48
www.zamaniskandinavya.dk 10 - 16 EYLÜL 2014 • YIL : 6 • SAYI : 275 DANIMARKA 25 DKK • ISVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FINLANDIYA 3,5 EURO Sayıların alnda ezilmek: Çoğunluk zulmü Firavun veya Firavuni idareler 'Yaralanı severiz Yaratan'dan ötürü' CHP yol ayrımında 41 39 6 39 EKREM DUMANLI AHMET TURAN ALKAN KAMİL SUBAŞI ALİ BULAÇ Sezaryenden sonra normal doğum mümkün mü? PROF. DR. UMUT ÖZKIRIMLI: Böyle bir Türkiye yeni Türkiye ise beni uyutun! İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde görev yapan Prof. Dr. Umut Özkırımlı, günlük tartışmaların ötesine geçip gerçekte olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayınlanan birçok gazete ve televizyon Türkiye’de yaşananları onun ağzından öğrenmeye çalışıyor. Biz de Lund Üniversitesi’nde kendisini ziyaret ettik ve Türkiye’yi konuştuk. EMRE OĞUZ LUND 1 Türkiye geçmişte hiç olmadığı kadar kutuplaşmış durumda. İktidarın sağla- dığı imkanları arkasına alan bir kesim şimdi- lerde yeni bir Türkiye’nin hayalini kurarken; siyasi görüşü, etnik kimliği hatta inancı yü- zünden hor görülen, hakarete uğrayan ve ötekileştirilenler ise yıllarca mücadele ettik- leri eski Türkiye’nin yeni bir yüz ile geri dön- düğünü savunuyor. Böyle zamanlarda biraz geri çekilip olan bitene dışardan bakmakta fayda var. Prof. Dr. Umut Özkırımlı öyle bir isim. İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde görev yapan Prof. Dr. Özkırımlı, günlük tartış- maların ötesine geçip gerçekte olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayınlanan birçok gazete ve televizyon Türkiye’de yaşa- nanları onun ağzından öğrenmeye çalışıyor. Biz de Lund Üniversitesi’nde kendisini zi- yaret ettik ve Türkiye’yi konuştuk. ‘Yeni bir Türkiye mi kuruluyor?’ yoksa ‘Eski Türkiye kendine yeni bir yüz mü buldu?’ Alman- ya’nın Türkiye’yi dinlemesinden ne anla- malıyız? Batı Türkiye ile bağlarını kopartıyor mu? Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığını nasıl karşılayacaklar?.. Lund Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Öğ- rencilerinize Türkiye’de olan bitenleri nasıl izah ediyorsunuz? Türkiye’deki kutuplaşmadan bahsediyo- rum şu sıralar. İki farklı görüş var. Biri ‘Yeni Türkiye’ kuruluyor düşüncesi. Kazanırsak, boşta bir genç kalmayacak İsveç’te 14 Eylül’de yapılacak seçimlerde belediye meclislerine ve milletvekilliğine aday çok sayıda Türkiye kökenli siyasetçi bulunuyor. Ancak aralarında kazanma şansı olanların sayısı çok az. 1 10'DA Göçmen oyları Malmö’nün kaderini belirleyebilir İsveç’te en fazla göçmen nüfusa sahip şehirlerden biri olan Malmö’de 14 Eylül’de gerçekleştirilecek seçimler öncesinde herkes göçmenlerin sandığa gitme oranını merak ediliyor. 1 14'DE SULTAN KAYHAN: YOLSUZLUKTAN ‘DARBE’ ÇIKARAN ‘YEN I TÜRKIYE’ Polislere yönelik operasyonların üçüncüsü diğerlerinden farklı oldu. Aylardır medyada dile getirilen “darbe” suçlaması, yargı eliyle resmî kayıtlara sokuldu. Kamuoyu, bu iddiaları haklı kılacak delil istiyor ama iktidar ve medyası çarpıtma bilgiler dışında bir şey ileri süremiyor. 1 16'DA 1 DEVAMI 12. SAYFADA

Zamandk275 eg

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Zamandk275 eg

www.zamaniskandi navya.dk10 - 16 EYLÜL 2014 • YIL : 6 • SAYI : 275 • DANIMARKA 25 DKK • ISVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FINLANDIYA 3,5 EURO

Sayıların altı nda ezilmek: Çoğunluk zulmü

Firavun veya Firavuni idareler

'Yaratı lanı severiz Yaratan'dan ötürü'

CHP yol ayrımında

41 396 39

EKREM DUMANLI AHMET TURAN ALKANKAMİL SUBAŞIALİ BULAÇ

Sezaryenden sonra normal doğum mümkün mü?

P R O F. D R . U M U T Ö Z K I R I M L I :

Böyle bir Türkiye yeni Türkiye ise beni uyutun!İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde görev yapan Prof. Dr. Umut Özkırımlı, günlük tartışmaların ötesine geçip gerçekte olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayınlanan birçok gazete ve televizyon Türkiye’de yaşananları onun ağzından öğrenmeye çalışıyor. Biz de Lund Üniversitesi’nde kendisini ziyaret ettik ve Türkiye’yi konuştuk.EMRE OĞUZ LUND

1Türkiye geçmişte hiç olmadığı kadar kutuplaşmış durumda. İktidarın sağla-

dığı imkanları arkasına alan bir kesim şimdi-lerde yeni bir Türkiye’nin hayalini kurarken; siyasi görüşü, etnik kimliği hatta inancı yü-zünden hor görülen, hakarete uğrayan ve ötekileştirilenler ise yıllarca mücadele ettik-leri eski Türkiye’nin yeni bir yüz ile geri dön-düğünü savunuyor. Böyle zamanlarda biraz geri çekilip olan bitene dışardan bakmakta fayda var. Prof. Dr. Umut Özkırımlı öyle bir isim. İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde görev yapan Prof. Dr. Özkırımlı, günlük tartış-maların ötesine geçip gerçekte olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayınlanan

birçok gazete ve televizyon Türkiye’de yaşa-nanları onun ağzından öğrenmeye çalışıyor. Biz de Lund Üniversitesi’nde kendisini zi-yaret ettik ve Türkiye’yi konuştuk. ‘Yeni bir Türkiye mi kuruluyor?’ yoksa ‘Eski Türkiye kendine yeni bir yüz mü buldu?’ Alman-ya’nın Türkiye’yi dinlemesinden ne anla-malıyız? Batı Türkiye ile bağlarını kopartıyor mu? Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığını nasıl karşılayacaklar?..

Lund Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Öğ-rencilerinize Türkiye’de olan bitenleri nasıl izah ediyorsunuz?Türkiye’deki kutuplaşmadan bahsediyo-

rum şu sıralar. İki farklı görüş var. Biri ‘Yeni Türkiye’ kuruluyor düşüncesi.

Kazanırsak, boşta bir genç kalmayacakİsveç’te 14 Eylül’de yapılacak seçimlerde belediye meclislerine ve milletvekilliğine aday çok sayıda Türkiye kökenli siyasetçi bulunuyor. Ancak aralarında kazanma şansı olanların sayısı çok az. 1 10'DA

Göçmen oyları Malmö’nün kaderini belirleyebilirİsveç’te en fazla göçmen nüfusa sahip şehirlerden biri olan Malmö’de 14 Eylül’de gerçekleştirilecek seçimler öncesinde herkes göçmenlerin sandığa gitme oranını merak ediliyor. 1 14'DE

S U L T A N K A Y H A N :

YOLSUZLUKTAN ‘DARBE’ ÇIKARAN ‘YENI TÜRKIYE’Polislere yönelik operasyonların üçüncüsü diğerlerinden farklı oldu. Aylardır medyada dile getirilen “darbe” suçlaması, yargı eliyle resmî kayıtlara sokuldu. Kamuoyu, bu iddiaları haklı kılacak delil istiyor ama iktidar ve medyası çarpıtma bilgiler dışında bir şey ileri süremiyor. 1 16'DA

1 DEVAMI 12. SAYFADA

Page 2: Zamandk275 eg

2 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

G Ö N Ü L L Ü V E R I L E N B I N L E R C E D N A P R O F I L I Z A M A N I N D A S I L I N M E D I :

Halk, DNA testi vermekten kaçınıyor Sağlık Enstitüsü’nde (FHI) kayıt altına alınan binlerce kişinin DNA profilinin zamanı gelmesine rağmen sistemden silinmemesi, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nı harekete geçirdi.ENGIN TENEKECI OSLO

1Binlerce DNA testi yapılan vatandaşın, hala yasal olmayan yollarla kayıt al-

tında tutulduğu kaydedildi. Ülkenin ilk gün-demine taşınan haberin hemen ardından, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, Adalet Bakanlığı ve polis konuyla ilgili harekete geçti. Ülkenin en büyük gazetesi Aftenpos-ten’de yer alan bir habere göre, DNA kaydı alınan binlerce insanın, üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen hala silinmediği be-lirtildi. Yetkililer, Sağlık Enstitüsü’nde (FHI) kayıt altına alınan isimlerin silenmesine yönelik harekete geçti. Sorunu,yaklaşık 3 buçuk yıl önce Bilgisayar Müfettişliği Kuru-mu’nun ortaya çıkardığı bildirildi.

Sonuçların silinmemesi eleştiri konusuDNA sonuçlarının zamanında si-

linmemesi, Sağlık Enstitüsü’nün eleştiri oklarına maruz kalmasına neden oldu. Birçok Norveçli, ‘’Bu şekilde olursa, insanlar niye gönüllü olarak DNA testi versinki?’’ açıklamalarında bulundu. Kriminal Şübe Müdürlüğü yetkilileriyse, ilgili kurumlarla diyaloğa geçtiklerini duyurdu. Ancak

güvenlik yetkilileri, kendi sistemlerinde kanunlara uyduklarını, herhangi bir kişinin davası sonuçlandığında, o kişinin DNA bilgilerinin aynı gün ya da bir sonraki gün silindiğini kaydetti.

Meseleyi ilk meclise taşıyan iktidardaki Sağ Parti (H) politikacıları oldu. Partiye mensup siyasiler, meseleyi ‘oldukça

tehlikeli bir skandal’ olarak nitelendirdi. Sağlık Bakanı Bent Høie ve Meclis Kon-seyi, sorunla ilgili sorumluluğu üzerine aldıklarını resmen duyurdu. Hatta Bakan, 2014’ün sonuna doğru meselenin hal-ledileceği sözünü verdi. Adalet Bakanı Anders Anundsen ile konuyla ilgili bir görüşme yaptığını dile getirdi. Høie, Adalet

Bakanlığı ile problemin çözümü adına ortak bir toplantı düzenleyeceklerini ifade etti.

Adalet Komitesi Başkanı Hadia Tajik ise, Sağlık Enstitüsü’nün konuyla ilgili çok daha önceden gereken birimlere bilgi ver-mesi gerektiğini hatırlattı.Tajik, ‘’Madem Sağlık Enstitüsü, DNA profiline ilişkin listeleri verilen zamanda silemeyecekti, o halde konuyla ilgili çok erkenden bilgi vermeliydi.’’ dedi. Ayrıca Tajik, ilgili depart-manların problemenin çözemediği taktirde, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın çözüme el etması gerektiğini savundu.

Her 10 kişiden 4’ünün, güvenlik gerek-çesiyle yeni doğan çocukların DNA pro-fillerinin alınması gerektiğini düşündüğü ifade edildi. Öte yandan, Datatilsynet isimli bir araştırma şirketi yeni doğan çocukların DNA profillerinin kayıtlarına ilişkin yeni bir araştırma yaptı.

Araştırmada toplam bin 501 kişiye, ‘yeni doğan çocukların sonraki yaşlarda güvenlik araştırmaları için DNA profilleri alınsın mı?’ sorusu soruldu. Yüzde 21’i evet, yüzde 22’si kısmen evet,yüzde 35’ten yüzde 32 kısmen hayır, yüzde 12’si ise hayır cevabını verdi.

ENGIN TENEKECI OSLO

1Ülke genelinde 10. sınıfa giden bir-çok kız öğrencinin depresyona maruz

kaldığı belirtildi. NOVA isimli bir araştırma şirketi, ülkede aktif eğitim gören 63 bin kız öğrenci üzerinde bir araştırma yaptı. Buna göre, 10.sınıfa giden her 4 kız öğrenciden birinde depresyon belirtileri görüldüğü or-taya çıktı. Oranda, 2010'dan 2013'e kadar artış yaşandığı aktarıldı. Öğrencilere yönelik artan okul talepleri ve fiziki baskı, depres-yon nedenleri arasında gösterildi. Diğer taraftan bu rakamdan her 10 kız öğrenciden 3'ününse daha çok, ''Her şey çok sıkıcı.''

şeklinde şikayette bulundukları, hayatlarında ki olaylardan oldukça fazla endişe duydukla-rına işaret edildi. Ancak araştırmada olumlu sonuçların da ortaya çıktığı kaydedildi. Yeni neslin derslerinden kaçmadığı, eski nesle göre aileleriyle daha tutarlı ilişkiler içerisinde oldukları belirtildi.

