahsur kalan Hıristiyanlara yardıma gelmişlerdir145. Ancak
Hıristiyanlara yardım için gelen bu güçler muvahhidleri aşarak kasabadaki
Hıristiyanlara ulaşmaya muvaffak olamamışlardır. Sonuç olarak kuşatma altındaki
kasabaya yardım edemeyerek Meriyye’den ayrılmak zorunda kalmışlardır146.
Meriyye’deki kasabada bulunan Hıristiyanlar sonunda kurtulma ümitlerini keserek
Muvahhidlerden eman dilemişler, şehri onlara teslim ederek Meriyye’den ayrılmak
üzere anlaşmışlardır. Böylece Hıristiyan işgalindeki Meriyye, 552/1157 yılında
142 Nuveyrî, XXIV, 300, 309; Şeyban, 222. 143 İbnu’l-Esîr, XI, 138, 139. Makkârî, bu kuşatmanın 545/1150’de olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Makkârî, VI, 112. 144 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nasrullah, 321; Sâlim, Târihu Medinetu’l-Meriyye, 95-97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 789, 790. 145 İbn İzârî, 56; Nasrullah, 321; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791; Şeyban, 120, 222. 146 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188. Makkârî, İbn Merdeniş’in burada Müslümanlara karşı Hiristiyanlarla birlikte savaşmaktan utandığı için Kral Alfonso VII’yi tek başına bırakarak gittiğini belirtmiştir. Bkz. Makkârî, VI, 207. Diğer kaynaklarca desteklenmeyen bu bilgi, A. Sâlim tarafından hiçbir eleştiriye tabi tutulmadan kullanılmıştır. Bkz. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 705; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791. Ancak İbn Merdeniş, Meriyye savaşından önce de, sonra da Müslümanlara karşı Hıristiyanlarla işbirliği yaparak savaşmıştır. Muvahhidleri Endülüs’te belki de en fazla uğraştıran lider odur.
144
yeniden Müslümanların eline geçmiştir147. Bu savaş sonrasında şehir harap olmuş ve
bütün güzelliğini kaybetmiştir148.
Abdulmümin, 555/1160 yılı sonlarında Endülüs’e geçerek, yeni inşâ ettirdiği
Cebelülfeth’de bir süre kalmıştır. Endülüs’te kaldığı süre içinde Hıristiyanlarla çeşitli
savaşlar yapılmış, başarılar elde edilmiştir. Bu anlamda Muvahhidlere bağlı
birliklerle Hıristiyanlar arasında Ceyyan yakınlarında bir çatışma çıkmış ve
Muvahhidlerin galibiyeti ile sonuçlanmıştır149. Yine Endülüs’ün batısında başarılı
askeri Harekâtlar gerçekleştirilmiştir. Abdulmümin, Rebîulevvel 556/Mart 1161’de
Merrakeş’e geri dönmüştür150.
Abdulmümin 28 Recep 557/13 Temmuz 1162’de Gırnata’nın yeniden ele
geçirilmesi ve Müslüman liderlerden İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’e ağır bir darbe
indirilmesinden sonra, Endülüs’te Hıristiyanlara karşı yürüteceği kapsamlı bir
Harekât için hazırlıklara başlamıştır. Hiç zaman kaybedilmeden Endülüs’te karadan
ve denizden yürütülecek bu savaş için Endülüs ve Afrika sahillerindeki
Muvahhidlere bağlı bölgelerde bulunan tersanelerde yüzlerce parça gemi imal
edilmesine başlanmıştır151. Yine yoğun bir şekilde çalışılarak savaş atları toplanmış
ve bol miktarda kılıç, mükemmel görünümlü uzun mızrak, zırh, miğfer, kalkan gibi
çeşitli silah ve savaş aletleri imalatı gerçekleştirilmiştir152. Bu dönemde her gün
tonlarca ok imal edilmiş153 bunun yanında savaşacak askerlerin gıda ihtiyacı için
arpa, buğday ve diğer ihtiyaç maddeleri temin edilerek, Fas’ın kuzeyindeki Sebû
vâdisinde, daha önce görülmemiş, duyulmamış çoklukta, dağ gibi yığılarak
depolanmıştır. Atlar, kılıçlar, oklar, en güzel ve uzun mızraklar, askerler için miğfer,
zırh, kalkan, elbise, başlarına saracakları örtü ve sarıklar temin edilerek savaşa
katılacak olan kabilelere dağıtılmıştır. Diğer taraftan insanların bu büyük savaşa
147 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nuveyrî, XXIV, 310. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Nâsırî, II, 109; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 704, 705; Sâlim, Tarihu Medinetu’l-Meriyye, 95-97; Sallâbî, 115; Nasrullah, 321; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 96, 97; Abbâdî-Sâlim, Târihu’l-Bahriyye, II, 249. 148 Himyerî, 184; Sallâbî, 115. 149 İbnu Sâhibussalat, 168. 150 İbn İzârî, 69-73; İbn Ebî Zer, 199, 200; Hülelü’l-Mevşiyye, 155; Nuveyrî, XXIV, 317; İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 265-268; İbn Haldun, el-İber, VI, 237, 238; Nasrullah, 326; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 706; Hâcî, 458. 151 İbnu Sâhibussalat, 210; İbn Ebî Zer, 200, 201; Nâsırî, II, 128; Sallâbî, 136. 152 İbnu Sâhibussalat, 211; Nâsırî, II, 128. 153 İbn Ebî Zer, 201; Nâsırî, II, 128.
145
motive edilmesi için dinî sohbetler, düşmana karşı savaşmanın Allah katındaki
değerinin anlatıldığı konuşmalar yapılmış, böylece insanlar Allah yolunda cihada
motive/teşvik edilmiştir154.
Abdulmümin, 558 yılı başlarında/Ocak 1163’de Endülüs’e Harekâtından
önce, son kez çok zorlu kış şartlarına rağmen İbn Tûmert’in kabrini ziyaret için
Tinmellel’e gitmiştir155. O, Tinmellel’den döndükten sonra Endülüs’e geçmek için 15
Rebîülevvel 558/21 Şubat 1163’de Merrakeş’ten Selâ’ya, Ribatu’l-Feth’e hareket
etmiştir156. Abdulmümin bu büyük harekât için Merrakeş’ten hareket ederken, bütün
kabilelere haber göndererek savaşa katılacak askerlerin Selâ’da toplanması için
çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı üzerine ordunun Harekât merkezi olan Selâ’da çoğu
süvari olmak üzere iki yüz bin kadar asker toplanmıştır157. Denizden yürütülecek
çalışmalar için de Tanca, Sebte, Bâdis, Vehran, Meriyye gibi Kuzey Afrika ve
Endülüs sahil şehirlerindeki tersanelerde dört yüz parçalık dev bir donanma
hazırlanmıştır158.
Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerini, kabile başkanlarını,
komutanlarını ve görüş sahibi kim varsa yanına çağırarak, onlarla Endülüs’te
gerçekleştirmeyi düşündüğü sefer hakkında görüşmeler yapmıştır. Bu esnada
istişâreye katılanlardan Endülüs’e yapacağı sefer için tam destek almıştır. Burada
alınan karar gereğince ordunun dört kısma ayrılarak, Endülüs’teki kritik ve önemli
bölgelere sevk edilmesi kararlaştırılmıştır. Ordunun birinci kısmı Endülüs’ün
batısında (Portekiz’de) Kulumriye’deki İbn Renk (Alfonso Enrique) üzerine, ikinci
kısmı Liyon kıralı Fernando II üzerine, üçüncü kısmı (Tuleytula’ya) Kastilya kralı
Alfonso VIII üzerine, dördüncü ve son ordu ise Barselona kontu Alfonso II üzerine
gönderilecekti159. Ancak daha ordu harekete geçmeden Abdulmümin hastalanmıştır.
154 İbnu Sâhibussalat, 210-211; İbn Ebî Zer, 201; İnan, I, 392; Halefullah, 114. 155 İbnu Sâhibussalat, 212-214; İbn İzârî, 78; İnan, I, 393. 156 İbnu Sâhibussalat, 214; İbn İzârî, 79; Nâsırî, II, 128; İnan, I, 393; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766; Şeyban, 228. 157 Muvahhidlerin asker sayısını İbnu Sâhibussalat, iki yüz bin, İbn Ebî Zer ve Nâsırî ise, Muvahhidlere bağlı kabilelerden, Arap, Berberî ve Zenâtalılardan paralı askerlerin de iştirakiyle dört yüz seksen bin kişiyi bulduğunu rivayet etmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 215; İbn Ebî Zer, 202; Nâsırî, II, 128; İnan, I, 393; Sallâbî, 137. 158 İbnu Sâhibussalat, 210, 211; İbn Ebî Zer, 200-201. 159 İbnu Sâhibussalat, 215-217; İnan, I, 393, 394; Şeyban, 228; Abbâdî-Sâlim, Târihu’l-Bahriyye, II, 261; Sallâbî, 137.
146
Doktorlar onun iyileşmesi için ellerinden geleni yapmışlar, herkes onun iyileşmesi
için dua ederek beklemiş, fakat bu bekleyiş sonunda ordunun hareket emri yerine,
onun ölüm haberi alınmıştır. Abdulmümin, büyük hazırlıklar yaparak başlattığı bu
seferini gerçekleştiremeden vefat etmiştir160. Onun bu şekilde aniden hastalanarak
ölmesiyle, Endülüs’teki Hıristiyan devletler büyük bir badireden kurtulmuştur161.
D-KUZEY AFRİKA’DA FETİH HAREKETLERİ
Abdulmümin’in Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtlar Devleti’ni ortadan
kaldırdığı günlerde Mağrib’in diğer bölgelerinde (Mağribu’l-Evsat ve Mağribu’l-
Ednâ’da) Müslümanlar arasındaki ihtilaflar artarak devam etmekteydi162.
Abdulmümin, bölgedeki Arap kabilelerinden Benî Sâlim ve Benî Hilâl arasındaki
ihtilafları ve yine Normonların163 Kuzey Afrika’daki faaliyetlerini izlemekteydi. O,
bölgedeki huzursuzlukların giderilmesi ve bundan istifade eden Hıristiyanların
Kuzey Afrika’da yayılmalarını sona erdirmek için planlar yapıyordu. Abdulmümin
bu çerçevede Merrakeş’in fethi ve Mağribu’l-Aksâ’nın geniş bir bölümünde ortaya
çıkan isyanların bastırılmasından sonra bir yandan Endülüs’teki faaliyetlerini
sürdürürken, diğer yandan da 547/1152 yılında Cezâyir üzerine bir sefer
düzenlemiştir. Bu seferinde Benî Hammad’a ait olan Cezâyir, Bicâye ve
Kosantîne’yi; yani Mağribu’l-Evsat’ı Muvahhidler Devleti sınırlarına katmıştır.
Abdulmümin, bölgeye oğlu Osman’ı vâli tayin ettikten sonra Merrakeş’e
dönmüştür164. Abdulmümin, dönüşü sonrasında bölgedeki Arapların Muvahhidlere
yönelik saldırı hazırlıkları yaptıklarını öğrenmiş ve bunu boşa çıkarmak için daha
Merrakeş’e ulaşamadan bu bölgeye destek birlikleri göndermek zorunda kalmıştır.
Abdulmümin bu seferi ve sonrasında yürüttüğü çalışmalarla Cezâyir ve Bicâye
yanında, Mağribu’l-Evsat’ın daha iç kısımlarında yaşamakta olan Arapları da
kendisine boyun eğdirmiştir165. Buradaki Araplardan bir kısmını Endülüs’e
160 İbnu Sâhibussalat, 217; İbn İzârî, 79; Nâsırî, II, 129; İnan, I, 394; Şeyban, 228. 161 Eşbah, 62. 162 İbnu’l-Esîr, XI, 111, 112; Nâsırî, II, 120. 163 Normanlar, İskandinav Yarımadası’ndan göç ederek İtalya’nın güneyine ve Sicilya’ya yerleşen Hıristiyan topluluklar için kullanılan bir isimdir. Bunlara Vikingler de denilmiştir. Normanlar haçlı düşüncesine sahip ve ilk haçlı seferleriyle de bağlantıları olan Hıristiyanlardandı. Bkz. Matvî, Arûsî, Hurubu’s-Salibiyye fi’l-Meşrik ve’l-Mağrib, 223, Beyrut, 1982; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 165. 164 İbn İzârî, 48; İbn Haldun, el-İber, VI, 236. 165 Nuveyrî, XXIV, 306; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108.
147
göndererek, Kurtuba ve İşbîliye’ye yerleştirmiştir166. Böylece hem Mağribu’l-
Evsat’taki Arapları daha kontrollü hale getirmek ve hem de Endülüs’te Araplar
sayesinde Muvahhidler lehine bir denge oluşturma yoluna gitmiştir.
Abdulmümin 553 yılı sonlarında (Şevval/Ekim 1158) Mehdiyye seferi
hazırlıkları için Merrakeş’ten Selâ’ya gitmiştir. O, burada hazırlıklarını
tamamlayınca 554/1159’da Mehdiyye ve çevresindeki Hıristiyan işgaline son vermek
için harekete geçmiştir. Abdulmümin, bu seferinde, Tunus’tan başlayarak Trablus’a
kadar olan bölgeyi (Mağribu’l-Ednâ’yı) topraklarına katmış ve bölgeyi işgal etmiş
olan Hıristiyan güçleri buradan tamamen çıkarmıştır. Abdulmümin’in bu seferinden
sonra, Muvahhidler Devleti’nin sınırları bu günkü Mısır sınırlarına kadar
dayanmıştır. Böylece Muvahhidler Devleti, Trablus’tan Atlas Okyanusu’na kadar,
Endülüs’ü de içine alan çok geniş bir coğrafyayı tek bir iktidar çatısı altında
birleştiren bir devlet olmuştur167.
Abdulmümin, yaptığı çalışmalarla, Murâbıtlar Devleti’nin zayıfladığı son
yıllarda Endülüs’te ve Mağribu’l-Ednâ’da bazı bölgeleri işgal eden ve hakimiyet
alanlarını genişleten Hıristiyan güçlerini Endülüs’te durdurmuş, Mağribu’l-Ednâ’dan
da tamamen çıkarmayı başarmıştır. Sonuç olarak Endülüs bir asra yakın bir zaman,
Muvahhidlerin gücüyle en azından durumunu korumuş, Kuzey Afrika’daki
Hıristiyan unsurlar ise bölgeden tamamen çıkarılmış ve burası bu güne kadar
Müslümanların yaşadığı bir coğrafya olarak kalmıştır.
1-Mağribu’l-Evsat’ın Fethi
Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerinden, Ebû Hafs Ömer, Ebû
İbrahim ve diğer önde gelen liderlerle istişâre ettikten sonra İfrikiyye’ye sefere
çıkmaya karar vermiştir. O, bu seferini, sadece kendisine çok yakın olan özel
danışmanları (hassatuhu) ve vezirlerinden başka herkesten gizli tutmuştur168. Bu
dönemde Mağribu’l-Evsat dediğimiz bölgede Benî Hammad hakimiyeti devam
ediyor, ancak bir taraftan Mehdiyye’yi merkez olarak kullanarak sürekli yayılan
166 Beyzak, 121; İbn İzârî, 61. 167 İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 124; Sallâbî, 136. 168 Beyzak, 113; İbn İzârî, 45; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Nâsırî, II,107.
148
Hıristiyanlar, diğer taraftan da bölgedeki Araplar buraya hakim olmaya
çalışıyorlardı. Bölgede tam bir istikrarsızlık hakimdi169.
Abdulmümin, savaş kararı almasından sonra, Muvahhidlere bağlı
kabilelerden toplanmış olan askerleriyle 546 yılı sonlarında (1152 yılı başları)
Merrakeş’ten Selâ’ya hareket etmiştir. Merrakeş’te yerine vekil olarak Ebû Hafs
Ömer Hintâtî’yi bırakmıştır. Selâ’da iki ay kadar kaldıktan sonra, donanmasının
savaş için hazırlanmakta olduğu Sebte’ye geçmiştir. Abdulmümin’in hedefi gizli
tutulan bu harekâtı, belki de ordusunun Selâ’dan Sebte’ye geçmesinden dolayı
Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı bir hazırlık olarak yorumlanmıştır. Abdulmümin bir
müddet Sebte’de kalmıştır. Bu süre içinde Kurtuba, İşbîliye ve Endülüs’ün diğer
yerlerinden ileri gelenleri; alimleri ve komutanları görüşmeler yapmak için yanına
çağırmıştır. O, Endülüs’ten gelen davetlilerden bölgenin genel durumu ile ilgili
bilgiler (brifingler) almış, fikir alış verişinde bulunmuş ve onlara tavsiyelerde
bulunmuştur170. Daha sonra ordusunu üç kısma ayırmış; bunlardan bir kısmını oğlu
Ebû Hafs Ömer komutasında Endülüs’e sevk etmiştir171. Geriye kalanlar ise,
Abdulmümin ile birlikte geri dönerek başkent Merrakeş istikametinde hareket
etmişlerdir172. Abdulmümin’in bu seferine katılan asker sayısı yaklaşık 200.000 kişi
civarındaydı173.
Abdulmümin’in Sebte’den ordusuyla Merrakeş’e doğru geri dönüşü, 547 yılı
Safer/1152 Mayıs ayında gerçekleşmiştir. Böylece sadece kendisinin ve çok yakın
adamlarının bildiği Bicâye seferini gizlemeye ve kendisini izleyenleri yanıltmaya
devam etmiştir. Abdulmümin ordusuyla Sebte ve Fas arasında yer alan Kasru
Abdulkerîm’e kadar gitmiş ve burada bir süre kalmış, ordusunu düzene koymuş174 ve
daha sonra Verga Vâdisi’ne geçmiştir. Bicâye Harekâtı da asıl buradan
169 İbn Haldun, el-İber, VI, 235. 170 İbn İzârî, 45, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 171 Hülelü’l-Mevşiyye’de üç gruba ayrılan ordudan Ebû Hafs ile birlikte Endülüs’e geçen gruptaki askerlerin altmış bin çadır kuracak kadar kalabalık olduğu rivayet edilir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 148, 149. 172 Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 173 İbnu’l-Esîr, XI, 201, 202. 174 İbn İzârî, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 149. Hülelü’l-Mevşiyye’yi yayına hazırlayan, S. Zekkar, A. Zemâme, Kasru Abdulkerîm denilen yerin bugün Atlas Okyanusu sahiline yakın bir noktada, Tanca ile Rabat arsındaki Kasrulkebîr olarak bilinen şehir olduğunu belirtmişlerdir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 149, 77. dipnot.
149
başlatılmıştır175. Abdulmümin gizliliğin devamını sağlamaya yönelik bir tedbir
olarak, Tlemsan vâlisi İbn Vânûdîn’e, İfrikiyye’ye gidecek bütün tüccarların karadan
ve denizden hareket etmelerine mani olmasını emretmiştir176. Yine halka duyuru
yapılarak ordunun hareketiyle ilgili konuşanların öldürüleceği bildirilmiştir177.
Muvahhidler ordusu, daha sonra normalde kullanılmayan bir yoldan, Fas’ı sağ
yanına alarak Melviye Vâdisi’ne, oradan da Tlemsan’a kadar ilerlemiştir. Burada bir
gün kalındıktan sonra çok hızlı bir şekilde Bicâye’ye doğru harekete geçilmiştir.
Muvahhidler beklenmedik bir anda Cezâyir’e ulaşmışlar ve Cezâyir’i savaş
yapmadan ele geçirmişlerdir. Abdulmümin, kendisine tabi olan Cezâyirlilere eman
vermiştir178.
Abdulmümin, Cezâyir’de fazla oyalanmadan, hızlı bir şekilde Satîf’e ve
oradan da Bicaye’ye hareket etmiştir. Daha önce Abdulmümin ile anlaşan Benî
Hammad Devleti’nin veziri Ebû Abdullah İbn Meymûn (İbn Hamdûn) Bicâye
şehrinin kapılarını Muvahhidlere açmış ve Bicâye savaşsız bir şekilde Muvahhidlerin
eline geçmiştir179. Muvahhidlerin gelişini son anda haber alan Benî Hammad
Devleti’nin son emîri Yahya b. Azîz, Zilkâde 547/Ocak 1153’de180 yanına
alabileceği her şeyi alarak Kosantîn’e181, kardeşleri ve amca oğulları ise iki gemiyle
Sicilya’ya kaçmışlardır182. Abdulmümin’in Kostantîn’i de bir süre kuşatma altında
tutarak teslim almasından sonra, Hıristiyanların işgalinden önce Mehdiyye’ye
hükmeden Hasan b. Ali Sanhâcî ve bölgenin son hakimi Yahya b. Aziz ona gelerek
175 Beyzak, 113. 176 Beyzak, 113; İbn İzârî, 45, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 177 Beyzak, 113; İbn İzârî, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 149. 178 İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 193; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Halefullah, 119; Sâlim, Târihu’l-Endülüs, 707. 179 İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 193; Halefullah, 118. 180 İbn Ebî Zer, 193. 181 Beyzak, 113, 114; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 14; Nâsırî, II, 108. 182 Merrakuşî, 206, 207; Nuveyrî, XXIV, 303. Nuveyrî’nin belirttiğine göre bu sıralarda Benî Hammad’ın Devlet başkanlığını yürüten Yahya b. Azîz devlet yönetimini iyice ihmal etmişti. O daha çok avlanmakla, oyun-eğlence ile vakit geçirmekte, memleketin işlerini ise daha çok veziri Meymun b. Hamdun’a bırakmıştı. Dolayısıyla bu rehavet içinde Muvahhidlerin gelişini de ancak, iş işten geçip onların kendi merkezlerine iyice yaklaştıkları zaman anlayabilmiştir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 303. Ayrıca bkz. Halefullah, 118.
150
biat etmişlerdir183. Bu şekilde Muvahhidler, Benî Hammad Devleti’nin hakim olduğu
yerlere ciddî bir savaş yapmadan hakim olmuştur.
Muvahhidlerin Mağribu’l-Evsat’ta hakim olmaya başlaması üzerine, burada
bulunan Sanhâceliler, Ebû Kubeysa komutanlığında büyük bir ordu toplayarak
Muvahhidlere karşı savaşmak için harekete geçmişlerdir. Abdulmümin bu ordu
üzerine Muvahhidlerin Elliler Meclisi’nden Ebû Said Yehluf komutasında bir birlik
göndermiş, Sanhâceliler mağlup edilmiş, malları ganimet olarak alınmış, kadın ve
çocukları esir edilmiştir. Muvahhidler daha sonra bölgenin en yüksek ve sağlam
savunma merkezi olan Benî Hammad Kalesi’ne yönelmişlerdir. Kale halkı
Muvahhidler askerini görünce kaleyi terk ederek dağlara kaçmışlardır. Böylece kale,
içindeki erzaklarla ve mallarla birlikte Muvahhidlerin eline geçmiştir184.
Abdulmümin, Muvahhidlerden bir grubu İbn Tûmert’in amcasının oğlu
Yeslâtîn b. Muaz ve hanımı tarafından akrabası olan Abdullah b. Vânûdîn
komutasında sefere çıkarmıştır. Ancak bu iki komutan arasında anlaşmazlık çıkmış,
Yeslâtîn, Abdullah b. Vânûdîn’e hakaret etmiş, onu yalnız bırakarak ondan
ayrılmıştır. Daha sonra Abdullah b. Vânûdîn Arapların eline düşerek öldürülmüştür.
Bu durumu haber alan Abdulmümin çok öfkelenmiş ve Beyzak’ın mübalağalı
ifadesiyle, yanında sadece çok yakın danışmanlarını ve sıradan kişileri bırakarak,
Muvahhidlerin tamamını Araplar üzerine göndermiştir185. Muvahhidlşer Arapları
mağlup edilmişler ve bol miktarda esir ve mal ganimet almışlardır186. Abdulmümin,
bölgenin ele geçirilmesinden sonra bir süre burada kalmış, daha sonra oğlu
Abdullah’ı bu bölgeye vali tayin ederek Merrakeş’e hareket etmiştir187.
Abdulmümin Mağribu’l-Evsat’tan Merrakeş’e dönüşünden sonra İbn
Tûmert’in amcasının oğlu olan Yeslâtîn’in öldürülmesini emretmiş ve bu emir yerine 183 Merrakuşî, 206, 207; Nuveyrî, XXIV, 303; İbn Ebî Zer, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 235, 236; Nâsırî, II, 108; Sallâbî, 117; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 707. 184 Nuveyrî, XXIV, 304, 305. İbn Haldun ve Nâsırî, bu kalenin Muvahhidlere karşı savunulduğunu, kalenin Muvahhidler tarafından istîlâsından sonra her yerin yakılıp yıkıldığını ve yaklaşık 18.000 kişinin öldürüldüğünü rivayet etmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 707. 185 Beyzak, 114; Halefullah, 121. Beyzak’ın bu abartılı ifadesine rağmen, Abdulmümin bir devlet başkanı olarak etrafında kendisini koruyacak kadar adamı her zaman bulundurmuş olmalıdır diye düşünüyoruz. 186 Beyzak, 114, 115 187 Merrakûşî, 206; İbn Ebî Zer, 194; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 98.
151
getirilmiştir188. İbn Ebî Zer, Yeslâtîn’in öldürülmesinden sonra Abdulmümin’in
Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret ettiğini, halka büyük miktarda
bağışlarda bulunduğunu ve İbn Tûmert’in mescidinin genişletilmesi için emir
verdiğini belirtir189. Böylece Abdulmümin, kim olursa olsun sadece suçluları
cezalandırma yoluna gittiğini, Tinmellel halkına karşı herhangi bir düşmanlığının
olmadığını da anlatmaya çalışmıştır.
Abdulmümin, Benî Hammad Devleti’nin son başkanı Yahya, devletinin ileri
gelenleri ve onların akrabalarını da yanına alarak 547 yılı sonlarında (1153
başlarında) Merrakeş’e dönmüştür190. Merrakeş’e getirilen Yahya ve akrabaları bir
saraya yerleştirilmiş ve kendilerine bol bol ikramda bulunulmuş ve eski konumlarına
lâyık kimseler olarak ağırlanmışlardır191. Benî Hammad’tan Hasan b. Ali,
Merrakeş’e gelmelerinden sonra Abdulmümin’in meclisine katılmış, onun yanında
değer verilen kişilerden olmuştur. O, Mehdiyye’nin fethi esnasında Abdulmümin ile
birlikte buraya gelmiştir192.
Abdulmümin’in bölgeden ayrılmasından sonra, daha o Merrakeş’e
ulaşamadan, Muvahhidlerin bölgede hakim olmasını kabul etmeyen Arap kabileleri,
Muvahhidleri bölgeden çıkarmak için savaş hazırlığına başlamışlardır. Trablus’tan
başlayarak bölgede bulunan bütün Arap kabileleri Muvahhidleri bölgeden çıkarmak
gerektiği üzerinde anlaşmışlar ve bunun için çok sayıda asker toplamışlardır. Onların
bu hazırlığını haber alan Sicilyalı Hıristiyanlar da, Arapları Muvahhidlere karşı
kışkırtmışlar ve kendilerine her türlü desteğe hazır olduklarını belirtmişlerdir. Bu
anlamda Araplara beş bin süvarî göndermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir.
Araplar ise onlara teşekkürlerini belirterek, Müslümanlara karşı Hıristiyanların askerî
desteğini kabul edemeyeceklerini belirtmişlerdir193.
188 Beyzak, 115-116; İbn Ebî Zer, 194. Beyzak, Yeslâtîn’in 546’da Sebte’de öldürüldüğünü belirtirken, İbn Ebî Zer ise, 548’de Sebte’de tutuklanarak Merrakeş’te asılarak öldürüldüğünü rivayet etmektedir. 189 İbn Ebî Zer, 194. 190 İbn İzârî, 48; Merrakuşî, 207; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 707. 191 Merrakuşî, 206, 207; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Kayravânî, 138; Nâsırî, II, 108; İnan, I, 279 vd; Sallâbî, 117. 192 İbnu’l-Esîr, XI, 141; Nuveyrî, XXIV, 304; Nâsırî, II, 124; Sallâbî, 117. 193 Nuveyrî, XXIV, 305, 306; Zehebî, Târih, XXXVIII, 263.
152
Arapların bu hazırlığını haber alan Abdulmümin bölgede bulunan oğlu
Abdullah başkanlığındaki Muvahhidler gücüne destek olmak üzere otuz bin kişilik
süvarî birliğini âcilen bölgeye sevk etmiştir. Arapların topladığı ordu ise sayısal
olarak Muvahhidler ordusundan kat kat fazlaydı. Araplar aynı zamanda
kararlılıklarını ortaya koymak için, ailelerini ve hayvanlarını da yanlarında
getirmişlerdi194.
Muvahhidler önce Arapları üzerlerine çekmişler ve dağlar arasında bulunan
Satif’e kadar gelince, onların daha savaş düzenine girmelerine fırsat vermeden, ani
bir baskınla üzerlerine saldırmışlar ve şiddetli bir savaş başlatmışlardır. Muvahhidler
10 Safer 548/7 Mayıs 1153’de gerçekleşen bu savaşta Arapları bozguna
uğratmışlardır. Muvahhidler onları bir gün bir gece takip ederek iyice dağıtmışlardır.
Arabların kaçamayan kadın ve çocukları ise esir edilmiş, malları ve hayvanları
ganimet olarak alınarak Merrakeş’te bulunan Abdulmümin’e getirilmiştir195.
Abdulmümin Araplardan ganimet olarak alınan malları usulüne göre taksim
etmiş, esir alınan kadın ve çocukları ise Merrakeş’te geniş bir yere yerleştirmiş,
onları en iyi şekilde misafir etmiştir. Daha sonra Araplara mektup göndererek kadın
ve çocuklarını gelip alabileceklerini bildirmiştir. Abdulmümin’in mektubunu alan
Arap liderler Merrakeş’e gelmişler ve Abdulmümin’e bağlılıklarını bildirmişlerdir.
Merrakeş’te çok iyi bir şekilde karşılanan Arap liderlerine kadın ve çocukları teslim
edilmiş, buradan hediyelerle uğurlanmışlardır. Araplar esir edilen kadınlarını ve
çocuklarını geri alarak İfrikiyye’ye dönmüşlerdir196. Böylece Abdulmümin Arapların
kalplerini kazanarak, bundan sonrası için onlardan tam destek almıştır.
2-Mağribu’l-Ednâ’nın Fethi ve Hıristiyanların Bölgeden Çıkarılması
543/1148-1149 yılına gelindiğinde, Sicilyalı Hıristiyanlar (Normanlar), kıtlık,
Müslümanların siyâsî otorite bakımından zaafları ve yine Müslüman liderler
arasındaki çeşitli ihtilaflardan yararlanarak, Trablus’tan Tunus’a kadar olan bölgeyi
194 Nuveyrî, XXIV, 306. 195 Nuveyrî, XXIV, 306; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 98. 196 Nuveyrî, XXIV, 307; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108.
153
istîlâ etmişlerdi197. Aslında bölgede Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaş bu
tarihten çok daha önce başlamıştı. Ancak onların bazı yerleri ele geçirerek yerleşecek
kadar başarılı olmaları, defalarca bu bölgeye saldırılarından sonra gerçekleşmiştir198.
Sonuçta Mağribu’l-Ednâ’da, bölgenin en önemli şehri olan Mehdiyye, Tunus ve
çevresindeki bazı yerler Sicilyalı Hıristiyanların işgali altına girmiştir.
Safer 543/Haziran 1148’de Emir Hasan b. Ali b. Yahya b. Temim b. Muaz,
Mehdiyye’yi savaş yapmadan Normanlar’a bırakmış199 ve burası Hıristiyanların
İfrikiyye’deki merkezi olmuştur. Hasan, daha sonra Cezâyir’e yerleşmiştir200.
Hıristiyan işgali esnasında şehir halkından bir kısmı kaçmıştır. Daha sonraki yıllarda
Hırıstiyan güçler bu bölgede yayılmaya devam etmişler, Safâkıs’a ve Bona’ya kadar
uzanarak buraları istîlâ etmişlerdir. Yine Mehdiyye ve Tunus arasında bulunan
Zevîle Hıristiyanların eline geçmiştir. Müslümanlar zaman zaman bölgedeki
Hıristiyan işgaline karşı ayaklansalar da, başarılı bir sonuç alamamışlardır.
İbnu’l-Esîr, Hıristiyanların işgalinden önce bölgede birkaç yıl üst üste kıtlık
yaşanmasından dolayı, Mehdiyye ve çevresindeki bazı kişilerin yaşamlarını
sürdürebilmek için buradan ayrılarak Sicilya ve diğer yerlere göç ettiklerini
belirtmiştir. Nüfusun azalmasıyla bölgenin savunmasının da zayıflamasını fırsat bilen
Sicalya kralı burayı kolayca ele geçirmiştir201. Hıristiyan güçlerin burada kolay
hakim olmalarının bir başka sebebi ise, bölgedeki Müslümanlar arasındaki çatışmalar
ve ayrılıklardı. Bölgenin hakim gücü Sanhâcelilerden Benî Hammad devletiydi.
Ancak onların kendi aralarında birlik yoktu202. Yine bölgedeki Araplar da onlara
karşı savaşıyorlardı. Sonuç olarak Sicilyalı Hıristiyanlar, bölgeyi hızla zaptetmişler
197 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 87, 115-119; İbn Ebî Zer, 197, 198; Nuveyrî, XXIV, 310; Nâsırî, II, 120; Makdîş, Mahmud, Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, Yay. Ali Zevârî, Muhammed Mahfuz, Beyrut, 1988, I, 480-487; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97; Marçais, G., ‘Zîrîler’, İA, XIII, 576, İstanbul, 1986. Araştırmacılardan Jemil Abunnasır, kaynaklarda verilen bilgilere muhalif olarak Mehdiyye’nin Hıristiyanlar tarafından Abdulmümin’in buraya gelmesinden sadece üç yıl önce işgal edildiğini belirtmiştir. Bkz. Jemil, 110. 198 Sicilyalı Hıristiyanlar, 529/1135’de Cerbe adasına, 537/1141-1143 ve 541/1146’da Trablus’a saldırılar düzenlemiştir. Bkz., İbnu’l-Esîr, XI, 38, 39, 88, 89, 102. 199 İbnu’l-Esîr, XI, 116-119. 200 İbnu’l-Esîr, XI, 118; Kayravânî, 139; Makdîş, I, 487, 488; Marçais, G., ‘Zîrîler’, İA, XIII, 576. 201 İbnu’l-Esîr, XI, 115, 116, 117. 202 Özdemir, Mehmet, ‘Hammâdîler’, DİA, XV, 490, İstanbul, 1997.
154
ve Müslümanlar açısından oldukça acı olsa da, Tunus, Safâkıs, Sûsa, Mehdiyye ve
çevresindeki yerleri hakimiyetleri altına almışlardır203.
Abdulmümin, doğuya ilk seferinde Cezâyir, Bicâye ve Kosantîn gibi önemli
merkezleri ele geçirmiş, bölgedeki Benî Hammad iktidarına son vermişti. Onun bu
seferi sonucunda, daha önce Mehdiyye’ye hükmeden Hasan b. Ali, ona biat etmiş ve
aralarındaki dostluk günden güne gelişmiştir. Hasan onunla sohbetlerinde,
Hıristiyanlar ve bölgedeki diğer güçler hakkında bilgi vererek Abdulmümin’i bölgeyi
tamamen ele geçirmeye ve Hıristiyanları bölgeden çıkarmaya teşvik etmiştir.
Abdulmümin bu konuda onunla hemfikir olmuş ve bunu gerçekleştirmek için fırsat
gözlemeye başlamıştır. Bu arada Hıristiyan güçler Mehdiyye’nin kuzeyinde, buraya
yakın bir yerde, bir sahil şehri olan Zevîle’de ortaya çıkan Müslüman ayaklanmasını
çok sert bir şekilde bastırmışlar ve kadın çocuk demeden birçok Müslümanı
katletmişlerdir. Buradaki katliamdan kaçarak kurtulan bir topluluğun Abdulmümin’e
gelerek yardım istemesi de Abdulmümin’in Mehdiyye hareketinin hızla başlamasına
yol açan etkenlerden biri olmuştur. Zevîlelilerin Hıristiyanların kendilerine yaptıkları
kötü muamelelerle ilgili olarak anlattıkları Abdulmümin’i çok etkilemiş, onların
anlattıklarını başını önüne eğerek dinlemiş, dinledikleri karşısında göz yaşlarını
tutamamış ve onlara yardım edeceğine dair söz vererek hemen savaş hazırlıklarını
başlatmıştır204.
Diğer taraftan Abdulmümin’in Bicâye seferinden sonra, oğlu Abdullah bölge
valisi olarak Mağribu’l-Ednâ’daki Hıristiyan işgalindeki yerlere karşı çeşitli askerî
faaliyetlerde bulunmuştur. Bu çerçevede, Tunus’u bir müddet kuşatma altında
tutmuştur. Abdullah Tunus’u teslim olmaya zorlamak için, çevresindeki ağaçları
kestirmiş, sularının içilmez hale getirilmesini sağlamıştır. Tunus’un Hıristiyanlara
bağlı valisi Abdullah b. Horasân Muvahhidlere karşı durmuş ve onları hezimete
uğratmıştır. Abdulmümin’in oğlu Abdullah, bu yenilgi haberini babasına bildirmiş ve
203 İbnu’l-Esîr, XI, 111, 113, 115-119; Nâsırî, II, 120; Makdîş, I, 489, 490; Jemil, 109. 204 İbnu’l-Esîr, XI, 201; Nuveyrî, XXIV, 310; Nâsırî, II, 120, 121; Makdîş, I, 494.
155
muhtemelen babasından destek istemiştir205. Sonuç olarak Abdulmümin bölgeye
sefer kararı almıştır.
Abdulmümin doğuya yapacağı bu ikinci seferi için, 1 Şevval 553/26 Ekim
1158’de206 yerine vekil olarak Ebû Hafs Ömer b. Yahyâ el-Hintâtî’yi bırakarak207
Merrakeş’ten Selâ yakınlarında kurmuş olduğu Ribâtulfeth’e hareket etmiştir208.
Burada kaldığı süre içinde savaş hazırlıklarını tamamlamaya çalışmıştır. Bu anlamda
Tunus’a kadar olan bölgede kendisine bağlı olan tüm şehirlere haber göndererek
savaş için hazırlık yapmalarını, gıda ihtiyaçlarını hazırlamalarını ve yol boyunca su
kuyuları açmalarını emretmiştir. Bu hazırlıklar tamamlanınca ordunun ihtiyacı için
tepeler gibi yığılı erzaklar toplanmıştır. Yine sahil şehirlere haber göndererek savaş
gemileri yapmalarını istemiştir209. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra 10 Safer 554/3
Mart 1159’da ordusuyla Mağribu’l-Ednâ’ya hareket etmiştir210. Selâ’dan Tunus’a
kadar gitmeleri altı ay sürmüştür211. İbn Ebî Zer’in rivayet ettiğine göre,
Abdulmümnin’in sayılamayacak kadar çok sayıdaki ordusunda, Muvahhidlerin ana
kabilelerinden olanlar dışında, Zenâte kabilelerinden ve Oğuzlardan212 askerler de
yer almıştır213.
Muvahhidler ordusu Selâ’dan Tlemsan’a varmış, Abdulmümin Tlemsan
valisi olan oğlu Ebû Hafs’ı da yanına alarak Bicâye’ye ulaşmıştır. Burada vali olan
205 Merrakûşî, 228; Sallâbî, 118; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 795. Merrakûşî, Tunus’un Hıristiyan Sicilya kıralı Roger b. Roger tarafından atanmış olan Müslüman bir vali (Abdullah b. Horasan) tarafından idare edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Merrakûşî 228. 206 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61. İbn Ebî Zer, bu hareketin Şevval’in ilk on günü içinde olduğunu rivayet eder. Bkz. İbn Ebî Zer, 198. 207 İbn İzârî, 62; İbn Ebî Zer, 198. 208 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61, 67. 209 İbn İzârî, 61; Nuveyrî, XXIV, 311; Makdîş, I, 494. 210 İbn İzârî, 62. Nuveyrî, gün belirtmeden bu seferin Safer 554’de başladığını rivayet etmiştir. (Bkz. Nuveyrî, XXIV, 311. Bu seferle ilgili ayrıca bkz. İbn Ebî Zer, 198; Kayravânî, 138; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709)
İbn Haldun, Abdulmümin’in başlangıçta Endülüs’e geçmek için hazırlık yaptığını ve bu amaçla Sebte’ye vardığını, ancak bölgedeki Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları kötü muameleyi haber alınca karar değiştirerek Tunus’a doğru hareket ettiğini belirtmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 337. 211 Hülelü’l-Mevşiyye, 152. 212 Mağrib’teki el-Ğuzz denilen Türkler ile ilgili kısa bir değerlendirme için bkz. Özdemir, İbn Rüşd, 15. 213 İbn Ebî Zer, 198. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise, Abdulmümin’in bu sefer için topladığı ordunun yetmiş beş bini süvari olmak üzere beş yüz bin kişilik bir ordu olduğu ifade edilmektedir. Diğer kaynaklarda yer almayan bu rakam çok abartılı olmalıdır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 152.
