32

SY Kızıl Bayrak 12-33

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak 2012-33/17 Ağustos

Citation preview

Page 1: SY Kızıl Bayrak 12-33
Page 2: SY Kızıl Bayrak 12-33

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERClinton’un Türkiye ziyaretinde Suriye’yeyönelik emperyalist müdahale ve yenisaldırı planları masaya yatırıldı............3-4Emperyalistler Suriye’yi boğazlamayahazırlanırken... ............... . . . . . . . . . . . . 5Polis cinayetlerine veçürümüş düzene karşı mücadeleye!........ 6Çürümüş eğitim sisteminin en iyitemsilcilerinden Yusuf Devran’danyeni icraatlar.............................................7Senkromeç direnişinde 2. hafta!............. 8Haklarımıza ve sözleşmemize sahipçıkalım......................................................9Başöz Enerji İşyeri Baştemsilcisi SamiÖzcan ile 2012-2014 MESS Grup TİSsüreci üzerine.........................................10Gedik Kaynak fabrikasında işten atılanHikmet Şahin ve Kemal Güzel ilekonuştuk.................................................11“Havzada örnek bir direnişöreceğiz!”...............................................12“Biz başarırsak diğer işçiler deuyanacak!”.............................................13Tez-Koop-İş Sendikası İzmir Şube veGenel Merkez arasında yaşanantartışmalara dair................................14-159.Mamak Kültür Sanat Festivalibaşarıyla gerçekleşti!......................16-17Festival tam bir seferberlik oldu!...........18Bir ‘an’lık duyguyla, sanat üzerine kısa kısa............................19Suriye, Arap solunu bölüyorNicolas Dot-Pouillard.......................20-21Varsın üç maymunu oynasınlar, gerçekler onların suratınaçarpacak!..................................…..........22TMMOB üyelerinden Malatyalı’ya destek!...............................23Üniversiteler açılıyor, cemaatler işbaşında!.....….. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24Harçlar kalkacak, sınav sistemideğişecek... Ya başka?................. . . . . . 25Sınıf edebiyatına giriş.......................26-27Bir bardak temiz su bilesosyalizmde!.....................................28-29Sacco ve Vanzetti’yisaygıyla anıyoruz... .........… . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton'ın Türkiyeziyareti, emperyalistlerin Suriye'ye yönelik yeni savaşve saldırı planlarının masaya yatırıldığı bir dizigörüşmeye konu oldu. Amerikancı AKP iktidarınıntemsilcilerini ve Cuhurbaşkanını sırasıyla huzuraçeken Clinton, yaptığı bu görüşmelerde Suriye'yeyönelik emperyalist müdahale planlarının yenihalkaları üzerinden, işbirlikçi Türk sermaye devletipayına düşenlerin çerçevesini çizmiş oldu.

Bu kritik ziyaret ve sonrasında yapılan açıklamalarönümüzdeki günlerde emperyalist savaş vesaldırganlık sürecinin hız kazanacağını gösteriyor.Gazetemizin bu sayısında Suriye üzerinden yapılangörüşmeler ve pazarlıklar farklı yönleri ile birlikte elealınıyor.

***

Sermaye iktidarının kapsamlı yıkım saldırılarınıngündemde olduğu, sınıf cephesinden bu saldırılarkarşısında henüz anlamlı bir karşı koyuşunyaşanmadığı şu günlerde bir dizi fabrikada mevzidirenişler gündeme gelmeye devam ediyor. Baştaİstanbul ve İzmir olmak üzere çeşitli illerde yaşananişçi direnişlerini yoğun sömürü koşullarına karşı sınıfve emekçi kitlelerde biriken hoşnutsuzluğun biryansıması saymak gerekiyor. Lokal direnişlerolmasına rağmen sadece İstanbul’da öne çıkan DHL,BEDAŞ, TEXİM, Kiğılı ve HEY Tekstil, İzmir’desüren Senkromeç ve Billur Tuz, Aliağa’da MICHA,Manisa'da FCMP TR ve Antep’te binlerce tekstilişçinin başlattığı direnişler, sınıf içerisinde yaygın biröfke birikimi yaşandığını gösteriyor. Gazetemizüzerinden yapılan röportajlar ve eylem haberleriyledireniş süreçlerini yansıtmaya özen gösterdik.

***

Sınıf devrimcilerinin “işçilerin birliği, halkların

kardeşliği” vurgusunu öne çıkardığı, işçi sınıfı veemekçi kitlelerle bu eksende buluşmayı siyasalfaaliyetin merkezine koyduğu bir süreçte, Mamak'taaynı gündem üzerinden yapılan başarılı festivalçalışması, gazetemizin bu sayısında da farklı yönleriile birlikte ele alınıyor. Gerek kitleselliğiyle, gerekseörgütlenme kapasitesiyle öne çıkan Mamak KültürSanat Festivali, özgün bir politik kitle çalışmasıdeneyimi olarak hazırlık komitesi ve çalışma yürütengüçler tarafından değerlendiriliyor. Okurlarımızın budeneyimlerden faydalanması için konuya geniş birçerçevede yer vermeye çalıştık.

Sosyalizm Yolunda

Kitapçılarda...Kitapçılarda...

Page 3: SY Kızıl Bayrak 12-33

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Clinton’dan Savaş diplomasisi

Geçtiğimiz hafta ABD emperyalizminin dışişleribakanı H. Clinton, elinde Suriye’ye yönelik yeni savaşve saldırı planları ile Türkiye’ye geldi. Önceliklesermaye hükümeti temsilcilerinden Dışişleri BakanıDavutoğlu ve Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüşen H.Clinton, ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le ikisaatlik bir görüşme gerçekleştirdi. Suriye’ye yönelikemperyalist müdahalenin seyri ve sürecin gelecektekihalkalarının ele alındığı görüşmelerde BatıKürdistan’da yaşanan gelişmeler de masaya yatırıldı.

Bu ziyaret ve diplomasi trafiği ile Suriye’yeyönelik emperyalist müdahale sürecinde aktiftaşeronluk misyonu üslenen Amerikancı AKPiktidarının önüne yeni görevler konulduğundan kuşkuduymamak gerekiyor. Zira Clinton görüşmelere dairyaptığı ilk açıklamalarda, sadık işbirlikçisi Türksermaye devleti ile birlikte “birçok B planıgeliştirmemiz gerekecek” diyerek, önümüzdeki süreçteAmerikancı AKP iktidarının oynayacağı kirli rolünaltını bir kez daha çizmiş oldu.

Bilindiği üzere emperyalistlerin “A planı”,Suriye’de besleyip yetiştirdiği kukla muhalefetüzerinden Esad rejimini devirmek ve yerineAmerikancı bir iktidar inşa etmek üzerine kuruluydu.İşbirlikçi AKP iktidarı bölgedeki diğer diğerAmerikancı devletlerle birlikte (Suudi Arabistan veKatar başta olmak üzere) bu görevi bugüne kadarbüyük bir hevesle yerine getirdi.

Emperyalistlerin bütün planlarısavaş ve saldırganlık üzerine kurulu

Görüşmelerin ardından burjuva basına yansıyanlar,ABD eksenli emperyalist güçlerin ve işbirlikçi taşerontakımının Suriye’ye yönelik kapsamlı bir saldırıhazırlığı içerisinde olduğunu gösteriyor.

Clinton’un “Muhalefeti desteklemeliyiz ve özgürbir Suriye için geçiş dönemini onların başlatmasınısağlamalıyız. Bunun için hem biz hem demüttefiklerimiz gerekli donanımı sağlamalı...” ifadesi,yapılan görüşmelerin ana eksenini yine bu kirli vekanlı “A planının” oluşturduğunu gösteriyor. Buçerçevede yeni dönemde başta Esad karşıtıAmerikancı güçlerin komuta kademesinigüçlendirmeyi önüne alan ABD emperyalizmi,İstanbul zirvesinin ardından kukla “Özgür” SuriyeOrdusu’nun ihtiyaçlarını çok daha kapsamlı bir şekildekarşılayacağını deklare etmiş oldu. Ki, daha şimdidenuluslararası basında, Clinton’un Türkiye ziyaretininardından ABD’nin İskenderun üzerinden ÖSO’ya tankdahil olmak üzere bir dizi ağır silah gönderdiğihaberleri yer almaya başladı.

Suriye’yi kendi emperyalist çıkarlarıdoğrultusunda yeniden dizayn etmeyi hedefleyen ABDve yardakçılarının kapalı kapılar ardında masayayatırdığı kirli ve kanlı senaryoların, bütün birSuriye’yi çok daha kapsamlı bir iç savaşasürükleyeceği açık. Zira bir taraftan besledikleriçeteleri “düzenli ordulara” çevirerek savaş makinesine

dönüştürmeye çalışan emperyalistler öte taraftanetnik-mezhepsel çatışmaları körüklüyor. Yine “Aplanının” bir parçası olarak halkları birbirineboğazlatmak için her türlü ayrımı pervasızca kullananABD emperyalizmi, önümüzdeki dönemde de bu kirlipolitikaya hız vereceğe benziyor.

“Yoğun operasyonel planlama” ya da ABD emperyalizminin “B Planı”

Clinton’un Türkiye ziyaretinden yansıyan bir başkakritik nokta ise Suriye’ye yönelik doğrudangerçekleştirilecek emperyalist müdahale planlarınındaha açıktan ifade edilmesi oldu.

Zira yapılan açıklamalarda yer alan “Suriye havasahasının uçuşa kapatılması ve tampon bölgeleroluşturulması” ifadeleri, Suriye içerisinde kuklamuhalefet üzerinden işletilen sürecin sonuç vermediği,yani “A planının” tıkandığı yerde emperyalistlertarafından daha doğrudan bir dizi müdahaleningerçekleşeceğinin sinyallerini veriyor.

Libya sürecinde olduğu gibi, hava sahasının uçuşakapatılmasıyla birlikte Suriye savaş uçaklarınınemperyalistler ve işbirlikçilerince vurulmasının önüaçılacaktır. Böylelikle Suriye’ye yönelikgerçekleştirilen emperyalist müdahale yeni bir boyutkazanacak, emperyalistler adına dolaysız bir savaşsüreci başlamış olacaktır. Bunu tamamlayacak biçimdetampon bölgelerin oluşturulması ise bizzat emperyalistişgalin başlaması anlamına gelecektir. Bütün bunlarınkısa vadede olup olmayacağından bağımsız olarakplanlar bunun üzerine kurulmuş görünüyor.

Clinton’la yaptığı görüşmenin ardından “Krizinbaşlangıcından bu yana yakın temas halindeyiz. Ancakbundan sonrası için bu operasyonel planınayrıntılarına girmemiz gerekiyor. Her iki tarafınDışişleri Bakanlıkları bu süreci koordine ediyor”diyen Davutoğlu, yeni dönemde bütün bu savaş vesaldırı politikalarının hayata geçirilmesi üzerindenWashington-Ankara eksenli ortak bir çalışma grubu

oluşturulacağını da duyurmuş oldu. Bunun kendisi,Suriye üzerinden gündeme gelecek kapsamlı biremperyalist müdahalede Türk sermaye devletinin birkez daha aktif rol alacağı, ABD adına bölgedeüslendiği taşeronluk misyonunu daha ileri bir boyutataşıyacağı anlamına geliyor.

Kürt halkının kazanımları da kirli pazarlık masasına yatırıldı

Suriye’ye yönelik müdahale sürecinin yeni dönemiüzerinden AKP iktidarının önüne kapsamlı görevlerkoyan ABD emperyalizminin, görüşmelerde Türksermaye devletinin Batı Kürdistan “hassasiyetini” depazarlık konusu ettiği anlaşılıyor.

Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin önünegeçmek ve Kürt halkının elde ettiği kazanımlarıortadan kaldırmak için kırk takla atan ve ABD’ninicazetini almadan bunu gerçekleştiremeyeceğini bilensermaye devletinin yapılan görüşmelerde nekopardığından bağımsız olarak, Kürt sorunu üzerindenABD’nin yeni dönem politikalarına koşulsuzbağlandığından kuşku duymamak gerekiyor. Bununbilincinde olan ABD emperyalizmi, bu yolla birtaraftan Türk sermaye devletini, Kürt sorunu gibi“yumuşak karnı” üzerinden kendi savaş ve saldırıpolitikalarına daha ileriden bağlamanın zemininidöşüyor, öte taraftan kendi emperyalist politikalarınızora sokabilecek olası “sürprizleri” bertaraf etmeyihesaplıyor.

Suriye üzerindeki kirli emellerine ulaşmak içinbugüne kadar her türlü aşağılık politikayıuygulamaktan geri durmayan emperyalistlerinburadaki asıl derdi ise kendi inisiyatifi dışındagelişebilecek sürpriz çıkışlarla karşılaşmamaktır.Konuyla ilgili yaptığı açıklamada “PKK’nin Suriye’dekonuşlanmasına karşıyız, Türkiye’nin PKK’yla olanmücadelesini destekliyoruz, Suriye’de güç boşluğuoluşmaması konusunda mutabıkız” diyen H.Clinton’ın bu sözleri, ABD’nin Batı Kürdistan dahil

Clinton’un Türkiye ziyaretinde Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale ve yeni saldırı planlarımasaya yatırıldı!

Emperyalistler ve işbirlikçilerininkirli tezgahlarını bozalım!

Page 4: SY Kızıl Bayrak 12-33

Güncel4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

olmak üzere bütün bir Suriye coğrafyasını kendibölgesel çıkarları doğrultusunda denetim altına almakve dizayn etmek için yeni hamleler peşinde olduğunugösteriyor. Türk devletinin Batı Kürdistan“hassasiyeti” ise bu çerçeve içerisinde daha tali biryerde duruyor.

Suriye üzerinde kızışan hegemonya kavgasıbölgesel savaşın zeminini döşüyor

ABD eksenli emperyalist cepheden yansıyanlarböyleyken öte taraftan Rusya-Çin bloğunda da paralelgelişmeler yaşandı. Türkiye’de gerçekleşen savaşdiplomasisine yakın bir tarihte Tahran’da toplananRusya-Çin-İran eksenli zirvenin gündeminde de yineSuriye vardı. Toplantı öncesi yapılan açıklamalarda“Suriye’nin geleceğinin Suriye halkı tarafındanbelirlenmesi, Suriye’ye yönelik dışarıdan yapılanmüdahalelerin son bulması” vurgusu ön plandaydı.

Oysa Suriye’de askeri üssü bulunan ve anlamlı birekonomik nüfuza sahip olan emperyalist Rusya, dahabaşından beri gerici Baas rejiminin arkasında yeralıyor. Uluslararası siyaset alanında ABD’ninSuriye’ye yönelik müdahalelerin önünü kesmek içinbir dizi manevra gerçekleştiren Rusya-Çin bloğu,askeri alanda da başta silah temini olmak üzere hertürlü desteği zorba Baas rejiminden esirgemiyor.Elbette bunu tek başına Beşar Esad’ı çok sevdiğindenyapmıyor. Tersine ABD’nin Rusya’nın bölgeselçıkarlarını tehtit eden Suriye politikalarının önünükesmek, emperyalist dünyada giderek kızışanhegamonya krizinde mevzi kaybetmemek için yapıyor.

Kaldı ki gelinen aşamada, ABD’nin Baas rejiminekarşı bölgedeki işbirlikçileri ve Suriye’deki tetikçileriüzerinden yürüttüğü savaşın doğrudan bir işgaledönüşme riski, Rus-Çin bloğunun bölgesel çıkarlarınıçok daha fazla tehdit ediyor. Suriye’de Esad rejimininemperyalist bir müdahaleyle yıkılması ve yerineAmerikancı güçlerin iktidar koltuğuna oturmasıdemek, Rusya ve Çin emperyalizminin bölgedekietkinliklerine büyük bir darbe anlamına geleceği için,bu güçler de kendi cephelerinden hummalı bir karşısüreç işletiyor.

Tam da bu nesnellik Suriye sürecinin giderekbölgesel bir savaşa evrilmesinin maddi zemininioluşturuyor. Emperyalistler arası kızışan egemenlikkavgası bütün bir bölgeyi hızla saracak kapsamlı birsavaşın kapılarını aralıyor.

Kirli ve kanlı hesapları bozmak içinmücadeleyi büyütelim

Bütün bu gelişmeler önümüzdeki dönemdeemperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyiyükseltmenin, kardeş emekçi halklarla enternasyonaldayanışmayı büyütmenin yakıcılığını bir kez dahaortaya koyuyor.

Clinton’un Türkiye’de gerçekleştirdiğigörüşmelerle birlikte savaş ve saldırı politikalarına hızveren ABD emperyalizminin kirli hesaplarını boşaçıkarmak ve bölge halklarını kapsamlı bir yıkımasürüklecek olan savaş senaryolarını parçalayıp atmakiçin en başta işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin anti-emperyalist mücadeleye kazanılması büyük bir önemtaşıyor.

Zira tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi, budenli kapsamlı saldırı süreçlerinin önüne geçebilecekyegane güç işçi sınıfıdır. Sınıfın birleşik, siyasal vemilitan direnişi örgütlenmedikçe emperyalist savaş vesaldırı politikalarının sonu gelmeyecek, sadecebölgemizi değil bütün bir dünyayı yıkımasürükleyecek emperyalist boğazlaşmalar devamedecktir.

Suriye’ye yönelik emperyalist savaş vesaldırganlığın arttığı bu süreçte, Kürt sorunununTürk devletinin en büyük açmazlarından biri olduğugerçeği bir kez daha doğrulandı. Batı Kürdistan’dayaşanan gelişmelerin ardından Kürt Hareketinin 23Temmuz’da başlattığı direniş karşısında bir kezdaha acz içine düşen ve hızla kirli savaşyöntemlerini kullanan sermaye devleti, medyaüzerinden yansıttığı sahte destanlar dışındaherhangi bir sonuç elde edemeden operasyonlarınason verdi.

Şemdinli de yaşanan direniş, Türk devletininKürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında içinedüştüğü çaresizliğe bir kez daha ışık tuttu. PKKcephesinden gelen açıklamalar da Türk devletininbu çaresizliğini doğrulayan nitelikteydi.

Şemdinli direnişi Türk devletininkorkusunu büyüttü

HPG’nin Şemdinli’de gerçekleştirdiği eylembirçok gerçeği açığa çıkardı. Türk sermaye devletinebüyük bir darbe vuran direniş boyunca askerlergünlerce karakollardan çıkamadılar. Ordu birçoksilahı kullanmasına rağmen savaşı sürdürmekdezorlandı. AKP iktidarı ve gerçekleri gizlemede mahirolan sermaye medyası Şemdinli’de yaşanan iradesavaşı ve Türk devletinin yaşadığı moralbozukluğunu gizlemeyi başaramadılar.

Şemdinli direnişini “Devrimci Harekat” olaraktanımlayan HPG bu tür eylemlerin AKPhükümetinin çok yönlü imha planlarına sonverinceye kadar süreceğini duyurdu. Şemdinlidirenişi Dersim, Amed, Serhat, Botan, Amanoslar veKaradeniz hattında gerçekleşen eylemlerin finaliolma özelliğini taşıyor. PKK yaptığı yol kontrolleri,tutuklamalar, serbest bırakmalarla moralkazanırken Genelkurmay’dan gelen muallakaçıklamalar Türk devletinin Kürt halkınınmücadelesi karşısında içinde bulunduğu çaresizliğitescillemiş oldu. Bu direniş aynı zamanda Batı veGüney Kürdistan’a da moral verdi.

Türk devletinin Clinton’la yaptığıpazarlıklar ve Kürt sorunu konusunda

yaşadığı açmazlar…

Clinton ziyareti öncesinde Türk devletineyönelik tepkiler çığ gibi büyümüştü. İran, Türkdevletini ABD yörüngesinde yürüdüğü için sert birşekilde uyarmıştı. İran Dışişleri Bakanı 7 Ağustos’tagerçekleştirdiği Ankara ziyareti sırasında bu yönlüaçıklamalarda bulunmuştu. Kürecik radar üssü,Suriye’ye yönelik saldırganlık, Türk devletininsilahlandırdığı “Hür” Suriye Ordusu’nun kaçırdığı 48İranlı konusunda AKP iktidarını sert bir şekildeuyarmıştı. İran dışişleri bakanı bir saldırı

durumunda Suriye’nin safında yer alacaklarınıhissettiren ifadeler kullanmıştı.

Bilindiği üzere Suriye’deki gelişmeler Kürt ulusalözgürlük mücadelesini ivmelendirmişti. ÖzellikleKuzey Kürdistan üzerinde büyük etkiler yarattı vePKK’ye büyük bir özgüven kazandırmıştı. Kürthalkının ulusal hak ve özgürlükleri kazanmairadesini güçlendiren bir etkene dönüştü. Türkdevletinin Kürt hareketini baskı ve terörle terbiyeetme umudu ve tasfiye rüyası böylelikle büyük birdarbe almıştı.

Türk devleti bu nedenle ABD Dışişleri BakanıHillary Clinton ziyaretine büyük anlamlaryüklemişti. Türk devletinin umudu Suriye’ye yöneliksaldırı konusunda ABD’nin açık desteğini almaktı.Ahmet Davutoğlu Clinton’a Suriye’deki geçişsürecinde herhangi bir güç boşluğununoluşmaması, daha doğrusu Kürt halkının önününkesilmesi konusunda destek istedi.

Türk devletinin savaş çığırtkanlığı ABD emperyalizminin bölgesel

çıkarlarına hizmet ediyor

Türk devletinin AKP hükümeti eliyle yükselttiğisaldırganlık politikasında asıl olarak karlı çıkacakolan güç ABD emperyalizmidir. Türk devletininSuriye ve İran maceralarına girişinden elde edilecekher kazanım ABD emperyalizmini diğer emperyalistgüçler karşısında avantajlı hale getirecek, iktisadi vesiyasi olarak ABD emperyalizminin bölgeselhegemonyasını güçlendirecektir.

Bununla birlikte Suriye’ye yönelik olası birmüdahale Kürt sorununu bölgesel düzeyde gitgidedaha fazla öne çıkacaktır. Bunun kendisi BOBçerçevesinde ABD emperyalizmine hizmette sınırtanımayan Türk devleti için başlı başına birmaceradır. Türk devletinin bu maceracı yaklaşımıABD emperyalizmiyle olan kölece bağımlılıkilişkisinin doğrudan bir sonucudur.

Suriye’ye yönelik emperyalist savaş politikası,başta Kürt halkı olmak üzere Suriye halklarınınboynundaki esaret zincirini daha da kalınlaştırmayayöneliktir. Dolayısıyla hiç bir meşruluğu yoktur.Emperyalizmin savaş arabasına kendisini sıkı sıkıyabağlayan sermaye iktidarı içerde de saldırılara hızvermektedir. Bu saldırılar karşısında Kürt halkınınBatı Kürdistan’da ve paralel olarak Şemdinli’deortaya koyduğu çıkış tamamen haklı ve meşru birtemele oturmaktadır.

Bu doğrultuda sınıf devrimcileri bir yandan Kürthalkının ulusal hak ve özgürlük taleplerinidestekleyecek, öte yandan Suriye ve diğer bölgehalklarına yıkım götürmeyi hesaplayan ABDemperyalizminin ve işbirlikçi Türk devletininplanlarının bozulması için mücadelelerinibüyütecektir.

Clinton’ın ziyaretinde Suriye’ye müdahale ve Kürt sorunuöne çıktı...

Türk devletinin yaşadığıaçmazlar ve gerçekler!

Page 5: SY Kızıl Bayrak 12-33

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

ABD emperyalizmi ile yerel tetikçileri Suriye’deyeni bir safhaya geçmenin hazırlıklarını yapıyorlar.Bakan H. Clinton’ın Türkiye ziyareti bunun açıktanbir ifadesiydi. H. Clinton’ın yolunun son beş aydaüçüncü kez Türkiye’den geçmesi elbette boşunadeğil. Suriye’ye yönelik emperyalist planların hayatageçirilmesinde, AKP iktidarına başından itibarenbelirleyici bir misyon biçilmişti. Geçtiğimiz aylarboyunca düzenin resmi ağızlarından saçılankudurganlık, burjuva medyanın dört koldan yürüttüğükara propaganda, Suriye Ulusal Konseyi ve ÖzgürSuriye Ordusu gibi emperyalizmin giderekcanavarlaşan döllerinin doğumunda etkin roloynamak vb. uğursuzluklar, bu misyona sadakatinbaşlıca yansımalarıydı. Son haftalarda ise medyaya,Türk devletinin gayriresmi görevlilerinin Suriye’dekitetikçi grupları eğitip silahlandırmaktan öteyegeçtiklerine, bizzat yerinde emir-komuta ettiklerinedair haberler düşmeye başladı.

Bu saldırganlığın Türkiye’de AKP’den öteye tümsermaye düzenini, bütün düzen cephesini bir şekildebağladığı, sermaye medyası üzerinden açıkçagörülebilir. Afganistan’dan, Irak’tan, Libya’dan sonraşimdi Suriye’de bir kez daha emperyalizmin ve yerlisırtlanların vahşi av belgeseli izletiliyor dünyaya.Hedefte yine uzun onyıllar boyunca hükmetmiş birdikta rejimi olduğu için sınıf ve emekçi kitlelerdensinema izleyicisi sükuneti bekliyorlar. Dünyadakiağabeyleriyle yarış halindeki Türkiye’nin düzenmedyası bu uğurda elinden gelen her türlü iğrençmarifeti sergiliyor. Güya en tarafsız TV kanalları,hatta Türkiye’deki düzeniçi dalaşmada dinci-gericihisterinin gadrine uğrayan burjuva basın odakları dahiAKP ile ağızbirliği içinde kusuyorlar zehirlerini.Sadece ülkemizde değil, dünya genelinde eşgüdümlübir kirli propaganda savaşı yürütülüyor. Bu kadarıyalnızca burjuvazinin TV’lerden gazetelere,radyolardan internetine elindeki propagandaaraçlarının gücünü, önemini anlatmıyor. Propagandaaygıtları üzerinden yapılanlar, aynı zamanda savaşınöncelikle bu alandan başlatılıp derinleştirildiğinin deçarpıcı bir göstergesidir.

Öte yandan bu planlar karşısında dişe dokunur birtepki gelişmedikçe, emperyalist savaş makinasınınivme kazanmasının önünde herhangi bir engelbulunmuyor. Afganistan ve Irak’a yönelik saldırı veişgallerin ardından emperyalizmin batağa saplamışolması, onu bir dönem için yavaşlatsa bile sonrakimaceralarından vazgeçirmedi. Hele de bir yandanIMF itirafıyla giderek derinleşen ekonomik kriz, bunaparalel kızışan emperyalist hegemonya savaşıkoşullarında bu hiç mümkün değil. Buradan Tunus veMısır’daki devrimci halk isyanlarınınesinlendirmesiyle kaynaşan Arap halklarına,özgürleşmek yerine dayatılan akıbetin ne olduğu daokunabilir. Nitekim bölgenin sürüklenmek istendiğikaranlık gelecek, Libya ve Suriye üzerinden bütünaçıklığıyla görülmektedir. Halihazırda 5’inci yılındaderinleşerek süren iktisadi krizin, şiddetlenenemperyalist hegemonya mücadelesinin ve ülke ülkesürdürülen savaşların yanısıra “dünyada yeni birbunalımlar, savaşlar, devrimler dönemi”negirildiğinin belirtilerinden biri olarak

değerlendirilebilecek Arap halk isyanlarının yarattığıesin emperyalistler tarafından darbelenmiş bulunuyor.Böylelikle biz, bu esinlenmeyle başlamış Suriye’dekiçalkantıların, devrimci önderlik boşluğu koşullarındanasıl saptırıldığının ve yedeklendiğinin yeni birörneğine tanık oluyoruz.

Zorba diktatörlük rejimlerine karşı uzun onyılların toplumsal patlama birikimlerinin kontrolaltına alınması, dahası yeniden paylaşım planlarınaalet edilecek biçimde yozlaştırılması, emperyalizmiçin bulunmaz bir nimettir. ABD emperyalizmiböylelikle savaş arabasını yeniden yola koymanınolanağını bulmuş, emperyalist hegemonyamücadelesinde geçtiğimiz on yıl içinde yaşadığısıkışmayı hiç değilse bugün için aşacak fırsatlaryakalamış bulunuyor. İran-Suriye-Lübnan ekseninibölgesel çıkarlarının dayanağı sayan Rusya ve Çin’in,Suriye’deki süreç boyunca yapabildikleri, emperyalistnüfuz savaşımı planında kısa vadedeyapabileceklerinin sınırını göstermektedir zaten. Bukoşullarda ABD emperyalizminin Libya’nın ardındanSuriye üzerinden yakaladığı avantajlarıdeğerlendirmemesi için hiçbir neden yoktur. ABDaçısından son kertede Suriye’de hedefine ulaşması,sürecin halklar arasında boğazlaşmaya, giderekbölgesel bir savaşa yol açması vb.nden dahaönceliklidir. Ayrıca emperyalizmin ’90’ların başındanbu yana Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasyabölgelerindeki temel siyaseti etnik ve dinsel ayrımlarıderinleştirerek düşmanlığı körüklemek, sonuçta dahalkları birbirine boğazlatmak olageldi. Bu gerçekolduğu gibi orta yerde duruyorken, bugün ciddi ciddibundan kaygı duyulduğunu iddia etmek abesleiştigaldir.

Kaldı ki hedefin İran-Suriye-Lübnan ekseniolduğunu cümle alem bilmektedir. Geçtiğimizhaftadan bu yana İsrail’in sonbaharda İran’a saldırıplanı gündemiyle çalkalanmasını da bundan ayrıdeğerlendiremeyiz. Başkanlık seçimleri dolayısıylaABD yönetiminin buna şimdilik sıcak bakmıyoroluşu, yalnızca zamanlama konusundaki biranlaşmazlığın ifadesi sayılır.

Bugüne kadarki kudurganlığı ve üstlendiği rolgösteriyor ki Türk sermaye devleti, emperyalizminbölge için hazırladığı boğazlaşmada iplerini tümüyle

ABD’ye teslim etmiş durumdadır. Libya ve Suriyeörnekleri, dinci-gerici iktidarın emperyalizmetaşeronlukta ve tetikçilikteki hevesine yeni bir aynatutmuş oldu. Bu elbette bir yandan ekonomidensiyasete, medyadan askeri güce kadar her şeyiyleABD emperyalizmine gebelikten geliyor. Bir başkaifadeyle dinci-gerici akım, bugüne kadar ele geçirdiğimevzileri korumanın en başta borç bağımlısıekonomiyi ayakta tutmaktan, dolayısıyla ABDemperyalizminin kucağından ayrılmamaktan geçtiğibilinciyle hareket ediyor. Taşeronluk ve tetikçiliktutkusunun diğer yanında ise emperyalizmin yerelvasalı olarak bölgede lider ülke olmak gibi tarihsel birheves var. Fakat bunun sadece bir hevesolmadığından, aynı zamanda Kürt sorunu gibigeleceğini tehdit ettiğini düşündüğü bir dinamikle başetmenin yolu olarak değerlendirdiğinden de kuşkuduymamak gerekir. Güney Kürdistan’ın Kürthalkında yarattığı umutlar, şimdi Suriye parçasındayaşanan durum ve Kürt hareketinin son dönemeylemleri halihazırda AKP’yi zorlayan başlıcafaktörlerdir. Yanısıra bölgesel kaos ortamında Kürtsorununda yaşanabilecek olası gelişmelerden duyulankorku, Türkiye’deki burjuva cepheyi ABD’ye çokdaha sıkı yapışmak konusunda birleştirmektedir de.

Bu cephenin karşısında sözü edilebilir bir güçsahneye çıkmadı. Oysa Suriye’nin kanını içmekisteyen tüm “dostlar”ı başından itibaren büyük birsahne performansı sergilediler. Bu arada Suriye halkıbaşka hiç çözüm yokmuşçasına bir yandan çürümüşBaas rejiminin ayakta kalmak için tüm yıkıcı gücünükullanışına, diğer yandan ABD emperyalizminintetikçiliğine soyunan ÖSO’nun vahşetine mazharoluyor. Ölümden, yıkımdan, acıdan derlenmişfaturayı yoksul Suriye halkı ödüyor. Meydan kan içici“dostlar”a bırakıldığı koşullarda, bu faturanın dahabeterlerinin tüm bölge halklarına dayatılması,bölgenin bir halklar boğazlaşması arenasınadönüştürülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye işçi sınıfına ve emekçi kitlelere faturadanağır bir pay biçildiğinden hiçbir kuşkuduyulmamalıdır. Nitekim sınıf ve emekçi kitlelereyönelik yeni saldırı dalgaları bunun şimdilik gündemegetirilmiş bölümüdür. Bu saldırıların hayatageçirilmesinde burjuvazi cephesinden taşınankararlılık, polis vahşetlerinin tırmanışından,toplumsal eylemlere yönelik saldırganlıktan, yargıreformu maskesi altında ağırlaştırılan yasalcendereden vb. görülebilir.