Uzmanlar, genç kız öğrencilerin üzerinde görülen bu tür psikolojik rahatsızlıkların endişe verici bir durum olduğunu vurgu-luyor. Bu türlü rahatsızlıklara erken teşhis konulması gerektiğini, aksi halde yine bu türlü deprasyon bozukluklarının ilerleyen yaşlarda olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çekiliyor. Bu konuda ebeveynlerin

de üzerine sorumluklar alması gerektiğine parmak basılıyor.

Çözüm adına bazı açıklamalarda bu-lunan çocuk psikologları, anne-babaların, çocuklarına mevcudiyetleri daha çok his-settirmeleri gerektiğini söylüyor. Çocuklara yönelik fiziki yaptırımların yetersiz olduğuna dikkat çeken uzmanlar, çocukları sadece götürüp-getirmenin yetersiz olduğuna par-mak basıyor. Çocuklarla doğal bir şekilde, mobil telefonsuz, bilgisayarın olmadığı bir ortamda birlikte vakit geçirmek, onlara zaman ayırmak gerektiğine ifade ediliyor.

Bir başka haberde ise, ülke genelinde psikolojik problemlere sahip gençlerin

bir çoğuna teşhis konulamadığı ve tedavi edilemediği belirtildi. Ükenin en büyük ruh sağlığı kurumları arasında yer alan, bünyesinde 9 bin hasta barındıran Mental Helse yetkilileri, özellikle gençler arasında psikolojik rahatsızlıkların ülke genelinde ciddi bir problem haline geldiğini açıkladı.

Bununla birlikte kurum yetkilileri, ülke psikolojik tedavi sisteminin eksikliğinden de dert yakındı. Kurum yetkilileri, gere-kirse psikolojik rahatsızlıkların müfredata konulması gerektiğini, kreş ve okullarda öğrencilerin konuyla ilgili bilgilendirilmesi gibi konuların önünün açılması gerektiğini savundu.

Uzmanlar, ebeveynlere, depresyon yaşayan kız çocuklarına yardımcı olmaları konusunda uyarılarda bulundu.

Depresyon yaşı düşüşte

Başta Başbakan Erna Solberg olmak üzere birçok uzman, halkın maruz kaldığı psikolojik

sorunların, ülkenin en büyük problemleri arasında sıralıyor. Bu tür rahatsızlıklar, 10. sınıfa

giden kız öğrencilere de sıçramış durumda.

Page 3: Zamandk275 eg

3 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYAGöçmen oyları Malmö’nün kaderini belirleyebilirİsveç’te en fazla göçmen nüfusa sahip şehirlerden biri olan Malmö’de 14 Eylül’de gerçekleştirilecek seçimler öncesinde herkes göçmenlerin sandığa gitme oranını merak ediyor. Çünkü göçmenler sandığa giderse dilediği ismi seçme şansına sahip.

ZAMAN MALMÖ

1İsveç 14 Eylül’de gerçekleştirilecek ye-rel ve genel seçimlere hazırlanıyor.

Resmi rakamlara göre 7 milyondan fazla seçmen parlamentoda (Rigsdag) kendilerini temsil edecek 349 milletvekilini, yaşadık-ları yerlerdeki 290 belediye yönetimi ve 21 Bölge Konseyi’ni belirlemek için sandık başına gidecek. İsveç’in AB’ye katıldığı 1995 yılından bu yana ilk kez bu 3 seçim bir arada yapılacak.

Parlamento seçimlerinde sadece İsveç vatandaşları oy kullanabiliyorken yerel se-çimlerde 3 yıldan uzun süreden beri İsveç’te

bulunan herkes oy kullanabiliyor.

Dündar Güngör: 1 oy çok şeyi değiştirir sandığa gidelimİsveç’in en büyük 3. şehri olan Malmö

aynı zamanda göçmen kökenlilerin en yoğun olarak yaşadığı şehirlerden biri olarak biliniyor. Dolayısıyla Malmö’de yaşayan göçmen kökenlilerin sandığa gitmesi oldukça önemli. Çünkü birçok yerde diledikleri adayı seçtirebilecek matematiksel güce sahipler. Buna rağmen İsveç’in birçok yerinde olduğu gibi Malmö’de de göçmen kökenlilerin san-dığa gitme oranı düşük. Seçimlerde Malmö Belediye Meclisi’ne girmek için yarışan göçmen kökenli adaylardan biri olan Dündar Güngör’e göre en büyük sorun göçmen kökenlilerin sandığa gitmemesi. Güngör, ‘‘1 oy bile çok şeyi değiştirebilir. Oyunuzu kul-lanmazsanız size karşı olanlara destek vermiş sayılırsınız. Göçmenleri bu ülkede isteme-yenler var. İnsanlarımız sandığa gitmeli ve oyunu muhakkak kullanmalı.’’ diyor. İsveç Parlamentosu’nun 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmesine dair yasa tasarısını ka-bul etmesinin akabinde öfkelenerek siyasete girdiğini belirten Dündar Güngör, çevresinde yaşananlara tepki gösteren insanların bir şekilde elini taşın altına koymak zorunda olduğunu savunuyor.

Adrian Kaba: Gençlerin işsizliği birinci önceliğimLund Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler

ve Ekonomi eğitimi alan Adrian Kaba Sos-yal Demokrat Parti’nin Malmö’deki önde gelen isimlerinden biri. 2010 yılından bu

yana Malmö Belediye Meclisi’nde görev yapıyor. Kaba bu seçimlerde hem Malmö Belediye Meclisi için aday hem de Sosyal Demokrat Parti’nin 12. sıradan milletvekili adayı. Malmö Belediye Meclisi’ne girmesine kesin gözüyle bakılıyor. Milletvekilliği ise tercihli oylara bağlı. Kaba; ‘‘Bu seçimlerde [Sosyal Demokrat Parti Olarak] Malmö’den 4 milletvekili çıkarabiliriz gibi. Partinin oyları yükselmiş gözüküyor. Sırama bakıldığında kazanma şansım gözükmüyor ancak tercihli oylarla girme şansım var.’’ diyor.

Sedat Arif: Yabancıların eğitim sorunu çözülmeliMalmö’de seçimlerde aday olan bir diğer

isim 5-6 yaşlarındayken Türkiye kökenli babası ve Arnavut kökenli annesiyle birlikte İsveç’e taşınan Sedat Arif. Dündar Güngör gibi Sosyal Demokrat Parti’li olan Sedat Arif, milletvekili adayı. Göçmen kökenli nüfusun fazlalığıyla meşhur Rosengard bölgesinde büyüdüğünü belirten Arif, şöyle konuşuyor: ‘Sosyal Demokrat Parti olarak bizim en büyük vaadimiz herkesi iş sahibi yapmaktır.

Seçildikten 90 gün içinde herkesin bir işi olacağını vaat ediyoruz. Bunun garantisini veriyoruz. Ya işe ya okula ya da bir meslek kursuna gidecek. 90 gün içinde her bir gence bunun garantisini veriyoruz.’’

Malmö’nün yüzde 40’ının yabancı olduğunu belirten Arif, ‘‘Birçok insan eği-timsiz. Eğitimli olanlar da İsveç’te o eğitimle çalışamıyor. Rosengård’a girince bir Arap ülkesine girmiş gibi hissediyorsunuz. Arapça yazılar… Sanki kendi ülkelerinde yaşıyorlar gibi. Hükümet maalesef bu insanlara eğitim ve yardım verememiştir.’’ diyor.

Nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı göçmen kökenli olan Malmö, Isveç Parlamentosu’na 10 milletvekili gönderiyor.

Page 4: Zamandk275 eg

4 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

ISVE

Ç H

ABER

TUR

U

Türkiye kökenli siyasetçiler Halmstad’da da iddialı

İsveç’in güneyinde yer alan ve bir liman kenti olan Halmstad’da yaşayan İsveçli Türk siyasetçiler, 14 Eylül

seçimleri için yoğun çalışma trafiğini sür-dürüyor. Hal-mstad büyük şehir belediye m e c l i s i n d e adaylığı bulu-nan 5 Türkiye kökenli siya-setçi şehirde yaşayan İsveçli

Türklerden oy bekliyor. Sosyal Demokrat İşçi Partisi’n-den Halmstad büyük şehir belediye meclisinde Fatma Hergül 6. sıradan, İsmail Akgün de 67. sıradan aday. Yeşiller Çevre Partisi’nden de Sümeyya Gencoğlu 6. sıradan adayken, Nejla Ortenlöf Arica 8. sıradan aday. Büyükşehir İl Meclis Üyeliğine de Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden 9. sırada Hüseyin Mirza Karagöz aday olarak yarışacak. Halmstad şehrinde yaşayan Türkiye kökenli seçmenlerden oy bekleyen genç siyasetçiler, ilerde siyasette daha iyi yere gelebilmek için tercihli oylara ihtiyaçları olduğunu belirtti.

Seçim anketleri kafa karıştırdıYaklaşan yerel seçimler öncesinde, kamuoyu yok-

lamaları ve tahminleriyle ön plana çıkan araştırma şirketlerinin birbirinden çok farklı sonuçlara ulaşan anketleri dikkat çekiyor. Geçen hafta Ipsos araştırma şirketinin yayınladığı anket sonuçlarına göre, Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin başı çektiği sol blok partilerinin oy oranı yüzde 48,1 iken, Sağ Liberal Moderat Parti’nin başı çektiği sağ blok partilerinin oy oranı ise 36,9 olarak açıklanmıştı. Bir gün sonra yapılan Sifo ve Yougov araştırma şirketlerinde de farklı sonuçlar geldi. Sifo araştırma şirketinin yayınladığı rakamlarda Sol blok partilerinin oy oranı yüzde 45 iken, sağ blok partilerin oy oranı yüzde 40 olarak ankete yansıdı. Yougov araştırma şirketinin anketinde ise sol blok partilerin oy oranı yüzde 45,2 çıkarken, sağ blok partilerin oy oranı yüzde 38 olduğu açıklandı. Aynı anda yayınlanan anketlerin farklı sonuçlar çıkmasını İsveç’te birçok seçmenin kafa karışıklığı yaşadığı ve son güne kadar hangi partiye oy vereceğini kararlaştıramadığı belirtildi.

Ukrayna’ya yardıma en çok Isveçliler istekli

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırması, Ukrayna’ya yardıma en istekli Avrupa ülkesinin İsveç olduğunu ortaya çıkardı. Tran-satlantic Trends adlı bir araştırma kuruluşu tarafından yapılan anket sonuçlarına göre İsveçlilerin yüzde 73’ü Rusya ile bir çatışma yaşayan Ukrayna’ya siyasi ve eko-nomik destek verilmesi gerektiğini düşünüyor. Yine aynı araştırmaya göre ise AB genelinde Ukrayna’ya destek verilmesi gerektiğini düşünenlerin ortalama oranı ise sadece yüzde 58. İsveç bu oran ile AB içinde Ukrayna’ya destek verilmesini isteyen birinci ülke olurken İsveç’i Polonya (yüzde 67) ve Almanya (yüzde 63) takip etti.

Sokakta 500 bin kron kazanmış kupon bulan Isveçli kadın tutuklandı

Sokakta bayiye yatırılmış bir toto kuponu bulan ve totonun 500 bin kron ikramiye kazandığını fark eden İsveçli kadın, parayı çekti; bir gün sonra da sahtekâr-lıktan tutuklandı. Milyonda bir meydana gelecek olay İsveç’in Malmö kentinde meydana geldi. İngiliz liginin oynandığı ve 500 bin ikramiye kazanan toto kuponunu sokakta bulan 35 yaşındaki bir kadın, toto bayine gide-rek kazanılan parayı banka hesabına geçirdiği belirtildi. Oynadığı kuponu kaybettiğini fark eden ikramiyenin gerçek sahibi, toto bayini ve polisi arayarak durumu bildirdi. Olayın üzerine toto parasını üzerine geçiren İsveçli bayan, gözaltına alındı. Polis sorgusunda gerçeği itiraf eden bayan tutuklandı. Banka hesabındaki 500 bin krona da el konularak, para gerçek sahibine iade edildi.

Muhalefet lideri Löfven, Botkyrka’da halka seslendiATILA ALTUNTAŞ STOCKHOLM

1Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Stefan Löfven, seçim çalışmaları için Stockholm’ün

Botkyrka ilçesine gelerek halka hitap etti. Löfven, iktidar olmaları durumunda işsizliği kökünden ka-zıyacaklarını ve ırkçılık ile mücadele edeceklerinin sözünü verdi.

İsveç’te 14 Eylül’de yapılacak genel ve yerel seçimler için partiler yoğun şekilde çalışmalarına devam ediyor. Nüfusunun yarısından fazlası göç-menlerin ikamet ettiği Botkyrka ilçesine gelen Sos-yal Demokrat Parti Genel Başkanı Stefan Löfven, Botkyrka Belediye Başkanı Katarina Berggren ve Sosyal Demokrat Milletvekili adayı Serkan Köse ile

ilçe sokaklarında gezerek vatandaşlarla sohbet etti.Sağ koalisyon hükümetinin 8 yıldır, İsveç’teki

refah seviyesini ve sosyal devlet anlayışını geriletti-ğini söyleyen Löfven, iktidara geldiklerinde İsveç’i eski sosyal devlet anlayışına geri getireceklerini söyledi. Vatandaşlarla bol bol fotoğraf çektiren Löfven, vatandaşların Botkyrka Belediye Başkanı Katarina Berggren ve Sosyal Demokrat Milletvekili adayı Serkan Köse’yi desteklemesini istedi.