156
diğer bir oğlu Ebû Muhammed de, Muvahhidler ordusuna katılmıştır214. Askerler
hasat zamanının yaklaştığı bu mevsimde, ekinlere zarar vermeden dikkatli ve yavaş
bir şekilde ilerlemelerine devam etmişlerdir. Yine Abdulmümin bu seferinde, daha
önce Mehdiyye hakimi olan Hasan b. Ali’yi de yanına almıştır215. Muvahhidler
ordusu konakladıkça namazlarını tek bir imamın imametinde, cemaat halinde edâ
etmişlerdir216. Bu ordu, 24 Cemaziyelahir 554/13 Temmuz 1159’da Tunus’a
ulaşmıştır. Denizden de, Muvahhidler donanmasından yetmiş parça savaş gemisi, İbn
Meymun komutasında ordunun hareketine uygun olarak bölgeye ulaşmıştır217.
Abdulmümin bölgeye ulaşınca Tunus’un kendisine teslim edilmesini istemiş,
ancak bu isteği kabul edilmeyince savaş başlamıştır. Gece olunca Tunus ileri
gelenlerinden 17 kişi Abdulmümin’e gelerek eman istemişler, pazarlıklar yapılmış ve
sonuçta, görüşmecilere eman verilmiş, onların mallarına ve canlarına hiç
dokunulmaması, bunun dışında kalan kişilerin sahip oldukları mallarının yarısını
Muvahhidlere bırakmaları karşılığında yerlerinde kalmaları şartıyla anlaşma
yapılmıştır. Bu anlaşmadan sonra şehrin kapıları Muvahhidlere açılmış ve daha önce
belirlenen şartlar uygulanmıştır218. Merrakûşî, verilen bu bilgilerden hiç bahsetmemiş
ve Muvahhidlerin Tunus’u ani bir baskınla istilâ ettiklerini belirtmiştir219.
Abdulmümin Tunus’tan Mehdiyye’ye hareket etmiş, donanması da denizden
kendisini takip etmiştir. Muvahhidler ordusu 554 yılı Receb ayı ortalarında (m. 1159
Ağustos ayı başlarında) Mehdiyye’ye ulaşmıştır. Mehdiyye’nin çok yakınında
bulunan Zevîle Muvahhidlerin eline geçmiş, bölgedeki Arap, Sanhâceli ve diğer tüm
214 İbnu Sâhibussalat, 171; İbn İzârî, 67. 215 İbnu’l-Esîr, XI, 202; Nuveyrî, XXIV, 304; Nâsırî, II, 124. 216 İbnu’l-Esîr, XI, 202; Nuveyrî, XXIV, 311; Hasan, 470. 217 Nuveyrî, XXIV, 311. Abbâdî-Sâlim, Abdulmümin’in Mehdiyye seferine 150 savaş gemisinin katıldığını belirtmişlerdir. Bkz. Abbâdî- Sâlim, II, 253. 218 Beyzak, 120; İbnu Sâhibussalat, 171, 172; Zerkeşî, 7; Nuveyrî, XXIV, 311, 312; Hülelü’l-Mevşiyye, 153; Nâsırî, II, 121, 122. İbnu Sâhibussalat, Muvahhidler ordusunun önce Mehdiyye’ye vardığını ve buradan Kabes ve Tunus’a hareket ettiklerini ifade eder. Yine Muvahhidler ordusu Kabes’e sekiz mil yaklaştıkları bir sırada, Kabes ileri gelenlerinin başlarında kadıları olduğu halde Muvahhidlere gelerek görüştükleri ve Abdulmümin’e itaati kabul ettiklerini bildirmiştir. Kabes çevresindeki bazı Araplar bu anlaşmayı kabul etmeyerek Muvahhidlere karşı durmaya çalışmışlar, bozguna uğratılmışlar ve malları ganimet olarak alınmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 172. Nuveyrî de, Tunuslularla yapılan anlaşma sonrasında, Tunusluların taşınır ve taşınmaz mallarının ikiye bölünmesi işinin üç gün boyunca devam ettiğini rivayet etmiştir. Abdulmümin, bu işler tamamlanınca Tunus’taki Yahudî ve Hıristiyanları toplayarak onları Müslüman olmaya davet etmiş, kabul edenler bırakılmış, kabul etmeyenler ise öldürülmüştür. Bkz. Nuveyrî XXIV, 312. 219 Merrakuşî, 229.
157
Müslümanlar Mehdiyye’deki Hıristiyanlara karşı Muvahhidlerin yanında yer
almışlardır220.
Abdulmümin, önce bir savaş gemisiyle Mehdiyye çevresini denizden
dolaşarak incelemiş ve şehrin çok iyi korunmakta olduğunu tespit etmiştir221.
Mehdiyye surları altı atlının yan yana gidebileceği genişlikte çok sağlam bir yapıya
sahipti. Konumu ve surları sayesinde çok iyi korunan bu şehrin nasıl ele
geçirileceğini kurmaylarıyla istişâre etmiş ve burayı karadan ve denizden kuşatma
altına almıştır222.
Mehdiyye kuşatması başladıktan sonra, Mehdiyye’deki Hıristiyan
şövalyelerden bazıları şehrin tek çıkışı olan batı kısmındaki kapısından zaman zaman
aniden çıkarak Muvahhidlere saldırıp geri surların içine kaçıyorlardı. Abdulmümin,
onların dışarı çıkabildikleri şehrin batısındaki tek yerin duvar örülerek kapatılmasını
emretmiş ve kısa zamanda buraya sur çekilerek şehrin kara tarafında bulunan bu tek
çıkış yeri de kapatılmıştır223. Mehdiyye’ye denizden gelebilecek yardımların da
Muvahhidler donanmasıyla kesilmesiyle, şehirde bulunanlar adeta içeride
hapsedilmişlerdir. Böylece Mehdiyye’ye her türlü giriş çıkış kesilmiş, içerde kalanlar
için zaman geçtikçe kendini iyice hissettiren açlık, kıtlık ve korkudan dolayı, teslim
olmaktan başka çare bırakılmamıştır. Abdulmümin, altı ay kadar devam etmiş olan
kuşatmayı bu şekilde sürdürerek, Mehdiyye’nin teslim olması için beklemiştir224.
Mehdiyye’deki kuşatma sürerken Abdulmümin, askerlerinden bir kısmıyla
bölgedeki diğer yerleri ele geçirmek için çalışmalarını sürdürmüştür. Bu çerçevede,
Safâkıs, Sûsa, Kayravan, Kabes’ten Trablus’a kadar, burada bulunan her yeri
devletinin sınırları içine katmıştır225. Böylece bölgede Muvahhidlerin eline geçmeyen
tek yer, Hıristiyanların kuşatma altındaki merkezi Mehdiyye kalmıştır.
220 Nuveyrî, XXIV, 312. 221 İbnu’l-Esîr, XI, 203. 222 Merrakûşî, 229; İbn Ebî Zer, 198. 223 İbnu’l-Esîr, XI, 203; Nuveyrî, XXIV, 312; Zehebî, Siyer, XX, 374; Nâsırî, II, 122. 224 Merrakûşî, 229; Nuveyrî, XXIV, 312, 313; Nâsırî, II, 121, 122. 225 Merrakûşî, 230; İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 312; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; İbn Haldun, el-İber, VI, 237; Nâsırî, II, 123; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. Merrakûşî, Mehdiyye dışındaki yerlerin Muvahhidler tarafından alınmasının Mehdiyye’nin düşmesinden sonra gerçekleştiğini rivayet etmektedir. Kanaatimizce diğer kaynaklarda bildirildiği gibi, kuşatma esnasında bu yerlerin alınmış
158
Muvahhidlerin Mehdiyye kuşatmasının başlamasından hemen sonra, 554 yılı
Şaban (1159 Eylül) ayında, Hıristiyanlara destek olmak ve Mehdiyye kuşatmasından
kurtulmalarını sağlamak için yardım amacıyla Sicilya’dan yüz elli kadar savaş
gemisinden oluşan bir donanma Mehdiyye önlerine gelmiştir. Mehdiyye’yi denizden
abluka altına almış olan Muvahhidlere bağlı donanma ile Sicilya’dan gelen
Normanlar donanması arasında çatışma çıkmış ve Muvahhidler üstünlüklerini deniz
savaşında da göstermişler, Hıristiyan donanmasına bağlı yedi gemiyi de ele geçirerek
bu saldırıyı boşa çıkarmışlardır226.
Muvahhidlerin Mehdiyye kuşatması gevşetilmeden sürdürülürken
Mehdiyye’de kıtlık başlamış, şehirde fiyatlar iyice yükselmiş227, Mehdiyyeliler
çaresizlikten dolayı atlarını bile yemeye başlamışlardır. Şartların günden güne iyice
zorlaşması ve dışardan yardım ümitlerinin bitmeye başlamasıyla, Zilhicce ayının
sonlarında (m. 1160 Ocak ayı ortalarında) Mehdiyye’de bulunan on kadar Hıristiyan
şövalye Abdulmümin’e gelerek barış görüşmelerine başlamışlardır. Abdulmümin
onları İslâm’a davet etmiş ancak onlar bu daveti kabul etmemişler, sadece
kendilerinin taşıyabilecekleri eşyalarını alarak Mehdiyye’yi terk etmeleri için izin
vermesini istemeye geldiklerini söylemişlerdir. Abdulmümin bir süre kararsızlık
içinde kalmış; ancak daha sonraki görüşmelerde onların istedikleri gibi; şehri
Muvahhidlere teslim etmeleri karşılığında taşıyabilecekleri mallarını da yanlarına
alarak çıkıp gitmelerini içeren bir anlaşma yapılmıştır228. Mehdiyye’deki
Hıristiyanlar Abdulmümin tarafından kendilerine tahsis edilen gemilerle 555 yılı
Muharrem ayı başlarında (m. 1160 Ocak ayı sonlarında) Sicilya’ya hareket
olması gerçeğe daha uygundur. Çünkü alınan tedbirlerden sonra Muvahhidlerin Mehdiyye’de yüz bin kadar askerle beklemeleri gereksiz hale gelmiş, kuşatmayı sürdürebilecek kadar asker burada bırakılarak şehrin teslim olması zamana bırakılmış, ordunun kalanı çevredeki diğer yerlerin fethiyle meşgul olmuştur. Mehdiyye’nin alınmasından sonra bölgeden ayrılarak Merrakeş’e hareket etmiş olan Abdulmümin, fetihten iki ay gibi kısa bir süre sonra ve 9 Rebîülevvel 555 (19 Mart, 1160)’da Endülüs’te Cebelü’l-Feth’in inşasını başlatmıştır. Bkz. İbn Ebî Zer, 199; Merrakûşî, 230. 226 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nuveyrî, XXIV, 314; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; Zehebî, Târih, XXXVIII, 265; Nâsırî, II, 123; Makdîş, I, 498; Abbâdî-Sâlim, II, 253. 227 Zehebî, Târih, XXXVIII, 265. 228 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nâsırî, II, 123.
159
etmişlerdir. Bazı rivayetlere göre, Mehdiyye’den ayrılan Hıristiyanlardan çoğu, kış
şartlarının ağırlığından dolayı Sicilya’ya ulaşamamışlardır229.
Muvahhidler 10 Muharrem 555/21 Ocak 1160’da Mehdiyye’ye girmişler230,
şehirde ihtiyaç duyulan her şeyi anında buraya naklederek kuşatmadan dolayı zor
durumda kalan halkın sıkıntılarını hızla gidermeye çalışmışlardır. Abdulmümin,
Mehdiyye’nin Muvahhidler tarafından Hıristiyan işgalinden kurtarılmasını bir
mektupla (bildiri) kendilerine bağlı diğer bölgelere bildirmiştir. Mehdiyye’nin
alınması haberi Müslümanları son derece sevindirmiştir. Bu haberin ulaştığı
yerlerden biri olan, Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi İşbîliye’de, şenlikler
düzenlenmiş, bu müjdeli haber, şiirlerle, şarkılarla, trampetler çalınarak ve üç gün
boyunca bütün halka ziyafetler verilerek kutlanmıştır231.
Abdulmümin Mehdiyye’de yirmi gün kadar kalarak buradaki işleri düzene
sokmaya çalışmıştır. Mehdiyye’ye girişinden hemen sonra Muvahhidlerin ileri
gelenleri toplanmışlar, Abdulmümin’in elini öperek bu zaferinden dolayı onu tebrik
etmişlerdir. Abdulmümin Muvahhidlerin fakihlerinden olan Ebû Muhammed
Mâlakî’ye dönmüş ve bu zafer hakkında söyleyecek bir şeyi olan yok mu? diyerek
günün önemiyle ilgili şiir beklediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine İbn Habbus güzel
bir kaside okumuş ve Halife’den ödülünü almıştır232. Abdulmümin burada bir süre
kaldıktan sonra Safer ayı başlarında (m. 1160 Şubat ayı ortaları) Mehdiyye’ye Ebû
Abdullah Muhammed b. Ferec’i vâli olarak ve yanına da Mehdiyye’nin eski sahibi
olan Hasan b. Ali Sanhâcî’yi yardımcı olarak bıraktıktan sonra Merrakeş’e hareket
229 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nuveyrî, XXIV, 314; Nâsırî, II, 124. Bu konuyla ilgili bazı rivayetlerde, Abdulmümin’in Mehdiyye’deki Hıristiyanları öldürmemesinin sebebi olarak; onların öldürülmesi durumunda Sicilya Kralı’nın da Sicilya’daki Müslümanları öldüreceği, can ve mal güvenliklerini tanımayacağı yolunda tehdit etmiş olması kaydedilmiştir. Bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nâsırî, II, 124. Ancak böyle bir tehdit olmasa bile, Abdulmümin tarihteki diğer Müslüman liderler gibi yaptığı anlaşmalarının gereğini daima yerine getirmiştir. Konuyla ilgili rivayetlere göre o, Normanlarla şehri teslim etmelerine karşılık kendilerini serbest bırakmak üzere anlaşmıştır. 230 İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 314; İbn Haldun, el-İber, VI, 237; Jemil, 110. A. Sâlim, Muvahhidlerin Mehdiyye’ye girişini kaynaklarda verilen 10 Muharrem 555 yerine, belki de kuşatmanın başlama tarihini esas almış ve yıl olarak 554 tarihini vermiştir. Bkz. Sâlim, Mâğribu’l-Kebîr, II, 795. Beyzak, Mehdiyye’nin fethini ayrıntıya girmeden ve tarih vermeden Mehdiyye’nin kuşatıldığını, kuşatmada mancınıklar kullanıldığını ve burada Muvahhidlerden sadece bir kişinin öldüğünü belirterek kısaca anlatmıştır. Bkz. Beyzak, 120. 231 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 64, 65; Nuveyrî, XXIV, 314. 232 İbnu Sâhibussalat, 115, 116.
160
etmiştir233. Aynı zamanda Abdulmümin, burada Hasan’a güzel bir ev ve arazi
bağışlamıştır234.
Abdulmümin, Mehdiyye’den hareketinden sonra Bicâye, Bethâ ve Tlemsan
üzerinden Vehran yakınlarındaki doğum yeri olan Tecrâ’ya ulaşmış, burada köyünü
ve annesinin kabrini ziyaret etmiş, akrabalarıyla da görüşerek sahil yolundan
Merrakeş’e geçmiştir235.
Abdulmümin, bu seferi ile Mağrib tarihinde çok önemli bir netice elde
etmiştir. Böylece Muvahhidler Devleti en geniş sınırlarına ulaşmış, Abdulmümin
Trablus’tan Atlas Okyanusu’na kadar bütün Mağrib’i ve Endülüs’ü içine alan, daha
önce Emevîlerden beri bölgede kimsenin gerçekleştiremediği çok büyük bir alanı tek
çatı altında toplamıştır. Diğer taraftan bölgede yayılarak devam eden Hıristiyan
işgalini de sona erdirmiştir236.
Abdulmümin’in bundan sonraki askerî faaliyetlerinin merkezi Endülüs
olmuştur. O, Mehdiyye seferinden döner dönmez, Endülüs’te Cebelü’l-Feth’in
inşasını başlatmış ve kısa zamanda bu şehrin kuruluşunu tamamlattırarak yıl sonunda
Endülüs’e geçmiş, buradaki askerî faaliyetler için çalışmalarına başlamıştır.
Abdulmümin, 558 yılında Endülüs’te büyük bir askerî Harekât için bütün hazırlıkları
tamamlamışken, Endülüs ile ilgili hayallerini gerçekleştiremeden eceli gelmiş ve tam
olarak amacına ulaşamadan ölmüştür237.
E-ABDULMÜMİN’İN ÖLÜMÜ
Abdulmümin altmış küsur yaşı boyunca, neredeyse durmaksızın, sürekli
mücadele etmiştir. O, ömrünü dolu dolu yaşamış ve hayatının son otuz üç yılında İbn
Tûmert’den miras aldığı, Batı Atlas Dağları üzerindeki Tinmellel merkezli küçük bir
233 İbnu’l-Esîr, XI, 141, 204; Nuveyrî, XXIV, 314, 315; Kayravânî, 139; Sallâbî, 117. 234 İbnu’l-Esîr, XI, 204. 235 İbnu Sâhibussalat, 115; Merrakûşî, 131, 132; Nuveyrî, XXIV, 314; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 366; Nâsırî, II, 123, 124; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710. 236 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 65; Sallâbî, 119; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; Guneymî, II, 211; Julien, II, 144. 237 Ceylâlî, Abdulmümin’in Mısır ve bütün İslâm alemini ele geçirme düşüncesi taşıdığını belirterek, onun ufkunun hangi boyutlarda olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Ceylâlî, 7.
161
devleti, koca bir imparatorluğa; bölgesinin en geniş ve güçlü devletine dönüştürmeyi
başarmıştır.
Aslında İbn Tûmert’in bıraktığı en önemli miras, Abdulmümin başta olmak
üzere, yetiştirdiği insanlara aşıladığı dinî, siyâsî, askerî vb. alanlardaki güçlü
mücadele ruhu olmuştur. Onlar, İbn Tûmert’ten miras olarak aldıkları bu ruhla,
Abdulmümin başkanlığında en büyük başarıları elde etmişlerdir.
Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler, yıllarca Kuzey Afrika’nın her
yanında ve Endülüs’te ayak basmadık yer bırakmamış, sürekli yeni zaferler için
çalışmışlardır. Bu çabalarıyla Abdulmümin bölgenin ve İslâm dünyasının en büyük
liderlerinden olmuştur.
Abdulmümin ömrünün son on beş yılını bir yandan Endülüs, diğer yandan da
Mağribu’l-Evsat ve Mağribu’l-Ednâ bölgelerindeki savaşlarla geçirmiştir. Buralarda
her hangi bir yerde elde edilen her başarı haberi, diğer bir taraftaki başarı için moral
kaynağı olmuştur. Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı sürdürülen bir savaş ya da
kazanılan bir zafer Afrika’da, yine Kuzey Afrika kıyılarını işgal eden Hıristiyanlara
karşı elde edilen zafer de Endülüs’te çok olumlu bir şekilde yankılanmıştır238. Yine
Abdulmümin’in Hıristiyanlara karşı elde ettiği bu başarılar, İfrikiyye’deki binlerce
Arabın Muvahhidler safında Hıristiyanlara karşı yapılan savaşlarda gönüllü
yazılmalarına yol açmıştır239.
Abdulmümin, ölümünden önceki son bir yılını Endülüs’te girişeceği geniş
kapsamlı Harekât için hazırlıklarla geçirmiştir. O, hazırlıklarını sürdürdüğü hayatının
en büyük seferinden önce, 558 yılı başlarında (m. Ocak 1163), zor kış şartlarına
aldırmadan, soğuk, yağmur ve kar altında son bir kez İbn Tûmert’in kabrinin
bulunduğu Tinmellel’e gitmiştir. Abdulmümin, bu yolculuğu esnasında aşırı yağıştan
dolayı sırıl sıklam ıslanmıştır240.
Abdulmümin, Tinmellel’den dönüşünden sonra, 15 Rebîülevvel 558/21 Şubat
1163 Perşembe günü, Endülüs’te büyük bir savaşa girişmek için Merrakeş’ten
238 İbnu Saibussalat, 119; İbn İzârî, 64, 65. 239 Nuveyrî, XXIV, 315. 240 İbnu Sahibussalat, 212-214; İbn İzârî, 78; İnan, I, 393.
162
Selâ’ya (Ribatulfeth’e) hareket etmiştir241. Selâ’ya ulaşınca devletinin her yanından
gelerek burada toplanan askerlerini Endülüs’e yapacağı sefer için hazırlamaya
başlamıştır. Ancak bu hazırlıkları tamamlayıp yola çıkamadan hastalanmıştır.
Muvahhidlerin bu büyük ordusu, bütün ihtişamı ile Abdulmümin’in iyileşerek her
zaman olduğu gibi başlarına geçmesini beklemiş, ama bu mümkün olmamış,
toplanan ordu ilk defa harekete geçememiştir.
Bu sırada Abdulmümin’in hastalığının iyileşmesi için doktorlar bütün
çabalarını sarfetmişler, onun hasta olduğunu öğrenen insanlar da sağlığına kavuşması
için günlerce dua ederek beklemişlerdir. Onun iyileşmesi için ortaya konulan hiçbir
çaba sonuç vermemiş, Merrakeş’ten ayrılmasından yaklaşık üç ay sonra
Abdulmümin burada, binlerce askeri sefer için emir beklerken vefat etmiştir. O,
Endülüs’e yapacağı geniş kapsamlı bu son seferini gerçekleştiremeden dünyaya veda
etmiştir242.
Abdulmümin’in ölümü başlangıçta gizli tutulmuştur. Onun oğlu ve aynı
zamanda hâcibi olan Ebû Hafs, Muvahhidlerin ileri gelenleriyle bir toplantı yapmış,
onlarla yapmaları gerekenler konusunda fikir alış verişinde bulunmuştur. Daha sonra
da Abdulmümin’in hastalığından dolayı Endülüs seferinin ertelendiği bildirilerek
askerlere evlerine dönmeleri için izin verilmiştir243.
Abdulmümin hasta olduğu son anlarında, askerlerine komutanlık yaparak
harekete geçemese de, ölümünden bir hafta kadar önce 2 Cemaziyahir 558/08 Mayıs
1163’de, ileri gelen adamlarıyla görüşerek son bir hamle yapmış ve başlattığı
Harekâtı kendisinden sonra sürdürmesi gereken veliahdını yeniden belirlemiştir244.
Devletinin ileri gelen adamlarıyla yeni veliahdının kim olması gerektiğini istişâre
etmiş, istişâre sonucunda, daha önce veliaht olarak biat almış olduğu oğlu
Muhammed’i yetersiz gördüğünü belirterek azlettiğini bildirmiş ve yerine bu iş için
daha uygun olduğuna karar verdiği diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u veliaht tayin
241 İbnu Sâhibussalat, 214; İbn İzârî, 79; İnan, I, 393. İbn Ebî Zer, belirtilen kaynaklardan farklı olarak Abdulmümin’in Merakeş’ten 5 Rebîulevvel’de hareket ettiğini rivayet etmiştir. Bkz İbn Ebî Zer, 202. 242 Beyzak, 121; İbnu Sâhibussalat, 217, 218, 228; İbn İzârî, 79; Nuveyrî, XXIV, 321, 322; İbnu’l-Esîr, XI, 238. 243 İbnu Sâhibussalat, 228, 229. 244 İbn Ebî Zer, 202.
163
etmiştir245. Ebû Yâkub Yusuf’un Muhammed’in yerine veliahd yapılmasının bir çok
gerekçesi olduğu söylense de, bir başka gerekçe olarak da onun Muvahhidler
Hareketinin kuruluş aşamasında rol alan Tinmellel’in ileri gelenlerinden Musa Darîr
ve Ebû İbrahim ile olan yakınlığıdır. Ebû Yusuf’un annesi Musa Darîr’in kızıdır246.
O, aynı zamanda Ebû İbrahim’in de kızı ile evlenmiştir247. Bu akrabalıklar yanında
Abdulmümin’in oğlu olması, daha Endülüs’teki valiliği esnasında göstermiş olduğu
başarıları ve devlet başkanlığı konusundaki ehliyeti onu avantajlı hale getirmiştir.
Yine Merrakuşî’nin rivayetine göre Ebû Hafs Ömer ile Ebû Yâkub Yusuf ana-baba
bir öz kardeştirler. Abdulmümin’in son dönemlerinde vezirlik ve haciblik görevini
yürütmekte olan oğlu Ebû Hafs Ömer, kardeşi Ebû Yâkub’un halife olarak biat
alması için özel bir gayret göstermiş ve bu konuda önemli katkıda bulunmuştur248.
Bazı kaynaklarda, Muhammed’in görevden alınarak yerine Yusuf’un
getirilmesinin, Abdulmümin’in ölümünden sonra Muvahhidlerin ileri gelenlerinin
kararıyla gerçekleştiği rivayet edilmiştir. Nitekim, İbnu Sâhibussalat,
Abdulmümin’in 10 Cemaziyelahir’de öldüğünü ve o gece daha önce veliaht olarak
belirlenen Muhammed’in bu görevden alınarak yerine kardeşi Yusuf’a biat edildiğini
belirtmiştir249. Bu konudaki diğer bazı rivayetlere göre ise, Abdulmümin’in
ölümünden sonra daha önce biat almış olan Muhammed’in halife olması konusunda
ihtilaf çıkmıştır. Sonuç olarak Muhammed göreve başlamasından bir buçuk ay kadar
sonra Muvahhidlerin ileri gelenlerinin kararıyla azledilmiş yerine Abdulmümin’in
diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir250.
Bütün bu rivayetleri göz önünde bulundurarak, Abdulmümin’in ölmeden kısa
bir süre önce ya da ölümünden hemen sonra başlangıçta veliahd olarak belirlenen
245 İbnu Sâhibussalat, 213; İbn İzârî, 79; İbnu’l-Esîr, XI, 238; Nuveyrî, XXIV, 321; İbnu Ebî Zer, 202; Eşbah, II, 62. İbnu Sâhibussalat, Abdulmümin’in son Tinmellel ziyareti esnasında oğlu Muhammed’i de yanına aldığını rivayet etmektedir. Bu yolculuk esnasında, Muhammed’in şarap içtiği için sarhoş olduğu Abdulmümin’e şikayet edildiği belirtilmiştir. Bunun üzerine Abdulmümin onu yanına çağırmış ve azarlamıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 213. Merrakuşî ve Nâsırî de Muhammed’in azledilmesinin sebebi olarak onun içki müptelası, hafif meşrep, görüşleri isabetsiz ve korkak olduğu yönünde suçlamalar sıralamışlardır. Bkz. Merrakûşî, 236; Nâsırî, II, 129. 246 Merrakuşî, 337. 247 Merrakuşî, 234. 248 Merrakuşî, 336, 337. 249 İbnu Sâhibussalat, 317. 250 İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Târihu’l-İslâm, XXXVIII; 266; Zehebî, Siyer, XX, 375; Nâsırî, II, 129; Jemil, 111, 112.
164
Muhammed azledilerek yerine Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir. Ancak Muhammed
daha önceden veliahd olduğu için belli bir bölgede yeni durumu kabullenmeyerek
hakim olmuş olabilir. Daha sonra ise (bu süre bir buçuk ay kadardır) yeni halife olan
Ebû Yâkub, kardeşini etkisiz hale getirerek her yerde hakimiyetini kurmuştur.
Kaynaklarda Abdulmümin’in 558 yılı Cemaziyelahir ayında (Mayıs-Haziran
1163) vefat ettiği konusunda ihtilaf yoktur. Ancak onun bu ayın hangi gününde
öldüğü konusunda, ayın 8-10-20 ve 27. günü gibi farklı tarihler verilmiştir.
Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda en erken tarihi Beyzak ve İbn Kattan
gibi Muvahhidler Devleti’nin resmî tarihçileri diyebileceğimiz kaynaklar, onlarla
birlikte İbnu’l-Hatib ve Nâsırî vermektedir. Onlar Abdulmümin’in ölüm tarihini gün,
ay ve yıl olarak, 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs 1163 olarak belirtmişlerdir251.
Yine Muvahhidlerin resmî tarihçilerinden olan İbnu Sâhibussalat ve onun gibi
İbn İzârî, İbn Ebî Zer, Nuveyrî ve Zerkeşî, Abdulmümin’in 10 Cemaziyülahir 558/16
Mayıs 1163’de öldüğünü rivayet etmişlerdir252.
İbnu’l-Esîr, Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda diğer bütün kaynaklardan
farklı olarak 20 Cemaziyelahir 557/26 Mayıs 1163 tarihini vermiştir253.
Merrakuşî ise, eserinin bir yerinde Abdulmümin’in ölümünün gün, ay ve yıl
belirterek 27 Cemaziyelahir 558/2 Haziran 1163 tarihinde gerçekleştiğini bildirirken,
başka bir yerde gün belirtmeksizin, sadece 558 yılı Cemaziyelahir ayında öldüğünü
söylemekle yetinmiştir. Zehebî de Abdulmümin’in ölüm tarihi olarak Merrakuşî gibi
27 Cemaziyelahir 558/2 Haziran 1163 tarihini tercih etmiştir254.
251 Beyzak, 83; İbn Kattan, 205; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 199, 200; Nâsırî, II, 129. İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm adlı eserinde Abdulmümin’in ölüm tarihini 8 Cemaziyelahir 558 olarak verdiği halde, Rakamu’l-Hulel’de, 10 Cemaziyelahir 558 olarak vermiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 269. Araştırmacılardan A. Sâlim, Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda Beyzak’tan farklı olarak, 27 Cemaziyelevvel 558 tarihini verdiği halde, kaynak olarak Beyzak’a atıfta bulunmuştur. Bkz. A. Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 710. 252 İbnu Sâhibussalat, 228; İbn İzârî, 79; İbn Ebî Zer, 202; Zerkeşî, 9; Nuveyrî, XXIV, 318; İnan, I, 394; Eşbah, II, 62; Hâcî, 459; Nasrullah, 327; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 275; Halefullah, 114. 253 İbnu’l-Esîr, XI, 238. 254 Merrakuşî, 197, 235; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 266; Mu’nis, Tarihu’l-Mağrib, II, 101; Mu’nis, Hüseyin, Vesâiku’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn,113, Zahir, 1997; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; Guneymî, II, 212.
165
İbn Hallikan, Abdulmümin’in 558 yılının Cemâziyelahir ayının son on günü
içinde vefat ettiğini belirtmiş, İbn Kesîr ve Kalkaşandî ve daha birçok eserde
Abdulmümin’in ölüm tarihi olarak sadece 558 yılı zikredilmiştir255.
Abdulmümin’in ölüm haberi başlangıçta gizli tutularak İşbîliye’de bulunan
müstakbel halifenin ordunun bulunduğu Selâ’ya gelmesi beklenmiştir256. Onun
ölümü, işlerin yoluna girmesi ve duruma hakim olunacağı kanaatinin oluşmasından
sonra açıklanmıştır. Bu gizlilik süresi içinde onun hasta olduğu söylenmiş,
Abdulmümin’in oğlu, veziri ve hacibi Ebû Hafs Ömer, ‘Abdulmümin şu şu işleri
yapmanızı istiyor’ diyerek durumu idare etmeye çalışmıştır257. Bir müddet sonra Ebû
Yâkub Yusuf’un biat alması sağlanmış ve Abdulmümin’in öldüğü halka
açıklanmıştır. Daha önce İbn Tûmert’in ölümünün bir süre gizli tutulması gibi,
Hülelü’l-Mevşiyye’de bildirildiğine göre benzer bir gizlilik uygulaması
Abdulmümin’in oğlu Yusuf’un ölümü sonrasında olmuştur. Yusuf’un ölüm haberi
bir müddet gizli tutulmuş, bu esnada öldüğü yere defnedilmiş, daha sonra işler
yoluna girince halifenin ölümü ilan edilmiş ve cenaze Tinmellel’e nakledilerek İbn
Tûmert’in ve babasının kabirleri yanına defnedilmiştir258.
Kaynaklarda verilen bilgilerden Abdulmümin’in 8 Cemaziyelahir’de öldüğü
halde, yeni halifenin olay yerine ulaşması ve biat almaya hazır hale gelmesine kadar
beklenmiş olduğunu ifade edebiliriz. Yani, Beyzak, İbn Kattan ve İbnu’l-Hatib’in
diğer kaynaklara göre daha erken bir tarih vermiş olmaları ve diğer kaynaklarda
Abdulmümin’in ölümünün daha geç tarihlerde gerçekleştiğinin belirtilmesi, en
azından bazı karışıklıklar çıkmasını önlemek için, bu olayın bir müddet gizli
tutulmuş olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Liderlerin ölümünün bir müddet
gizlenmesi, zaman zaman günümüzde de başvurulan siyasi bir uygulamadır. Biz
biraz da bunu göz önünde bulundurarak, Abdulmümin’in ölüm tarihini kaynaklarda
255 İbn Hallikan, I, 404; İbn Kesîr, XII, 246; Kalkaşandî, V, 191; Miranda, Huici, ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, III, 312, İstanbul, 1997; Altındağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766; İbnu’l-İmâd, VI, 306; İbnu’l-Cevzî, I, Cüz 8, 246; Erbilî, II, 426; İbn Kesîr, XII, 246; Makdîş, I, 465; A. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; S. M. İmamuddin, 313; Abbâdî-Sâlim, Tarihu’l-Bahriyye, II, 261; Jamil, 108; Provençal, Hadâratu’l-Arabiyye, 197; Watt, M. Watt, A History Of İslâmic Spain, 105, Edinburgh, 1965; Le Tourneau, Harekâtu’l-Muvahhidiyye, 71. 256 Nâsırî, II, 131; Eşbah, II, 63. 257 İbnu’l-Esîr, XI, 238. 258 Nuveyrî, XXIV, 321, 322; Hülelü’l-Mevşiyye, 158; İbnu’l-Esîr, XI, 238; Nâsırî, II, 131; İnan, I, 395.
166
rivayet edilen en erken tarih olan, 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs 1163 olarak kabul
ediyoruz.
Abdulmümin’in cenazesi, ölümünden iki ay kadar sonra 558 yılı Şaban (m.
1163 Temmuz) ayının ilk günlerinde Tinmellel’de İbn Tûmert’in kabri yanına
defnedilmiştir259.
Başlangıçta dinî ve siyâsî bir düşünce sistemine bağlı kişiler tarafından
kurulmuş olan Muvahhidler Devleti, döneminin baskın siyâsî anlayışına teslim
olarak bir hanedanlığa dönüşmüştür. Muvahhidler kuruluş döneminin ruhuyla
hareket ettikleri sürece başarılarını sürdürmüşlerdir. Ancak daha sonra her
hanedanlığın başına gelen Muvahhidlerin de başına gelmiştir. Tabiî olarak bütün
hanedanlıklarda olduğu gibi, devlet başkanlığına getirilecek kişilerde liyakatten önce,
ailesi belirleyici olmuş, bu da zamanla devletin zayıflamasına ve çökmesine yol açan
önemli sebeplerden biri haline gelmiştir.
Muvahhidler Devleti bölgede Müslümanların kurmuş olduğu en büyük ve en
güçlü devlet ve aynı zamanda, yeri tam olarak doldurulamayan bir siyâsî otorite
olarak tarihteki yerini almıştır. Muvahhidler, hakimiyetleri döneminde Endülüs’te ve
Mağrib’te önemli eserler ortaya koymuşlardır. Onlardan sonra, Müslümanlar bölgede
bir daha Muvahhidler kadar güçlü ve geniş bir coğrafyaya hükmeden devlet
kuramamışlardır. Muvahhidler denilince belki de en fazla, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd
gibi dev filozoflar yetiştiren fikri ortamın bir daha gelmediğini düşünerek, onların ne
büyük işler yaptıklarını anlamaya çalışmalıyız.
259 Beyzak, 83; İbn Kattan, 205; Hülelü’l-Mevşiyye, 157; İnan, I, 395; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ABDULMÜMİN DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
A-ABDULMÜMİN DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ
Abdulmümin, İbn Tûmert’in davetiyle başlangıçta tamamen dinî gerekçelerle
ortaya çıkan, arkasından siyasî özellik kazanan ve Tinmellel çevresinde küçük bir
alana hükmeden bir hareket devralmıştır. O, bu hareketi kısa sürede aşama aşama
büyük bir imparatorluk haline getirmiştir. Kendisi Muvahhidlerin ileri gelenlerinin
seçimi ile iş başına geldiği halde, zamanla ortaya çıkan gelişmeler sonucunda iktidarı
kendi ailesine hasrederek, Muvahhidler Devleti’ni bir hanedanlığa dönüştürmüştür1.
Abdulmümin, özellikle Merrakeş’in zapt edilmesinden sonra devletinin
şekillenmesini ve kurumlarının oluşturulmasını sağlamıştır. O, aynı zamanda
devletini coğrafî olarak sürekli genişletmeye devam etmiştir. Bu arada çeşitli
vesilelerle yazdığı mektupları veya emirnâmeleriyle yönetim ile ilgili bazı
prensiplerini de yazılı metin olarak ortaya koymuştur. İnan, Abdulmümin’in 543 yılı
15 Rebîulevvel’inde (3 Ağustos 1148) Endülüs’teki devlet görevlilerine yazmış
olduğu uzun mektubunun Muvahhidlerin anayasası olarak değerlendirilebileceğini
söylemiş ve bu mektuptaki temel vurguları dokuz başlık altında ele almıştır.
Abdulmümin bu yazısı hakkında anyasa demek abartılı kabul edilebilise de, hükümet
programı olarak kabul edilebilir. O, bu yazısında, görevlilere Allah’tan korkmalarını,
hevâlarına uymamalarını, Müslümanların haklarına saygılı olmalarını, İslâm
hükümlerine bağlı kalmalarını, adaleti sağlayıp haksızlıklardan kaçınmalarını, hiçbir
şekilde haksız yere kan dökmemelerini istemiştir. Abdulmümin özetle bu
mektubunda İslâmiyet’in temel prensiplerini hatırlatmış, bunlara hayatın her alanında
uyulmasını, uymayanlara gerekli müeyyidelerin uygulanması gerektiğini
bildirmiştir2.
Muvahhidler devri, Mağrib’in siyasî ve kültürel tarihinde çok önemli bir
yere sahiptir. Bu hareket daha doğuşundan itibaren büyük bir enerji ile ortaya çıkmış
1 İnan, II, 616, 630; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766. 2 İnan, I, 399-402; Züneyber, 202-203. Abdulmümin’in bu mektubunun tam metni için bkz. İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561.
171
ve tarihte eşine az rastlanacak bir hızla, büyük bir siyasî ve kültürel hareketlilik
ortaya koymuştur. Muvahhidler akîdesi yayıldığı her yerde genel fikrî canlılık
sağlamıştır. Bu canlılığın bir ürünü olarak Muvahhidler Edebiyatı oluşmuştur. Bu
dönemde şairlerin teşvik edilmesiyle büyük bir Muvahhid şiir antolojisi ortaya
çıkmıştır3. Onların ilim, düşünce ve felsefeye verdikleri destekle alimler
edebiyatçılar, şairler, tabipler vb. yetişmiş, sonuç olarak onların dönemi bir ilim ve
edebiyat asrı olmuştur4. Muvahhidler devri bölge için bir güven dönemi5 ve altın çağ
olarak kabul edilmiş6, bu devlet bölgenin en güçlü İslâm devleti olmuştur7.
Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler sürekli büyümeyi, dinî hassasiyeti ve
yeniliği temel şiarları olarak kabul etmiştir8.
Abdulmümin, otuz üç yıl süren iktidarına, Murâbıtlar Devleti’ni tamamen
ortadan kaldırmak yanında, Trablus’tan Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya), oradan
Endülüs’e (Güney İspanya ve Portekiz’e) uzanan, bölgesinde devrinin en büyük ve
güçlü devletini kurma başarısını sığdırmıştır. Bu geniş coğrafyada arazi ölçümleri
yaptırarak sağlıklı bir vergi sistemi kurmaya çalışmış, tersaneleri, silah üretim
yerleri, madenleri ve ihtiyaç duyulan her türlü tüketim mallarının üretimini teşvik
ederek canlı bir ticârî yapı oluşturmuştur9.
Muvahhidler Devleti, çok uzun ömürlü olmadığı halde (1121-1269), siyasî,
ekonomik, kültürel ve medenî alanlarda ortaya koyduğu sistemin etkisi, kendinden
sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Yine felsefe, tıp, mühendislik, mimarlık,
büyük gemi yapımı gibi alanlardaki büyük adımlar yanında, sosyal, siyasal ve
ekonomik hayata büyük bir canlılık getirmişlerdir10. İ. Harekât, Muvahhidler
Devleti’nin her türlü fikrî hareketi teşvik ettiğini ve bu dönemin Mağrib için zirve
olduğunu belirtmiştir. Bu dönemde, Endülüs ve Kayaravan’daki alimler ve
edebiyatçılar Mağrib’e akın etmişler, fikrî gelişimleri için kütüphaneler onların
3 Cüllâb, Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb, 46. 4 Sâih, Hasan, Hareketü’l-İlmiyye fi’l-Mağrib, 207, Darulbeydâ, 1986. 5 Menûnî, 15. 6 Brignon, V, 343, 350. 7 Guneymî, II, 293. 8 Cüllâb, 44. 9 Harekât, Mağrib, I, 337 vd.; Menûnî, 174. Merrakûşî, Muvahhidler döneminde Endülüs ve Mağrib’de bulunan altın gümüş, demir, kibrit gibi madenlerin çıkarıldığı yerleri belirtmiştir. Bkz. Merrakûşî, 346 vd.; Menûnî, 174, 175. 10 Guneymî, II, 260, 271.