Salt Türkiye’de değil, dünya çapında işçi veemekçi kitlelerin Suriye meselesinde büyük orandaedilgenlik içine itilmiş olmaları, hatta önemli birkesimin kara propagandanın etkisi altında kalması,emperyalist pervasızlığın önemli bir kaynağıdurumundadır. Böyle devam ettiği müddetçeemperyalist zorbalar ve bölgesel tetikçileri sahnedediledikleri gibi at koşturacak, bölge halklarınıngeleceğini etnik ve dinsel düşmanlıkların karanlığınasürüklemeye, bölgeyi kana boğmaya ve haklarıköleliğe sürüklemeye devam edeceklerdir. Ta ki işçisınıfı ve emekçi kitleler mücadele sahnesinde tarihselmisyonları ve toplumsal-siyasal sorumluluklarıyla yeralana dek...

Emperyalistler Suriye’yi boğazlamaya hazırlanırken...

Mücadele sahnesi emekçileri bekliyor!

Page 6: SY Kızıl Bayrak 12-33

Polis cinayetlerine her geçen gün bir yenisiekleniyor. Sermaye hükümeti AKP’nin verdiğiyetkiler ve yargının fiili olarak yarattığıdokunulmazlık zırhı sayesinde her geçen gün daha dapervasızlaşan polis, saldırganlığını sürdürüyor.

Son olarak 13 Ağustos günü İzmir Limontepe’deve 14 Ağustos günü Ağrı Doğubeyazıt’ta yaşananörnekler polisin silah kullanımındaki rahatlığınıortaya çıkarıyor. İlk olayda kavga ettiği gençlerinüzerine polis tarafından kurşun yağdırılırken, ikinciolayda ise teslim olan sigara kaçakçısı gencinkafasına özel harekat polisleri tarafından yakınmesafeden ateş ediliyor.

Sermaye devleti katil polisleri koruyor!

“Terörle Mücadele Yasası” ve “Polis Vazife veSelahiyet Kanunu” kapsamında yapılandeğişikliklerin dolaysız bir sonucu olan busaldırganlığın sermaye devleti tarafındandesteklenmesi yargıda da kendini gösteriyor. Açılandavalar ya yılları bulan zaman dilimi içerisindeaklanıyor ya da mahkeme polisi savunuyor.

İzmir Limontepe’de yaşanan olayın video kayıtlarıolmasına rağmen katil polis ifadesinde “Arkamdanbir kişi kasayla başıma vurdu. Silah o sıradakarşımdaki saldırgana yönelikti. Aldığım darbeylebirlikte silah ateş aldı” diyerek kendini savundu.

Polis cinayetleri sonrası açılan davaların ortakifadesi olan bu tür savunmalar, görüntülerle, adli tıpve bilirkişi raporlarının tersini kanıtlamasına karşındüzen mahkemelerinde yeterli görülerek işlenencinayetler aklanıyor.

Katil polislerin çok sınırlı bir kısmının tutukluyargılanıyor olması bile sermaye düzeninde işlenencinayetlerin meşru görüldüğünün kanıtıdır. BaranTursun davasında polisin kasıtlı ve hedef alarak ateşettiği kanıtlanmış olmasına karşın yargının verebildiğien yüksek ceza iki yıl olmuştur. Hrant Dinkanmasında kitle üzerine ateş açan MuhammetGişi’nin davasında ise mahkemeye hiç gelmediğihalde 17,5 aylık cezası iyi halden indirime gidilerekbeş yıllık denetimli serbestliğe çevrildi.

Bu örnekler de polis cinayetlerinin yasal olarak

dokunulmazlıkla korunduğunun kanıtıdır. Adli süreç işlerken idari soruşturmalarda da çok

az dosya görevden alma ya da polislikten ihraçlasonuçlanıyor. Polis teşkilatında işlenen cinayetlersonrası görevden alınma bir yana, terfiler bileyaşanıyor. Sedat Selim Ay gibi işkenceci polisşeflerinin savunulmasında Emniyet Genel Müdürlüğüpolislikten ihraç verilerini açıklamış ve işkence gibisuçlardan atılmanın olmadığına dikkat çekmişti.

Silah tüm emekçilere çekili!

Sermaye devleti, içerde ve dışarda saldırganlığıtırmandırdığı bir süreçte toplumsal muhalefeti, ilericidevrimci güçleri ve bir bütün olarak emekçileri zoraygıtıyla baskı altına almaya çalışıyor. Düzeninkolluk güçleri yoğun baskı ve şiddetiyle toplumusindirmek ve kontrol altında tutmak için çalışıyor.Eylemlere biber gazı, plastik mermi, tazyikli su gibiçeşitli silahlarla azgınca saldırmak, en ufak birtartışmada silah çekmek polis için olağandır.İzmir’deki cinayette katil polis öne çıkarılırkenaslında tüm polislerin silahlarının çekili olduğu veuyarı atışı olmaksızın emekçilere doğrultarak tehditettikleri yine cinayeti açığa çıkaran videodagörülüyor.

Polis cinayetlerinin nedeni“egzersiz yetersilği”(!)

Düzen güçleri dört koldan polis cinayetlerinimeşrulaştırmak için çalışıyor. Burjuva basın eliyleişlenen haberlerde polis cinayetleri için alınan“uzman” görüşlerinde olay “polislerin egzersizyetersizliğine” bağlanarak münferit ilan ediliyor.

Polislerin eğitim gördüğü Güvenlik BilimleriEnstitüsü’nün müdür yardımcısı Prof. Dr. MesutBedri Eryılmaz şu sözlerle polis cinayetlerinimeşrulaştırılmaya çalıştı: “‘Polise saldırırsanız polissilahını kullanamaz, herkes polise saldırsın düşüncesi’

doğru değil. Silah kullanan bir insanın üzerinegidilmez. Teoriye göre görevini yaparken polisdirenişle karşılaşırsa güç kullanır.”

Geçtiğimiz bir ay içerisinde polis 4 ayrı cinayeteimza atarken emniyet müdürlerinden devletsözcülerine kadar tüm devlet erkanı tarafındancinayetler savunularak ya da yok sayılarak yenisaldırganlıkların önü açılıyor.

Burjuva basın cinayetleri meşrulaştırıyor!

Hasan Selim Gönen’in katledilmesinde olduğugibi haftalar boyunca burjuva basının da eşlik ettiğisaldırgan üslubla cinayet meşrulaştırılmaya çalışıyor.Keza Mazlum Akay’ın katledilmesi sonrasındayayınlanan tüm haberlerde “yasadışı eylem sırasında”ibaresi ortak bir vurgu oldu. Ağrı’daki özel harekatpolisinin infazı ise günlerce haberlerde yer bulamadı.

Daha sayısız örnekte olduğu gibi burjuva basınpolisin sokak ortasında işlediği cinayetleri gazetesayfalarında ya da televizyon ekranlarındameşrulaştırma/savunma rolünü üstleniyor.

Cinayet ve sömürü üzerinekurulu düzeni yıkalım!

Sermaye düzeninin artan baskı ve şiddetikarşısında mücadele etmekten başka yol yoktur.Polisin pervasız terörü işçi sınıfının öncülüğündeyükselen toplumsal muhalefetle durdurulabilir.Katillerin yargı yoluyla cezalandırılabilmesi bileancak kendi hukukunu bile hiçe sayan sermayedüzenine karşı mücadeleyle olur.

Savaş, cinayet, sömürü ve kölelik üzerine kurulusermaye düzenini yıkmadıkça çok daha ağırkoşullarda yaşamaya, yaşam hakkının dahi gaspedilmesine razı olmaya mahkum kalacağız. “Yabarbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” şiarınıyükseltmedikçe bu düzenin tüm yıkım vesaldırganlığı sürüp gidecektir.

Gündem6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Polis cinayetlerine veçürümüş düzene karşı mücadeleye!

“Yüzde yüz” polis devleti!

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Yürütme Kurulu, son günlerde İzmir, Doğubeyazıt veBüyükçekmece’de yaşanan polis terörü ve cinayetlerine ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Tarihi, faili meçhuller, işkenceler, katliamlar, gözaltında kayıplar gibi insan hakları ihlalleri tarihi olanTürkiye’de halkın bu şiddete yabancı olmadığını belirten KESK, iktidarlarca sık sık tekrarlanan “Karakollarartık pembekol olacak”, “Bunlar münferit olaylar, çürük elmaları temizleyeceğiz” söylemlerinin gözboyamadan ibaret olduğunu ifade etti.

AKP iktidarında yıllardır sürdürülen polis şiddetinin katlanarak arttığına dikkat çekilen açıklamada, AKPhükümetinin şiddeti teşvik eden söylem ve politikaları sonucunda polis terörünün çığırından çıktığı belirtildi.

Metin Lokumcu, Çayan Birben gibi onlarca insanın polis terörü sonucu yaşamını yitirdiğinin hatırlatıldığıaçıklamada şu ifadelere yer verildi:

AKP’nin, insan hakları ihlalleri ve şiddet konusunda sicili kabarık olan polisleri atamalarla, terfilerleödüllendirdiğini belirten KESK, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 122 bin olan polis sayısının 2011 yılında229 bin 965’e çıktığını hatırlattı.

Açıklama, şu sözlerle sona erdi: “Her geçen gün artan bu şiddetin önüne geçmek için polisin mevcut

yetkileri bir an önce sınırlandırılmalı, keyfi silah kullanımının önüne geçilerek suça karışan polislere yargılama

süreçlerinde en ağır cezalar uygulanmalıdır. AKP hükümeti suç işleyen ve suç işlediği apaçık belli olan polisleri

ve diğer güvenlik görevlilerini korumaktan artık vazgeçmelidir.”

Page 7: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenenüniversiteler her geçen gün biraz daha şirketgörünümlü yarı açık cezaevlerine dönüştürülürken,Yusuf Devran bu dönüşümün en “saf” temsilcilerindenbirisi olarak karşımıza çıkmakta. Marmara Üniversitesiİletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran, sermayedevleti ve onun temsilcisi AKP hükümetinin kendisinebiçtiği rolü en önden sahiplenmiş ve hayata geçirmişbir isim. Kuşkusuz ki “en önden sahiplenme ve hayatageçirme bilinci” Devran’ın kariyer basamaklarını jethızıyla çıkmasını sağlamış durumda.

Devran, AKP’nin iktidara geldiği dönemden beribüyük bir başarıyla gerçekleştirdiği kadrolaşmaçalışmalarının en iyi örneklerinden birisi olarakgösterilebilecek bir isim. Marmara Üniversitesi’ndegerçekleşen son rektörlük seçimlerinin ardından ikincisırada yer alan Zafer Gül’ün rektörlüğe atanmasınınardından, Devran da Marmara Üniversitesi’ndekikadrolaşma faaliyetlerinin kilit isimlerinden birisiolarak sahneye çıkmıştır. O dönemde YeditepeÜniversitesi’ne doçent olan Devran, Gül’ün rektörolmasının ardından Marmara Üniversitesi’ne rektörlükricasıyla profesör kadrosuna atanmıştır. Ardından dasırasıyla bölüm başkanlığı, dekan yardımcılığı vedekanlık görevlerine getirilmiştir.

Devran’ın yakın zamanda gündeme gelen İletişimFakültesi yüksek lisans giriş sınavlarında yaşananfişleme skandalı ise dekanlık görevine geldiğinden berigerçekleştirdiği anti-demokratik icraatların son halkasıolmuştur. Devran’ın dekanlık görevine geldiği dönemboyunca ilerici, devrimci öğrenci, akademisyen veçalışanlara yönelik soruşturma, ceza, sürgün terörü hızkazanırken oluşturulan bu baskı ortamını kadrolaşmaçalışmaları tamamlamaktadır.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde EkşiSözlük’te Devran’la ilgili bir öğrenci tarafından yorumyapılması uzaklaştırma sebebi olurken, bu durumaFacebook’ta yaptığı yorumla tepki gösteren birakademisyene de soruşturma açılmıştır. Devran, puşitaktıkları için okul yemekhanesinde saldırıya uğrayanöğrencilere karşı ülkücü öğrencileri açıktansavunmaktan çekinmezken, cezaevinde sınava girenbir öğrencinin bir akademisyene selam söylemesini deo akademisyen hakkında “solcu öğrencilere aşırıyakınlık” gerekçesiyle soruşturma açılmasına sebepolarak kabul etmiştir. İlerici akademisyenlerüniversiteden temizlenmeye çalışılırken üniversitedeyaşanan dönüşümle birlikte HAS Partili Bağce DekanYardımcısı olumuş, Ülkücü Avukatlar grubu üyesi olan

Ömer Osman Sur ile Samanyolu ve Kanal 7 çalışanlarıderslere girmeye başlamıştır.

Son yaşanan fişleme skandalı ise Devran’ın veonun şahsında fakülte yönetiminin ne kadarpervasızlaştığını göstermiştir. Devran, jüriye yükseklisans sınavında okula kabul edilecek öğrenciler içinbir liste vermiş, bunu kabul etmeyen öğretim görevlisiDoç. Dr. Gözde Yılmaz’ı tehdit etmiş ve fizikselşiddette bulunmuştur. Konu ile ilgili yazılı açıklamadabulunan Yılmaz yaşananları “Lisans üstü eğitimebaşvuran öğrencilerimizi, sınav öncesi, sınav listeleriüzerinde MC, FS, P, ŞÖ, EÖ, gibi kodlamalarlafişlemiş, sınav sonrasında bunların alınmamaları içinbaskı uygulamıştır. Örneğin, adı Azad olan bir öğrenci,sınavı başarılı geçtiği halde dekan Prof. Dr. YusufDevran tarafından PKK’lı olarak fişlenmiş ve buöğrencinin yazılı ve sözlü sınav sonuçlarına müdahaleedilerek kazanması engellenmiştir. Dekan Prof.Dr.Yusuf Devran, sınav sonrası beni de “bir teröristiyüksek lisansa almakla” itham ederek, gece 02.30’dasözlü saldırıda bulundu. Daha sonraki günlerde desözlü saldırının yanısıra fiziksel saldırıda dabulunmuştur” şeklinde ifade etmektedir.

Yaşananlar üzerine Eğitim-Sen ve MarmaraÜniversitesi öğretim üyeleri tarafından bir basıntoplantısı gerçekleştirilmiştir. Yapılan açıklamada“Siyasi iktidar güdümünde, bilimsel özerklik yoksayılarak jürilere, bölüm başkanlarına danışılmadankadro alımı yapılıyor. İstenen isimler öncedenbildiriliyor; dolayısıyla insanların başvurması dahiönceden engellenmiş oluyor” denilerek Devran’ıngörevden alınması talep edilmiştir. Ayrıca internetüzerinden de “Irkçı, Ayrımcı, Dayakçı, İftiracı DekanYusuf Devran Görevden Alınsın!” talebi ile imzakampanyası başlatılmıştır.

Kuşkusuz ki Yusuf Devran şahsında yaşananskandal münferit bir örnek değildir. Sadece kapitalistsistem içerisinde çürüyen eğitim sistemindeüniversitelerin geldiği aşamanın en açık örneklerindenbirisini oluşturmaktadır. Bu düzende torpille,düzenbazlıkla bir yerlere gelme sıradanlaştırılmış birolay olarak toplumun gözünde meşrulaştırılırkenMarmara Üniversitesi’nde yaşanan fişleme skandalı dasıradan bir haber haline gelmektedir. Paralel bir şekildeDevran’ın pervasız bir şekilde öne çıkardığı ırkçı,ayrımcı icraatlarla, düşünce ve ifade özgürlüğüne karşıtahammülsüzlüğü bugün tüm üniversitelerde yaşanangenel tabloyu yansıtmaktadır.

B. Bahar

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Çürümüş eğitim sisteminin en iyi temsilcilerindenYusuf Devran’dan yeni icraatlar...

Yüksek lisans girişsınavında fişleme skandalı

KPSS’de eşitsizliksürüyor

KPSS skandalı yeni aşamasıyla sürüyor. Sınavbittiğinde soruların internetten yayınlanmayabaşlamasıyla birlikte soruların dağıtıldığı iddialarıçürütülememişti. ÖSYM inkar yöntemini devreyesokarak kendini aklamaya çalışırken sınavsonuçlarının açıklanmasıyla sorun daha dabüyüdü. Birçok KPSS adayı cevapların yanlışsayıldığını ifade ediyor.

Sınav sonuçları dört gün önce açıklandı. Dörtgündür özellikle internette sınav sonuçlarınaitirazlar yükseliyor. Onbinlerce kişi sosyal ağlarüzerinden aynı soruna dikkat çekiyor.

ÖSYM’nin güvenirliliğini kanıtlamak için cevapkağıtlarını da yüklemiş olmasıysa göz boyamadanöteye geçmiyor. İşlem yapılan soru kitapçığıylakarşılaştırma şansı olmadıktan sonra cevap kağıdıadaylar için bir veri ifade etmiyor.

ÖSYM KPSS sınav istatistiklerinde 931 bin 93sınav kağıdının geçerli sayıldığını açıklamıştı. FakatKPSS sonuçları için yollanan belgelerde 924 bin739 olarak gözüküyor. Arada 7 bin civarında farkolması çelişkileri büyütüyor.

ÖSYM eleme sınavını savunmaya devamederken bir yandan sınavlarda “birilerinin”soruları aldığı düşüncesi somutluğunu koruyor.KPSS eleme sınavında özel bir ayrıcalık olsa daolmasa da var olan eşitsizlik bu uygulamalarlakatmerleniyor.

KPSS’deki skandallar bitmezken sınava girenadayların tepkileri de sürüyor. AtamasıYapılmayan Öğretmenler Platformu YürütmeKurulu Üyesi Hasan Basri, kendi sınavındanörneklerle soruna dair şunları ifade etti:

“89 puan alan aday bile netlerinden şikâyetçi.ÖSYM burnundan kıl aldırmıyor. Tümkamuoyunda artık kopya kanaati var. ÖSYMherkesin cevap anahtarını ve kitapçıklarınıinternet sitesine koydu. Ancak kitapçıklar bizimkaraladıklarımız değil. Asıl kitapçıklarımızıaçıklayıp cevap kâğıdımızla kıyaslamadıkçaşüphelerimiz giderilemez.”

Diğer bir KPSS adayı Ercan Yaman, “Bizim içinbırakın 1 puanı virgül bile önemli. Hayatımıdeğiştiren puanlar bunlar” Mina Deniz beklediğipuanla glen arasındaki farkı vurgulayarak şunlarıifade etti: “Genel yetenek-genel kültürden 85 netbeklerken sonuçlar açıklanınca 70 netim çıktı. Bumümkün değil. Binlerce kişi aynı durumda, bukadar yanlış hatırlama olmaz. 30 neti eksikgelenler var”

Page 8: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sınıf hareketi8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

2. haftasını dolduran Senkromeç direnişi, patronbaskısına rağmen sürüyor. Senkromeç işçileri işe gelişgidişleri sırasında servislerden direnişi selamlarkenorganize içerisindeki işçilerin ilgisi artıyor.

Senkromeç’te çalışan işçiler, fabrika içerisindedirenişe karşı olumlu bir tepkinin olduğunusöylüyorlar. Direnişi baltalamaya çalışanlar da yinehem içeriden hem de dışarıdan patron yalakalarıoluyor.

Direnişçi işçilerle dayanışma

Senkromeç direnişi, başladığı günden bugüneBillur Tuz direnişiyle karşılıklı dayanışma içerisindebulunuyor. Mesafe olarak da yakın olan direnişlerdensürekli olarak birbirine destek ziyaretleri düzenleniyorve direnişçi işçiler birlikte hareket ediyorlar.

Yine Senkromeç direnişçisi, Aliağa’da direnişteolan MICHA işçileriyle de dayanışma içerisindebulunuyor. Son olarak BDSP ile birlikte direnişçiMICHA işçilerine ziyaret gerçekleştirilerek direnişselamlandı.

Ziyaret sırasında ortak taleplerin yanısıra,direnişlerin sesinin İzmir kamuoyuna taşınması üzerinetartışmalar yapıldı. Yine MİCHA ve Billur tuzdirenişçileri ile yapılan tartışmaların ana gündeminikıdem hakkının gaspı ve UİS oluşturdu.

Senkromeç’te direnişe tahammülsüzlük!

Senkromeç direnişinde sivil ekipler fabrikadanayrılmıyorlar. Neredeyse her vardiya çıkışlarındafabrikadan çekimler yaparak çalışan işçileri terörizeetmeye çalışıyorlar.

Direnişinin 13. gününde fabrikaya işçi taşıyanservis şefinin provokatif davranışları bir kez dahadireniş alanında gerginliğe neden oldu. 16.00’dakivardiya çıkışında fabrika çıkış kapısında işçilerinçıkması beklenirken, servislerin şefliğini yapan şahısdirenişçi işçinin üzerine aracını sürerek gözdağıvermeye çalıştı. Bu sırada sivil polisler araya girerekarbede çıkmasını önledi. Servis şefi de hızlauzaklaşarak uzakta bekledi. Direnişçi işçinin ve

desteğe gelenBDSP’lilerin etrafı sivil ekiplerle ve fabrikanıngüvenliğiyle çevrildi. Servisçiye yaklaşılmasıengellendi. Servisler erken hareket ettirildiği içinfabrikadan çıkan işçilere kısa süreli bir konuşmayapılabildi. Servis şefi ise sivillerin yardımıyla kendiaracına binerek uzaklaştı.

Servis şefi geçtiğimiz günlerde direniş alanınagelerek özür dilemiş ve kendisinin hedef alınmamasınıistemişti. Bu kez ise derdinin, özrünün Kızıl Bayrakgazetesinde yayınlanması olduğu öğrenildi.

Çiğli Organize’de direnişin sesi yükseliyor!

Senkromeç direnişinin sesinin yayılması veorganizedeki işçilerin örgütlenmeye ve direnişlerledayanışmasının çağrılması amacıyla öğlen aralarındave 18.00 çıkışlarında diğer fabrikalara Çiğli İşçiBülteni ve Metal İşçileri Birliği’nin çağrılarıdağıtılıyor.

Organizedeki çeşitli fabrikalarda çalışan işçiler veorganizeye iş aramaya gelenler direnişi ziyaret ederekdestek oluyor. Aynı şekilde işten çıkartılan diğerSenkromeç işçileri de direniş alanına gelerek destektebulunuyorlar.

Senkromeç direnişi 2. haftasını geride bırakırken,organizenin her işkolundan işçilere örgütlenmeçağrısıyla devam ediyor.

Kızıl Bayrak / İzmir

Senkromeç direnişinde2. hafta!

Senkromeç

Çiğli’de işçiler ortakmücadeleyi tartıştı

Senkromeç direnişinin ikinci haftasında,sermayenin saldırılarına karşı ortak bir hatgeliştirilmesi amacıyla Çiğli İşçi Kültür Sanat EviDerneği’nde bir işçi toplantısı gerçekleştirildi.Ağırlığını metal işçilerinin oluşturduğu toplantıdasermayenin saldırılarının yanısıra İzmir’de sürendirenişler de değerlendirildi.

İlk olarak toplantının amacının aktarılmasınınardından, son günlerde yeniden gündeme gelenkıdem hakkının gaspına ilişkin yasa taslağı hakkındaayrıntılı bir sunum gerçekleştirildi. Yeni yasaylaişçilerin kaybedeceği haklar ve aynı zamandaörgütlenmesinin önündeki engeller de ifadeedilirken, UİS ile birlikte esnek çalışmanın önününaçılacağı vurgulandı.

Bugün kıdem hakkının korunmasına rağmenfabrikalardan çıkarmalar olduğu belirtilerek yasadansonra bunun meşrulaşacağı ve yaygınlaşacağı ifadeedilerek, TÜSİAD’ın temel talebinin AKP iktidarıtarafından yerine getirilmek üzere olduğuvurgulandı.

Sermaye iktidarının topyekun saldırısına karşın,işçi sınıfının da topyekun direnişe geçmesi gerektiğivurgulanarak, örgütlenme çağrısında bulunuldu.

Senkromeç direnişçisi Muharrem Subaşı’nın dakatıldığı toplantıda Senkromeç direnişinin sadeceSenkromeç işçileri için değil aynı zamandaorganizede bulunan tüm işçiler için bir örgütlenmeçağrısı ve mücadele bayrağı olduğu ifade edildi.

Toplantıya katılan MICHA direnişçisi bir işçi

tarafından da örgütlenme deneyimi aktarıldı vedirenişe destek çağrısı yapıldı.

Toplantıda söz alan, Atatürk Organize’de metal

fabrikasında çalışan bir çırak tarafından da işçilerinsorunlarına değinildi ve nasıl örgütlenilmesigerektiği üzerine konuşuldu.

Toplantı sırasında kıdem hakkının gaspınayönelik başlatılacak olan imza kampanyası ve imzastandlarının çağrısı yapılarak, son saldırılara karşısendikal ve sol hareketin ortak mücadelesiningeliştirilmesi gerektiği vurgulandı.

Senkromeç, MICHA ve Billur Tuz direnişlerinedestek sunulması ve ortak bir zeminde mücadeleedilmesi çağrısıyla toplantı sona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

İzmir BDSP’denMICHA ziyareti

İzmir BDSP, Aliağa Organize Sanayi Bölgesi’nde3. ayını dolduran MICHA direnişine ziyaretlerinisürdürüyor.

8 Ağustos Çarşamba günü AOSB’deki direnişedestek olmak amacıyla Senkromeç direnişçisiMuharrem Subaşı ile ziyarete giden BDSP, direnişçiişçilere Senkromeç direnişinin bildirilerinin yanısıraKızıl Bayrak gazetesinin yeni sayısını da ulaştırdı.

Direniş süreciyle ilgili güncel bilgileredinilmesinin ardından, direnişlerinortaklaştırılması ve hayata geçirilmesi planlananhak gasplarına dönük saldırılara da ortak karşıkoyuşlar gerçekleştirilmesi çağrısında bulunuldu.

BDSP’liler, işçilerle birlikte attıkları sloganlarlaziyareti sona erdirdiler.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 9: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Metal işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarınınbelirleneceği 2012-2014 MESS Grup TİS sürecine kısabir süre kaldı. Bu toplu sözleşme sürecinin en kritikyanlarından birini de yetkilerin belirlenmesioluşturuyor. Sermaye, işçi sınıfının elinde kalan sonhaklarına el koymak ve sınıfın örgütlülüğünü dağıtmakiçin her türlü saldırganlığa başvuruyor. Yasalar yoluylada yaptıklarına yasal kılıflar giydirmeye çalışansermaye, sendikaların içine düştüğü belirsizlikdurumunu avantaja dönüştürerek grev ve toplusözleşme hakkını fiilen ortadan kaldırdı. Şu anda metalişçileri de dahil olmak üzere yüzbinlerce işçi sendikalıolmalarına rağmen toplu sözleşme hakkınıkullanamamaktadır. Bedeller ödenerek kazanılmış olanhaklarımız, sermaye-hükümet-koltuk sevdalısı sendikabürokratlarının birlik çemberinde öğütülüyor.

Önümüzdeki toplu sözleşme süreci özellikle geçensözleşme sürecinin birikimleri üzerinden birçokdengeyi içinde barındırdığı gibi metal işçilerininmücadelesi açısından dengelerin değişeceğipotansiyelin açığa çıkabileceği olanakları dabarındırmaktadır. Hak gasplarının gölgesindeilerleyecek bir toplu sözleşme süreci, işçi sınıfınınkazanılmış haklardan elde kalanlarının çok hızlı birşekilde hiç edilmeye çalışıldığı da bir dönem. Kıdemtazminatına el konuluyor, kiralık işçi bürolarınınaçılması ile iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılacak,sendikal örgütlülük büyük bir tehdit altında, işçisınıfının grev hakkı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor vebirçok saldırı daha kapıda...

Toplu sözleşme süreci hak gasplarına karşı birduruş, insanca çalışma ve yaşam koşullarınınsağlanmasını sağlayacak bir mücadele süreci olmalıdır.Bu süreçte vahim olan şudur ki sendika yönetimleri vetemsilcilikler beklemeci bir tavırla hareketetmektedirler. Toplu sözleşme sürecine dair herhangibir adım atmak için önce yetkilerin belirlenmesigerektiği yönünde bir yaklaşımla hareket edilmektedir.Sermaye zaten belirsizlik yaratarak bir köleliksözleşmesine daha imza atmanın planlarınıyapmaktadır. Sendikaların, devletin yetkileriyasallaştırma yanılsamasına kapılmadan haklarıkorumak ve MESS Grup TİS sürecinden metalişçilerinin kazanımla çıkabilmesi için fiili-meşru birkanaldan mücadelenin yolunu açmaları gerekmektedir.

2012-2014 MESS Grup TİS sürecinde metal

işçilerinin insanca çalışma ve yaşam koşullarınısağlayacak taleplerinin yer aldığı bir toplu sözleşmeyikazanmak, MESS’ten ve Türk Metal’den hesap sormakiçin yetkilerin belirlenmesine takılmadanfabrikalardan, sokaklardan süreç örülmeyebaşlanmalıdır. İşçilerin süreçle ilgili bilgilendirilmesiiçin eğitimler yapılmalı, tabanın iradesi ve yürütülentartışmalarla bir an önce taslaklar hazırlanmalıdır.Geçen toplu sözleşme sürecinde Birleşik MetalSendikası’nda örgütlü fabrikaların ortaya koyduğugrev iradesi, Bosch ve Cengiz Makine işçilerinin TürkMetal esaretinden kurtuluşunun yarattığı bir moralüstünlük var. Bu adımlar sadece MESS kapsamındakimetal işçilerini değil örgütlü, örgütsüz tüm işçilerietkiledi. Ve aynı şekilde bu sürecin mücadeleci birçizgide ilerlemesi ve kazanımla sonuçlanması metalişçileri başta olmak üzere tüm işçileri etkileyecektir.Bu sorumluluğun bilinciyle metal işçileri, fabrikatemsilcileri, sendika yönetimleri, işçi sınıfından veemekten yana olan tüm kesimler ortak bir zemindegücünü büyütmeli ve fabrikalardan doğru yükselensokağın sesini yükseltmelidir.

Metal İşçileri Birliği, metal işçileri başta olmaküzere tüm işçilere, sendikalara ve emekten yana ilerici-demokrat kamuoyuna sürecin sorumluluğuçerçevesinde bir kez daha çağrısını yineliyor:

*Sermaye ve hükümeti keyfi tutumlarıyla yasalardaoynamalar yapmaktadır. Bedel ödenerek kazanılmışhaklarımızı sermayenin rahatından hiç etmemesi içinyine geçmişteki gibi kararlı, gerekirse bedel ödemeyigöze alan bir inançla hareket edilmelidir.

*Barajın ne olacağı, sözleşme kapsamında kimlerinolacağı şeklindeki pazarlıklar tümüyle reddedilmelidir.Pazarlıksız biçimde işçi sınıfının sendikal hak veözgürlüklerinin önündeki tüm engeller kaldırılmalı,lokavt yasaklanmalıdır.

*Sermaye ve hükümetin, gerçekleştirdiği fiili gaspkarşısında fiili-meşru mücadele yolu tutulmalıdır.Yasaların sınırını ve kapsamını belirleyen hepmücadelenin seyri olmuştur. Bu nedenle haklı meşrutaleplerimizi belirlemeli, MESS ve sermayeninkarşısına çıkmalı, haklarımızı söke söke alacak vegerekirse grev hakkımızı kullanacak bir iradeyledavranmalıyız.

Metal İşçileri Birliği13 Ağustos 2012

Haklarımıza ve sözleşmemize sahip çıkalım...

Gücümüzü yetkilerdendeğil haklı,fiili-meşru

mücadelemizden alırız!

Türk Metal-MESS A.Ş.

Türk Metal çetesi, patron örgütü MetalSanayicileri Sendikası (MESS) ile yeni bir ortaklığaimza attı. Daha önce de MESS ile yakın ilişki kuran,özellikle sözleşme dönemlerinde MESS’e uşaklıkederek metal işçileri adına satış sözleşmelerine imzaatan Türk Metal çetesi MESS ile birlikte meslekiyeterlilik ve eğitim üzerine iki ayrı şirket kurdu.

Metal işçilerinin işe başvurularında sıkçakarşılarına çıkan mesleki yeterlilik belgesini almakiçin verilen eğitim üzerine kurulan MEMAS adlışirket ile eğitimlerin sonunda mesleki yeterlilik içinyapılan sınavları düzenleyecek SIBEM adlı şirket,Türk Metal ile MESS arasındaki ilişkinin daha ileri birnoktaya taşınmasını sağladı.

Metal işçilerinin şu an içinde bulunduğu toplusözleşme sürecinde ortaya çıkan bu ortaklık, MESSGrup TİS süreci sonunda Türk Metal’in alacağıtutumu da şimdiden gösteriyor. Şimdiye kadarki TİSsüreçlerinde metal işçilerine ihanet etmekten geridurmayan Türk Metal çetesi, bu ortaklığın getirdiğibağlılık ile satış sözleşmelerinin bir yenisine dahaimza atmaya hazırlanmaktadır. Bunu engelleyecektek güç ise metal işçilerinin fiili meşru militanmücadelesi olacaktır.

FCMP TR Metal’de işedönüşler...

Manisa Turgutlu’da kurulu bulunan FCMP TRMetal fabrikasında işten atılan Birleşik Metal-İşüyesi işçilerin direnişi sonuç verdi.

Fabrikadaki sendikal örgütlenmenin açığaçıkmasının ardından işten atılan sendika üyesi 21işçinin bir kısmı sendika ve patron arasında yapılangörüşmeler sonucunda işlerine geri döndüler.