Löfven’den önce halka seslenen Sosyal Demokrat Partili Milletvekili adayı Serkan Köse, bölgenin sorunlarını en iyi kendisinin bildiğini ve parlamentoya seçildiği takdirde Botkyrka ilçesinin sorunlarını parlamentoya taşıyacağının sözünü verdi.

Danimarka'da mahkum yok diye hapishane kapanıyorDanimarka’da yetkililer, kalacak mahkum olmadığı için bazı hapishaneleri kapatma kararı aldı. ZAMAN KOPENHAG

1Danimarka’da yetkililer kalacak mahkum olmadığı için hapishanelerden birini kapatma

kararı aldı.Danimarka Hapishane İdaresi konuyla ilgili

yaptığı açıklamada; Hjorring ile Assen şehirlerin-deki hapishanelerin ve Odense, Elbjerg ve Alborg şehirlerindeki hapishanelerin bazı bölümlerinin kapatılmasına karar verildiğini bildirdi.

Bunlara ilave olarak Horserød Devlet Hapis-hanesi, Møgelkjær Devlet Hapishanesi, Kragsko-vhede Devlet Hapishanesi ve Midtjylland Devlet Hapishanesi’nde de kapasite küçültülmesine gidileceği açıklandı.

‘Hücrelerin boş kalmasını istemiyoruz’Politiken Gazetesi’ne açıklamada bulunan Ha-

pishane İdaresi yetkililerinden Kjeld Ole Hansen, “İleriye yönelik beklentilerimiz düşük; hapisha-nelerde hücrelerin boş kalmasını istemiyoruz.” dedi. Geçtiğimiz yıl ile kıyaslandığında mahkum olanların oranının yüzde 9 azaldığını belirten Han-sen, bunda elektronik kelepçe ile evinde cezasını çekenlerin sayısının artmasının etkili olabileceğini söyledi. Hansen, söz konusu kapasite küçültmenin

geçici olduğunu ilerde mahkum sayısında artış ya-şanırsa bu bölümlerin tekrar açılabileceğini belirtti.

Toplam nüfusu 5,5 milyon olan Danimarka’da mahkemeler geçtiğimiz yıl 73 bin 266 kişinin mahkumiyetine karar vermişti. Danimarka’da en son 2008 yılında benzer bir kapasite küçültülmesine gidilmişti.

Page 5: Zamandk275 eg
Page 6: Zamandk275 eg

Kamil Subaşı

6 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

www.zamaniskandi navya.dk2 - 8 TEMMUZ 2014 • YIL : 6 • SAYI : 269 • DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO

RUH AÇLIKLA KEMALE ERERMidenin tıka basa doldurulmaması mevzuunu gündemimize taşıdığımız tek güzide zaman dilimi Ramazan ayının kutlu atmosferi galiba. Öyle ya midenin dinlendirilmesi, sağlıklı yaşam, diyet gibi pek çok biyolojik hikmetlerini duyar olduk bu günlerde. Hatta sosyolojik psikolojik tahlillere de dalıveriyoruz farketmeden.

Fakirlerin halinden daha iyi anlıyoruz mesela Ramazanda; anksiyetemiz azalıyor ya da. Biz bu hikmetleri dillendire duralım “Ben yoksula karşı her zaman hassasiyet gösteriyorum, yardım ediyorum. Fakirin halinden anlamak için oruç tutmama gerek yok. Açken insanlar daha sinirli oluyor.” eleştirilerine cevapta aynı performansı gösteremiyoruz. • 22. SAYFADA

Tarihçi -Yazar Reha Çamuroğlu Ak Parti hükümetinin insiyatifi yle

Alevi çalıştaylarını organize etmişti. Gelinen nokta onu

karamsar hale sokmuş.• 16. SAYFADA

RUH AÇLIKLA KEMALE ERİR

Dünya Kupası’nda markalar savaşı

Dünya Kupası’nda ezelî bir rekabet var. Nike ve Adidas sektör şampiyonluğu için kıyasıya mücadele ederken Puma’nın nefesi de enselerinde. Golü atan futbolcu kadar topa vuran krampon da önemli artık. • 46. SAYFADA

Alevilere DHKP-C İle

‘PKK modeli’ teklif ediliyor

Kopenhag Özel Lisesi'nin ilk mezun heyecanıTürkiye kökenli müteşebbislerin Danimarka’da açtığı ilk ve tek lise olan Kopenhag Özel Lisesi ilk mezunlarını verdi. 11. SAYFADA

NORV

EÇ H

ABER

TUR

U

Öğretmenler, grevi sona erdirdiÜlke tarihinin en büyük grevlerden birisi olarak tarihe

geçen grev sona erdi. Binlerce öğretmenin katılımıyla gerçekleşen grev tarafların anlaşması üzerine son buldu. Grev sebebiyle üç haftadır okula gidemeyen yaklaşık 100 bin öğrenci, geçtiğimiz günlerde okul sıralarına geri döndü. Grevi tetikleyen anlaşmazlık, belediyelerin öğretmenlerin daha uzun süre okulda bulunmasını istemesi üzerine çıkmıştı. Yapılan müzakerelerde varılan sonuca göre, öğretmenlerin daha uzun süre okulda durmasını öngören ulusal bir yasanın çıkarılmaması, her okulun konuyla ilgili kendi uygulaması bulunmasına karar verildi. Eğitim Bakanı Torbjørn Røe Isaken, “Grevin sonlandırılması ve öğrencilerin tekrar okullarına başla-ması ülke eğitimi adına iyi bir adım.” dedi.

Üniversite öğrencileri psikolojik problemler yaşıyor

Ülkenin en büyük üç öğrenci birliğinin ortaklaşa gerçekleştirdiği ve 13 bin 600 üniversite öğrencisinin katılımıyla gerçekleştirilen ‘ShoT’ isimli bir araştırma, ülke genelinde üniversite öğrencilerinin ciddi psikolojik sorunlar yaşadığını gözler önüne serdi. Çalışma, konuyla ilgili yapılan en kapsamlı araştırma olarak nitelendiri-liyor. Verilere göre, her 5 öğrenciden birinin psikolojik sıkıntılar yaşadığı belirtildi. Araştırmada ayrıca, her 6 öğrenciden birinin kendini yalnız hissettiği sonucu da ortaya çıktı. Diğer taraftan, psikolojik problemleri olan öğrencilerin oranının geçtiğimiz yıllara göre arttığı, üni-versite öğrencilerinin, aynı yaş gurubundaki çalışanlara göre iki kat daha fazla psikolojik problemleri bulunduğu ve özellikle bayan öğrencilerin daha ağırlıkta olduğu vurgulandı.

Helga Pedersen istifa ettiNorveç’in en büyük İşçi Partisi’nin (Ap) ikinci baş-

kanı Helga Pedersen istifa etti. Yaklaşık 7 yıldır partinin ikinci başkanı olarak görev yapan Pedersen, işinden istifa etme sebebini ailesine daha çok vakit ayırmak olarak açıkladı. İki çocuk annesi 41 yaşındaki Pedersen, yaptığı açıklamada İşçi Partisinde siyasete devam edeceğine, sadece ailesiyle daha çok vakit geçirmek için partinin ikinci başkanı olarak çalışamayacağını söyledi. İşçi Partisi Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Jonas Gahr Støre ise, Pedersen’in seçimine saygı duyduğunu aktardı.

Suça bulaşmış yabancılar ülkeden gönderilecek

Norveç hükümeti tarafından yapılan açıklamada, farklı suçlara bulaşmış yabancıların ülkeden gönderilmesi için gereken kanun değişikliklerinin yapılacağı belirtildi. Hapishanelerde bulunan veya ruh sağlığının yerinde olmayan suça bulaşmış yabancıların ülkeye oldukça yüklü bir masraf oluşturduğunu kaydedildi. Yetkililer, bu insanların ülkeden gönderilmesini kolaylaştıracak adımlar atmak istediklerini belirtti. Yapılan değişiklikle-rin yalnızca ülke içerisindeki kanunsuz şekilde barınan yabancıları kapsayacağı aktarıldı. Ancak ülke genelindeki farklı kurum ve kuruluşlar, suçlu yabancıların gön-derilmesi konusunda hemfikir değil. Sağlık Bakanlığı hükümetin önerisini desteklerken, Hekimler Birliği yetkilileriyse ise aynı düşüncede değil.

'Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü'Radikal selefi Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)

örgütü bir süredir Irak’ta ve de Suriye’de terör es-tiriyor. Farklı din ve mezhepten insanlar, insanlık dışı muamelelere maruz bırakılıyor. Yabancı ga-zeteciler canice öldürülerek, görüntüleri internette servis ediliyor. Binlerce insan evlerinden edildi ve halen de edilmekte. Aç-susuz yollara dökülmüş vaziyetteler. Dünya medyası televizyonlardan ve gazetelerden çarşaf çarşaf yayınlar yapıyor –ki bunlar Müslümalar adına hiç te pozitif olmayan yayınlar. Ben kendi adıma IŞİD’in (siz tabiki buna El Kaide, Boko Haram gibi İslam adına cihat yaptığını iddia eden tüm terör örgütlerini ekle-yebilirsiniz...) yaptıklarından utanç duyuyorum. İslam adına birşeyler yaptıklarını iddia eden, kim oldukları ve kime hizmet ettikleri belli olmayan bu yeni yetme terör örgütü İslam adına bir yüz karası.

Bulunduğumuz İskandinav ülkelerinde de IŞİD aleyhinde protestolar, yürüyüşler yapılıyor, IŞİD’in örgütünün yaptığı insanlık dışı muame-leler kınanıyor. Kaldı ki yapılanlar ne insanlıkla ne de İslamiyetle bağdaştırılabilir. Ama ne hik-metse eskiden Yeşil Çam filmleri günümüzde de Hollywood filmlerindeki gibi birileri her zaman dünyayı kurtaracak adam rolüne bürünüp kendi-sinin ve kendisi gibi düşünenelerin dışında herkesi ötekileştirilerek, katli vaciptir diye-rekten topyekün imha hareketine girişiyor. Bunları yaparken de din adına İslam adına diyerekten yapmaları tüm Müslümanları zan altına bırakmakta ve dünya med-yası tarafından terörist damgası vurulmasına neden olmakta –ki Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 11 Eylül sonrası söylediği gibi: Müs-lüman terörist olamaz, terörist de Müslüman olamaz! Ayrıca Fethul-lah Gülen Hocaefendi, Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği katliam ve kan donduran infazlarla gündeme gelen radikal selefi IŞİD örgütünün eylemlerine sert tepki göstererek, yayınlanan yazılı açıklamasında, din kisvesi altında işlenen ‘vahşi zulümleri’ kınadığını, yapılanların ‘terörizm’ olduğunu, faillerinden de hukuk önünde hesap sorulması gerektiğini vurgulamıştı. Bize düşen de bu olsa gerek...

Danimarka’da bir çok sivil toplum örgütü bu terör örgütünü kınayan açıklamalarda bulundu. Danimarka Müslümanları Ortak Konseyi de (MFR), IŞİD’i kınayan açıklama yaptı. Bununla beraber tek tük de olsa IŞİD’e desteğini açıkla-yanlar oluyor. IŞİD’e destek verdiğini açıklayan Arhus şehrindeki Grimhoj Camii’si tepkileri üzerinde toplayarak, Danimarka kamuoyunda öfkeye neden oldu. Tepkilere hak vermemek elde değil. Empati yapıp kendimizi onların (Müslüman olmayanların) yerine koyalım, böyle bir durumda bizim Müslümanlara karşı bakışımız nasıl olurdu

acaba?..

Yuhalama topluluğu...Biz inancımız gereği “Yaratılanı severiz

Yaratan’dan ötürü”. Her millet kendi inandığı değerleri kutsal görür, cazip görür. Hucurat sure-sinde şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay et-mesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın.” (Hucurat, 49/11) Kur’an, Müslümanlara her-hangi bir milletin, topluluğun mukaddes kabul ettiği değerler hakkında ileri-geri konuşmayı yasaklamıştır: “Allah’tan başkasına yalvaranlara, tapanlara hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler! Böylece her ümmete, yaptıkları işi güzel gösterdik. Sonra dönüşleri yalnız O’na olacak ve O da yaptıklarını kendilerine bir bir bildirip karşılığını verecektir.” (En’am, 6/108)

Çok değil yakın bir zamanda Almanya Köln Arena’da o zamanki Başbakan Erdoğan şefliğinde hep bir ağızdan Arena’yı dolduran binlerce Türk

tarafından yuhalanmıştı Almanya Başbakanı Merkel. Sonrasında açılacak yaraları düşünmeden ya-pılan bu türden basitçe 'çok komik hareketler' hem kültürler arasında oluşan köprüleri yıkmakta, hem de yeni köprüler kurulmasının önüne geçmekte. Nitekim sonrasında Başbakan Erdoğan’ın Avusturya ziyareti öncesinde Avusturya Dı-şişleri Bakanı açıklamıştı bu türden hareketlere müsade etmeyiz diye ve eklemişti: "Bu tür söylemlere kalkışanlar neticelerine de katlan-mak durumunda."