172
hizmetine verilmiştir. Muvahhidler Devleti devlet adamları, başta Abdulmümin
olmak üzere alim ve edip şahsiyetlerdir. Onların meclisleri aynı zamanda ilim,
edebiyat ve siyaset meclisi olmuştur. Endülüs ve Mağrib’in büyük alimlerinden olan
Abdulvâhid Merrakûşî, Ebû Bekr b. Zühr, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi şahsiyetler
dönemlerindeki Muahhidler Devleti’nin halife ve ileri gelen diğer kişileriyle aynı
ilim meclislerini paylaşmışlar ve sohbet etmişlerdir. Sonuç olarak bu dönemde, bütün
Mağrib ve Endülüs hem siyasî ve hem de fikrî yönden birleştirilmiştir11.
Muvahhidler, kitap toplamak ve kütüphane oluşturmaktaki ihtimamlarıyla da ilme
verdikleri değeri ortaya koymuşlardır12.
Muvahhidler, Endülüs ve Mağrib medeniyetini kaynaştırarak ortaya
koydukları siyasal ve kültürel hareket, kendilerinden sonra kurulan devletler
tarafından da sürdürülmüştür13. XIII. yüzyıl başlarında kurulup, XVI. yüzyıl
sonlarına kadar varlığını devam ettiren Hafsîler Devleti (m. 1228-1574) tamamen
Muvahhidler Devleti’nin başlangıçtaki ilkelerini yaşatmak adına kurulmuş bir
devlettir14.
Diğer yandan kültürel alanda da, Murâbıtlar döneminde bazı eserlerin
yasaklanması ve bu anlamda Gazâlî’nin eserlerinin yakılmasına kadar giden bir
tutuculuk aşılmıştır. Bu dönemde insanlar Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak
düşünmeye teşvik edilmiş, bu esaslara göre yeni ve canlı bir dinî ve siyasî düşünce
atmosferi oluşturulması için gayret edilmiştir. Fürûya ait kitaplar yerine
Müslümanların en temel referansları olan Kur’an ve Hadis’in okunarak anlaşılması
için çalışılması ve hükümlerin direkt bu temel kaynaklara dayanılarak çıkarılması
istenmiştir15. Okullarda İbn Tûmert’in Tevhîd/Akîde konusundaki eserleri yanında,
11 Harekât, Mağrib, I, 349, 350. 12 A.g.e. 351. 13 İ. Ömer Musa, Muvahhidler Devleti’nin etkilerinin bütün Mağrib ve Endülüs’te beş asır boyunca devam ettiğini belirtmiştir. Onların uygulamaları kendilerinden sonra aynı coğrafyada kurulan, Hafsîler, Merînîler, Benî Abdulvâd ve Nasrîler tarafından sürdürülmüştür. Bkz. Musa, 9, 10. 14 Kalkaşandî, V, 133 vd; Muhammed Razuk, ‘Hafsiler’ DİA, .IV, 125-128; H. Bauer, ‘Hafsîler’, İA, V, 82, 84. Brignon, Jean, IV, 351; Hodgson, II, 523, 524. 15 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 113.
173
Eşarî akâidi okutulmuştur16. Sonuç olarak Muvahhidler fikrî hareketi, Mağrib
medeniyeti üzerinde yüzyıllar boyunca süren olumlu bir etki bırakmıştır17.
Muvahhidler yazışmalarında ve günlük konuşma yanında, yazı ve şiir dili
olarak da daha çok Arapça’yı kullanılmışlar ve bölgede bu dilin yaygınlaşmasına ve
yerleşmesine önemli katkıda bulunmuşlardır18. Ancak, Berberîce konuşan insanlara
davetlerini tam olarak ulaştırmak için, temel prensiplerini Arapça yanında Berberîce
yazmışlar ve anlatmışlardır. İbn Tûmeret’in eserlerinden Tevhîd ve Kavâid gibi bazı
risaleleri Arapça’nın yanında Berberîce olarak da yazılmış, okutulmuş ve
anlatılmıştır19.
Abdulmümin döneminde, dinî eserler yanında her alandaki diğer eserler,
mescitler dahil her yerde okunur olmuştur. Sonuç olarak Abdulmümin ile başlayan
Muvahhidler iktidarı, bölgedeki felsefî hareketliliği de teşvik etmiştir20.
Abdulmümin bu dönemde giriştiği onlarca savaşın yanı sıra, savaş aletleri
üreten fabrikalar, gemi yapılan tersanelerle de ilgilenmiştir. O, bu konularda faaliyet
gösteren tesislerin en iyi şekilde işletilmesini sağlamıştır21. Gençlerin eğitimi ile de
ilgilenerek, okullar açtırmış, onların dinî, askerî ve siyasî sahalarda yetişmelerini
sağlamıştır. Bu arada öncelikle kendi çocuklarının eğitimini en iyi şekilde
tamamlayarak ülkenin dört bir yanına vali olarak atamıştır. Yani Abdulmümin
öldüğünde arkasında çok sayıda yetişmiş ve her konuda tecrübe kazanmış genç
yönetici kadrosu bırakmıştır. Onun ölümünden sonra, kendisinin vasiyeti ve
16 Harekât, Mağrib, I, 351, 352. 17 Cüllâb, 148. 18 Guneymî, II, 261; Menûnî, 105, 108. 19 Merrakûşî, 342; Menûnî, 106, 107. Menûnî, Muvahhidlerde hutbe ve ezanın Berberîce okunduğu iddialarının doğru olmadığını belirtmiştir. Bkz. Menûnî, 108. T.W. Arnold ve Neşet Çağatay, İbn Tûmert’in Berberîlerin millî şuurunu okşamak için ezanı Berberî dilinde okuttuğunu ifade etmişlerdir. Arnold bu konuda İbn Ebî Zer’in Ravdu’l-Kırtas’ını kaynak göstermiş, muhtemelen Çağatay da bu konuda onu kaynak olarak kullanmıştır. (Bkz. T. W. Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, 446, Ankara, 1971; Çağatay, Neşet, İslâm Ulusları ve Milletleri Tarihi, 171, Ankara 1992) Ancak bu bilgi, İbn Ebî Zer ve bizim ulaşabildiğimiz diğer kaynaklarca doğrulanmamaktadır. Araştırmamızın önemli, kaynaklarından biri olan Merrakûşî, Muvahhidler’deki Cuma Namazının kılınışını ve hutbeyi nakletmiştir. Orada bugün bizim dinlediğimiz Arapça hutbe olduğu gibi yer almaktadır. Buradaki hutbe dualarının, ya da hutbenin Berberîce okunduğuna dair en küçük bir imâ bile yoktur. Bkz. Merrakûşî, 343-345. 20 Hodgson, II, 295, 347. Eşbah, kahramanlık hikayeleri, macera kitapları da dahil olmak üzere her türlü eserin, Endülüs’te ve Mağrib’te, ülkenin her yerindeki mescitlerde okunduğunu belirtmektedir. Bkz. Eşbah, II, 54; Menûnî, 101. 21 Harekât, Mağrib, I, 328-331; Menûnî, 171.
174
Muvahhidlerin ileri gelenlerinin dirayeti ile, devleti zaafa uğratan iktidar
mücadeleleri olmamıştır. Ortaya çıkan sıkıntılar çok zorlanılmadan aşılabilmiştir.
B-İDARİ TEŞKİLAT
İbn Tûmert, sağlığında Muvahhidlerin yönetilmesi için Onlar, Elliler ve
yetmişler meclislerini kurmuştur. Bu meclislerden en önemlisi Onlar Meclisi’dir. Bu
meclisin üyelerden beşi, İbn Tûmert’in ölümünden birkaç ay önce 524/1130’daki
Buhayra savaşında ölmüşlerdi22. Geriye kalan beş kişiden Abdullah İbn Melviye,
Murâbıtlarla işbirliği yaparak Abdulmümin’e karşı harekete geçecek iken
öldürülmüştür23. Bu durumda bu meclisten Abdulmümin dışında sadece üç kişi
kalmıştır. Bu üç kişiden Ömer Esnak 536/1141-1142’de vefat etmiştir24.
Muvahhidlerin Merrakeş’i istila ederek siyasî ve askerî gücünü ispatladığı
541/1147’de ise, bu üyelerden sadece Abdulmümin, Ebû Hafs Ömer Hintâtî ve
İsmail b. Yahya Hezrecî (Ebû İbrahim)25 kalmıştı. Abdulmümin, İbn Tûmert’in
ölümü arkasından halife olarak biat almasından sonra bu meclisteki kimselere devlet
idaresinde en üst düzeyde görevler vererek iktidarını onlarla güçlendirme yoluna
gitmiştir. Sürekli devam eden savaşlarda komutanlık ve Muvahhidler Devleti’ne
katılan yerlere valilik görevleri genellikle Elliler ve Yetmişler meclislerinin üyelerine
verilmiş, yine bunlardan bir kısmı da savaşlarda kaybedilmiştir26.
Bazı araştırmacılar Abdulmümin’in İbn Tûmert tarafından oluşturulan
meclisleri birleştirdiğini ifade etmekle birlikte, bu konuda herhangi bir kaynak
belirtmemişlerdir27. Ancak az önce de ifade edildiği gibi Abdulmümin döneminde
zaten birinci meclis olan Onlar Meclisi üyeleri hemen hemen tamamen tükenmiştir.
Başlangıçta çok dar bir çevrede kurulmuş ve toplanmaları daha kolay olan diğer
meclislerin, zamanla üyelerinin bütün Mağrib ve Endülüs’e yayılmış olması, bu
22 Beyzak, 32, 33. 23 Age., 85. 24 Beyzak, 92, 93; İnan, I, 238; Sallâbî, 110; Hamdî, 123. 25 İsmail b. Yahyâ (Ebû İbrahim), Abdulmümin ile savaşlara katılmış ve Mehdiyye seferi dönüşünde de Abdulmümin’i ortadan kaldırmak için hazırlanan bir suikast girişini önceden haber alarak onun yerine kendisini feda etmiştir. Vehran yakınlarındaki Bethâ şehri onun hatırasını yaşatmak için kurulmuştur. Bu konuda bkz. Merrakûşî, 333; İbn Ebî Zer, 200; Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 59; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766. 26 Bu konuda bkz. Musa, 89-92; Sallâbî, 123, 124. 27 Eşbah, II, 243; Harekât, Mağrib, I, 315; Sallâbî, 125, 126.
175
meclis üyelerinin aynı anda toplanmalarını imkansız hale getirmiştir. Savaşlar ve
savaşlarda görev alan komutanların genellikle bu kişiler arasından seçilmesi, doğal
olarak onları farklı mekanlarda yaşamaya zorlamıştır. Bu faaliyetler esnasında bu
üyelerden bazıları ölmüştür. Bütün bunlardan sonra bu kişilerden Merrakeş’te olanlar
ise Abdulmümin’in istişâre toplantılarına tek çatı altında katılmış olmalıdır.
Dolayısıyla, Abdulmümin’in bu meclisleri birleştirdiğini söylemek yerine, bu
durumun içinde bulunulan fiilî durumun bir gereği olduğunu ifade etmek daha
isabetli olacaktır. Yani Abdulmümin’in Murâbıtlarla savaşı sonrasındaki istişâre
toplantılarına o anda yakınında bulunan Muvahhidlerin ileri gelenleri (Şuyûhu’l-
Muvahhidîn) katılmıştır28. Bu kişiler içinde öncelikle davasına baştan beri bağlı olan
ve İbn Tûmert’in meclislerine katılanlar olmakla birlikte, kendilerine daha sonra
katılan, katiplik ve vezirlik gibi görevlere getirilen kimseler de bulunmaktaydı29.
Meselâ kaynaklardan öğrendiğimize göre Hammadîlerin ileri gelenlerinden olan
Hasan b. Ali ve Yahya b. Azîz, Abdulmümin’in Bicâye seferinden sonra onunla
birlikte Merrakeş’e gelmişti. Bu kişiler Abdulmümin ile arkadaş olmuş ve onun
meclislerine katılmışlardır30.
Abdulmümin ile, İbn Tûmert’in meclislerinden olan diğer üyeler arasında
zaman zaman ihtilaflar çıkmıştır. Meselâ, Merrakeş’in alınmasından sonra
Abdulmümin Murâbıtların son hükümdarı olan İshak’ın çaresizliği ve yaşının
küçüklüğünden dolayı affedilmesi düşüncesinde olduğu halde, Muvahhidlerin ileri
gelenleri ona çok sert bir şekilde karşı çıkmışlar, böyle bir şeyi kendilerini yok etmesi
için aslan yavrusu beslemek anlamına geleceğini ifade etmişlerdir31. Abdulmümin’in
istememesine rağmen, İshak ve yanındakiler öldürülmüştür32. Yine Abdulmümin’in
kardeşi İbrahim’in Muvahhidlerin ileri gelenlerinden Muhammed b. Ebî Bekir b.
Yekît ile ihtilafa düşmesi ve öldürülmesi üzerine, Abdulmümin çok öfkelenmiş ve
28 İ. Ömer Musa’nın yorumuna göre, Abdulmümin döneminde şartların değişmesi ve yeni katılımlardan sonra, Şeyhu’l-Muvahhidîn denilen kimseler, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nin devamı olarak görev yapmıştır. Bkz. Musa, 93. 29 İnan, Abdulmümin’in Murâbıtlar Devleti yönetiminde görev almış olan kimselere rahatlıkla görev verdiğini belirtir. Bu konuda, Murâbıtlar komutanlarından örnekler verir. Yine vezirlik ve katiplik görevi verdiği kimseleri sıralar. Bkz. İnan, II, 406. 30 Bkz. Merrakûşî, 207; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; İbnu’l-Esîr, XI, 141; Nuveyrî, XXIV, 304; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Nâsırî, II, 108; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 707; İnan, I, 279 vd; Sallâbî, 117. 31 Beyzak, 104. 32 Beyzak, 104; İbn İzârî, 28.
176
kardeşini öldüren kimsenin öldürülmesini istemiştir. Ancak Ebû Hafs ve Ebu’l-
Hasan Ebû Yûkût b. Vekkâk33 gibi Muvahhidlerin ileri gelenlerinin ona karşı
çıkması üzerine susmuş ve kararından vazgeçmiştir34. Bu örnekler bir taraftan
Abdulmümin’in gücünün sınırlarını, bir yandan da Muvahhidlerin ilk dönemlerinde
kararların tek kişiden değil bir meclisten çıktığını göstermesi açısından önemli
sayılmalıdır.
Abdulmümin’in çevresindeki kurmaylar, daha çok Muvahhidler hareketinin
başlatıldığı Sûs bölgesinden, İbn Tûmert’e ilk katılan ve daha çok Sanhâce
kabilesinden olan kimselerdi. Abdulmümin kendi çocuklarının belli bir yaşa gelmesi,
yine kabilesinin yaşadığı Tlemsan çevresinin devletine katılması, Benî Hammad’ın
ve Mağribu’l-Ednâ’daki Arap kabilelerinin Muvahhidlere bağlanmasından sonra bu
yeni unsurların desteğiyle, idaredeki Sanhâce ağırlığını dengelemiştir. Bu yeni
dönemde oğullarını çeşitli bölgelere vali olarak atamış, büyük oğlunu da veliahd
olarak ilan etmiştir. Böylece iktidarı kendi çocuklarına miras bırakma yoluna
gitmiştir35. Yine kendi kabilesinden ve akrabalarından Abdusselâm el-Kûmî’yi
vezirlik görevine getirmiştir36.
Abdulmümin Merrakeş’te büyük bir okul kurarak Muvahhidlerin ileri
gelenlerinin çocuklarının siyasî ve askerî konularda eğitilmelerini sağlamıştır. Bu
okulda eğitimini tamamlayanları da devletin en üst görevlerine atamıştır. Vali olarak
atamış olduğu çocuklarının da bu eğitimden geçmelerini sağlamıştır37.
Abdulmümin, savaş ortamında hiçbir müsamaha göstermeden düşmanlarını
yok etmek için çaba harcayan biri olmakla birlikte, normal zamanda hiç kimsenin
haksız yere canına ve malına zarar gelmemesi için bütün gücüyle çalışmış, adaletin
tesisi ve her alanda hakkaniyete uyulması için son derece hassas davranmıştır. Daha 33 Bu şahıs Muvahhidlerin Elliler Meclisi’nden Tinmellel halkından biridir. Bkz. Beyzak, 34. 34 Beyzak, 93; Hasan, 126. Beyzak’ın bildirdiğine göre Abdulmümin’in arkadaşları İbn Tûmert’in dünyadaki herkesin Onlar Meclisi’nden olanlar ve onlarının çocuklarından daha aşağı seviyede olduğunu söylediğini kendisine hatırlatmışlar ve Muhammed b. Ebî Bekir’in öldürülemeyeceğini savunmuşlardır. 35 Sallâbî, bu uygulamayla Abdulmümin’in İbn Tûmert’in prensiplerini ihlal ettiğini iddia etmektedir. Bkz. Sallâbî, 132. 36 Hasan, 130. 37 Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151; Menûnî, 17; Eşbah, 51, 52; İnan, II, 402, 403; Hasan, 130, 131; Jemil, 111. Menûnî, Abdulmümin’in Rabat (Ribatulfeth)’ta bir denizcilik okulu kurduğunu belirtmiştir. Bkz. Menûnî, 17.
177
Merrakeş’in ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra Endülüs’te haksız yere kan
döküldüğünü, adalete ve hakkaniyete uymayan bazı uygulamaların olduğunu haber
alınca hiç vakit kaybetmeden 15 Rebîülevvel 543/3 Ağustos 1148’de uzunca bir
mektupla Muvahhidlerin asıl amaçlarını ve görevlerini hatırlatmış, adalete ve
hakkaniyete uymayı tavsiye etmiş, yöneticileri bu konuda uyarmıştır. Bu yazısında
haksız ve boş yere bir serçeyi bile öldüren kimsenin âhirette onun hesabını vermek
durumunda kalacağını hatırlatmıştır. Yine bu mektubunda idam cezalarının halife
tarafından onaylanması gerektiğini bildirerek keyfi hükümlerle kan dökmelere engel
olmaya çalışmıştır38.
Abdulmümin’in haksız yere kan dökülmemesi konusundaki bu hassasiyetine
rağmen yine de zaman zaman yanlış uygulamalar olmuştur. Ancak o, bu konuda
sorumlu olanlara kim olursa olsun kesinlikle müsamaha göstermemiştir. Endülüs’teki
Muvahhidlerin başarılı, gözde komutanlarından olan Yahya b. Yavmûr, isyancı Ali
Vüheybî tarafından istilâ edilen Leble’ye zorlu bir kuşatmadan sonra aniden
girmiştir. O, öfkeyle kadın, erkek, çocuk demeden binlerce kişinin öldürülmesini
emretmiştir. Durumu haber alan Abdulmümin, İbn Yavmûr’un devletin en önemli
komutanlarından biri olmasına ve devleti için o zamana kadar yapmış olduğu başarılı
hizmetlerine rağmen onu görevden almış ve tutuklanmasını emretmiştir. Emir
gereğince Yahya b. Yavmûr tutuklanarak Merrakeş’e getirilmiş ve hapsedilmiştir39.
Yine Abdulmümin’in vezirlerinden İbn Atiyye ve Abdusselam el-Kûmî de halkın
can ve mal güvenliğine gereken hassasiyeti göstermedikleri, haksız kazanç elde
ettikleri ve haksız yere kan döktükleri gerekçesiyle görevden alınmışlar ve
öldürülmüşlerdir40. Şimdi Abdulmümin dönemindeki bazı kurumları kısaca ele
alalım.
1-Hilafet
Hilafet kurumu Müslümanların en eski kurumlarından biridir. Kelime olarak,
bir kimsenin yerine geçmek, birinin ardından gitmek, yerini doldurmak, vekalet ya
38 İbn Kattan, 189, 190; İnan, II, 630. 39 İbn İzârî, 52, 53; İbn Ebî Zer, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111. 40 İbnu Sâhibussalat, 173-176; İbn İzârî, 57-60, 68; İbn Ebî Zer, 196; Nâsırî, II, 111, 116-120; Eşbah, II, 53.
178
da temsil etmek anlamlarına gelen halife kelimesi41, İslâm toplumunda Hz.
Peygamber’in halefi ve ondan sonra yerine geçen, toplumun en yüksek siyasî
yöneticisinin unvanı anlamında kavramlaşmıştır. Yani, halifeler peygamberden sonra
İslâm toplumunun işlerini yürütmek üzere görevlendirilmiş kişilerdir42. Kur’an-ı
Kerim bu kelimeyi ilk yaratılan insan için kullanmış ve onun yeryüzünde halife
olarak yaratıldığını ifade etmiştir43. Bir ayette Allah (cc) Hz. Davud’u yeryüzünde
halife yaptığını ve görevinin insanlar arasında adaletle hükmetmek olduğunu
belirtmiştir44. Yine Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetlerde Müslümanlar da yeryüzünün
halifeleri olarak nitelendirilmişlerdir45. Bütün mümin kulların hakkı/sorumluluğu
olan halifelik, içlerinden birine biat etmeleriyle idarî ve siyasî anlamdaki yetki ve
sorumlulukları bir kişide toplamış olmaktadırlar.
Yukarıda işaret ettiğimiz Sad Sûresi 26. ayette Davut Peygamberin bir sıfatı
olarak kullanılan halife kelimesi, Müslümanların bu kelimeye yükledikleri anlamla
örtüşmektedir. Bu anlamıyla Hz. Peygamberden sonra Müslümanların en yetkili
mercii halifelik makamı olmuştur.
Müslümanların ilk halifesi olan Hz. Ebû Bekir için Halifetu Rasûlullah sıfatı
kullanılmıştır46. İkinci halife Hz. Ömer’den sonra ise, halifeler için emiru’l-mü’minîn
sıfatı kullanılmaya başlanmıştır47.
Halifenin tayini, ya da kimlerin halife olabileceği Müslümanların ilk
halifelerini seçtikleri günden beri üzerinde tartıştıkları bir konu olmuştur. Bu konuda
getirilen şartlardan biri olan halifenin Kureyş’ten olması kuralı48 hiçbir siyasî
yetkileri kalmadığı halde yüzyıllar boyunca Abbasî sülalesinden birilerinin bu sıfatı
41 Avcı, Cesim, ‘Hilafet’, DİA, XVII, 539, İstanbul, 1998. 42 İbn Haldun, Mukaddime, I, 481; Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Tarihi, 28, 29, İstanbul, 1991. 43 Kur’ân’ı Kerim, Bakara Suresi, 30. ayet. 44 Kur’ân’ı Kerim, Sad Suresi, 26. ayet. 45 Bkz. Kur’ân-ı Kerim, En’am Suresi, 165; Yunus Suresi, 14, 73; Fatır Suresi, 39. ayetler. 46 İbn Haldun, Mukaddime, I, 482; Kazıcı, 28. 47 İbn Haldun, Mukaddime, I, 578, 579; Rayyıs, Ziyauddin, İslâm’da Siyâsî Düşünce Tarihi, 153, Ter. Ahmed Sarıkaya, İstanbul, 1990; Kazıcı, 33. 48 Mâverdî, Ebu’l-Hasan, Ahkâmu’s-Sultâniyye İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku, 6, Ter. Ali Şafak, İstanbul, 1976. Hilâfetin Kureyliliği ile ilgili tartışmalar için bkz. İbn Haldun, Mukaddime, 488 vd.; Hatipoğlu, M. Said, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’, AÜİF Dergisi, XXIII (1978), 121-213; Rayyıs, 58-61, 75-78.
179
taşımalarını sağlamıştır49. Muvahhidlerin halifesi olan Abdulmümin de bu gerekçeyle
neseb olarak Kureyş’ten olduğu özellikle vurgulanmıştır. Kaynaklarda onun
nesebiyle ilgili Kureyş’e kadar uzanan rivayetler yer almıştır50.
İslâm toplumunda Emevîlerle birlikte saltanat dönemi başlamıştır. Bundan
sonra halifeler Müslümanların seçiminleri yerine, belli bir aileden olan kişilerin
siyasî ve askerî güçlerini kullanarak insanları kendilerine boyun eğdirmeleriyle
belirlenmiştir. Bu güce erişenler de kendileri için halife olarak biat almışlar ve
halifelik sıfatını kullanmışlardır.
İbn Tûmert’in başlatmış olduğu Muvahhidler Hareketi, İslam’ın temel
kaynakları olan Kur’an ve Peygamberimizin sünnetine dayalı olarak hayatın her
alanını yeniden inşâ etmeyi amaçlamak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. O, kullandığı
terimlerle tamamen Asr-ı Saadet’in yeniden inşâsını hedeflediğini göstermeye
çalışmıştır51. Bu anlamda kullanılan terimlerin en önemlilerinden biri de halife ve
halifenin sıfatı olan emîru’l-mü’minîn terimleridir. Müslümanlar tarafından kurulan
birçok devlette ve Muvahhidlerin selefi olan Murâbıtlar devletinde bu kavramlar
kullanılmamıştır. Muvahhidler ise, daha işin başından itibaren halife ve onun sıfatı
olarak yerleşmiş olan emiru’l-mü’minîn kavramlarını kendileri için kullanmaktan
çekinmemişler ve kendilerini buna lâyık görmüşlerdir52. Merrakûşî’nin belirttiğine
göre daha 517/1123’lerde devletin temellerinin yeni atıldığı günlerde İbn Tûmert,
Abdulmümin’i komutan olarak atamış ve onun emri altında bulunan askerlere de
‘sizler müminlersiniz, bu da sizin emirinizdir’ demiştir. O günden sonra da
Abdulmümin için emirü’l-müminîn unvanı kullanılmıştır53.
Muvahhidlerin baştan beri hilafet kavramını kullanıyor olmaları, onların
hedeflerinin büyüklüğünü göstermesi açısından önemli kabul edilmelidir. Onlar bu
kavramı kullanarak bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ve İslâm Dünyasının
49 Hicrî III. yüzyıl başlarından itibaren Abbâsî halifeleri siyâsî güçlerini kaybederek, Türklere/Selçuklulara ve daha sonra da Büveyhîlere bağlı olarak hayatiyetlerini sürdürdükleri halde, halife unvanını kullanmaya devam etmişlerdir. Bkz. Salih, Suphi, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, 205-209, Ter. İbrahim Sarmış, İstanbul, 1981. 50 Beyzak, 23, 24; Hülelü’l-Mevşiyye, 142. Abdulmümin’in nesebiyle ilgili değerlendirmeler bu çalışmanın birinci bölümünde yer almaktadır. 51 İbn Kattan, 114. 52 Merrakûşî, 192; İbn Haldun, Mukaddime, I, 586. 53 Merrakûşî, 192; Harekât, Mağrib, I, 314; Yaltkaya, 42; Jemil, 111.
180
tamamının desteğini ve hakimiyetini hedeflediklerini ortaya koymuşlardır. Halbuki
kendilerinden önce bölgede hakim olan Murâbıtlar Devleti usûlen de olsa, kendilerini
Abbasî halifesine bağlı kabul etmişlerdir. Yani Muvahhidlerin yönetimlerini halifelik
olarak ilan etmeleri tamamen bilinçli bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu anlamda
Fâtimîleri saymazsak, Muvahhidler Devleti bölgedeki ilk bağımsız devlet olmuştur54.
Başlangıçta Abdulmümin’in Tinmellel’de kendi kabilesinin desteği olmadığı
ve bulundukları yerde bölge kabilelerinin desteğini alabilecek başka önde gelen
kişiler olduğu halde onun halife seçilmesi ve Muvahhidlerin desteğini tam olarak
almış olması, İbn Tûmert’in kurduğu Muvahhidler Devleti’nin başlangıçta siyasî bir
hareket olarak yerel ve kabilesel öncelikleri aştığını göstermektedir. Ancak
Abdulmümin’i halife seçtiren bu siyasî bilinç zamanla halifeliği Abdulmümin
ailesine has kılan bir yapıya ve şartlara teslim olmak durumunda kalmıştır.
Nuveyrî’nin Abdulmümin ile Ebû Hafs Ömer Hintâtî arasında Abdulmümin’den
sonra Ömer Hintâtî’nin başa geçmesi konusunda bir anlaşma olduğu yolundaki
rivayetinden55 de anlaşıldığı gibi, Muvahhidler başlangıçta hanedanlık düşüncesinde
değillerdi. Ancak zamanla gelişen olaylar onları bu noktaya getirmiş olmalıdır.
Çünkü Abdulmümin’in ölümünden sonra kimin iş başına geçeceği konusundaki
belirsizlik sonradan daha büyük sıkıntılar çıkarabilirdi. Muhtemelen Muvahhidlerin
ileri gelenlerinin görüş ve desteği de alınarak, bu konuda gelecekte ortaya
çıkabilecek olan problemlerin çözümü için Abdulmümin’in soyundan bir veliahd
atanmasına karar verilmiştir. Nitekim bu veliahd atanması işi Abdulmümin’in Bicâye
seferi dönüşünde İbn Tûmert’in akrabaları tarafından kendisine suikast
düzenlenmesinden sonraki günlerde gerçekleşmiştir. Konuyla ilgili rivayetlere göre
bu suikastın gerekçesi İbn Tûmert’in akrabalarından bazılarının Abdulmümin’in
ölümümden sonra iktidarı ele geçirme arzusudur56. Abdulmümin’in saltanatını kabul
ettirip kendisinden sonraki halifeyi sağlığında belirlemesi bir ölçüde bu konudaki
çekişmelere de son vermiştir.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Abdulmümin, çocuklarını dinî, askerî ve
siyasî yönden en iyi şekilde yetiştirmeye çalışmıştır. Onun çocukları aldıkları
54 Urvî, 163. 55 Nuveyrî, XXIV, 307. 56 Merrakûşî, 233; İbn Ebî Zer, 199.
181
eğitimle halifelik görevine lâyık olacak şekilde yetiştirilmişlerdir57. Yani veliahd
olan kimseler, başlangıçta aynı zamanda bu konuda gerekli eğitim ve liyakate sahip
olarak yetiştirilmişlerdir. Nitekim başlangıçta veliahd ilan edilen Muhammed’in
liyakat bakımından eksik görülmesinden dolayı, yerine Abdulmümin’in ölümüne çok
yakın bir tarihte diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir.
Abdulmümin’in halife olarak biat alması ve kendisini kabul ettirmesinden
sonra İslâm dünyasında aynı anda üç halife olmuştur. Bir yanda Abbasî hilâfeti
(656/1258’deki Moğul istilasına kadar devam etmiştir)58, diğer yanda Fatimî
hilâfeti59 varken, 1130’da İbn Tûmert’in ölümünden sonra, (1133’de
Muvahhidlerden genel biat alan) Abdulmümin, İslâm dünyasının üçüncü halifesi
olmuştur.
2-Vezaret ve Hicabet
Vezirlik ve haciplik, İslâm devletlerindeki önemli kurumlarındandır. Vezir
unvanı taşıyan görevliler devlet başkanının en yakınında bulunan, devletin öncelikle
idarî ve askerî işlerini yürütmede birinci derecede sorumlu olan kimselerdir. Vezir
kelimesi, ağırlık (vizr) veya yardım anlamına gelen (muvâzeret/vezer) fiil
köklerinden türetilmiş bir kelime olarak60, sözcük anlamının da ifade ettiği gibi
devletin ve halifenin en önemli yardımcısıdır. Yani vezir, kendisini memur tayin
eden hükümdarın ağırlıklarını taşıyan, zorluklarını, işlerini üstlenen kişi
sayılmaktadır61.
Muvahhidler Devleti’nde İbn Tumert’in kurmuş olduğu Onlar Meclisi üyeleri
İbn Tumert’in vezirleri olarak anılmışlardır62. İbn Tûmert’in Onlar Meclisi
üyelerinden hayatta olanlar Abdulmümin ile birlikte hareket ederek, adı konmamış
57 Hülelü’l-Mevşiyye’de anlatıldığına göre, Abdulmümin oğullarını her konuda en iyi şekilde yetiştirmiş ve hocalarından çocuklarının yetişmiş olduklarına dair bilgi aldıktan sonra onları ve ileri gelen adamlarının çocuklarını vilayetlere vali olarak atamıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 58 Öztuna, Yılmaz, İslâm Devletleri, I, 127, Ankara, 1989. 59 Fâtımîler Devleti, 297/910 yılından 566/1171’e kadar devam etmiştir. Bkz. Öztuna, I, 326. 60 İbn Haldun, Mukaddime, I, 601; Salih, 223 61 İbn Haldun, Mukaddime, I, 601; Rayyıs, 342, 343. Vezirlik ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. İbn Haldun, Mukaddime, I, 601-611; Maverdi, 26-34; Salih, 223-230; Kazıcı, 69-87. 62 İbn Kattan, 124. İ. Harekât, Onlar Meclisi üyelerinin vezir olarak anılmasalar bile fiilen bu görevi yapmış olduklarını, Abdulmümin’in başa geçmesinden sonra da bu kişilerin üst istişâre heyeti olarak görev yaptıklarını belirtmektedir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 317.
182
olsa da İbn Tûmert’e olduğu gibi Abdulmümin’e de fiilî olarak vezirlik ve müşavirlik
yapmışlardır. Bunlardan Ebû Hafs Ömer, daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi
Abdulmümin’in en yakınında yer alan, kendisiyle istişâre ettiği en önemli kişidir. O,
Muvahhidler Devleti’nin kuruluşuna çok büyük katkıda bulunan bir şahsiyettir63.
Kaynaklarda Abdulmümin’in vezirleri olarak altı kişiden bahsedilmektedir.
Bunlar; Ebû Hafs Ömer Hintâtî, Ebû Cafer Ahmed b. Atiye ve kardeşi Ebû Akil
Atiye b. Atiye, Abdusselâm b. Muhammed el-Kûmî, Ebu’l-Alâu İdrîs b. Câmi’ ve
Abdulmümin’in oğlu Ebû Hafs Ömer’dir. Şimdi bu vezirler hakkında daha geniş
bilgi verelim:
Abdulmümin’in en önemli ve sürekli veziri, aynı zamanda İbn Tûmert’in
Onlar Meclisi’nden olan ve onun halife seçilmesinde ve sonrasında kendisine tam
destek veren Ebû Hafs Ömer Hintâtî olmuştur64. O, aynı zamanda Abdulmümin’in en
önemli komutanı olarak görev yapmıştır. O, çok sayıda önemli seferi bizzat
yönetmiş, zaman zaman da Merrakeş’te Abdulmümin’e vekalet etmiştir. O,
Abdulmümin’in hayatı boyunca her zaman yanında bulunmuş ve ona destek
olmuştur. Abdulmümin ona karşı sevgisinin ifadesi olarak oğullarından birine onun
adını vermiş, iki kızından birini onunla evlendirerek arkadaşlık ve dostluk bağlarını
akrabalıkla perçinlemiştir65. Yine Ebû Hafs’ın oğullarına kendi oğullarıyla eşdeğer
görevler vermiş, onları da kendi oğulları gibi önemli merkezlere vali olarak
görevlendirmiştir66.
Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye ve kardeşi Ebû Akil Atiyye b. Atiyye,
Abdulmümin’in vezirleri olarak sayılan kişilerdendir. Ahmed b. Atiyye, daha önce
ikinci bölümde Mâsî isyanı vesilesiyle anlatıldığı gibi, Merrakeş’in Muvahhidlerin
eline geçmesinden önce, çok genç yaşta Murâbıtlar Devleti’nin vezirlerinden biri
olarak görev yapmıştır. Onun babası da Murâbıtlar Devleti’nin vezirlerindendi67.
Bundan dolayı devlet geleneğini ve bürokrasiyi çok iyi bilen bir kimseydi.
Merrakeş’in Muvahhidler tarafından ele geçirilmesi esnasında halkın arasına 63 Merrakûşî, 198; Harekât, Mağrib, I, 318. 64 Merakuşî, 198, 199; Jemil, 111. 65 Merrakûşî, 337. 66 Harekât, Mağrib, I, 318. Ebû Hafs’ın oğullarından Abdulvâhid, İfrikiyye valisi olarak görev yapmış ve ölünceye kadar bu görevine devam etmiştir. Bkz. Merrakûşî, 337. 67 İbn Haldun, el-İber, VI, 232, 233.
183
karışarak gizlenmiş ve Murâbıtlara karşı girişilen katliamdan kurtulmuştur. Bu
esnada ortaya çıkan isyanlardan Mâsî isyanının bastırılması için çıkarılan Ebû Hafs
Ömer Hintâtî komutasındaki orduya okçu olarak katılmış ve elde edilen zafer
haberinin Abdulmümin’e bir mektupla bildirilmesi için yazıcı arandığı zaman ortaya
çıkarılmıştır. Bu mektubu yazmasıyla hayatı değişmiş, Abdulmümin onu yanına
alarak katiplik görevi vermiştir. İbn Atiyye’nin cesareti ve aklî yönden kendisini
ispatlaması, ona katiplik yanında vezirlik görevinin de verilmesiyle, vezirlik ve
katiplik görevini birlikte yürütmüştür68. Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye çalışmalarıyla
günden güne konumunu yükseltmiş, zamanla devlette halifeden sonraki en güçlü ve
yetkili kişi haline gelmiştir. Yaptığı icraatları ve insanlarla olan ilişkilerinden dolayı
çok sevilen biri olmuştur69.
Abdulmümin’in oğullarını şehirlere vali olarak ataması esnasında, oğlu Ebû
Yâkub Yusuf’u da İşbiliyye’ye vali olarak atamış, onun yanına da işlerinde yardımcı
olması için veziri Ebû Cafer b. Atiyye’yi görevlendirmiştir. Onun Abdulmümin’den
uzak olduğu dönemde düşmanları hasetlerinden dolayı, onu Abdulmümin’in
gözünden düşürmüşler ve hapsedilmesine sebep olmuşlardır. İbn Atiyye daha önce
hizmet etmiş olduğu Murâbıtların ana kabilesi Lemtûnelilerle işbirliği yapmak ve
onlara yardım etmek ve yapılan işlerde israfa yol açmak gibi suçlamalara maruz
kalmış ve hapsedilmiştir. Diğer yandan onun eşi, Yusuf b. Taşfîn’in torunu, aynı
zamanda Murâbıtların ileri gelenlerinden Yahya el-Hımar’ın kızı ve Muvahhidlere
karşı ortaya çıkan isyanları yürüten liderlerden Sahrâvî’nin de kız kardeşiydi70. İbn
Atıyye, Abdulmümin yanındaki eski yerini kazanmak için Abdulmümin’e şiirler
yazmış, özürler dilemiş, ancak onun bu çabaları onu daha da kötü duruma
düşürmüştür. Abdulmümin, Muvahhidlerin ileri gelenlerini toplayarak onlarla veziri
İbn Atıyye hakkında görüşmüştür. Sonuç olarak o, kardeşiyle birlikte 29 Safer
553’de idam edilerek öldürülmüştür71.
Ebû Cafer İbn Atiyye’nin kardeşi Ebû Akîl Atiyye hakkında ise kaynaklarda
çok fazla bir bilgi bulamıyoruz. Onun adı da kardeşi gibi hem vezirler arasında hem 68 Merrakûşî, 199; İbn İzârî, 58; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264; Nâsirî, II, 118; Harekât, I, 319. 69 İbnu’l-Hatib, İhâta, 264. 70 Merrakûşî, 199, 200. 71 İbn Atiye hakkındaki suçlamalar ve öldürülmesi hakkında daha fazla bilgi için bkz. İbn İzârî, 57-60; Merrakûşî, 199, 200; İbn Ebî Zer, 196, 197; Nâsırî, II, 117, 118; İnan, I, 348-552; Hasan, 107, 108.
184
de katipler arasında geçmekte, kardeşi Ahmed b. Atiyye ile birlikte idam edildiği
rivayet edilmektedir72.
Abdulmümin, İbn Atiyye’den sonra vezir olarak kendi kabilesinden ve
akrabalarından biri olan Abdusselâm b. Muhammed el-Kumî’yi tayin etmiştir.
Adusselam, Abdulmümin’in babasının ölümünden sonra annesinin evlendiği üvey
babasının oğludur. Anne ve babaları ayrı olmakla birlikte annesinin eşinin oğlu
olmasından kaynaklanan bir yakınlıkları vardır. Onun Abdulmümin ile aynı
kabileden olması ve ona akrabalığından dolayı, kendisine Mukarreb denilmekteydi73.
Ancak Abdusselâm’ın vezirliği yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süre devam etmiştir.
Muvahhidler ordusunun 555/1160 yılı başlarında, Mehdiyye seferi dönüşünde
Tlemsan’da, bazı kişiler ağlayarak Abdusselâm hakkında bir takım şikayetlerde
bulunmuşlardır. Abdulmümin, veziri hakkındaki bu şikayetleri değerlendirmek için,
Muvahhidlerin ileri gelenleri, alimleri (Talebetü’l-Hadar), kadıları ve şikayeti olan
herkesin katıldığı bir mahkeme kurmuştur. Abdusselâm hakkındaki şikayetleri ifade
etmeleri için, şikayeti olanların bu heyet önünde onun hakkında bildiklerini açıkça
söylemelerini sağlamıştır74. Sonuçta Abdusselâm, yapılan işlerde hainlik yapmak
(görevi kötüye kullanmak)75 Abdulmümin’in ailesine karşı kaba ve yakışıksız sözler
söylemek, ganimetler konusunda haksızlıklar yaparak çıkar sağlamak, haksız yere
zimmetine para geçirmek, haksız yere kan dökmek ve yine haksız yere mal elde
etmek gibi suçlamalardan76 dolayı Tlemsan’da yargılanarak görevinden alınmış,
hapsedilmiş ve ölüme terk edilmiştir77.