1 Ağustos 2012 tarihinde keyfi gerekçelerleişten atılan işçiler, 2 Ağustos günü fabrika önünedireniş çadırı kurmuşlardı.

Sendika yöneticilerinin patron vekilleriyleyaptıkları görüşmeler sonucunda; 9 Ağustos’ta birkısım işçinin işbaşı yapması sağlandı. Birleşik Metal-İş tarafından yapılan yazılı açıklamada, diğerişçilerin işbaşı yaptırılmaları için görüşmelerindevam ettiği bilgisi verildi.

Page 10: SY Kızıl Bayrak 12-33

Röportaj10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

- Yeni bir TİS dönemi geliyor. Başöz işçileriolarak bu TİS sürecinden beklentileriniz nelerdir?

Sami Özcan (Birleşik Metal-İş Anadolu ŞubeÖrgütlenme Sekreteri ve Başöz Enerji İşyeriBaştemsilcisi): Genelde maddi beklentiler oluyor.Arkadaşlarımızla yaptığımız konuşmalarda bu dönemiçin maddiyatın ikinci planda olması gerektiğinisöylüyoruz. Genel birtakım sorunlarımız oluyor.Değişik fabrikalarda, o fabrikaların kendine özgüsorunları oluyor. Sosyal yardımların zenginleştirilmesiyönünde konuşmalarımız da oluyor. 2012-2014 TİSgörüşmeleri ile ilgili daha net fikirler belirlemedik.Sendika düzeyinde de bölgelerde fabrika fabrikakomite toplantıları yapılmaya başlanacak. Başöz’de dekomite toplantılarımız başlayacak. Genel olarakbakıldığında birçok engel var. Birçok fabrikanın yetkibaşvuruları bekliyor. Bu dönem TİS sürecinin sıkıntılıolacağını tahmin ediyoruz.

- Genel taleplerin dışında sermaye hükümetininkıdem tazminatını kaldırmak, esnek üretimiyaygınlaştırmak gibi hedefleri var. Bu saldırılarıniçine girilen TİS sürecini nasıl etkileyeceğinidüşünüyorsunuz?

Sami Özcan: Esnek çalışma ve telafi çalışmasıbizim kırmızı çizgilerimizdir. Kıdem tazminatı vesosyal yardımlar da her dönem önemle üzerindedurmamız gereken sorunlardır. MESS bu haklara hepsaldırmak istemiştir. TİS sürecinde bu maddeler bizeyönelik zayıflatma hamlesidir. Biz ne istiyorsak bizebu hakların verilmemesi dayatılıyor. Türk MetalSendikası’nın herhangi bir kırmızı çizgisi yoktur.Onlar işçileri her türlü ağır çalışma koşulları altındatutuyorlar. Türk Metal’in örgütlü olduğu yerlerde

esnekliğin alası yapılıyor. Bunu, tanıdığımız işçilerdenduyuyoruz, sözleşmelerinden biliyoruz. Bize dayatılannoktalar Türk Metal’in kabul ettiği maddelerdir. Bizbunlara boyun eğmedik. Kırmızı çizgilerimizdenvazgeçmedik. Geçen dönem de gereken neyse yaptık.Bundan sonra da aynı şekilde olacak.

- Buradan Başöz işçilerine, Birleşik Metal üyelerine,Türk Metal üyelerine, örgütlü-örgütsüz metalişçilerine TİS süreci ile ilgili çağrınız nedir?

Sami Özcan: Bursa’da yaşanan BOSCHsürecinden sonra Türk Metal’de birtakım paniklemeleroldu. İşyerlerinde temsilcilerini değiştirdiler,yöneticilerini değiştirdiler. Birtakım tedbirler almayaçalıştılar. Şu anda işçilerin gözü toplu sözleşmede.Dört gözle bekliyorlar. Türk Metal bu dönemde desatış sözleşmesi yaparsa bu kaynamalar ve BirleşikMetal’e geçişler yoğunlaşacaktır. Zaten adamlarınmafya sistemi gibi bir sistemleri var. İşçiler kendisendikasından, temsilcisinden korkuyor. Kendiaralarında konuşamıyorlar. Bunu tanıdıklarımızdanduyuyoruz. Bize gelen bilgiler var, çağrılar var.Birleşik Metal’e geçme çalışmaları sürdürdüklerinisöylüyorlar. Biz onlara “gelin hep beraber BirleşikMetal çatısı altında birleşelim. Bu satış sözleşmesi budönem de olacak, bundan sonra da olacak” çağrısıyapıyoruz. Zaten eskiden yuvaları DİSK’ti, BirleşikMetal-İş’ti. O zamanlar Maden-İş’ti. Tekrar yuvalarınadönmeleri çağrısında bulunuyoruz. Yaptığımızörgütlenme çalışmaları da bu yönde. Sendikalı olsun,sendikasız olsun, işveren MESS üyesi olsun, olmasın,imkanımızın olduğu her yerde arkadaşlarımızlagörüşmeye çalışıyoruz. Kendi servis duraklarımızınaynı olduğu yerlerdeki işçilerle görüşüyoruz.

Son olarak kıdem tazminatı ile ilgili bir şeylersöylemek istiyorum. İşçi arkadaşlarımızın büyük birkısmı meseleye siyasi bakıyor. Defalarca uyardık.Bizim, işçi arkadaşlarımızın siyasi görüşlerinesaygımız var. Soruna vicdani bir şekilde yaklaşıyorlar.Bu saldırıya inanmak istemiyorlar. Bizi dinlemiyorlar,vicdanlarını dinliyorlar. Kıdem tazminatıyla ilgilietrafta çok bilgi geziyor. Normalde sendikaların daişçilerin de fona devrine itirazı yok. Ama bu yasanınaltında başka şeyler var. En başta tazminatındüşürülmesi var. Yarı yarıyadan daha fazladüşürülüyor. Zaten bizim tepkimiz buna. Fonoluşturulmuş oluşturulmamış çok mesele değil. Meselaşu an burada “şu kadar yıllık kıdem tazminatım var”diye duran birçok işçi arkadaşımız var. Kıdemtazminatının hem işçi açısından hem de işverenaçısından bağlayıcı yönü var. Tazminat ortadan kalktığızaman işverenin işçiyi istediği gibi kolundan tutupatma imkanı oluşuyor. Burada iş düzeni de bozulacak.İşçi açısından tehlikeli bir durum. Onun için bu sorunakarşı gerekli mücadeleyi vereceğiz.

Kızıl Bayrak / Ankara

Başöz Enerji İşyeri Baştemsilcisi Sami Özcan ile 2012-2014MESS Grup TİS süreci üzerine...

“Kırmızı çizgilerimizdenvazgeçmeyeceğiz!”

Kiğılı direnişçisindenblokaj eylemi

Kiğılı direnişçisi Didem Sorhun 14 Ağustosakşamı Yenibosna Kiğılı Fabrika Satış Mağazası’ndagerçekleştirilen blokaj eylemiyle Kiğılı işçilerinedayatılan sefaleti ve işten atma saldırısını teşhir etti.

Blokaj eyleminde mağaza içindeki müşterilereKiğılı’dan alışveriş yapmamaları için konuşmalargerçekleştirildi. Bu sırada mağazanın önündepankart açılarak içeriye giriş kapatıldı. Mağazaçalışanlarının engelleme girişimi boşa düşürülerekeylem devam etti. Mağaza önünden geçenemekçilere Kiğılı’nın, sırtından servet kazandığıişçilerin en doğal haklarını dahi gasp ettiği anlatıldı.

Kiğılı direnişçisinden boykot çağrısı

Mağazaya giriş kapatıldıktan sonra yapılan basınaçıklamasında direnişçi işçi Didem Sorhun şunlarıifade etti: “Normalde bir dakikanın hesabını yapanKiğılı patronu benim fabrika önündegerçekleştireceğim basın açıklamalarını duyduğundafabrikayı erken paydos ettirerek, bir gün öncedensenelik izne çıkartarak işçilerin basın açıklamasınakatılımını engelledi. Ancak ben yılmadan direnişimisürdürüyorum.

Emeğine, onuruna, hakkına sahip çıkan tümişçileri, emekçileri direnişime destek olmayaçağırıyorum. ‘Kiğılı’da baskıya, tehdide, sömürüye,işten atmalara son! İşimi geri istiyorum!’ talebi iledirenişimi kazanana kadar sürdüreceğim.”

Mağaza önünden geçen emekçilerin de destekverdiği eylemde “Kiğılı’yı boykot et, direnişe destekol!” başlıklı bildiri dağıtıldı. Fabrikadaki hukuksuz vekeyfi uygulamalar aktarılarak direnişle dayanışmaçağrısı yapıldı.

Basın açıklaması, eylemlerin direniş boyuncadevam edeceği vurgulanarak sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

OSİM-DER’de kahvaltıve söyleşi

OSB-İMES İşçileri Derneği, 12 Ağustos günü“Kardeş halklara yönelik gerici/emperyalist savaşçığırtkanlığına karşı mücadele yöntemlerinitartışıyoruz!” başlığıyla bir kahvaltı ve söyleşigerçekleştirdi.

Kahvaltı sofrasında Suriye üzerinden başlayantartışma, daha sonra emperyalist savaş, Suriye’yedönük yapılan saldırılar ve Türkiye’de işçi veemekçilere düşen görevler üzerine gerçekleştirilensöyleşiyle devam etti.

Söyleşide, emperyalistlerin ve onlarıntaşeronluğunu yapan devletlerin içlerindebulunduğu krizi atlatabilmek ve kar oranlarınıarttırabilmek için içerde işçi ve emekçilere, ezilenhalklara, dışarda ise Ortadoğu halklarına dönüksaldırganlıklarını arttırdıkları söylenerek, buna karşıörgütlü mücadelenin yükseltilmesi gerektiğivurgulandı. Ayrıca, anti-emperyalist mücadeleninanti-kapitalist mücadeleyle birlikte yürütülmesigerektiği ifade edildi. Bir taraftan ezilen halklarlaaktif dayanışma içerisinde bulunulması gerekirken,bir taraftan işçi sınıfı içerisinde çalışma yürüterek,emperyalist savaşa ve Ulusal İstihdam Stratejisikapsamında başlatılan saldırılara karşı şalterindirmek gerektiği söylendi.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Page 11: SY Kızıl Bayrak 12-33

Röportaj Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

- Fabrikada yaşanan bu süreci anlatabilir misiniz? Hikmet Şahin: Fabrikada yıllardan beri Çelik-İş

Sendikası var ama işçiler örgütlü değil. Patron istediğigibi yönlendiriyor. Hatta bir dönem aidatları işçiler değilbizzat patron ödüyordu. Biz bu işe “artık yeter”, “artıkböyle gitmez” dediğimiz zaman % 3-5 zamlarlageçiştiriliyordu. Arkadaşlarla bu süreçte elimizden negeldiyse yaptık. İyi bir kitle ortaya çıktı. Bu kitle az daolsa sendikayı harekete geçirdi ve yapılan sözleşmedediğer yıllara oranla çok çok iyi bir zam oranı aldık.Maaşlara % 28 zam aldık. Sosyal haklar açısından da iyibir zamma imza attırdık.

Bu süreçte baskılar oldu ama bu baskılar biziyıldırmadı. Yine aynı kararlılıkla devam ettik. -Yemekyememe eylemleri, akşamları toplanıp alkışlarla,sloganlarla yürüyerek servislere binme gibi eylemleryaptık. Ama sözleşme bittikten bir iki ay sonra patronunbaskıları artmaya başladı. İlk olarak bir arkadaşımızıişten çıkarttı. Belli bir süre sonra 5 arkadaşımızı, beyintakımı dediğimiz baştemsilci ve temsilci yardımcımızıişten çıkarttılar. Bu durum işçilerde kısmen de olsa biryıldırma durumuna neden oldu.

Son süreçte özellikle baskılar sonucunda arkadaşlarınistifa etmesi bombanın pimini çeken şey oldu. İstifa eden6 kişiden özellikle ikisi örgütlenme, sendikalaşmasürecinde bizimle canla başla çalışan arkadaşlardı.Önünü kesmek gerekiyordu, arkadaşlarla konuşalımdedik. Öyle de yaptık ama bu bize karşı patron tarafındankullanıldı. Arkadaşlar gidip tehdit edildiklerini,ailelerinin güvende olmadığını ifade etmişler.

Ve en son olarak bizle birlikte dört işçiyi çıkarttılar.Biz iki arkadaş direnmeye karar verdik ancak biz de ikigün yürütebildik. Burada da kendimi veya ikimizieleştiriyorum. Diğer arkadaşlar bir yana kendimizeeleştiri vermemiz lazım. Olması gereken bu değildi. Amabiz bırakmak zorunda kaldık. Ailelerimize baskı yaptılar,bizleri terörist sıfatıyla savcılığa şikayet etmekle tehditettiler. Bu yaşananlarla birlikte bizdeki sınıf bilincinineksikliği ile birlikte iki günlük direnişten sonra bırakmakzorunda kaldık. Arkadaşlarımız mücadele etmeye devamederlerse her türlü desteğimizle yanlarında olmayadevam edeceğiz.

Kemal Güzel: Biz sendikadayken, dava içinuğraşırken kardeşim aradı, babamı aramışlar. Bir deiçeriden arkadaşların bize direnişten dolayı tepkisiolunca benim çok ağırıma gitti. İnanın ben ağladım,oradan ayrılırken ağladım. Benim için o tazminat önemlideğil. Bankaya bakmadım bile. Ben o parayı almasamorada dirensem benim için daha gurur verici bir şeydi.

Hikmet Şahin: Sendika bize hiç sahip çıkmadı.Hatta olumsuz yönde etkiledi diyebilirim. Sırf biz oradadirenmeyelim diye elinden gelen şeyleri bile yapmadılar.Hatta bizi kapının önüne göndermek için belli ki patronlaanlaşmışlardı. İşten çıkartmalardan sonra arkadaşlarımızda çabuk pes etti. Bizimle birlikte diğer arkadaşların dane olursa olsun orada beklemesini isterdim. Biz kimlikolarak belliyiz, ezilmişliklerden geliyoruz. Neyin nasılolması gerektiğini biliyoruz ama bizleri en çok içeridekiarkadaşlarımızın bu tepkisi etkiledi.

Patron şunu hesapladı, biz bunlara tazminatlarınıvereceğiz, bütün haklarını vereceğiz sus pus gidecekdiye. Nitekim öyle de oldu. Biz ilk 5 arkadaş atıldığındada onlara söylemiştik direnişe geçin işten atmalarındevamı gelecektir diye. Ardından zaten bizler atılmışolduk. Aynı durumu yaratmış olduk. Direnişin

sonlanması ile işten atmalar hızlandırılabilir. 80 civarındabir çıkış listesinin ellerinde olduğunu duyduk. Patronöncü işçileri zaten bitirmeyi hedefliyordur. Ama diğeryandan iki kişinin, önlük bile giymeden, sivil kıyafetleriile beklemeye başlaması, etraftan birkaç kişinin ziyaretegelmesi patronu en çok rahatsız eden şey oldu. Bir dedüşünün kamuoyu oluşmuş olsaydı ben muazzam bir şeyçıkacağını düşünüyorum.

-Sendikal bürokrasinin işçilerin mücadelesininkarşısında nasıl bir engele dönüştüğünü yaşayarakgörmüş oldunuz? Sendikanın durumundan ve busüreçteki tutumundan bahsedebilir misiniz?

Hikmet Şahin: Eskiden yetki de sözleşme depatronun elindeydi. Aidatları patron veriyordu, üyelikleripatron yapıyordu. Örneğin üyeler hep belli bir sayıdatutuluyordu, belli üyelikler gizli tutuluyordu. Açıklanan,ortada gözüken 70 üye vardı. Geri kalanları sendika ilepatron haricinde kimse bilmiyordu. Kimse, kiminsendikalı olup olmadığını bilmiyordu. Bizim çalışmamızbaşladığı zaman üyelikler birden ortaya çıkmaya başladı.

Kemal Güzel: 55 kişiyi sonradan öğrendik,çalışmalara başlayınca ortaya çıktı. Daha önce sözleşmeimzalanıyordu, ondan sonra üyelik yapılıyordu.Üyelikler yapılıyordu, yetki veriliyordu. Bir bakıyoruzzaten sözleşme imzalanmış, zam açıklanıyor. Tamamengöstermelik, işverenle sendika arasında bir anlaşma.Sendika sadece ben aidatımı alayım derdinde. Patroniçinse her şey istediği gibi yürüyor. Sendika değişikliğinidüşünmüştük. Birleşik Metal İş’e gittiğimizde 20 kişilikbir eksiğimiz vardı. Bizim arkadaşlar eski sendikayagidelim, ona baskı yapalım diye ısrar ettiler. Busendikada kalıp çoğunluğu sağlama taraftarı değildimaçıkçası. Ama arkadaşlar bu şekilde bir tercihtebulununca ben de arkadaşlarımı yarı yolda bırakmadım.Biz sendikacıların karşısına her zaman da çıktık. Busözleşme sürecinde yaptığımız tüm eylemlere karşı çıktısendika. Bir alkış tutuyorduk, yemeğe gitmiyorduk,sendika arıyordu bizi, “siz kendi başınıza ne işyapıyorsunuz, neye göre karar veriyorsunuz, sizkimsiniz” diyordu.

Şimdi şöyle bir şey var, biz yetkiyi aldık. Yetkiyialdıktan sonra temsilci değişimi istedik. Temsilcideğişikliğini yaptık. Dört gün içinde taslak hazırlanıpverilecek dedi, bizi dört gün içine sıkıştırdılar. Sendikadatoplandık, komitede olan arkadaşlar taslağımızı sunduk.Sendikacılar kabul etmedi bizimle pazarlığa girdi. Biz

çok ısrarcı olduk, birbirimize girdik sendikacılarla.Taslak hazırlarken bile sendika başkanı Muharrem Şahinbizim hiçbir toplantımıza girmedi. Biz dört gün boyuncagece yarılarına kadar toplandık. Sendika başkanı yokhastaymış, yok yatak döşek yatıyormuş deniliyor. Songün, taslağın teslim edileceği gün adam telefon açıyor,“ben sizin arkanızda duramam, bu taslakla ben sizinarkanızda duramam, böyle bir taslak olmaz” diyor. Yaniadam bizimle pazarlık yapıyor. Bize bunu demeye hakkıyok. Normalde bizim onun arkasında durmamızgerekiyor. Sendika da biziz, işçi de biziz. Biz adamlarabunu anlatmaya çalıştık. Ama onlar kendi taslaklarınıhazırlayıp verdiler. Biz kendi taslağımız için mücadeleettik.

Hikmet Şahin: Bir yandan yasal hakkın olan sendikaile mücadele ediyorsun bir yandan da patronla mücadeleediyorsun. Bizim fabrikadaki işçiler için konuşursaksendikanın bu tutumu bizi daha çok yıprattı. Sendikabizim yanımızda olmuş olsa, işçilerin adım atması dadaha kolay olacak. Sendika gelip müdahale etse onakolay kolay bir şey yapamazlar, zaten yasal sınırınındışına çıkmıyor. Ben yasal haklarımı kullan diyorumbaşta bir şey istediğim yok. Taslağı hazırlarken zatenkomiteden arkadaşlarla sendikaya gittik. Taslağımızıgötürdüğümüzde sanki karşımızda patron var da onunlatartışıyormuşuz gibi bir izlenim çıktı ortaya. Bu ibretverici bir durum.

-Sendikaya rağmen ördüğünüz bir süreç var. Nasılbir çalışma yürüttünüz?

Hikmet Şahin: Eylemleri kendimiz organize ettik.Bu tür eylemleri aslında sendikanın yönlendirmesi lazım,diyecek ki arkadaş şu gün şu eylemi yapacaksın. Amabiz sendikaya rağmen kendimiz yaptık, tabandan birörgütlülük kurmaya çalıştık. Kısmen başardık da.

Herkes kendi bölümlerinde, bölümlerin yanı sırakısımlarda biraz birikimi olan arkadaşlarla bir arayageldik. Onların bulundukları bölümlerdeki arkadaşlarlailetişime geçmelerini sağlamaya çalıştık. Bunda başarılıda olduk. Eğitim gerekiyor Gedik’teki işçilere. Bizim tekamacımız oydu. Bizden önceki işten atmalarınsonrasında yaptığımız toplantıda eğitimlere başlamayıkonuşmuştuk. Zaten bunları konuştuktan sonra biz deişten çıkartıldık. O konuşmaları bizler yaptığımızdanherhalde bizler çıkartıldık.

Kızıl Bayrak / Pendik

Gedik Kaynak fabrikasında işten atılan Hikmet Şahin ve Kemal Güzel ile konuştuk...

“Sendika da biziz, işçi de biziz!”

Page 12: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

“Havzada örnek bir direniş öreceğiz!”

Almanya merkezli kargo ve taşımacılık devi DHLLojistik’te 15 Haziran’dan bu yana direnişlerinisürdüren işçiler, 2 aya yaklaşan direniş sürecini vetaleplerini gazetemize anlattılar...

- 2 aydır işe geri dönme ve sendikalhaklarınınızın tanınması için direniştesiniz.Sendikalaşma sürecine nasıl geldiğinizden veDHL’deki çalışma koşullarından bahseder misiniz?

Direnişçi DHL işçileri: Sendikalaşma sürecimizzam döneminde başladı. %6 oranında bir zamyaptılar. Bu zam oranı maaşlarımız da düşük olunca10-20 TL gibi komik bir rakam oldu. Senelerdirücretlerde düzelme, zam, iyileşme gibi vaatlerle bizioyaladılar. İstekler hep arttı, hep daha fazlasınıistediler bizlerden. Ancak ücretler yerinde saydı.Üretim kalitesi ve standardı yükselmesine rağmenücretlere bir yansıma olmadı. Bizler de bazıbinalarımızda bir araya gelerek yönetime çağrıdabulunduk, toplantı yaptık. Vaatler verildi, değişenyine bir şey olmadı. Bu böyle gitmez dedik vesendikalaşma sürecine başladık, TÜMTİS’teörgütlenme çalışmalarını başlattık.

- Bu süreçte işten atma saldırısıyla karşılaştınız vedireniş bayrağını yükselttiniz. İş yerinde çalışmayadevam eden işçilere karşı DHL’nin tutumu nasıl?

Direnişçi DHL işçileri: Elbette mücadelemizkarşısında işverenin saldırıları da başladı. 20’ninüzerinde işçi arkadaşımız atıldı şu ana kadar. İçeridebaskılar yoğun olarak sürüyor. ‘İkna odaları’ kurupsendikadan istifa ettirmeye çalışıyorlar. Kayıtalınmasından korktukları için, odalara aldıklarıarkadaşlarımızın telefonlarını topluyorlar. Sendikaadını kullanmayarak ‘malum konu için görüşeceğiz,Fenerbahçe Federasyonu’na üyeymişsiniz’ diyereksendikalı olup olmadığını öğrenmeye çalışarakistifaya zorluyorlar. Ancak işçi iradesine çarparakbaşarısız oldular. Yanı sıra bizimle içerideki işçileringörüşmesini engellemeye çalışıyorlar. Senelerdirdinlenme molalarında oturabileceğimiz bir yeryapılmasını istiyorduk ancak karşılanmıyordu. Şimdiişçi arkadaşlarımız dışarı çıkıp bizi görmesin diye

15-20 bin liralık bir dinlenme alanı yaptılar bahçeye.

- Binlerce işçinin ağır çalışma koşulları altınaçalıştırıldığı bir havzada DHL önündedireniyorsunuz. Sizin kazanımlarınız tümhavzadaki işçilerin durumuna yansıyacaktır.Direnişi bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Direnişçi DHL işçileri: Çalışırken yıllarcavaatlerle bekletildik. Artık ok yaydan çıktı. Budavaya gönlümüzü, ruhumuzu koyduk. Bizler iştenatıldık ama içeride bu sürecin kazanılmasınıbekleyen arkadaşlarımız var. Sadece kendimiz içindeğil onlar için de direnmeliyiz. Yaptığımız işteyetkin kişileriz, yüksek ücretlerle iş teklifleri degeliyor. Ancak biz direnmeye devam edeceğiz,davamızdan vazgeçmeyeceğiz. Çünkü sadece işistemiyoruz, sendikalı olarak işe geri dönmekistiyoruz. İşverenlerin baskısına rağmenkazanacağımıza inanıyoruz. Bu dava sadece ekmekdavası değil, aynı çatı altında çalıştığımız yüzlerceişçinin onur davası. Bu davayı çalıştığımız DHL’dekiyüzlerce işçi arkadaşımızla birlikte havzadakibinlerce işçinin davası olarak görüyoruz. Bizler DHLdirenişçileri TÜMTİS ile havzada örnek bir direnişöreceğiz. Bunu başarabileceğimize inanıyoruz çünküDHL işçileri birbirine bağlı ve örgütlü işçilerdir.

- Direnişinize verilen destekleri nasıldeğerlendiriyorsunuz ve son olarak buradan birçağrınız var mı?

Direnişçi DHL işçileri: Çeşitli fabrikalardanişçiler ziyaretimize geliyorlar, sivil toplum örgütleri,siyasi partiler ziyaretlerde bulunuyor. BDSP, TKP,CHP, HDK, bağımsız milletvekilleri, diğersendikaların şubeleri ziyaretlerde bulunuyorlar.Yanımızda olduklarını söylüyorlar, kendimizi budesteklerle daha güçlü hissediyoruz.Buradan direnişteki işçi kardeşlerimize sesleniyoruz.THY, Hey Tekstil, Kiğılı, Bedaş, TOGO, MİCHA,Senkromeç’te ve Antep’te direnen bütün örgütlüişçileri selamlıyoruz. Mücadelelerini destekliyoruzve destek bekliyoruz. Biliyoruz ki ‘Birleşe birleşekazanacağız!’

Kızıl Bayrak / Esenyurt

DHL işçilerindenEsenyurt’ta yürüyüş

İşten atılan DHL işçileri, işe geri dönmekve sendikal hakklarını kullanmak için başlattıklarıdirenişin 59. gününde DHL Esenyurt-2 Deposu’nunönünde basın açıklaması gerçekleştirdiler.

14 Ağustos günü Köyiçi Meydanı’nda toplanankitle, buradan Esenyurt-2 Deposu’na yürüyecek veişçilere çay molasında seslenecekti. Ancak DHLpatronunun eylemi boşa düşürmek için çay molasını1 saat ileri alması üzerine kitle meydanda sloganlarve halaylarla bekledi.

Yürüyüşün en önünde direnişçi DHL işçileri veaileleri TÜMTİS önlük ve şapkalarıyla yer alırkenHDK, Halkevleri, TKP de yürüyüşe katılım sağladı.BDSP korteji, katılımı ve coşkusuyla dikkat çekti.

Direnişteki THY işçileri ve Kiğılı direnişçisi de DHLişçilerini yalnız bırakmadı.

Yürüyüş yolu boyunca, direnişle dayanışmayıyükselten BDSP imzalı yazılamalar ve ozalitler gözeçarptı.

Depo önünde sloganlarla bekleyen kitleye dahasonra TÜMTİS üyesi UPS işçileri eklendi. Basınmetnini, TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı ErsinTürkmen okudu.

DHL’de yaşananları anlatan Türkmen, DHL’deişten atılan işçilerle uluslararası sınıf dayanışmasınınbüyüdüğünü ifade etti.

Açıklamanın ardından DHL deposunun önündehalaylar çekildi. Eyleme Türk-İş’e bağlısendikalardan Harb-İş Anadolu Yakası Şubesi,Belediye-İş İtfaiye Şubesi, Tez-Koop-İş 4 No’lu Şube,Haber-İş İstanbul 1 Nolu Şube ve Petrol-İş İstanbul 1Nolu Şube de katıldı.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

DHL direnişine destek DHL’de sendikal örgütlenme mücadelesini

sürdüren TÜMTİS ile uluslararası dayanışmabüyüyor.

TÜMTİS’in bağlı olduğu Uluslararası Taşımaİşçileri Federasyonu (ITF) ve UNI Küresel Sendikasıişbirliği ile Labourstart.org’ta TÜMTİS’e üyeoldukları için DHL tarafından işten atılan 24 işçi içinimza kampanyası başlatıldı. Labourstart.org aracılığıyla DHL’nin üst düzeyyöneticilerine gönderilen mektupta işten çıkarılanişçilerin geri alınması, ILO’nun 87 nolusözleşmesinde ve yine şirketin kendi KuramsalSorumluluk metinlerinde garantilendiği gibiörgütlenme hakkına saygı gösterilmesi talepediliyor. Şu anda İngilizce olarak yayınlananmektup, yakın zamanda Türkçe olarak ve pek çokdilde dayanışma için imzalamaya açık olacak.

14 Ağustos 2012 / Esenyurt

Page 13: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

İstanbul Güneşli’de kurulu Texim Tekstil’de 2,5yıldır Teksif Sendikası’nda örgütlenme çalışmasıyürüten işçiler 6 Ağustos 2012 tarihinde işten atmasaldırısıyla karşılaştılar. İşten atılan 35 işçisendikalarıyla birlikte işlerine geri dönmek için fabrikaönünde direnişlerine devam ediyorlar. İşçilerle direnişsüreci üzerine konuştuk...

-2 yılı aşkındır sendikal mücadele vermektesiniz vebu mücadelenizi engellemek için Texim patronu iştenatma saldırısı gerçekleştirdi. İşten atılma gerekçesiolarak sizlere neler sunuldu?

Ersin Güleç: 6 Ağustos sabahı iş başı yapmak içinişe geldik ve iş akdimizin fes edildiğini öğrendik. Bizimiş yükümüz fazlasıyla artırıldı bizde bu çalışmakoşulunu kabul etmedik, itiraz ettik. Patronda bunakarşılık bizi işten çıkardı. Biz de mücadele yolunuseçtik. Asıl gerekçe sendikalı olmamız, öncü olarakmeydana çıkmamız. 2,5 yıldır örgütlenme çalışmasıbaşlattık, o günden bugüne birçok baskıyla karşılaştıkbu işten atma saldırısı da son kozlarıydı.

-Direnişinizin sesini duyurmak için neler yaptınızve neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Ersin Güleç: 7 Ağustos günü Beyoğlu Tünel’denAlman Konsolosluğu önüne yürüyüş gerçekleştirdik.Bundan sonraki eylem kararlarını sendikamızla birliktealıyoruz. Şu an fabrika önünde bekliyoruz. Sonrasındane olur bilemiyorum. Ziyaretçilerimiz geliyor,sürecimizi onlara anlatıyoruz.

-Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, talepleriniznelerdir?

Ersin Güleç: Patron bize tazminat verip göndermekistiyor. İçeride olduğu gibi burada da psikolojik baskıyadevam ederek bizi yıldırmaya çalışıyor fakat kesinlikleyılmayacağız. Bize tazminatınızı alın buradan gidindiyor. Biz tazminat değil sendikamızla birlikte işimizegeri dönmek istiyoruz. İşimize geri dönene kadar dadirenişimizi sürdüreceğiz.

-İçerideki işçilere baskı yapılıyor mu ya da çalışmakoşullarında herhangi bir değişiklik yapıldı mı?İçerideki arkadaşlarınızın direnişe destekleri nedurumda?

Ersin Güleç: Biz içerideyken de baskılar çokfazlaydı, biz dışarı çıkınca da artmaya devam etti.Kadınların çalıştığı bölümde hakaretler çok fazla arttı.Hatalı işler işçilerin yüzlerine atılıyor. Biz bunlara

içeride tepki gösteriyorduk. Kendi tutanaklarımızıkendimiz tutuyorduk. Birbirimize sahip çıkıyorduk.Şimdi de içerideki bu baskılara karşı aynı yöntemikullanıyorlar. İçerideki sendikalı arkadaşlar direnişimizidestekliyorlar. Sendikamız bizi yalnız bırakmadığı vesesimizi duyurduğu için ona güveniyoruz. İçeridekiarkadaşlar da sendikaya daha fazla güvenmeyebaşladılar ve bizlere destek veriyorlar. Yanımızagelenler, camlardan el sallayanlar var. Sendikaya üyeolmayan arkadaşlar da üye olmaya başlamış durumda.

-Fabrikada hangi bölümler var? İşten atılanarkadaşlarınızla aynı bölümde mi çalışıyordunuzyoksa başka bölümlerden de işçiler var mı? Ve sonolarak hangi markalara üretim yapıyordunuz?

Ersin Güleç: Dikim ve ütü paket bölümünde kadın-erkek karışık çalışıyoruz. Biz dokuma bölümündeçalışıyorduk. İşten atılan bütün arkadaşlarım dokumabölümünden. Hugo Boss, Mayline, Escada, Bogner,Falke, Marc Cain, Roy Robson, Pierre Cardin, ParkBravo ürünlerini üretiyorduk.

-Fabrika önü direnişini nasıldeğerlendiriyorsunuz?