En son geçtiğimiz hafta Danimarka-Türkiye maçında yapılan benzer bir hareket te bize yakışmadı. Danimarka Milli Marşı

okunurken ve sonrasında Danimarka tezahüratları esnasında yapılan yuhalamaların hiç bir şekilde izahati olamaz. Başta ayetlerde de belirtildiği üzere başkalarının değerleriyle alay edildiği ve onlara hakaret edildiği zaman yarın bir gün benzer söylemlerin bizim değerlerimize de yapılmasına fırsat vermiş oluruz. Misafir olarak geldiğimiz, sonrasında kalıcı bir hal alan ve içierisinde yaşadı-ğımız toplumların değerlerine ve insanlarına saygı göstermek hem insanlığımızın gereği hem de dinimizin bir emri. Başkasından saygı bekliyorsak, başkasına ve onların değelrine saygı göstermesini de bilmemiz gerekir...

[email protected]: @kamilsubasi

Danimarka’da bir çok sivil toplum örgütü bu terör örgütünü

kınayan açıklamalarda bulundu. Danimarka Müslümanları Ortak Konseyi de (MFR),

IŞID’i kınayan açıklama yaptı. Bununla beraber

tek tük de olsa IŞID’e desteğini açıklayanlar

da oluyor.

Page 7: Zamandk275 eg

7 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

Eksotiske Delikatesser A/S • Industrigrenen 21, 2635 Ishøj • Tlf. +45 7023 2808www.delikate.dk • [email protected] • Açılış saatleri: Pazartesi-Cuma 8-17 • Cumartesi 8-13

İşyerlerine, düğünlere, doğum günlerine ve her türlü özel günlere...

1250 m2’lik modern ve hijyenik mutfağımızla, 25.000 paket üretim kapasitemizle, ve 28 tecrübeli personelimizle...

Anadolu’muzun, sıcak ve soğuk yemeklerini servis yapmaktan mutluluk duyarız.

I R K Ç I L I K L A M Ü C A D E L E M E R K E Z I B A Ş K A N I R U N E B . S T E E N :

Şirketler göçmenlerin yeteneklerini daha iyi görmeli

Uzmanlar, özellikle üniversite mezunu olarak ülkeye yerleşmiş göçmenlerin, işverenler için özel bir kaynak olduğunu dile getiriyor.YASIR ÖZKAN OSLO

1Birçok göçmen kökenlinin, isimlerin-den dolayı Norveçli şirket sahipleri ta-

rafından önyargıyla karşılaştıkları kaydedildi. İstatistik Kurumu’nun (SSB) yayımladığı bir raporda, 2007-2012 yılları arasında ülke genelinde yaklaşık 94 bin üniversite me-zununun, üniversite eğitimi gerektirmeyen işlerde istihdam edildiği belirtildi.

Raporda yer alan detaylarda, yaptığı işe göre fazla nitelikli olan 94 bin üniversite mezununun 28 bininin göçmen asıllı olduğu bildirildi. Buna göre, yaptığı işe göre daha nitelikli olan her 3 kişiden biri göçmen kökenli üniversite mezunu. Ayrıca, nitelikli göçmen kökenli üniversite mezunlarının oranı, Norveçli üniversite mezunlarına oranla daha fazla olduğu kaydedildi.

Uzmanlar, şirketlerin iş başvurusunda bulunan Norveçli göçmen vatandaşlara önyargılı olduğunu vurguladı. Raporda elde edilen verileri değerlendiren Irkçılıkla Mücadele Merkezi Başkanı Rune Berglund Steen ise, göçmen asıllıların iş dünyasında aşması gerektiği birçok engel bulunduğunu savundu. Araştırma sonuçlarını toplumdaki genel bir eğilimi yansıttığına dikkat çeken

Steen, “Burada alıştığımız en klasik örnek, mühendislik fakültesini bitirmiş göçmenlerin temizlik görevlisi olarak çalıştırılması.’’dedi. “İşvereneler bilerek ya da bilmeyerek in-sanları isimleri veya görünüşleri sebebiyle eleyerek, ister-istemez çok yetenekli ve şirkete ciddi rekabet avantajı sağlayabilecek insanları görmezden geliyor.’’ ifadelerini

kullanan Steen, şirketlerin göçmen asıllı va-tandaşların yeteneklerini daha iyi görmeleri gerektiğini kaydetti.

‘İsim değişiklikliği yaparsanız, iş görüş-mesine gelme imkanınız oluyor’

Öte yandan, benzer bir araştırma 2012 yılında Jon Rogstad ve Arnfınn Midtbøen tarafından gerçekleştirilmişti. Rogstad ve

Midtbøen’in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, yabancı bir isimle iş başvurusunda bulunanların, etnik Norveçli isimlerle aynı işe başvuranlara nazaren, iş görüşmesine davet edilme olasılığı yüzde 25 daha düşük. İstatisik Kurumu’nun yayımladığı raporun gerçekleri yansıttığı vurgusunda bulunan Rogstad, “Eğer yabancı bir isminiz veya sizi farklı kılan birşeyler varsa, sizin için iş dünyasında oldukça belirgin zorluklar var.’’ dedi.

Yaptıkları araştırma çerçevesinde bin 800 şirkete aynı iş aşvurusunu gönderen Rogstad ve Midtbøen, işverenlere gönder-dikleri iş başvurularında sadece isim kısmını değiştirdiklerini, elde ettikleri sonuçların, yabancı isimle gönderilen iş başvuruların, Norveçli isimle gönderilen iş başvurularına nazaren daha az rant elde ettiğini aktardı. Birçok göçmen asıllı üniversitesi mezunun, iş sahibi olmak için isim değiştirdiğine dikkat çeken Rogstad, sözlerini söyle sonlandırdı: “Ne yazık ki bazı iş başvuruları, başvuran kişinin isminden dolayı rafa kaldırılıyor. Bu çok üzücü bir durum. Eğer isim değişiklikliği yaparsanız, iş görüşmesine gelme ve kendi-nizi gösterme imkanınız oluyor ve ne yazık ki bu yöntem işe yarıyor.”

Norveçli uzmanlar, şirketlerin, göçmen kökenlileri yeteneklerini daha iyi görmeleri ve bunu fark etmeleri gerektiğini kaydetti. FOTOĞRAF: ZAMAN, ENGIN TENEKECI

Page 8: Zamandk275 eg

MF

8 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYAPolisler, yeterli silah eğitimi almıyorPolis Akademisi’nden mezun olan emniyet mensuplarının, silah kullanımı konusunda yeterince deneyimli olmadığı açıklandı.

YASIR ÖZKAN OSLO

1Silah eğitimi almayan yeni mezun emniyet görevlilerinin, silah kullanı-

mını gerektiren görevlerde istihdam edil-diği kaydedildi. Stavanger Üniversitesi’nden Tor-Erik Åsbu isimli yüksek lisans öğren-cisinin yaptığı bir araştırma tezine göre, Polis Akademisi’nden mezun olan emniyet mensuplarının, silah kullanımı konusunda yeterince deneyimli olmadığı açıklandı.

Åsbu, araştırma boyunca akademinden yeni mezun olan emniyet mensuplarıyla görüşmeler yaptı. Polislik mesleğine yeni başlayanların kendilerini yeterince hazır hissetmediklerini, ancak mesleğe başladıkları andan itibaren silah kullanımını gerektiren görevlere gönderildiklerini belirtti. Åsbu, şunları kaydetti: “Polislik mesleğine başla-yanların silah kullanımı gerektiren görevlere hazır olmaları bekleniyor. Ama Polis Akade-misi’nde verilen eğitim eksik.”

Araştırma sonuçlarına ilişkin değerlen-dirmelerde bulunan Stavanger Üniversitesi Toplumsal Güvenlik - Risk Yönetimi Araş-tırma Merkezi görevlisi Bjørn Ivar Kroke ise, sonuçlarını şaşırtıcı olmadığını söyledi. Eğitim esnasındaki silah kullanımının, gerçek hayattakinden çok farklı olduğuna dikkat çeken Kroke, polis adaylarının daha ger-çekçi metotlarla eğitim görmesi gerektiğini savundu. Kroke, sözlerine şöyle devam etti: “Polis adaylarının oldukça stresli ortamlarda silah kullanma deneyimi olmalı. Sokaklarda silah kullanmak, poligonda silah kullanmaya

benzemez. Silah kullanımında deneyimsiz olanların silahlı görevlere gönderilmesi can kaybı ve masum insanların yaralanması gibi ciddi sonuçlara yol açabilir.”

Kroke, ayrıca uluslararası sınırların son yıllarda şeffaflandırıldığını, bu sebeple emniyet mensuplarının daha sıklıkla silah kullandığına işaret etti. Toplumun da de-ğiştiğine dikkat çeken Kroke, bu değişimin ciddiye alınması, emniyet güçlerinin de silah kullanımı konusunda daha deneyimli olması gerektiğini vurguladı.

Öte yandan söylenenlerin aksine bir açıklamada bulunan Polis Akademisi Rektörü Nina Skarpenes, akademiden mezun olanların silah kullanımı konusunda yeterince deneyimli olduklarının altını çizdi. Skarpenes, “Son yıllarda akademideki polis-lik eğitiminin akışını büyük oranda değiştir-dik. Bu değişikliklerle beraber öğrenciler ne zaman ve nerede silah kullanacaklarını daha iyi anlayacaklar.’’ dedi.

11 bin polis memurunun yüzde 50'si atış talimlerinde başarısız

Daha önce de ‘Norveç polisi, atış ta-limlerinde başarılı olamamasına rağmen silah taşıyabilecek’ haberi gündem olmuştu. Ülkede 11 bin polis memurunun yüzde 50'sinin atış talimlerinde başarılı olamadığı için silah taşıyamadığı ortaya çıkmıştı. Ortak Polis Derneği'nin aldığı yeni karara göre, polisin silah taşıyabileceği duyurulmuştu. Kararın, derneğin düzenlediği yıllık top-lantısında alındığı, 71 polis yetkilisinin alınan karara 'evet', 53'ününse 'hayır' dediği aktarılmıştı.

Yapılan yeni bir araştırmaya göre, Polis Akademisi’nden yeni mezun olan polisler silah eğitimi konusunda yeterince deneyimli değil. FOTOĞRAF: ZAMAN, ENGIN TENEKECI

Page 9: Zamandk275 eg

MF

Page 10: Zamandk275 eg

10 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYAS U L T A N K A Y H A N :

Kazanırsak, boşta bir genç kalmayacak

MENAF ALICI STOCKHOLM

1İsveç’te 14 Eylül’de yapılacak seçim-lerde belediye meclislerine ve millet-

vekilliğine aday çok sayıda Türkiye kökenli siyasetçi bulunuyor. Ancak aralarında ka-zanma şansı olanların sayısı çok az. Kaza-nabilecek isimlerden biri Sosyal Demokrat Parti’den milletvekili adayı Sultan Kayhan. “Herkes için daha iyi bir İsveç” sloganı ile seçim çalışmalarını yürüten Sultan Kay-han, işsizlik, eğitim ve sağlık sorunlarının İsveç’in ana sorunları olduğunu belirterek, bunları ancak partisinin çözeceğine inanı-yor. Kayhan, seçilmeleri durumunda 90 gün içerisinde gençlere iş, okul ya da staj garan-tisi verdiklerini söylüyor. Genç siyasetçi ile seçim çalışmalarını ve partisinin vaatlerini konuştuk…

14 Eylül’de yapılacak seçimlerde siz de millet-vekilliğe adaysınız. Listede kaçıncı sıradasınız; kazanma şansınızı nasıl görüyorsunuz?İsveç’in geleceği adına Sosyal Demokrat

Parti’nin hükümet kurabilmesi çok önemli, ben insanların bunun farkında olduğuna ve seçimleri kazanacağımıza inanıyorum. Ama herkesin oyunu kullanması gerekiyor ve konuştuğum herkese oyunu Sosyal Demokrat Parti’den yana kullanmasının önemini anlatıyorum. Listede 12. sıradayım. Milletvekili olma şansımın tercihli oylar sayesinde yüksek olduğunu söyleyenler var. Öncelikle partimin kazanması ve dolayısıyla milletvekili olabilmek için elimden geldiği kadar çalışıyorum ve sonucunu seçim günü hep birlikte göreceğiz.

İsveç’in başlıca sorunları nelerdir sizce? Seçil-meniz durumunda öncelikleriniz neler olacak? Öncelikle hangi sorunların çözülmesi için gay-ret göstereceksiniz?Biz Sosyal Demokratlar İsveç’i daha iyi

bir duruma getirmek istiyoruz. Bize göre en önemli sorun işsizliktir. Daha sonra okul ve refah toplumunun korunması gelmektedir. Günümüzde pek çok insan işsiz dolaşıyor. Bu birçok insanın yeteneğinin değerlendiril-mediği anlamına geliyor. Bu nedenle İsveç’te daha fazla iş imkânı yaratma politikasına büyük ağırlık vereceğim.