Abdulmümin, Abdusselâm’dan sonra vezir olarak oğlu Ebû Hafs Ömer’i
görevlendirmiş, o aynı zamanda haciblik görevini de yürütmüştür. Abdulmümin’in
ölümüne kadar Ebû Hafs bu görevine devam etmiştir. O, Abdulmümin’in ölümünden
72 İbn İzârî, 57-60; İbn Ebî Zer, 196, 197; Nâsırî, II, 117, 118; İnan, I, 348-552; Hasan, 107, 108. 73 Merrakûşî, 198; Ceylâlî, 34. 74 İbnu Sâhibussalat, 174, 175; İbn İzârî, 68, Hasan, 110. 75 İbnu Sâhibussalat, 174. 76 İbnu Sâhibussalat, 173, 174; İbn İzârî, 67, 68; Hasan, 109, 110. 77 İbnu Sâhibussalat, el-Kûmî’nin, zehirlenmek ya da sürekli ishal edici şeyler verilerek, Merrakûşî, 557/1162’de boğularak, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer ise, zehirlenerek öldürüldüğünü rivayet etmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 176; Merrakûşî, 198; İbn İzârî, 68; İbn Ebî Zer, 200.
185
sonra halife olarak biat alan kardeşi Ebû Yâkub Yusuf’a da haciblik ve vezirlik
yapmıştır78.
Abdulmümin’in vezirleri arasında adı geçen bir başka kişi de, Ebu’l-Alâu
İdris b. İbrahim b. Câmi’dir. İdris b. Câmi’nin babası İbrahim, aslen
Tuleytula’dandır. O Şeriş’de yetişmiş, daha sonra Mağrib’e geçmiş ve İbn Tûmert’e
biat etmiş, onun ‘Ehlu’d-Dar’ denilen en yakınlarının yer aldığı gurup içinde
bulunmuştur. İdris, Abdulmümin’in ölümünden sonra da Muvahhidler Devleti’nde
573/1177 yılına kadar vezirlik görevini sürdürmüştür79.
Haciblik devlet başkanının halk ile ve diğer insanlarla görüşmesini/iletişimini
sağlayan, huzura çıkmak isteyenlerin, öncelikle onayını almak zorunda oldukları, bu
konuda onay veren görevlinin yaptığı işin adıdır80. Hacip, bir yandan her gelenin
halifenin huzuruna çıkarak halifeyi meşgul etmesini ve onun sıradan bir kişi gibi
kabul edilmesini önlerken, diğer yandan da insanların halifeye ulaşarak direk
görüşmeleri konusunda yardımcı olması gereken kişilerdir. Müslümanların kurmuş
oldukları devletlerde, haciblik yapan kimseler bazen bir vezirin emrinde çalışırken,
bazen de vezirin önüne geçerek devlet başkanının en yakınında birinci adam
olmuşlardır. Muvahhidlerde haciblik görevi halifeden sonra devletin en yetkili
kişisini ifade etmiştir81.
İlk dönemlerde, devlet kurumlarının tam olarak şekillenmemiş olması ve İbn
Tûmert ile görüşmek isteyen herkesin rahatça görüşebileceği küçük bir yapı söz
konusu olduğu için haciblik görevi ihdas edilmemiştir. Abdulmümin’in Merrakeş’i
alarak Murâbıtlar Devleti’ne son vermesiyle devletin kurumları da tam olarak
oturmaya başlamıştır. Abdulmümin döneminde oğlu Ebû Hafs vezir oluncaya kadar
tam olarak hacibten bahsedilmese de, vezirlik görevi verdiği kişiler bazen haciplik
görevi de yapmışlardır. Bu anlamda Ribatulfeth’te, Endülüs’ün çeşitli yerlerinden
gelen beş yüz kişilik heyet, Abdulmümin’in vezirleri tarafından buraya üç km. kala
78 Merrakûşî’nin rivayet ettiğine göre, Ebû Hafs, kardeşi Ebû Yâkub’un biat alarak otoritesini kurması için var gücüyle çalışmıştır. Bkz. Merrakûşî, 236. 79 İbn Kattan, 209; İbn Ebî Zer, 205; Hasan, 111. 80 İbn Haldun, Mukaddime, I, 611, 612; Salih, 232. 81 Hacib, kelimesi sözcük olarak, kapıcı perdeci anlamına gelmekle birlikte, terim olarak, hükümdarın huzuruna girip çıkanlara refakat eden onları hükümdara takdim eden kişi anlamında kullanılmıştır. Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, I, 613; Özdemir, Endülüs Müslümanları, II, 129-133; Hasan, 122.
186
karşılanmışlar ve daha sonra 1 Muharrem 546’da, vezirlerden İbn Atiyye tarafından
Abdulmümin’in huzuruna alınarak tek tek tanıtılıp takdim edilmişlerdir82. Yine
vezirlerden Abdusselâm el-Kûmî, Abdulmümin’in Mehdiyye seferi esnasında, onun
hacibi olarak görev yapmıştır. Nuveyrî, Kabes’te Abdulmümin ile görüşmek isteyen
bölge liderlerinin Abdusselâm el-Kûmî’nin izniyle Abdulmümin’e ulaşıp
görüştüklerini, heyeti halifeye onun takdim ettiğini rivayet etmiştir83.
Vezir Abdusselâm el-Kûmî’nin görevden alınmasından sonra onun görevi
Abdulmümin’in oğlu Ebû Hafs Ömer’e verilmiştir. O, vezirlik ve haciblik görevini
birlikte yürütmüştür. O, aynı zamanda Abdulmümin döneminde hacib unvanını
kullanan tek kişidir. Abdulmümin’in Selâ’da ölmesi üzerine Abdulmümin adına
hacibi olarak o konuşmuş, Abdulmümin şöyle söyledi, böyle söyledi diyerek, yeni
halife Selâ’ya gelip biat alana kadar durumu idare etmiştir84.
3-Katiplik
Katiplik, devlet idaresinin kalbi mesabesinde sayılan bir kurumdur. Bu
kurumda görev yapmakta olan kişilere katip denilir ve onlar vezir seviyesinde
kişilerdir. Katiplik görevinde bulunan kişiler, Arap diline hakim, kompozisyonu
mükemmel, yazısı güzel, kültür seviyesi yüksek kişiler olmalıdır85. İbn Haldun’un
dikkat çektiği gibi katiplik kurumu, göçebe ve gelişmemiş toplumların değil, her
yönüyle gelişmiş, sanayileşmiş devletlerin ihtiyaç duyduğu bir kurumdur86. İbn
Haldun, katiplerde bir takım özellikler olması gerektiğini ifade etmiştir. Bu anlamda
o, katiplerde aranacak şartlarla ilgili olarak özetle şunları nakletmiştir: Katipler,
ilimlerin her dalında kendilerine yetecek kadar bilgi sahibi, ileri görüşlü, edebiyatı
her yönüyle bilen, dinî konularda uzman, Arapçası mükemmel, eserlerin süsü olan
güzel yazı yazabilme yeteneğine sahip kişiler olmalıdır. Katipler aynı zamanda,
siyasetten, söz taşımaktan ve cahil insan görünümünden uzak olmalı, kibir, gurur ve
82 İbn İzârî, 44; Nâsırî, II, 106; Harekât, Mağrib, I, 316. 83 Nuveyrî, XXIV, 312; Hasan, 123. 84 Nuveyrî, XXIV, 321, 322. 85 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 133. 86 İbn Haldun, Mukaddime, I, 627.
187
hafiflikten sakınmalıdır87. Bu durumda katiplerin başta dil ve dinî bilgi olmak üzere
çeşitli alanlarda bilgi sahibi ve insanî olarak da mükemmel olmaları istenmiştir.
Mağrib ve Endülüs’te Muvahhidlerden önce hükümran olan Murâbıtlar,
katiplik kurumunda genellikle Endülüs kökenli kişileri çalıştırmışlardır88. Bunun
sebebi belki de Endülüs Emevî Devleti’nin devlet geleneğinin burada güçlü bir
şekilde yaşamaya devam etmesi ve Mağrib’in bu konuda onlardan çok gerilerde
olmasıdır.
İbn Tûmert’in sağlığında Muvahhidler Devleti’nin katipliğini Onlar
Meclisi’nden Ebu’r-Rebî Süleyman Hadarî yapmıştır89. Abdulmümin döneminde ise
devlette Murâbıtlarda olduğu gibi Endülüslü katiplerle birlikte, Mağribliler de
çalıştırılmıştır. Kaynaklarda Abdulmümin’in katipleri olarak adı geçen şahıslar
şunlardır: Endülüs kökenli ve daha önce Murâbıtlar Devleti’nde de görev almış olan
ve Abdulmümin’in vezirleri arasında da adı geçen Ahmed b. Atiyye ve kardeşi
Atiyye b. Atiyye yanında, Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b. Cebel90, Kurtubalı
Meymûn Hevârî, Kurtubalı Ebû Muhammed Ayyâş b. Abdulmelik b. Ayyâş91,
Tlemsanlı Ebû Ali Eşîrî, Ebu’l-Kasım Ehîl b. İdrîs Rendî92 ve Bicâyeli Ebu’l-Kasım
Abdurrahman Kalemî93. İnan, Muvahhidlerin çalıştırdığı katipleri ve onların ortaya
koydukları eserleri dikkate alarak onların Abdulmümin’den itibaren dönemlerinin en
beliğ yazılarını ortaya çıkaran katipler bularak çalıştırdıklarını ifade etmiştir94.
Muvahhidler Benî Hammad’ın geleneğine uyarak95, yazılarının sonuna
elhamdülillahi vahdehu (hamd yalnızca Allah’a mahsustur) ibaresini eklemişlerdir96.
87 İbn Haldun, Mukaddime, I, 633, 634. 88 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 134; İnan, II, 622; Hasan, 113, 114. 89 Beyzak, 33. 90 Bu şahsın adı, Abdulmümün’in kadıları arasında da geçmektedir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 227. 91 İbnu Sâhibussalat, 219, 220; İbn Kattan, 210; İbn Ebî, Zer, 204, 205. 92 Rendî, Murbıtlar döneminde Murâbıtların valilerine Endülüs’te katiplik yapmıştır. Muvahhidlerin Endülüs’ü fethetmeleri ve Cebelü’l-Fethi kurmalarından sonra, Abdulmümin buraya gelmiş ve Endülüs’ün ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştır. Burada Abdulmümin ile görüşmeye gelenler içinde o da bulunmaktaydı. Bkz. İbn Kattan, 211. (Nazmu’l-Cem’an’ın yayıncısı Mahmûd Ali Mekkî’nin dipnotu) 93 Merrakûşî, 200. 94 İnan, II, 621, 622. 95 Harekât, Mağrib, I, 320. 96 Harekât, Mağrib, I, 320; Hasan, 121; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 135. Muvahhidlerde katiplik kurumu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hasan, 113-121.
188
4-Kadılık
İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar konusunda karar verme mekanizmasını
ifade eden kadılık kurumu insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur97. Ancak bu
kurumun işleyişi, toplumlara ve dönemlere göre bazı değişiklikler arzetmiştir. İslâm
toplumunda anlaşmazlıklarda karar veren kişilere kadı denilmiştir. Kadılar hüküm
verirken her şeyden önce adaletli olmakla yükümlü tutulmuşlardır.
Tamamen Kur’an ve Sünnet’e vurgu yaparak ortaya çıkmış olan Muvahhidler
Devleti, yargı kararlarının adil ve dinin esaslarına uygun olmasına çok önem
vermişlerdir. İbn Tûmert, Mağrib’te ders verdiği şehirlerde zaman zaman suçlulara
verilen kararlara itiraz etmiş ve kararların hukuka uygun verilmesi için mücadele
etmiştir. Şu olayları bu konuda örnek olarak verebiliriz: İbn Tûmert Tunus’tayken bir
cenaze törenine rastlamıştır. İnsanların cenaze namazına katılmadıklarını görünce
bunun sebebini sormuş, ölen kişinin Müslüman gibi görünmekle birlikte bir Yahudî
olduğunu söylemeleri üzerine, ölen adamı namaz kılarken görüp görmediklerini
sormuş, orada bulunanlar da ölen adamın namaz kıldığına şahitlik etmişlerdir. Bunun
üzerine İbn Tûmert, bu kişinin namaz kıldığını söylemekle onun müslümanlığına
şahitlik ediyorsunuz diyerek cenaze namazı için saf tutmalarını söylemiş, namazdan
sonra da bu şehirde bulunan fakihleri çağırarak bu konudaki Kitap ve Sünnet’teki
esasları anlatmıştır. Yine İbn Tûmert Kosantîn’de ders verirken bir adamın sopayla
dövülerek cezalandırılmasına şahit olmuş, adama hangi suçtan dolayı bu şekilde ceza
verdiklerini sormuştur. Adamın hırsızlıktan dolayı bu şekilde cezalandırıldığını
öğrenince uygulanan cezaya itiraz etmiştir. O, eğer adam baskın yaparak, yol
keserek hırsızlık yaptıysa sucunun cezası öldürülmek, yalnızca hırsızlık yapmış
biriyse de cezasının elinin kesilmesi olduğunu söylemiştir. Onların bu şekilde bir
ceza uygulayarak İslâm Hukuku’nun belirlediği ceza şeklini değiştirdiklerini ve
yanlış yaptıklarını söylemiş, daha sonra hırsızlıktan dolayı ceza verilen kişiye
nasihatte bulunarak tevbe etmeye davet etmiştir98.
İbn Tûmert, Muvahhidler Teşkilatını kurup Tinmellel ve çevresinde
hükmetmeye başladıktan sonra, kadılık görevini Onlar Meclisi’nden olan Ebû İsmail 97 Yazıcı, 109. 98 Beyzak, 50, 51.
189
İbrahim b. Yusallâlî Hezrecî’ye vermiştir99. Daha sonra, Abdulmümin dönemi ve
sonrasında Muvahhidler Devleti, kadılık kurumunu Murâbıtlar Devleti’nde olduğu
gibi aynı şekilde işletmişlerdir. Onlar, kadıların atanması, görevden alınmaları ve
yerlerinin değiştirilmeleri konusunda selefleriyle aynı yolu izlemişlerdir100. İ.
Harekat, Muvahhidlerin bu kurumun saygınlığını koruduklarını ve devletin çeşitli
işleri konusunda idarecilerin kadılarla istişâre ettiklerini ve uygulanan cezalarda
mutlaka onların fetvalarına müracaat ettiklerine dikkat çekmiştir101.
Kaynaklarda rivayet edildiğine göre Abdulmümin döneminde kadılık
görevini yapan kimseler, Tinmellel’den Ebû İmrân Musâ b. Süleyman, Ebû Yusuf
Haccac b. Yusuf,102 Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b. Cebel, Mâlakalı Abdullah
b. Abdurrahman103 ve Abdullah b. Meymun Kurtubî’dir104. Kaynaklarda adı geçen
bu isimler sadece merkezde görev yapan kadı isimleri olmalıdır. Yoksa mutlaka her
şehirde insanlar arasındaki problemleri çözecek görevliler bunmuştur.
Tinmellel’den Ebû Umrân Musâ b. Süleyman, aynı zamanda İbn Tûmert’in
Elliler Meclisi üyesi105 ve Abdulmümin’in kayınpederidir106. Muvahhidlerin ikinci
halifesi Ebû Yâkub Yusuf ve kardeşi vezir Ebû Hafs Ömer onun torunlarıdır. O,
Tinmellel’in ileri gelenlerindendi. Abdulmümin Merrakeş’te bazen onu yerine vekil
bırakmaktaydı107. İbn Ebî Zer ondan Musâ b. Sehl olarak bahsetmektedir108.
Ebû Yusuf Haccac b. Yusuf, Merrakeş’te kadılık ve aynı zamanda hatiplik
yapmaktaydı. İlim ve edep ehlinden olan Ebû Yusuf, Bicâye’dendir. 572/1176’da
çıkan vebâ salgınında ölmüştür109.
99 Beyzak, 33. Hasan, 116. 100 Harekât, Mağrib, I, 324, 325. 101 Age., I, 325. 102 İbnu Sâhibussalat, 220, 221; İbn Kattan, 210; İbn Ebî Zer, 205. 103 Merrakûşî, 200. 104 İbn Ebî Zer, 205. 105 Beyzak, 34; İbn Kattan, 84. 106 İbn Kattan, 210. 107 Merrakûşî, 237. 108 İbn Ebî Zer, 205. 109 İbn Kattan, 210. (Mahmûd Ali Mekkî, 3. dipnot)
190
Abdulmümin’in kadılarından olan Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b.
Cebel aynı zamanda Muvahhidlerin fakih ve hatiplerindendi. O fasih konuşan bir
kimseydi110.
Abdullah b. Meymun Kurtubî ise Endülüs’ten gelerek Merrakeş’e yerleşmiş
ve buradaki en önemli alimlerden biri olmuştur. Ondan ders almak için Merrakeş’e
her taraftan öğrenci gelmekteydi111.
5-Hisbe
Hisbe, Arapça hesap etmek, saymak, yeterli olmak anlamına gelen hasb
kökünden türetilmiş bir kelimedir112. Terim olarak, en genel anlamıyla iyiliği emr,
kötülüğü nehiy olarak yapılan her türlü faaliyeti ifade etmektedir113. Bu faaliyet,
Allah’ın emri olduğu için dinî ve ahlâkî, kamu düzenini korumaya yönelik bir
çalışma olduğu için de toplumsal bir iştir114.
Maverdi hisbeyi, iyilikler yapılmaz olduğunda iyiliklerin yapılmasını
emretmek, kötülükler yapılır olduğunda yapılmasını önlemek, nehyetmek olarak
tanımlamıştır. Hisbenin dayanağı ise Kur’an-ı Kerim’deki ‘Sizden öyle bir cemaat
bulunmalıdır ki onlar herkesi hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten
vazgeçirmeye çalışsınlar’ ayetidir. Bu işi yapan kimseye de muhtesib denir115.
Muhtesib, alim olmalı, ilmiyle amel etmeli, söz ve davranışları birbiriyle uyumlu
olmalıdır. Yaptığı işin öneminden dolayı, Muhtesib aynı zamanda, yumuşak tabiatlı,
tatlı dilli, güler yüzlü olmalı ve görevini yaparken kırıcı olmamamalıdır116.
Hisbe işinin yürütülmesi, Müslüman idarecilerin en önemli görevlerinden
biridir. Müslüman idareciler bu konuda yeterli olduğunu kabul ettikleri kişileri
muhtesib olarak görevlendirmişlerdir. Muhtesibin görevi, insanların yaşamakta
olduğu her alanda, ortaya çıkan aksaklıkları gidermeye çalışmak, halkı toplumun 110 İbnu Sâhibussalat, 227. 111 Age.222, 223. 112 Kallek, Cengiz, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 133, İstanbul, 1998. 113 Şeyzerî, Abdurrahman b. Nâsır, İslân Devletinde Hisbe Teşkilatı, 36, Ter. Abdullah Tunca, İstanbul, 1993; Hizmetli, Mustafa, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, 27, 28, Ankara, 2002. (Yayınlanmamış doktora tezi) 114 Hizmetli, 28. 115 Mâverdî, 272. 116 Şeyzerî, 36, 41.
191
faydasına uygun hareket etmeye sevk etmek, her türlü hileli işlemler, yüksek fiyatla
mal satmalar, hamallara fazla yük yükleme, öğrencilere kötü muamele, borcunu
ödemekte gevşek davranma gibi uygunsuz işlere müdahale etmektir. Muhtesiblik
görevini yapanlar mahkemeye gerek kalmayacak kadar açık olan, küçük kural
ihlallerinde uyarıcılık yapar ve gerekirse bazı cezalar verirlerdi. Duruşma
gerektirecek daha ağır suçlar ise kadılara havale edilmekteydi117.
Muhtesib, yerleşim yerlerindeki çarşı pazar güvenliği için, kadıya bağlı
olarak çalışmış ve onun en önemli yardımcısı sayılmıştır. Halife zaman zaman
piyasadaki durumu muhtesible bizzat görüşerek ondan bu konuda bilgi almıştır118.
Muhtesibliğin temelini oluşturan iyiliği emr ve kötülükten men Muvahhidlerin
en temel prensiplerindendir. Daha doğrusu Muvahhidler hareketi İbn Tûmert’in bu
konudaki faaliyetleriyle başlamıştır. İbn Tûmert’in Doğu’dan dönüşünden sonraki en
belirgin özelliği, her türlü olumsuzluğa anında müdahale etmesiydi119. Örnek verecek
olursak; İbn Tûmert, Bicâye’de dolaşırken, içkileri yere boşaltmış ve sahiplerini de
içkinin müminlere yakışmayan bir şey olduğu konusunda uyarmıştır. Oradaki bazı
kimselerin, ‘sen ne karışıyorsun, sana hisbe görevini kim verdi?’ diye sormaları
üzerine, ‘Allah ve Resulü böyle emretti’ diye karşılık vermiştir120. Buradan anlaşıldığı
gibi İbnTûmert, hisbe görevi konusunda bütün Müslümanların görevli olduğunu
savunmuş ve her gittiği yerde de bu görev bilinciyle hareket etmiştir. O, bu konuda
Mu’tezile gibi düşündüğünü göstermiş121, olaylara müdahalede Hanbelîler gibi son
derece katı davranmıştır122. Abdulmümin döneminde ve sonrasında da dilleriyle ve
117 İbn Haldun, Mukaddime, I, 574, 575. Muhtesibin göreviyle ilgili daha fazla bilgi için bkz. Hizmetli, Mustafa, 53-98. 118 Harekât, Mağrib, I, 325. 119 Bu konuda bkz. Beyzak, 52, 53, 60; Merrakûşî, 179, 180; İbn Kattan, 97; İbnu’l-Esîr, VI, 561; Zerkeşî, 3. 120 Beyzak, 53. 121 Merrakûşî, İbn Tûmert’in bir çok konuda Eşâriyye mezhebinden olduğunu, Allah’ın sıfatları ve bazı diğer konularda Mu’tezile mezhebinden olanlar gibi düşündüğünü rivayet etmiştir. Bkz. Merrakûşî, 188. Mu’tezile mezhebine göre her Müslüman, insanların iyilik yapması ve kötülükten kaçınmasına nezaret etmek zorundadır. Bu görevini imkanları ölçüsünde herkes mutlaka yapmakla yükümlüdür. Bkz. Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, 176, İstanbul, 1981; Watt, M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 290, Ter. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1981. 122 Bulut, 135.
192
kılıçlarıyla insanları sapıklıktan uzaklaştırıp iyiliğe yöneltmek halife ve valilerin en
önemli işi sayılmıştır123.
Muvahhidler döneminde muhtesib, Kâdi’l-Cemâa ve Mezâlim dairesi başkanı
ile birlikte kalemiyye sınıfından sayılmıştır124.
Abdulmümin, ülkesindeki merkezlere diğer devlet görevlileri yanında
muhtesib olarak görev yapacak kişiler de görevlendirmiştir. Meselâ, 541’de
İşbiliye’ye gönderdiği kişiler içinde bulunan Yusuf b. Ahmed isimli bir kişiye
muhtesiblik görevi vermiştir125.
6-Valilik
Abdulmümin, Muvahhidler Devleti’nin ilk dönemlerinde valilik görevine İbn
Tûmert’in davetine ilk katılanlardan ve onun meclislerinde görev alan kişilerden ve
bu kişilerin çocuklarından olan yetenekli kimseleri atamıştır126. Ancak o, daha sonra
valilerini Merrakeş’te kurduğu okuldan eğitimini tamamlamış gençler arasından
seçmiştir. Kaynaklarda belirtildiğine göre Abdulmümin’in vali olarak atadığı oğulları
buradaki diğer öğrencilerle aynı eğitimi almışlardır127.
Muvahhidler yönetici kadroların yetiştirilmesine çok önem vermiş, bu kişilere
dinî, siyasî ve askerî bakımdan dönemin şartlarına göre bütün teorik ve pratik
bilgileri öğretmeye çalışmışlardır. Dinî eğitim çerçevesinde, Kur’an-ı Kerim,
Muvatta ve İbn Tûmert’in kitapları ezberletilmiştir. Burada eğitim alan öğrencilerin
idarî anlamda yeterliliklerinin sağlanması için de devlet idaresine yönelik dersler
okutulmuştur. Askerî eğitim olarak savaş teknikleri öğretilmiş, kılıç ve mızrak
kullanma, ok atma, ata binme, vb. bilgiler uygulamalı olarak gösterilmiştir. Buradaki
öğrencilere yüzme ve dalış yanında, deniz savaşları konusunda da eğitim
verilmiştir128.
123 Cüllâb, 132, 133. 124 Kalkaşandî, V, 140; Kallek, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 139. 125 İbn İzârî, 36. 126 Merrakûşî, 338, 339; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 127 İbn Kattan, 172; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 128 Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Eşbah, II, 51; Harekât, Mağrib, I, 323; Hasan, 134.
193
Abdulmümin 549/1151 yılında büyük oğlu Muhammed’i veliahd olarak ilan
ederek biat almış, bu yıldan itibaren diğer oğullarından bazılarını da ülkesinin
değişik yerlerine vali olarak atamıştır. Vali olarak atadığı oğullarının yanına
Muvahhidlerin ileri gelen şahsiyetlerinden yardımcılar, kadılar, muhtesibler ve
komutanlar da atayarak onların tecrübelerinden istifade etmelerini sağlamıştır. Bu
anlamda Tlemsan’a Ebû Hafs’ı, Gırnata’ya Ebû Said Osman’ı, Bicâye bölgesine
Muhammed’i, Fas’a Ebû Hasan Ali’yi, İşbiliyye’ye Ebû Yâkub Yusuf’u, Tâdla’ya
Eburrebî’yi vali olarak atamıştır129.
Valiler görevli bulundukları merkezlerin en yetkili kişileridir. Bulundukları
yerde devletin bütün kurumları onlara bağlıdır. Onlar, öncelikle askerî bakımdan
bulundukları yerdeki komutanlık görevini üstlenmişlerdir. Kendi bölgelerinde devleti
temsil ettikleri için halkın memnuniyeti, ya da memnuniyetsizliğinden birinci
derecede sorumlu olanlar da valilerdir. Bundan dolayı bulundukları yerde devleti iyi
temsil etmedikleri düşülen valiler zaman zaman azledilmişlerdir. Meselâ,
Muvahhidlerin İşbiliyye’ye gönderdiği ilk yöneticilerin halka kötü muamelesi, halkın
can ve mal güvenliğinin tam olarak sağlanamaması üzerine, burada bulunan
yöneticiler Merrakeş’e dönmüşler ve Abdulmümin İşbiliyye’ye yeni yönetici ve
askerî birlik göndermiştir. İşbiliyye’ye gönderilen yeni vali, adaleti ve iyi
yönetimiyle halkın sevgisini kazanmıştır130. Abdulmümin uygulamalarında haddini
aşan valileri görevden almıştır. Bu anlamda Kurtuba valisi Yahya b. Yavmur
görevden alınarak tutuklanmış, Merrakeş’e getirilerek hapsedilmiş, yerine yeni vali
atamıştır131.
İbn İzârî’nin bütün adalet, fazilet, siyaset ve yönetim kurallarını içerdiğini
belirttiği132, Abdulmümin’in 15 Rebîulevvel 543/3 Ağustos 1148 tarihli,
Endülüs’teki idarecilere gönderdiği mektubu, bir yönüyle onun valilerden nasıl bir
129 Bu bilgiler kaynaklarda ufak tefek farklılıklarla yer almaktadır. Bkz. Beyzak, 116; Merrakûşî, 224; İbn Ebî Zer, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Nuveyrî, XXIV, 307, 308; Nâsırî, II, 109, 110; Eşbah, II, 52; Hasan, 135. İ. Ömer Musa, Abdulmümin döneminde, oğlu Muhammed’i veliahd ilan etmesinden önceki ve sonraki valileri birer liste ile vermiştir. Bkz. Musa, 320, 321. 130 İbn İzârî, 38, 39. 131 İbn İzârî, 52, 53; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111; Sâlim, S. A., ‘Kurtuba Hâdıratu’l-Hilâfeti fi’l-Endülüs’, Dirâsetü Târihiyye, Umrâniyyetuhu, Eseriyyetuhu fi’l-Asri’l-İslâmî, 149, İskenderiyye, 1984. 132 İbn İzârî, 36, 37.
194
görev beklediğini ifade etmektedir. Abdulmümin’in bu mektubu aynı zamanda,
insanların hakları konusunda kendilerine yazılı bir delil olmuştur. O, idarecilerin
görevinin dinî kurallara tam olarak bağlı kalarak adaleti sağlamaları, her türlü
haksızlıktan uzak durmaları, haksız yere kan dökmemeleri olduğunu
vurgulamıştır133.
7-Şurta
Polis teşkilatı diyebileceğimiz şurta, devletin silahlı kuvvetlerinin başında
bulunan sâhibu’s-seyf’e bağlı olarak çalışmaktaydı. İbn Haldun’un belirttiğine göre,
bu görevi yürüten kimselere Afrika’da hâkim, Endülüs’te ise sâhibu’l-medine
denilmekteydi. Bu kişilerin görevi, herhangi bir suçla itham edilen kişileri
yakalayarak, suçunu itiraf ettirmek için araştırma yapmak ve suç sabit olduktan sonra
da cezalara çarptırmaktı. Muvahhidler Devleti’nde sadece Muvahhidlerin ileri
gelenlerinden olanlar bu göreve atanıyordu. Ancak bu görevi üstlenen kişilerin
yetkileri sınırlıydı. Üst düzey devlet görevlileri üzerinde yetkileri yoktu134.
Şurta, geceleri de koruma görevi yapmakta olduğu için, bu işi yapanlara
‘sâhibu’l-leyl’ de denilmiştir. Muvahhidler bu kuruma çok önem vermişlerdir.
Sokaklardaki yankesicilik ve hırsızlık olaylarına karşı görev yapan kimseler
görevlendirmişlerdir135. Ancak kaynaklarda bu konuda Abdulmümin dönemiyle ilgili
doğrudan her hangi bir bilgiye ulaşabilmiş değiliz. Yukarıda aktardığımız bilgiler
Muvahhidler dönemiyle ilgili olarak genel malumat şeklinde aktarılmaktadır.
8-Berid
Berîd kelimesi, genellikle posta hayvanı, süvari postacı, devlet postası, posta
menzili, iki menzil arasındaki mesafe anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime İslâm
devletlerinin çoğunda haberleşme teşkilatı için kullanılan bir sözcük olmuştur136.
133 İbn Kattan, 191 vd.; Hasan, 140, 141. 134 İbn Haldun, Mukaddime, I, 640, 642. 135 Hasan, 153, 155. 136 Yazıcı, Nesimi, ‘Klasik İslâm Döneminde Haberleşme’, AÜİFD, XXIX, 378, 379. Berîd kelimesinin kökeni olarak, Arapça olduğu, Latince veredus (posta hayvanı) veya Farsça bürîde-dün (kesik kuyruklu-diğer hayvanlardan ayırmak için, posta hayvanlarının kuyruklarını keserlerdi)
195
Berîd/posta ile ilgili düzenlemeler Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Bu
teşkilat, zamanla normal haberleşme yanında istihbarat ve gizli haberleşme için de
kullanılmıştır137. Berîd teşkilatının düzenli yürümesi için devletler büyük çaba
harcamışlar ve bununla ilgili bazı düzenlemeler yapmışlardır. Bu anlamda Berid
teşkilatına önemli malî kaynak ayırmışlar, haberleşmenin güvenilir ve tedbîr sahibi
görevlilerle en hızlı bir şekilde yürütülmesi için, bu işle görevlendirilen kişiler yollar
boyunca yapılmış olan menzilhanelerden ücretsiz faydalandırılmışlardır138.
Endülüs’te Endülüs Emevîleri, başkentleri Kurtuba ile eyaletler arasındaki
haberleşmenin hızlı bir şekilde yürütülmesi için bu işi yürüten çok sayıda kişi
görevlendirmiştir. Başlangıçta haberleşme işinde Sudanlı zenciler kullanılmaktayken,
XI. yüzyıldan itibaren, acil mesajların hızla yerlerine ulaştırılması için güvercinler de
kullanılmaya başlanmıştır139. Postacılık görevi yapan kimse kendisine verilen bir
mektubu yerine ulaştırmak için bulunduğu yerden hayvanına biner ve hızla hareket
ederdi. Hayvanının yorulduğu yerde bölgedeki vali tarafından kendisine verilen yeni
hayvanıyla yoluna devam edip, bu şekilde gider ve dönerdi140.
Muvahhidler bu teşkilata çok önem vermişlerdir. Posta hizmetinin güvenli ve
hızlı bir şekilde işlemesi için çalışmışlar, bu hizmetin gece-gündüz, karada ve
denizde sürekli yürütülmesi için düzenlemeler yapmışlardır141. Bu konuda görevli
kişi için Rakkas kelimesi kullanılmıştır142.
kelimesinden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Bkz. Yazıcı, 378; Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 498, İstanbul, 1992; Kazıcı, 272, 273. 137 Yazıcı, 380; Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 499. 138 Yazıcı, 379-385. 139 A. Tâzî, 54, 55 (İbnu Sâhibussalat’ın el-Mennü bi’l-İmâme’nin Takdîm yazısı); Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 499; Kazıcı, 275. 140 Kalkaşandî, V, 148. 141 Hasan, 150. Muvahhidlerin 10 Muharrem 555/21 Ocak 1160’ta, Tunus yakınlarındaki Mehdiyye’yi fethetmelerinden sonra, zafer haberini gönderdikleri mektup yaklaşık bir ay sonra Safer ayında Endülüs’ün İşbiliyye şehrine ulaşmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 119. Abdulmümin’in oğlu Ebû Yâkub Yusuf, bu mektubu aldıktan sonra babasına tebrik mektubu yazmış ve bu mektup da Abdulmümin’e Merrakeş’e dönüş yolunda, Kosantîne’deyken, yine yaklaşık bir ay sonra Rebîülevvel ayında ulaşmıştır. Bkz. İbn İzârî, 66. Bu konu ile ilgili rivayetlerde, mektupların hangi günde kaleme alınıp gönderildiği ve tam olarak hangi günde yerine ulaştığı belirtilmediği için belirtilen mesafelerin kaç günde alındığını bilemiyoruz. Ancak verilen bilgilerden anlaşıldığına göre olabilecek süre yaklaşık bir ay civarındadır. 142 Beyzak, 79.
196
Rakkaslar bir haberi, mektubu götürüp-getirmek yanında bilgi toplamak ve
gönderildiği bölge ile ilgili araştırmalar yapmak gibi görevleri de yürütmekteydiler.
Abdulmümin, Cebelu’l-Feth’in açılışı için Endülüs’e geçmeden önce, kendisi Fas
yakınlarında iken, burada inceleme yapması ve herhangi bir problem olup olmadığını
araştırması için rakkas görevlendirmiştir143.
Devlet merkezinden taşraya, ya da taşradan devlet merkezine haber taşıyan
postacılar, yaptıkları bu işten dolayı önemli kişiler olarak kabul edilmişlerdir.
Bundan dolayı onlar da kendilerini normal halktan daha ayrıcalıklı görmüşler,
gittikleri her yerde halkın kendilerine yardım etmesini istemişlerdir. Bazen bu
konuda aşırı gittikleri de olmuştur144. Abdulmümin, 15 Rebîulevvel 543/3 Ağustos
1148 tarihli145, Endülüs’teki Muvahhidlerin ileri gelenlerine yazdığı mektubunda,
posta görevlileriyle ilgili şikayetleri de dile getirmiş ve bu konuda uyarılarda
bulunmuştur. Bu vesileyle onların ihtiyaçlarının tam karşılanmasını, yanlışlık
yapanların uyarılarak cezalandırılmasını, görevlerini belli bir sürede yerine
getirmeleri için süre tahdidi getirilmesini istemiştir146.
Abdulmümin, ordusunun hareketi esnasında kendi durumuyla ilgili
gelişmeleri rakkaslar vasıtasıyla en hızlı şekilde gerekli yerlere ulaştırmıştır. Meselâ
o, İbn Tûmert’in son günlerindeki (524/1130) Merrakeş kuşatması ve sonrasındaki
Buheyra’daki yenilgi haberini çıkardığı bir rakkas ile en hızlı bir şekilde
başkentlerine ulaştırmıştır147. Daha sonraki günlerde de devletin önemli icraatları ve
kazandığı zaferler ve bazı kararlar Abdulmümin tarafından yazdırılarak gerekli
yerlere ulaştırılmıştır. Abdulmümin bu anlamda, 534-541 yılları arasında yedi yıl
boyunca Murâbıtlarla mücadele ettiği günlerde merkezleri olan Tinmellel’e
dönememiş, ancak zafer haberlerini ve işlerinin iyi gittiğini merkezlerindeki halkına
bildirmiştir148. Yine Bicâye seferinde ve Mehdiyye seferinde elde ettiği zafer
haberini de anında yazıya dökerek ülkesinin her yerine ulaştırmıştır149.
143 İbnu Sâhibussalat, 135, 136. 144 Kazıcı, 274, 275. 145 İbn İzârî, 37. 146 İbn Kattan, 198, 199; Hasan 153, 154; Kazıcı, 275. 147 Beyzak, 79. 148 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 149 İbn İzârî, 47, 64; Hasan, 151.
197
C-ASKERİ TEŞKİLAT
1-Asker Kaynakları
Beyzak’ta yer alan bir rivayete göre Muvahhidlerin savaşa asker gönderen
kabileleri, İbn Tûmert’in kabilesi olan Herğa, Abdulmümin’in kabilesi olan Kûmya,
Tinmellel halkı, Hintâte, Cedmîve, Kenfîse, Heskûre, Sanhâca kabileleriydi150. Bu
kabileler, Kûmya’yı saymazsak, Muvahhidlerin ilk dönemlerinde onlara destek veren
Sûsu’l-Aksâ’daki Berberî kabileleridir. Devletin sınırlarının genişlemesi ve
güçlenmesiyle, aşama aşama Mağrib bölgesinin her yanındaki diğer kabileler,
Endülüslü Müslümanlar ve İfrikiyye’deki Araplar da Muvahhidler ordusuna
katılmışlardır151.
Kalkaşandî, Muvahhidlerin yedi askerî tabakası olduğunu rivayet etmiş ve
bunları şöyle sıralamıştır: İbn Tûmert ile birlikte bulunmuş olan Muvahhidlerin en
üst düzeydeki adamları, birinci guruptan sonra gelen yaşça daha küçük olan ileri
gelenler, devlet başkanının yanında bulunan özel koruma gücü, bunlar dışındaki
muvahhidler tabakasının askerleri, Arap kabilelerinden olan askerler, gençlerden
oluşan ve halifeye hizmet eden kişiler ve son olarak Hıristiyan askerler152.
Muvahhidlerin Merrakeş’te sürekli bulunan ve maaş alan askerleri ve bir de
gerektiği zaman çağrılan askerleri vardı. Sürekli hazır bulunan askerlerin sayısı on
bin kişi kadardı. Bu askerler Musâmide kabilesi dışında Arap, Türk (Oğuz),
Endülüslü, Rum, ve diğer kabilelerden oluşmaktaydı153. İbn Ebî Zer, Abdulmümin’in
Mehdiyye seferini anlatırken, onun sayılamayacak kadar çok askerle yola çıktığını,
ordusu içinde, Arap kabileleri, Zeneta kabileleri ve Oğuzlardan askerlerin yer
aldığını rivayet etmektedir154.
Muvahhidler, Merrakeş’i istilasından hemen sonra, ordularında Hıristiyan
paralı askerlere de yer vermeye başlamışlardır. Bu anlamda ilk olarak
Abdulmümin’in el-Mâsî isyanını bastırmak için hazırlamış olduğu orduda Hıristiyan
150 Beyzak, 48. 151 İnan, II, 632, 633. 152 Kalkaşandî, V, 138; Harekât, Mağrib, I, 327. 153 Merrakûşî, 341; İbn Ebî Zer, 198; Harekât, Mağrib, I, 326. 154 İbn Ebî Zer, 198.
198
paralı askerler yer almıştır155. Muhtemelen, daha önce Murâbıtlar Devleti’nin paralı
askeri olan bazı Hıristiyan birlikler, Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinden
sonra onlarla anlaşarak Muvahhidler ordusu içinde savaşmaya başlamışlardır.