Ahmet Dilek: Sendikalaşma çalışması ve iştenatıldığımda direnişe geçmek benim ilk defa yaşadığımbir olay. Benim gibi burada bulunan birçok arkadaşımında ilk defa başına geldi. Biz daha öncesinden hakaramak nedir bilmezdik. Sabah çıkardık evden işimizegücümüze giderdik, akşam da hiçbir şey düşünmezdik.Hakkımız nedir, nasıl hak aranır bilmezdik, düşünmekde istemezdik. Ama arkanda gücün varsa bunlarıdüşünür ve harekete geçersin. Arkamızda gücü gördükhaklarımızı öğrendik artık. İnsanda bir direnme,mücadele etme gücü doğuyor. Ben niye bundan sonraezik durayım ki! Benim dik durmam, bunlara karşımücadele etmem gerek. Bu zamana kadar yasaları onlarbilip uyguluyordu bundan sonra ben de yasalarda kendihaklarımı öğrendim. Onların avukatları, uzmanlarıvardı, yasanın neresinde, ne varsa hepsini bulup bizekarşı kullanıyorlardı. Benim avukat tutup bunlarıaraştırma imkanım yoktu. Aldığım bin TL maaşla evimimi geçindireceğim, avukat mı tutacağım. Böyle birimkanım yok. Sendikamızla tanıştık o bize haklarımızıve neyin nasıl yapılacağını anlattı. Biz de sendikamızınarkasındayız.

-Civarda birçok tekstil fabrikası var. İsimler farklıolsa da sömürü koşulları aynı ve sizler kendifabrikanızda koşulları biraz daha iyileştirmek veörgütlülüğünüze sahip çıkmak için çıktınız bu yola.Bunun hakkında neler söylemek istiyorsunuz?

Ahmet Dilek: Birçok işçi haklarını bilmedençalışıyor ama nasıl yaşadığımızı biliyoruz. Artık neyapılması gerektiğinin farkına vardık ve buradan diğerişçilere de örnek olabilmek beni çok mutlu ediyor. BizTürkiye’de triko sektöründe ilk defa böyle bir şeybaşlattık bu da çok önemli. Herkes bizi takip ediyor.Burada bir başarı elde edersek inanıyorum ki diğerişçiler de uyanacak. Onlar da “Bak, sesini çıkarıncakazanıyormuşsun” diyip kendilerine güvenleri gelecek.Biz de bir şey bilmiyorduk ve burada öğrendik. Adambize diyordu sen akşama kadar yatıyorsun al iki makinedaha bak. Biz de başımızı öne eğip o iki makineyi deçalıştırıyorduk. Hakkımızı, hukukumuzu bilseydik omakineye de bakmazdım. Ben sendikalı olmadan önceburaya haklarımızı anlatan kağıtlar geliyordu.Bakıyordum aman deyip geçiyordum. Hiç merak edipokumuyordum bile. Meğer onlar bizim içinmiş.

-Türkiye’nin birçok yerinde direnişler var sizler debu direnişlerin içerisinden geçerek işçi sınıfına nasılkazanılması gerektiğini öğretiyor ve öğreniyorsunuz.Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ahmet Dilek: Ben inanıyorum ki bu direnişi en iyişekilde kazanacağız. Bu direnişi hep beraberkazanacağız. Teşekkür ederim.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

“Biz başarırsakdiğer işçiler de uyanacak!”

Sendikalaşma çalışması yürüttükleri için işten atılan ve direnişe geçen 36 Texim işçisinin fabrika önündekibekleyişi sürüyor. Küçükçekmece BDSP ve direnişçi Kiğılı işçisinin 15 Ağustos günü direniş alanınagerçekleştirdiği ziyaret sırasında direniş üzerine sohbetler edildi.

Pazartesi günü patronun işten atılan işçilerle tek tek görüştüğünü belirten direnişçi işçiler, patronun,paralarını alıp direnişi bitirmelerini istediğini, bunun karşısında işçilerin ise fabrikaya sendikalı girip, işe geridönene kadar direnişlerini sürdüreceklerini belirttiklerini anlattılar. Ayrıca Kiğılı direnişi üzerine yapılansohbetlerde, direnişçi Texim işçileri Kiğılı direnişçisinin yaptığı eylemleri takdir ettiklerini belirttiler.

İşçilerin paydos saatine kadar yapılan sohbetin ardından içerden çıkan işçiler her akşam direnişçi Teximişçilerinin yaptığı gibi halaylar ve sloganlarla karşılandı. İşçilerin fabrikadan ayrılmasının ardından Teximişçileri direniş alanından ayrılmak için idari kadronun çıkış saatine kadar bekleyişlerini sürdürdü.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Texim’de direniş sürüyor...

Ersin Gulec

Ahmet Dilek

Page 14: SY Kızıl Bayrak 12-33

Röportaj14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Tez-Koop-İş Sendikası Genel Merkezi’nin İzmirŞubeleri’ni kapatma kararı geçtiğimiz haftalardauygulanmış, biz de bu konuyla ilgili, kapatılan 2 No’luŞube Başkanı Caner Fırat ile konu hakkındakonuşmuştuk. Bu hafta da İzmir Şube ve Genel Merkezarasında yaşanan tartışmalara dair Tez-Koop-İş GenelEğitim Sekreteri Haydar Özdemiroğlu ile konuştuk…

- Uzunca bir süredir sendikanızın genelmerkeziyle İzmir şubelerinin yönetimleri arasındasüregelen bir çatışma olduğu biliniyor. Buyaşananları anlatabilir misiniz?

- Tez-Koop-İş Sendikası Genel Merkezi’ninşubelerle bir çatışması söz konusu olamaz. Anlayışfarkı olabilir. Ben İzmir şube başkanlarıyla ilgili gerekbaşkanlar kurulunda, gerekse de genel kurulda hangikonularda rahatsız olduğumu söyledim. Biz 2 No’luŞube Başkanı olan Caner Fırat’ı Kipa’da iştenatıldıktan sonra Tez-Koop-İş’te işe aldık. Yani mağduretmedik. Örgütlenme yaptığımız yerlerde öncü işçiarkadaşlarımız işten atılırsa, sendikamız onlaraolanakları çerçevesinde sahip çıkar. Caner Fırat bizimleepey bir süre çalıştı. Daha sonra yollarımızı ayırdık.Onun detaylarına girmeyeceğim. O süreçte Kipaörgütlenmesi devam ediyordu ve 2 No’lu Şube’deseçim süreci başlamıştı. Sanırım o dönem Kipaçalışanları “duygusal” davrandılar ve bu kişi yapılanseçimde göreve geldi. Bu arada sendikamıza karşıaçmış olduğu işe iade davası devam ediyordu. Genelbaşkanımız birçok kez başkanlar kurulunda ona budavayı çekmesi gerektiğini, etik bulmadığını söyledi.Caner Fırat ise kendisinin dava açıldığı tarihte askerdeolduğunu belirterek davanın avukat aracılığıylaaçıldığını söylemiştir. Bu tartışmaların ardından davayıgeri çekeceğini beyan etti. Ancak buna rağmen davayıgeri çekmedi ve dava dilekçesinde Tez-Koop-İş’tenmaddi açıdan birtakım taleplerde bulundu. Sizeverdiğim dava dilekçesine de baktığımızda 1 Mayısİşçi Bayramı’na, 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’ne, Tariş, UPS ve Tekel direnişine, en üzücü olan

da örgütlenme çalışması yaptığımız kendi işyeri olanBalçova, Kipa önünde yapılan eylemlere katıldığınısöyleyerek, bunlarla ilgili fazla mesai talebindebulundu. Biz de bu arkadaşa dilimizin döndüğünceuyarıları yaptık. Ben Başkanlar Kurulu’nda 20 taneşube başkanının ve 5 genel merkez yöneticisininhuzurunda, “Tez-Koop-İş Sendikası 1 Mayıs’a, 8Mart’a katıldığı için fazla mesai isteyen insanlarlaçalışamaz. Bu tür bir anlayışın sendikamızda yeriyoktur. Bu bir sınıf düşmanlığıdır. Böyle bir şubebaşkanını Tez-Koop-İş bünyesinde barındırmaz!’’ diyeyüzüne söyledim. Gerçekten bu söylediğiminarkasındayım. Hatta şu soruyu da arkasından sordum:Kipa mücadelesinde sınıf dostlarımız sürecimizekatılarak destek verdi. Peki, onlar kimden fazla mesaiücreti isteyecekler? Böyle bir anlayış olabilir mi?Dayanışmada para-pul hesabı yapılır mı? Tekeldöneminde sendikamızın tüm olanaklarını işçilereaçtık. Beni üzen şey Tekel direnişinde birliktemücadele ettiğimiz sendikanın uzmanı olan kişi,haddini bilmeden Caner Fırat ile birlikte bize karşıdüşmanca bir tavır sergiliyor. Tez-Koop-İş Sendikasınerede mücadele varsa oraya gider ve bunu sınıfruhuyla yapar. Ama bu şahıslar rantlarını ve maddiçıkarlarını düşünüyorlar. O yüzden bu tür bir anlayışınTez-Koop-İş’te barınması mümkün değildir. Aynızamanda, emekten yana hiç kimse de bunu tasvipetmez, edemez.

“Kipa işçileriyle bizlerikarşı karşıya getirmek istiyorlar”

- Genel Merkeze yönelik “Kipa örgütlenmesinikendi koltuklarını sağlama almak için kullandılar.’’yönünde eleştiriler var. Keza, sizin de benzeraçıklamalarınız var. Bu tabloya ve eleştirilere ilişkinne söylemek istersiniz?

- Kipa örgütlenmesiyle bizim koltuklarımızısağlama alma çabamızın ne gibi bağlantısı varanlamadım. Genel kurul öncesinde Kipa işçilerinin

seçme ve seçilme hakkını elinden alıyorlar diye birkarşı propagandaya giriştiler. Kipa’da çalışan birarkadaşımız, Bursa şube yönetim kurulu üyesidir. Yanihem seçme hem de seçilme hakkını kullanmıştır. Bizdeüst kurul delegeleri, sendikamızın anayasası olantüzüğümüze göre şubelerin örgütlü olduğu işyerlerinden yetkili olanlar, aidat ödeyenler ve toplu işsözleşmesi imzaladığımız işyerleri hesap edilereksayılar belirlenir. Genel kurul öncesinde Kipa’dayetkiyi alamadığımız için üstkurul belirlenmesindeburadaki üyelerimizi dahil etmedik. Fakat CanerFırat’ın da desteklediği grup tüzüğe aykırı olduğuhalde Kipa işyerlerindeki üyelerimizin de bu hesaptayer almasını istediler. Bu ise açıkca tüzük ihlaliydi,nitekim dava açtıkları mahkeme de bizim görüşümüzeonay verdi.

Biz Kipa örgütlenmesine 2003 yılında başladık.Daha önce yapılan iki genel kurulda da bunlar zatenüstkurul delege hesabında sayıya dahil edilmedi.Çünkü yetkili bir işyerimiz değil Kipa. Yetkili olacak,toplu sözleşme imzalayacak duruma geleceksiniz ya daaidat gelecek. O nedenle örgütleme yaptığımız yerlerdeo işyerlerinde yetki çıkmadığı sürece üst kurul delegesiseçilirken şubelerde bu hesap edilmez. Onların amacıKipa işçileriyle bizleri karşı karşıya getirmektir.

- İzmir 2 No’lu Şube Genel Kurulu’nda 107delegenin oy kullandığı seçimde şimdiki yönetim oyçokluğu ile yönetime geldi. Şimdi ise 1 ve 2 No’luşubelerin genel merkez tarafından kapatılmasıgündemde. Sizce, şubelerde yaşanan sorunların şubekapatma gibi yöntemlerle çözülmesi doğru mu?

- Şimdi orada yanlış bir söylem var, biz şubekapatmıyoruz, biz şubeleri birleştiriyoruz. Bu kararı daen üst organımız olan genel kurul verdi. Şimdi İzmir 2No’lu Şube’nin genel kurulu zaten davalık. Genelkurulun tüzüğe aykırı olduğu gerekçesiyle bazıarkadaşlar dava açtılar. Bu dava neticesine göre,yeniden genel kurul yapılabilir. Orada, delegeseçimlerinde örgütlü olmadığımız için Kipa iş yerlerinegiremedik ve sandık koyamadık. Biz delege seçimleriniyaparken iş yerlerine gidiyoruz, sandık koyarak seçimyapıyoruz. Bütün üyelerimiz de bu seçimlere katılıyor.Kipa iş yerinde ve yetkili olmadığımız işyerlerinde bumümkün değil. Dolayısıyla orada da delegelerikendileri belirlediler, başka adayların çıkmadığınısöylediler. Ama biz yine de genel kurul kararınasaygılıyız, seçim yapılmıştır diyoruz. Genel Kurulyargıya intikal etmiştir. Yargılama neticesinde eğergenel kurul iptal edilirse, biz yeniden seçim yapacağız.

Yapılan genel kurul öncesinde BaşkanlarKurulumuza ve şube başkanlarına bilgi vererekgörüşlerini aldık ve bu görüşler doğrultusunda birgündem hazırladık. Bu gündemi en yetkili organ olangenel kurulumuza götürdük. Genel kurulu kimsetartışamaz çünkü en demokratik ve yetkili organorasıdır. Bizlerin göreve gelmesine, görevlerimizinsona ermesine, şube kapatmaya, şube açmaya, hizmetödeneklerinin kaldırılmasına, her türlü harcamalara,yani idari mali her şeye genel kurul karar verir. Enyetkili organa başvurmamızı eleştiriyorlar. Eğer GenelYönetim Kurulu olarak biz bir karar alsaydık, yönetim

Tez-Koop-İş Sendikası İzmir Şube ve Genel Merkez arasında yaşanan tartışmalara dair...

“Sendikal bürokrasiyi yıkıp göreve geldik”

Page 15: SY Kızıl Bayrak 12-33

kurulu kararı ile işlem yapmış olsaydık arkadaşlarhaklı olabilirdi. Biz asla o yola gitmeyiz. Bir sorunolduğunda hemen en yetikili kurulumuza genel kurulabaşvururuz, bu yöntemi çoğu sendika uygulamaz.Nitekim burada da aynısını yaptık; genel kurulunhakemliğine başvurduk. Genel kurulda, yine hiçbirsendikanın yapamadığı, çok fazla tartışma konusuolan hizmet ödeneklerini düşürdük. Maaşlarımız kezayine web sayfamızda yayınlanmıştır. İnternetsayfamızda üyelerimiz maaşlarımızı şeffaf bir şekildegörebilirler. Tüzüğümüz, maaşlarımız, toplu işsözleşmelerimiz hepsi web sayfasında vardır. Buolumlu yanlarımızın öne çıkarılması gerekirken,tamamen şubelerin kapatılması şeklinden anti-propaganda yapıyorlar. Şubelerin kapatılması sözkonusu değil. Şubelerin birleştirilmesi var. Tek şubeolduğunda daha güçlü bir şube olabilir, daha etkin birşube olabilir. Genel Kurul kararını olumlu yanlarıyladeğerlendirmekte fayda var.

-Geçtiğimiz aylarda, Tez-Koop-İş İstanbul 5No’lu Şube’de olağanüstü bir yönetim değişikliğiyaşandı. Bu da suların durulmasına neden olmadı.Buradaki süreçte de genel merkez yönetimi yoğuneleştiriler aldı. Bu süreçlerde tabanın iradesininetkin oduğunu düşünüyor musunuz?

- İstanbul 5 No’lu şube ile ilgili de öteden beriarkadaşlar bize rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. İkidefa delegeler genel merkeze seçim talebiyle imzagönderdiler, ama biz reddetmiştik. Daha sonra oradasular durulmadı, tabanla şube yönetimi arasında ciddiçatışmalar vardı. Delegelerin 2/3’ü tekrar imzatoplayarak bize noterden seçim talebiyle başvurdular.Bu başvurudan sonra, tabanın iradesini dinlemek, dahauygun ve daha demokratik olur diye genel kurula onayverdik. Sonuçlarını gördüğümüzde, hem imzatoplayan delegelerin hem de genel merkezyönetiminin onayının ne kadar haklı olduğu ortayaçıktı, şube yönetimi değişti. Şimdi tabanın iradesidiyorsak, taban söz sahibi olsun diyorsak 2/3 imzatoplanıyorsa burada imza toplayan delegeleriniradesine de saygı göstermek gerekir. Bu delegeler,aynı zamanda hakkında imza topladıkları yönetimiseçen delegeler.

Biz artık yönetimin icraatlarından memnun değiliz,tabanla arasındaki bağ koptu gibi gerekçeler ile bizegeldiklerinde öncekiler gibi hayır deseydik, bu sefertabanın iradesine karşı durmuş olurduk. O da zatenbizim anlayışımıza ters.

“Kipa işçisini bize düşman ettiler”

- Tez-Koop-İş Genel Merkezi olarak, konuylailgili yaptığınız açıklamalarda sendika içerisindenbürokratik anlayışı temizleme hedefinde olduğunuzusöylüyorsunuz. Bununla ilgili attığınız somutadımlar nelerdir?

- Tüzüğümüz, temsilcileri atama yetkisini şubeyönetimine vermiştir. Biz genelde şube başkanlarımızaşunları söyleriz: bu atama yetkisini mecburkalmadıkça kullanmayın.

Sınıfa inanan mücadeleci öncü arkadaşlar varsa, oişyerlerinde örgütlemeyi tam olarakgerçekleştiremediyseniz, sandık koyduğunuzdaişveren baskılarıyla bu arkadaşlarımız sıkıntıyagirecekse atama yolunu seçin ve bu arkadaşlarımızıişverene karşı koruyun. Bu tehlike ortadan kalktığındatüzükte atama yetkiniz olsa bile en kısa sürede seçimyapmayı ihmal etmeyiniz. Seçimle geleni tüzük gereğiatarsınız diyoruz.

Ama genellikle sandığı koyun, taban iradesisandığa yansısın ve dolayısıyla tabanın istediğiinsanlar görev alsın diyoruz. Biz sendikal bürokrasiyiyıktık da göreve geldik. Bürokrat sendikacılar eğitimeve örgütlemeye önem vermezler.

Şeffaflık yoktur, sendika içi demokrasi hiç yoktur.Tabanın söz ve karar sahibi olmadığı sendikalardabürokratik yapı mevcuttur.

Peki ben de bu arkadaşlara şunu soruyorum: Genelmerkezde göreve geldiğim süre içerisinde- aşağıyukarı 3 yıldan fazla bir zaman- her şubede yereleğitim yaptım, yalnızca İzmir Şube’de eğitimyapmadım çünkü eğitim talebinde bulunmuyorlar.Eğitimden neden kaçıyor arkadaşlar? Genel EğitimSekreteri olarak ben çalıştırılmıyorum, işimiyapamıyorum. Buna rağmen İzmir bölgesinde yineulaşabildiğimiz üyelerimize ulaştık ve eğitimçalışmaları yaptık. İzmir bölgesinde eğitim verenhocamız, başka iş kollarında örgütlenen insanlara,işçilere eğitim veriyor. Ama Tez-Koop-İş’in üyelerineİzmir’de eğitim veremiyor. Neden Yıldırım Koç’uçağırıyorsun, eğitim verdiriyorsun da Volkan Yaraşır’ıçağırmıyorsun?

Eğer biz bu bölgedeki arkadaşlara eğitimverebilmiş olsaydık, hiç olmazsa taban da bunlarıngerçek yüzünü görmüş olacaktı. Sınıf eğitimi alanişçiler bunların korkulu rüyası. Volkan Hoca’ya eğitimyaptırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Birçokkez yaz eğitim seminerlerini sabote ettiler.

İzmir’e genel merkez yöneticileri olarak Kipadavasını izlemek için gidelim dedik. Adliye çıkışındabize saldırdılar. 30-40 kişi benim üzerime saldırdı. Bukişiler seçilmiş insanlara saldırıyorlar. Kipa işçisinibize düşman ettiler. Daha sonra bize saldırankişilerden birisine eğitimde rast geldim, beni tanıyormusun dedim. Hayır dedi. Peki tanımadığın haldebana nasıl saldırıyorsun diye sordum. Bize öyledediler ben de vurdum dedi. İşte böyle bir tabanyaratıyorlar. Ben adını çeteleşme koyuyorum. Oradabir çete oluşturmuşlar, kendisini çete reisi zannedenlervar. Biz oradaki demokratik olmayan düzenidemokratik hale getirmeye çalışıyoruz. Kapıları bizeaçmıyorlar, üyelerle görüşmelerimizi engelliyorlar.Ankara’dan genel başkan, genel örgütlenme sekreteriile İzmir’e gidiyor. Kipa işçileriyle toplantı yapacak,ama kimse gelmiyor toplantıya. Bir baskı ortamı var.İzmir Sendikalar Birliği de onların iddialarınadayanarak bizi mesnetsiz bir şekilde eleştiriyor. Bizidinleseler onları doğru bilgilendireceğiz.

Eğer bir sendika lideri, ben 1 Mayıs’a, 8 Mart’agittim, bana sendika para ödesin diyorsa buahlaksızlıktır. Biz bu tür bir anlayışı Tez-Koop-İşSendikası’nda barındırmayız. Bizim ve tabanımızınanlayışına tamamen ters. Bu adamlarla ilgili bizimsöyleyeceklerimiz bu kadar.

“Tez-Koop-İş Sendikası’ndabürokrasiye yer yoktur”

- Türk-İş’in mücadeleden uzak, hükümet yandaşıçizgisine karşı, mücadeleci iddialarla oluşmuş SGBPçatısı altında olan bir sendikasınız. Yaşanan süreç buiddialara zarar vermiyor mu?

- Hayır, SGBP’ye ve iddialarına asla zararvermez. Genel Merkezleri de bu konuyla ilgilibilgilendirdim. Daha dün Deri-İş Genel başkanıylagörüştüm. Togo işçileri burada mücadele ediyor, bizde Tez-Koop-İş olarak direnişin başından itibarenelimizden gelen her türlü desteği sunuyoruz.Mücadele zaferle sonuçlanana kadar da destekolmaya devam edeceğiz. Fakat ne yazık ki Deri-İşSendikası’na bağlı bir şubenin başkanı, gazetelerebizimle ilgili bilgi sahibi olmadan, bu konuyla ilgiliyorumlar yapıyor. Ben bu konuyla ilgili bir metinhazırladım. Açıklayıcı bir metin ve SGBP içindekitüm sendikalara gönderdim. Bu metin eline geçtiktensonra bu arkadaşın dönüp işin aslını sormasıgerekirdi. “Devrimcilik” yaptıklarını iddia edenbirkaç arkadaş var. Ankara’ya gelsinler, bizimverdiğimiz mücadeleyi görsünler. Biz eğer birisineeleştiri yapacaksak, önce muhattabına gider sorarız.İzmir Sendikalar Birliği, benim anladığım kadarıyladuygusal davranıyor. Yanlış yapana sahip çıkıyorlar.Bu davranışlarıyla o platforma da zarar vermişoluyorlar. Yaptıkları iş de amacından sapmış oluyor.Tez-Koop-İş Sendikası’nda bürokrasiye yer yoktur.Biz zaten bürokrasiyi ortadan kaldırmayaçalışıyoruz. Şu anki genel başkanımız bir marketişçisidir. Ben içinizden biriyim diyor, bize yapılansaldırıda Kipa işçilerine de bunu söyledi. Bu durumçok kötü bir hal aldı. Ancak, tüm tabanın onlar gibidüşündüğünü zannetmiyorum. Çeteleşenler busendikada artık barınamaz. Biz tabanlabütünleşeceğiz.

“Tabanın iradesine saygı göstermiyorlar”

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?- Sendikalar keşke bizim yaptığımızı yapsa.

Genel kurula danışarak iş yapsalar, ben çözemediğimzaman beni göreve getiren yere, genel kuruladanışıyorum. Orası da bana diyor ki şubeleribirleştirelim. Hem de 100’e yakın delegenin oyfarkıyla. Ben onu tanımıyorum diyorlar. Sen bunutanımıyorsan, Tez-Koop-İş Sendikası’nda işin ne?Seni seçerken demokratik oluyor, ama seninbeğenmediğin kararlar alıyorsa anti-demokratikoluyor. Silah mı dayıyorlar bize oy verirken ya davermezken. Sandık koyuluyorsa, oraya da insanlargidip oy atıyorsa, sandığın iradesine saygı göstermekzorundayız. Ben şunu yapsaydım arkadaşlar haklıydı:Genel yönetimi toplayıp Genel Yönetim Kurulukararıyla tasarrufta bulunsaydım onlarla ilgili, ozaman haklı olurlardı. Ama Genel Kurulun aldığıkararlar bunlar. Bundan daha demokratik ne olabilirki? Bürokrasiyle ne ilgisi var bunun? Tabana danışdiyorlar, tabana danıştığımızda da oradan çıkaniradeye saygı göstermiyorlar. Beğenmiyorlar davaaçıyorlar. Genel Kurulun kararını uygulamak, tüzükgereği genel yönetimin görevidir.

Kızıl Bayrak / Ankara

RöportajSayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

Page 16: SY Kızıl Bayrak 12-33

CMYK

9. Mamak Kültür Sanat Fes 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

CMYK

Mamak 9. Kültür-Sanat Festivali, “Yoksulluğa veyozlaşmaya teslim olmayacağız- Yaşasın işçilerinbirliği, halkların kardeşliği” şiarıyla 3-4-5 Ağustostarihlerinde başarıyla gerçekleşti. 3 gün boyuncaolumsuz hava koşullarına rağmen binlerce emekçifestival alanında buluştu.

Mamak İşçi Kültür Evi’nin yılları bulan deneyimive birikiminden süzülerek gerçekleşen festivalçalışmaları, devletin geçtiğimiz yıllarda peşpeşegerçekleştirdiği saldırılara rağmen büyük bir irade vekararlılıkla sürdürülmüş ve bugünlere taşınmıştır. Bualanda “ustalaşan” Mamak İşçi Kültür Evi çalışanları,her bir yılın deneyiminden öğrenerek, elde edilenbirikimlere yaslanmış, tüm baskı ve zorluklara rağmendaha güçlü etkinliklerin altına imza atabildiklerinigöstermişlerdir.

Festivale, emperyalist saldırganlığa vesavaşa karşı mücadele çağrısı

damgasını vurdu!

Her yıl olduğu gibi bu yıl da festival, güncelgelişmelere paralel olarak öne çıkan politik gündemlerekseninde örgütlendi. İşçi sınıfına yönelik kapsamlıyıkım saldırılarının gündemde olduğu, emperyalistleringüdümünde Ortadoğu’da savaş çığırtkanlığınınyükseltildiği ve Ortadoğu’ya yönelik müdahaleplanlarının hızlandığı bir süreçte, festivalin temelgündemi de “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”olarak belirlendi. Ön süreçte kullanılan bülten, bildiri,afiş ve pankartlardan, festival kürsüsünden yapılankonuşmalara, festival alanının düzenlenmesinden,kullanılan materyallere kadar bu gündemler etkin birşekilde Mamaklı emekçilere taşındı. ÖzellikleOrtadoğu’daki gelişmeler, Suriye’ye yönelik saldırıplanları neredeyse kürsüye çıkan tüm sanatçıların vekonuşmacıların da temel gündemi oldu. Buduyarlılığın aynı zamanda Mamaklı emekçilerde deolduğu festival alanında yaygın bir şekilde yapılananketlerden de gözlendi. Mamaklı emekçilerin ağırlıklıolarak, Suriye’ye ve Batı Kürdistan’a müdahaleedilmesine karşı oldukları, emperyalist saldırganlıkkarşısında mücadele edilmesi gerektiğine inandıklarıverilen yanıtlara net bir şekilde yansıdı.

Festivalin bir değer temel gündemi olan “işçilerinbirliği” vurgusunun görece zayıf kaldığınısöyleyebiliriz. Her ne kadar işçilerin yoğun yaşadığıbir bölge olmasına rağmen semt kültürünün ağırbastığı bir alan olması, yerel çalışmanın sınıf ayağınınzayıf olması, festival aktivistlerinin süreç boyunca bugündem ekseninde şekillendirilmesinde yaşananyetersizliklerin bu sonucun temel faktörleri olduğunusöyleyebiliriz. Ancak bu temel etmenlere rağmen,gerek yapılan konuşmalarla, gerek söyleşilerle, gerekkentte halen devam eden TOGO direnişinin festivaletaşınma çabası ile bu eksiklik bir nebze de olsagiderilmeye çalışıldı. Ayrıca, temel şiarların yanı sıra,4+4+4 saldırısı, artan faşist baskı ve teröre karşımücadele vb. gündemli yapılan konuşmalarla birliktefestivalin politik içeriği güçlendirilmiştir. Dolayısıyla

festivalin temel politik gündemlerinin çok yönlü olarakfarklı araçlarla emekçilere taşınması açısından belirginbir çaba sergilendiğini ifade edebiliriz.

Festivale katılımın güvencesi, güçlü ön hazırlık süreci

Erken bir tarihte başlayan festival hazırlıkçalışmaları, tüm süreç boyunca somutta 4 ayaküzerinden yürütüldü.

Birincisi, Mamaklı emekçilere yönelikgerçekleştirilen yaygın duyuru çalışması idi. Erken birtarihte hazırlanan festival tanıtım bülteni, bezpankartlar, 2 çeşit afiş tüm süreç boyunca yaygın birşekilde kullanıldı. 3 bölgeye ayrılarak yürütülen kitleçalışması kapsamında yüzlerce emekçinin kapılarıbirebir çalınarak festivalin gündemleri tartışılarakfestivale çağrıya dönüştürüldü. Belli dönemlerdeyaşadığımız “son ana sıkışma” yaşanmazken,festivalin yaklaştığı günlerde mahalle merkezindeaçılan standlar ve yapılan ev ziyaretleri de işlevselolarak değerlendirildi. Özellikle 2 gün yağan şiddetliyağmurun dinmesiyle birlikte, emekçilerin festivalalanına akması, kitlenin “müziğin sesini duyarak”değil, bizzat, çalışmanın ürünü olarak katılımsağladığının somut göstergeleri oldu. Ancak festivalinardından yapılan değerlendirmelerde, yerellerde oluşankomitelerin daha işlevsel olarak işletilmesinin koşullarıolduğu, bu açıdan daha sistemli, planlı ve programlıdavranmak açısından yetersizlik yaşandığı da eleştirikonusu yapılmış oldu.

İkinci olarak festival çalışmaları kapsamındaMamak’a daralmayan bir çalışma sergilenmeye özengösterildi. Şehir merkezine ve farklı alanlaramateryallerin taşınması planlanırken, sendika, kitleörgütü vb. kurumların da festivale yönelik her türlüdesteği örgütlenmeye çalışıldı. Farklı bölgeleremateryallerin ulaştırılmasında yer yer eksiklikleryaşanırken, kimi kurumların dayanışma amacıyla

sergiledikleri maddi destek kadar, DİSK,Eğitim Sen ve İHD’nin konuşmacı olarak festivalekatılmaları da ayrı bir anlam taşıdı.

Üçüncü ayak ise atölye çalışmaları idi. Geçtiğimizfestivalin ardından çalışmalarını kesintisiz bir şekildesürdüren müzik, şiir, tiyatro atölyeleri de ön süreçtebelirgin ve işlevsel bir çalışma sergilediler.Sıkışıklıktan kaynaklı olarak tiyatro atölyesininsunumu, önümüzdeki günlerde gerçekleşecek etkinliğesarkarken, şiir topluluğunun sunumu emekçilertarafından ilgiyle karşılandı. Keza, Mamak İşçi KültürEvi’nin kurulmasıyla birlikte ilk adımlarını atan, hertürlü zorluğa rağmen kesintisiz ve istikrarlı birçalışmadan ödün vermeyen MİKE Müzik Topluluğu,sergilediği yüksek performans ile, verilen emeklerinkarşılığının alındığını bir kez daha gösterirken,emekçilerin beğenisini topladı.

Dördüncü halka ise, tüm pratik süreçlere içiçeyürüyen eğitim çalışmaları oldu. Festival hazırlıksürecini, aynı zamanda festival çalışmalarına katılantüm güçlerin çok yönlü eğitimi ve gelişimini esasalarak planlayan Festival Hazırlık Komitesi, bukapsamda 6 başlık altında seminerler gerçekleştirdi.

9.Mamak Kültür Sanat Festivali başarıyla gerçekleş

Birikimlere ve deneyimlere y

3 Ağustos 2012 / Mamak

Page 17: SY Kızıl Bayrak 12-33

CMYK

stivali başarıyla gerçekleşti! Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012 * Kızıl Bayrak * 17

CMYK

Devrimci kimlik ve yaşam, Türkiye sınıf hareketitarihi, Türkiye sol hareket tarihi, gençlik hareketitarihi, kadın sorunu, devrimci kültür-sanat başlıklarıaltında yapılan sunumlar, hazırlıklarda yaşanan kimiyetersizliklere rağmen, eğitimin politik çalışmaylaiçiçe geçen bir süreç olarak örgütlenmesi yaklaşımıüzerinden anlamlı bir yerde durdu.

Bir kez daha, komitelere dayalı çalışmanın kritik önemi

Her yıl olduğu gibi, bu yıl festival süreci de genişve açık katılımlı festival hazırlık komitesi üzerindenörgütlendi. Erken tarihlerden itibaren toplanmayabaşlanan komite, festival programından festivalsürecinin örgütlenmesine kadar tüm süreci hep birliktetartıştı, planladı. Kolektif yapılan tartışmalar, haftalıkolarak yapılan değerlendirmelere tabi tutuldu. Zamanınyaklaşmasıyla yaşanan zorlanmalar, yine kollektiftartışmalara dayanılarak giderilmeye çalışıldı. Üçbölgede oluşturulan alt bölge komitelerinin kitleçalışmasını tartışması, planlaması ve an be anüretmesinde zorlanmalar yaşanmasına rağmen,tempolu bir çalışma pratiği sergilendi.