Her insanın eşit değerde bireyler olarak kamu hizmeti alması ve işsizlikle mücadele en fazla önem verdiğimiz sorunlardan birisidir. Çalışabilecek durumda olan her insanın gerçek bir işe sahip olması temel he-defimizdir. Ay sonu gelince banka hesabında ailesini geçindirebilecek kadar parası olup olmayacağını bilmemenin verdiği endişeyi şu an çok fazla insan yaşıyor. Birçok genç, ye-tişkinlik hayatına işsizlikle başlıyor. İnsanlar geleceğe yönelik olarak umutsuzlaşıyorlar. Biz iktidara geldiğimiz de bu olumsuzlukları değiştirmek özellikle iş, okul, sağlık ve sosyal güvence alanlarında dar gelirli çalışanlar lehine iyileştirmeler yapmak istiyoruz. Sosyal Demokratlar hükümet olduğun da; daha fazla iş imkanı sağlamak, daha iyi okul ve daha iyi bir refah toplumu oluşturmak istiyoruz.

Türk kökenli bir aday olarak Türklerden oy isterken partinizin daha çok hangi çalışmasına ve vaadine vurgu yapıyorsunuz? İsveç’te yaşa-yan Türk veya göçmen kökenli seçmen neden size ve partinize oy versin? Onlara neler vaat ediyorsunuz?8 yıllık sağ koalisyon hükümeti döne-

minde artmış olan işsizlikten, eğitim ve sağlık hizmetlerinin kısıtlanıp kalitesinin düşürülmesinden, konut sıkıntısından, top-lumsal konumları gereği kamusal desteğe en çok ihtiyaç duyan göçmen kökenliler

etkilenmektedir. Bu alanlarda ya-pacağımız iyileştirmelerden de en çok da dar gelirli göçmen kökenli gruplar yararlanacaktır.

Örneğin Rinkeby. Tensta ve Skarholmen gibi vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları semtleri ziyaret ettiğim zaman bana, çocuk-larının okulda yeterli eğitim alamadığından, gençlerin iş bulamadığından, sağlık ocağı ve hastane hizmetlerinin kötüleştiğinden, hastalık ve işsizlik sigortasında yapılan kısıtlamalardan, emekli maaşlarının düşük-lüğünden şikâyetçi olmaktadırlar. Biz iktidara geldiğimizde gençler için 90 gün içerisinde iş, okul ya da staj garantisi getireceğiz. Genç-lerin öğrenim kredisiyle ehliyet almasını kolaylaştıracağız.

Bankalardan alıp çocuklara vereceğiz. Çocukların eğitiminde kullanılmak üzere 4 milyar kronluk özel banka vergisi konula-caktır.

Yaşlılar ve engelliler bakımında 20 bin stajyer genç ise alınacaktır. Emeklilerin vergisini azaltarak, gelirlerinin artmasını

sağlayacağız.Yeni ve ağırlıklı olarak kiralık konutların

yapılmasını sağlayacağız. Okullara büyük ya-tırımlar yapacağız, ilkokul sınıflarını küçültüp öğrenci sayısına tavan koyacağız. Özellikle iş bulmakta zorlanan çoğu göçmen kadınlara verilen “fas 3” uygulamasını kaldırıp yeni ve gerçek iş sahaları açacağız. Bizim en temel hedefimiz ve en önemli ilkemiz, herkesin geçimini sağlayabileceği bir işi olmasıdır.

Çok kültürlülüğün desteklenmesi adına parti-nizin ne gibi projeleri var? Partinizin göçmen politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Hükü-met olmanız durumunda göçmen kökenlilerin hayatlarında ne değişecek?Biz Sosyal Demokrat olarak insanların

eşitliğini savunuyoruz. Bu bizim için hangi kökenden olursa olsun tüm insanların özgür iradesini geliştirebilme fırsatı bulduğu bir topluma sahip olmamız gerektiği anlamına gelmektedir. Bunun böyle olabilmesi içinse hem adil hem de dayanışmacı bir toplum yapısı gerektirmektedir.

Sosyal Demokrat Parti çok kültürlülüğü ve çeşitliliği her zaman desteklemiştir. Daha cömert bir mülteci politikasından yana ol-muştur. Yeni gelen göçmen ve sığınmacıların mümkün olan en kısa sürede dil öğrenerek iş piyasasında yer bulması ve böylelikle topluma entegre edilmesini amaçlıyoruz. Çok kültürlülüğü desteklemek adına örneğin Stockholm’de tüm listelere aday hazırla-nırken, adayların en az yüzde 25 yabancı kökenli olmasını üyelerimiz istedi. Bunun nedeni Stockholm’de yaşayan insanların yaklaşık dörtte birinin farklı kültürlerden gelmesi ve siyasetçilerimizin toplum yapısını yansıtma isteğidir.

Seçimlerde göçmen oylarının anlamı nedir? Bu oylar seçimlerde belirleyici bir rol oyna-yacak mı?Önceki seçimlere baktığımız da göçmen-

lerin büyük bir kısmının oy kullanmadığını görüyoruz. Oysaki oy kullanmak bizim demokratik hakkımız olduğu kadar sorum-

luluğumuzdur. Her oyun önemi vardır. Bir oy bir ses demektir ve oyunu kullanmamak sessiz kalıp başkalarının senin hayatına biçim vermesi demektir. Bu nedenle her-kesin oyunu kullanması çok önemli. Ancak böylelikle sesimizi duyurabilir ve hep birlikte yaşadığımız sorunların üstesinden gelebiliriz. Çoğu seçim sonucunu çok az sayıda oy belirleyebilmektedir. Bu bağlam da ilk defa kullanılan oylar önemli ve sonucu etkileyici olmaktadır.

Tercihli oylar, parti yönetimine ‘biz de varız’ sinyali göndermekle birlikte, zaman zaman sadece bu oylarla seçimi kazanan adaylar da çıkabiliyor. Sizin tercihen seçilmeniz için kaç oy almanız gerekiyor?Tercihli oylar ile seçilmek eskiye göre

çok daha da kolaylaştırıldı. Bu seçimde oran yüzde 5’e düşürüldü. Önceden yüzde 8 idi. Eğer partinizin seçim bölgesinde aldığı toplam oyun yüzde 5’ini tercihli oy olarak aldığınız takdirde seçilmiş oluyorsunuz. Benim seçim bölgem özellikle çok sayıda vatandaşımızın yaşadığı Rinkeby, Tensta, Kışta, Skärholmen gibi semtlerin bağlı bu-lunduğu Stockholm Kommun. Tercihli oy ile seçilebilmem için 5 binin üzerinde tercihli oy almam yeterli olabilecek belki de. Bu olabilir mi? Evet olabilir. Seçmenlerimiz tercihlerini benden yana yaparlarsa, İsveç’teki 50. yılımızda İsveç Meclisi’nde bir Türk kökenli milletvekilimizin olması mümkündür.

Tercihli oylar birden fazla adaya verilebilir mi?Bir seçim bölgesinde parti listesindeki

sadece bir adaya tercih oyu verilebilir. Ama üç seçim de oy vereceğiz; Milletvekilliği, Belediye Meclisi ve İl Meclisi. İstenirse hepsinde de farklı partilerden adaylara ayrı ayrı oy verilebilir. Kural, bir seçim bölgesinde ki geçerli parti listesinden sadece bir adayı işaretlemektir.

Bir Türk politikacı olarak seçimlerde Türk toplumundan ne bekliyorsunuz?

Her şeyden önce hangi partiye ya da adaya oy verirlerse versinler mutlaka sandığa giderek oy vermelerini ve İsveç’e göçümüzün 50. yılında biz de varız, bizim de sesimiz duyulsun demelerini bekliyorum. Uygun görürlerse öncelikle partime olmak üzere milletvekili seçilmem için bana tercihli oy vermelerin bekliyor, sizin aracılığınızla tüm seçmenlere saygılarımı ve selamlarımı iletiyorum.

Aday gösterildiği parti : Sosyal Demokrat PartiAday sıra no ( Genel ve bölge) : Milletvekilliği 12. sıraYaşı : 26Medeni hali : SözlüKaç yıldır siyaset yapıyor : 6Eğitimi düzeyi : Üniversite. Siyasal bilimler ve Iktisat mezunu

Page 11: Zamandk275 eg

11 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

Bestil en ballonmand eller ansigtsmaler til festen

Bestil nu på tlf. 4240 4546Læs mere på Ballonmand.dk

Pris kr. 975.-*

for en hel time

Vi har både ballonmænd

og -piger

* Der kan komme eventuelle gebyr i forbindelse med transport

5. kattan düşen bebek hayatta kaldıDanimarka’da 1 yaşındaki bir bebek 5. kattan aşağı düşerek beton zemine çarpmasına rağmen hayatta kaldı.ZAMAN KOPENHAG

1Danimarka’da 1 yaşındaki bir bebek 5. kattan aşağı düşerek beton zemine

çarpmasına rağmen hayatta kaldı. Konunun akabinde olay yerine giden yetkililer bebeğin aldığı ufak tefek yaralar dışında hayati bir tehlikesinin olmadığını açıkladı.

Olay Kopenhag yakınlarındaki Valby semtinde meydana geldi. Carl Jacobsens Vej caddesi üzerinde bulunan bir sitenin 5. katında yaşayan bir bebek açık olan

pencereden aşağı düştü. Yere düşerken bebeği yavaşlatacak herhangi bir şey bu-lunmamasına ve zeminin beton olmasına rağmen çocuk mucize eseri hayatta kaldı. Bu arada bebeğin nasıl pencereden düştüğü henüz bilinmiyor.

Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Kopenhag Polis Sözcüsü Kristian Aaskov, “Sanki 1. kattan düşmüş gibiydi. Normalde böyle bir mesafeden düşen bir bebekte çok daha ciddi yaralanmaların olması gerekirdi. Bu durum çok şaşırtıcı.” dedi.

Danimarka’da 1 yaşındaki bir bebek 5. kattan aşağı düştü. Olay yerine giden yetkililer bebeğin aldığı ufak tefek yaralar dışında hayati bir tehlikesinin olmadığını açıkladı.

Danimarka’nın IŞİD ile imtihanıDanimarka’nın Arhus şehrinde yer alan Grimhöj Camii’nin IŞİD’e destek verdiğine dair haberler Danimarka kamuoyunda öfkeye neden oldu.ZAMAN KOPENHAG

1Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Danimarka’da da gündemin önde

gelen konularından biri IŞİD. Geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleştirilen NATO top-lantısı esnasında konu çeşitli yönleriyle Da-nimarka medyasında tartışıldı. Halihazırda NATO’nun en büyük gücü durumunda olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından (ABD) IŞİD ile mücadele kapsamında oluş-turulacak ‘çekirdek koalisyona’ katılması için Danimarka’ya gönderilen davetiye Da-nimarka hükümeti tarafından kabul edildi. Danimarka Dışişleri Bakanı Martin Lin-degaard geçtiğimiz hafta içerisinde yaptığı açıklamada, Danimarka olarak desteğe hazır olduklarını söyledi. Söz konusu çekirdek koalisyonda yer alacak diğer ülkeler ise şöyle: İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, Avustralya, Türkiye, İtalya ve Polonya

Öte yandan Danimarka’nın Arhus şehrinde yer alan Grimhöj Camii’nin IŞİD’e destek verdiğine dair haberler Danimarka kamuoyunda öfkeye neden oldu. Cami-nin basın sözcüsü olduğu belirtilen Fadi Abdullah isimli bir şahıs Den Korte Avis’e verdiği röportajda, ‘IŞİD Müslümanların uzun zamandan beri beklediği birşey. Yar-dım edemeyiz ama onları destekleyebiliriz. Hatalar yapsa da bekleyip göreceğiz.’’ dedi.

Söz konusu açıklamanın medyada yer almasının akabinde Muhafazakar Parti ve Liberal Birlik Partisi Grimhöj Camii’nin

kapatılması Adalet Bakanı’na teklifte bu-lunmuştu. Ancak parlamentoya yakın kay-naklar caminin kapatılmasının bu aşamada gündemde olmadığını söylüyor.

Danimarkalı Müslümanlar IŞID’e öfkeliBu açıklama; sadece Danimarkalılar

arasında değil Danimarka’da yaşayan Müslümanlar arasında da öfkeye neden oldu. Çok sayıda Müslüman sosyal medya üzerinden paylaştığı mesajlarla IŞİD’ı sert bir dille kınayarak böylesi kanlı bir terör örgütünün Müslümanları temsil etmesinin mümkün olmadığını söyledi.