Abdulmümin’in çağrısı üzerine 557/1162’de Mağribu’l-Evsat’ta, kendi
kabilesi Kûmya’nın da bağlı olduğu Berberî Bitr kabilesinden, Muvahhidler askerî
sistemine kırk bin kişilik yeni bir birlik katılmıştır. İbn Ebî Zer, Abdulmümin’in bu
askerleri Muvahhidler ordusuna katmasının sebebinin, daha önce kendisine suikast
düzenlenmesi olduğunu belirtmiştir. Böylece o kendisine kendi kabilesinden
tamamen güvenebileceği özel koruma birliği oluşturmuştur. Bu konudaki rivayetlere
göre Abdulmümin kendi kabilesi Kumya kabilesinin ileri gelenlerine gizlice haber
göndererek, ergenlik çağına gelmiş olan bütün erkeklerinin atlarına binip yanına
gelmesini emretmiştir. Bu konudaki ihtiyaçlarını karşılamak için onlara yüklü
miktarda ekonomik destek sağlamıştır. Onlar da Abdulmümin’in bu çağrısına uygun
olarak en mükemmel şekilde hazırlanmış kırk bin kişilik bir süvari birliğiyle
Merrakeş’e doğru hareket etmişlerdir. Onların ortada görünen bir sebep yokken
böyle kalabalık bir şekilde Merrakeş’e doğru gelmeleri insanlar üzerinde tedirginlik
yaratmıştır. İnsanlar onlar hakkında ileri geri konuşurlarken, onlar Merrakeş’in
kuzeyindeki Ümmürrebî vadisine kadar gelerek burada konaklamışlardır. Bu durum
Abdulmümin’e haber verilmiş, o da başlarında Ebû Hafs Ömer Hintâtî olmak üzere
Muvahhidlerin ileri gelenlerinden bir heyeti durumu araştırmaları için onların yanına
göndermiştir. Ebû Hafs başkanlığındaki heyet bu askerlerin yanına gidip niyetlerini
sormuş, onlar da kendilerinin Abdulmümin’in kabilesinden olduklarını ve onu
ziyarete geldiklerini, onunla savaş için değil barış için, onu desteklemek için
geldiklerini söylemişlerdir. Muvahhidler heyeti bu bilgileri Abdulmümin’e
bildirince, Kûmya’dan gelen bu kırk bin kişilik süvari birliği, törenlerle karşılanarak
Merrakeş’e kabul edilmişlerdir. Bu yeni katılan gurup, Muvahhidler içindeki
Tinmellel halkından sonra en önemli ikinci tabaka olmuştur. Bu birlik, Muvahhidler
sefer için çıktıkları zaman, halifenin önünde ve arkasında güvenlik için yer
almıştır156. Daha önce Arapların Muvahhidler toplumuna katılması ve bu katılımla
155 Nuveyrî, XXIV, 320; İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 156 İbn Ebî Zer, 201, 202; Nâsırî, II, 127. Bu konuda bkz. Eşbah, II, 57.
199
Abdulmümin, Muvahhidler Devleti’nin başlangıçta tamamen Sûsu’l-Aksâ’daki
Musâmide kabilesine dayalı askerî ve siyasî gücünü dengelemiştir157.
Muvahhidler ordusunun komutanlarının yetiştirilmesi için, Abdulmümin
döneminde Merrakeş’te bir okul açılmış ve açılan okulda öğrencilere dinî ve askerî
her türlü eğitim uygulamalı şekilde verilmiştir158.
Muvahhidlerin asker sayısına gelince, İbn Tûmert’in sağlığında en büyük
askerî güç 524/1130’daki Merrakeş kuşatmasında çıkardıkları kırk bin askerden
oluşan ordudur159. Bu sayı Abdulmümin döneminde günden güne artmış ve en son
Endülüs seferi için hazırlıklar tamamlandığında asker sayısı yaklaşık beş yüz bini
bulmuştur160.
2-Sefer Şekli ve Düzeni
Abdulmümin sefere çıkacağı zaman, sabah namazından sonra hareket ederdi.
Hareket işareti olarak 15 zira161 çapındaki, kenarları tahtadan yapılmış, yeşil renkli
ve altın kaplamalı büyük davula üç kez vurulurdu. Davulun sesi rüzgarsız havalarda,
yüksek yerlerde yarım günlük mesafeden duyulurdu162.
Muvahhidler ordusunun önünde, onların beyaz bayrakları taşınırdı163.
Arkasından çeşitli kabileleri temsil eden bayraklar, onların arkasından da trampet ve
boru çalan gurup bulunurdu. Daha sonra ordunun düzeninden sorumlu kişiler yer
alırdı164. Bu grupların arkasında, yaklaşık çeyrek mil mesafede, etrafı seçkin
adamları (hassatuhu) ve vezirleriyle çevrili olduğu halde halife bulunurdu165. Devlet
başkanının etrafında Kur’an-ı Kerim’den bölümler okuyan bir gurup yer alır, Kur’an
okunmasından sonra halife durur ve dua eder, ordudan sorumlu olan vezir (vezîru’l-
157 Urvî, 159. 158 Hülelü’l-Mevşiyye, 150. 159 İbnu’l-Esîr, X, 457; Zehebî, Siyer, XIX, 550. 160 İbn Ebî Zer, 202. Nâsırî, II, 128; İnan, II, 393. 161 Zira, kolun dirsek ile parmak ucuna kadar olan uzunluğunu ifade etmek için kullanılan bir uzunluk ölçüsüdür. İslâm Ansiklopedisinde Zira’nın 54.04 cm. olarak kabul edildiği belirtilmiştir. Bkz. T.H., ‘Zira’, İA, XIII, 575, İstanbul, 1975. Mu’cemu’l-Vasit’te ise Zira’nın 64 cm’lik bir uzunluk olduğu ifade edilmiştir. Bkz. İ. Emin, A. Muntasır, A. Savâlimî, M. H. Ahmed, Mu’cemu’l-Vasît, I, 311, byty. 162 Hülelü’l-Mevşiyye, 152; Sallâbî, 120, 121. 163 İbn Kattan, 168. 164 Kalkaşandi, V, 146. 165 İbn Kattan, 168; Hülelü’l-Mevşiyye, 152.
200
cund) onun duasına amin der, arkasından diğer insanlar da amin derler ve bundan
sonra harekete geçilirdi166. Her kabileye bağlı askerlerin özel komutanı vardı ve
hareket başladıktan sonra her komutan kendi birliğinin başına geçerdi167. Namaz
vakitlerinde birlikte namaz kılmak için bir araya gelen komutanlar ve ileri gelenler,
namaz kılındıktan sonra, tekrar yerlerine dönerlerdi168.
İleri gelenlerden bir gurupla birlikte savaşa katılacak olan Abdulmümin’in
oğulları, biraz arkasından onu takip ederlerdi. Bunlardan sonra kabilelerin sancakları
belli bir sıraya göre yer alır, bundan sonra da trampetleri, boruları ve diğer aletleriyle
ordunun bando takımı yer alırdı. Bandonun arkasından diğer kabilelere bağlı birlikler
belli bir intizam içinde hareket ederlerdi. Ordu konaklayacağı zaman, devlet başkanı
durur ve dua eder, başlangıçta olduğu gibi onun duasına amin denilirdi169. Sonra da
her kabile belli bir düzene göre konaklama yerlerine yerleşirdi. Ordunun her türlü
ihtiyacı sanki evindeymiş gibi temin edilirdi170.
Abdulmümin’in ordusu düşman askerlerinin kalplerine korku salmak için hep
bir ağızdan bağırarak, büyük bir ses çıkarırlardı. İbn İzârî, Vehran kuşatmasında
Muvahhidlerin yüksek sesle hep birden ‘esbaha ve’l-hamdulillah’171 diye
bağırdıklarını, düşmanları Murâbıtların ise bağıramadıklarını ve içlerine büyük bir
korku düştüğünü ifade etmektedir172.
Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaya başlayıp Kurtuba’yı ele
geçirdiklerinde ganimetler arasında Hz. Osman mushafı da yer almaktaydı. Bu
mushaf 11 Şevval 552/16 Kasım 1157’de Merrakeş’e getirilmiştir. Abdulmümin bu
mushaf için özel bir sandık yaptırmıştır. Bunun için mühendisler, kuyumcular,
düzenleme ve yaldızlama konusundaki uzmanlar, ressamlar, ciltçiler, marangozlar, 166 Kalkaşandî, V, 146, 147. 167 Harekât, Mağrib, I, 329. 168 Hülelü’l-Mevşiyye, 152, 153; Sallâbî, 121. 169 Kalkaşandî, V, 147. 170 Hülelü’l-Mevşiyye, 152, 153; Eşbah, II, 55, 56. Buradaki Muvahhidler ordusunun hareketiyle ilgili olarak ifade edilenlerin bir benzeri Kalkaşandî tarafından Mağribu’l-Aksâ’da kurulan Benû Merîn Devleti (m. 1197-1550) ordusu için anlatılmaktadır. Bkz. Kalkaşandî, V, 208, 209. Merînîler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Marçais, Georger, ‘Merînîler’ (Benî Merîn), İA, VII, 763-766, İstanbul, 1957. 171 Bu cümleyi yaklaşık olarak ‘Allah’a şükür tamam, oldu’ şeklinde çevirebiliriz. Ancak burada ifade edilmek istenen, düşmana sonlarının geldiğini, işlerinin bittiğini ve böylece kendi askerlerine de cesaret ve güven vermenin amaçlandığını söyleyebiliriz. 172 İbn İzârî, 20. İbn Kattan, bu cümleyi (esbaha ve’l-hamdülillah) İbn Tûmert’in müezzine sabah namazı vaktinde söylettiğini rivayet etmiştir. Bkz. İbn Kattan 168.
201
süslemeciler, vb. sanatçıların en iyileri, ülkenin her yerinden (Mağrib ve
Endülüs’ten) Merrakaş’e çağırılmış, hiçbir masraftan kaçınılmadan zumrüt, yakut,
elmas, sedef ve altın gibi değerli taşlar kullanılarak bir hazine değerinde olan bu
sandık ortaya çıkarılmıştır173. Daha sonra Hz. Osman Mushafı’nın bulunduğu sandık,
savaşlarda halifenin hemen önünde taşınmıştır. Bu sandığın dört köşesine de birer
bayrak takılmıştır174.
3-Savaş Alet ve Alametleri
Muvahhidler savaşlarda o dönemde kullanılmakta olan geleneksel savaş
aletlerini kullanmışlardır. Bu anlamda savaş aleti olarak; kılıç, mızrak, ok, deriden
imal edilmiş kalkanlar ve kuşatmalarda surlara büyük taşlar fırlatılan mancınıklar
kullanılmıştır. Bunlar yanında askerleri coşturmak ve bazen de işaret olarak
kullanılan davullar askerî malzemeler içinde yer almıştır. Y. Eşbah, Muvahhidlerin
ateşli silah/barut da kullanmış olabileceklerini ileri sürmüştür175.
Kaynaklarda geçen savaş alet ve alametleri şunlardır: Kılıç, balta, uzun
mızraklar, ok-yay, zırh, miğfer, deriden yapılmış kalkan (Dark), tokmak
(Kasiyyu)176, surlara tırmanmak için kullanılan merdivenler, mancınık177, ahşap
kuleler (ebrâcu’l-haşeb), dabbâbât178, davul-trampet (tabl), boru/boynuz (bûka) ve
bayrak179.
Yukarıda listesi verilen alet ve alametlerden kılıç, mızrak, ok-yay, kalkan,
zırh ve tokmak genellikle göğüs göğüse savaşlarda kullanılan ve herkes tarafından
bilinen savaş malzemeleridir.
Savaş aletlerinden mancınık, özellikle kuşatmalarda, düşmanın bulunduğu
surların arkasına büyük taşlar ve ateş atmaya yarayan çok eski bir kuşatma ve savaş 173 Nâsırî, II, 114; Menûnî, 159, 160, 179. Burada, on bir (11) değişik sanat erbabı sıralanmıştır. Menûnî, bu rivayeti yorumlarken, Muvahhidlerin Mağrib’te bulunan çok sayıdaki sanat dalına verdikleri öneme dikkat çekmiştir. Bkz. Menûnî, 160. Bu durum aynı zamanda Muvahhidlerin bir işi çok yönlü ve değişik açılardan ele alarak ortaya çok güzel, mükemmel bir eser çıkarmak istediklerini ifade etmektedir. 174 Eşbah, II, 55, 56; Sallâbî, 122. 175 Eşbah, II, 58, 246; Harekât, I, 329; Menûnî, 177. 176 İbnu Sâhibussalat, 196, 211. 177 Beyzak, 103, 120. 178 Nuveyrî, XXIV, 294. 179 Kalkaşandi, V, 143.
202
aletidir180. Dabbâbe ve burcu’l-haşeb de kale ve surlar arkasındaki düşmanlara karşı
kullanılan kuşatma aletlerindendir. Dabbâbe, ağaçtan yapılmış, dış kısımları deri ile
kaplı ve içinde askerlerin gizlendiği, surların yanlarına kadar yaklaşabilen bir
kuşatma aracıdır. Kale diplerine kadar debelenerek yavaş yavaş ilerlediği için bu
araca Debbâbe denilmiştir181. Burcu’l-haşeb ise, sağlam ağaçlardan kule şeklinde
yapılmış, üzeri kapalı ve içinde askerlerin gizlendiği bir araçtır. Bu aracın içinde kale
boyuna kadar ulaşabilecek merdivenler bulunmaktaydı. Bu araç debbâbenin
geliştirilmiş şeklidir182.
Arapça kaynaklarda Tabl olarak ifade edilen davul ve trampet, Muvahhidler
ordusunun en önemli tören araçlarından biriydi. Sefere çıkarken, ya da askerin
durması için işaret vermek için kullanılan davul, son derece büyük ve çok uzaklardan
duyulabilecek kadar yüksek bir ses vermekteydi. Muvahhidlerin trampet takımı ise
iki yüz kişilik bir guruptan oluşuyordu. Bu trampet gurubu orduyla birlikte hareket
ederdi183.
Bayrak konusuna gelince, Beyzak’ın anlattığına göre İbn Tûmert, değişik
bölgelere askerî birlikler çıkarmış ve her birine beyaz, sarı ve kırmızı renkte
bayraklar vermiştir184. Yine Kalkaşandî de Muvahhidlerin beyaz, kırmızı, sarı ve
yeşil bayrakları olduğunu rivayet etmektedir. Bunun yanında her kabilenin
kendilerine has, üzerinden ‘lâ ilâhe illallah’ (Allah’tan başka İlah yoktur) ya da ‘el-
mülkü lillahi’ (mülk Allah’a aittir) gibi yazılar bulunan bayrakları olduğu ifade
edilmiştir185. İbn Kattan ise, Muvahhidlerin bayraklarının bir yüzünde ‘el-Vâhidu
Allah, Muhammedun Rasûlullah, el-Mehdî halifetullah’, diğer yüzünde ise, ‘ve mâ
min İlahin illallah, ve mâ tevfîku illa billahi ve ufavvidu emrî ila’llahi’ ifadesinin yer
aldığını belirtmiştir186. Sefere çıkıldığı zaman, yüzlerce bayrak ve trampetle geçit
resmi yapılmaktaydı187.
180 Kazıcı, 381, 382; Harekât, Mağrib, I, 329. 181 Kazıcı, 383. Dabbâbe kelimesi, modern Arapça’da tank anlamında kullanılmaktadır. 182 A.g.e., 383. 183 Merrakûşî, 232; Zehebî, Siyer, XXXVIII, 266; Hülelü’l-Mevşiyye, 152; Sallâbî, 120, 121; Menûnî, 161, 162. 184 Beyzak, 75. 185 Kalkaşandi, V, 143. 186 İbn Kattan, 168; İnan, II, 632, 636. Bayrakta yer alan ifadelerin anlamı, yaklaşık olarak; birici yüzde, ‘Allah birdir, Muhammed Allah’ın peygamberidir, Mehdî Allah’ın halifesidir’, ikinci yüzde ise
203
4-Savaş ve Kuşatma Taktikleri
Abdulmümin, çağının en büyük komutanlarından biriydi. Askerî alanda elde
ettiği başarılarıyla bunu en güzel şekilde ispatlamıştır. O, savaş alanlarındaki basireti
ve savaş taktikleriyle 515/1121 yılında İbn Tûmert’in mehdî olarak biat almasıyla
başlayan savaşların vazgeçilmez ve başarılı komutanı olmuştur. O, yaklaşık ömrünün
kırk yılını çok değişik yerlerde ve çok farklı guruplara karşı savaşmakla geçirmiş ve
savaşlarından hemen hep zaferle çıkmayı başarmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlara,
Araplara, Normanlara, Endülüs’te ve Mağrib’te kendisine karşı çıkan isyancılara ve
yine Endülüs’teki Hıristiyan güçlere karşı defalarca savaşmış ve akla gelen hep onun
zaferleri olmuştur. Abdulmümin çoğu zaman savaş stratejisini bizzat kendisi
belirlemiş ve ordusuna komutanlık etmiştir188.
Kaynaklarda Muvahhidlerin savaşa başlamadan önce düşmanlarına kendi
inanç esaslarına davette bulunduğu rivayet edilmiştir. Meselâ İbn Tûmert,
517/1123’de Tinmellel’de Murâbıtlara karşı savaşmaları için bir ordu hazırlamıştır.
Muvahhidler, savaşmadan önce düşmanlarını, iyiliği emr, kötülüğü men, bidatlere
karşı durma ve Mehdî’ye biat konusunda çağrıda bulunmakla
görevlendirilmişlerdir189. Bu davet kabul edilmediği takdirde savaş meşrû ve
kaçınılmaz sayılmıştır.
Abdulmümin’in Mehdiyye seferini anlatan Hülelü’l-Mevşiyye’deki bir
rivayeti yorumlayan Yusuf Eşbah, onun ordusunun hareketini, konaklama yerlerini
belirleyip, savaş ile ilgili planları bizzat ortaya koyduğu ve uyguladığı, bunun
yanında ordusuna tatbikatlar yaptırdığı kanaatini belirtmiştir. Yine onun ortaya
koyduğu yeni savaş taktikleri ve komutan olarak üstün özelliklere sahip olması
sayesinde savaşlarında başarılı sonuçlar aldığını ifade etmiştir190.
‘Allah’tan başka ilah yoktur, başarı Allah’ın yardımıyla mümkündür, işimi Allah’a bırakıyorum, (o ne derse o olur)’ şeklinde tercüme edilebilir. 187 Merrakûşî, 232; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 266. Yusuf Eşbah, kaynak belirtmeksizin Muvahhidlerin iki renkli; beyaz ve mavi bayrak kullandıklarını belirtmiş, ayrıca bayraklarının üzerinde altın işlemeli hilal bulunduğunu ifade etmiştir. Bkz. Eşbah, II, 55. 188 İnan, I, 398; Harekât, 329. 189 Merrakûşî, 192. 190 Eşbah, II, 56. Benzer bir yorum için bkz. İnan, II, 397; Sallâbî, 120.
204
Abdulmümin döneminde Muvahhidler, savaşlarda ve kuşatmalarda bazı
taktikler kullanılmıştır. Bu çerçevede bazen şehir çevresine surlar çekerek, hendekler
açarak, bazen de suyu ve ateşi kullanarak kuşattıkları şehirleri teslim olmaya
zorlamışlardır191.
Muvahhidler, 539/1145’de Vehran kuşatmasında Murâbıtların sularını
keserek su sıkıntısı çekmelerini sağlamışlar192, aynı zamanda Taşfîn b. Ali’nin de
içinde bulunduğu kalesinin kapısında büyük bir ateş yakmak suretiyle kaleyi ele
geçirmeye çalışmışlardır193. Bir başka savaş yöntemi olarak, 540/1146’daki Fas
kuşatmasında şehrin surlarını yıkmak ve şehirde su baskını oluşturmak için şehirden
akan nehri büyük bir baraj haline getirip aniden barajın bendini yıkmak suretiyle
şehrin sular altında kalmasını sağlamışlardır194. Hülelü’l-Mevşiyye’ye göre, tahtalar
ve ağaçlarla yapılan setin önüne toprak yığılmak suretiyle bu barajda su tutulmuştur.
Bu işte ilim ve aletlerden istifade edilmiş, sonunda içinde gemilerin rahatlıkla
yüzebileceği büyüklükte bir baraj oluşturulmuştur. Baraj dolunca set aniden yıkılarak
şehrin sular altında kalması hedeflenmiştir195.
Muvahhidler, 541/1147’deki Merrakeş kuşatması esnasında, uzun bir kuşatma
sonrasında şehrin surlarını aşmak için Abdulmümin’in emriyle merdivenler
hazırlamışlardır. Şehrin aynı anda birçok noktadan işgali için Muvahhidlere bağlı her
kabileye bağlı askerî birliğe merdivenle tırmanacakları yerler tahsis edilmiştir.
Böylece zaten dokuz aylık bir kuşatma altında kalarak iyice yorulmuş ve bitkin
düşmüş olan şehrin en büyük koruyucusu olan surlar, düzenli ve ani bir hamleyle
etkisiz hale getirilmek istenmiştir196.
Muvahhidler, 552/1157’deki Meriyye kuşatması esnasında farklı bir yöntem
kullanarak, kasabanın dışarıyla bağlantısını tamamen koparmak için, bazı noktalara
sur çekmişler, bazı noktalara da hendekler kazmışlardır197. Aynı zamanda
191 Y. Eşbah, Muvahhidlerin kuşatma sanatı açısından Murâbıtlardan daha üstün olduklarını, Abdulmümin’in bu konuda uzman biri olarak Fas, Vehran, Mehdiyye ve Merrakeş kuşatmasında çok değişik kuşatma yöntemleriyle düşmanlarına galip geldiğini belirtmiştir. Bkz. Eşbah, II, 246. 192 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. 193 Beyzak, 98; İbn İzârî, 21; İnan, I, 250. 194 Beyzak, 100; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 295; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 195 Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 196 Beyzak, 103; İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 138, 139; İnan, I, 262. 197 İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nuveyrî, XXIV, 310.
205
donanmalarıyla kuşatmayı denizden de desteklemişlerdir. Bu şekilde şehre denizden
ve karadan gelebilecek her türlü yardımı engelleyerek kuşatmayı sürdürmüşlerdir.
Sonuç olarak, Meriyye’deki Hıristiyanlar şehri Muvahhidlere teslim etmeye mecbur
kalmışlardır. Muvahhidler, buradaki gibi şehrin bir tarafına sur çekerek, düşmanı
bulunduğu yerde hareket edemez ve dışardan yardım alamaz hale getirmek şeklinde
ifade edebileceğimiz yöntemi, 554/1159’da Mehdiyye kuşatmasında da
tekrarlamışlardır198. Bu kuşatma sonrasında da anlaşma ile şehir Muvahhidlere teslim
edilmiştir199.
Muvahhidler, Hıristiyanların istilası altında olan Tunus’u, 554/1159’daki
kuşatmaları esnasında, şehrin sularını içilmez hale getirerek ve çevredeki ağaçları
keserek burasının kendilerine teslim olup boyun eğmesini sağlamışlardır. Kısa zaman
içinde şehir halkından ileri gelenlerin Muvahhidlere gelerek görüşmeleriyle anlaşma
sağlanmış ve Tunus Muvahhidlere bağlanmıştır200.
Muvahhidlerin savaş meydanlarında uyguladıkları taktiklere gelince; ilk
başlarda Muvahhidler daha çok dağlık yerlerde kalmışlar ve düşmanlarını kendi
oldukları yere çekmek suretiyle daha avantajlı şartlarda savaşmışlardır. Murâbıtlarla
dağlarda yaptıkları savaşlarda, hemen her seferinde düşmanlarına galip gelmesini
bilmişlerdir. Yine uyguladıkları bir başka savaş taktiği de, düşmanı üstlerine çekerek
daha sonra etrafını sarmak şeklindeki uygulamalarıdır. Bu taktik gereğince asıl
güçlerini geride bir yerde gizleyerek, büyük bir düşman birliğinin karşısına küçük bir
birlikle çıkıp, kısa zaman sonra geriye doğru kaçmışlar, düşmanı istedikleri yere
kadar çekince de, sonra davul sesiyle gizlenen askerler düşmanı her yandan sararak
bozguna uğratmışlardır201.
Abdulmümin 547/1152’de Cezâyir ve Bicâye’de hükmetmekte olan Benî
Hammad üzerine sefere çıkarken, izlediği yol güzergahı ile başlangıçta seferinin
198 Nuveyrî, XXIV, 312; Zehebî, Siyer, XX, 374; Nâsırî, II, 122. 199 İbnu’l-Esîr, XI, 188. 200 Zehebî, Siyer, XX, 374; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. Sâlim, bu bilgi ile ilgili olarak, İbn Haldun, el-İber, VI, 337’yi kaynak göstermiştir. Oysa söz konusu yerde bu bilgiyi doğrulayan bir ifade yoktur. Bkz. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. 201 Meselâ, Merrakeş kuşatması sürdürülürken bu yöntemle Murâbıtlara önemli kayıplar verdirmişlerdir. Bkz. İbnu’l-Esîr, X, 461, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 261; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 700.
206
Endülüs üzerine gibi anlaşılmasını sağlamıştır. O, ordusuyla Sebte’ye kadar gitmiş,
burada askerlerinin bir kısmını Endülüs’e gönderip kalan büyük kısımla Merrakeş’e
dönüyor gibi yapmıştır. Bu arada ordusunun hareketini gizli tutmak için bir süre
bölgedeki sivil ve ticarî seferleri engellemiş, askeri faaliyeti konusunda konuşanları
ölümle tehdit etmiştir. Daha sonra anî bir dönüşle olabildiğince hızlı bir şekilde, daha
Benî Hammad idarecileri ne olduğunu anlayamadan Cezâyir’e ulaşmıştır202.
Muvahhidler 557/1162’de, Gırnata’yı İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’in istilâsından
kurtarmak için de aynı şekilde gizli ve süratli bir şekilde buraya ulaşmışlardır.
Gırnata’nın alınması için düşmanın üzerlerine gittiklerini haber almalarına fırsat
verilmeden, ikindi vaktinden sabaha kadar yürünerek şafak sökerken Gırnata’ya
ulaşılmış, anî bir baskınla düşman mağlup edilmiş, şehir tekrar Muvahhidlere
bağlanmıştır203.
Muvahhidler aynı zamanda bazı şehirleri içerideki bazı kimselerle işbirliği
yaparak, şehir kapılarının kendilerine açılmasıyla fethetmişlerdir. Meselâ Fas, uzun
bir kuşatmadan sonra şehir kapısının içeriden açılmasıyla istilâ edilmiştir204. Yine
546/1151’de Bicâye’de Abdulmümin’in daha önce anlaştığı valinin içeriden kapıyı
kendilerine açmasıyla burası savaşsız bir şekilde Muvahhidlere bağlanmıştır205.
5-Donanma
Muvahhidler donanmaya çok önem vermişlerdir. Abdulmümin deniz
savaşlarında kullanılmak üzere kendi döneminde bölgenin en büyük donanmasını
oluşturmuştur206. Özellikle Kuzey Afrika boyunca Trablus’a kadar olan bölgelerdeki
askerî faaliyetler, yine Endülüs’ün Muvahhidlerin eline geçmesinden sonra bu
bölgelerdeki savaşlar ve savaş malzemelerinin taşınması için çok sayıda gemiye
ihtiyaç duyulmaktaydı. Askerlerin Endülüs’e ve diğer kıyılardaki savaş alanlarına
nakli ve Endülüs-Mağrib arasındaki sivil ulaşımın sağlanması için çok sayıda gemi
kullanılmaktaydı207. Gemi ihtiyacının karşılanması için Selâ, Mehdiyye, Tanca,
Sebte, Bâdis, Vehrân gibi Mağrib kıyı şehirleri yanında, Endülüs’teki çeşitli sahil
202 Beyzak, 113, 114; İbn İzârî, 45, 46. 203 İbn İzârî, 76, 77. 204 Age., 24. 205 Age., 46. 206 Abbâdî-Sâlim, II, 254; Julian, II, 162. 207 İnan, II, 638; Harekât, 330; Guneymî, II, 265.
207
şehirlerinde tersaneler bulunmaktaydı. Bu tersanelerde çeşitli ihtiyaçlar için çok
sayıda gemi yapılmaktaydı. Abdulmümin, gemi yapımı için gereken demir, ağaç,
tahta vb. gibi malzemeyi, hükmetmekte olduğu geniş coğrafyadaki dağlarda ve
ormanlarda rahatlıkla bulabilmekteydi208. Onun ölümüne yakın günlerde Endülüs
üzerine yapmayı düşündüğü büyük seferi için yaptığı hazırlıklardan bahseden
kaynaklar bu çerçevede Endülüs ve Mağrib sahil şehirlerindeki tersanelerde yüzlerce
gemi yapıldığını rivayet etmişlerdir209.
Muvahhidler Merakeş’i istila etmelerinden bir yıl kadar önce 540/1145’de
Murâbıtların donanma komutanı İsâ b. Meymun’un Abdulmümin’e biat etmesiyle
donanma sahibi olmuşlardır. Bu tarihten sonra da Muvahhidlerin Endülüs’e geçişleri
başlamış, bunun yanında Mağrib ve Endülüs’teki sahil şehirleri karadan ve denizden
gerçekleştirilen kuşatmalarla alınmıştır. Örnek verecek olursak, Mehdiyye kuşatması
ve bu çerçevede Mağribu’l-Ednâ’daki birçok sahil şehrinin alınmasında donanma
kara birlikleriyle paralel hareket etmiştir. Mehdiyye kuşatmasında, kuşatma altındaki
Hıristiyan güçlere yardım için gelen Sicilya donanması Muvahhidler donanmasıyla
savaşa girişmiş ve mağlup edilmiştir210. Yine Endülüs sahillerinde yer alan şehirlerin
alınması için yapılan kuşatmalar, hem karadan ve hem de denizden eş zamanlı olarak
yürütülmüştür211.
Abdulmümin, Merrakeş’te kurmuş olduğu okulda öğrencilere, deniz savaşları
ve gemicilik ile ilgili bilgilerin uygulamalı olarak öğretilmesini sağlamıştır. Bu
çerçevede Merakeş’te büyük bir baraj yaptırmış ve buradaki eğitimde kullanılmak
üzere irili ufaklı savaş gemileri imal edilmiştir212.
Kaynaklarda geçen gemi çeşitleri olarak şunları sıralayabiliriz:
208 Abbâdî-Sâlim, II, 254. Muvahhidler, Fas ve Tunus kuşatması esnasında şehir dışındaki ağaçları kesme yoluna gitmişlerdir. Daha önce de belirtildiği gibi Fas kuşatmasında kesilen ağaçlarla büyük bir baraj oluşturularak şehrin sular altında kalması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu tür rivayetler ve bölgeyi anlatan diğer kaynaklara baktığımızda burada yeterince ağaç/ormanlık alanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Bkz. İdrîsî, 90 vd. 209 İbnu Sâhibussalat, 210, 211; İbn Ebî Zer, 201; İnan, I, 392, II, 637, 638. İbnu Sâhibussalat, Abdulmümin’in Endülüs’e düzenleyeceği büyük sefer için Mağrib ve Endülüs sahillerinde iki yüz parça gemi inşâ ettirdiğini, İbn Ebî Zer ise, bu çerçevede dört yüz parça gemi yapıldığını, bunlardan seksen tanesinin Endülüs’te imal edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 210; İbn Ebî Zer, 201. Bu konuda bilgi ve yorum için bkz. Menûnî, 170, 171. 210 İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 314; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; Zehebî, Târih, XXXVIII, 265; Nâsırî, II, 123; Makdîş, I, 498. 211 Nuveyrî, XXIV, 300, 301, 309; Nasrullah, 318, 321. 212 Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Abbâdî-Sâlim, II, 260, Eşbah, II, 51.
208
Şînâ/Şevânî: Birkaç kattan oluşabilen, kale gibi büyük savaş gemisi.
Tarîda/Tırâde (Kruvazör):Hızlı, küçük gemiler.
Şelendî/Şilendî: Silah ve savaşçıları taşımakta kullanılan büyük gemi213.
D-SOSYAL HAYAT
1-Muvahhidler Devleti’nde Halk ve Sosyal Statü
Bütün devletlerde olduğu gibi Muvahhidler Devleti’nde de sosyal hayatta en
üst tabakayı, devlet başkanından başlayarak yönetici tabaka oluşturmuştur.
Muvahhidlerde halifeden sonra, en önemli kişiler Şeyh (Eşyâh/Şuyûh) ve Talebe’dir.
Şeyh denilen kesim Dâdâh’ın deyimiyle Muvahhidler Devleti’nin aristokrasisini
temsil etmektedir. Devletin siyasî ve askerî merkezinde bu kişiler yer almışlardır214.
Bir anlamda alim/hoca anlamında kullanılan Talebe ise, Muvahhidlerin en önemli
ikinci kesimini oluşturmaktaydı. Bundan dolayı Abdulmümin çeşitli vesilelerle
yazmış olduğu mektuplarının çoğunda direkt onları muhatap almıştır215. Buradan da
anlaşıldığı gibi Talebe, devlet protokolünün başında yer almaktaydı. Şeyh ve
talebeden sonra ise, şehrin ileri gelenleri (a’yân) ve son olarak bunlar dışındaki halk
geliyordu. Abdulmümin Endülüs’teki tabilerine yazdığı bir mektubunda, mektubun
muhataplarını talebe, onlarla sohbet eden şeyhler, ileri gelenler ve bütün halk (kâffe)
olarak sıralamıştır216. Bu sıralama, Züneyber tarafından aynı zamanda
Muvahhidlerdeki protokol sıralaması olarak ifade edilmiştir217.
Kalkaşandî, Muvahhidler toplumunu bir başka açıdan tasnif etmiş ve çok
genel bir ayrım ile, askerler (erbâbu’s-suyûf), memurlar (erbâbu’l-eklâm) ve bu iki
gurubun ihtiyaçlarını karşılayan diğer halk tabakası olarak üç guruba ayırmıştır218.
Muvahhidler, toplumun yarısını oluşturan kadınları da göz ardı etmemiştir.
Önemli konularda erkekler gibi kadınlar da bilgilendirilmişlerdir. Mesela, İbn
Tûmert’in ölümünden önceki veda konuşmasına erkekler önde, kadınlar arkada
213 Nuveyrî, 311; Abbâdî-Sâlim, II, 252. 214 Dâdâh, 160, 161. 215 Cüllâb, 130. H. Cüllâb’ın burada verdiği bir istatistiğe göre, Abdulmümin’in çeşitli dönemlerde göndermiş olduğu 26 mektubundan on altısı doğrudan Talebe’ye gönderilmiştir. 216 İbn Kattan, 188; İnan, I, 552. 217 Züneyber, 209. 218 Kalkaşandî, V, 137-140.
209
olduğu halde219 o, hepsine birden hitap etmiştir220. Abdulmümin’in, İbn Tûmert’in
ölümünü açıkladığı toplantıya da erkekler önde, kadınlar da arkada oldukları halde
Abdulmümin’i dinlemişler ve toplantı sonunda da bütün insanlar (nâs)
Abdulmümin’e biat etmişlerdir221. Burada yapılan toplantıya kadınların da erkeklerle
birlikte katılmış olması ve arkasından da bütün insanların ona biat ettikleri şeklindeki
rivayet, haklı olarak Muvahhidlerde erkeklerle birlikte kadınların da halifeye biat
ettikleri şeklinde yorumlanmıştır222.
Muvahhidler hareketi Sûsu’l-Aksâ bölgesinde, Musâmide kabilesi içinden
çıkmıştır. Kısa zamanda bu hareket devlete dönüşmüş ve bütün Mağrib’i ve
Endülüs’ü sınırları içine almıştır. Dolayısıyla Muvahhidler Devleti, bu büyük alanda
yaşayan halkların devleti olmuştur. O dönemde Mağrib’te ekseri Berberîler
yaşamaktaydı. Mağribu’l-Ednâ ve Endülüs’te bazı Arap kabileleri de bulunmaktaydı.
Bunlar dışında bir miktar Türk’ün de (Oğuz) bu bölgede yaşadığı, askerlerin
milliyetleriyle ilgili anlatımlardan anlaşılmaktadır223. Ancak Muvahhidler
Devleti’nin en kalabalık halkını Berberîler oluşturmaktaydı. Bu anlamda
Merrakuşî’nin rivayetine göre, Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti’nin
asıl unsurunu oluşturan yedi kabile vardı. Bunlar:
a-İbn Tûmert’in kabilesi olan Herğa. Bu kabile, diğer Muvahhid kabilelerine
göre sayı olarak azdı.
b-Abdulmümin’in kabilesi olan Kûmya. Bu kabile, sayı bakımından hayli
kalabalık bir kabileydi. Bu kabilenin geçmişinde, Abdulmümin öncesinde idarecilik
yoktu, çiftçilik, çobanlık ve ticaretle iştigal ederlerdi.
c-Ehlü Tinmellel: Burada değişik çok sayıda kabile yer almaktaydı.
d-Hintâte: Muvahhidler Devleti’nin ikinci adamı olan Ebû Hafs Ömer’in
kabilesi olan bu kabile, gayet büyük bir kabileydi ve geçmişte idareye geçmişlerdi.
e-Cinfîse: Bu kabile, güçlü, kuvvetli, aynı zamanda dili en fasih ve güzel
kullanan kabileydi.
219 İbn Kattan, 167. 220 Beyzak, 81; İbn Kattan, 167. 221 Beyzak, 85. 222 Hasan Ali Hasan, kadınların da erkeklerle birlikte biat ettikleri kanaatini belirtmiştir. Bkz. Hasan Ali, 361. 223 Merrakûşî, 341; İbn Ebî Zer, 198.
210
f-Cidmîve: Bu kabilenin bir kısmı çobanlık yapardı.
g-Sanhâcelilerden Muvahhidlere katılan kabileler ve bazı Heskûre kabileleri.
Bu guruba giren onlarca kabile vardı. Muvahhidlerin bağış/yardım aldığı ve asker
topladığı kabileler bu kabilelerdi. Diğer kabileler ise bu kabilelerin idaresi altında
yaşıyorlardı224. Burada adları anılan bütün kabileler aslen Berberî kabileleridir.
Merrakeş’in fethinden sonra, Abdulmümin daha önce İbn Tûmert tarafından
on dörde kadar çıkarılan Muvahhidlerin tabakalarını tek tabakada birleştirmiş ve
Muvahhidler Devleti’ndeki vatandaşlarını üç sınıfa ayırmıştır.
ı-Birinci tabaka, Sâbikûne’l-Evvelûn, olarak adlandırılmıştır. Bu tabakada
olanlar İbn Tûmert’e sağlığında biat eden, onun sohbetine katılan, onunla birlikte
savaşan ve onun arkasında namaz kılanlardan oluşmaktaydı. İbn Tûmert’in
sağlığında on dört değişik isim altında topladığı herkes bu birinci gurup içinde
sayılmıştır. Bu gurupta olanlar, ilk dönemlerde, onlara katılmanın en riskli olduğu
zor günlerde, harekete katılanları ifade etmekteydi.
ıı-İkinci tabaka ise, Muvahhidlerin 12 Cemaziyelâhir 524/23 Mayıs
1130’daki Buheyra savaşındaki hezimetlerinden, 1 Şevval 539/27 Mart 1145’de
Vehran’ı istilâ etmelerine kadar geçen sürede kendilerine katılanlardan oluşmaktaydı.
İkinci gurupta yer alanlar, Murâbıtlarla mücadelenin devam ettiği, her iki taraftan
hangisinin üstün olduğunun tam olarak ortaya çıkmadığı dönemde Muvahhidlere
katılanlardan oluşmaktaydı. Bu dönemde de, ilk dönemdeki kadar olmasa da risk
devam etmekteydi.
ııı-Üçüncü ve son tabaka ise, Vehran’ın fethinden sonra Muvahhidlere
katılanlardan oluşmaktaydı225. Bu son gurupta yer alanlar, ilk ikisine göre, riskin
ortadan kalktığı, gücün Muvahhidlerde olduğunun açıkça ortaya çıktığı bir
dönemdeki kendilerine katılanları ifade etmektedir.
Abdulmümin’in devletinde gayrimüslimlere yer verilmediği, ya İslâm’a
girmeleri, ya ülkeyi terk etmeleri, ya da ölümü kabul etmeleri yolunda üç seçenek
224 47; Merrakûşî, 340, 341. Beyzak, benzer bilgileri vermekle birlikte Muvahhidlerin kabileleri hakkında daha geniş açıklamalarda bulunmuştur. Beyzak, 40-46. 225 İnan, II, 398, 399, 617; Sallâbî, 125, 126. (Burada verilen bilgiler L. Provençal tarafından yayınlanan Resâilu’l-Muvahhidiyye’ye dayandırılmaktadır. 12. mektup, 53, 54. sahifeler)
211
sunulduğu yolundaki rivayetleri226 genele şamil saymamak gerekir. Bu konuyla ilgili
rivayetler Tunus’un alınmasıyla ilgili olarak anlatılmıştır. Tunus ve çevresinde ise
sürekli olarak Sicilyalı Hıristiyanlardan gelen bir tehdit söz konusuydu. Rivayetlere
göre Abdulmümin, bu bölgeyi Hıristiyanlardan aldıktan sonra, burada hiçbir
Hıristiyana hayat hakkı tanımayarak227 onların burada yeniden hakim olmalarına
karşı tedbir almış olmalıdır228. Böyle bir uygulamanın savaş ortamında, sınırlı bir
bölge için geçerli olduğunu söylemek daha doğru olur kanaatindeyim. Diğer taraftan
kaynaklarda Muvahhidler Devleti içinde gayri müslimlerin varlığını gösteren bilgiler
yer almaktadır. Meselâ, Merrakeş’in istilasından hemen sonra çıkan Mâsî isyanını
bastırmak için hazırlanan ordu içinde Hıristiyan paralı askerler bulunmaktaydı229.
Yine Abdulmümin, 550/1155 yılında Sebte’den Endülüs’e geçerken yanında paralı
Hıristiyan askerler de yer almaktaydı230. Kalkaşandî, Muvahhidlerin yedi askerî
tabakası bulunduğunu ve bunların sonuncusunun Hıristiyan askerler olduğunu
rivayet etmiştir231.
Diğer taraftan Muvahhidlerin eline geçen Endülüs şehirlerinde de Müslüman
halkın yanında Hıristiyan ve Yahudiler de bulunmaktaydı. Kaynaklarda
Muvahhidlere bağlı olan Gırnata’nın İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk tarafından
istilâsına şehirdeki Yahudilerin yardım ettiği belirtilmektedir232. Bu rivayetlere ve
Müslümanların yüzyıllardan beri süregelen uygulamalarının aksine, (onlarla ilgili
bazı kısıtlamalara gidilmiş olsa da) Muvahhidlerin hakim oldukları yerlerdeki bütün
Yahudi ve Hıristiyanları ülkeden çıkardıklarını kabul etmek doğru değildir233.