Kuşkusuz ki, festivalin başarısının en temelyanlarından biri de, festival gününü eksiksiz birşekilde örgütleme becerisinin gösterilmesi idi. Yineyılların deneyimlerine yaslanarak, çok yönlüdüşünülen, tartışılan, planlanan organizasyonçerçevesinde 3 gün boyunca festival ufak çaplıyaşanan sorunlara rağmen pürüzsüz bir şekildegerçekleşti. Kuşkusuz ki buradaki başarının gerisindeişlevi, hedefleri ve çalışması net olarak tanımlanmışfestival alan komitelerinin işletilmesi yer alıyor.Oluşturulan 5 ayrı komite (kürsü, güvenlik, teknik,stand, kitle çalışması) önden toplantılarını alarak, hersabah yapılan genel değerlendirme toplantılarınınardından yapılan ekip toplantılarıyla eksiklikleri hızlagidererek, belli bir disiplin, ciddiyet ve inisiyatifledavranarak bu sonucu yaratabilmiş oldu. Güvenlikkomitesinin titizliği, teknik komitenin eksiklikleri hızlagiderme çabası bir dizi aksiliği engelledi. Kuşkusuz ki,altı çizilmesi gereken en temel nokta, kitle çalışmasıkomitesinin enerjisi ve çabasıydı. Geçtiğimiz yıllardayaşanan deneyimlerden dersler çıkararak, materyal veyayınların kullanımına sıkışmadan, emekçilerle birebir diyalog kurabilmek, yarına taşınabilecek bağlaryaratabilmek açısından ciddi bir enerji ortaya konuldu.Kuşkusuz ki, tüm komiteleri ve buralarda yer alankomite bileşenlerini kesen en önemli nokta, yapılantartışmalara dayanarak, tam bir açıklıkla ve inisiyatifledavranabilmesiydi. Güçlerin inisiyatiflerini açığaçıkarabilmek açısından sergilenen pratiğin fazlasıylaöğretici olduğunun altını bir kez daha çizmekgerekmektedir.

Festivalin başarısını, kazanımlarla birleştirmek için...

Politik gündemlerin devrimci kültür sanatla

yoğrulduğu, devrimci bir atmosferde gerçekleşen, herşeyden öteye emekçiler tarafından meşruluğu artıktümüyle kanıksanan festival çalışması üzerinden yenikazanımlar elde edilebilmek için, yaratılan günceldeneyim ve birikimlerinin süzülmesi bir ihtiyaç olarakönümüzde durmaktadır.

Bu açıdan öncelikle, festivalin canlı, devrimci biratmosferde geçmesine rağmen, program olarak yer yeryaşanabilen ve kendini bu festivalde de gösterentekdüzeliğin aşılabilmesi ve aynı zamanda yerelinsınırlarının dışına da çıkabilmesi bugün için en önemliihtiyaç olarak görülmektedir. Bu açıdan daha zenginbir tartışma, daha zengin bir bakış açısı, aynı zamandadevrimci kültür sanat faaliyetinin daha geniş birperspektifle ele alınabilmesi ve daha üretken birçabaya konu edilmesi gerekmektedir.

Kuşkusuz ki, bu yaklaşımın hayat bulabilmesininen temel şartı İşçi Kültür Evi bünyesinde yürütülendevrimci kültür sanat faaliyetinin yeni ve zengin birbakış açısıyla üretilmesidir. Aynı zamanda İşçi KültürEvleri devrimci kültür sanat faaliyeti açısından

sağlanan açıklığa paralel olarak, kitlelerle bütünleşen,emekçilere gündelik olarak kültür sanat faaliyetinitaşımayı hedefleyen bir tarza kavuştuğu koşullarda,emekçi kitlelerin örgütlenmesi ve kuşatılmasıaçısından gerçek işlevini oynayacaktır.

İkinci bir nokta, politik faaliyet düzeyinde mesafealınmasına rağmen, faaliyet kapasitesinin daha dageliştirilmesi ve yetkinleştirilmesi, bu açıdan dahayaygın, daha etkin, kuşatıcı ve örgütleyici bir tarzınegemen kılınması da festivalin sonuçlarınıntoparlanması açısından daha işlevsel bir yerdedurmaktadır. Özellikle güçlerin niteliksel gelişimi ileparalel olarak, kitle çalışmasında zorlanma alanlarınınaşılması, bu açıdan alınacak mesafe, hem festivalinörgütlenmesi, hem de sonuçlarının daha ileriyetaşınması açısından kritik bir yerde durmaktadır.

Önümüzdeki yıl 10.’su gerçekleşecek olanfestivalin, bu bakış ve yaklaşımla örgütlendiğikoşullarda yeni başarıların elde edileceğinden kuşkuduymamak gerekir.

Festival Hazırlık Komitesi

şti!

yaslanarak yeni kazanımlara!

9. Mamak Kültür Sanat Festivali’nde Kitle Çalışması Komisyonu, 3 gün süren festival boyunca Suriye’yeyönelik emperyalist müdahale planlarıyla ilgili yaygın bir anket çalışması yürüttü. Anketlerindeğerlendirmesine göre;

Kitlenin yaklaşık %10’u emperyalist devletlerin Suriye işgaline hazırlandığını bilmiyor. “Olası birSuriye işgalinde Türkiye’nin nasıl etkileneceği” sorusuna ise, “Enflasyon artışı olur, akaryakıt zammı olur,alım gücü düşer” diyenler %75, “Ülkede demokratik hak kısıtlamaları, sınır bölgesinde olağanüstü hal olur”yanıtını verenler %60, “Savaşın ilerleyen süreçlerinde, Türkiye İran için bir hedef haline gelir” diyenler %62.5 oranını oluşurdu. Yanı sıra Türkiye hiç etkilenmez diyenler ise %7.5 oranında kaldı.

Suriye’nin Türkiye sınırındaki Kürt halklarının bölge yönetimini ele geçirmesine karşı “Türkiye bubölgeye müdahale etmeli mi?” sorusuna “Etsin” diyenler %25 iken, “Etmesin” diyenlerin %67.5 oranındaolduğu görüldü. Taraf olmayanlarsa %7.5’te kaldı.

“Suriye işgalinin Ortadoğu’ya sıçrama ihtimalini” düşük görenler %10, yüksek görenler %22.5, kesingörenler %20, bu konuda fikri olmayanlarsa %10 olarak belirlendi.

“Suriye’deki olaylardan sonra iyice belirginleşen ABD, AB, İsrail, Türkiye karşısında Rusya, Çin, İrantaraflaşmasına nasıl bakıyorsunuz? “ sorusuna “Türkiye olması gereken yerdedir, destekliyorum” diyenlerin%2.5, “Türkiye Çin-İran-Rusya tarafında olmalıdır” diyenlerin %25, “Bu devletlerin çıkarları yüzündenhalkların katledilmesine engel olmak gerekir” diyenlerin %75, tarafsız olanlarınsa %5 oranında olduğugörüldü.

“Türkiye, Suriye ya da İran işgallerinden birine katılırsa, Mamak halkı olarak bizler buna karşı nasıl birmücadele örgütlemeliyiz?” sorusuna “İşgal başladığı gün işyerlerimizde grev yapmalıyız” diyenlerin %32.5,“İmza kampanyası başlatılmalı” diyenlerin %35, “Mamak’ta büyük çaplı eylemler yapılmalı” diyenlerin%50, “Mamak’ta işgal karşıtı bölge bölge komiteler kurulmalı” diyenlerin %65 oranında olduğu tespit edildi.

Anketler esnasında emekçilerle canlı tartışmalar yapılırken, emekçilerin Ortadoğu’daki ve Suriye’dekigelişmeleri yakından takip ettikleri, emperyalist işgal planlarına karşı çıktıkları, sonuçlarının Türkiyeli işçi veemekçileri doğrudan etkileyeceği konusunda açık bir fikirleri olduğu gözlemlendi. Ayrıca Mamak’ın Türk veAlevi nüfusunun yoğun olduğunu, yer yer şovenizmden etkilenen bir yapısı olduğunu varsaydığımızda, BatıKürdistan’a yönelik müdahale planlarına ağırlıklı olarak karşı çıkılmasının da oldukça anlamlı olduğu tespitedildi. Aynı zamanda bu gündeme ilişkin yürütülecek çalışmalara açıklıkları da yanıtlarda kendini göstermişoldu.

Festival Hazırlık KomitesiKitle Çalışması Komisyonu

Mamaklı emekçiler Suriye’ye müdahaleyekarşı çıkıyor!

Page 18: SY Kızıl Bayrak 12-33

Kültür-sanat18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Kültür sanatı emekçilerin gündelikyaşamının parçası haline getirmeliyiz...

Değerlendirmeye festival öncesi yürütülen yoğunkitle faaliyetinden başlamak istiyorum. Her gündüzenli bir şekilde dağıtıma çıkılması ve emekçilerlebirebir sohbetler kurulmaya çalışılması hem bizimaçımızdan hem yürüttüğümüz faaliyet açısındangeliştiriciydi. Ancak bazı yoldaşlarımızda bu işin bellibir süre sonra mekanik hale gelmesini gözlemledim.Daha önce kararlaştırılan komite toplantıları alınmışolsaydı belki de bu sorun aşılabilirdi.

Festival alanı teknik açıdan -pankartlarımız olsun,sahne olsun, ses sistemi olsun- gayet iyiydi. Parkıgerçekten festival alanına dönüştürdük. Teknik açıdansadece, ilk gün gösterilen belgeselde bir sorun yaşandı.Bu sorun da önemliydi bence. Üç gün boyuncagösterdiğimiz sinevizyonlardan en önemlisi olanKültür Evi sinevizyonunda böyle bir amatörlükyaşamamız kötü oldu. Bir dahaki seneye aşacağımızainanıyorum.

Festivalde içerik olarak konuşmalar eksikti. Bu birmiktar bizim dışımızdaki etkenlerden (yaz süreciolması nedeniyle sendika vs.lerin tatilde olması)kaynaklansa da festival programının müzik ağırlıklıgeçmesine neden oldu. Kendi topluluklarımız da bencekültür-sanat anlamında oldukça iyiydi. Kültür Evi’niemekçilere iyi bir şekilde tanıttıklarını düşünüyorum.Ancak festivalimiz devrimci kültür-sanatı emekçileretaşımak ve sanatçılarla emekçileri buluşturmaknoktasında başarıya ulaşsa da kültür-sanatı emekçileringündelik yaşamın bir parçası haline getirmeknoktasında başarısız olduğumuz açık.

Festival çalışmasının kişisel örgütlenme vegelişimime de oldukça katkısı oldu. Özellikleemekçilerle yüzyüze gerçekleştirilen sohbetler oldukçageliştiriciydi. Kendi açımdan iyi bir süreç geçirdiğimidüşünüyorum. Ancak eğitimler yeterince iyigeçmemiş oldu. Bunun bir ölçüde çalışmanınyoğunluğundan, bir ölçüde bizim disiplinsizliğimizdenkaynaklandığını düşünüyorum. Bunlar da belki kışınhafta sonu seminerleri ile telafi edilebilir. Kolektifyaşam konusunda da hala çok eksiklerimiz olduğunudüşünüyorum. Ama genel olarak ilerletici bir süreçgeçirdiğimi düşünüyorum.

Komitelerin önemini bir kez dahagördük...

Geçmiş deneyimlerin ışığında bu sene festivalgerek ön çalışma, gerekse de festival açısındanoldukça anlamlı bir birikim bıraktı. Festival önçalışmasında komitelere dayalı çalışmanın anlamını veönemini bir kez daha gördük. Komitelere dayalıçalışma hem komiteler içerisindeki kolektif yaşamıhem de daha sistematik bir şekilde daha geniş alanlaraulaşmamızın önünü açmış oldu. Ayrıca bu çalışma tarzı-ne kadar başarıldığından bağımsız olarak- hedefkitleye daha kolay ulaşmanın da önünü açan bir yerdeduruyor. Çünkü her ekip bulundukları alanda birçokinsanla tanışmış ve sonrasına dair bir ilişki kurmuşoluyor. Bu çerçevede komitelerin önemi ortada ikençalışmalarda ve faaliyetçilerde de ayrı bir motivasyonoluştu. Festivalin yarattığı bu motivasyon birçok işinboşta kalmamasından ve pratik faaliyetinverimliliğinden, bir diğer taraftan da kolektif yaşamın

hayata geçirilmesi için harcanan çabadan geliyor. Benyıllardır festival çalışmasına katılan bir kültür eviçalışanı olarak bu seneki sistematik ve verimliçalışmadan kendi adıma daha fazla keyif ve verimaldığımı düşünüyorum. Pratiğe çıktığım her gün ayrıbir moral ve şevkle çalışmanın bir parçası oldum. Buda çalışmaya ayrı bir verim kazandırdı. Emekçilerlegirilen diyaloglarda artık mahalleyi tanımanın daverdiği avantajla daha içten daha sıcak ve kalıcıilişkiler kurmak üzerinden kurulan diyaloglaradönüştü. Tüm bu ön çalışmanın verimini ise festivalalanında aldığımızı düşünüyorum. Havanın azizliğineuğramamıza rağmen binlerce emekçi festivale katıldı.Tabi ki bu durum ön çalışmadan bağımsızdüşünülemez. Birkaç teknik aksaklık dışında festivalboyunca kitleye ve bize yansıyan herhangi olumsuz birdurum meydana gelmedi. Festivalin en önemlikazanımlarından birisini de sabah kahvaltı da ortayakonulan eksikliklerin akşam düzeltilmesi için üstünegidilmesi olduğunu düşünüyorum. Herkes hatalarındanders çıkartıp akşam daha iyisini yapabilmek için azamiçaba harcadı. Kitleyle girilen sohbetlerde iseemekçilerin yıllardır festivalimizi bilmesinin degetirdiği avantajla oldukça anlamlı diyaloglaryaşanmış oldu. İşçilerin birliği halkların kardeşliğişiarıyla örgütlenen festival öncesi ve festival alanı ilebaşarılı bir şekilde gerçekleştirildi.

Suriye hakkındaki konuşmalaremekçilerdeki kafa karışıklıklarınıdağıttı...

Festivale ilk defa katıldığım için diğer yıllarlakarşılaştırarak bir değerlendirme yapamayacağım amafestival beklentilerimi karşıladı. Festival sayesindebirçok emekçi ile görüşebildik. Onlara hem festivalhakkında bilgi verdik, hem de birçok meseleyi onlarataşıyabildik. Özellikle Suriye meselesinde yaptığımızkonuşmalar, akıllarındaki kafa karışıklığını dağıttı.Genel duyuruları çok iyi yaptık. Duymayan yoktu amakişisel ilişkilerde zayıf kaldığımızı düşünüyorum.Elimizde yeterince iletişim adresinin olmamasınınsebebi de, alanımızın çok büyük olmasındankaynaklanıyor. Belki biraz alanı daraltıp insanlarladaha yakın ilişki kurmak gibi bir yöntemi debenimseyebilirdik ama bu sefer de ulaşabileceğimiz

insan sayısı azalacaktı. Kürsüden daha fazla konuşmaolabilirdi. Sahneyi müzik, tiyatro gösterilerine çokboğduk gibi... Aralarda küçük konuşmalar olsaydıbizim için daha iyi olurdu.

Festival tam bir seferberlik oldu!Oldukça yoğun ve öğretici olan bir pratiğin

ardından gerçekleştirdiğimiz 9. Mamak Kültür-SanatFestivali her açıdan başarılı bir festival oldu. Geçmişyıllara oranla daha deneyimli olan her birimizinfestivalin amacı konusunda sahip olduğu bilinç açıklığısayesinde yüzyüze gelinen emekçilerle festivalinpolitik şiarı olan “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”şiarının anlamı üzerine sohbetler gerçekleştirildi.

Festivalin öncesi ve sonrasıyla bir örgütlenmearacına dönüştürülebilmesi için çok yoğun bir çabasarf edildi. Komitelerin oluşturulması ve Mamak’ınbölgelere ayrılmasıyla daha tanımlı ve sonuç alıcıhareket edildi. Her günümüzün dolu dolu geçtiği veaynı zamanda kolektif bir yaşamı örgütlediğimizfestival hazırlık süreci hepimizin gelişimi açısındanoldukça önemliydi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikteişbölümü yapılarak Mamak’ın festival afişleriyledonatılması, ardından Kültür Evi’nde hep beraberkahvaltıya oturulması, sıcak olan öğle saatlerinineğitim ve kültür-sanat çalışmalarına ayrılması, kolektifbir biçimde hazırlanan yemeğin ardından akşamsaatlerinde Mamak bölgesindeki esnafların tek tekdolaşılması, yine emekçilerin kapılarının bir birçalınarak festivale çağrı yapılması, bunun yanında evziyaretleri ve elbette dinlenmek için ayrılan zamanlar24 saatimizi planlamamıza olanak sağlıyordu.

Tam bir seferberlik olarak tanımlayabileceğimizfestival hazırlık sürecinin sonrasında 3-4-5 Ağustos’tagerçekleşen ve iki gün yağan yağmura rağmenkatılımın hayli yüksek olduğu festivalin yarattığımoral-motivasyon ise bambaşka bir hava yaratıyordu.Emeklerimizin sonuçsuz kalmadığını gördüğümüz vesıcak yaz aylarında tatile girenlere inat ilmek ilmekördüğümüz bu festival maddi-manevi her açıdan bizidaha da güçlendirdi. Her şeyden önemlisi sermayedevletinin tüm baskı ve komplolarına rağmen devrimcibir kültür-sanat mevzisi olma iddiamızı büyüttü.Elbette tek başına bir kültür-sanat etkinliği olmayanfestival devrim ve sosyalizm mücadelemizin bir aracıolmaya devam edecek.

Festival tam bir seferberlik oldu!

Page 19: SY Kızıl Bayrak 12-33

Kültür-sanat Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Bir ‘an’lık duyguyla, sanat üzerine kısa kısa...

Yaşayan ‘hiçbir zaman’ demesin hiç!Sağlam görünen sağlam değildir!

Ve böyle gelen böyle gitmez!Egemenlerin sözü bittiğinde,

Konuşacaktır ezilenler…Kim durdurabilir kendi durumunun bilincine

varanı?Ve ‘hiçbir zaman’ dönüşecektir ‘hemen bugüne!

Bertolt Brecth

“Devrimciler var olan düzeni yıkıp, insancayaşanacak bir dünyayı kurmayı amaç edinen,alternatif bir yaşamı örgütleyip bu yaşamın varlığınıgösteren insanlardır” kısaca… Bu dünyayı kurmak,eskiyi yıkıp yeni bir ‘yeni’ oluşturmak kolay değildirbilirler/biliriz elbet ama yine emin adımlarla yürürüzyolumuzda. Çünkü biliyoruz, bizler yıkacağız budüzeni. Çünkü tarih tanıktır bize ve direnenleryazmıştır bu tarihi. Çünkü bizim tarihimiz sınıfsavaşımları tarihidir ve proletarya bir gün son sözünüasalaklara söyleyecektir, biliriz. Kapitalizmin insanıgünden güne çürüten, yozlaştıran, yabancılaştıranyapısının farkındayızdır ve tüm insanlığı bu düzenekarşı mücadeleye çağırırız. Çünkü kapitalizm varolduğu sürece yoz kültürünü insanlara aşılamayadevam edecektir, ki bu yüzden emek sermayemücadelesini kapitalizmin çürüttüğü her alandayürütmek zorunludur. Bunlardan biridir sanat…

Söz eylemdir…

“İşin kolayına kaçmadan anlatmalıyız olguları.Bilgiçlik taslamadan bilgi verebilmeliyiz. Ve enönemlisi, dilin en önemli işlevinin bilincinde olarakduygularımızı, düşüncelerimizi, tavrımızıpaylaşmalıyız… Hedefimiz her zaman düşünceyi söze,sözü eyleme dönüştürmektir.” (Hangi Kültür syf: 14)

Bugün televizyonlar, gazeteler, dergileregemenlerin diliyle emekçilere pisliğini yayarken,emekçilerin kafası bomboş programalar, diziler veyazılarla bulandırılmaktadır. Burjuvazinin kültürübütün güzellikleri yok ederken, bütün değerlere küfürederken beyinleri işlevsizleştirmektedir. Sanatın

işlevini iyi kavrayamamaktan çıkıyor bu hata. Sanatısadece bir imge işi görenler, başka bir amacıolmadığını varsayarlar. Sanatı tarafsızlaştırmayaçalışmaktır bu durum.

‘80 askeri faşist darbesi sonrasına baktığımızdadevlet sanatı kurumsallaştırarak daha etkin bir şekildekontrol altına almaya başladı. Devlet tiyatroları,devlete bağlı müzik ve şiirler sanatı sınırlandırarak,eskiyen devrimcilere ve kitleye yılgınlık, doygunluk,pişmanlık verdi.

Ancak sanat ögeleri/ürünleri kitlelere devrimci birbakışla yöneldiği durumda kitlelerin bilinçlenmesineve toplumsal sorunlara farkı bir penceredenbakmasına katkıda bulunur. Okumak, öğrenmek,bilmek olguları sadece bir kavramdan ibaret olarakkalmaz. Ama “egemenlik ve iktidar mücadelesindebilmenin rolü yaşamsaldır” demiş yazar. Öğrenmeye,sorgulamaya, yaratmaya yöneltir insanı. Bilelim kiöğretelim… Bugün sayfalarca yazılardan duymadığıhazzı bir şiirde, bir romanda, bir tiyatroda yaşayabilirinsan. Ve bu onu okumaktan kaçtığı sayfalarca yazıyayöneltir bir anda.

Umudun öyküsünü yazmak bize düştü…*

“Edebiyat bir parti edebiyatı olmak zorundadır.Burjuva törelerine, burjuva patronların ve tüccarlarınbasınına, ‘aristokrasinin anarşizmine’ kar kazançpeşinde koşmaya karşıt olarak, sosyalist işçi sınıfı dabir parti edebiyatı ilkesini öne sürmeli ve bu ilkeyigeliştirmeli, elverdiğince tam, iyi biçimdeuygulanmalıdır.” (Lenin-Parti Örgütü ve PartiEdebiyatı)

“Temel üretim araçları ile zenginliklerin büyükbölümüne ve bu ekonomik temel üzerinde siyasaliktidar tekeline sahip olan burjuvazi, böylecetoplumun ideolojik üstyapısına ve bunun bir unsuruolan kültür-sanat yaşamına da egemendir. Burjuvazi,ideolojik üstyapıyı elinde tutan sınıf olarak, kültür-sanat yaşamının biçimini ve içeriğini olduğu kadaramacını ve yönünü de belirleyebilmekte, onu kendisınıf egemenliğini güçlendirmenin ve sürekli kılmanınbir aracı olarak kullanmaktadır.” (Ekim, sayı 227)

Günümüzde sanat piyasaya sunulan ve birkaçinsanın tekelinde bulunup, emekçilerin üretipfaydalanamadığı, kendini geliştiremediği bir yerdedurmaktadır. Sanatı üretenler yalnızca bir meta olarakgörmekte ve sanatı üzerinden para kazanmanınyollarına bakmaktadır. Burjuvazi ve kapitalizm böyledayatmıştır çünkü... Emekçileri her şeyden yoksunbırakıp sefalete mahkûm eden burjuvazi, kültür vesanatı da tekeline alarak emekçileri kendi istediğisınırlar içerisinde yönlendirmektedir.

“Parti, kültür ve sanatı komünizmi kuracak yenikuşakların yetiştirilmesinin temel bir aracı olarakgörür. İnsanlığın ilerici, demokratik ve sosyalist kültürmirasını sahiplenir ve toplumun hizmetine sunar.”

“Kültür ve sanatın dar bir elitin işi olmaktançıkarılıp, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği halinegelebilmesine yönelik önlemler alınır. Kültür ve sanatatölyeleri tüm eğitim, üretim ve yerleşim birimlerineyaygınlaştırılır.

“Bütün kültür ve sanat ürünleri kamusal zenginlikolarak tüm topluma sunulur. Tarihten miras kalan tümtarihi ve kültürel zenginlikler titizlikle korunur,topluma sunulur ve gelecek kuşaklara aktarılır.”(TKİP Programı’ndan...)

Elbette ki yeniyi yaratmak örgütlü bir yaşamiçerisinde mücadele ederek mümkündür. Düzeniyıkmayı başaracak kişiler devrimci sınıf partisininöncülüğünde partiyi kazanıp, partiyle kazananmilitanlar olacaktır. İnsanın insan gibi yaşayacağı, binbir çiçekli bir bahçe yaratacak olan insanlarız bizler.Umudumuzu, inancımızı, inadımızı yüreğimizdeyürekten yüreğe taşıyan insanlarız. Ve bugün öncelikligörevimiz yaşamı devrime örgütleyerek geleceğikazanmaktır. İnsanlığın, sanatın, kültürün ve var olantüm değerlerin kurtuluşu sosyalizmle gelecektir.Devrimci sınıf, devrimci sanatı yaratacaktır. Yerigelmişken değinmekte fayda var. Mamak’taki sınıfdevrimcileri bizlere devrimci kültür-sanatın varlığını,varolacağını gösterdiler.

Umudun öyküsünü yazacak olanlarızdır bizler. Veyeniyi üretene dek devam edeceğiz yolumuza....

K. İmge* Şafak Tamer

Page 20: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012Ortadoğu20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

Şiddet derinleşiyor ve yayılıyor. Mısır veTunus’un aksine Suriye ayaklanması, Arap solununortak desteğine sahip değil. Protestocularıntaleplerine sempati duyanlar ile hem siyasi hem deaskeri yabancı müdahaleden korkanlar arasındabir bölünme var.

Geçtiğimiz Ağustos ayında Lübnanlı solcumilliyetçi gazete, El-Ahbar (Al-Akhbar), 2006yazında yayına başladığından beri ilk krizini yaşadı(1). Sorumlu yazı işleri müdürü Halid Sağiye,kurulmasına yardımcı olduğu gazeteden Suriye krizinihaberleştirme tarzından dolayı ayrıldı. Sağiye, 2011Martında başlayan halk ayaklanmasına gazetenindestek vermemesini eleştirdi. El-Ahbar, Beşar Esad’ınbölgedeki baş müttefiklerinden biri olan Hizbullah’aolan siyasi sempatisini asla inkar etmedi ne de Şamhükümeti ile muhalefetin bir kesimi arasında diyalogkurulmasını, Esad rejiminin yıkılmasına tercih ettiğinigizledi. Gazete, bu Nisan ayında güvenlik birimleritarafından tutuklanan Suriyeli-Filistinli Marksistentelektüel Salameh Kaileh dahil olmak üzere Suriyemuhalefetinin belli mensuplarına sayfalarında yervermektedir.

Haziran ayında Emel Saad Gurayib’in bir yazısı(2), gazetenin İngilizce online baskısında anlaşmazlığıateşledi. Lübnanlı yorumcu, Suriye rejiminin arkasındasıkıca durdu ve “üçüncü yol” - rejimi kınayan, diğeryandan Libya modeli batılı askeri müdahaleye karşıçıkanlar – destekçilerini eleştirdi. Aynı ay diğer El-Ahbar İngilizce (Al-Akhbar English) gazetecisi MaxBlumenthal, editoryal kadro içerisindeki “Esadsavunucularını” eleştiren bir yazıyla gazetedenayrıldığını duyurdu (3).

El-Ahbar’ın krizi, Arap solunu ideolojik vestratejik olarak bölen tartışmanın belirtisiniteliğindedir. Bazısı Suriye rejimini İsrail’e karşımücadele ve emperyalizme direniş namınadesteklemeyi sürdürüyor. Bir kısmı, devrim vedemokratik hakların savunulması adına muhalefetleaynı safta duruyor. Diğerleri ise halen protestocularınözgürlük talepleri ile (uzaktan) dayanışma gösterme ileyabancı müdahalesini reddetme arasında bir orta yoludestekliyor: bir tür ulusal uzlaşmayı savunuyorlar.Suriye krizi, Arap solunu – tam anlamıyla komünist,Marksist yönelimli, sol milliyetçi, radikal ya da ılımlıolsun – kargaşa içinde görünmesine neden oluyor.

Esad klanına açıktan çok az destek var ve çok azkişi rejimin olduğu gibi devam etmesi çağrısı yapıyor,fakat devrimi koşulsuz destekleyenler de çoğunluktagibi görünmüyor. Bunların çoğu, siyasi yelpazenin ensol ucunda, genellikle Troçkist (Lübnan’da SosyalistForum, Mısır’da Devrimci Sosyalistler) ya daMaoist (Fas’ta Demokratik Yol). Muhalefetin bazıkesimleri ile bağlantıları var, örneğin GayasNaisse’nin Suriye Devrimci Solu ile. 2011baharından beri ülkelerindeki Suriye elçilikleri vekonsoloslukları önünde ara sıra yapılan gösterilerdeyer alıyorlar. Ayrıca Lübnanlı tarihçi Fevvaz Trabulsi(4) gibi ayaklanmayı destekleyen bağımsız solcuentelektüeller de var. Rejimin yıkılmasını talepediyorlar ve diyalogu [rejim ile muhalefet arasında]reddediyorlar. Barışçıl halk protestosunu savunduklarıhalde isyancıların silah gücüne başvurmaya haklarıolduğuna inanıyorlar. Devrimin sol uçtaki destekçileri,

başlıca muhalif koalisyonlardan biri olan Suriye UlusalKonseyi (SUK) (5) ile aralarına mesafe koyuyorlar,çünkü SUK’un Katar, Türkiye ve Suudi Arabistan gibiülkelerle bağlarının, halk hareketinin bağımsızlığınıtehlikeye atabileceğine inanıyorlar.

İhtiyatlı mesafe

Bu radikal sol kesim, Esad rejimini kınamasına vedevrilmesi çağrısı yapmasına karşın Körfezmonarşilerinin Suriyeli devrimcilere verdiği desteğekarşı tetikte; aynı derecede, “uluslararası toplumun”,özellikle de ABD’nin Esad karşıtı söylemine tamamenkatılmayı göze alamıyor. Fakat bu anti-emperyalistrefleks, devrime desteğe göre daha ağır basmıyor: gözönünde tutulan şey, Suriye’deki iç durum ve Tunus veMısır’da olduğu gibi halk ayaklanması ilkesidir.

Ancak Arap solunun çoğunluğu, Suriyeayaklanması ile arasındaki ihtiyatlı mesafeyi koruyor.Ayaklanmanın askerileşmesini kınıyorlar, bununsadece İslamcı gruplara ve Suriye’ye akın edenyabancı savaşçılara yarayacağını söylüyorlar. İhtilafınmezhepçiliğini eleştiriyorlar, bunun önce Alevi sonraHristiyan azınlıkların, baskıyla radikalleşen Sünniçoğunlukla boy ölçüşeceği, sonu gelemeyen bir içsavaşa yol açmasından korkuyorlar. Bölgesel veuluslararası güç dengesi için de kaygılanıyorlar. İranve Suriye, Körfez monarşilerine karşı durmasıyla,Rusya ve Çin’in de ABD’ye karşı durmasıyla Suriye,büyük bir uluslararası savaş oyununun cephe hattıhaline geldi. Sol, onlara muhalefet etmekten ziyadeİran ve Suriye’yi ve de Rusya ve Çin’i gözetmeeğilimi gösteriyor.

Komünistler ve Arap milliyetçilerini içeren altı solve milliyetçi partinin oluşturduğu bir koalisyon,ABD’nin Irak işgalinin dokuzuncu yıldönümünde 4Nisan’da Amman’da toplandı. Fakat tartışmalarahakim olan Saddam Hüseyin’in devrilişi değilSuriye’deki kriz oldu. Konuşmacılar, Suriye’de“yabancı müdahalesini” şiddetle kınadı ve kimisiIrak’a karşı 2003 operasyonuyla başlıca batılıdevletlerin SUK’a ve Suriye’deki silahlı muhalefete

desteğini birbirine benzetti. Güçlü Tunus Genel İşçi Sendikası (yönetim

kurulu üyelerinin bir kısmı, solun uç kesimlerinden) 17Mayıs’ta Suriye halkının demokratik taleplerinedesteğini yineleyen, ama “sömürgeci ve gerici Arap”devletlerinin “komplosuna” karşı da uyaran bir bildiriyayınladı. Bundan iki ay önce ise Tunus Komünistİşçi Partisi (POCT) ve Arap milliyetçisi gruplar,“Suriye’nin Dostları”nı (60’a yakın uluslararasıtemsilciyi ve SUK’u bir araya getiren bir örgüt)Tunus’ta konferans düzenlediği vakit protesto etmekiçin bir gösteri çağrısı yaptı.

Lübnan Komünist Partisi, özellikle ihtiyatlı birtuıtum aldı. Gazetesinde Mişel Kilo gibi SUK’tanolmayan Suriyeli muhalif liderlerin yazılara yerverirken, Beyrut’taki Suriye elçiliği önünde geçtiğimizyıl boyunca yapılan gösterilere mesafeli durdu. Dahası,partinin liderliğinin bir kısmı, Kadri Cemil’in Halkınİradesi Partisi’ne yakın durduğu için Lübnan’ın uçsolu tarafından topa tutuldu. Kadri Cemil, Suriye’nin“resmi” muhalefetinin bir mensubu ve Haziran ayındaEsad, Riad Hicab hükümetinde onu ekonomidensorumlu başbakan yardımcısı olarak atadı.