Danimarka Müslümanları Ortak Konseyi de (MFR) yaptığı açıklamada IŞİD’ı net bir dille kınadı. MFR Genel Başkanı Sami Küçükakın, ‘‘MRF olarak IŞİD’i Müslümanların meşru temsilcisi olarak görmüyoruz. Kendilerini halife olarak tanımlıyorlar ancak hilafetleri Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara yönelik cinayet, kan, işkence ve gücün zalimce kullanılması üzerine kurulu. Böyle bir hilafetin İslami te-mellere dayanması mümkün değildir. Masum insanların öldürülmesi asla İslami ola-maz. İslam kim öldürdüğüne bakmaksızın masumları öldürenleri kınar.’’ dedi.

Lindegaard Iran’a gidiyor!Bu arada Danimarka Dışişleri Bakanı

Martin Lindegaard, IŞİD’in son zamanla-rın en büyük güvenlik tehdidi olduğunu düşünüyor. IŞİD ile mücadele ile ilgili yapılabilecek işbirliği ile alakalı olarak Suudi Arabistan ve İran’ı ziyaret edeceğini açıkla-yan Lindegaard, ‘Ana mesajım şiddet yanlısı eylemlerle mücadele konusunda daha sıkı çalışmamız gerektiği olacak.’’ dedi. Linde-gaard söz konusu ziyaret ile birlikte 2005 yılından bu yana İran’a giden ilk Danimarkalı bakan olacak.

Danimarka Müslümanları Ortak Konseyi de (MFR) yaptığı açıklamada IŞID’ı net bir dille kınadı.

Page 12: Zamandk275 eg

Hükümet 12 yıldır iş başında, iyi şeyler de yaptı; askeri vesayet ile mücadele etti ilk döneminde, Avrupa Birliği ile uyum reformlarını hayata geçirdi… Ben ise ikinci görüşü savunuyorum. Türkiye’nin kötüye gittiğine inanıyorum. Özellikle 2010’dan sonra görülen bir bozulma söz konusu...

Nasıl bir bozulmadan bahsediyorsunuz? Ne değişti 2010’dan sonra?Hem söylem bazında hem de uygula-

mada Erdoğan’ın yaptıkları ortada. Bugün gelinen noktada artık niyet okumamıza ge-rek yok. Erdoğan kendi yaptığı reformlardan geriye dönüyor zaten. 2010 referandumuyla hayata geçirilen reformların bir bölümün geri adım atıldı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru gibi başka birtakım değişikliklerin de iptal edileceği konuşuluyor. Eline fırsat geçerse muhtemelen bunu da kaldıracak. Dolayısıyla Erdoğan kendi yaptıklarını geri çevirmeye başladı.

Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan hala bir ve-sayetten bahsediyor. Ne diyorsunuz gerçekten Erdoğan üzerinde bir vesayet olabilir mi?Erdoğan artık sadece iktidar değil, aynı

zamanda muktedir de. 12 senedir iktidar, son 3-4 yıldır da muktedir. Dolayısıyla AKPliler: ‘Biz mağduruz, mağdur ediliyoruz’ deme noktasında değil.

Bir de sürekli gündemde olan bir yeni Türkiye söylemi var. Ne diyorsunuz, yeni bir Türkiye mi kuruluyor gerçekten?Buna koşulsuz AKP yanlıları dışında

inanan kaldı mı, bilmiyorum. Aslına ba-karsanız yeni Türkiye kurulabilirdi. O yolda ilerleniyordu ve onun nüveleri görülüyordu. Barış süreci bence çok önemliydi bu noktada. Ancak Erdoğan yeni Türkiye’yi kurmak yerine vesayeti kendi eline almayı tercih etti. Dolayısıyla yeni Türkiye diye bir şey yok artık. Eski Türkiye’nin aynı yapıları devam ediyor, sadece onun başında başka biri var! Bunu söyleyen ilk kişi de ben değilim elbette.

Bir yorumunuzda Türkiye’de yaşananları ‘kara-basan’ olarak değerlendirmişsiniz. Ne demek istiyorsunuz tam olarak?Kötü bir rüya gibi Türkiye’nin şu anda

gittiği yer. Siyasi düşünür Alexis de Tocque-ville’in bir sözü var: ‘Bir rejim için en tehlikeli nokta reform yapmaya başladığı noktadır. Çünkü beklentiler artar.’ mealinde. Türkiye ile ilgili bu kadar hayal kırıklığına uğrama-mızın sebebi biraz da bununla ilgili. AKP’nin gerçek niyetinden bağımsız, ilk defa değişme ihtimalini, ışığını gördük. Oradan bir anda ters yola sapmak ya da U dönüşü yapıp geriye dönmek… Vesayeti koruyup yerine kendi vesayetini kurmak gerçekten kötü bir karabasan gibi.

Artık bunun ötesi yok. Kurulmakta olan Yeni Türkiye bu. Polis marifetiyle bir arada tutulan, anayasanın açıkça, pervasızca ihlal edildiği, Resmi Gazetenin bile hükümet sansüründen payını aldığı bir ülke. Böyle bir Türkiye Yeni Türkiye ise beni uyutun. Sümüklü böceklerin 3 sene boyunca uyu-yabildiği söylenir; öyleyse beni de uyutun. Bu kabus bitince kaldırın. Bu değil bizim özlediğimiz Türkiye. Biz bu kadar sene ve-sayetin her türlüsüne karşı mücadele ettik. Bugün aynı şeyi Erdoğan’ın kurmasına da izin verecek değiliz.

Şimdilerde AKP’yi eleştiren entellektüellere sık sık yöneltilen bir soru var. Neden bugüne kadar eleştirmiyordunuz? Neden şimdi?2007’de askerin

muhtıra verdiği, 2009’da hakkında kapatma davası açı-lan bir partiye destek vermem doğal. Bugün ‘irticai faaliyetlerinden ötürü’ AKP’ye kapatılma davası açılsa, her şeye rağmen, buna da karşı çıkarım. Tekrar vurgulamak isterim, her şeye rağmen! İslami kesimin benzeri bir durumda benim gibi düşünenleri desteklemeyeceğini bilmeme rağmen. AKP’nin normal, de-mokratik yollarla gitmesi gerekiyor. Başka türlü ne toplum demokratikleşir, ne de AKP gider zaten. AKP’yi kapatırsın, 5 sene sonra BKP gelir.

Peki üslup? Erdoğan’ın üslubu eleştirliyor muydu bu kadar?Öncelikle ben kendi adıma eleştiri-

yordum. Başkaları seçim kampanyasıdır, normaldir derken, Erdoğan’ın biz iktidarda olsak Öcalan’ı asardık demesini eleştirdim mesela. İkincisi Erdoğan’ın bu üslubu o zaman problemdi ama Erdoğan’ın uygu-lamaları farklıydı. Şimdi ise çok farklı bir Erdoğan söz konusu. Artık mesele sadece

Erdoğan’ın kaba ve ayrımcı üslubu

değil. O üslup artık muktedir ve politikaları belirler hale geldi. Yani ar-tık Erdoğan’ın pol i t ika lar ı bu üslup ile

‘paralel’ artık!Almanya’nın Tür-

k i ye ’ y i d i n l e d i ğ i ortaya çıktı. Akabinde

bazı Alman yetkil i lerin d in lemeler in Türk iye’n in

‘ ikiyüzlü’ politikaları nedeniyle yapıldığını savunduğu yazılıp çizildi. Batı ar-tık Türkiye’yi güvenilir bir partner olarak görmüyor mu?Bence burada iki nokta önemli. Önce-

likle bu ülkelerin 2009-2010’a kadar Erdoğan ile birlikte çalıştığını unutmayalım. Hatta Türkiye, Arap Baharı sırasında demokrasi ile İslam’ın başarılı bir sentezi olarak Ortadoğu ülkelerine model olarak gösteriliyordu. Erdoğan da biraz amiyane bir tabirle bu işin ekmeğini yedi. Gitti, Rabia meydanında insanları selamladı. Sonra ne değişti. Neden 2010’a kadar seninle birlikte çalışan ve seni destekleyen, seni bir model olarak gösteren Batı durup dururken tavır değiştirdi? Yeni Türkiye’nin komplo teoristleri buna ‘Türkiye çok güçlendi o yüzden’ diye cevap veriyorlar.

Nasıl güçlendi? Türkiye’nin somut olarak bir şey yaptığı yok ki! Türkiye başlı başına bir aktör değil. İnanılırlığını yitirdi, gücünü yitirdi. Batı da bunu görüyor elbette. Ayrıca şunu da söylemek lazım. Bu ülkelerin dik-tatör yada otoriter rejimlerle çalışmayız gibi bir yaklaşımları da yok. Nitekim çalışıyorlar da. Ancak en azından ‘tutarlılık’ bekliyorlar, güvenebilmek istiyorlar.

Bunlar Türkiye’ye yönelik bir algı operasyonu olamaz mı?Türkiye’ye yönelik bir algı manipülas-

yonu yapıldığı safsatadan ibaret. Sadece olan bitenin farkındalar. Türkiye’nin artık o kadar güvenilir bir ortak olduğunu düşünmüyorlar. Çok yazıldı, çizildi; Türkiye’nin mezhepçi bir politika izlediği algısı var Batı’da. Açıkçası ben de çok farklı düşünmüyorum.

Bu çerçevede Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinde yeniden bir canlanma bekle-miyorsunuz sanırım...Beklemiyorum. Çünkü iki taraf da şu

anda bunu istemiyor. Teknik anlamda müzakereler yürüyor ama Türkiye’nin AB’nin öncelikleri arasında olduğunu zan-netmiyorum. Tersi de söz konusu bunun. Bir kriz çıkana kadar ilişkiler bu şekilde, deyim yerindeyse rölantide sürdürülecek.

Olabilir mi öyle bir kriz?Ben olacağını düşünüyorum ama bu

elbette sadece AKP’nin son dönem politi-kalarına dayalı bir spekülasyon.

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra alevlenen tartışmalardan biri de Baş-

12 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYAP R O F. D R . U M U T Ö Z K I R I M L I :

Böyle bir Türkiye yeni Türkiye ise beni uyutun!

İsveç’in ünlü Lund Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde görev yapan Prof. Dr. Umut Özkırımlı, günlük tartışmaların ötesine geçip gerçekte olan biteni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu yüzden Avrupa’nın değişik ülkelerinde yayınlanan birçok gazete ve televizyon Türkiye’de yaşananları onun ağzından öğrenmeye çalışıyor. Biz de Lund Üniversitesi’nde kendisini ziyaret ettik ve Türkiye’yi konuştuk.

Başkaları seçim kam-panyasıdır, normaldir der-

ken, Erdoğan’ın biz iktidarda ol-sak Öcalan’ı asardık demesini e-

leştirdim mesela. İkincisi Erdoğan’ın bu üslubu o zaman problemdi ama Erdoğan’ın uygulamaları farklıydı. Şimdi ise çok farklı bir Erdoğan söz

konusu. Artık mesele sadece Erdoğan’ın kaba ve ayrımcı

üslubu değil.

Not DefteriEMRE OĞUZ

Page 13: Zamandk275 eg

kanlık sistemi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Başkanlık sistemi Türkiye için uygun mu?Başkanlık sistemi moda terimle Türki-

ye’nin fıtratına aykırı. Türkiye’de Libya, Mısır usulü bir otoriterlik uzun süre devam etmez. 1930’larda ederdi, etti de. Ama 2014 Türki-ye’sinde bu gömlek bu topluma giydirilmez. Dikişleri patlar. Askeri vesayet de biraz bu yüzden yıkıldı. Bir şekilde sürekli darbe tehdidi altında yaşayan bir toplum vardı. Soğuk savaş sırasında bu mümkün olabilirdi ama artık öyle bir dünyada yaşamıyoruz. Hem dünya farklı bir yerde, hem Türkiye’nin iç dinamikleri çok farklı. Türkiye’ye kesinlikle çoğulculuğu tanıyan bir yapı gerekiyor. Türkiye’nin bir arada kalabilmesi ve devlet birliğini koruyabilmesi için üniterlik fikrini geçmişte bırakması gerek. Aksi takdirde milliyetçilerin korktuğu şey olacak: Tür-kiye gerçekten bölünecek. Şimdi ‘Yeni Türkiyeciler’ Erdoğan’a Platon’un ‘bilge kralı’ muamelesi yapıyorlar. Velev ki öyle. Diyelim Erdoğan gerçekten ‘Bilge Kral’. Peki ya ondan sonra? Erdoğan’dan sonra ‘Yeni Türkiyeciler’ mesela Ahmet Necdet Sezer’in başkan olduğu bir Türkiye’de yaşamak ister mi?

Başbakan Gezi Eylemlerini ve Yolsuzluk ope-rasyonlarını ‘milli iradeye darbe’ olarak de-ğerlendiriyor, siz ne diyorsunuz?Gelin bir an için Gezi ve 17-25 Aralık dar-

beydi tezini kabul edelim. Soru şu: Madem darbe, neden gidip o ses kayıtlarının montaj olduğunu bağımsız bir kuruluş tarafından ispat edilmesine izin vermiyorsun? Neden yolsuzluk dosyalarının açılmasından ve araştırılmasından kaçıyorsun? Bunlar darbe girişimiyse, senin korkacak bir şeyin olmasa gerek. ‘Paralel yapı delil üretir, sahtecilik yapar’ diyorsan, e onlardan da kurtuldun. Polisleri tutukladın; yargının üçte birinin yerini değiştirdin. Kim sahte delil üretecek şimdi? Bir diğer örnek Soma. Soma’yı paralel yapı mı yaptı?