226 Nuveyrî, XXIV, 320, 321; Zehebî, Târih, XXXVIII, 257; Sallâbî, 119. 227 Nuveyrî, XXIV, 312. 228 Araştırmacılardan Hasan Ali Hasan, Abdulmümin’in Tunus’ta gayri müslimlere ya Müslüman olun, ya da burayı terk edin şeklindeki kesin tutumunun, Abdulmümin’in dini tutuculuğu, Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı savaşının devam ediyor olması ve Normanların saldırıları esnasında bölgedeki Hıristiyanların onlarla işbirliği yapabilecekleri endişesinden kaynaklanmış olabileceğini yorumunu yapmıştır. Bkz. Hasan, 369, 370. 229 İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 230 İbn İzârî, 55. 231 Kalkaşandî, V, 138. Hasan Ali Hasan, Muvahhidler döneminde Mağrib bölgesinde, çeşitli yerlerde Yahudî ve Hıristiyanların varlığı hakkında bilgiler vermektedir. Bkz. Hasan, 370, 371. 232 İbnu Sâhibussalat, 183; İbn İzârî, 74; Nasrullah, 326. 233 Endülüs’te gayrimüslimlerle ilgili uygulamalar için bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 32 vd.
212
2- Karşılama Törenleri ve Kutlamalar
Burada Abdulmümin dönemindeki bazı kutlama ve karşılama törenlerinden
örnekler vereceğiz. Bir devletin yapmış olduğu tören biçimi, bir yönüyle o devletin
gelişmişliğini ve medeniliğini de gösterir. İlkel ve göçebe toplumlara gittikçe bu
törenler basitleşirken, gelişmiş modern toplumlarda ise daha kompleks hâl alacaktır.
Muvahhidler daha Abdulmümin döneminde, devletlerinin yeni kurulmuş olmasına
rağmen, var olan bazı uygulamaları kısa zamanda kendilerine adapte ederek, köklü
bir devlet yapısını gösteren bir tören sistemi ortaya koymuşlardır. Bu törenlerde
yüzlerce bayrak, trampetler ve belli bir düzen içinde hareket eden devletin ileri
gelenleri yer almışlardır. Böylece, Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti,
yüzyılların geleneğini devralarak özümsediğini ve devraldığı bu yapıyı daha da
güçlendirerek, kısa zamanda köklü bir devlet görünümüne kavuşmuş olduğunu
göstermiştir. Şimdi bu törenlere örnekler verelim.
Abdulmümin, Mehdiye seferinden zaferle çıkmış ve başkent Merrakeş’e
dönerken kendi memleketi olan Telemsan’dan geçmiştir. Burada kendi doğum yeri
olan köyüne uğramış, annesinin kabrini ve akrabalarını ziyaret etmiştir. O, önünde
yayılmış ordusu, başının üstünde dalgalanan ve sayısı üç yüze varan sancaklarıyla ve
gümbür gümbür sesiyle yürekleri hoplatan ve deprem oluyormuşçasına yerleri
zangırdatan iki yüz kadar büyük davulun sesiyle, büyük bir ihtişamla tepeden köyüne
doğru inmiştir. Bütün halkın onu karşılamaya çıktığı bu esnada, karşılayanlar
arasında bulunan annesinin arkadaşlarından yaşlı bir kadın yüksek sesle, işte garib
ülkesine dönüyor diye bağırmıştır234. Burada Abdulmümin’in kendisini insanlara
karşı ne büyük bir ihtişamla sunduğunu gayet açık bir şekilde görmekteyiz.
Abdulmümin seferden döndüğü zaman ülkenin her yanından heyetler gelerek
onu tebrik ediyorlar, kazandığı zaferden dolayı memnuniyetlerini ifade ediyorlar ve
Merrakeş’e sağlıklı ve zaferle dönmesini kutluyorlardı235.
Abdulmümin, 550/1155 yılında İşbiliyye ve Kurtuba’ya yeni valiler atamıştır.
Bunlardan Kurtuba valisi Ebû Zeyd, göreve başladıktan hemen sonra Hıristiyanların
234 Merrakûşî, 232; Zehebî, Târih, XXXVIII, 266. 235 İbn İzârî, 48.
213
istilâ ettiği bazı kaleleri kuşatarak geri almıştır. Onun zafer haberi Muvahhidlerin
Endülüs’teki merkezi olan İşbiliyye’ye ulaşınca, büyük bir sevinç havası oluşmuştur.
Bu sevinçli haber, İşbiliyye valisi Ebû Muhammed b. Ebî Hafs’ın emriyle trampetler
çalınarak törenlerle kutlanmıştır236.
Muvahhidlerde kazanılan zaferlerden sonra, tebrik ve şükür meclisleri
kuruluyor, tebrikler halife tarafından kabul ediliyordu. Muvahhidlerin Mehdiyye’ye
girişinden hemen sonra da, ileri gelenler toplanıp Abdulmümin’in elini öperek onu
tebrik etmişlerdir. Burada ayrıca Abdulmümin’in isteğiyle kasideler okunarak
toplantıya hoş bir renk katılmıştır237.
Abdulmümin elde edilen zaferleri mektupla ülkesinin her yanına duyurmakta
ve zafer haberlerinin ulaşmasıyla da şehirlerde kutlama törenleri yapılmaktaydı. 10
Muharrem 555/21 Ocak 1160’ta Mehdiyye’nin Hıristiyanlardan alınması haberi
yaklaşık bir ay sonra Safer ayında İşbiliyye’ye ulaşmış ve bu haber üzerine büyük
çaplı törenler düzenlenmiştir. Bu çerçevede halk toplanarak onlara zaferi müjdeleyen
ve yüreklerini soğutan mektup ve bu zaferi övgüyle anlatan şiirleri yüksekçe bir yere
çıkarak okunmuştur. Bu sevinçli haberin dost düşman herkes tarafından duyulması
için üç gün boyunca, şehirde trampetler çalınmış, şiirler okunmuş, halka ve askerlere
yemekler ikram edilmiştir238.
İbnu Sahibussalat, Abdulmümin’in 555/1160 yılı sonlarında Cebelu’l-Feth’in
açılışı için gittiği Endülüs’teki karşılama töreninden bahseder. Bu karşılamaya
Muvahhidlerin Endülüs’te bulunan valileri, ileri gelenleri (talebe, huffaz, eşyah,
a’yân), komutanları, askerleri ve şairleri katılmış, halife Abdulmümin muhteşem bir
şekilde karşılanmıştır. Karşılama törenine halktan da yoğun bir katılım olmuştur.
İbnu Sahibussalat, burada onu karşılayan halkın çokluğunu, sayısını sadece Allah’ın
bileceği kadar kalabalık sözleriyle ifade etmiştir239.
Endülüs’te isyancı İbn Hamuşk’a karşı yürütülen mücadelede,
Abdulmümin’den sonra halife olacak olan Ebû Yâkub Yusuf ve kardeşi Ebû Said
236 İbn İzârî, 53, 54. 237 İbnu Sâhibussalat, 115, 116. 238 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 65. 239 İbnu Sâhibussalat, 138-141.
214
Osman, başarılı bir harekatla Gırnata’yı 28 Recep 557/13 Temmuz 1162’de işgalden
kurtarmışlardır240. Zafer sonrasında Ebû Yâkub ve Ebû Said, Kurtuba’da devlet
erkanının ve bütün şehir halkının katıldığı büyük bir törenle karşılanmıştır. Buradaki
törene çevre illerden de katılımlar olmuştur. İbnu Sâhibussalat bu törene
İşbiliyye’den gelen katipler heyetiyle birlikte katıldığını belirtmiştir241. Bütün bu
rivayetlerden anlaşıldığı gibi, Muvahhidler zaferlerini törenlerle kutlayarak halkın
kendilerine destek vermelerini sürdürmeleri ve motivasyonuna katkı sağlamışlardır.
3-İskan Politikası
Muvahhidler döneminde problem çıkaracağı, ya da bulunduğu yerde kalması
sakıncalı görülen kimselerin ülke içinde yer değişikliği ile bulundukları bölgeden
çıkarıldıklarını sık sık görmekteyiz. Bu yer değişikliği herhangi suçlama söz konusu
değil de, siyasî sebeplerden dolayı ise, uygulama en iyi şekilde ve yerleri
değiştirilenler onurlandırılarak ve onlara büyük ikramlarda bulunularak
gerçekleştirilmiştir. Meselâ Abdulmümin’in Bicaye seferi sonrasında burada bulunan
eski yöneticiler ve aileleri bu şekilde en üst düzeyde ağırlanarak Merrakeş’e
yerleştirilmişlerdir. Abdulmümin bu kişilere her türlü ihtiyaçlarını en iyi şekilde
karşılayacak imkanlar hazırlatmıştır. Daha önce Benî Hammad’ın başkanlığını
yürütmüş olan Hasan, Abdulmümin’in toplantılarında yer almıştır. Abdulmümin,
Mehdiyye seferine çıkarken bölgeyi en iyi bilen kişilerden biri olarak Hasan’ı da
yanında götürmüş ve fetihten sonra, Mehdiyye valisine danışman olarak burada
kalmasını sağlamıştır242. Yine Gırnata’nın Muvahhidlere katılmasından sonra da
şehrin valisi, akrabaları ve şehirdeki eski yöneticiler Mağrib bölgesine nakledilerek
burada en üst düzeyde ağırlanarak iskan ettirilmişlerdir.
Muvahhidler, bölgelerinde fitne çıkardıkları kabul edilen kişilere yönelik
olarak sürgün politikası izlemişlerdir. Bu anlamda Endülüs’te Kurtuba’nın merkez
olmasından hemen sonra, şehirden seksen iki kişi, fitneye karışmak suçlaması ile
240 İbnu Sâhibussalat, 191, 192; İbn İzârî, 76. 241 İbnu Sâhibussalat,199; İbn İzârî, 77. 242 Nâsırî, II, 124. Buraya yerleştirilenlerden biri olan Benî Hammad’ın son Emiri Yahya, Merrakeş’te avcılıkla ve aslan terbiyesi ile meşgul olmuştur. Aslanları kurduğu özel demir kafeslerle avlayan Yahya, avladığı her aslan için Abdulmümin’den bir miktar (bin Miskal) ödül almıştır. Yine küçük aslan yavrularını yanına alarak çarşıda gezdirmiş, halifenin meclisine de bu aslanla gitmiştir. Bkz. İbn İzârî, 46, 47.
215
sürgün edilmişlerdir. Sürgün edilen bu kişiler, üzerlerine eski elbiseler giydirilerek
teşhir edilmişlerdir243.
Beyzak’ın rivayetine göre 548/1153’de Tinmellel halkından isyan edenler
olmuş ve isyana katılanlar Fas’a yerleştirilmişlerdir244. Yine Beyzak, Abdulmümin’in
Mağrib bölgesinde yaşayan Berberî ve Arap kabilelerinden bir kısmının Endülüs’teki
çeşitli yerlere yerleştirdiğini rivayet etmiştir. Bu çerçevede; Belensiye’ye Arap ve
Berberî Zenâta kabilesinden, Şâtibe ve Mürsiye’ye, Sanhâce ve Heskûre
kabilesinden, diğer bazı şehirlere de Tinmellellilerden ve Kumyalılardan bazılarını
yerleştirmiştir245. Bunlar dışında, Abdulmümin’in Bicâye seferi sonrasında
548/1153’te, çok sayıda Arab, Mağribu’l-Ednâ’dan alınarak Endülüs’te İşbîliye ve
Şeriş’e yerleştirilmişlerdir246.
4-Sistem Halk İlişkisi
Muvahhidler, daha ilk günlerinden itibaren halk üzerinde etkili olmak için
onlara çeşitli mesajlar vererek yönlendirmişlerdir. Bunu yaparken de en fazla
kullanılan iletişim kanalı sözlü propaganda olmuştur. Bunun en açık örneklerinden
biri, İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat alması öncesindeki ortamın, mehdînin ortaya
çıkmasını gerektirecek kadar kötü ve yine mehdînin kendi bölgelerinden çıkacağı
anlayışını her yerde yaymalarıdır. Böyle yaparak hem rakiplerinin kötülüğünü, yani
mehdînin ortaya çıkmasını gerektirecek kadar kötü bir ortam ve yönetim
oluşturduklarını, diğer yandan da kendilerinin onları bu ortamdan kurtaracak kişiler
olduklarını yaptıkları propaganda ile halka kabul ettirmeye çalışmışlardır.
Abdulmümin döneminde de halkın çeşitli konularda iknâ edilmesi için
çalışmalar devam etmiştir. O, halifeliği müddetince çeşitli vesilelerle, değişik
zamanlarda mektuplar yazmıştır. Bu mektupların konularını istatiskî olarak gösteren
H. Cüllâb, L. Provençal tarafından derlenerek yayınlanan Risâletü’l-
Muvahhidiyye’deki Abdulmümin’e ait 26 mektuptan on tanesinin zafer haberlerinin
duyurulması, üçünün Tevhîd’e davet, dördünün emir bi’l-maruf ve nehiy ani’l-
243 İbnu Sâhibussalat, 199; İbn İzârî, 46. 244 Beyzak, 116. 245 Age., 126, 127. 246 Zehebî, Târih, XXXVIII, 263.
216
münker, beş tanesinin devletin bazı düzenlemeleri ve dört tanesinin de çeşitli
konularda olduğunu belirtmiştir247. Buna göre devlet düzenlemesi ve değişik
konularda diye bahsedilen mektuplar dışındaki on beş mektubun hedefinin, halkı
kendi icraatları konusunda bilgilendirmek, ya da onları yanına alarak davasına
inandırmaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz.
Abdulmümin 534-541/1139-1147 yılları arasında yedi yıl boyunca,
Murâbıtlarla mücadele ettiği günlerde merkezleri olan Tinmellel’e dönememiş, ancak
zafer haberlerini, işlerinin iyi gittiğini merkezlerindeki halkına bildirerek248 onların
güven ve desteğini almaya devam etmiştir. Mehdiyye seferinde elde ettiği zafer
haberini de anında yazıya dökerek ülkesinin her yerinde duyurmuştur249.
Abdulmümin zaferlere ve başka olumlu icraatlara dair haberler yanında,
insanların hoşlanmayacağını düşündüğümüz haberlerin de bizzat kendilerinden
öğrenilmesi için çaba göstermiştir. O, İbn Tûmert’in kardeşlerinin Merakeş’te isyan
etmeleri ve öldürülmeleri sonrasında, küçük büyük bütün halkı bir yerde toplayarak
onlara bir konuşma yapmıştır. Abdulmümin bu konuşmasında, benim sizden başka
ne kardeşim ve ne de komşum var demiş ve onlara sonuna kadar güvendiğini
belirtmiştir250. Yine bu isyanı ve akabindeki olayları bütün açıklığı ile anlatan bir
mektup kaleme aldırarak ülkenin her yerine göndermiştir251. Böylece çok değişik
yorumlara sebep olabilecek bu konu hakkında halkın doğru bilgilenmesi ve
haklarında yanlış kanaatlerde bulunmamalarını sağlamaya çalışmıştır. Diğer yandan
isyan dolayısıyla öldürülenlerin akrabalarının kendisine karşı olumsuz bir tutum içine
girmemeleri için de özel bir çaba sarf etmiştir. Bunu sağlamak için Abdulmümin
bizzat onların akrabalarının bulunduğu Tinmellel’e giderek halka işin gerçek yüzünü
açıklamış, diğer yandan da ekonomik olarak bölgeye yaptığı yardımlarla onların
gönüllerini almaya gayret etmiştir252. Abdulmümin, böyle yaparak aynı zamanda
Tinmellel halkına karşı iyi niyetini göstermiş ve kim olursa olsun sadece suçluları
cezalandırma yoluna gittiğini de anlatmaya çalışmıştır.
247 Cüllâb, 130. 248 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 249 İbn İzârî, 64. 250 Beyzak, 119. 251 İbn İzârî, 51. 252 İbn Ebî Zer, 194 vd.
217
Abdulmümin Endülüs’e düzenleyeceği büyük harekat öncesinde askerî ve
malî destek alacağı halkını bu konuda iknâ etmek için, Allah yolunda cihad etmenin
önemi ve gereğini belirten konuşmalarla halkını psikolojik olarak savaşa
hazırlamıştır. Bu çerçevede halka Hıristiyanlarla savaşın Allah katındaki ecrinin
anlatılması için, mektuplar gönderilmiş253 ve vaazlar verilmiştir254.
Muvahhidlerin savaşlarında düşmanlarına karşı son derece sert ve bu
savaşlarda çok sayıda insanın öldüğüne dair rivayetlerin en azından bir kısmı
propaganda amaçlı olarak yayılmış olabilir. Meselâ, Vehran’da, Fas’ta, Merrakeş’te
ve daha birçok yerde Muvahhidlerin öldürmüş olduğu insan sayısının on binlerle
ifade edilmesini255, bir yandan muhalifleri tarafından onları kötülemek için
abartılarak anlatılmış yanlış rivayetler olarak, diğer yandan da düşmanı korkutmaya
ve boyun eğdirmeye yönelik, bilinçli propaganda ürünü olarak düşünebiliriz. Nitekim
Muvahhidlerin Merrakeş’i istila ederek Murâbıtlar Devleti’ni ortadan
kaldırmalarından sonraki savaşları ile ilgili rivayetlerde insan ölümleriyle ilgili
büyük rakamlar verilmemektedir. Hatta birçok savaştaki ölü sayısından hiç
bahsedilmez. Muvahhidler bu yeni dönemde genellikle, savaşları kazanmalarından
sonra düşmanlarına eman vermişlerdir. Daha önce İkinci Bölümde anlatıldığı gibi,
Benî Hammad idarecileri, Muvahhidlerle savaşan Araplar ve Endülüs’teki isyancı
Müslüman yerel liderler affedilerek, gönülleri kazanılmaya çalışılmıştır. Hatta Sebte
halkını isyana sürükleyip, valinin ve buradaki diğer idarecilerin öldürülmesine sebep
olan ve isyancı Sahrâvî’yi Endülüs’ten getiren Kadı İyaz ve Sebteliler dahi
affedilmiştir. Bütün bunlardan sonra, sadece Kadı İyaz’ın Merrakeş’e sürgün
edilmesiyle yetinilmiştir256. Bu dönemde en fazla kan dökülen savaş, Endülüs’te
Leble’de yaşanmıştır. Burada Muvahhidler tarafından yeniden alınan şehir halkından
on iki bin kişinin öldürüldüğü rivayet edilmiştir257. Ancak bu savaş ile ilgili haberin
253 Merrakûşî, 235. 254 İbnu Sâhibussalat, 211. 255 Vehran’da küçük büyük herkesin öldürüldüğü (Nuveyrî, XXIV, 293), Fas’ta yüz bin civarında insanın öldüğü, Merrakeş kuşatması esnasında binlerce kişinin açlık ve hastalıktan öldüğü, bir o kadar insanın da Muvahhidler tarafından öldürüldüğü, (Hülelü’l-Mevşiyye, 139, İbnu’l-Esîr, XII, 187), Bergavâta’da henüz buluğ çağına gelmemiş çocuklar dışında herkesin öldürüldüğü (İbn Ebî Zer, 190, 191), Benî Hammad kalesinde on sekiz bin insanın öldürüldüğü … (İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 707) yolunda haberler kaynaklarda yer almaktadır. 256 İbn Ebî Zer, 191; İbn İzârî, 33; Nuveyrî, XXIV, 299. 257 İbn İzârî, 5; İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 111.
218
Abdulmümin’e ulaşmasıyla birlikte, Muvahhidlerin buradaki komutanı ve
yardımcısı görevden alınmış, yargılanmış ve hapsedilmişlerdir258.
Abdulmümin halkın şikayetlerini dinlemiş ve gereğini anında yerine
getirmiştir. Meselâ, veziri Abdusselam el-Kûmî ile ilgili Tlemsan halkından gelen
şikayet vezirin yargılanmasına ve görevden alınarak öldürülmesine sebep
olmuştur259.
Son olarak Abduldulmümin’in bütün toplantılarında şiirin yer aldığını
belirtelim. Onun değişik zamanlardaki toplantılarına çok sayıda şair katılmış ve ona
şiirlerini sunmuşlardır. Kaynaklarda şairlerin Abdulmümin’e sunmuş oldukları bu şiir
örnekleri onlarca sayfa yer kaplamaktadır260. Araştırmacılardan Züneyber, şiirin Arap
toplumunda önemli bir propaganda aracı olduğunu ve Muvahhidlerin de bunu baştan
beri çok iyi bir şekilde kullanarak bu yolla kendi ilkelerinin başarısını
gerçekleştirmeye çalıştıklarına dikkat çekmiştir261. H. Cüllâb da Abdulmümin’in, bir
edib, alim ve müctehid olarak, şairlere iltifat ettiğini ve onları kendi davasına
yönlendirdiğini belirtmiştir262. Muvahhidler dönemi şairleri de yazdıkları şiirlerle
Abdulmümin ve ordusuna övgüler yağdırmışlar ve Muvahhidler ordusunu yıldızları
bile fethedecek güçte olduğunu263 mübâlağa sınırlarını zorlayarak ifade etmişlerdir.
E-İLİM VE KÜLTÜR HAYATI
İbn Tumert’in Sûsu’l-Aksâ’da oluşturduğu Muvahhidler hareketi ve
Muvahhidler Devleti’nin temelinde, halkı eğitme çabaları ve onlara siyasî bilinç
aşılayan dinî ve fikrî çalışmalar yatmaktadır. Onun bölgeye gelerek eğitim ve
propaganda çalışmalarını başlatmasıyla, bölgede canlı bir fikrî hareketlilik
başlamıştır. İşte Muvahhidler Devleti, bu hareketliliğin bir ürünü olarak ortaya
çıkmıştır. Bu canlılık İbn Tumert’in ölümünden sonra, Abdulmümin tarafından daha
sistemli ve iyi şartlarda devam ettirilmiştir. Çünkü onun ölümünden kısa bir süre
258 Bu konuyla ilgili olarak ikinci bölümde ele alınan Endülüs’ün Muvahhidlere Bağlanması kısmında daha geniş bilgi verilmiştir. 259 İbnu Sâhibussalat, 170-176. 260 Bu Şiir örnekleri için bkz. İbnu Sâhibussalat, 142-167, 202-209; İbn İzârî, 48, 49, 64-66, 70-73; Merrakûşî, 213-223; Hülelü’l-Mevşiyye, 155, 156. 261 Züneyber, 21. 262 Cüllâb, 89. 263 a.g.e. 98, 99.
219
sonra Muvahhidler’in en büyük rakibi olan Murâbıtlar ortadan kaldırılarak, onların
Muvahhidler üzerindeki askerî ve siyasî baskılarına son verilmiştir. Bundan dolayı
her alanda olduğu gibi ilim ve kültür hayatında da yeni bir döneme girilmiştir. Bu
yeni dönemde çok sayıda ilim adamı Muvahhidler Devleti’nin hizmetine girerek
onların meclislerini doldurmuştur.
Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı zafer kazanmalarıyla birlikte başta İslâm
Dünyasının en büyük ilim adamlarından olan Gazzâlî ve İbn Hazm’ın (daha önce
yasaklanan) eserleri olmak üzere, kelâm ve felsefe alanındaki eserler yeniden
serbestçe okunabilir hâle gelmiştir264. Onlar selefleri gibi kelâmcılara kötü gözle
bakmamışlar, Re’y ve Te’vili engellememişler, tersine teşvik etmişlerdir265. Bu yeni
dönemde daha önce uygulanan kelâm ve felsefe eğitimi üzerindeki yasaklar
kaldırılmıştır. Böylece Muvahhidler dönemi, fikir hürriyeti açısından yeni bir açılım
dönemi olmuştur266.
Abdulmümin döneminde Muvahhidlerin hakim olduğu alanlarda daha önce
var olan ilim ve kültür faaliyetleri aynen devam etmiş, bunun yanında, Murâbıtlar
tarafından kısıtlanan bazı çalışmaların da serbest hâle gelmesi ve teşvik edilmesiyle
İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi dünyanın sayılı filozoflarını yetiştirecek canlı bir
bilimsel ortam oluşmuştur. Murâbıtların fürûya ait konularda takılıp kalmalarına
karşın, Muvahhidler Devleti’nin ilk dönemlerinde en çok vurgu yapılan konu temel
kaynaklara dönüş olmuştur. Hareketin kurucusu olan İbn Tûmert, Murâbıtları
eleştirirken sürekli ayet ve hadislere atıflarda bulunmuştur. Bu çalışmalarla, temel
kaynaklara dayalı olan yeni bir dinî ve fikrî hayat ortaya konmaya gayret edilmiştir.
Bu faaliyetlerle ortaya çıkan düşünce alanındaki canlılık, zamanla hayatın hemen her
yönünü etkilemiştir.
Muvahhidler Devleti’nin kurucusu İbn Tûmert, kendi dönemindeki en önemli
alimlerden biriydi267. O, Mağrib’te gittiği yerlerde karşılaştığı alimlerle yaptığı
münazaralardan her zaman üstün çıkmıştır. Başkent Merrakeş’te Murâbıtlar
Devleti’nin en önde gelen alimleriyle karşılaşmış ve onlara karşı ilmî üstünlüğünü 264 Menûnî, 197-200; Guneymî, II, 270; Hasan 445; Özdemir, İbn Rüşd, 23. 265 Sâih, 207. 266 Menûnî, 197-200; Guneymî, II, 270; Hasan, 445. 267 İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Neccar, 132 vd; Adıgüzel, 90, 91.
220
ortaya koymuştur268. İbn Tûmert’in en büyük öğrencisi olan Abdulmümin de kendi
dönemindeki alim şahsiyetlerden biridir. O, aynı zamanda irticalen şiir okuyabilecek
kapasitede bir şairdir269. Abdulmümin, çocuklarını da birer alim olarak
yetiştirmiştir270. Meselâ Abdulmümin’in halefi olan Ebû Yâkup Yusuf, Kur’an
yanında Buhari hafızı idi ve edebiyattan daha çok felsefeye düşkündü. Onun felsefî
konularda belli bir bilgi birikimi vardı271. Ebû Yâkub Yusuf, ilim ve felsefeye
duyduğu büyük ilgiden dolayı döneminin ünlü ilim adamı ve filozofu İbn Tufeyl’e
(ö. 581/1185) özel bir yakınlık göstermiştir272. O, Ebû Yukub’un özel hekimliğini
yapmıştır. Ebû Yâkub döneminde ilmî sahada önemli bir canlılık belirmiş, onun ilim
meclislerine rağbeti dolayısıyla İbn Tufeyl, civardaki alimleri saraya davet etmiş ve
ilmî sohbetler düzenlenmiştir273. İbn Rüşd’ün Ebû Yâkub Yusuf’a takdimini de yine
İbn Tufeyl yapmıştır274.
İbrahim Harekat, Muvahhidlerin halifelerinden Abdulmümin, Mansur ve
Me’mun’un bizzat büyük alim ve ediplerden olduğunu belirtmiştir275. Harekat,
Abdulmümin’in 550/1155’de, ülkesindeki bütün alimlere (Talebe’ye), fürûya ait
kitapların yakılması, Kur’an ve Hadis okumaya teşvik, yine hüküm verirken
doğrudan Kur’an ve Hadislere göre hüküm vermeleri konusundaki emrini276
hatırlatarak, Muvahhidler döneminde birçok alim yetiştiğini belirtmiştir. Bu anlamda
hadis, tefsîr, coğrafya, tarih, matematik, tıp, felsefe, mantık, dil bilimleri ve edebiyat
alanlarında yetişmiş alimlerden örnekler vermiştir. Tarih sahasında Beyzak, İbn İzârî,
İbn Kattan, Merrakûşî gibi şahsiyetler bu dönemde yetişmişlerdir. Yine İslâm
268 Beyzak, 64, 68. 269 Abdulmümin Merrakeş’te veziri İbn Atiye ile dolaşırlarken bir evin penceresinde çok güzel bir cariye görmüşler ve bunun üzerine karşılıklı, irticâlen şiir okuyarak cariyenin güzelliğini dile getirmişlerdir. Makkarî, VII, 113; Nâsırî, II, 120. 270 İbnu Sâhibussalat, 229, 230. 271 Nâsırî, II, 140; Harekât, Mağrib, I, 362, 363. 272 Alper, Ömer Mahir, İbn Tufeyl’in Hayatı Eserleri, 14, 15, İstanbul, 1993, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi); Demirkol, Murat, İbn Tufeyl’e Göre Hakikat Arayışı, 22, Ankara, 1994. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi). 273 İnan, II, 719; Demirkol, 22, 23. 274 Karlığa, H. Bekir, ‘İbn Rüşd’, DİA, XX, 257, İstanbul, 1999; Kutluer, İlhan, ‘İbn Tufeyl’, DİA, XX, 419, İstanbul, 1999; Adıvar, Adnan, ‘İbn Tufeyl’, 829, İA, V-2, İstanbul, 1950; Demirkol, 23. 275 Harekât, Mağrib, I, 350. 276 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 112.
221
dünyasının büyük alimlerinden ve aynı zamanda en ünlü filozoflarından olan İbn
Tufeyl ve İbn Rüşd bu dönemde yetişen alimlerdendir277.
Menûnî, Muvahhidler dönemi edipleri başlığı altında elli isim sıralamış ve
bunların başına da İbn Tûmert ve Abdulmümin’i koymuştur278. Diğer bir araştırmacı
Hasan Cüllâb, Muvahhidler halifelerinin başta Abdulmümin olmak üzere fesahat ve
ilim yönünden meşhur kişiler olduklarını belirtmiştir279. Muvahhidlerin dinî ve
tecrübî ilimleri teşviklerine vurgu yapan Cüllâb, mühendislik, astronomi, felsefe,
kimya, tıp, eczacılık gibi dallarda yapılan yenilikler ve bu alanlarda yetişmiş önemli
şahsiyetlere örnekler vermiştir280. Bu anlamda, Ahmed b. Hassan el-Kâdî’nin (ö.
598/1202) Merrakeş’te kıbleyi gösteren bir alet imal ettiğini, İşbiliyye’de Avrupa’nın
ilk rasathanesinin Muvahhidler döneminde kurulduğunu, yine onların İşbiliyye’de
Kütübiyye Camii önüne yaklaşık 25 metre yükseklikte bir saat kulesi yaptıklarını ve
bu saat’in her saat başında çaldığını belirtmiştir281.
Abdulmümin, alimlere değer veren bir kişi olarak, kendisi de akaid, hadis,
hadis usulü, fıkıh, fıkıh usulü ve tarih gibi alanlarda alim kabul edilmiştir. Zaman
zaman değişik bölgelerdeki askerî ve siyasî liderler yanında, alimler ve şairlerin de
katıldığı toplantılar tertipleyerek onlarla fikir alış verişinde bulunmuştur282. O,
ülkesinin çeşitli yerlerindeki alimleri Merrakeş’e çağırmış, onlarla ilmî toplantılar
yapmış, çeşitli konularda tartışmalar düzenlemiş, onlara bol bol ikramlarda
bulunmuştur. Muvahhidlerde talebe kelimesi bilim adamı ya da buna yakın bir
anlamda kullanılmıştır. Abdulmümin ülkesinin değişik yerlerindeki ‘talebe’yi
başkente çağırmış ve onlarla görüşmüştür. Talebetu’l-Hadar denilen bu bilim
adamları zaman zaman çoğalır ya da azalırdı. Muvahhidlerin asıl unsurunu oluşturan
Musâmide’den ilim öğrenmek için çaba sarf edenlere ise Talebetü’l-Muvahhidûn
277 İ. Harekât, Muvahhidler döneminde, yukarıda saydığmız ilim dallarında yetişmiş olan onlarca alimin ismini ve eserlerini sıralamıştır. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 353-374. Ayrıca bkz. Sâih, 208 vd. 278 Menûnî, 110-122. 279 Cüllâb, 140. Burada ayrıca Muvahhidler döneminin meşhur hatiplerinden bazıları hakkında bilgi verilmiştir. 280 Cüllâb, 44, 45. Bu konuda ayrıca bkz. Eşbah, II, 257-263. 281 Cüllâb, 44, 45. 282 İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Siyer, XX, 370. Hasan Emîn, Muvahhidler Devleti’nin şiire önem veren ilk Mağrib devleti olduğunun söylenebileceğini belirtmektedir. Bkz. Emîn, Hasan, Devletü’l-Muvahhidîn İslâmiyye ve Mevâdîu Uhrâ, 75, Lübnan, 1981. İ. Harekât da, Muvahhidler Devleti halifelerinin bizzat şair ve edib şahsiyetler olarak bu işten zevk alan kişiler olduklarına dikkat çekmiştir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 368.
222
denilmiştir. Abdulmümin, öğrencilerin ve hocaların özel ya da genel toplantılarında
hazır bulunmuş, toplantıları kendisi dua ile başlatmış ve tartışılacak ilmî konuyu da
bizzat kendisi ortaya atmıştır283.
Abdulmümin’in Merrakeş’te üç bin öğrencinin ders gördüğü büyük bir okul
kurması ve bu öğrencilere çeşitli alanlarda dersler verecek hocaların buraya
getirilmesiyle başkentte canlı bir ilim ve kültür atmosferi ortaya çıkmış olmalıdır.
İbrahim Harekat, Murâbıtlar döneminde var olan küttâplar ve mescidlerdeki
geleneksel eğitimin Muvahhidler döneminde de devam ettiğini belirtmiştir. Ancak
eğitimin içeriği değiştirilmiş, İbn Tûmert’in Tevhid Risalesi, cihad ile ilgili hadisler
ve Kur’an’ı Kerim zorunlu dersler olarak okutulmuştur. Bu dönemde çocukların
Kur’an’ı ezberlemesi ve temel dinî bilgileri öğrenmesi sağlandıktan sonra, yüksek
düzeyde eğitim almak isteyenler kendi eğilimlerine göre eğitimlerine devam
etmişlerdir284.
Abdulmümin, en azından temel dini eğitimi bütün halkına zorunlu kılmıştır.
O, 3 Rebîulevvel 556/2 Mart 1160 tarihli, Bicâyelilere yazdığı mektubunda, uzun
uzun ilim öğrenmenin önemi ve gereğinden bahsetmiş, ibadetler konusunda
uyarılarda bulunmuştur. Onlara, görevlerinin İbn Tumert’in Tevhid Risalesini
ezberlemek, anlamak, kavramak, en iyi şekilde özümsemek olduğunu belirtmiştir. Bu
konuda erkek, kadın, hür, köle ayrımı yapılmaksızın, mükellef sayılan her insanın
bundan sorumlu tutulacağını, tevhîdi bilmemenin kesinlikle kabul edilemeyeceğini
bildirmiştir285. Bu mektuptan açıkça anlaşıldığı gibi Abdulmümin, temel dinî eğitimi
ülkesinde yaşayan herkes için, hiçbir ayrım yapmaksızın zorunlu kabul etmiştir.
Abdulmümin, insanları okumaya ve ilim öğrenmeye teşvik etmiştir. İbn
Kattan’ın rivayetine göre o, kendisi ve çocukları için istediği şeyi, diğer insanlar ve
onların çocukları için de istemekteydi286. Abdulmümin, kendi çocukları ve ülkesinin
çocuklarının eğitim görmesi için İşbiliyye, Kurtuba, Tlemsan, Fas gibi şehirlerden
yaşları küçük çocukları Merrakeş’te toplayarak Kur’an ve Hadis eğitimi verdirmiştir.
283 Merrakûşî, 200, 342. 284 Harekât, Mağrib, I, 345, 346. 285 Beyzak, 139, 140; Hasan, 460, 461. 286 İbn Kattan, 178.
223
Yine ülkenin her yerindeki ileri gelenlerin çocuklarından hafızları eğitimlerini devam
ettirmek için seçerek hocaları nezaretinde Merrakeş’te toplamıştır. Bu anlamda
İşbiliyye’den Merrakeş’e elli öğrenci gelmiştir. Buraya gelen öğrencileri karşılaması
için vezir İbn Atiye görevlendirilmiştir. Bu öğrenciler, en güzel şekilde
karşılanmışlar ve üç gün boyunca ağırlanmışlardır. Üç günün sonunda ise buraya
gelmelerindeki asıl amaçları gereğince derslerine başlamışlardır287.
Abdulmümin’in Merrakeş’te kurduğu büyük okulda devletinin yönetici ve
askerî kadrolarını oluşturacak üç bin kadar gence eğitim verilmiş, onların bütün
ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Buradaki okula Musâmide kabilesi ve
diğer kabilelere bağlı ileri gelenlerin çocukları getirilerek eğitilmiştir288. Bunlara,
Talebetu’l-İlm veya Kuran’ı ezberlemiş kimseler olmalarından dolayı hafız
kelimesinin çoğulu olan Huffaz denilmekteydi. Bu çocuklara önce Kur’an-ı Kerim
ve Muvatta, Müslim gibi Hadis kitapları yanında İbn Tûmert’in Tevhid konusundaki
risalesi ezberletilirdi. Burada eğitim görmekte olan gençlere dini eğitim yanında,
devlet yönetimi, askerî eğitim, yüzme, dalgıçlık, okçuluk (atıcılık), binicilik gibi
konularda da teorik ve uygulamalı eğitim verilirdi. Abdulmümin cuma günleri, Cuma
namazı sonrasında sarayında bu öğrencilerle bir araya gelir ve onlara aldıkları dersler
hakkında bizzat sorular sorarak kontrol ederdi. Yine onları içtihada teşvik ederek
ilerde karşılaşacakları problemlere karşı hazır ve zihinlerinin işlek olmasını
sağlamaya çalışırdı. Abdulmümin, başkentteki bu öğrencilerin savaş sanatlarını ne
kadar öğrendiklerini, mızrak, ok, yay, kılıç kullanımları, at üzerinde mücadele vb.
konulardaki becerilerini görmeye çalışırdı289. Daha önce valililik konusu işlenirken
de ifade edildiği gibi, bu öğrencilerin yüzme, dalış, denizcilik ve deniz savaşlarında
mücadele edebilmeleri için Merrakeş yakınında içinde her türlü geminin yüzebileceği
büyük bir göl yapılmıştı290. Abdulmümin kendi çocuklarına da bu öğrencilerle
birlikte eğitim aldırmakta, onları Kur’an ve Hadis hafızı, bunun yanında Kuran ve
Hadis ilimlerine vâkıf ve fıkıh alimi olarak yetiştirmişti. Yine Abdulmümin’in
287 İbn Kattan, 179. Ayrıca bkz. Sâih, 208. 288 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 771. 289 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Eşbah, II, 51; İnan, II, 402; Menûnî, 14. 290 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Eşbah, II, 51; İnan, II, 403; Menûnî, 17; Abbâdî-Sâlim, II, 260.
224
çocukları da diğer öğrenciler gibi okutulan dersler ve öğretilen uygulamalar
konusunda imtihandan geçirilmekteydiler291.
Burada eğitim gören ve Abdulmümin’den sonra halife olarak biat alan Ebû
Yâkub’un şahsiyeti ile ilgili rivayetlerde, onun Kur’an ve Hadis kitaplarından
Buharî’nin Sahih’ini ve İmam Malik’in Muvatta’ını ezberlemiş, fıkıh ve Fıkıh usulü
alimi, mükemmel bir Arapça konuşabilen, nahiv, edebiyat, felsefe ve İslâm Tarihini
Cahiliye Dönemi’nden itibaren çok iyi bilen bir şahsiyet olduğu ifade edilmiştir292.
Ebû Yâkub, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi İslâm Dünyası’nın en büyük
filozoflarıyla293 sohbet edecek kadar felsefe konularına vukûfiyet sahibiydi294. O,
kütüphanesine felsefe konusunda çok sayıda kitap toplamıştı295. Onun
kütüphanesinin 400.000 kitap kapasiteli olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında
Muvahhidler döneminde birçok kişi kendisine özel kütüphane oluşturmuştur. Menûnî
bu konuda, Merrakeş ve Fas’ta özel şahıslar tarafından oluşturulmuş sekiz
kütüphaneyi örnek olarak vermiştir296.
Abdulmümin ekonomik yönden zayıf olan alimlere de destek olmuştur. İbn
Kattan’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin, alimlerden (talebetü’l-hadar)
ekonomik yönden zayıf durumda olanların her birine hazineden biner dinar
vermiştir297.
Abdulmümin, 550/1155 yılında bütün ülkeye bir emirname çıkararak,
mescidlerin ıslahı ve her türlü münkerin yok edilmesi için çalışılmasını, insanların
taklitten men edilmesini, fürûya ait kitapların yakılmasını emretmiştir. Yine
insanların Hadis okumalarını ve Hadis’lerden çıkardıkları hükümlere göre hareket
etmeleri konusunda yönlendirilmesini istemiştir. Ayrıca hüküm vermek durumunda
olan kimselerin daha önceden verilmiş hükümleri taklit etmek ve fürûya ait
eserlerdeki bilgileri almak yerine, ictihat yoluyla doğrudan Kur’an ve Hadis’lere
291 Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 292 İbnu Sâhibussalat, 229, 230; Merrakûşî, 237, 238; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 293 Ülgen, Hilmi Ziya, ‘İbn Rüşd’, İA, V-2, 781, İstanbul, 1950. 294 Nâsırî, II, 140; Emîn, 71; Alper, 14, 15; Demirkol, 22, 23. 295 Merrakûşî, 238; Nâsırî, II, 140; Alper, 15; Demirkol, 23. 296 Menûnî, 186-188. 297 İbn Kattan, 177.