Arap solunun bir diğer kesimi, Suriye ihtilafınatedrici, reformist bir yaklaşım çağrısı yapıyor,çözümün askeri değil siyasi olması gerektiğinisavunuyor. Bu tutum, Arap milliyetçisi ve solcugruplardan yaklaşık 200 delegeyi ve bazı İslamcılarıHaziran ayında Tunus kasabası Hammamet’te biraraya getiren Arap Milliyetçi Kongresi’nin nihaibildirisinde yansıtıldı (6). Bildiri, mümkün olduğuncamutabakata dayalı olmaya çalıştı. Bildiride, Suriyehalkının “özgürlük, demokrasi ve iktidarın partilerarasında barışçıl el değiştirmesi” hakkı teslimedilirken, tüm taraflardan gelen şiddet kınandı, hemrejim hem de silahlı muhalefet eleştirildi ve KofiAnnan’ın 2012 Mart tarihli barış planı temelindediyaloğa girmeleri çağrısı yapıldı.

İki yüz

Radikal Arap solunun bir kesimi devrimin halen

Suriye, Arap solunu bölüyorNicolas Dot-Pouillard

Page 21: SY Kızıl Bayrak 12-33

mümkün olduğuna inanırken, büyük bir kısmıdevrimden vazgeçti, çünkü rejimin şiddetle çökmesinigörmek istemiyor aslında. Çelişki, açığa vurulmamışbir soğuk savaşta yatıyor. Bir iktidar boşluğundan veEsad sonrası Suriye’nin ABD ile uzlaşmasından veKörfez devletleri ile müttefik olmasından mevcutrejimin sürmesinden daha fazla korkuyorlar.

Solcu Araplar, Suriye’yi iki yüze sahip Janus gibigörüyorlar. Pek azı rejimin otoriter ve baskıcı yapısınıreddediyor, fakat bugün bile rejimin savunmaargümanları, ona karşı uluslararası yaptırımlar ilebirleşince, son derece anti-emperyalist ve üçüncüdünyacı görüşlere sahip Arap solunda yankı buluyor.Bazılarında bu hissiyatlar, ayaklanmanın halkçıyapısına bağlılıkla yumuşuyor, diğerlerinde iseihtilafın artan uluslararalılaşması ile daha dagüçleniyor.

Arap Baharı, İslamcılara bir itki sağladı, kökleriMüslüman Kardeşler’de olan partilerin Fas, Tunus veMısır’da iktidara gelmesine yol açtı. Hiç şüphesiz busoldaki bazılarının diğer yola sapmasına yol açtı,İslamcı hegemonyasına yol açabileceği için Arapdevrimlerinden korkmasına yol açtı. Tunus’taki en-Nahda Hareketi, Mısır ve Ürdün’deki MüslümanKardeşler gibi Suriye muhalefetinin ateşli destekçileriolarak gözüküyor. Bu nedenle Arap solunun çoğununSuriye konusunda aldığı tutum, siyasi İslam ile kendiçatışmasını yansıtıyor. Normalde “devrimci” ve“ilerici” olma iddiasındaki partilerin, hatta bunlarMarksist olmasa bile, ilerde hayal kırıklığı yaşamakorkusuyla Suriye’de müzakere edilen bir çözümü vetedrici geçişi, paradoksal olarak, umut ediyorolmasının nedeni budur.

(1) El-Ahbar, Le Monde diplomatique’in Arapçabaskısını bir yıl boyunca bir ek olarak verdi.

(2) “Suriye Krizi: Bir Kalabalık Var”, El-Ahbarİngilizce, 12 Haziran 2012.

(3) Max Blumenthal, “Direniş hakkı evrenseldir:El-Ahbar’a ve Esad’ın savunucularına elveda”, El-Ahbar İngilizce , 20 Haziran 2012.

(4) Fevvaz Trablusi, Beyrut’taki Lübnan AmerikanÜniversitesi’nde tarih okutuyor ve Lübnan KomünistEylem Örgütü’nün eski bir önde gelen üyesidir.

(5) Suriye Ulusal Konseyi, 2011 yazında kurulduve merkezi İstanbul’dadır. Müslüman Kardeşler’i deiçeren Suriye muhalefetinin büyük bir kısmını biraraya getirdi.

(6) Arap Milliyetçi Kongresi, Baasçı ve Nasırcıgrupları, artı Fas’ın Birleşik Sosyalist Partisi, FilistinHalk Kurtuluş Cephesi ve Yemen Sosyalist Partisi gibisolcu partileri içeriyor.

Nicolas Dot-Pouillard, Beyrut’taki FransızYakın Doğu Enstitüsü’nde araştırmacıdır.

Le Monde diplomatique 2012 Ağustos sayısındankizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.

Kıbrıs’ta işgal protesto edildi!Kıbrıs’ın “14 Ağustos Türkiye’nin Kıbrıs’a 2. Barış Harekatı” adı altında işgal edilmesinin yıldönümünde,

Lefkoşa’da iki ayrı protesto etkinliği gerçekleştirildi. Baraka Kültür Merkezi tarafından Çağlayan Park’ta düzenlenen ‘Bağımsız Kıbrıs’ eylemine çok sayıda

kişi katıldı. Eylemde sık sık işgal karşıtlığı savunulurken, bağımsızlık için mücadele çağrısında bulunuldu. Etkinlikte

Kıbrıs Sosyalist Partisi (KSP) ise stant açtı.14 Ağustos’a ilişkin ikinci bir etkinlik ise Selimiye Meydanı’nda yapılması planlanan ancak ‘İslam

aleminin Kadir gecesi olması’ nedeniyle yasaklanarak Sarayönü’nde yapılmasına izin verilen Anti-MilitaristBarış Harekatı etkinliği oldu.

BKP, KGP, FEMA ve YKP tarafından düzenlenen etkinlikte ön gruplardan sonra Bandista sahne aldı. Öte yandan Barikat Gazetesi ve Devrimci Komünist Birlik (DKB) iki etkinliğin organizasyonunda, politik

olmayan konulardan ayrışma yaşandığı için yer almadı. İki etkinliğe de katılım sağlayarak, ‘anti-işgal’ etkinliklerine destek veren DKB ile bölünme nedeniyle her

iki organizasyona da katılmayan Barikat yazılı açıklamalar yaparak görüşlerini paylaştılar.Kızıl Bayrak / Kıbrıs

Şili’de lise işgalleriŞili gençliğinin “parasız eğitim” mücadelesi sürüyor. Dünyanın en büyük bakır üreticisi Şili’de öğrenciler,

zengin kaynaklardan elde edilen gelirin başta eğitim olmak üzere halkın temel haklarını sağlamak içinkullanılmamasını sokaklara çıkarak protesto etti.

‘Eğitime daha fazla bütçe’ talep eden binlerce öğrenci başkent Santiago’da sokakları işgal etti.Eylemcilere karşı göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla saldıran Şili polisi, 75 kişiyi gözaltına aldı. Eylemlersırasında üç otobüs de ateşe verildi. Militan eylemlerin ardından lise öğrencileri okullarını işgal etmeye başladı. Geçtiğimiz haftalardaki şgallerinardından iki lisenin daha işgal edilmesiyle Santiago’daki 8 lise öğrencilerin inisiyatifine geçmiş oldu.

Santiago Belediye Başkanı Pablo Zalaquett ise eylemlere katılanların burs alamayacağını söyleyereköğrencileri tehdit etti.

Şilili öğrenciler geçen yıl, ülkede daha önce görülmemiş, aylarca süren protesto gösterileri yapmıştı.Ülkedeki eğitim reformuyla ilgili sorunlar, öğrencilerin gösterilerine rağmen çözülemezken, gösterileryüzünden iki eğitim bakanı istifa etmek zorunda kalmıştı.

Saldırılara yanıt: Grev!Brezilya, Hindistan, Costa Rica ve Güney Kore işçi eylemlerine sahne oluyor. İşçiler dünyanın dört bir

yanında patronların saldırılarına grevle yanıt veriyor.

Güney Kore’de otomobil işçileri grevdeGüney Kore’de Hyundai fabrikasında çalışan işçiler ücret artışı ve gece vardiyasının kaldırılması

talepleriyle iş bıraktı. Hyundai işletmelerinde 44 bin işçi çalışıyor. İşçiler Temmuz ayında da greve gitmişlerdi.Güney Kore’nin üçüncü büyük otomobil tekeli olan GM’de işçiler Temmuz ayında aynı taleplerle işbırakmıştı. GM işçileri önümüzdeki günlerde greve gidecek.

Hindistan’da üniversitelerde grevHindistan’ın Bihar eyaletinde birçok üniversitede akademisyen olmayan personel greve gitti. 30 bin kişinin

katıldığı grev üniversiteleri felç etti. Aynı taleplerle üniversite çalışanları Temmuz ayında 4 gün süren grevgerçekleştirmişlerdi. Yüzlerce grevci taleplerine dikkat çekmek için büyük yolların kavşaklarında,demiryollarında baskın yapmıştı.

Costa Rica’da özelleştirmelere karşı eylemCosta Rica’da 10 bin kişi hükümetin, elektriği özelleştirme planlarını protesto için sokağa çıktı. Çoğu ICE,

elektrik dairelerinde çalışan göstericiler, önce parlamento binasına doğru yürüdüler. Planların geri alınmasışiarlarını yükselttiler. Buradan da başbakanlık binasına yürüdüler. İşçiler, özelleştirmelerin işyerlerini yokedileceği ve çalışma koşullarını kötüleştireceği bilinciyle hareket ediyorlar.

Brezilya’da üniversitelerde grevBrezilya’da aralarında üniversite profesörlerinin, vergi müfettişlerinin, üniversitelerin akademisyen

olmayan personelinin de bulunduğu 300 bin kamu çalışanı greve çıktı. Maliye Bakanlığı’nda çalışan memurlarda iki günlüğüne greve gitti. Kamu çalışanlarının talepleri arasında yüzde 22 ücret artışı talebi var. Hükümet2008 yılından beri ücretleri dondurmuştu. Hükümet kamu çalışanlarına önümüzdeki hafta için bir önerisunacağını duyurdu.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21OrtadoğuSayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Page 22: SY Kızıl Bayrak 12-33

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012Güncel

Medya, bu ülkede sermaye iktidarının ideolojisininve eylemlerinin emekçilerin bilinçlerindeyedirilmesinde hep başat rollerden birini üstlendi.Sermaye iktidarının hemen her türlü saldırısının önzeminini hazırladı. Bunları gerçekleri örtbas ederek,çeşitli yalanlarla süsleyerek servis etti. Toplumnezdinde kabullenilmesi, meşru görülmesi için gerekenzeminleri hazırladı. Ekranlar ya da sayfalar yaratılan‘toplumsal kabullenişin’ aksi görüşlerine kapatıldı.Muhalif her türlü eylem görmezden gelindi ya dakaralandı. Burjuva medya bunu, bu düzenin bekasınıkoruyabilme ana göreviyle büyük bir gayretkeşlikleyaptı. Hemen her iktidar döneminde de manşetlerdenfışkıran yalanlar sermaye devletinin çıkarları gözönünealınarak kurgulandı.

Gelinen yerde bürokrasiyi, yargıyı, polisi, orduyuvb. de ele geçirmesiyle sağlamlaştırdığı iktidarıdöneminde AKP, hiçbir çatlak sese tahammüledemiyor. Herkes bu gerici rejimin yarattığı çemberiniçinde hapsolmuş durumda; kaldı ki ‘bu çembergittikçe daralıyor’.

Erdoğan’ın “tasmalarından kurtardığı” medyadayaşanan yaprak dökümünün (özellikle seçimdöneminde başlayan bu süreç Serdar Akinan veYıldırım Türker’in köşelerini peşi sıra bırakmasıyla,Cüneyt Özdemir gibi liberal bir kalemin dahi tehditedilmesiyle kendini yakıcı biçimde hissettirdi) gazetesayfalarından haykıran tek sesin daha fütursuz, dahazalim, daha kaba olmasına yol açacağına kuşku yok.Kürt çıkmazı, Suriye sorunu derken köşeye sıkışandevlet elbette ki, çoktan yıkılmaya yüz tutmuş olangüçlü devlet imajının yalanlarla ayakta kalmasınısağlamaya çalışıyor. Bu yüzdendir ki kendi tutumlarınıAKP’nin sansürüne terk etmeyen yazarlar peşi sıraköşelerinden kovulup, yaptıkları programlar erken tatiledilirken, birtakım insan müsvettesinin eline kalemtutuşturularak altın tasmalarla ödüllendiriliyor.Bunların hepsi aleni, uluorta hayat buluyor. BizzatTayyip Erdoğan medya patronlarına seslenerek bazıköşe yazarlarının kovulması için ekranlardan çağrıyapıyor ya da “yapılanları not ediyoruz” diyerek karalisteler oluşturuyor.

Bugün gazete sayfaları tek renk, tek ses…Daha yakından bakalım…NATO’nun en büyük

ordularından Türk ordusu “kendisınırları içindeki” bir coğrafyadagünlerce, “çapulcu” diyeküçümsemeye çalıştığıgerillaya karşı savaşıyorama kontrolü ele geçiremiyor.

Bu acizlik içinde devlet görevehemen boyunları pırıl pırılparlayan emir erlerini çağırıyorve köşelerden zafer çığlıklarıatılıyor. Başta Taha Akyololmak üzere bu iliştirilmişyazarlar devletin Şemdinli’deyaşadığı hezimeti bir zaferedönüştürdükleri için

tasmalarına bir pırlanta daha hak ediyorlar. Bu sıradaköylerinden edilen, köyleri yakılan “Erdoğan’ın Kürtkökenli kardeşleri” nedense gazete sayfalarındakendilerine yer bulamıyor. Aslına bakarsanız devletinhiçbir memuru, gazetecisi Şemdinli’ye ayakbasamadığından yapılan haberler ancak devletin servisettiği saçmalıklara veya yalanlara dayanıyor.

Ya da Suriye örneği... Kendi ülkesindeki zulme vehaksızlıklara karşı gözlerini kapayan medya, Esadrejiminin yıkılması için emperyalizmi göreveçağırıyor. Türk devletinin de eğittiği, kamp sağladığıemperyalizmin çapulcularını özgürlük ordusu ilanediyor, bu gerici savaşta katledilen sivillerinölümünden birinci dereceden sorumlu olan Türkdevleti gerçeğini itinayla gizliyor.

Medya, işçi sınıfına yönelik saldırılarda da kilitrolünü koruyor. İşçi sınıfının tarihsel kazanımlarınayönelik saldırılar allanıp pullanıyor, kafa karışıklığıyaratılıyor. Kıdem tazminatına yönelik kapsamlı birsaldırı dahi işçinin lehineymiş gibi gösteriliyor.

Pamuk ipliğine bağlı ekonomi üzerine çizilenpembe tablolar, “artık biz IMF’ye borç vereceğiz”söylemleriyle tavan yapıyor.

Gerçekleri, başka bir yana bakıyorlar da mı ondanmı göremiyorlar ya da yalanlar üzerine yükselen bubezirgan saltanatı onların çıkarına olduğu için mi üçmaymunu oynuyorlar? Büyük medya patronları ve bugerici faşist rejimin sözcüleri için geçerli olan ikincişık.

Bu propaganda ve gerçeklerin tersyüz edildiğiyalan haberler AKP’nin dümenindeki Türk devletininçaresizliğinin de bir yansımasından başka bir şey değilaynı zamanda. Onlar içinde bulundukları zaafiyetikendi güçlerini abartarak örtmek istiyorlar. Yarattıklarıkumdan kalelerin yıkılmayacağını ajite ediyorlar.Baskı ve anti-demokratik uygulamaların artması, 12Eylül uygulamalarını aratır hale gelen pratiklerinhayata geçmesi bu sıkışmışlığın bir göstergesi. FakatErdoğan’ın başrolünüüstlendiği ırk ve

mezhep ayrımlarını körükleyen söylemlerin televizyonekranlarını dakikalarca işgal etmesi ve gazetelerdekendine sayfa sayfa yer bulması da bu sıkışmışlıktankurtuluşun bir arayışı. Üstelik bunda oldukça dabaşarılılar.

Yıllardır tekrarlanan Kürt düşmanı söylemlerikoyulaştıran Erdoğan bunun yanında Alevileri dehedef haline getiren söylevlerini bir bir patlatıyor.Erdoğan Alevileri dinsiz ilan ederken, cemevlerineucube yakıştırması yaparken, Alevilere camiyegitmesini buyururken; Alevilere yönelik saldırıların“birdenbire” artması şaşırtıcı olmasa gerek. Bununlatoplumsal kutuplaşmayı had safhaya çıkarmayaçalışıyor ve bu düşmanlık söylevleriyle sersemletilmiş,AKP’nin her politikasına ‘he’ diyen bir Sunni-Türktabana yaslanarak arkasını sağlama almak istiyor.

Dikkat edin seçici geçirgen medya bütün bu haberletoplumsal kutuplaşmayı arttırıyor. Neden sermayeninsaldırılarının hat safhaya vardığı bugünlerde hiçbirmücadele biçimini göremiyoruz? Neden sermayeninsaldırılarına karşı direnişe geçen işçi ve emekçilere ikisatır dahi yer ayrılmıyor? İşçi ve emekçilerin sınıfsalkimliklerine seslenecek, onlara yalnız olmadıklarınıhissettirecek her haber itinayla ayıklanırken, din, ırk,mezhep söylemi üzerinden kışkırtıcı haberler sayfalarıdolduruyor. Bu bir tesadüf değil elbette! Özelliklebugün AKP gericiliğinin de yönlendirmesiyle özel birihtiyaç.

Medyanın kapitalistlerin ve devletlerin kendiçıkarlarını kitlelerin çıkarlarıymış gibi göstermesindenasıl bir rol oynadığını daha pek çok örneklesıralayabiliriz. Kendi sıkışmışlığını nasıl gizlediğini,kendisini nasıl yücelttiğini ya da sınıf çelişkilerini nasılörtbas ettiğini... Ama bataklıktan şikayet etmek, ondankurtulmayı olanaklı hale getirmiyor!

Bu kirli siyasetin, faşizmin militanlarınıoluşturacak bu söylevlerin tek panzehiri ise sınıfmücadelesi. İşimizi ve aşımızı elimizden alan, bizlerigeleceksizliğin dipsiz kuyularına hapseden bu rejiminhayatımızı daha da kötüye götürdüğünü hatırlatacaktek güç, Alevi’siyle Sünni’siyle, Kürt’üyle, Türk’üyle,

Laz’ıyla, Ermeni’siyle, Çerkez’iyle hakları içinmücadele eden işçi sınıfıdır.Sendikal haklarını korumak için,

toplu sözleşme hakkına sahipçıkmak için, kıdem tazminatı

hakkına dokundurtmamakiçin biraraya gelmiş ve ayağakalkmış bir işçi sınıfı, kendisınıf kardeşlerinin ezilmesine

ve horlanmasına, kardeşhalkların katledilmesine gözyummayacaktır. Eşitlik vekardeşlik temelinde biryaşamın yegane garantisi işçisınıfının mücadele sahnesine

çıkmasıdır. O zaman üçmaymunu oynayanlargerçeklerin ışığını

gizleyemeyecekler.

Varsın üç maymunu oynasınlar, gerçekler onların suratına çarpacak!

Page 23: SY Kızıl Bayrak 12-33

Direnişinin 164. gününde, oda binasına pankartasmak isterken İMO yöneticilerinin talimatıylagözaltına alınan Cansel Malatyalı’ya TMMOBüyelerinden destek geldi.

Bir deklarasyon metni yayınlayarak TMMOByönetimini göreve çağıran üyeler, odaların poliskordonu ile korunamayacağını belirterek örgütüntarihine ve söylemlerine uygun hareket etmesini istedi.

Hazırlanan deklarasyonda şu ifadelere yer verildi:“...165 günü aşkın süredir örgütümüzün önünde

direnen emekçi bir kadının taleplerini dinlemek,sorunu çözmeye çalışmak zor olmamalıdır. Ancakgelinen noktada, çözüm bulmak yerine sorunun yoksayıldığı, direnişin arkasında siyasal çatışmalararanarak meşruluğunun kırılmaya çalışıldığıgörülmektedir. Cansel Malatyalı’nın “kullanıldığını”ileri sürenlere; kim hangi insanı, hangi kadını“kullanarak” 6 ay boyunca, hayatını, ailesini, ikiçocuğunu bırakıp, kar kış sıcak demeden, üstelikdefalarca gözaltına alındığı halde sokakta oturmayaikna edebilir diye sormak isteriz.

Bunlar TMMOB’nin yöntemi değildir. TMMOBolarak destek verdiğimiz her direnişi, benzer şekildekaralamaya çalışan AKP bürokratlarının tavrıdır,örgütümüze yakışmamaktadır.

Kamuoyunu yanlış yönlendirmek kabul edilemez!

01.08.2012 tarihinde İMO Merkezi’ninaçıklamasının hemen akabinde 20 oda merkezyönetimi ile Birlik Yönetim Kurulu’nun yaptığıaçıklamalar ibret vericidir. Sorunu çözmek adına adımatmayan merkez yöneticilerinin birbiri ardına ‘kınama’yarışı yapmaları bizleri hayrete düşürmektedir. Ayrıcakamuoyu ve biz üyelere yapılan açıklamalarda olayçarpıtılmış, gerici ve faşist güruhların müdahalesi gibiyansıtılmıştır. Bu durumu kabul etmemiz mümkündeğildir. Kendi kamuoyunu yanlış yönlendirmek

TMMOB yönetimlerini uzun vadede zora sokmaktanöte anlam taşımayacaktır.

TMMOB polis kordonu ile korunamaz!

Yapılan açıklamalarda odaların bizim önemlimevzilerimiz olduğu ifade edilmekte, buralara yapılanhiç bir “saldırı”yı kabul etmeyeceğimizsöylenmektedir. Doğrudur, ancak odalar mekân olarakdeğil politik olarak önemli mevzilerimizdir. Bizlertarihi ve emek mücadelesi içerisindeki konumuüzerinden TMMOB’yi kazanılmış bir mevzisaymaktayız. Bu sebeple de TMMOB yönetimlerininbuna uygun hareket etmesini sağlamak zorundayız.TMMOB örgütlülüğü ancak böyle korunabilir.

Emekçilerden TMMOB’yi uzak tutacak bir biçimde,hele de polis kordonu ile korumaya çalışmak, AKP’ninekmeğine yağ sürmektir. Emekçi bir kadını poliseteslim etmek, üstüne üstlük dava açmak hiçbir şekildeaçıklanamaz.

Çözüm istiyoruz!

Tam da bu sebeple, uzun süredir çözüm bekleyenCansel Malatyalı en kısa zamanda muhatap alınmalı,güvenceli iş talebi karşılanmalı, eylemi hakkındayapılan suç duyurusu derhal geri çekilmelidir.TMMOB yönetimi çıkabilecek benzer sorunlarınbüyümeden çözülebilmesi ve kamuoyunda örgütünitibarının zedelenmemesi için örgüt içinde özgürtartışma zeminleri yaratmalı, üyelerinin sesine kulakvermelidir.

Son olarak, tarihine ve söylemlerine uygun birörgüt olmanın temel koşulunun yanlışları düzeltmekkonusunda cesur davranmak olduğunu hatırlatıyor,sürecin takipçisi olacağımızı bir kez dahavurguluyoruz!”

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012 Sınıf

TMMOB üyelerinden Malatyalı’ya destek!

Sermaye için‘kamulaştırma’

Dersim, Elazığ ve Bingöl’de 12 köyü sularaltında bırakacak Pembelik Barajı’nın yapılacağıarazilerin acele kamulaştırılmasına karşı açılandavada Danıştay’ın verdiği yürütmeyi durdurmakararını ‘usulen’ yorumlayan Bakanlar Kurulu,köylülerin arazilerinin ‘acele kamulaştırılmasına’karar verdi. Resmi Gazete’de 3 Temmuz’dayayımlanan kararla baraj yapılınca sular altındakalacak 10 köyde 57 parsel kamulaştırıldı.

Direnenlere baskı ve terör

Pembelik Barajı’na direnen köylüler 1.5 yıldırbarajın gövdesi olacak arazide nöbet tutuyorlardı.

‘Peri Suyu Özgür Köylü Hareketi’ adı altındatoplanan köylülerin direniş çadırı DarenhesElektrik’in özel güvenlikleri ve jandarma tarafındanyıkıldı. Barakada aylardır nöbet tutan 7 köylü için detutuklama terörüne başvuruldu.

12. Munzur Kültür ve Doğa Festivali için Avrupave Türkiye’nin dört bir yanından gelen ilerici güçler,köylülere destek vermek için çadıra gitmiş ve dahasonra şantiyenin özel güvenlik görevlileri ilearalarında çatışma çıkmıştı. Çıkan çatışmadajandarma havaya rastgele ateş açmış, eylemciler deşantiyenin tellerini keserek içeri girmişti. Bu eyleminardından yapılan ev baskıları sonrasında 7 kişitutuklanmıştı.

Rant dönüşümündehedef Derbent

13 Ağustos günü Sarıyer’de açıklamalardabulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi BaşkanıKadir Topbaş, “kentsel dönüşüm” adı altındayapılacak yıkımlara öncelikle Derbent’tenbaşlanacağını söyledi. Sarıyer Derbent bölgesinde 15bin emekçinin oturduğu alanın tekrardüzenleneceğini ifade eden Topbaş, “Kentseldönüşümde Derbent’te yaptığımız çalışmalarda, bubölgelerde yaşayan, yerleşmiş gecekondu nitelikliolan yerlerin hiçbiri mağdur olmayacak. 1600 konutdağıtılacak’’ sözleriyle emekçileri kandırmaya çalıştı.

Deprem riskiyle emekçileri korkutmaya çalışanTopbaş “daha güvenli ve modern bir yerleşim alanı”için çalıştıklarını iddia etti.

Topbaş emekçilere iyi görünmek adına sahtevaatler sıralamayı da ihmal etmedi.

Page 24: SY Kızıl Bayrak 12-33

Gençlik24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

İki milyona yakın gencin üniversite hayalleriylegirdikleri sınavların ardından üniversiteyi kazanan“şanslı” azınlık kayıt zamanında çile çekmeyebaşlıyor. İşçi ve emekçilerin çaresizlikleri üzerindentürlü oyunlar oynayarak, politik rant peşinde koşandinci-gerici odaklar, üniversite kayıt dönemlerini dekendileri için fırsata çevirmeye bakıyor. Parası olanaüniversite hakkı tanınan bu düzende, üniversiteye kayıtyaptırmaya gelen “şanslı” azınlık şehir girişlerinde,otogarlarda, tren garlarında karşılanıyor ve yurt, burs,ev sorunlarının çözüleceği garantisiyle cemaatlerin avıoluyorlar.

Baştan sona paralı eğitim gerçeği

İlköğretimden itibaren lise ve üniversite de dâhilolmak üzere paralı eğitim uygulamaları ile eğitim birlüks haline getiriliyor. Getirilmesinin ötesinde, tümtoplumun zihninde eğitimin paralı olması normal, hattagerekli bir durum algısı hâkim kılınıyor.

Üniversiteye girebilmek için harcanan paralarlabüyük bir piyasa oluşturuluyor. Hal böyle olunca,uğruna paralar dökülen üniversitenin de paralı olması,baştan sona bu piyasanın devamı niteliğindeticarethaneye dönüşmesi doğal karşılanıyor.

Sadaka kültürü her yerde

Sınıfsal farklılıkların olduğu her yerde sınıfçatışmasının önünü almak ve kendisi için tehlikesizsınırlara çekmek için burjuvazi sürekli olarak sadakakültürünü geliştiriyor. İşçi ve emekçilerin sömürüsüüzerinden elde ettiği artı-değerin küçük bir kısmınısadaka olarak dağıtma yolunu tercih ediyor. Bunu enüst boyutta ise toplamında dinsel gericilik üzerindenyapılandırılan cemaatler vasıtasıyla gerçekleştiriyor.

Bugün Türkiye’de cemaat yapılanması kendiçapında topluma müdahale eden bir düzeyin çok dahaötesindedir. Türk sermaye devleti kurulduğundanbugüne sürekli olarak cemaatleri, tekkeleri kendiçıkarlarından doğru şekillendiren, gerektiğindeinisiyatif alanı açan ve devlet mekanizmasında yerveren burjuvazi bugün gelinen noktada, hem ABD’ninemperyalist planları hem de kendi çıkarlarıdoğrultusunda cemaatlerin önünü açmakta, cemaatlerdevletin birçok mekanizmasında yer edinmekte, hatırısayılır bir sermayeyi yönetmektedir.

Cemaatler ve eğitim alanındaki politikaları

Cemaat yapılanması eğitim alanında da kendinigöstermektedir. Cemaatler arasında en etkin olanıGülen Cemaati’nin MİT’in raporuna göre Türkiyegenelinde 210’dan fazla özel okul, binlerce “ışık evi”,460 dershane ve kurs, 500 öğrenci yurdubulunmaktadır. Bunun yanı sıra TürkiCumhuriyetler’den Kanada’ya, Nijerya’danSingapur’a uzanan 134 ülkede toplam 400 özel okul,bu ülkelerde 38 öğrenci yurdu, 13 üniversiteye hazırlıkkursu, 7 bin öğretmeni ve on binlerce öğrencisi var.

Bu veriler göstermektedir ki, cemaatler eğitimalanında hatırı sayılır bir etki alanına sahiptir. AKPiktidarının bugün 4+4+4 eğitim sistemi üzerindentanımladığı dindar nesil yetiştirme politikası, bizzat

cemaat tarafından uzun yıllara yayılmış, şimdiye kadarhâlihazırda oluşturulmuş bir yapılanma durumundadır.

Küçük yaşlardan itibaren kendi değerler siteminegöre özellikle işçi ve emekçi çocuklarını yetiştiren vecemaat toplumunun yanında, burjuva ideolojisininkendisini sunan bir eğitim sistemi gelinen yerde devletokulları üzerinden kurumsallaştırılmak istenmektedir.Bu yolla bir taraftan eğitimin paralı hale getirilmesiylebu haktan mahrum bırakılan yoksul işçi ve emekçiçocukları öte taraftan düzene entegre edilmek, muhalif,devrimci düşüncelerden kopartılmak istenmektedir.

Bunu süreci üniversiteye hazırlanma aşamasındakendi okulları ve dershaneleri üzerinden yaparken,üniversite kazanıldığında ise cemaat yurtları, abi-ablaevleri, burs olanakları ile devam ettirmekteler. Busüreçte emekçi çocuklarının yoksulluklarını veçaresizliklerini alçakça kullanmaktan geridurmamaktadır. Bunu ise büyük bir özgüven ve arsızcayapacak bir bakışları vardır. Bu pervasızlıklarınıngerisinde bir taraftan devlet mekanizmalarındatuttukları yer ve dinci partinin varlığı yatıyor, diğertaraftan sınıflar mücadelesinin durgunluğu ve devrimcihareketin görece zayıflığı yer alıyor .

Üniversite kayıtlarından yansıyanlar

Kayıtların başlamasıyla beraber bilindik sahneleryansımaya başlayacaktır. Otogarlarda, tren garlarındaöğrencileri karşılayacak olan cemaatler, sırtınısermayeye dayamış olmanın rahatlığı ve imkânlarıylabirçok yurt, ev, burs “imkânı” ile öğrencilerin karşısınaçıkacaklardır. Birçok öğrenci belki önceleri isteksizancak mecburiyetten ve de bilinçsizlikten bupropagandanın kurbanı olacaktır.

İşçi ve emekçi çocukları çaresizlik içerisinde dahailk günde cemaatlerin ve burjuvazinin namazlardanmecburi sohbetlere, sürekli denetimden birçoksorumluluk verilmesine kadarbir nesli düzene kazanmaçabaları ile karşı karşıya kalmaktadır.

Bu tabloda bizlere çok daha büyük görevlerdüşmektedir. Kurulan tezgah, oluşturulan sözdedayanışma ve yardımlaşma havası dağıtılmalıdır. İşçi

ve emekçi çocuklarına üniversite kapılarını kapatan,kazara girdiğinde ise çalışmak veya cemaatlerintuzağına düşmek zorunda bırakan sömürü düzenininteşhiri elden bırakılmamalıdır.

Öğrenci gençliğin cemaatlerin sunduğu imkanlarüzerinden bir takım tuzaklara kolayından düşmesitamamıyla işçi ve emekçilerin bu imkanlara sahipolmamasından, kendi imkanlarıyla okuma şansıbulamamasından kaynaklıdır. Asgari yaşamfonksiyonlarını gerçekleştirmeye dahi yetmeyenücretler varken, bu düzende bir “lüks” olan eğitimancak düzen güçlerinin bahşetmesiyle elde edilebilirbir “şans”a dönüştürülmektedir.

Bu tabloya müdahale etmek genç komünistlerin omuzlarında!

Eğitimden yansıyan bütün bu gerçeklerin temelindekapitalist sistemin olduğu açıktır. Emeğinin karşılığınıalamayanların bulunduğu bir düzende bunların olmasıda doğaldır. En temel ihtiyaçlarımızın bilekarşılanmadığı, eğitimin “lüks” olduğu bir düzeninalternatifini ortaya koymak bugün için acil birsorumluluktur.