Öyle diyenler de oldu...Onları geçelim lütfen. Onlara göre Erdo-

ğan sokakta yürürken ayağı takılsa yola taşı paralel yapı koydu diyecekler. Geçmişte aynı şeyleri başkaları için söylüyorlardı. Soma önemli bir örnek, çünkü bir ihmal zinciri sonrası 301 kişi hayatını kaybetti. Hatta AKP’ye yakın gazeteciler bile en azından bir bakanın istifasını istedi. Tekmeci müşavirin istifası istendi. Olay soruşturulsun dendi.Sonra? Sonrası yok. Her şey işletme sahibi-nin üzerine yıkıldı. O işletmeye ruhsatı kim verdi, kontrollerini kim yaptı, tık yok. Kimse istifa etmedi. Hayat devam ediyor. Vatandaşı tekmeleyen müsteşar bile hala görevinin başında… Velev ki Erdoğan yüzde 100 haklı, bu sorulara cevap verebilen yok.

Türkiye’de medyanın geldiği nokta ile ilgili ne düşünüyorsunuz?Türkiye’de zaten hep kanayan bir yara

olan medya tamamen bitti. Tabutuna son çiviyi AKP çaktı. Yeni Türkiye’yi komplo teorilerine başvurmadan, kişilik suikasti yapmadan savunan tek bir kişi yok. Aydın Doğan, ki hiçbir zaman masum değildi,

onun da işini bitirdi-ler. Söylentiler ma-lum. Berberoğlu’na ‘İhsanoğlu’na fazla yakın olduk, senin yaptığın gazeteyi beğenmiyorum’ dediği her yerde yazıldı çizildi. İnsa-nın içinden ‘bugün mü aklın başına geldi’ demek geçiyor. Yani Erdoğan Cumhurbaşkanlı-ğı’nı kazandıktan sonra mı aklın başına geldi? Yılmaz Özdil gibi ırkçı bir adamı bugüne kadar onlarca ırkçı yazı yazmış atmıyorsun, sonra Bilal Erdoğan ile ilgili bir yazı yazdı diye atıyorsun. Böyle saçmalık olmaz. Öte yandan bu konuda AKP yanlısı medyanın da edeceği tek laf yok. Aynı ırkçılık Akit Gazetesi’nin rutin hali. Hasan Karakaya niye işinin başında? Bıra-kın ırkçılığı, anti-semitizmi, açık açık küfür ediyor. Bu kişi neden hala işinin başında? Başbakanın uçağının baş köşesinde?

Bir de talimat gazetecilerinden bahsediyorsu-nuz? Kim bunlar?

H ü k ü m e t i n talimatıyla başlık ve manşet atan gazetecileri kas-tediyorum. Bazı gazeteciler aynı gün aynı yazıyı yazıyor, hatta

aynı kelimeleri kullanıyorsa belli

ki MİT’ten ya da başka bir yerden bir

şeyler geliyor. Selahattin Demirtaş başarılı bir seçim

kampanyası sergileyince bakıyoruz hemen akabinde kendisinin ‘solcuların oyuncağı olup, APO’nun emrinden çıktı-ğını’ söyleyen birbirinin kopyası yazılar. Ki bunların çoğu da eskiden Taraf gazetesi gibi mecralarda yazan ‘devşirme’ isimler. Ya da Davutoğlu’nun adı Başbakanlık için geçiyor, anında kendisinin nasıl başarılı bir Dışişleri Bakanlığı yaptığını savunan yine kopya kağıdıyla çoğaltılmış yazılar. Bu ya ancak Hollywood filmlerinde görülebilecek bir tesadüfler silsilesi, çünkü her gün oluyor ya da bu insanlara bir şeyler gidiyor ve aynı şeyleri söylüyorlar.

Abdullah Gül ile Erdoğan arasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?Erdoğan ile Gül arasındaki ilişkinin

hukukunu hiçbirimiz bilmiyoruz. Bu konuda yazılıp çizilenlerin büyük bir bö-lümüne inanmıyorum. Niyet okumaktan kaçınacaksak eğer, aynı ilkeyi her yerde uygulayalım. Benim gördüğüm Erdoğan haydi gel çıkıyoruz dediği zaman Barolar Birliği toplantısından çıkan bir Gül. Erdo-ğan’ın hazırladığı bütün yasaları noter gibi onaylayan bir Gül. Dolayısıyla aralarında bir rahatsızlık varsa bile bunu bilmiyoruz. Ben somut olarak görmeden o rahatsızlık meselesine inanmam.

Bu arada ona da paralel diyenler var?Evet. Ekonomiyi 12 senedir başarıyla

yürüten Ali Babacan’a bile paralel diyorlar. Açıkça demiyorlar ama onlara göre zaten kendileri gibi düşünmeyen herkes paralel.

Talimat gazetecilerinin bir lafı var ya; ‘kim-lerle yan yana düştün’... E kardeşim sen, sembol isim olduğu için yine kullanıyorum, Hasan Karakaya ile yan yana düşüyor, her gün tekzip yayınlamak zorunda kalan havuz medyasında yazıyorsun. Ben gazeteci deği-lim; siyasi partilerle, oluşumlarla ilişkim yok; Türkiye’de bile yaşamıyorum. Dolayısıyla herkesi eleştiriyorum. Cemaati de açıktan eleştiriyorum. Mesela Ergenekon, Balyoz davası sırasında yapılan usulsüzlüklerdeki rolünü sorguluyorum, bunlara zamanında itiraz etmediklerini söylüyorum. Diğer taraftan ağır bir Türk milliyetçiliği görülüyor cemaatte. Özellikle Kürt sorunu ve İran söz konusu olduğunda. Cemaat şimdilerde biraz daha özeleştiri verme noktasında (İhsan Yılmaz, Kerim Balcı, Abdülhamit Bilici’nin ‘yetmez ama evet’ şeklinde karşılayacabi-leceğimiz yazıları yayınlandı örneğin). Ama AKP’de ses yok. Tek bir özeleştiri emaresi yok. Sürekli yeni düşman yaratarak yoluna devam ediyor.

Erdoğan’ın Kürt politikasını samimi buluyor musunuz?Benim izlenimim Erdoğan’ın bunu

kendisine bir partner yaratmak istediği için zorunluluktan yaptığı yönünde. Gerçekten Kürt sorununun çözülmesini umursadı-ğından ya da demokratikleşmeyi umursa-dığından değil daha pragmatik sebeplerle, çıkarı için yaptığını düşünüyorum. Ama bunun çok önemi yok son kertede. Eğer somut adımlar atılırsa ben Erdoğan’ın bunu hangi niyetle yaptığını sorgulamam. Aynen geçmişte olduğu gibi. Ancak somut adımlar atılmadığında samimiyetini sorgularım. Dersim Havalimanının adının değişmesi, vs bunlar sembolik adımlar. Artık gelinen noktada daha somut adımlar atılmalı…

Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığını Batı na-sıl karşılar sizce?Aslında nasıl karşılayacağı belli; günler-

dir New York Times’dan The Guardian’a birçok önde gelen gazetede bu konuda yazılar çıktı. Çıkarları gerektirdiği sürece Batı, Davutoğlu ile çalışır, ancak pek mem-nun gözükmüyorlar. Kendisinin başarılı bir profil çizmediği düşünülüyor, başarısız görülen bütün dış politikaların arkasında onun olduğuna inanıyorlar. Ahmet Da-vutoğlu Dışişleri Bakanlığı’ndan önce de danışman olarak çalışıyor, Türkiye’nin dış politikasında belirleyici oluyordu çünkü. Öte yandan çok bağımsız bir Başbakan olmayacağı da ortada. Cumhurbaşkanının kontrolünde bir Başbakan, bugüne kadar sorun yaratan politikaların devam etmesi anlamına geliyor. Batının bakışı ortada yani. Tabii talimat gazetecilerine göre bu da algı operasyonun bir parçası. Bunlara gülüp geçelim diyeceğim ama şu anda Türkiye’yi bu zihniyet yönetiyor.

13 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

Gelin bir an için Gezi ve 17-25 Aralık darbeydi tezini

kabul edelim. Soru şu: Madem darbe, neden gidip o ses

kayıtlarının montaj olduğunu bağımsız bir kuruluş tarafından ispat edilmesine izin vermiyorsun? Neden

yolsuzluk dosyalarının açılmasından ve

araştırılmasından kaçıyorsun?

Page 14: Zamandk275 eg

14 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYA

YORUM

Kadın ve erkeğin beyni farklı çalışırMEHMET TOY AİLE UZMANI

1Mutluluğun yolu bir yönüyle iyi bir iletişimden geçer. Eşler arasındaki sağ-

lıklı bir iletişimin yolu, kadın ve erkeklerin yaratılıştan gelen fıtrat farklılıklarının dikkate alınmasıyla mümkündür. Kadın ve erkekler arasında birçok yönden farklılıklar vardır. Bu farklılıkların farkına varan ve gereği gibi dav-ranan eşler problemlerini çözme adına büyük bir adım atmış olurlar. Bu yazımız, kadın ve erkeklerin beynini kullanma şekliyle alakalı olacaktır.

Kadın ve erkekler beyinlerini farklı kullanırlar. Erkekler beynin sol tarafını kullanırken, kadınlar ise daha çok beynin sağ tarafını kullanırlar. Kadınlar sadece beynin sağ tarafını kullanmakla kalmazlar, aynı zamanda sol tarafını da kullanırlar. Bu yüzdendir ki kadınlar, birden fazla işi aynı anda yapabilirler. Erkeklerde ise bu durum farklıdır. Onlar kadınlar gibi birden çok işi aynı anda yapamazlar. Gerek kadın, gerekse erkek tek başına eksiktir. Bu eksikliklerini bir araya gelerek tamamlarlar. Allah Resulü “Kadınlar, bir bütünün yarım parçası olan erkeklerin diğer yarım parçasıdır.” şeklinde

dile getirmektedir. Kadınların beyinlerinin her iki tarafında

konuşma merkezleri vardır. Erkeklerde ise bu merkez sadece bir taraftadır. Bu yüzden kadınların konuşma ihtiyacı erkeklere oranla daha fazladır. Kadınlar günde ortalama

yirmi dört bin kelimelik konuşma kapasitesine sahipken, bu durum er-keklerde yarısı yani on iki bindir. Kadınların daha çok konuşma ihtiyacı içerisine girmeleri bundan dolayıdır. Burada kadın ve erkelerin dikkat etmeleri gereken husus vardır, o da: Bir kadın eşinin kendisi kadar konuşmasını beklememeli ve konuşması için de onu gereğinden fazla zorlama-

malıdır. Erkek de karısının susup kendisi gibi sessiz kalmasını istememeli ve mümkün mertebe her gün konuşmasını sağlamalı ve onu dinleme zahmetinde bulunmalıdır.

Kadınlarda sağ ve sol beyin arasında hızlı bir iletişim vardır. Bu iletişim kadınları detaycı yapmakta ve iletişimde erkeğe göre daha hızlı hareket ettirmektedir. Bu yüzdendir ki kadınlar her türlü ortamda, etrafından fazla etkilenmeden konuşabilirler. Çok sayıda

insanın olduğu bir ortam içerisinde hem muhatabı ile konuşur, hem de ortamdaki konuşmaları takip eder ve yer yer onlara da katılabilirler. Erkeklerde ise bu durum fark-lıdır. Erkekler aynı anda birden çok kişiyle konuşmakta zorlanırlar. Çünkü erkeklerin beynindeki elektrik akımı yavaş işlediği için onlar kalabalık ve sesli ortamlarda iletişime geçmede zorlanırlar. Kadınlar erkeklerin bu durumuna dikkat etmeli, kocaları dikkat ge-rektiren bir işle meşgul iken onlara mümkün mertebe müdahale etmemelidirler.

Kadınlar bir şey anlatırken ya da dinler-ken alakası olmayan bir konuya giriş yapar ve sonra da o konudan başladığı konuya tekrar dönebilirler. Erkekler ise böyle yapmazlar. Onlar konuştukları konuyu bitirmeden başka bir konuya geçmek istemezler. Ör-neğin erkek, bir olayı anlatırken hanımı o olayla alakası olmayan bir konuya girebilir. Erkek, “Sen beni dinlemiyorsun” diye sesini yükseltebilir. Aslında kadın anlattıklarını dinliyordur. Sadece kocasının anlattığı konu ona başka bir olayı hatırlattığı için konu dı-şına çıkmak zorunda kalmıştır. Erkek kadının bu yönünü bilmeli “Konuyu değiştiriyorsun, beni dinlemiyorsun” diyerek sinirlenmek ye-rine, bunu kadının normal bir davranış şekli olarak görmeli ve “Zaten birazdan konuya tekrardan dönecektir.” diye düşünmelidir.