225
dayanarak hüküm vermeleri gerektiğini bildirmiştir298. Böyle bir girişimle, asıl
kaynaklara dönmek hedeflenmiş ve insanlar ana kaynaklara başvurarak ihtiyaçları
olan hükümleri doğrudan buradan almaya sevk edilmiştir.
F-İMAR ÇALIŞMALARI VE BU DÖNEMDE KURULAN ŞEHİRLER
1-Genel olarak İmar Çalışmaları
Abdulmümin, halifeliği süresince Merrakeş’te ve diğer şehirlerde değişik
alanlarda imar çalışmaları yaptırmıştır. Bu çerçevede mescidler, saraylar, şehirlerin
çevresine surlar vb. yapılar ortaya konmuş, bazı yerlerde yeni şehirler kurulmuştur.
Abdulmümin, 550/1155 yılında ülkenin her yerindeki camilerin tamir ve
düzenlenmesi (ıslahı) konusunda genel bir emir çıkararak299 bu alanda bir atılım
başlatmıştır.
Tourneau, Abdulmümin’in Merrakeş’te yaptırdığı saray, Tâze, Merrakeş,
Tinmellel gibi yerlerde inşâ ettirdiği camiler ve Merrakeş’teki meşhur Kutûbiyye
Mescidi’nin kırmızı yüksek minaresi ile, yeni bir mimarî tarz ortaya koyduğunu
belirtmiştir. Ayrıca Abdulmümin’in Kuzey Afrika’da daha önce görülmemiş
azamette bir imparatorluk kurucusu olmakla birlikte, onun döneminde yaratıcı, yeni
bir mimarî tarz ortaya konulduğuna dikkat çekmiştir300. C. A. Julien ise,
Abdulmümin’in Merrakeş’te Kütübiyyîn ve Tinmellel’de İbn Tûmert Mescidini,
Endülüs, Mağrib, Doğu ve mahalli tarzları birleştirerek yaptırdığını belirtmektedir301.
Muvahhidler Merrakeş’i almalarından hemen sonra Murâbıtların yönetim
merkezi olan Dâru’l-Hacer’deki mescidlerini yıkarak yeni bir mescid inşa
etmişlerdir302. Abdulmümin buraya ayrıca bir saray ve medrese yaptırmıştır.
Sarayından camiye ulaşan bir de tünel yaptırmıştır. Bu tünelden camiye vardığı
zaman büyük bir minbere ulaşıyordu. Bu minber, en değerli ve sağlam kırmızı ve sarı
sandaldan yapılmış, kapı kanatları altın ve gümüşle bezenmişti. Bu minber bir tek
hareketle açılıp kapanacak, yükselip inebilecek şekilde mekanik bir yapıya sahipti ve
298 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, I, 127, II, 112. 299 İbn Ebî Zer, 195, Nâsırî, II, 112. 300 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 73, 74. 301 Julien, 165. 302 Halefullah, 107.
226
çalışması esnasında en küçük bir ses de çıkmamaktaydı303. Böyle bir düzenekle
Abdulmümin mescide girip cemaatle namaza katılıyordu. Bunu yapmakla
Muvahhidler, hem camide halife için özel bir yer tahsis etmiş oluyorlar ve hem de
onun güvenliğini sağlamayı hedefliyorlardı304.
Abdulmümin, 548/1153 yılında Tinmellel’de İbn Tûmert kabri yakınlarında
bir cami inşâ ettirmiştir305. Bu caminin eni 46, boyu 49 metre, üçü kuzeyde, üçü de
güneyde olmak üzere, toplam altı kapılı olarak yapılmıştır. İ. Harekat, bu caminin
minaresinin halâ ayakta olduğunu belirtmektedir306.
Muvahhidler, çok büyük mimarî yapıları çok kısa zamanda ortaya koymakla
temayüz etmişlerdir307. Meselâ, Abdulmümin tarafından kurulan bir çok şehir bir
yıldan daha az bir sürede tamamlanarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu şehirlerden
Selâ’nın güneyinde, buraya 3 km. kadar uzaklıkta kurulmuş olan Ribatulfeth’deki
sarayı beş ayda308, Cebeli Tarık Boğazı’nın Endülüs yakasında kurmuş olduğu
Cebelü’l-Feth şehri ise dokuz ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır309.
Abdulmümin, Merrakeş Büyük Camiini, yaklaşık dört ay gibi çok kısa bir
zamanda tamamlatmıştır. Caminin hızlı, mükemmel ve görkemli bir şekilde
yapılarak tamamlanması için ülkenin her yanından gelen, her alanda en iyi ustalar
çalıştırılmıştır. 553 yılı Ribîülâhir ayı başlarında (Mayıs 1158) başlayan inşaat, aynı
yılın Şaban ayı ortalarında (12 Eylül 1158 Cuma günü) tamamlanmış ve burada
kılınan Cuma namazı ile cami açılışı gerçekleştirilmiştir310.
Abdulmümin, Selâ yakınlarında kurmuş olduğu Ribatulfeth şehrine, yirmi
millik mesafedeki Aynu Gabûle’den bol miktarda su akıtmıştır311. Bu suyun
getirilmesi işi sadece iki ay gibi kısa sürede gerçekleşmiştir312. Abdulmümin
303 Hülelü’l-Mevşiyye, 144, 145. Ayrıca bkz. Menûnî, 175; Altundağ, ‘Muvahhidler, İA, VIII, 772. 304 Dâdâh, 157. 305 İbn Ebî Zer, 194; Nâsırî, II, 109. 306 Harekât, Mağrib, I, 344. C. A. Julien, Tarihu İfrikiyya’ş-Şimâliyye adlı eserinde bu caminin planını vermiştir. Bkz. Julien, 143. 307 Guneymî, II, 266. 308 Beyzak, 113. 309 İbn Ebî Zer, 198. 310 Nâsırî, II, 114. 311 İbn Ebî Zer, 192; Menûnî, 170. 312 İbn İzârî, 43.
227
Merrakeş’e de çok uzaklardan, Ağmat dağlarından bol miktarda içme suyu
getirmiştir313.
Meriyye’nin Hıristiyanların eline geçmesinden sonra, şehrin büyük camisi ve
diğer bazı yerler harap olmuştur. Muvahhidler burayı Hıristiyanlardan geri alarak,
şehri yeniden onarmışlardır. Mühendis Ebu’l-Abbas b. Ahmed Kemal, şehrin
surlarını, camiyi, havuzlarını ve kasabayı tekrar onararak kullanılır hale
getirmiştir314.
Abdulmümin’in oğulları, Ebû Yâkub ve Ebû Said, Gırnata’daki işgali sona
erdirmelerinden sonra 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya gelmişlerdir.
Burası fetret dönemindeki karışıklıklar ve gerek İbn Hamuşk ve gerekse Hiristiyan
güçlerin saldırılarından dolayı şehir harap olmuş, halk da perişandı. Abdulmümin’in
oğullarının şehire gelmelerinden hemen sonra imar çalışması başlatılmıştır. Bu
işlerin yapılması için, en iyi duvar ustaları ve işçiler temin edilerek, mühendis
Ahmed b. Bâse öncülüğünde şehir yeni baştan elden geçirilmiştir. Yapılan
çalışmalarla şehirdeki saraylar, büyük binalar ve geçitler kısa zamanda tamir edilmiş
ve şehir yeniden eski güzelliğine ve canlılığına kavuşturulmuştur315.
2-Yeni Kurulan Şehirler
İslâm Tarihinde büyük komutanlar zaman zaman ordugah şehirleri
kurmuşlardır. Abdulmümin de kendi döneminde bazı yeni şehirler kurmuştur. Onun
kurmuş olduğu şehirleri kuruluş tarihlerine göre şöyle sıralayabiliriz: Ribatu Tâze,
Ribatulfeth (Ribâtu Selâ), Bethâ ve Cebelu’l-Feth (Cebelu Târık).
2.a-Ribatu Tâze
Burası Abdulmümin’in Mağrib’de kurduğu ilk şehirdir. Bu şehir, Fas’ın
doğusunda, Melviye ırmağının bir kolu üzerinde, sahile yaklaşık 100 km. uzaklıkta,
Abdulmümin’in kendi memleketine hayli yakın bir noktada, Tlemsan-Fas karayolu
üzerinde yer almaktadır316. Abdulmümin, 529/1135’de kurduğu bu şehri317 askerî üs
313 İbnu’l-Cevzî, VIII, 245. 314 Sâlim, Târihu Medinetu’l-Meriyyetü’l-İslâmiyye, 98. 315 İbnu Sâhibussalat, 199, 200. 316 Sâlim. Mağribu’l-Kebîr, II, 838.
228
olarak kullanmıştır. Ribatu Tâze, çevresine surlar çekilerek güvenli hale getirilmiş,
arazilerine de zeytin ağaçları dikilerek, burası güzel ve kıymetli bir şehir haline
gelmiştir318. Abdulmümin, Ribatu Tâze’nin inşasını gerçekleştirerek Muvahhidler
için, hareketin daha ilk yıllarında Tinmellel dışında güvenli bir merkez
oluşturmuştur319. Bu şehrin kurulmasından birkaç yıl sonra, Abdulmümin, yedi yıl
süren ve Murbıtlar Devleti’ni ortadan kaldıran bir dizi savaşa başlamıştır. O, bu yedi
yıllık uzun savaşı boyunca burasını bir üss olarak kullanmıştır.
2.b-Ribatulfeth (Ribatu Selâ)
Bu şehir, Abdulmümin tarafından 545/1150 yılında, Selâ’nın güneyinde,
Atlas Okyanusu’na uzanan bir burun üzerinde kurulmuştur. Şehrin kurulacağı yere
önce bir saray yapılmış ve su ihtiyacını karşılamak için Aynu Gabûle suyu kanallarla
buraya akıtılmıştır320. Arkasından bahçeler ve yeşil alanlar oluşturulmuş, daha sonra
insanlara ev yapmaları için izin verilmiş ve Ribatulfeth (bugünkü Rabat şehri) bu
şekilde kurulmuştur321.
Ribatulfeth, daha sonra büyük bir şehir haline gelmiştir. Atlas Okyanusuna
dökülen Vâdirrumman nehri, Ribatulfeth ve Selâ arasından akmaktadır. Muvahhidler
bu nehir üzerine, suyun az olduğu zamanlar kullanılmak üzere, taş ve tahtalarla bir
köprü yapmışlardır. Nehir suyunun çok olduğu zamanlarda ise karşıdan karşıya
geçmek için kayıkları kullanmışlardır322. Bu şehir, Abdulmümin tarafından
Muvahhidlerin savaşa gidecek olan birlikleri için toplanma yeri olarak
kullanılmıştır323.
2.c-Bethâ
Bethâ, Mağribu’l-Evsat’da, Vehran yakınlarında kurulmuş olan bir şehirdir.
Abdulmümin Bicâye (Mağribu’l-Evsat) seferinden dönerken kendisine bir suikast 317 İbn Ebî Zer, 187; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. İ. Harekât, belirttiğimiz kaynaklardaki bilgilere uymayan bilgi vermiş ve bu şehrin 538’de kurulduğunu belirtmiştir. Bkz. Hareket, Mağrib, I, 340. 318 Harekât, Mağrib, I, 341. 319 Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. 320 Beyzak, 113; İbn İzârî, 43; Nâsırî, II, 106; Menûnî, 170. 321 İbn İzârî, 43; İbn Ebî Zer, 192. Ribâtulfeth, bugün Rabat diye bilinen Fas’ın en önemli şehirlerinden biridir. 322 Merrakûşi, 266, 359. 323 İbn Ebî Zer, 192, 202; İnan, II, 633.
229
tertip edilmiştir. Bu suikastı Abdulmümin ile ihtilafa düşen İbn Tûmert’in
yakınlarından bir gurup tertip etmiştir. Onların planına göre gece gizlice
Abdulmümin’in yattığı yere girilecek ve öldürülecekti. Onun ölümünden sonra
devlet başkanlığını İbn Tûmert’in yakınları olarak kendileri üstleneceklerdi. Onlar
devlet başkanlığı görevi için en lâyık kişiler olarak kendilerini görüyorlardı. İbn
Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan İsmail b. Yahya Hezrecî (Ebû İbrahim)324, bu
suikast planını önceden haber alarak Abdulmümin’e bildirmiştir. Suikastı
Abdulmümin’e haber veren bu kişi, o gece Abdulmümin’in yatağında yatmayı, bu
şekilde öldürülürse Müslümanların iyiliği için kendisini Abdulmümin’e feda etmiş
olacağını, kurtulursa da bunun Allah’ın inayetiyle olacağını söylemiştir. Ebû
İbrahim, Abdulmümin ile bu şekilde anlaşarak gece onun yatağına yatmıştır. O gece
suikastçiler, planları gereğince Abdulmümin’in yattığı yere gizlice girmişler ve
yatağındaki bu kişiyi öldürmüşlerdir325. Abdulmümin sabah namazına kalktığı zaman
Ebû İbrahim’i yatağında öldürülmüş olarak bulunca, onu elleriyle bir deveye
yüklemiş ve deveyi sürerek serbest bırakmıştır. Deve kendi kendine duruncaya kadar
gitmiş ve Ebû İbrahim devenin beklediği yere defnedilmiş, üzerine türbe ve cami
inşâ edilmiştir. Daha sonra da caminin çevresine evler yapılarak, Mağrib
kabilelerinin her birinden onar aile buraya yerleştirilmiştir. Böylece yeni bir şehir
kurularak, kendisini Abdulmümin için feda eden Ebû İbrahim’in hatırası
ebedileştirilmiştir326.
Abdulmümin için kendisini feda eden Ebû İbrahim’in Yahya adında bir erkek
ve Fatıma adında bir de kız çocuğu vardı. Muvahhidler Yahya’ya devlette önemli
görevler vermişler ve ölünceye kadar da görevinde kalmasını sağlamışlardır. Fatıma
324 Merrakûşî, 233. Ebû İbrahim, daha önce de İbn Tûmert’i Murâbıtlardan kurtarmıştır. Merrakûşî’nin rivatet ettiğine göre; İbn Tûmert Merrakeş’ten sürülünce Ağmat’a geçmiştir. Ebû İbrahim, İbn Tûmert Ağmat’tayken onun tutuklanması için çalışmalar yapıldığını haber almıştır. O, bir gurupla ders yapmakta olan İbn Tûmert’in yanına gelmiş ve ‘Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında konuşuyorlar. Hemen buradan çık git. Ben sana öğüt verenlerdenim’ (Kasas Suresi, 20. ayet) mealindeki ayeti okumuş ve ayetin iğrabını sormuştur. İbn Tûmert, bu sorunun kendisine bir uyarı olduğunu anlayarak hemen bölgeyi terk ederek yakalanmaktan kurtulmuştur. Bkz. Merrakûşî, 234, 235. 325 İbn Ebî Zer, 199. 326 İbn Ebî Zer, 200. Bu konuda bilgi için bkz. Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 59, 254; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766.
230
ise, Abdulmümin’in oğlu ve kendisinden sonra halifelik makamına geçen Ebû Yâkub
Yusuf ile evlendirilmiştir327.
2.d-Cebelu’l-Feth
Cebelü’l-Feth, Cebel-i Târık boğazının Endülüs yakasında, Endülüs’ün
güneyinde, yüksekçe bir mevkide inşâ edilmiştir. Cebelu’l-Feth aynı zamanda
Abdulmümin’in adını ölümsüzleştiren eserlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Burası
Muvahhidlerin Endülüs’te yürütülmesi düşünülen büyük fetih hareketinin askeri
karargahı olarak kurulmuştur. Bu düşünceden dolayı da şehre, Medinetu’l-
Feth/Cebelü’l-Feth denilmiştir328.
Cebelü’l-Feth’in inşası için çalışmalar Abdulmümin’in emriyle başlatılmıştır.
Burasının inşâsından önce Abdulmümin’in Kurtuba’da vali olan oğlu Ebû Saîd
Osman, askerleriyle ve Endülüs’ün ileri gelenleriyle Cebeli Tarık’a gelmiştir. Burada
Abdulmümin’in veziri Ebû Hafs Ömer Hintatî’nin de katıldığı bir toplantı
yapılmıştır. Ebû Hafs başkanlığında yapılan bu toplantıya, Ebû İshak Berraz b.
Muhammed, el-Hac Yaîş gibi mühendisler de katılmışlardır. Şehrin kurulacağı yer
kararlaştırılınca, Endülüs’ün çeşitli yerlerinden yapı ustaları, kireççiler, marangozlar
ve her alandaki çok sayıda usta buraya getirilmiştir329. Burasının hızlı ve eksiksiz
inşâsı için devletin bütün yetkilileri var güçleriyle çalışmışlardır. 9 Rebîülevvel
555/19 Mart 1160’da başlanan çalışmalar dokuz ay sonra 555 yılı Zilkâde/1160
Kasım ayında bitirilmiştir330. Abdulmümin, inşaatın bitirilmesinden hemen sonra
buraya gelmiş ve iki ay kaldıktan sonra 556/1161 yılı başlarında tekrar Merrakeş’e
dönmüştür331.
Cebelu’l-Feth, Abdulmümin’in gücünün zirvesinde olduğu, Mehdiyye’nin ele
geçirilerek Mağrib’ten Hıristiyanların tamamen çıkarıldığı ve bütün Mağrib’in
devletinin sınırları içine katıldığı yılda inşâ edilmiştir. Böyle bir dönemde her şeyiyle
mükemmel bir şehir kurulmaya çalışılmıştır. Burada büyük bir cami, saray, kışla, su
327 Merrakûşî, 234. 328 Abbâdî- Sâlim, II, 258. 329 İbnu Sâhibussalat, 129, 131, 138; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113, 114; Nasrullah, 325; Mu’nis, II, 97; Abbâdî-Sâlim, II, 258. 330 İbn Ebî Zer, 198. 331 İbn Ebî Zer, 199; Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 58; Hâcî, Târihu’l-Endülüs, 458.
231
dağıtım şebekesi ve içinde her türlü meyve ağacı bulunan güzel bahçelerle süslenmiş
bir şehir kurulmuştur332. Bu bahçelere; zeytin, üzüm, elma, armut, ayva, kayısı,
anber, turunçgiller, muz vs. ağaçları dikilmiştir. Sonuçta hiçbir şey eksik
bırakılmadan, mükemmel bir şehir inşâ edilmiştir. Cebelü’l-Feth’in inşası
Abdulmümin’in oğlu Ebû Said Osman’ın gözetiminde mühendis el-Hâc Yeîş
tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu mühendis burada şehrin yüksek bir noktasında bir
de yel değirmeni yapmıştır333.
332 Özdemir, ‘Cebelitârık’, DİA, VII, 187. 333 İbnu Sâhibussalat, 130-136; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. Hülelü’l-Mevşiyye’de, Abdulmümin’in Mehdiyye seferi sonrasında Endülüs’e geçtiği ve burada bir şehir kurulmasını kararlaştırdığı, burasının planını da bizzat kendisinin çizdiği rivayet edilmiştir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 154, 155.
Abbâdî-Sâlim’in Târihu Bahriyye adlı eserinde burada kurulan yel değirmeninin ilklerden olduğu anlatılmıştır. Daha önce su gücüyle çalışan değirmenler varken burada ilk kez bir yel değirmeni kurulmuştur. Bkz. Abbâdî-Sâlim, II, 258, 4. dipnot.
SONUÇ
Bu çalışmamızda siyâsî olarak bazı ilkeler ortaya koyan ve bu ilkeler
doğrultusunda çok büyük çabalar harcayarak bir devlet ortaya çıkaran İbn Tûmert’in
kurduğu Muvahhidler Devleti’ni zirveye taşıyan Abdulmümin b. Ali’nin çabalarını
ortaya koymaya gayret ettik. Muvahhidlerin ulaştığı nokta, hem hakim olduğu siyâsî
coğrafya ve hem de bıraktığı ilmî ve siyâsî miras açısından kendisinden sonra
kurulan devletlerin erişemediği, ancak kendisinden beslendiği bir zirvedir. Malik
Binnebi’nin ifadesiyle Muvahhidlerden sonra atâlet ve geriye gidiş başlamıştır.
Muvahhidler Devleti denilince, ilk akla gelen şüphesiz bu hareketin kurucusu
olan Muhammed b. Tûmert’tir. İbn Tûmert, geçlik döneminde Mağribu’l-Aksâ’nın
en uç noktası, Sûs bölgesinden çıkarak Endülüs, İskenderiyye, Mekke ve oradan da
Bağdat’a geçen, burada on yıl kaldıktan sonra yine İskenderiyye’ye uğrayıp,
Mağribu’l-Ednâ’ya geçip Tunus’tan itibaren belli aralıklarla Kuzey Afrika sahil
şehirlerinde kalan ve nihayet on beş yıl sonra ülkesine geri dönen bir şahsiyettir. O,
Doğuda kaldığı on yıllık bir sürede elde ettiği ilmî ve siyâsî birikimini, Mağrib
bölgesinde, Tunus’tan Merrakeş’e kadar gidişi esnasında, dört yıllık bir sürede
hayata geçirmeye çalışmıştır. Bu hareketi esnasında da, günden güne kendisini siyâsî
söylem ve eylem olarak geliştirmiş, yenilemiş, başlangıçta sadece bazı dinî
uygulamalara, şahsî ibadetleri terk edenlere karşı yürüttüğü uyarı ve tebliğ çalışması,
zamanla tamamen siyâsî bir söyleme ve eyleme dönüşmüştür. Bu siyâsî hareketin
kendisini açıkça ve en cesur şekilde ortaya koyduğu yer Merrakeş’in güney
kısımlarında bulunan, Atlas Dağlarının sarp kısımlarındaki Sûsu’l-Aksâ’dır. Bu
bölge, İbn Tûmert’in de mensubu olduğu Musâmide kabilelerinin yaşadığı bir yerdir.
Burada kurulan Muvahhidler hareketi, yürütülen bir yıllık yoğun dinî, siyâsî eğitim
ve propaganda faaliyeti sonrasında Muvahhidler Devleti’ne dönüşmüştür. Bu
hareketin askerî ve siyâsî gelişimi ve başarılarında başlangıçtan itibaren en önemli
katkıyı sağlayan Abdulmümin b. Ali olmuştur. Abdulmümin, İbn Tûmert’in ortaya
çıktığı dönemde Benî Hammad Devleti’ne ait olan Bicâye yakınlarındaki Mellâle’de
512/1118’de onunla tanışmış ve 524/1130’da onun ölümüne kadar ondan
ayrılmamıştır. Bu tanışma esnasında Abdulmümin, daha önce İbn Tûmert’in yaptığı
gibi ilim öğrenmek için Doğu’ya gitmekteydi. O, kendi memleketi olan Vehran’nın
233
batısındaki Tacrâ’dan Doğuya doğru giderken yolculuğunun ilk merhalelerinden
birinde İbn Tûmert ile karşılaşmıştır. Bu sırada İbn Tûmert, verdiği derslerden ve
bulunduğu yerlerdeki fakihlerle giriştiği tartışmalardaki üstün konumundan dolayı,
ünü bölgede yayılmış olan biriydi. Abdulmümin de, ilk olarak herkesin dilindeki bu
büyük alim ve fakih kişiyle tanışmadan edememiş ve bu tanışma onun rotasını
Doğudan Batıya çevirmiştir. Bu tanışma bölge ve İslâm Tarihi açısından çok önemli
bir karşılaşma olmuştur. Bundan dolayı, Muvahhidler dönemi tarihçileri bu
karşılaşmayı efsaneleştirmişlerdir.
Abdulmümin, İbn Tûmert tarafından verilen dersleri en iyi anlayarak gece
gündüz onunla eğitimine devam etmiştir. Bu son derece yetenekli öğrenci, edebi,
ilmi ve çalışkanlığı ile hocasının olduğu kadar, onun çevresindeki herkesin sonsuz
güvenini kazanmıştır. O, bu vasıflarıyla sıradan bir öğrenci olarak çıktığı yolu, halife
olarak devam ettirmiş ve sonunda, yeni ortaya çıkan küçük bir devleti, bölgesinin en
büyük devleti haline getirerek tarihe geçmiştir.
Abdulmümin dönemi (524-558/1130-1163), Muvahhidler Devleti’nin en hızlı
yükseliş dönemini yaşadığı bir dönemdir. Bu dönemde Abdulmümin, devletinin
sınırlarını Trablus’tan (Libya/Trablusgarb) Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya) ve oradan
da Endülüs’ü içine alacak şekilde genişletmiştir.
Abdulmümin, ülkesinin yönetiminde yer alacak olan kişilerin yetişmesi için
okullar açmış ve buradan mezun olan gençleri en üst seviyede değerlendirerek
yönetimi, belli bir formasyondaki bu kişiler eliyle yürütmeye başlamıştır. Bu
anlamda tarihteki önemli şahsiyetlerden biridir. Onun devlet adamı olarak yetiştirdiği
kişiler hem dinî eğitimini tam olarak almış ve hem de siyâsî ve askerî eğitimi pratik
ve teorik olarak görmüşlerdir. O, İbn Tûmert’in eğitiminden geçmiş tecrübeli
şeyhleri, Merrakeş’te kurduğu okulunda özel olarak yetiştirdiği kişilerden en üst
düzeyde görev alanların (vali ve komutanlık gibi) yanında yardımcı olarak
görevlendirmiştir. Kendi oğullarını vali atarken de bu kurala riayet etmiş, yanlarına
tecrübeli şeyhlerden yardımcılar görevlendirmiştir. Böylece, eskilerin tecrübe ve
hilimleriyle, gençlerin atılganlığı ve yeniliklere olan eğilimlerini birleştirmiştir.
233
234
Abdulmümin’in bir başka özelliği de, başlangıçtan itibaren halife unvanını
kullanıyor olmasıdır. İslâm tarihinde adından bahsedilen çok sayıda devlet içinde
baştan beri halifelik iddiasında bulanan devlet sayısı çok fazla değildir. Tarihte
devlet başkanına halife unvanı veren sayılı devletlerden olan, Endülüs Emevîleri ve
Osmanlılar gibi devletler bu unvanı devletlerinin kurulmasından çok sonraki
aşamalarda kullanmaya başlamışlardır. Bu konuda Muvahhidlerin farkı, bilinçli
olarak başlangıçtan itibaren kendilerini İslâm Dünyasının tek dinî ve siyâsî temsilcisi
olarak görmeleridir. Bu anlamda Muvahhidler Devleti, Berberîlerin kurduğu ilk
bağımsız devlet olma özelliğini taşımaktadır.
Muvahhidlerin tevhid anlayışı, bütün uygulamalarında kendisini göstermiştir.
Daha işin başında kendilerini Muvahhidler olarak adlandırmaları bu anlayışlarının en
önemli göstergesi olmuştur. Yine İslâm’ın temel kaynaklarına dönüş diye ifade
edebileceğimiz, hayatın her alanında verilmesi gereken hükümlerle ilgili doğrudan
Kur’ân ve Sünnet’e müracaatı emretmiş olması Abdulmümin’in önemli
özelliklerinden biridir. Bu anlamda fürûya ait eserlerin yakılması için emir çıkaran
Abdulmümin, temel kaynaklara dönüşün gerekliliği konusundaki inanışını biraz da
zorlayarak hayata geçirmeye çalışmıştır.
Abdulmümin, Peygamberimizin (sav) ilim öğrenmek kadın erkek her
müslümana farzdır diye ifade edilen hadisinin hayata geçirilmesi için, ülkesindeki
her vatandaşına kadın erkek, köle hür ayrımı yapılmaksızın, temel dinî bilgilerin
zorunlu olarak öğretilmesi için emir vermiştir. Ayrıca Murâbıtlar döneminde
yasaklanmış olan Kelâm ve Felsefe, bu dönemde serbest bırakılmış, hatta teşvik
edilmiştir. Böylece her türlü ilmî çalışma gelişme imkanı bulmuş, dillere destan çok
büyük kütüphaneler kurularak ilim adamlarının hizmetine sunulmuştur. Bunun
neticesinde sadece Müslümanların değil bütün dünyanın tanıdığı ve büyük filozof
olarak kabul ettiği İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi büyük ilim adamları yetişmiştir. Bu
kişiler halifeler yanında büyük itibar görmüşlerdir.
Abdulmümin döneminde verilen eğitim, okunan-okutulan kitaplar ve buna
paralel olarak yeni bir ilim ve alim kişi anlayışı ortaya çıkmıştır. Yine bu dönemde
devletin dinî konulardaki hassasiyeti ve buna bağlı olarak ibadetlere olan ilginin
artmasıyla yeni ibadethaneler yapılmış ve dinî mimârî alanında yeni eserler ortaya
234
235
konulmuştur. Bütün bunlarla birlikte yeni bir cihad ruhu ortaya çıkmış ve bu ruhun
etkisiyle sürekli bir savaş hareketliliği ve dolayısıyla da savaş sanayii canlılık
kazanmıştır. Bu dönemde yeni kurulan şehirlerle, göçlerle, sürgünlerle ve Murâbıtları
oluşturan Lemtûne kabilesinin ortadan kaldırılmasıyla sosyal yapı büyük bir
değişime uğramış; sonuç olarak bu gelişmeler, zincirleme olarak hayatın her alanını
etkileyen bir anlayış getirmiştir.
Abdulmümin’in fetih hareketleri sayesinde Müslümanlar, Endülüs ve
İfrikiyye’de Hıristiyan işgallerini durdurmuşlar ve geri püskürtmüşlerdir. Bugün
Kuzey Afrika sahillerinde Müslümanlar yaşamaktaysa, bu konudaki en büyük pay
önce Muvahhidlere ve daha sonra da Osmanlılara aittir. Abdulmümin, 555/1160’ta
Mağribu’l-Ednâ’ya karadan ve denizden düzenlediği büyük seferle bu bölgeyi işgal
etmiş olan Sicilyalı Normanları mağlup etmiş ve ülkeden tamamen çıkarmıştır.
Bununla da yetinmeyerek, bölgedeki Hıristiyanlara ya bölgeyi terk etmelerini ya da
Müslüman olmalarını, yoksa burada yaşayamayacaklarını bildirerek burayı tamamen
bir Müslüman bölgesi haline getirmiştir.
Abdulmümin halifeliği müddetince çok geniş bir coğrafyada sayısız savaş
yapmış ve hemen hepsinden galip çıkmasını bilmiştir. Onun galibiyetinin belki de en
önemli sebebi, davasına olan sonsuz inancı, galibiyet için her türlü çalışmayı eksizsiz
yerine getirmeye çalışması ve her zaman duruma göre farklı savaş taktikleri ortaya
koyabilmesidir. O, aynı zamanda askerlerini çok iyi bir şekilde motive ederek onlara
hakim olan mükemmel bir komutandır. O, edebi, ilmi, vefası, adaleti, cömertliği ve
diğer güzel vasıflarıyla askerlerinin ve diğer insanların kendisine hayranlık duyduğu
birisi olmuştur.
Abdulmümin, kurduğu şehirlerle de tarihe mal olmuş önemli bir şahsiyettir.
O, imar çalışmaları çerçevesinde, çok büyük eserleri çok hızlı bir şekilde ortaya
koyan bir lider olmuştur. Cebelu’l-Feth ve Ribatu’l-Feth gibi şehirler; sarayları,
şehrin su ihtiyacı için açılan kanalları ve diğer ekleriyle bir yıldan daha kısa sürelerde
inşâ edilmiştir. Onun kurmuş olduğu şehirlerden Ribatu’l-Feth (Rabat) bugün Fas’ın
en önemli şehirlerinden biridir.
235
236
Abdulmümin, adaleti, cesareti, atılımları, ilmi, edebiyata olan ilgisi, ortaya
koyduğu devlet adamlığı anlayışı ile çağını aşan bir lider olmuştur. Onun devletinin
etkileri, devletinin ömründen uzun olmuş, devleti yıkıldıktan sonra da yüzyıllar
boyunca yerlerinde kurulan diğer devletlerde, onların siyâsî mirası sürdürülmeye
çalışılmıştır. Onun devletinin siyâsî, askerî, ilmî, kültürel ve diğer alanlarda ortaya
koyduğu yenilik ve canlılık, Mağrib ve Endülüs İslâm Tarihi için çok büyük önem
taşımaktadır.
236
237
BİBLİYOGRAFYA
-Abbadî, Ahmed Muhtar, Dirâsât fî Tarihi’l-Mağrib ve’l-Endülüs. İskenderiye, bty.
-Adıgüzel, Adnan, el-Mehdî İbn Tûmert ve Muvahhidler Devleti’nin Kuruluşu,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi) Ankara, 1998.
-Adıvar, Adnan, ‘İbn Tufeyl’, İA, V-2, 829-831, İstanbul, 1950.
-Ahmed Emin, Zuhru’l-İslâm, Kâhire, 1962.
-Ahmed Muhammed, ‘Mehdî’, İA, VII, 474-479.
-Ahmed, M. H., Kıyâmu Devleti’l-Murâbitîn, Kâhire, 1956.
- Ahterî, Şemseddin, Ahterî Kebîr, İstanbul, 1310.
-Alper, Ömer Mahir, İbn Tufeyl’in Hayatı Eserleri, İstanbul, 1993. (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi)
-Altundağ, Şinasi ‘Murâbıtlar’ İA, VIII, 580-586.
------- ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 765-773.
-Arnold, T. W., İntişâr-ı İslâm Tarihi, Ankara, 1971.
-Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara, 1983.
-Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musâ b. Nusayr, Ankara, 2002.
- Avcı, Cesim, ‘Hilâfet’, DİA, XVII, 539-546, İstanbul, 1998.
- Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 425-427, İstanbul, 1999.
-Basset, René, Ali İbn Ebî Zer, İA, V-2, İstanbul, 1950.
-------- ‘İbn Tûmert’, Dairetü’l-Maarifi’l-İslâmiyye, I, 106-109, Tahran, 1954.
-------- ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831-833, İstanbul, 1950.
-------- ‘İdrisîler’, İA, V2, 937, 938, İstanbul, 1950.
-------- ‘Berberîler’, İA, II, 525-534, İstanbul, 1949.
-Bauer, H., ‘Hafsîler’, İA, V, 82-84, İstanbul, 1950.
-Belâzurî, Ebu’l-Hasan Ahnet b. Yahya b. Câbir (ö. 279/892), Futûhu’l-Buldân, Yay.
Abdulkadir Muhammed Ali, Beyrut, 2000.
-Bel, A. ‘Ali b. Yusuf b. Taşfin’, İA, I, 315-316, İstanbul, 1950.
------- ‘Abdulmumin’, İA, I, 98-100, İstanbul, 1950.
-Beyzak, Ebû Bekir Sanhâcî Meknî, (ö. ? 555/1160) Kitâbu Ahbâri’l-Mehdî İbn
Tûmert ve İbtidâi Devleti’l-Muvahhidîn, Yay. Levi Provençal, Paris, 1958.
237
238
-Binnebi, Malik, İslâm Davası, Ter. Muharrem Tan, İstanbul, 1990.
-Birignon, Jean, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuşundan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, V, İstanbul, 1988.
-Bourouıba, R., İbn Tûmert, Alger, 1974.
------- Abd Al-Mu’mın Flambeau des Almuhads, Alger, 1974.
-Buharî, Ebî Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğîre (ö. 256), Sahihu’l-
Buharî, Yay. Haz. Kasım Şemmâî Rifâî, Beyrut, 1987.
-Bulut, Zübeyir, Hanbelî Akâid Sistemi, Ankara, 2003.(Yayınlanmamış Doktora Tezi)
-Cabirî, Abid, Arap Aklının Oluşumu, Ter. İ. Akbaba, İstanbul, 1997.
-Cebecioğlu, Ethem, Tasavvaf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997.
-Cüllâb, Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye, Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb, Merrakeş,
-Cervantes, Donkişot, Ter. Ali Çankırılı, İstanbul, 2002.
-Colin, G. S. Endülüs, Ter. İ. Hurşit, A. Yunus, H. Osman, Beyrut, 1980.
-------- ‘Masmûde’, İA, VII, 351-356, İstanbul, 1957.
-------- ‘Lemta (Lamta)’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957.
-------- ‘Lemtûne (Lamtûne)’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957.
-De Cenival, Pierre, ‘Merrakeş’, İA, VII, 738-751, İstanbul, 1957.
-Demirkol, Murat, İbn Tufeyl’e Göre Hakikat Arayışı, Ankara, 1994.
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
-Çağatay, Neşet, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Ankara, 1992.
-Çelebi, Ahmed, Mevsûatu’t-Târihi’l-İslâmî ve Hadâratu’l-İslâmiyye, Kâhire, 1983.
-Dâdâh, Muhammed Vulid, Mefhûmu’l-Mülk fi’l-Mağrib, Beyrut, 1977.
-Dağlı Yücel, Üçer Çumhur, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1997.
-Dayle, Muhammed Rıdvan, Fi’l-Edebi’l-Endülüs, Dimeşk, 2000.
-Demombynes, G., ‘Ağlebiler’, İA, I, 149-151, İstanbul, 1950.
-Deşrâvî, Ferhat, Hilâfetü’l-Fâtımiyye bi’l-Mağrib, Beyrut, 1994.
-Durant, Will, İslâm Medeniyeti, Ter. Orhan Bahaeddin, İstanbul, bty.
-Dursun, Davut, ‘Afrika’ DİA, I, Ankara, 1988.
-Ebu’l-Fidâî, İmamuddin İsmail (732/1332), el-Muhtasar fi Ahbâri’l-Beşer, Beyrut,
bty.
-Ekinci, Müşerref, Yusuf b. Taşfin ve Murâbıtlar Devleti, Ankara, 1997.
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
238
239
-Emin Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye el-İslâmiyye ve Mevâidu’l-Uhrâ, Beyrut,
1981.
-Erbilî, Şerafeddin Ebi’l-Berekât Mubarek b. Ahmed Lahmî, Târihu Erbil
Nebehâtu’l-Beledi’l-Hâmil bi men Veredehu mine’l-Emâsil, Yay. Sami b. Seyyid
Hamas Sakar, Bağdat, 1980.
-Eşbah, Yusuf, Târihu’l-Endülüs fî Ahdi’l-Murâbitîn ve’l-Muvahhidîn, Ter.
Muhammed Abdullah İnan, I, II, Kâhire, 1992.
-Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine, İstanbul, 1979.
-Farukî, İsmail Râci, Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, Ter. Mustafa Okan Kibaroğlu,
Zerrin Kibaroğlu, İstanbul, 1991.
-Fığlalı, E. Ruhi, İtikadî İslâm Mezhepleri, Ankara, 1983.
-Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, Ter. Kemal
Kahraman, İstanbul, 1997.
-Guneymî, Abdulfettah Mukallid, Mevsûatu Tarihu’-Mağribi’l-Arabî, I-II, Kâhire,
1994.
-Georges Marçais, ‘Ribat’, İA, IX, İstanbul, 1993.
-Graefe, E., ‘Fatimîler’, İA, IV, İstanbul, 1966.
-Hâcî, Abdurrahman Ali, Târihu’l-Endülüs mine’l-Fethi’l-İslâm Hattâ Sukûti
Gırnata, Kâhire 1983.
-Hady, Roger İdris, Devletü’s-Sanhâciyye, Ter. Hammad es-Sahilî, Beyrut, 1992.
-Halefullah, İbtisam Mer’î, Alâkâtu Beyne’l-Hilâfeti’l-Muvahhidiyye ve’l-Meşrikı’l-
İslâmî, İskenderiyye, 1985.
-Halil Ethem, Düveli İslâmiyye, İstanbul, 1927.
-Hallak, Hasan, Dirâsâtü fî Târîhi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Beyrut, 1999.
-Hamidullah, Muhammed, ‘Fethü’l-Endülüs (İspanya) Fî Hilâfeti Seyyidinâ Osman,
Sene 27 li’l-Hicreti’, İTED, VII, Cüz 1-2, İstanbul, 1978.
Hammâde, M. Mahir, Vesâiku’s-Siyâsiyye ve’l-İdâriyye fi’l-Endülüs ve Şimâli
İfrikiyye, Beyrut, 1986.
-Harekât, İbrahim, Mağrib Abre’t-Târih, Darulbeydâ, 1984.
----------, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354, İstanbul, 1996.
----------, ‘Berîd’, DİA, V, 498-500, İstanbul, 1992.
-Hasan, Hasan Ali, Hadâratu’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, Kâhire, 1983.
239
240
-Hasan İbrahim Hasan, Siyâsî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi V, Ter. İsmail Yiğit,
İstanbul, 1988.
-Hatipoğlu, M. Said, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’,
AÜİF Dergisi, XXIII, 121-213, Ankara, 1978.
-Hattâbî, Muhammed Arabî, Tıbbu ve’l-Etıbbâü fî’l-Endülüsi’l-İslâmiyye, Beyrut,
1988.
-Hikmet Naci, Tarih Boyunca Kuzey Afrika ve Berberîler, İstanbul, 1955.
-Hitti, Philip, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, Ter. Salih Tuğ, İstanbul, 1980.
-Hizmetli, Mustafa, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, Ankara, 2002. (Yayınlanmamış
Doktora tezi.)
-Hizmetli, Sabri, İslâm Târihi, Ankara, 1995.
------- ‘Osmanlı Yönetimi Döneminde Tunus ve Cezâyir’de Eğitim ve Kültür
Tarihine Genel Bir Bakış’, AÜİF Dergisi, XXXII, Ankara, 1992.