Gençliği gerici burjuva odaklarının elinden çekipalmanın yolu devrimci siyasal faaliyette boşlukbırakmamaktan, gençlik kitleleriyle buluşmaktan vesosyalizm mücadelesine kazanmaktan geçmektedir.

Stantlar açmak, her üniversitenin özgünlükleriyleyeni gelen öğrencilerin karşısına çıkmak, düzeninpembe tablolar çizerek yürüttüğü üniversitepropagandasına karşı üniversitelerin gerçek yüzünü veuygulamalarını ortaya koymak ilk elden yapılacaklarınbaşında gerekmektedir. Bu tarz faaliyetler üzerindenüniversiteye gelen gençlikle bağları ilk günden kurmakve geliştirmek çok önemlidir. Bunun için kayıt dönemiile birlikte ilk günden itibaren üniversiteye gelenöğrencilerin karşısına çıkmak, düzeni teşhir etmek,yaşananları nedenleri ve kaynakları ile ortaya koymakiçin etkili bir çalışma örmek genç komünistlerinomuzlarındaki görevdir.

Üniversiteler açılıyor, cemaatler iş başında!

Genç komünistler görev başına!

Page 25: SY Kızıl Bayrak 12-33

Gençlik Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012..

Harçlar kalkacak, sınav sistemideğişecek... Ya başka?

AKP iktidarı, büyük sermaye gruplarının uzun süredireğitimle ilgili yapmayı düşündüğü “reformlara” sondönemde elini daha sıkı bir şekilde atmış bulunuyor.Sermayenin uzun vadede meyvelerini toplayacağı bu türdeğişiklikler, dinci-gericilik bağlamında ve doğrudanAKP karşıtlığı üzerinden birçok kesimde tartışıldı.

Ancak bir meselenin bu çerçevede tartışılması aslınıgizleyebilmekte, özü itibariyle nasıl ve neden ortayaçıktığının anlaşılmasına engel olabilmektedir. İktidarınşimdiye kadar yaptığı ve yapmaya çalıştığı değişikliklerinarkasında yatan nedenleri anlamak için, kimi kesimlerinyaptığı gibi bu ve benzeri kılıflara yoğunlaşmak yerine budeğişikliklerin sermaye birikimine nasıl katkıdabulunacağı üzerinden bir tartışma yürütmek gerekiyor.Bu sayede iktidarın sermayeyle nasıl iç içe olduğu, onunçıkarlarını nasıl gözettiği daha iyi anlaşılabilir.

Üniversiteler sermayenin kollarına bırakılıyor

Mesele harçların kaldırılması, sınav sisteminindeğişmesi olduğunda da benzer şekilde tartışılmalı,sermayenin çıkarlarının ne olduğuna/olacağınaodaklanılmalıdır. Bunu en iyi ifade edenler de devletinileri gelenleri, devletin sözcüsü yazarlar ve iktisatçılar ilebizzat sermaye sahipleridir.

Örneğin, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı NihatErgün’ün ifadesiyle “üniversitelerin girişimciliğininölçülmesi”, üniversitelerin sermaye birikimine doğrudankatkılarının derecelendirilmesi anlamına geliyor.Sermayenin ihtiyacı, üniversitelerin daha girişimci,yenilikçi olmasıdır. Türkiye’de buna örnekgösterilebilecek üniversite sayısı oldukça azdır. Sermayesahipleri üniversitelerle iç içe olmak ve eğitimi doğrudankendi çıkarlarına göre yönlendirmek istemektedir.

Bunun diğer bir adımını da mütevelli heyetlerisisteminin hayata geçirilmesi oluşturuyor. TÜSİAD’ın2003 yılında sunduğu rapor, sermayenin buna ne kadarihtiyacı olduğuna iyi bir örnektir. Özel üniversitelerdeuygulanan sistemin devlet üniversitelerini kapsayacakşekilde genelleştirilmesi, YÖK’ün ağırlığının yerinesermaye sahiplerinin üniversitelerin yönetimini doğrudanele geçirmesi anlamına geliyor. Bu dönüşümle,üniversitelerdeki eğitimin sermaye sahiplerinin ihtiyacı

doğrultusunda daha kolay şekillendirilmesi dehedefleniyor. Bugün bazı üniversitelerdeki teknokentlerbu sistemin genele yayılması açısından oldukça iyi birörnek teşkil ediyor. Öğrencilerin dersler kapsamındayaptıkları projeler, bitirme tezleri, ödevler, araştırmalarvb. doğrudan bu şirketlerin ihtiyaçlarına göre belirleniyor.

Ayrıca, öğrenciler sınav odaklı bir eğitim sistemindenkurtarılıyormuş gibi gösterilerek yapılacak yenidüzenlemeler “eğitimin yaygınlaşması”, “niteliğininarttırılması” vb. kılıflarla hayata geçirilmeya çalışılacak.Bu doğrultuda öğrenciler “daha kaliteli eğitim”, “dahayenilikçi üniversite”, “daha çok bilim adamlarıyetiştirme” gibi soyut, içi boş tanımlamalarla aldatılmayaçalışılacaktır.

Eşit, parasız bilimsel ve anadilde eğitim için mücadeleye!

Bugün eğitim sisteminde yapılmak istenendeğişiklikler üniversitelerin şirketleştirilmesi adınayapıldığı ölçüde öğrenciler sermayenin üniversitelerdekihakimiyetine karşı çıkmalıdır. Mesele eğitimle üretiminiç içe geçmesi ve eğitimin kalitesinin arttırılması meselesideğildir. En genel anlamda üretimle eğitim iç içe geçecekolsa da, sermaye düzeni koşullarında sonuç sermayeninçıkarları doğrultusunda yapılacak yeni dönüşümlerleeğitim sisteminde oluşacak yeni çarpıklıklar olacaktır.Eşitsizlikler, sermayenin büyük bir krize doğru gittiğikoşullarda uzun vadede daha büyük eşitsizlikleredönüşecek, sermaye sahipleri kârlarını arttırırken eğitimdaha büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacak,bugünküden daha geniş öğrenci kesimi mezun olabildiğihalde diplomalı işsizler ordusuna katılacaktır.

Öğrenciler, sermaye düzeni koşullarını ve onunyarattığı çarpıklıkları/eşitsizlikleri unutmamalı, budüzenin sözcüsü iktidarın “eğitimin yaygınlaştırılması”,“eğitim kalitesinin arttırılması”, “YÖK reformu”,“harçların kaldırılması” gibi söylemlerinin altında hangigerçeklerin yattığını doğru kavrayabilmelidir. Üniversitegençliği eğitimde kalitenin artması, eğitimin tüm ülkedeyaygınlaşması için, öncelikle sınav odaklı ve “daha çokkâr etmek için yapılan eğitim” karşısında “eşit, parasız,bilimsel, anadilde eğitim” şiarını yükseltmeli, bu talepetrafında örgütlenmelidir.

İkiyüzlülüğün bu kadarı!Hacettepe Üniversitesi rektörü Murat Tuncer Amerika’da boğularak yaşamını yitiren iki öğrenci arkadaşımızın

cenazesinde gazetecilerin sorularını yanıtlıyor. Başta PKK olmak üzere “yasadışı örgütlerin üniversitelerde oldukçaetkin olduğunu belirten Tuncer devrimci ve yurtsever öğrencilere saldırıyor. “Yasadışı örgütlerin” sempatizankazanmak için birçok yöntem kullandığını söyleyen rektör, mücadele eden öğrencileri “kandırılmış kişiler” olaraktanımlıyor. Bu da yetmezmiş gibi terör örgütlerinin öğrencilere sevgili bulduğunu söyleyecek kadar ahlaksızlaşıyor.

Bu durum bizler için şaşırtıcı değil. Göreve geldiği günlerde burjuva medyanın “demokrat rektör” olarakgöklere yükselttiği ve iyi niyetli (!) açıklamalar yapan bu zatın kimin ve neyin temsilcisi olduğunu daha ilk gündenitibaren ortaya koymuştuk. Murat Tuncer’in sinsi politikalarının aleti olan bazı gençlik örgütlerinin aksine, öğrencigençliğe Murat Tuncer’in yaptıklarının ne anlama geldiğini ve yapabileceklerinin sınırlarını anlatmıştık.

Bizler Hacettepe Üniversitesi’nde devrimin ve sosyalizmin sesi olan genç komünistler olarak mücadeleedilmeden hiçbir hakkın kazanılmayacağının altını çiziyor ve bu düzenin sınırları içerisinde yalnızca akademik-demokratik mücadele vermenin handikaplarının unutulmaması gerektiğini söylüyoruz.

Hacettepe Üniversitesi’nde yeni bir dönemin başladığını söyleyen rektörümüz aralarında Ekim Gençliğiokurlarının da bulunduğu devrimci-yurtsever öğrencilere uzaklaştırma cezası vererek açıklamasında bahsettiği“çözüm” yöntemlerini uyguladığını düşünüyorsa yanılıyor. Üniversitemizde devrim ve sosyalizmin bayrağı tümengellemelere rağmen dalgalanmaya devam edecek.

Hacettepe Üniversitesi Ekim Gençliği

Hacettepe rektöründenkaralama

Hacettepe Üniversitesi’nin sözde demokratrektörü Prof. Tuncer bir kez daha devrimci veyurtsever öğrencilere saldırdı. Başta PKK olmaküzere “yasadışı örgütlerin” üniversitelerde çoketkin olduğunu söyleyen Tuncer, bu örgütlerinçeşitli yöntemlerle öğrencilerin gözleriniboyayarak sempatizan kazandığını iddia etti.Hızını alamayan rektör, “terör örgütlerinin”sevgili bile bulduklarını iddia ederek ilerici vedevrimcileri karalamaya çalıştı.

“Çözüm” olarak öğrenci odaklı çalışmayıortaya koyan Tuncer “Bu durumda bizimüniversite olarak öğrencilerimize sahip çıkmamız,onları kucaklamamız, sorunlarına, sıkıntılarınaortak olup çözüm odaklı çalışmamız gerekiyor.Öğrencilerimizin üzerinde hassasiyetle duruponların ihtiyaçlarını karşılamamız lazım” dedi.

Bunun için yeni proje geliştirdiklerini belirtenTuncer, “yaşam koçu” olan yurtlar kuraraköğrencilerle daha yakından ilgileneceklerini veyasadışı faaliyete meyilli öğrencileri tespit ederek“iş işten geçmeden” “çözüm” üreteceklerini ifadeetti.

Devrimci ve yurtsever gençliğikaralamaya çalışıyor!

Rektör, mücadeleye katılan öğrencileri dekandırılmış bireyler olarak göstermeye çalışıyor.

Ancak biliniyor ki, Tunceri’in karalamayaçalıştığı öğrenciler kandırıldıklarından dolayıdeğil, kapitalizmin yarattığı ticarethanelerkarşısında eşit, parasız, bilimsel ve anadildeeğitimi savundukları için şu ya da bu düzeydemücadeleye katılıyorlar. Gençlik sömürü vezorbalık son bulsun diye, ulusal baskı ve eşitsizlikkaldırılırsın diye kavga saflarında yerini alıyor.

Asıl kandıran cemaatler ve faşist çetelerdir!

Üniversitelerde örgütlenmek için Tuncer’insaydığı yöntemleri kullananların asıl olarakcemaatler ve faşist çeteler olduğu tüm çıplaklığıile ortada duruyor. Cemaat örgütlenmelerininözellikle yoksul üniversite öğrencilerini barınmave burs gibi yardımlarla kandırmaya çalıştıkları,faşist çetelerin ise baskı ve zorbalıkla beraber hertürlü kirli işi/ilişkiyi kullanarak beslemelerinitopladıkları biliniyor.

Page 26: SY Kızıl Bayrak 12-33

Sınıf edebiyatına girişGerçeklik, toplumsal olarak varolan her şeydir.

Bütün toplumsal ilişkiler, yaşantılar, insan tarafındanoluşturulan çevre, tüm maddi evren doğal gerçekliğikapsar. Edebiyatın ya da genel olarak bütün sanateserlerinin gerçeklik ile bağı vardır. Eseri ortayakoyan kişi, belirli bir toplumsal gerçeklik içindeyaşamaktadır ve eserinde gerçekliği şu ya da bubiçimde ele alır. Kuşkusuz bütün edebiyatmetinlerinin gerçekliği yansıttığını söyleyemeyiz,kimi metinlerin gerçekliğin çarpıtılması ya da tersyüz edilmesi işlevi gördüğünü söylemek mümkündür.

Edebiyat eseri, yazarın gerçeklikle bağkurmasının bir aracıdır. Yazar içinde yaşadığıgerçeklikten yola çıkarak eserini oluşturur, fakat buoluşturma hali olduğu gibi aktarma durumu değildir,yazarın süzgecinden geçen gerçekliğin, edebiyatınkendine özgü kuralları çerçevesinde, yazarın bakışaçısı ve estetik tercihleri üzerinden kurgulanmış birşekilde ortaya konulmasıdır. Sanat eseri için, biranlamda nesnel gerçek dünyanın öznel tasarımıdiyebiliriz.

Edebiyat ve çalışma

Birçok sanat dalının çalışma hayatı ile bağıkurulabilir. Bu ilişki, edebiyat söz konusu olduğundadiğer sanat dallarına göre daha fazla geçerlidir.Romandan öyküye, şiirden denemeye edebiyatınbütün türlerinde çalışma hayatı\ilişkileri şu ya da bubiçimde karşımıza çıkmaktadır. Dickens’ın bazıromanları, çalışma hayatını yansıtan ilk eserler olarakkabul edilmektedir. Endüstri Devrimi sonrasıİngiltere’yi anlattığı Zor Zamanlar romanı bu açıdanönemlidir. Yıpratıcı\öldürücü fabrika ortamı, zorçalışma koşulları, sendikal örgütlenme uğraşıları,sermayedarların bu faaliyetleri önleme\bastırmaçabaları, iş kazaları ve İngiltere tarihinde önemli biryer teşkil eden “Yoksul Yasaları” bu romanda etraflıcaanlatılır. Zola’nın romanlarında da çalışma hayatıdeğişik boyutlarıyla karşımıza çıkar: Germinal’demaden işçileri, Toprak’ta ise tarım işçilerinin sorunlarıve örgütlenme mücadeleleri işlenmiştir. Gorki’nineserlerinde Çarlık Rusya’nın sosyal yaşamı ve çalışmahayatına ilişkin yansımalar bulmak mümkündür, Anaadeta bir kült roman olmuştur. ABD’de 20. yüzyılbaşlarında Upton Sinclair, Jack London gibi yazarlar‘sosyal protest roman’ türünde eserler vermişlerdi,London’un Demir Ökçe’si bu açıdan kayda değer bireserdir. Steinbeck’in 1929 Büyük Buhran sonrasıdönemi ele aldığı Gazap Üzümleri’nin emekçilerianlatan eserler içinde ayrı bir yeri vardır. Yazarınayrıca Bitmeyen Kavga romanı, elma toplamaişçilerinin sefalet koşullarına karşı örgütlenmeçalışmalarını öncü\devrimci işçiler üzerinden elealmıştır. Şunu söylemek mümkündür, birçok edebiyateseri, anlattığı dönemin çalışma koşulları veilişkilerinin tanığıdır.

Edebiyat ve emek tarihi

Emekçileri anlatan edebiyat eserlerinin dışındaakademik çalışmalar söz konusudur. Bu çalışmalar dakapitalizmin oluşum sürecinden bugünlere uzanantarihsel süreci, işçi sınıfı ve emekçilerin sorunlarını vemücadelelerini anlamamızı sağlarlar. Akademik

çalışmalar ile edebiyat eserleri arasında temel birfarklılık vardır: Edebi metinlerin sosyal yaşama ilişkinoluşumları, bilimsel çalışmalarda çok fazla yeralmayan, bazen de alması mümkün olmayanboyutlarıyla kavrayabilmesi, onlara ayrı bir değerkatmaktadır. Edebiyat, “o dönemlere ait biryaşanmışlığı, bir atmosferi, insani ilişkileri ve eşyanındokusunu hissettirir.” V. Hugo’nun anlatmış olduğuParis, Dickens’ın anlattığı Londra sokakları, Zola’nınmaden ocakları hiçbir ‘nesnel’ incelemeninyapamayacağı kadar canlı bir atmosfer taşırgünümüze. Edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş de‘bilimsel’ bilgilerde geçmişin ruhunu, atmosferini,insanların acılarını hissetmemize yarayacak imgelerinyer almadığını, sadece sayılar ve istatistikler üzerindenköylülerin sayısı ya da tarım ürünlerinin fiyatlarınadair değerlendirmeler olduğunu ifade etmiştir.Makal’ın ifadesiyle edebi metinler, akademikçalışmaları ve emek tarihine ilişkin bilgilerimizigüçlendirir, yani “bedene can ve ruh katar.” RıfatIlgaz’ın Alişim şiiri, iş kazalarına dair akademikçalışmaların kapsamayacağı insani duyguları bizehissettirir.

“Kasnağından fırlayan kayışakaptırdın mı kolunu Alişim!Daha dün öğle paydosundan önceZilelinin gitti ayaklarıYazıldı onun da raporu:ihmalden!”

Türkçe edebiyat ve emek

Bir çok edebiyatçının farklı türlerde verdiğieserlerde Türkiye’nin farklı dönemlerine dair, değişikbölgelerden ve sektörlerden çalışma yaşamına ilişkinizdüşümleri bulmak mümkündür. Osmanlıdöneminden ele alacak olursak Refik Halid Karay’ınMemleket Hikayeleri’nden biri olan, 1909 yılındayazılmış Hakkı Sükut öyküsü, Bursa’da bir ipekfabrikasında yaşananları konu alır. Öykü kahramanıHasip Efendi’nin şu konuşmasından döneme dairbilgiler edinebiliriz: “Üç dört kuruşa karşı on dörtsaat kaynar sular başında, pis kokular, hasta nefesleremerek zehirlenen, taravetinden, kızlığından,gözlerinin pırıltısından her gün bir zerre kaybederektoprak olan vucutlara şüphesiz acıyor, bu dertlerealışamıyordu.” Akademik çalışmalar, yüzyıl başında

işgünü saatlerinin 14-16 saate kadar çıktığınıgöstermektedir.

Mahmut Yesari’nin Çulluk romanı, Cumhuriyet’inilk yıllarında Cibali Tütün Fabrikası ve Cağaloğlumatbaa işçilerinin yaşadığı sorunları konuedinmektedir. Romandan bir bölüm aktaracak olursak:“(...) sabahleyin şafak sökmeden kar, yağmur, rüzgar,güneş hiçbir mani dinlemeyip fakrin, açlığın emriyleıslana üşüye, titreye sendeleye, sessiz, şikayetsizsürüne sürüne gelen ve bu mustarip, yorgun vücutlarınistirahat hakkını vermeden yine aynı emirle işebaşlayan kadınlar.”

Reşat Enis’in Afrodit Buhurdanında Bir Kadınromanı, 1939 yılında yayımlandı. Dönemin sosyalatmosferine, yaşama ve çalışma koşullarına dair genişgözlemler vardır. Edebiyat eleştirmeni Fethi Naci, bukitap için “roman katına yükselemeyen, yazınsaldeğeri olmayan bir çalışma” değerlendirmesi yapmış,Ömer Türkeş ise “facialar antolojisi” olarak nitelemişolsa da Nazım Hikmet’e göre bu kitap “Türkedebiyatının temel taşı” niteliğindedir. Reşat Eniskitapları o dönem toplatma kararı\baskısına maruzkalmıştır, emekçi bir kadının yaşadığı çifte sömürüyüçarpıcı bir dille anlatan Afrodit Buhurdanında BirKadın da yayınlandıktan kısa bir süre sonratoplatılmıştır. Enis’in 1960’lı yıllarda ses getiren birbaşka romanı Sarı İt, sarı sendikanın başkanına karşıverilen mücadeleleri anlatır. Bu romanlar için edebideğeri düşük, ajitatif yanı yüksek ve propagandist gibideğerlendirmeler yapılmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında çalışma yaşamına daireserler oldukça sınırlıdır. 40’lı 50’li yıllardan itibarenRıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Necati Cumalı, Sait Faik,Nazım Hikmet ve Aziz Nesin eserlerinde emekçitemsilleri vardır. Orhan Kemal için bir parantez açmakgerekiyor, özellikle Bereketli Topraklar Üzerinderomanı ustalıkla yazılmış, doğrudan işçi sınıfınıanlatan, 1940 ve 50’li yıllardaki kırılma anlarınıyazarın kendi yaşanmışlığı temelinde incelikle ele alanbir eserdir. Yazarın başka eserleri de var kuşkusuz:Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Baba Evi, Cemile…Vukuat Var romanı üzerinden çocuk işçiliğininÇukurova’da yaşanan biçimine dair bilgiler edinmekmümkündür: “Çocuklar mahallenin çamuru, tozutoprağı içinde boy atıncaya kadar oynar, yuvarlanır,boy atıp da palazlandı mı, büyüklerinden birinin nüfuskağıdıyla fabrikaya girer, başlardı çalışmaya.”

Kültür-Sanat26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Page 27: SY Kızıl Bayrak 12-33

İrfan Yalçın’ın Ölümün Ağzı romanı, Zonguldakmaden havzasında “iş mükellefiyeti” gerçeğinimerkezine alan, estetik açıdan güçlü, akıcı bir üslubuolan, maden işçilerinin gerçekliğini açıklıkla anlatanbir eserdir. Kitabın hemen ilk sayfasında bir işçininsöylediği sözler: “Ayağı kırılan bir ocak katırı, yitenbir kazma, bizlerin ölümünden daha çok üzerdibaşımızdakileri. Çünkü ocakta çalışan katır azbulunuyordu. Kazma kürek belli sayıdaydı. Ama bizegelince, karıncalar kadar çoktuk biz!” Ölümün Ağzı,maden işçileri ile yapılan konuşmalar, arşiv taramalarıve araştırmaları üzerinden kaleme alınmıştır. Madenişçileri, ağır çalışma koşullarından dolayı birçoksanatın konusu olmuştur, sadece romanlar değilşarkılar ve türküler, fotoğraf ve sinema gibi sanatlarmaden işçilerini ele almıştır. Ölümün Ağzı’na dönecekolursak, Yalçın kitabın önsözünde şunları söylüyor:“Eğer bir gün acının tarihi yazılırsa, İkinci DünyaSavaşı yıllarında Zonguldak kömür ocaklarındauygulanan işçi mükellefiyetinin kısaca, mükellefiyetinde sözü edilir herhalde. Bu sözcük yükümlülükanlamına gelir Arapça’da. Ama bu sözcük Zonguldakmaden köylerinde karabasanla eşanlamlı kabul edilir.”Yalçın’ın edebiyat dili oldukça inceliklidir,okuyucusunu hiç sıkmaz, yerel lehçeleri kullanır,yerelin kültürel değerlerine, ilişkilerine dair fikir sahibioluruz. “Anşa, Anşa, Niyazi de mi girdi ölümün ağzınayoğsa? O uşamı da yedi yuttu ecel?” İrfan Yalçın’ıneseri dışında madenciler ile ilgili MuzafferOruçoğlu’nun Grizu, Mehmet Seyda’nın Yanartaş,Behçet Kalaycı’nın Kıvırcık-Genç Bir MadencininÖyküsü romanları sayılabilir.

“Bereketli Topraklar Üzerinde”den sınıfa gerçekçi bakış

Türkiye’de yaşanan önemli dönüşüm süreçlerini,tarımda makineleşme ve kentlere göç, kentte yaşampratikleri ve hayata tutunma hallerini büyük birustalıkla kaleme almış olan Orhan Kemal, sınıfedebiyatının en önemli isimlerindendir. Hayatınınbirçok döneminde işçilik yapmış olan yazarıntanıklıkları ve gözlemleri sonucu ortaya çıkan eserleri,gerçekçi edebiyatımızın güzel örneklerindendir.Yazarın 1954 tarihli Bereketli Topraklar Üzerinderomanı üzerinden döneme ve işçi sınıfına bakacakolursak: 2. Paylaşım Savaşı sonrası değişen güçdengelerinden etkilenen ve sosyo-ekonomik yapısındadeğişimler yaşanan bir ülke. Türkiye, savaşakatılmamıştır; fakat savaş ekonomisiuygulamalarından derin biçimde etkilenmiştir. Üretimyarı yarıya düşmüştür. İthalatta %50 civarında birazalma, buğday üretiminde ciddi bir düşüş yaşanmıştır.900 bin kişinin silah altına, orduya alındığı tahminedilmektedir. Ekmek sorunu, karne uygulamaları ileçözülmeye çalışılmış, halk oldukça yoksullaşmış, amabazı kesimler savaş zengini olmuştur. 1940 tarihli MilliKorunma Kanunu, emekçilerin halini beter bir durumagetirmiştir. Ücretler dondurulmuş, çalışma saatleri

uzatılmış, iş yasası hükümleri tamamen askıyaalınmıştır. İş mükellefiyeti gibi uygulamalarla adetatoplama kampları oluşturulmuştur. Savaş sonrasıoluşan yeni dünya içinde Türkiye de yerini almış, IMFve NATO gibi kuruluşlara üye olmuştur. ABD’dengelen kredilerle tarımda makineleşme, traktör alımıgibi ABD’nin belirlemiş olduğu gelişmeler hayatageçmiştir. 1950’li yıllarla beraber kırsal alanlardankentlere doğru yoğun bir göç süreci başlamıştır veberaberinde işsizlik, yoksulluk ve konut sorunu gibibirçok alanda sorunları beraberinde getirmiştir.

Bereketli Topraklar Üzerinde romanında da ilkkarşımıza çıkan şey göç olgusudur. Sivas’tan tren ileyola çıkan üç arkadaş, soluğu Çukurova’da alırlar. Göçetmenin en temel nedeni ‘geçim sıkıntısı’ olarak ifadeedilir. Pehlivan Ali, Köse Hasan ve İflahsızın Yusuf’unyolculuk sırasında konuştukları, döneme dair önemliipuçlarını işaret etmektedir:

Yusuf: “...hepimizinki de bir ekmek derdi mesala.Öyle değil mi?”

Köse: “Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın.Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik?”

Yusuf: “Tarlamız marlamız yok bizim. Şunun bununyanında çalışırız harmana marmana gideriz, çiftsüreriz... n’olacak köy yeri işte.”

Kentte bir hemşerilerinin olması, fabrika sahibiolan hemşerilerinin kendilerini kesin olarak işealacağına dair inançları ve ardından yaşananlaroldukça önemlidir. Bu nokta göç olgusunun, kenttetutunma hallerini anlamamızı sağlayan önemligöstergeleridir. Sosyolojik olarak önemli verileriçermektedir yapılan konuşmalar: “Hemşerimiz be,Hemşerinin kötüsü mü olur? Amanın hemşerileringelmiş diye bizi tutmayıpta işe şehirliyi ne diyetutsun?” İşçileşen köylüler, kentte bir tanıdık,hemşehrilerinin olmasını önemli bir dayanak olarakgörmektedirler.

Fabrika içinde çalışma koşulları oldukça ağırdır.Köyden kente gelen üç arkadaş ilk kez fabrika görürlerve belli bir şaşkınlık yaşarlar. Çalışma koşullarıhakkındaki tepkileri, gerçekçi ve canlı tasvirlerleromanın içinde yer almaktadır. Çırçır dairesi, kirli kozave sulu koza gibi fabrika içi alanlar romandageçmektedir. Sulu koza olarak ifade edilen alandaçalışan işçilerin durumu çok zordur. Köse Hasan, kısasürede zatürreye yakalanır. “Aman deyim Hasan,ayağını sıkı bas, hasta masta olup dert olma başımızada...” Hasan hastalık sürecindeki bakımsızlıktanhayatını kaybeder, arkadaşları ise bunu alınyazısıolarak görürler.

İşçilerin oturdukları evlere baktığımızda koşullarınne denli ağır olduğu ortaya çıkar. Bir zamanlarhayvanların bağlandığı, tabanı gübre olan, genişçe birahır. Fabrika içinde ırgatbaşları ile işçiler arasındabulunan hiyerarşik ilişki çok açıktır, hatta ırgatbaşlarıişçilerin ücretinin bir kısmına ‘el koyar.’ Üç arkadaşınbu durumla ilgili şikayeti sonrasında ırgatbaşınınisteğiyle işten kovulur, yaka paça atılırlar. Kentte ilktokatı hemşehrilerinden yemiş olurlar bu haliyle.Enformel sektör kentlerde oldukça yaygındır, işten

atıldıktan sonra “taşeron” vasıtasıyla inşaattaçalışmaya başlarlar. Taşeron, işçiler tarafından“müteahhidin müteahhidi” olarak ifade edilir. OrhanKemal taşeronluğun erken dönem uygulamalarını gözönüne serer eserinde.

Pehlivan Ali’nin inşaattan kaçarak tarımsal alanagöç etmesiyle roman daha çok Ali’ye odaklanır.Ali’nin harman yerindeki çalışma koşullarına tanıklıkederiz, ‘koltukçular’ denilen patoz makinesinde çalışanişçilerin adeta makine gibi çalıştırıldıklarını,yemeklerin çok kötü olduğunu, iş saatlerininuzunluğunu, paydos saatlerinin tamamen ırgatbaşınınkeyfine göre belirlendiğini, işçilerin barınma sorunuolduğunu, tarlada yattıklarını görürüz. Romanın bubölümlerinde Çukurova’da tarım işçilerinin yaşampratikleri sade eve özlü bir biçimle anlatılır.

Romanın sonuna doğru yiğit bir işçi olan Zeynel’inişçileri harekete geçirme çabalarını görürüz. Zeynel’inçağrılarına işçiler, gerek jandarma korkusu gerekseişsiz kalmaktan çekinmelerinden dolayı pekyanaşmazlar. Pehlivan Ali’nin patoz mekinesineayağını kaptırarak hayatını kaybetmesi sonrası, Zeynelharmanı ateşe verir. Zola’nın Germinal’inde de böylebir bitiş söz konusudur. İşçilerin örgütlenereksorunlarını çözme yoluna gitmek yerine, bireyselçıkışlar üzerinden halletme yoluna gitmesi, sorunlarıntam olarak çözümünü sağlamamaktadır.

Sonuç yerine

Türkçe edebiyatta ciddi bir ‘köy edebiyatı’ gerçeğivar, fakat ‘işçi edebiyatı’ oldukça kısıtlı durumdadır.Yazarlar tarafından köy sorunu, uzun yıllar boyuncaişlenmiş, işçi sınıfı gözardı edilmiştir. Çalışma hayatı,eserlere daha çok dolaylı bir biçimde konu olmaktadır,doğrudan işçi sınıfını anlatan eserlerin sayısı daha az.Eserler ‘toplumcu gerçekçilik’ çerçevesindeoluşturulmuştur, grevler\direnişler için yazılmış şiirlerde vardır, Hasan Hüseyin’in Kavel şiiri ilk elden örnekverilebilir:

“İzin verirlerse Kavel grevcileriilk çocuğumun adınıkavel koyacağım.”Orhan Kemal’in Grev hikayesi işçi mücadelelerini

konu almaktadır: “Harb biteli beş sene oluyor, işkanunun hükümlerini yerine getirmenizi istiyoruz.”Türkiye’de, Batı edebiyatında olduğu gibi bir ‘işçiedebiyatı’ndan bahsetmek zordur, bunda Türkiye’ninkapitalistleşme sürecine daha geç girmesi, işçileşmenindaha gecikmeli ve zayıf gerçekleşmesi etken olmuştur.Tarihsel süreç içinde önemli bazı eserleri üretilmiş olsada içinden geçtiğimiz dönemde işçi sınıfı edebiyatınakatkı sınırlıdır. Emek tarihi çalışmalarında edebimetinler yeteri kadar değerlendirilmemektedir. Emekve edebiyat arasındaki ilişkiyi doğru kurabilmek ve bualanda eserler üretebilmek, sınıfın dünü ve bugününüanlayabilmemiz, geleceği ise öngörebilmemizaçısından oldukça önemlidir.

K. Aras

Kültür-Sanat Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Page 28: SY Kızıl Bayrak 12-33

Kent-çevre28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

Bir bardak temiz su bile sosyalizmde!

Sermaye düzeninin toplumsal yaşamı yıkımasürekleyen artı değer sömürüsü ve aşırı metaüretimine dayalı işleyişi tüm insanlığın geleceğinitehdit edecek sonuçlar yaratıyor. Son haftalardaTürkiye’de su firmalarının damacana sularlainsanlara ‘zehir’ sattığının ifşa olmasıyla su sorunusarsıcı bir şekilde gün yüzüne çıktı. Plastik kaplarakonan ve şişelenerek satışa sunulan yaşamkaynağımız suyun ciddi sağlık sorunları yaratacakkadar kirli olması ve kanserojen kimyasallariçermesi sorunun ulaştığı boyutları gösterdi.