------- ‘İtikâdî İslâm Mezheplerinin Doğuşu’, AÜİF Dergisi, XXVI, Ankara, 1983.
------- ‘Mağrib ve Endülüs Müslümanlığına Genel Bir Bakış’, İlim ve Sanat Dergisi,
Sayı, VI, Ankara, 1986.
-Himyerî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullahb. Abdulmunim, Kitâbu Ravdu’l-
Mu’târ fî Haberi’l-Ektâr - Sıfatu Cezîreti Endülüs- Yay. L. Provençal, Kâhire, 1937.
-Hodgson, Marshall G. S., İslâm’ın Serüveni, Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve
Târih II, Ter. Mutlu Bozkurt, İstanbul, 1995.
-Hourani, Albert, Avrupa ve Orta Doğu, Ter. Ahmed Aydoğan, Fahrettin Altun,
İstanbul, 2001.
-Hüseyin, Hamdi Abdulmün’im Muhammed, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-
Asri’l-Murâbitîn, Devletü Ali b. Yusuf Murâbitî, İskenderiyye, 1986.
-İbnu’l-Cevzî, Şemsuddin Ebu’l-Mazhar Yusuf b. Kazavağlî Turkî, (654 h.)
Mirâtü’z-Zamân fî Târihi’l-A’yân, Haydarabat, 1951.
-İbn Ebî Zer Fâsî, Ali, (ö. 727/1327) Enîsu’l-Mudrib bi Ravdi’l-Kırtas fî Ahbâri
Mulûki’l-Mağrib ve Târihu Medînetü Fâs, Ribat, 1972.
-İbnu’l-Esîr, Ali (ö. 630/1233), el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut, 1994.
-İbnu’l-Kalansî, Ebu’l-Ya’lâ Hamza Fulânî, Zeylü Târihi Dimeşk, Beyrut, 1908.
-İbn Haldun, Abdurrahman, (ö. 808/1405), Kitâbu’l-İber Divânu’l-Mübteda ve’l-
Haber, Mısır, 1284.
240
241
----------- Mukaddime, Ter. Zahir Kadiri Ugan, İstanbul, 1990.
-İbn Hanus, Ebû Abdullah, b. Asker Ebî Bekir, A’lâmu Mâlaka, Beyrut, 1999.
-İbn Kattan Merrakuşî, İbu Muhammed Hasan b. Ali b. Muhammed b. Abdulmelik
Ketâmî (ö. 650/1252), Nazmu’l-Cemân li Tertîbi Mâ Selefe min Ahbâri’z-Zamân,
Yay. Mahmud Ali Mekkî, Beyrut, 1990.
-İbn Hallikan, Ebu’l-Abbas Şemsuddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir
(681/1282), Vefeyâtu’l-A’yân ve Ebnâi’z-Zamân, Yay. Haz. M. Muhyiddin
Abdulhamid, Kâhire, 1948.
İbnu’l-Hatib, Lisanuddin (ö. 776/1374), Şerhu Rakamu’l-Hülel fî Nuzûmi’d-Duvel,
Yay. Adnan Derviş, Dimeşk, 1990.
------- İhâta fî Ahbâri Gırnata, Yay. Haz. M. Abdullah İnan, I-IV, Kâhire, 1973-
1978.
------- Tarihu’l-İsbâniyyeti’l-İslâmiyye, Kitâbu A’mâlu’l-A’lâm, Yay. L. Provençal,
Kâhire, 1956.
-İbnu’l-İmâd, Abdulhayy, (ö. 1089/1678), Şezarâtu’z-Zeheb fi Ahbâri men Zeheb,
Kâhire, 1931.
-İbn İzârî, Merrakuşî (ö. 695/1295), Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-
Mağrib, I, II, Yay. L. Provençal, G. S. Colin, Beyrut, 1950.
--------- Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, Kısmu’l-Muvahhidîn,
Yay. M. İbrahim Ketânî, M. Züneyber, M. B. Tavit, A. Zemâme, Paris, 1948.
-İbn Kesîr, İmâduddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer (ö. 774), el-Bidâye ve’n-Nihâye,
Beyrut, 1978.
-İbn Sâhibussalat, Abdulmelik b. Muhammed (ö. 595-600/1198-1203), el-Mennu
bi’l-İmâmeti ale’l-Mustadafîni bien Caalehumu’llahu Eimmeten ve Caalehumu’l-
Vârisîn, Yay. Abdulhâdî et-Tâzî, Bağdat, 1979.
-İbn Tûmert, Muhammed b. Abdullah (524/1130), ‘Akîde’, Mecmûatu’r-Resâil, 45-
62, Mısır, 1328.
------ Muvattaa İmam Mehdî b. Tûmert, Yay. Hafnâvî, Cezâyir, 1907.
------ Eazzu Mâ Yutlab, Yay. Abdulğânî Ebu’l-Azm, Rabat, 1997.
-İbnu’l-Verdî, Zeynuddin Ömer, Târihu İbnu’l-Verdî, Tetimmetu’l-Muhtasar fi
Ahbâri’l-Beşer, Yay. Haz. A. Rıfat Berdâvî, Beyrut, 1970.
241
242
-İdrisî, Şerif, Muhammed b. Abdullah Hammûdî, (ö. 548/1154) Sıfatu’l-Mağrib ve
Ardu’s-Sûdân ve Mısr ve’l-Endülüs, Leyden, 1863.
-İmâmuddin, S. Muhammed, Endülüs Siyâsî Târihi, Ter. Yusuf Yazar, Ankara, 1990.
-İnan, M. Abdullah, Asru’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, I-II,
Kâhire, 1964, 1965.
-İrving, Thomas B., ‘Kurtuba’, DİA, XXVI, 452.
-İzmirli İsmail Hakkı, ‘Mehdî Meselesi’, Sebîlü’r-Reşat, C. XII, Sayı, 285, 389-391,
İstanbul.
-İzzetî, Ebulfazl, İslâm’ın Yayılış Târihine Giriş, Ter. Cahit Koytak, İstanbul, 1984.
-Jamil, M. Abunnâsır, A History of The Maghrib, Campricge, 1975.
-Julien, C. A. Târihu İfrikiyya Şimâliyye (Tunus, Cezâyir, Mağribu’l-Aksâ, mine’l-
Fethi’l-İslâmî ilâ Seneti 1830 m.) Ter. M. Mezalî, Beşir b. Selâme, Tunus, 1978.
-Kallek, Cengiz, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 133-143, İstanbul, 1998.
-Kalkaşandî, Ebi’l-Abbas Ahmed b. Ali, (ö. 821/1418) Subhu’l-A’şâ fî Sanâati’l-
İnşâ, Yay. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Kâhire, 1963.
-Karlığa, H. Bekir, ‘İbn Rüşd’, DİA, XX, 257-292, İstanbul, 1999.
-Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Târihi, İstanbul, 1991.
-Kennedy, Hugh, Muslim Spain and Portugal, Londra, 1996.
-Kitâbu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakûşiyye, müellifi mechul, Yay.
Süheyl Zekar, Abdulkadir Zemâme, Darulbeydâ, 1979.
-Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1986.
------- ‘Ribât’, Vakıflar Dergisi, Sayı-II, İstanbul, 1974.
- Kutluer, İlhan, ‘İbn Tufeyl’, DİA, XX, 418- 425, İstanbul, 1999.
-Londau, Rom, Târihu’l-Mağrib, Ter. Nikola Zeyâde, Beyrut, 1963.
-Makdîş, Mahmud, Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, Yay. Ali Zevârî,
Muhammed Mahfuz, Beyrut, 1988.
-Marçais, Georges, ‘Rüstemîler’, İA, IX, 802-804, İstanbul, 1960.
--------- ‘Sanhâce’, İA, X, 192-194, İstanbul, 1967.
--------- ‘Merînîler’ (Benî Merîn), İA, VII, 763-766, İstanbul, 1957.
--------- ‘Zîrîler’, İA, XIII, 575-576, İstanbul, 1986.
-Matvî, M. Amrusî, el-Hurûbu’s-Salîbiyye fi’l-Meşrik ve’l-Mağrib, Beyrut, 1982.
242
243
-Mâverdî, Ebu’l-Hasan, Ahkâmu’s-Sultâniyye, İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku,
Ter. Ali Şafak, İstanbul, 1976.
-McDonald, D. B., ‘Mehdî’, İA, VII, 474-479, İstanbul, 1957.
-Medeni, Ahmed Tevfik, Târihu Cezâyir, Kâhire, 1963.
-Menûnî, Muhammed, Hadâratu’l-Muvahhidîn, Darulbeydâ, 1989.
-Merrakuşî, Abdulvahid, (ö. 647/1249), Mu’cib fî Telhîsi Ahbâri’l-Mağrib, Yay. M.
S. el-Uryan, M.A. el-Alemî, Kâhire, 1949.
-Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, Kadiyânilik Nedir, Ter. Ahsen Batur, İstanbul, 1975.
-Miranda, A. Huici, ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Târihi Kültür ve
Medeniyet, İstanbul, 1997.
-Miquel, Andre, Doğuştan Günümüze İslâm Medeniyeti, Ter. Ahmed Fidan, Hasan
Menteş, Ankara, 1991.
-Muhtaru Sahîhi Müslim, Yay. Haz. Mustafa ed-Dîb el-Biğa, Beyrut, 1996.
-Mu’nis, Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve Hadâratuhu, Beyrut, 1992.
-Mu’nis, Hüseyin, Vesâiku’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn, Zahir, 1997
-Musa, İzzeddin Ömer, Muvahhidûn fi’l-Garbi’l-İslâmî Tanzîmâtuhum ve
Nuzumuhum, Beyrut, 1991.
-Nâsırî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Halid, Kitabu’l-İstiksâ li Ahbâri Düveli’l-Mağribi’l-
Aksâ, Yay. Haz. Cafer Nâsırî, Muhammed Nâsirî, Darulbeydâ, 1954.
-Neccâr, Abdulmecit, Mehdî İbn Tûmert Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah
Mağribî Sûsî, Beyrut, 1989.
-Nuveyrî, Şehabeddin Ahmed b. Abdulvahhab (677-733/1278-1333), Nihâyetu’l-
Ereb fî Funûni’l-Edeb,Yay. Hüseyin Nassar, Kâhire, 1983.
-Özaydın, Abdulkerim, ‘Abdulmümin el-Kûmî’, DİA, I, 274, 275, İstanbul, 1988.
--------- ‘Abdulâhid el-Merrakûşî’, DİA I, 278, İstanbul, 1988.
--------- ‘Abdullah b. Yâsin’, DİA, I, 142, İstanbul, 1988 .
--------- ‘Ağlebîler’, DİA, I, 475-478, İstanbul, 1988.
-Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, Ankara, 1994.
-------- Endülüs Müslümanları II Medeniyet Tarihi, Ankara, 1997.
-------- Endülüs Müslümanları III İlim ve Kültür Tarihi, Ankara, 1997.
-------- ‘Cebel-i Tarık’, DİA, VII, 187, 188, İstanbul, 1993.
-------- ‘Endülüs’, DİA, XI, 211-225, İstanbul, 1995.
243
244
-------- ‘Gırnata’, DİA, XIV, 52, İstanbul, 1997.
-------- ‘Hammâdîler’, DİA, XV, 489-491, İstanbul, 1997.
-------- ‘İbn Merdeniş’, DİA, XX, 183, 184, İstanbul, 1999.
-Öztuna, Yılmaz, İslâm Devletleri, I, Ankara, 1989.
-Prvençal, Lévi, Nuhabu Târihiyyetü Câmiatü li Ahbâri’l-Mağribi’l-Aksâ, Paris,
1948.
-------- Historia de la Espana Müselmana, Madrid, 1956.
-------- İslâm fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, Ter. S. M. Abdulaziz Sâlim, M. Salâhuddin
Hilmî, Kâhire, 1956.
-------- Hadâratu’l-Arabiyye fî İspanya, Ter. Tahir Ahmed Mekkî, Kâhire, 1994.
-------- ‘Ağmat’, İA, I, 151, İstanbul, 1950.
-------- ‘Sûsülaksâ’, İA, XI, 73-76, İstanbul, 1970.
-------- ‘Târık’, İA, XI, 770, İstanbul, 1970.
-Rakîk Kayravânî, Kitâbu’l-Mu’nis fî Ahbâri İfrikya ve Tunus, Tunus, 1286.
-Razuk, Muhammed ‘Hafsîler’, DİA, XV, 125-128, İstanbul, 1997.
-Rayyıs, Ziyauddin, İslâm’da Siyâsî Düşünce Tarihi, Ter. Ahmed Sarıkaya, İstanbul,
1990.
-Rıdvan, Muhammed, Dayle fi’l-Edebi’l-Endülüs, Dimeşk, 2000.
-Safâdî, Selahaddin Halil b. Ebik, (ö. 764) Kitâbu’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, Yay.
Muhammed b. İbrahim b. Abdurrahman, Beyrut, 1993
-Sallâbî, Ali Muhammed Muhammed, Devletü’l-Muvahhidîn, Amman 1998.
-Sâlim, Abduaziz, Târihu’l-Muslimîn ve Âsârihim fi’l-Endülüs, İskenderiye, 1985.
-------- Tarihu’l-Mağrib fi’l-Ahdi’l-İslâmî, İskenderiye, bty.
-------- ‘Kurtuba Hadâratu’l-Hilâfeti fî’l-Endülüs’, Dirâsetu Târihiyye, Umrâniyye,
Eseriyye, fî’l-Asri’l-İslâmî, İskenderiyye, 1984.
-------- Târihu Medinetü Meriyyeti’l-İslâmiyye, Kâidetü Ustûli’l-Endülüs,
İskenderiyye, 1984.
-Sauvaget, Jean, İslâm Dünyası Kısa Kronolojisi, Ter. S. K. Yetkin, F.R. Unat,
Ankara, 1963.
-Seybold, C. F., ‘Endülüs’, İA, III, 270-273, İstanbul, 1945.
-Subkî, Takuyyuddin (ö. 771/1370), Tabâkatu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Yay. Ahmed b.
A. el-Kâdirî, Mısır, 1906.
244
245
-Şerit, Abdullah, Milî, M. Mubârek, Muhtasar Târihu Cezâyir, Cezâyir, 1985.
-Şerkavî, Mahmut, Mağribu’l-Aksâ, Merrakeş, Kâhire, bty.
-Şeyban, Lütfi, Reconqısta Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İstanbul, 2003.
-Şeyzerî, Abdurrahman b. Nâsır, İslâm Devletinde Hisbe Teşkilatı, Ter. Abdullah
Tunca, İstanbul, 1993.
-Talibî, Muhammed, Devletu’l-Ağlabî- Târihu’s-Siyâsî, Beyrut, 1995.
-Ticânî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ahmed, (ö. 717/1317) Rıhletü’t-
Ticânî, Tunus, 1958.
-Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, İstanbul, 1981.
-Toureau, Roger, ‘Afrika ve Batı İslâmı’ İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Ter.
Hürrem Yılmaz, III, 99-124, Yay. P. M. Holy, A. K. S. Lambton, B. Lewis, İstanbul,
1977.
--------- Hareketü’l-Muvahhidiyye fi Karneyni’s-Sânî Aşer ve’s-Sâlis Aşer, Ter. Emin
Tîbî, Tunus, 1982.
-Trimingham, J. Spencer, A History of İslâm in West Africa, Oxford, 1965.
-Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1995.
-Unat, F. Reşit, Hicrî Tarihleri Milâdiye Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1984.
-Urvî, Abdullah, Mechul Târihu’l-Mağrib, Beyrut, 1994.
- Ülgen, Hilmi Ziya, ‘İbn Rüşd’, İA, V-2, 781-798, İstanbul, 1950.
-Watt, W. M, A History of Islamic Spain, Edinburg, 1965.
-------- İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ter. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1981.
-Yaltkaya, M. Şerafeddin, ‘İbn Tûmert’, DFİF Dergisi, 34-48, İstanbul, 9
Tişrînievvel, 1928.
-Yazıcı, Nesimi, ‘Klasik İslâm Döneminde Haberleşme’, AÜİFD, XXIX, 377-386,
Ankara, 1987.
-Yıldız, H. Dursun, ‘Berberîler’ DİA, V, 478-483, İstanbul, 1992.
-Yver, G. ‘Mağrib’, İA, VII, 142, 143, İstanbul, 1950.
----------- ‘Hafsîler’, İA, V, 82-84, İstanbul, 1950.
-Zağlul, Sa’d, Târihu’l-Mağrib, İskenderiye, 1979.
-Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö. 748/1374), Siyerü A’lâmu’n-Nubelâ,
Beyrut, 1984.
245
246
-------- Târihu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîri ve’l-A’lâm, Yay. Ömer Abdusselam
Tedmurî, Beyrut, 1995.
-------- İber fî Haberi Men Ğaber, Yay. Ebû Hâcer Muhammed Said İbn Besyûnî
Zağlul, Beyrut, 1985.
-Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim Levlevî, T’arihu’d-Deleteyn
Muvahhidiyye ve’l-Hafsiyye, Tunus, 1289.
-Zirikli, Hayrettin, A’lâm Kâmûsu’t-Terâcim, Beyrut,1989.
-Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, İstanbul, 1276/1859.
-Züneyber, Muhammed, Mağrib fi’l-Asrı’l-Vasît, Ribat, 1999.
246
247
(EK I) KRONOLOJİ
474 (1081) İbn Tûmert Sus Bölgesinde, Herğa’da doğdu.
494 (1101, 1102) Abdulmümin, Berberî Zenâte kabilesinin Kumye koluna
mensup bir çömlekçinin oğlu olarak Tlemsan’a bağlı Tâcert (Tacre, Tâcere, Acer)
köyünde doğdu.
511/1118 İbn Tûmert ile karşılaştı ve onun öğrencisi olarak yanında kalmaya
başladı.
514/1120 İbn Tûmert, Abdulmümin ve Arkadaşları Merrakeş’ten sürüldü.
515/1121 Şevval, İbn Tûmert ve arkadaşları Tinmellel’e vardılar.
515/1121 Ramazan, İbn Tûmert Mehdî olarak biat aldı. Ona ilk biat eden
Abdulmümin oldu.
516/1122 Şaban, İbn Tûmert on bin kişilik bir orduyla Ağmat’a kadar geldi ve
Murâbıtlarla çatışmaya girerek zafer kazandı.
517/1123 Kedmîve kabilesi ve Murâbıtlara bağlı bazı alimler İbn Tûmert’e biat
ettiler.
518/1124 Muvahhidler merkezlerini İcîlî’den Tinmellel’e naklettiler.
Murâbıtlarla çatışmalara devam edildi. Dern Vadisi ele geçirildi. Hintâte
Kabilelerinden Cenfîse ve Herğa kabileleri İbn Tûmert’e biat ettiler.
518-524/1124-1130 Murâbıtlarla çeşitli çatışmalara girişildi ve Muvahhidler
Sûsulaksâ’da yerleştiler.
524/1130 Muvahhidler Abdulmümin ve Beşir komutasında büyük bir orduyla
Merrakeş’i kırk gün süreyle kuşattılar. Merrakeş’te Buheyra savaşında ağır bir
yenilgiye uğradılar, komutan Beşir’in ölümü üzerine, Muvahhidler ordusu
Abdulmümin komutasında toparlanarak geri çekildi.
524, 14 Ramazan (1130, 21 Ağustos) İbn Tûmert öldü. Onlar Meclisi üyeleri
Abdulmümin’e gizlice biat ettiler. İbn Tûmert’in ölümünü üç yıl gizli tutuldu.
527 (1133) Muhammed İbn Tûmert’in ölümü resmen açıklandı. Tinmellel
Camii’nde bütün şehir halkının katılımıyla Abdulmümin’e halife olarak genel biat
merasimi yapıldı.
529/1135, Abdulmümin, Tinmellel dışında askerî üs olarak kullanılmak üzere
Fas’ın doğusundan Melviye ırmağı üzerinde Ribâtu Tâze şehrini kurdu.
247
248
532, Cemâziyelevvel/1138 Ocak, Taşfin b. Ali yenilmez denilecek kadar
güçlü kabul edilen bir orduyla Muvahhidlere karşı sefere çıktı.
533 (1138/1139) Abdulmumin, Sûsulaksâ’da Taşfin b. Ali ile giriştiği savaşta
onu mağlup etti.
533(1138/1139) Abdulmumin, Murâbıtlar ordusundaki Rum komutan
Rebertir’i Sûsulaksâ’da mağlup etti.
534 (1139/1140) Abdulmümin Mağribu’l-Aksâ’da yedi yıl sürecek olan uzun
bir sefere çıktı ve buradaki bazı kabileleri itaat altına aldı.
537, 3 Recep (22 ocak 1143) Ali b. Yusuf öldü. Onun yerine oğlu Taşfin b.
Ali geçti.
537/1143 Ali b. Yusuf’un ölümünden sonra, Murâbıtlara bağlı Lemtûne ve
Masûfe kabileleri arasında itilaf çıktı. Mesûfe kabilesi Muvahhidlere katıldı.
539 (1144) Abdulmümin, Taşfin b. Ali ve onun Rum asıllı Hıristiyan
birlikleri komutanı Rebertir’i Tlemsan yakınlarında mağlup etti ve bu savaşta
Rebertir öldü. Bazı kabileler Muvahhidler safına geçtiler. Taşfin b. Ali Vehran’a
sığındı. Vehran (Oran) Muvahhidler tarafından kuşatma altına alındı.
539, 27 Ramazan (1145, 23 Mart) Taşfin b. Ali Vehran’da (Oran) sığınmış
olduğu kaleden çıktı ve kaçmak isterken atından düşerek öldü. Muvahhidler onun
kafasını keserek Tinmellel’e gönderdiler. Üç gün sonra, Ramazan bayramı günü
Vehran Muvahhidlerin eline geçti. Bundan bir süre sonra Tlemsan vilayeti de
Muvahhidler tarafından istîlâ edildi. Endülüs’ün hemen her yerinde Murâbıtlara karşı
ayaklanmalar başladı.
540, 14 Zilhicce (1146, 28 Nisan) Abdulmümin dokuz aylık bir kuşatmadan
sonra Murâbıtlar’ın komutanı es-Sahravî tarafından savunulan Fas’ı ele geçirdi. Fas
surları tamamen yıktırıldı.
540 (1145/1146) Endülüs'te Muvahhidler adına ilk hutbe Kadis’te vali (daha
önce Murâbıtların donanma komutanı olan) Ali b. İsa b. Meymun tarafından okundu.
Yine Endülüs’teki bazı şehirler Murâbıtları bırakıp Muvahhidlere tabi oldular.
541, Muharrem/Haziran 1146 Muvahhidler Merrakeş kuşatmasını başlattılar.
541, 18 Şevval (1147, 23 Mart) Abdulmümin, on aylık bir kuşatmadan sonra
Merrakeş’i istilâ etti. Murâbıtlar Devleti’nin son devlet başkanı olan İshak b. Ali’yi
öldürerek Murâbıtlar Devleti’ne son verdi.
248
249
541, Şevval/Mart 1147 Muvahhidlere karşı Mâsî isyanı başladı ve bu isyan
geniş bir alana yayıldı.
542, Zihicce/1148 Mayıs, isyancı Mâsî’nin ordusuyla Muvahhidler ordusu
savaştı. Mâsî mağlup edildi ve öldürüldü. Daha sonra isyan tamamen bastırıldı.
543/1149 Muvahhidler, Sahrâvî isyanını da bastırarak bölgede sükuneti
tamamen sağladılar.
543/1148-1149 Normonlar, Mağribu’l-Ednâ’yı (Tunus, Mehdiyye, Kabes
Körfezi ve çevresini) işgal ettiler.
545/1150, Abdulmümin, Selâ şehrinin güneyinde, buraya yakın bir mesafede
ordusunun toplanma ve hareket yeri olarak kullanılmak üzere Ribâtulfeth şehrini
kurdurdu.
545/1150-1151 Endülüs’ün büyük bir kısmı Muvahhidlerin kontrolüne girdi.
Abdulmümin, Endülüs’ten gelen beş yüz kişilik ileri gelenlerden oluşan kişileri on
beş gün süreyle Ribâtülfeth’te ağırladı ve görüşmeler yaptı.
546 sonları/1152 başları, Abdulmümin, Bicâye seferi hazırlıkları için
Merrakeş’ten Ribatülfeth’e hareket etti.
547, Zilkade/1153 Ocak, Abdulmümin Bicâye’yi zaptetti. Bicâye emiri
Yahya b. Aziz önce kaçtı, sonra eman dileyerek Abdulmümin’den af diledi ve
affedildi, ailesiyle birlikte Merrakeş’e yerleştirildi. Böylece Hammâdîler Devleti’ne
son verildi.
547/1153, Bicâye seferi dönüşünde Tlemsan yakınlarında Abdulmümin’e İbn
Tûmert’in yakınları tarafından suikast planlandı. Bu planı açığa çıkaran Onlar
Meclisi üyelerinden Ebû İbrahim, Abdulmümin yerine öldürüldü. Buraya onun için
bir türbe ve anısını yaşatmak için Bethâ şehri kuruldu.
548 Safer/1153 Mayıs, İfrikiyya’daki Arap kabileleri mağlup edilerek
dağıtıldı.
549/1154 Abdulmümin, Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret
etti. Bu sene aynı zamanda oğlu Muhammed’i veliaht olarak ilan etti ve
Muvahhidlerden onun adına biat aldı. Diğer oğullarını da önemli vilayetlere vali
olarak atadı.
249
250
550/1155 Abdulmümin fürûya ait kitapların yakılmasını, hüküm çıkarmak
için doğrudan Kur’ân ve Hadis kitaplarına başvurulmasını bildiren bir emirnâme
çıkardı.
550/1155 Abdulmümin, İbn Tûmert’in kabrini ziyaret için Tinmellel’e gitti.
550/1155, Endülüs’en önemli şehirlerinden olan İşbiliyye ve Kurtuba’ya yeni
valiler atandı. Yeni valiler tarafından Hıristiyanlar üzerine seferler düzenlendi.
550/1155, Endülüs’ün en önemli şehirlerinden biri olan Gırnata, valinin ileri
gelenlerle yaptığı istişâre ile aldığı bir kararla Muvahhidlere teslim edildi.
551/1156 Abdulmümin kendisinden sonra halife olacak olan Ebû Yâkub
Yusuf’u, İşbiliyye’den gelen bir heyetin isteğiyle yaşının küçük olmasına rağmen
buraya vali olarak gönderdi.
551/1156 Endülüs’teki önemli şehirlerden biri olan Gırnata’nın Murâbıtlar
tarafından atanmış olan valisi ve diğer idarecilerin aldıkları bir kararla şehir
Muvahhidlere teslim edildi.
552/1157 Endülüs’teki önemli bir liman şehri olan Meriyye on yıllık bir
Hıristiyan (Haçlı) işgalinden sonra kurtarılarak Muvahhidlere bağlandı.
553, 10 Şevval/1158, 4 Kasım, Abdulmümin, Merrakeş’te yerine vekil olarak
Ebu’l-Hafs Ömer b. Yahya’yı bırakarak Tunus ve Mehdiyye üzerine yapacağı sefer
için Selâ’ya/Ribatulfeth’e geçti.
554/1159 yılı sonları, Abdulmümin, Tunus’tan Trablus Garb’a kadar olan
bölgeyi alarak Mağrib tarihinde ilk defa Trablus’tan Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya)
kadar olan bölgeyi tek devlet sınırları içinde birleştirdi.
555, 10 Muharrem/1160, 21 Ocak, Abdulmümin, Normanların elinde bulunan
Mehdiyye’yi ele geçirdi. Kuzey Afrika’da Hıristiyan hakimiyeti tamamen son buldu.
Bu zafer haberi ülkede sevinç dalgaları estirdi ve kutlama törenleri düzenlendi.
555 Rebîülevvel-Zilkâde/1160 Mart-Kasım, Tanca’nın karşısına, Endülüs’te
Cebelü’l-Feth (Cebeli Tarık) şehri inşa edildi.
555/1160, Abdulmümin, Mağrib’te arazi ölçümü yaptırarak, arazileri, akar
suları, dağları madenleri kayıt altına aldı ve elde ettiği kayıtlara göre vergi
düzenlemesi yaptı.
557/1162, Abdulmümin, Endülüs’te bazı karışıklıklar çıkması ve bazı
bölgelerde Muvahhidlerin yenilgiye uğraması üzerine büyük bir orduyla Endülüs’e
250
251
geçti. İbn Hamuşk ve destekçileri tarafından işgal edilen Gırnata, Abdulmümin’in
oğulları Ebû Yâkub Yusuf ve Ebû Saîd Osman komutasındaki Muvahhidler
ordusunun anî baskını ile (28 Recep/13 Temmuz) yeniden Muvahhidlerin
hakimiyetine geçti.
557/1162, Abdulmümin, Endüklüs’ten dönüşünden itibaren, buraya
düzenleyeceği büyük bir askerî hareket için hazırlıklara başladı.
558/1163 yılı başlarında Abdulmümin çok ağır kış şartlarına rağmen son kez
Tinmellel’e giderek, İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etti.
558, 15 Rebîülevvel/1163, 21 Şubat, Abdulmümin, Endülüs’e düzenleyeceği
Harekâtın son hazırlıkları için Merrakeş’ten Ribatulfeth’e hareket etti. Muvahhidlere
bağlı bütün kabilelere haber verilerek askerlerin burada toplanması için emir verildi.
Hazırlıklar çerçevesinde savaş için gerekli her türlü ihtiyaç maddeleri burada
toplandı ve dört yüz binden fazla asker ve dört yüz seksen gemiden oluşan bir
donanma hazırlandı.
558, 2 Cemâziyelevvel/1163 8 Mayıs, Abdulmümin, hastalandığı bu günlerde
Muvahhidlerin ileri gelenleriyle istişâre ederek daha önce kendisi için biat almış
olduğu oğlu Muhammed’i azlederek, yerine diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u veliahd
olarak tayin etti.
558, 8 Cemaziyelahir/1163, 14 Mayıs, Abdulmümin’in ordusu Endülüs’e
hareket için emir beklemekteyken, doktorların bütün çabalarına rağmen iyileşemedi,
burada (Selâ-Ribatulfeth’de) vefat etti. Onun ölümü bir müddet gizli tutuldu.
558, Şaban/1163, Temmuz, Abdulmümin’in cenazesi Tinmellel’e
nakledilerek İbn Tûmert’in mezarı yanında defnedildi.
251
252
(EK-II) İBN TÛMERT’İN VASİYETİ1
İbn Tûmert bu konuşmayı ölümünden birkaç gün önce, Onlar Meclisi ve
değişik kabilelerin temsilcilerinden oluşan Elliler Meclisi’ne hitaben yapmıştır. Onu
dinlemeye gelenlerin tamamlanmasıyla, bir yere dayanarak ayağa kalkmış ve
konuşmasına başlamıştır.
Allah’a hamdü senâ, Allah’ın Peygamberi Muhammed’e (sav) salavattan
sonra, Hulefâ-i Raşidîn’e (r.a.) dua etti. Dinlerinde sebat edenleri, işlerine sıkı sıkı
bağlananları hatırlattı. Onlardan hiç birinin Allah için çalışırken kınayıcının
kınamasından korkmadığını belirtti. Ömer (r.a.)’in içki içtiği için oğluna ceza
verdiğini ve hakka bağlılıktaki samîmiyetinden bahsetti. Buna benzer başka örnekler
verdikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:
“Allah onların yüzlerini ağarttı, çalışmalarına şükranla karşılık verdi ve
peygamberlerinin ümmeti olarak onlara en güzel karşılığı verdi. Artık onlardan
kimse kalmadı... Sonra insanlar arasında fitne çıktı. Olgun kişiler şaşkınlık içinde
kaldılar. Âlimler ise cahil gibi davrandılar ve yağcılık yaptılar. Alimler ilimleri ile
amel etmediler, bilakis ilimleriyle kralların kapısına koştular, ilimlerini onlardan
çıkar talep etmek için kullandılar. Elde ettikleri çıkarların karşılığında da insanları
onlara (krallara) yönelttiler...” Konuşmasını benzer şekilde sürdürdü. Sonra sözlerine
şöyle devam etti:
“Arkadaşlar, muhakkak ki Allah, (subhânehu ve lehu’l-hamd) yardımıyla size
ikrâmda bulundu, Tevhîd hakikatini temsil etmeniz için bu çağın insanları arasından
sizi seçti. Siz, yolunu bulamayan şaşkın, görmeyen âmâ, iyiliği bilmeyen ve kötülüğü
kötülük olarak kabul etmeyen kimselerken Allah size lütfetti. Aranızda bid’adlar
yayılmıştı, boş şeylere dalmıştınız ve şeytan size sapıklıkları süslü göstermekteydi.
Ve daha söylemeye dilimin varmadığı ve hatırlamak bile istemediğim nice
saçmalıklar içine dalmıştınız... İşte bütün bunlardan sonra, Allah sizi bu dava
sayesinde sapıklıktan kurtarıp hidayete erdirdi, körlükten kurtarıp gözünüzü açtı. Siz
bölük pörçükken sizi bir araya getirdi, birleştirdi. Aşağılanmış durumdayken sizi
onurlandırdı ve şu sapıkların sultasını üzerinizden kaldırdı. Sonra da, onların 1 Merrakuşî, 194-196; Hammade, 339, 340; Adıgüzel, 109, 110.
252
253
yerlerini ve ülkelerini de sizlere verecektir. (Sizi onlara mirasçı yapacaktır) Bu
onların elleriyle yaptıkları ve kalplerinde gizlediklerinin (kötülüklerin) karşılığıdır.
‘Allah hiçbir zaman kullarına haksızlık yapmaz2’.
Artık Allah’ın, (subhanehu) davanızı yayması, amellerinizi kabul etmesi ve
çabalarınızı temizleyerek en halis fiilî ve kavlî şükürlerinizi kabul etmesi için
niyetlerinizi kuvvetlendirin! Fırkalara ayrılmaktan, söz ve fikir ayrılığından uzak
durun ve düşmanlarınıza karşı tek yumruk olun. Eğer siz böyle yaparsanız, insanlar
sizden çekinir ve size itaate koşarlar. Böylece size katılanlar artar ve Allah sizin
ellerinizle hakkı üstün getirir. Eğer bunları yapmazsanız, işte o zaman da, zillet
içinde kalırsınız, alçalırsınız, halk sizi aşağılar ve seçkinler ise sizi korku ve panik
içine sokarlar!
Artık hiçbir işinizde yumuşaklıkla sertliği, şiddetle merhameti birbirine
karıştırmayın. Bütün bunlarla beraber şunu iyi bilin ki, bu milletin işi başlangıçta
nasıl düzelip yola girdiyse, şimdi de, aynı yol takip edilerek işler düzelip yoluna
girecektir. Şimdi içinizden birini seçmiş ve onu size emir yapmış bulunmaktayız. Bu
seçimimiz, onu bütün yönleriyle; gecesini gündüzünü, girdisini çıktısını, gizlisini ve
aşikarını izleyip denememizden ve araştırmamızdan sonra verdiğimiz bir kararla
olmuştur. Bütün bunlardan sonra gördük ki, o her yönden dinine bağlı, işinde
basiretlidir. Umarım, onun hakkındaki tahminlerim (düşüncelerim) yanlış çıkmaz!
İşte bu bahsettiğimiz kişi Abdulmümin’dir. O Rabb’inin emrini dinleyip yerine
getirdiği sürece, siz de onu dinleyin ve onun emirlerini yerine getirin. Eğer yolunu
değiştirip, dönerse, ya da işinde şüpheye düşerse, işte o zaman, Muvahhidler’de
(Allah onları kuvvetlendirsin) bereket ve çok hayır (lider olacak niceleri) vardır. İş,
(din) Allah’ın işi(dini)dir. Allah onu kullarından dilediğine lütfederek şereflendirir.”
Bundan sonra orada bulunanlar Abdulmü’min’e biat ettiler. İbn Tûmert de
onlara dua etti ve teker teker göğüslerini ve yüzlerini sıvazladı. Kısa bir başkanlık
döneminden sonra, İbn Tûmert vefat etti ve Musâmide’nin yönetimine Abdulmümin
geçti.
2 Kur’ân-ı Kerim, Fussilet suresi 67. ayet.
253
254
ÖZET
ADIGÜZEL, Adnan, Abdulmümin b. Ali Döneminde Muvahhidler Devleti,
Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, IX+255 s. Ankara 2005.
Bu çalışma giriş ve ekler dışında üç bölümden oluşmuştur. Tezin giriş bölümünde
Abdulmümin b. Ali’nin Muvahhidler tarafından halife seçilmesi öncesinde Mağrib’teki
siyasi durum ele alınmıştır. Bu çerçevede Muvahhidler Devleti’nin kurucusu olan İbn
Tûmert’in hayatı, kişiliği ve Murâbıtlarla mücadelesi hakkında kısaca bilgi verilmiştir.
Birinci bölümde, Abdulmümin’in hayatı, şahsiyeti ve halife olarak biat
almasından sonra Murâbıtlar Devleti’ne karşı savaşları incelenmiştir. Abdulmümin,
524/1130’da halife seçilmesinden sonraki ilk on yılda, Muvahhidler Devleti’nin ortaya
çıktığı Sûs bölgesindeki Musâmide kabilesi arasında devletinin kökleşmesi için siyâsî ve
askerî faaliyetlerde bulunmuştur. 534/1139’dan itibaren ise Murâbıtlara karşı büyük bir
askerî hamle başlatarak Mağribu’l-Aksâ’da Vehran, Tlemsan, Fas, Selâ gibi önemli
şehirleri ve nihayet 18 Şevval 541/24 Mayıs 1147’de Murâbıtlar Devleti’nin başkentini
istîlâ ederek bu devleti yıkmıştır.
İkinci bölümde, Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinden sonra çıkan
isyanlar ve bu isyanların bastırılması için yapılan savaşlar, Muvahhidlerin Endülüs’ü ve
Kuzey Afrika’yı Tırablusgarb’a kadar baştan başa fethetmeleri ele alınmıştır.
Abdulmümin, bütün bu bölgeleri devletinin sınırlarına katmak için Endülüs’teki İbn
Merdeniş, İbn Hamuşk gibi Müslüman yerel liderler ve Hıristiyan güçlerle, Kuzey
Afrika’da Araplar ve Tunus çevresini işgal eden Normanlarla savaşmıştır. Abdulmümin,
yaklaşık beş yüz bin asker ve dört yüz kadar gemiden oluşan bir donanmayla, Endülüs’te
dört koldan girişeceği büyük cihad hareketi öncesinde 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs
1163’de Selâ’da ölmüştür.
Üçüncü bölümünde Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti’nin kültür ve
medeniyet alanında ortaya koyduğu çalışmalar incelenmiştir. Bu çerçevede, Muvahhidler
devlet teşkilatı, askerî ve sosyal yönden durumları, ilim-kültür hayatı ve imar çalışmaları
anlatılmıştır.
Bu çalışmamızın son kısmında, burada ortaya koymak istediğimiz bilgilerin daha
iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağına inandığımız bazı ekler yer almıştır. Burada,
Abdulmümin dönemiyle ilgili kronoloji, İbn Tûmert’in Muvahhidlere Abdulmümin’i
halife olarak tavsiye ettiğini belirten bir metin ve Abdulmümin’in daha çok askerî
faaliyetlerini gösteren haritalara yer verilmiştir.
254
255
ABSTRACT
ADIGÜZEL, Adnan, Almohads State Under Abdulmümin b. Ali’s Reign, Doctoral
Dissertation, Counsellor : Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, IX+255 p. Ankara 2005.
The present work consists of an introduction, three chapters and an appendix. In
the introduction part, the political situation before Abd al-Mu’min b. Ali was elected
Caliph by the Almohads was revised. In this connection, a brief information was provided
about Ibn Tumart’s life, personality and his struggle against the Almohads.
In the first chapter, Abd al-Mu’min’s life, character and his battles with the
Almoravid State. In the subsequent ten years after his election as Caliph in 1130 (524),
Abd al-Mu’min carried out political and military activities for the Almohads State to gain
roots among the Musamide tribe in the region of Sus, where the state had emerged.
Launching a major military manoeuvre against the Almoravids from 1139 (534), he seized
the major cities of Vehran, Tlemcen, Fes and Sela in Mağribu’l Aksa and finally invaded
the capital city of the Almoravids State on May 24th 1147 (18 Şevval 541), disestablishing
it.
The second chapter deals with the rebellions breaking out after Marakech’s
seizure by the Almohads and battles to suppress these revolts, and the Almohads’ conquest
of al-Andulus and the whole North Africa as far as Trablusgarb. In order to annex all
these territories to his state, Abd al-Mu’min, in alliance with local muslim leaders Ibn
Mardenish, Ibn Hamusk in al-Andalus and some Christian powers, fought Arabs in
North Africa and Normans who had invaded the region of Tunus. Abd al-Mu’min died
in Sela on May 14th 1163 (8 Cemaziyelahir 558) shortly before the major jihad (religious
war) through four columns consisting of about 500,000 troops and a fleet of 400 ships.
The third chapter covers works of culture and civilisation created in the
Almohads State during the reign of Abd al-Mu’min. With this regard, the state
organisation, their military and social situation, scientific and cultural life and
developmental work were included.
At the end of the present work, an appendix section is also available for all that we
have discussed to be more clearly understood. The appendixes include a chronology of the
reign of Abd al-Mu’min, a text by Ibn Tumart as a letter of recommendation to the
Almohads for them to elect Abd al-Mu’min as Caliph, maps displaying particularly the
military activities of Abd al-Mu’min.
255