55 firmanın sularında ‘koliform’, yani insan ya dahayvan dışkısı yoluyla bulaşan bakteriler bulunmasısuyun ticarileşmesinin insan sağlığı açısındanyarattığı korkunç sonuca ayna tutmaktadır. Bugerçek, üstü kapatılamayacak bir şekilde ortaya çıkıplaboratuvar sonuçlarıyla kanıtlanınca SağlıkBakanlığı olaya ‘el koydu’. Bakanlık önce 5 sonra 20firmayı kamuoyuna açıklayarak ‘halkın sağlıksız sutüketiminin derhal önüne geçebilmek için dolumtesisinden alınan numuneye göre işlem yaparak’üretimlerini durdurdu. Ancak büyük firmaların ismiitinayla sansürlendi. Ve ismi açıklanmayanfirmaların sularının temiz olduğu izlenimi yaratıldı.En son açıklamayla da Bakanlık, üretimleridurdurulan 12 firmanın sorunlarını giderdiklerinintespit edilmesi üzerine üretimlerine devam edilmesikararı aldıklarını duyurdu. Sorunun geri dönüşümlüdamacanaların iyi bir şekilde dezenfekte edilmemişolmasından kaynaklandığı topluma lanse edilmeyeçalışılarak gerçeklerin üstü örtbas edilmek isteniyor.

Sağlık Bakanlığı yapmak zorunda kaldığıdenetimlerle ve firmaların üretimini durdurarakortaya çıkan tepkiyi dindirmenin ve bu olayın üstünühızla kapatmanın derdindedir. Çünkü sorun kirli veyüksek oranlarda insan sağlığına zararlı kimyasallarıiçinde barındıran suları piyasaya süren firmaları aşanbir kapsama sahiptir. Sermaye düzeni su firmalarınıaklarken aslında hızla kendi kendini aklamanınpeşindedir. Yıllarca içme suyu olarak hazır sularıadres gösterenlerin birden arsızca şehir şebekesininsuyunun gönül rahatlığı ile içilebileceğininduyurusunu yapmalarının arkasında yatan nedeni deböyle okumak gerekmektedir. Halbuki içme suyuiçin en güvenilir kaynak sürekli olarak günlüklaboratuvar denetiminden geçen musluk suyu ikensermayenin politikaları ile hazır su şirketlerinin

sermayesi bilinçli olarak geliştirilmiştir. Kendileriniaklamanın derdindedirler; çünkü su tekellerininkontrolsüzce büyümelerini sağlamış, buna ön ayakolmuş, büyük bir hazır su sermayedarları grubuoluştururlarken kaynaklarından, su istasyonlarına,marketlere kadar sürekli olarak suları denetime tabitutmaktan bilinçli olarak uzak durmuşlardır.

Doğayı ve toplumu eksen alan bir yaklaşımlahareket edildiğinde bugün Türkiye’nin su kaynaklarıherkesin sağlıklı içme suyuna ulaşabileceğiolanakları sunmaktadır. Ancak kapitalist yıkımpolitikaları ile birlikte Kürdistan’daki kirli savaşlavar olan olanaklar da hızla tüketilmekte ve hunharcayok edilmektedir. Kontrolsüzce yapılan HES’ler vebarajlar tüm Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun yer altı veyer üstü sularını zapturapt altına almaktadır.Türkiye’nin mevcut elektrik tüketiminin %2’sinikarşılayabilecek olan HES’ler elektrik üretme projesideğil, suya sahip olma, mülkiyetini alma projesidir.

Kapitalizmin bunalımının derinleşmesi dünyadakiegemen güçler arasındaki rekabetin kızışmasını, buda dünyanın yeraltı ve yer üstü kaynakları üzerindehakimiyet kurulması telaşını beraberinde getirdi. Sukaynaklarının üzerinde hakimiyet kurulması vetekelleştirilmesi ile su ticari bir meta olarakkapitalist piyasa ekonomisinde önemli bir yertutmaktadır. Su, tüm yaşamsal faaliyetlerdebelirleyici bir önem taşıdığından, kapitalist sömürüdüzeni için suya sahip olmak önemli bir güçgöstergesi haline gelmiştir. Örneğin İsrail’in Filistintopraklarını işgal ettiği Golan’ın, Batı-Şeria veGazze’nin su kaynaklarının bulunduğu bölgelerolması tesadüfi değildir.

Öte yandan son skandal ile şimdiye kadar sularındenetiminin su firmalarının bizzat kendi götürdüklerinumuneler üzerinden yapıldığının Bakanlıktarafından itiraf edilmesi sorunun boyutlarınıgöstermiştir. İnsan sağlığı hiçbir şekildeönemsenmemiş, suyun ticarileştirilmesinin önüaçılmış ve su firmaları özel olarak denetimsizliklepalazlandırılmıştır. Yapılan araştırmaların sonuçlarısatılan bazı suların bizzat kaynaktan kirlenmişolduğunu gösteriyor ve bu da su satışının tam birbaşı bozukluk içinde yapıldığını kanıtlıyor. Tüm bugelişmeler göstermiştir ki denetim sıfırdır, il sağlıkmüdürülüklerinden halk sağlığı müdürülüklerinekadar tüm devlet mekanizmaları çürümüş

kurumlardır. Yani gidip Sağlık Bakanlığı’ndan onayalan bir firma bir gece sondajı vurup istediği yerdenkanser yapma riski olan nitrat değeri yüksek ya dakanalizasyon sızıntısı bulaşmış olan kuyu suyunuçıkarıp depolayıp satışa sunabilmekte ve bunuyaparken hiçbir engelle karşılaşmamaktadır.

Hazır su tüketiminde insan sağlığını tehlikeyeatan diğer unsur ise içme suyunun doldurulduğuplastik ambalajlardır. Bugün sular kanserojenözelliği olan, Bisfonol A içeren plastik kaplarda(damacana-pet şişe) satışa sunulmaktadır. Yüzde yüzkanserojen olduğu bilimsel olarak kanıtlananBisfonel A suya geçmektedir. Ekosistemde olmayanbu kimyasal, özellikle çocuklar, hastalar vehamilelere kanser saçan tehlikeli bir maddedir. Camkapların maliyeti yüksek olduğundan plastik kaplartercih edilmekte, kapitalizmin sömürü dişlileriböylece daha çok kâr için ölüm saçmaktadır.

AKP iktidarı döneminde uluslararası sermayeninçıkarları doğrultusunda temel toplumsal hizmetlerinticarileştirilmesini ve emek gücününköleleştirilmesini içeren neo-liberal yıkımprogramının hayata geçirilmesine hız verildi. Su vesağlık gibi yaşamsal hizmetler rant alanları olaraksermayeye peşkeş çekilerek yeniden şekillendirildi.Sermaye hükumeti AKP öncesinde İstanbul dışındatüm kentlerde şebeke suyu içilebiliyordu. Ancakbugün bu yıkım programı doğrultusunda pek çokkentte yapılan kampanyalar ve aldatmacalareşliğinde toplum bilinçli olarak hazır su içmeyeyönledirildi. Suya özgü bir piyasa oluşturuldu. Özelsu firmalarının sayısının hızla artması sürecini sokakçeşmelerinin kapatılması, suyun fahiş fiyatlasatılması izledi. Bu politikalarla tekellerin doğadatüm canlılara ve insanlığa ait su kaynaklarını satınalmalarına izin veren yasal yönetmeliklerçıkartılarak suyu, şişelere doldurup piyasayasunularak satışı genelleşti. ‘Su hayattır’ melodilerieşliğinde izletilen reklamlarla ‘hayat’, parasıolanlara satılarak kapitalistlerin kasaları dolduruldu.

Bugün içme suyu tüketimi büyük oranda hazırsularla yapılmaktadır. Başta İstanbul olmak üzerebüyük kentlerin etrafındaki doğal içme suyukaynaklarını barındıran ormanlar, yeşil alanlar rantiçin inşaat alanlarına, sanayi merkezlerinedönüştürüldü, talan edildi. Şimdi de bir taraftanFormula 1 Parkuru, diğer taraftan Kanal İstanbul, 3.

Page 29: SY Kızıl Bayrak 12-33

Kent-çevre Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2012/31* 3 Ağustos 2012

Köprü projeleri ile kentin ulaşım sorununu çözme,İstanbul’un yıldızını parlatma yalanıyla bu talanısürdürmenin hesabı içindeler. Yani sermaye hükümetibitmeyen bir iştahla İstanbul’un son kalan yeşilalanlarına yönelik saldırılarına durmaksızın devametmektedir.

Türkiye’de son 10 yıl içinde HES inşaatları, sanayiatıkları ile akarsu kaynaklarının ve yeraltı sularınınkirletilmesi, dere yataklarının yapılaşmaya açılarakyağmur-kar sularının heba edilmesi, kapitalist tarımpolitikaları ile Anadolu topraklarının hızlaçölleştirilmesi ile birlikte su kıtlığı sorunu ciddi birsorun haline gelmiştir.

Bir bardak suda çıkan bu fırtına suyunticarileşmesinin ve su kaynaklarının tekelleşmesinindoğal bir ürünüdür. Su aslında bir meta halinegetirilerek satılması en zor doğal kaynaktır. Su, canlıorganizmaları içinde barındırdığı için paketleme vesaklama koşulları için özel bir denetim, hassasiyetgerektirmektedir. Sınırsız sömürü ve kârı önemseyensermaye kodamanlarının insan sağlığına gerekenönemi göstermesinin mümkün olmadığını görüyoruz.Yıllardır milyonlarca insana sağlığa zararlı sularınpara ile temiz su olarak satıldığı ortadadır. İşçi veemekçilerin masraflarını arttırarak kursağındakilokmaya göz dikenler, artık yaşamlara da kastetmektedirler. Gözlerini kar hırsı bürümüşsermayedarlar için insan sağlığının ya da yaşamınınhiçbir önemi yoktur.

Kapitalizm koşullarında tüm haklar gibi insancabir yaşam hakkı da işçi sınıfı ve emekçiler tarafındandişe diş kazanılacak bir haktır. Su yaşamsal birkaynaktır, ancak bugün kapitalizm kullanım değeriolan her şeyi değişime sokarak metalaştıran bir metadüzenidir. Kapitalizmin yapısal krizi derinleştikçeçevrenin, doğanın yıkımı daha da büyük boyutlaraulaşırken dünyadaki içilebilir su kaynakları da hızlatükenmektedir. Bugün işçi ve emekçilere kirli vekanserojen sular satan, suyu metalaştıran sermayedüzeninden ve onun sadık uşaklarından hesap sormagünüdür. Suyun tüm doğanın ve canlıların ortakkaynağı olarak gerçek sahiplerine kavuşacağısosyalizm ile ancak bir bardak temiz su üzerindendönen fırtınalar dindirilebilinir.

Bugün işçi sınıfı devrimcilerinin görevi sermayedüzeninin maskesini düşürerek ‘insanca bir yaşam’ıntek alternatifinin sosyalizm olduğunu işçi veemekçilere göstermektir.

Y. Kaya

Saat sabahın beşiydi. Yorgun kent henüzuykudaydı. İşe gitmek için henüz erken sayılırdı.İzzet kafasını kurcalayan birçok sorunlaboğuşuyordu. Sorunlar birkaç gündür uykusunukaçırıyordu. Bugün de pek uyuyamamıştı. Sankikarabasan basmıştı. Üzerinde çok büyük biryorgunluk vardı ama yine de uyuyamıyordu. Sonzamanlarda bir hayli yıpranmıştı.

Hızla fırladı yatağından, mahmur gözlerlebanyoya gitti, elini yüzünü yıkadı. Ayna alaycı birtebessümle ona yaşlandığını söylüyordu. Birkamyonun kontrolsüz gürültüsünü andırıyorduöksürüğü. Bu sıralar ciğerleri parçalanırcasınaöksürüyordu. Doktora gidecekti ama işyerindenvizite kâğıdını alamamıştı. İşler çok yoğundu veİzzet ustanın mutlaka çalışması gerekiyordu.Yaşadığı hayata sövüp saymayı bu sabah da ihmaletmemişti.

Kapıyı öfkeyle çarparak evden çıktı. Sigarasınıyaktı ve tren istasyonuna doğru yol aldı. İstasyonevine 15 dakikalık bir mesafedeydi. Her gün bumesafeyi yürürken derin düşüncelere dalardı. Henüzgün aydınlanmamıştı. Gökte asılı duran ayın ışığısessiz caddelere soluk bir “merhaba” diyordu.Sokak lambaları soluk sarı ışıklarını etrafayayıyordu. Lambanın biri göz kırpar gibi yanıpsönüyordu. Güneş utangaç bir kız çocuğu gibi biryerlerde saklıydı. Bugün işe gitmesem diye düşündüsigarasından son nefesi alırken. Ama mutlakagitmeliydi. Yoksa işten atılacaktı. Üstelik paraya daçok ihtiyacı vardı. Bu düşüncelerle istasyonunturnikesinden girdi ve treni beklemeye koyuldu.İstasyonda henüz kimsecikler yoktu ve ortalık çoksessizdi. Korku filmlerini andırıyordu. Tanımadığıotların ve bitkilerin arasından uzayan ağaçlar yerinigüneşe terk etmek üzere olan aya tebessümle elsallar gibiydi.

Tren sessizliğe meydan okuyarak gürültüylegeliyordu. İstasyona usulca yanaştı. İzzet açılankapıdan girdi ve kapıya yakın bir yerde oturdu.Vagon neredeyse boştu. Olanlar da uyku ileuyanıklık arasında bir haldeydi. Yol boyuncaözensizce dizili evler, fabrikalar, yeşillikli tarlalargeride kaldı.

Tren İçmeler İstasyonu’na varmıştı. İzzet’lebirlikte trenden birkaç kişi daha indi. Henüz erkendi.7.30 treni tıka basa dolu olurdu ve orada inen işçileryorgun ve asabi olurlardı. İstasyon meydanında ilkolarak işportacı Sedat’a yöneldi. Kendine bir eldivenaldıktan sonra çay ocağına girdi. Çay ve poğaçalarlayaptığı iğreti kahvaltının ardından çaycı ile kısa birsohbet yaptı. Ardından sigarasını yaktı, etrafıincelemeye koyuldu. Belli aralıklarla gelen trendenişçiler gruplar halinde geliyordu. Hepsi de kahvaltıyapmak için çay ocaklarına yöneliyordu.

Bir müddet sonra Ferhat da geldi. Çaylarınıyudumlarken koyu bir sohbete dalmışlardı. Artıkkalkmaları ve yola koyulmaları gerekiyordu. İşevarmaları yarım saatlerini alacaktı. Yolda yürürkensohbetlerine devam edeceklerdi. Birlikte aynıtersanede çalışıyorlardı. Çocukluktan beri iyiarkadaşlardı. Birbirlerine bağlıydılar ve dostluklarınıhiçbir şey bozamamıştı.

Tersaneler Caddesi üzerinde işlerine gidenyüzlerce işçi gibi onlar da mutlu değillerdi. Çalışmaşartları çok zordu. 14 saat çalışıyorlardı. Aldıklarıücret diğer işlere oranla normal sayılırdı ama yine deyetmiyordu. Hem ağır bir işti. Sonunda ölüm de

vardı. Bu yüzden o cadde üzerinde yürüyen hiçkimse yaptığı işten ve yaşantısından memnundeğildi.

İzzet ve Ferhat çalıştıkları tersaneye vardılar.Doğruca soyunma konteynırına gittiler. Burada ağırpas kokusu, ter kokusuna karışmıştı. Arkadaşlarına“Günaydın” dedikten sonra malzeme sepetine pense,kablo, seyyar, hem rotil hem de bazik elektrot,maske, eldiven, baret koydular ve çalışacakları 83numaralı tanker gemisine yöneldiler. Geminin yanduvarına kaynak yapacaklardı. Parçalar halindepuntalanan sacları kaynatacaklardı.

Hazırlıklarını yaptıktan sonra derme çatmakurulmuş iskeleye çıktılar. Rasgele birbirinegeçirilmiş boruların üzerinde tahta kalaslar vardı veonlar bu kalasların üzerinde çalışıyorlardı. Kafamaskelerini takıp penseyi saca vurdular. Şiddetli birkıvılcım çıkaran pense, sacları birbirinekenetliyordu.

Saat öğle 12.30’u gösterdiğinde yemekhaneyegittiler. Yüzlerce işçi, arkadaşlarıyla birlikteyemeklerini yiyorlardı. Son yemeklerini yiyenkurbanlık koyunları andırıyorlardı. Baretlerinirasgele sağa sola savurmuşlardı. Elleri yüzlerisimsiyahtı. Güney Afrika’daki elmas madenlerindeçalışan siyahi köleleri andırıyorlardı.

Yemekten sonra çalıştıkları geminin altınauzanmışlardı. Kavurucu yaz sıcağında burası dahaserindi. Aşırı sıcaklar herkesi bunaltmıştı.

İşbaşı düdüğü çaldığında yüzlerce işçi aynı anda83 numaralı gemide çalışmaya koyuldu. Taşçıların,boyacıların, raspacıların, montajcıların, borucularınçıkardığı gürültülü sesler birbirine girmişti. Çıkanses hiç de hoş bir melodi oluşturmuyordu.

İşçiler çalışmaya başladıktan bir süre sonra İzzetve Ferhat’ın çalıştığı iskele büyük bir gürültüyleçöktü. İki yakın arkadaş, iki “kader” dostu 20 metreyükseklikten yere çakılmışlardı. Tersanede kızılcakıyamet koptu. Korku ve endişeyle sağa solakoşturan işçilerin çığlıkları bir süre sonra ambulans,itfaiye ve polis sirenlerinin tüyleri diken diken edengürültüsüne karışmıştı. Fakat Ferhat ve İzzet bütünbu çığlıkları duymayacaktı.

İzzet gözlerini hastanede açtı. Başucunda yaşlıbabasını gördü. Her tarafı kırık döküktü. Bir dahaasla eski sağlığına kavuşamayacağını tahminediyordu. Babasına ne kadar süredir hastanedeolduğunu sordu. Babası “üç gün” dedi. Doğrulmakistiyordu. Güç almak için yatağının yakınındakikalorifer peteğine elini uzattı. Petek sıcaktı. İzzetinanamadı. Doğruldu perdeyi araladı ve dışarı baktı.Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. İşte o zamandurumun vahametini anladı. Bir mevsim boyuncayoğun bakımda komada kalmıştı. Aylardır bir ölügibi yatağa çakılıp kalmıştı.

Babasına Ferhat’ı sordu. Babası hüzünlü bir sesle“öldü” dedi. Sanki gök kubbe başına yıkılmıştıİzzet’in. Üzerine örtülü battaniyeyle yüzünü örttü vebir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

* Yukarıda anlatılan öykü gerçek bir öyküdür.90’lı yılların başında Sadıkoğlu tersanesinde (Şu anki ismiyle Kıran Tersanesi) iskele çöktü ve Ferhatisimli işçi yaşamını yitirdi. Tersanelerde iş cinayetisonucu ölenlerin oluşturduğu 151 kişilik ölümlistesinde Ferhat’ın adı yok…

Zeynel Nihadioğlu02.08.12

F Tipi Cezaevi A-6 / 17 Edirne

Kanlı Gemi

Page 30: SY Kızıl Bayrak 12-33

Toplum-yaşam30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/33 * 17 Ağustos 2012

“Sacco-Vanzetti trajedisini insanlığın vicdanındacanlı tutmak için her şey yapılmalıdır.”*

Vanzetti;İtalyanların çeliği şekillendirmekteki ustalığını

ruhunda taşıyan proleter.Her sözü kor alevin arasından çekilmiş,

örsle çekiç arasında değil yürekle bilinç arasındadövülmüş

bir gün güneşin düşüyle karanlık bir hücredekalırsam senin 7 yılını hatırlayacağım.

Her şeyi yabancı kılan demir parmaklıklardasınıfımı bulacağım

Vanzetti sana bir can sözümüz varbüktüğün çeliği kızıl bayrağın sancağı yapacağız

elbettarihimize yazılan isminiz tebessümle

büyüyecek çocuklarımıza verilecek. Sacco;

Babalığın yürek çarpıntısınaimrendiğimiz bitmez yürek

kölelik zincirlerinden ellerine takılankelepçeyle kurtulan,

evladı için herşeyden vazgeçecek amayine de düşü için evladından vazgeçen

iradebir İtalyan göçmeni olmaktan çok

öteye geçiptüm dünyanın bağrına bastığı

proleterlertohumların karakışı kırdığı zamanı

sizin bedelleriniz yarattıysa eğeryaratılacak her şeyde biraz da siz

olacaksınız. Us’tan maddeyedönüşecek isminiz.

Ete kemiğe bürünecek eşitlik veözgürlük düşleriniz...

Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzettimücadele tarihine adlarını yargısız infazın hukuksuzbırakılan iki mahkumu olarak yazdırdılar. Suçlarıkimlikleri ve düşünceleriydi. Burjuva sistem için ikisorunu tek bir vücutta bütünleştiren bu iki yiğit insanidamı bekledikleri 7 yıl boyunca kimliklerinden ödünvermeyerek, kendileri şahsında katledilmeye çalışılandüşüncelerini zenginleştirerek aramızdan ayrıldılar.

Amerika’nın mücadele tarihi, Molly Maguires’den1 Mayıs’ı yaratan August Spies’lara, Sacco veVanzetti’den Rosenbergler’e kadar uzanan, idam veinfazlar üzerinde yürünen yolun tarihidir. Bu tarih öylebüyük değerlerin katledilmesine tanıklık etmişolmasına karşın aynı mücadeleyi onyıllarca bağrındasaklamısını bilmiştir. Bugün Amerika kıtası içinunutturulmuş olsa da tarihin akışını hızlandırankahramanlar kapitalizmin beşiğinde ona gerekencevabı vermişti.

İşte bundan dolayı insanların vicdanlarında Sacco-Vanzetti davasını canlı tutmak, yaşananlarıanlatabilmek gerekiyor. Kapitalist sistemin ayaklarıüzerinde yeni yeni durmaya başladığı, dünyanın dörtbir yanından emekçilere kölelik için kapıların açıldığıbir süreçte Amerika’da bilindik senaryo devreyesokuldu. Amerikan devlet politikasının bir tezahürüolarak silahlı soygun davası İtalyan göçmeni iki

anarşist üzerine yıkıldı. Olayın gelişimini, dava sürecinin tanıklarını

tartışmak anlamsız. İki ay gibi kısa bir sürede görülenidam cezalı dava dosyası hiçbir hukukçununaçıklayabileceği bir durum değildir. Dava başlamadanmahkeme kararını vermiş, iki göçmen anarişt ölümemahkum edilmiştir. Mahkemede olayın tanıklarınasoruyorlar bu adam o adam mı? Cevaplar “O olabilir”,“Evet, sanırım bu o”, “şu an cevap veremiyorum”...Yani koca bir soyut tanık ifadeleri ve çürütülmüşiddialar dışında mahkeme heyetinin elinde hiçbir şeyyoktu.

Burada asıl soru neden böyle bir karar verildiğidir.Çünkü 1920’lerin Amerikası demek göçmen işçilerin

sefalete mahkum, kölelik koşullarına maruz

bırakıldıkları bir süreçte anarşist düşünceüzerinden hak ve özgürlük tanımlarının yarattığı etkiyidağıtmak demekti.

Amerika’nın unutturulmuş tarihine bakıldığındasüreç daha iyi anlaşılır. 1920′de madenlerde çalışanişçilerin yüzde 44′ünü, demir-çelik endüstrisindeçalışanların yüzde 33′ünü göçmen işçileroluşturuyordu. Göçmen işçilerin bu verilerinin yanınamücadele dinamiğinin yükselişi de ekleniyordu.1918′de ABD’de 1 milyon olan grevci işçi sayısısadece bir yıl sonra 4 milyona yükselmişti. Grevlerinönü alınamazken sadece ekonomik haklar değileylemliliğin getirdiği siyasal bilinçle demokratikistemler de öne çıkmaya başlamıştı.

İşte böylesi bir süreçte Amerika’nın sermayedevleti hızla faşist baskı ve zor aygıtını devreye soktu.2 Ocak 1920′de 70 kentte aynı anda gerçekleştirilen“baskın”larda 6 bini aşkın ilerici tutuklandı. Bu veribile polis devleti uygulamalarının geldiği boyutu vesiyasal düşünceyi boğmak için estirilen terörü özetlerniteliktedir. Artan baskı koşulları ve hukuksuz cezaablukasında böyle bir soygun soruşturması toplumatehdit mesajı için bir araçtı. Sacco ve Vanzetti içindavada suçlu oldukları değil olmadıkları defalarca

kanıtlanmasına rağmen 7 yıl süren tutsaklığın sonundabundan dolayı katledildiler. Yoksa sadece CelestinoMadeiras adlı adli mahkumun soygun ve cinayetlerinJoe Morelli çetesiyle birlikte kendisinin işlediğini itirafetmesi davanın düşmesine yeterdi. Vanzettiler’indavasını en iyi betimleyen yine Vanzetti oluyor.Vanzetti Sacco’nun oğlu Dante’ye yazdığı mektuptaşöyle diyor: “Bize karşı topladıkları delillerle cüzzamlıbir köpek, bir akrep bile ölüme mahkum edilemez.Bizim, davamızın yeniden görülmesi için önesürdüğümüz bu olgular, bir ana katilinin, yüreğitaşlaşmış bir suçlunun davasının yeniden görülmesineyeterdi.”

Fakat yetmedi, iki aya sıkıştırılan her duruşmasonunda elektrikli sandalyede idama bir adım dahaatıldı. 7 yıllık tutsaklık ise topluma devletin istediğizaman hapsettiği, istediği zaman katlettiği bir sistemde

olduğunu kanıtlamak istercesinekullanıldı.

Vanzetti’den bu kadar bahsedilmesiboşuna değil. İki sözünden biri mücadeletarihine yazılmış bir sınıf neferiydi o.Upton Sinclair onun için şunları yazıyor:

“Artık göçüp gidebilirsin BartolomeoVanzetti, işini başardın! İyi savaşım verdinve yarışı başarıyla bitirdin! Ne sana karaçalanların gazabından kork, ne de cellattan.Onlar sana zarar veremezler, çünkü senyaşamının amaçlarını gerçekleştirdin. “

Vanzetti tutsaklık yıllarını da mücadeleyekatkı için değerlendirmiş “Bir ProleterinYaşamöyküsü” adlı eserini hazırlamıştır.

“Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiçkalır bunun yanındahiç kalır yanında idamımız -bir kunduracıylabir işportacı parçasının idamıYaşayacağımız o son anı elimizden alamazsınızya!O bizim işte, o bizim zaferimiz.”**

İdamlarının üzerinden 85 yıl geçmişbulunuyor. 85 yıl gururla anılan isimleri düzenikorkutmaya devam ediyor. Sacco-Vanzetti emekçilerinbilincinde ve mücadele edenlerin bayraklarındageleceğe taşınıyor. Bu basınçtan dolayı infazın 50.yılında Massachusetts Valisi Michael Dukakistarafından iade-i itibar kararları açıklandı. Açıklamametni bile Sacco ve Vanzetti’nin yargıçlarınahaykırdığı zaferi kabul ediyordu. Vali Dukakis şusözlerle “demokrasi” aldatmacasını kullanıyordu:“Sacco ile Vanzetti 1921’de cinayet ve soygunsuçlamasıyla kuşkulu bir biçimde cezalandırılmışlardı.Vali, yeni incelemeler sonucunda, `yargıcın vesavcının göçmenlere ve düzen karşıtlarına karşı taraflıdavrandığının ve yargılamanın bir politik histeriatmosferi içinde yürütüldüğünün’ anlaşıldığınıbelirtti.”

Sacco ve Vanzetti, davalarına ihanet etmedenproleter kimliklerini gururla taşıyarak elektriklisandalyeye oturdular. Bunun için ölümleriyle değilmücadeleyi yükselten sözleriyle hatırlanıyorlar.

T. Kor* Albert Einstein** Yargıçlara Son Sözüm-Can Yücel

Sacco ve Vanzetti’yi saygıyla anıyoruz...

Ölümü yenerek yürüyen proleter savaşçılar kavgamızda yaşıyorlar!

Page 31: SY Kızıl Bayrak 12-33

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 İzmir Cad. Halilbey İşhanı D-9/13 Kızılay / ANKARA

Cumartesi Anneleri Galatasaray Lisesi önündeki eylemlerinin 385. haftasında Tolga Baykal Ceylan’ınakıbetini sordular.

Eylemde ilk olarak Hüseyin Taşkaya’nın eşi Sultan Taşkaya söz aldı. Taşkaya, kayıp yakınları olarakgeçen yıl Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüştüklerini ifade ederek “Hani çözüm, nereye kadar savaş” diyesordu. Sultan Taşkaya kayıp yakınları olarak barış istediklerini ifade ederek konuşmasını sonlandırdı.

Ardından Murat Yıldız’ın annesi Hanefi Yıldız söz aldı. Kayıplar için “bizim dönemimizde değil” diyenAKP hükümetini eleştiren Hanefi Yıldız, bu hükümetin de diğerlerinin devamı olduğunu söyledi. “KardeşErdoğan, sevgili düşman” ifadeleri kullanarak Tayyip Erdoğan’ın barış ve kardeşlik dili kullandığını fakatdüşmanlığı beslediğini belirtti. “Bu nasıl kardeşlik? İstemiyoruz dostluğunu da kardeşliğini de!” diyereksözlerine devam eden Yıldız, “artık yalanlarına kimse inanmaz” diyerek sözlerini bitirdi.

Hanefi Yıldız’ın ardından, kaybedilişinin 8. yılında Tolga Baykal Ceylan’ın annesi Kadriye Baykal sözaldı. Devletin erklerine sorduğu “yıllardır oğluma ne yaptınız?” sorusunun cevapsız kaldığını söyleyen anneBaykal, yıldırma ve çaresizliğe sürüklenmeye çalışarak oğlunu aramasının engellendiğini aktardı. Buçabaların işe yaramadığını ve yılmadığını belirterek “mücadele gücümüz ve öfkemiz artıyor” dedi.

Kadriye Baykal’ın açıklamalarının ardından İHD adına basın açıklaması okundu. Basın açıklamasındaşunlar ifade edildi: “Hükümetin, insanı ve haklarını esas almayan militarist, milliyetçi ve güvenlik eksenlipolitikalarıyla hiçbir soruna çözüm üretilemez. Bugünkü ‘ben istiyorum, siz de isteyeceksiniz!’ rejimi hak veözgürlüklere düşmandır.”

Açıklamada Tolga Baykal Ceylan’ın kaybedilmesi ve sonrasında yaşanan sürece değinilerek düzeninkolluk güçlerinin çelişkili ve gerçeği yansıtmayan açıklamaları teşhir edildi. Açıklama “kayboluşunun 8.yılında yetkililere bir kez daha soruyoruz: Tolga Baykal Ceylan nerede?” sorusuyla bitirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Tolga Baykal Ceylan nerede?”

Devrimci İşçi Sendikaları Konfedarasyonu (DİSK)kurucusu ve genel başkanı, eski Gıda-İş başkanı KemalNebioğlu ölümünün 6. yıldönümünde 10 Ağustos günüZincirlikuyu’daki mezarı başında anıldı.

DİSK’e bağlı sendikaların üye ve yöneticilerininyanısıra TKP üyelerinin de katıldığı anmada söz alanDİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, sendikaldeğerlerin yozlaştırıldığı, ileri demokrasi adı altındakapitalist tahakkümün güçlendiği bir dönemde KemalNebioğlu gibi isimlerin bırakmış olduğu sendikalgeleneğin sonuna kadar sürdürücüsü olduklarını belirtti.

Kemal Nebioğlu anıldı

Irkçı-faşist saldırganlığa ve Malatya’da Aleviailelere yönelik gerici saldırılara karşı İstanbulEsenyurt’ta Ardahan Damal Köyü Gençliği’ninçağrısı ile 12 Ağustos günü yürüyüşgerçekleştirildi.

Depo Kapalı Cadde girişinde toplanılmasıylabaşlayan yürüyüşe Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu da katıldı. Yoğun yağmura rağmengerçekleştirilen eylemde “Malatya Sivasolmayacak” pankartı açıldı. BDSP eylemde“Özgürlük, devrim, sosyalizm” şiarlı önlükler vedövizlerle yer aldı.

Yürüyüşün ardından BDSP temsilcisi, butopraklarda on yıllardır yaşanan katliamlara işaretederek devletin acı, ölüm ve yoksulluktan başkahiçbir şey sunamayacağını söyledi.

Emperyalist savaş çığırtkanlığı yaparak kendialçak çıkarları için emekçileri katletmeye gözdikenlerin içeride de düşmanlık tohumlarıekmeye çalıştığı söylenerek, gerçek ve kalıcıçözüm için sınıf mücadelesinde birleşme çağrısıyapıldı. “Malatya’nın Sivas olmasına izinvermeyelim” diyen temsilci faşizme karşıdevrimci saflarda örgütlenme çağrısı yaptı.Ardından Damal Gençliği adına konuşma yapıldı.Konuşmada, Tayyip Erdoğan’ın yaptığıaçıklamaların devletin mantığını yansıttığı,Alevileri asimile etme çabasının saldırılarlasürdürüldüğü, yanı sıra Kürt halkına yöneliksaldırların da tırmandırıldığına değinildi.

Son olarak “Eşitlik, kardeşlik ve sosyalizmistiyoruz” sözleriyle konuşma sona erdi.Açıklamanın ardından bir araya gelinerek neleryapılabileceği üzerine sohbetler edildi.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

“Malatya Sivasolmayacak”

Mücadele Postası

Page 32: SY Kızıl Bayrak 12-33