Burada kadın, kocası konuşurken onun sözünü kesmemeye özen göstermeli ve her aklına düşen konuyu konuşarak kocasının kafasını karıştırmamalıdır.

Problemleri kadınlar farklı, erkekler farklı çözerler. Erkekler bir sorun yaşandığında kendi kabuğuna çekilir, düşünür ve çözüm üretirler. Yani çözüm odaklıdırlar. Kadınlar ise o an için sorunu çözmeyi hedeflemez, sorunu kocasıyla paylaşmak isterler. İleti-şimde erkekleri sonuç, kadınları ise süreç ilgilendirir. Tartışmalarında erkekler susmayı, kadınlar ise konuşmayı tercih ederler. Tar-tışma esnasında erkekler susarak ve kaçarak, kadınlar ise konuşarak ve erkeğin üzerine giderek tartışmayı neticelendirmeye çalışırlar.

Kadınların konuşma oranı erkeklerin iki katı olduğundan tabi olarak çok konuşurlar. Bu durum yaşlılık dönemine kadar devam eder. Bu döneme kadar çok konuşkan ve duygusal olan kadınlar, bu dönemde duy-gusallıklarına aklilik katarak yavaş yavaş mantıksal düşünmeye başlarlar. O zamana kadar daha az konuşan erkekler ise birden konuşma isteği içerisine girer ve konuşma-larına duygusallık katarlar; “Beni görmüyor-sun, duymuyorsun, anlamıyorsun…” derler. Bu dönemde kadınlar yaşantılarını yalnız sürdürebilirler, fakat erkekler ise yanlarında sürekli bir yoldaş ararlar.

Pazarda elinde poşetleriyle bir Dışişleri Bakanı

MENAF ALICI STOCKHOLM

1Stockholm’ün göçmen semti Tens-ta’da her yıl Müzik ve Kültür Festivali

düzenleniyor. Oldukça renkli görüntülere sahne olan festivalde, Stockholm’de faali-yet gösteren sivil toplum kuruluşları (STK) faaliyetlerine maddi destek sağlamak için kitap, gıda, tekstil hatta elektronik eşya standları gibi standlar kuruyorlar.

Vatandaşlar da bu çok çeşitli ülkelerin kültürünü yaşamak, müziğini dinlemek ve yemeklerinden tatmak için buraya akın ediyor.

Türklerin de yoğun yaşadığı bu böl-gede haliyle Türk Mutfağı ön plana çıkı-yor. Yemek stantlarının önünde kuyruklar oluşuyor. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan festivalde de en çok, Türk bayanların taze yaptıkları gözleme, köfte ve şiş kebabı tercih edildi.

Festivalin sürpriz konukları da vardı.

İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ve eşi Avrupa Parlamenteri Anna Maria Co-razza Bildt de festivali ziyaret edenler arasındaydı. Bildt ailesinin alçak gönüllü yaklaşımları büyük takdir topladı.

Pazarda alışveriş yaptılar. Vatandaş-larla bol bol fotoğraf çektirdiler. Standları ziyaret ederek kolaylıklar dilediler. Avrupa Parlamenteri Anna Maria Corazza Bildt hızını alamayarak, kollarını sıvadı ve Tül-pan Bayan Derneği’nin standında yapılan gözlemenin hamurunu açamaya yardım etti. Bildt, burada kendisine ikram edilen Türk köftesinden de yedi.

Bildt çifti 14 Eylül Pazar günü yapılacak genel ve seçimlerim için vatandaşlardan oy istedi.

Festivalde çok sayıda politikacı gibi Ye-şiller Partisi’nden milletvekili adayı Derya Uzel, Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden Sultan Kayhan ve Hasan Dölek de broşür dağıtarak oy talebinde bulundu.

Page 15: Zamandk275 eg

15 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANİSKANDİNAVYADA

NIM

ARKA

HAB

ER T

URU

Borcunu ödemeyen gençlerin sayısı artıyor

Borcunu ödeyemeyen müşterileri ’kara listeye’ alındığı RKI’nın rakamlara göre, 18-20 yaşları arasındaki gençler 5 bin krondan daha az meblağda borca sahip.Tüketici Konseyi, birçok genç için miktar bu kadar az olsa da, bu durumun gençlerin faaliyetlerini engellediği ko-nusunda uyardı. Konsey Başkanı Anja Philip “Az tutarlı bir faturayı ödemedikleri için gençlerin RKI’ya düşmesi çok sinir bozucu” açıklamasını yaptı. Tüketici Kon-seyi Başkanı Philip, gençlerin temerrüde düşmelerine neden olan ödemelerin genellikle cep telefonu faturası, park cezası veya spor salonu üyelikleri gibi az meblağda ödemeler olduğunu belirtti. Bu duruma düşen gençler bankadan kredi alamıyor. Anja Philip; “RKI’ya düşen kişiler dolambaçlı bir yola giriyor. Bu durum kişinin sosyal çevresine yönelik de kötü sonuçlar doğuruyor, kişilerin psikolojisi bozuluyor ve bu andan sonra normal bir hayata sahip olamıyorlar. Bu küçük meseleler nedeniyle birçok gencin RKI’ya düşmesi bizi bu yüzden endişe-lendiriyor.” dedi. RKI’ya kaydolmanızın ardından elbette borcunuzu ödeyerek bu kaydı yeniden silebilirsiniz; ancak, birçok gencin borcu birikmeye devam ediyor ve artık yönetilemez hale geliyor. Anja Philip, “Ufak tutarlı borçları biriktirme-meye çalışmak oldukça önemli. Maddi açıdan sıkıntı yaşadığınız dönemlerde, bankanızla görüşerek bu dönem için açık kredi almak istemeniz daha uygun” dedi.

Yiyecek israfına karşı işbirliği

Her yıl, gıda sektörü ve marketlerden son tüketim tarihinin geçmesi, yanlış etiketlenme ya da paketin zarar gör-mesi sebebiyle toplam 303 bin tonluk yiyecek atılıyor. Yiyecek israfını önüne geçmek isteyen Kilise Yardım Teşkilatı, Gıda Bankası ve Netto, Fötex, Bilka gibi süpermarketleri bünyesinde bulunduran Dansk Supermarked harakete geçerek, atılmış yiyeceklerin satılacağı bir market açmayı planlıyor. Refood adı verilen market 2015 başlarında Kopenhag’ın Nörrebro semtinde açılacak. Söz konusu mağazadan hem ucuz alışveriş yapmak isteyenler, hem de yiyecek israfına karşı olanlar faydalanabilecek. Marketten elde edilecek gelir, dünyanın fakir ül-kelerinde açlıkla savaşmak için Kilise Yardım Teşkilatı’na gidecek. Yiyecekler, alışılmış süpermarketlere kıyasla yüzde 50-70 oranında daha ucuza satılacak ve satılacak olan ürünler ekmek, meyve, sebze, süt ürünlerinin yanı sıra belirli bakkaliye ürünlerinden oluşacak. Et ürünleri markette satışa sunulmayacak. Yiyecek israfını önlemek için çalışmalar yapan Dansk Supermarked yeni markete yiyecek bağışında bulunmak istiyor: Dansk Supermarked Yöneticisi Helene Regnell, “Dansk Supermarked’de, odak noktamız yiyecek israfı olmuştur. Refood ile oluşturualn sistem bir kazan-kazan sistemi olacaktır: yiyecek israfını azaltmak için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz’ dedi.

Savaş suçluları Danimarka’da kalıyor

Söndagsavisen, Danimarka’ya iltica eden 21 kişinin, kendi ülkelerinde ciddi suçlar işlemelerine rağmen istisnai ika-met durumu ile ülkede kalmaya devam ediyor. GAzetenin haberine gore, 21 kişinin çoğunluğunu Taliban hareketine karşı savaşan Afganistanlılar oluşturuyor. Danimarka Halk Partisi ve Sosyalist Halk Parti (SF), Adalet Bakanı Karen Hække-rup’a söz konusu şüphelilere kovuşturma açmak için neden daha fazla adım atılma-dığını soracak. Ancak, Bakan, Danimar-ka’nın uluslararası yasalara takıldığını be-lirtti. Karen Hækkerup, Söndagsavisen’a “Bu kişileri sınır dışı edemediğimiz için ben şahsen oldukça kızgınım. Danimar-ka’da olmalarını istemiyoruz ancak geri de gönderemiyoruz, çünkü aksi halde uluslararası yükümlülüklerimizle ters düşmüş oluruz. Ölüm cezası alabilecek kişileri sınır dışı etmemeye yönelik bir yükümlülüğümüz mevcut” dedi. İstisnai ikamet, mülteci olarak başvuran kişinin başvurusunun Danimarka için tehlikeli olabileceği öngörülerek reddedilmesinin ardından veriliyor. Göçmenler Dairesi’ne göre, bu kişiler yalnızca çok az vakada ülkelerine iade edilebildi ya da haklarında kovuşturma açılabildi.

Işsizlik tazminatı en çok yaşlıları etkiledi

İşsizlik tazminatı hakkını kaybeden 41 bin Danimarkalının yaklaşık yüzde 20’si 55-59 yaş arası kişilerden oluşuyor. 25-29 yaş aralığındaki kişilerin yüzde ikisi, 30-34 yaş aralığındaki kişilerin ise yüzde yedisi işsizlik tazminatı sisteminden düştü. Sendikalar Birliği Yöneticisi Verner Sand Kirk, bu durumun oldukça üzücü olduğunu söyledi. Verner Sand Kirk, “Genç insanlardan daha çok yaşça büyük kişilerde bu durumun olması daha üzücü. Bu derece kalifiye olmalarına rağmen, görüşmeye bile çağrılmamaları hayal kırıklığı yaratıyor” dedi.İşsizlik tazminatı hakkını kaybeden kişilerin yaklaşık yüzde 20’si 55-59 yaş arası iken yine en çok bu yaş grubundaki kişiler çalışmaya geri dönmeyi istiyor. LO Başkan Vekili Lizette Risgaard, bu durumda, yaşça büyük kişiler için işe alım kurallarının genişletilmesini öneriyor. Lizette Risgaard, “Örneğin, hükümet yaşı büyük kişilere ilişkin olarak yaş limitini ne yönde değiştirebileceğimizi değerlendirmeli. Eskisi gibi 55 mi olmalı. Bu konuda ne yapmalıyız” dedi. Bu yaş grubunun yalnızca yüzde 15’i 2014 yılının mayıs ayında ücretli bir iş bulabildi. Öte yandan yüzde 39 oranındaki yaşça büyük kişiler uygun işlere geçebildi ve yüzde 11 ise erken emeklilik aldı.

Page 16: Zamandk275 eg

16 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEM

BÜŞRA ERDAL

1Hükümetin başlattığı 21. yüzyıl modeli cadı avı, yargı mensuplarının eliyle hız

kesmeden devam ediyor. 17-25 Aralık yol-suzluk ve rüşvet soruşturmalarından sonra AKP hükümeti tarafından başlatılan yeni süreçte, polislere yönelik üçüncü operas-yon yapıldı. Soruşturmalarda görev yapan polisler tutuklandı. Eski Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı’nın da aralarında bulunduğu 33 polisten 8’i “darbe teşebbüsü” ile suçlanı-yor. Bu şekilde, 22 Temmuz 2014’te başlayan operasyonlar kapsamında toplam 52 polis tutuklanmış oldu. Bu arada operasyonların kurgu olduğunu gösteren ilginç bir görüntü de ortaya çıktı. Öyle bir operasyon projesi hazırlanmış ki sanki Türk Ceza Kanunu’n-daki (TCK) suçlar bilerek polisler arasında paylaştırılmış. Buna göre, ilk olarak eski istihbarat şube amirleri Ali Fuat Yılmazer ve Erol Demirhan, “örgüt kurmak ve yö-netmek”; Yurt Atayün’ün de aralarında bulunduğu terör şube polisleri “casusluk”; son olarak mali şube polisleri de “darbe teşebbüsü” iddiasıyla tutuklu. Ortada hu-kuki olarak sürülmüş deliller yok ama medya eliyle ortaya atılan ve her seferinde tekziple yalanlanan iddialar, yargı eliyle adım adım hayata geçiriliyor.

Polislere yönelik operasyonların üçün-cüsü diğerlerinden farklı oldu. Aylardır medyada dile getirilen “darbe” suçlaması, yargı eliyle resmî kayıtlara geçirildi. Daha önce ileri sürülen “örgüt kurmak, yönetmek”, “casusluk” ve son olarak “darbe teşebbüsü” gibi çok ciddi suç iddialarını gündeme getirmek için gerek duyulması gereken şey “suç şüphesini haklı çıkaracak deliller”. Kamuoyu, delil istiyor ama iktidar ve medyası çarpıtma bilgiler dışında bir şey ileri sürmüyor. İktidar tarafından seçilmiş yargı mensupları da suç delili varmış gibi polislere operasyon yapıyor.

Polislere yalan haberler sorulduİlk olarak, “örgüt” iddiasının ispatı için

sadece mahkeme kararı ile yapılan adli ya da

istihbarî dinlemeler gösterildi. Bu dinlemeler, görev kapsamında belli bir suç ihbarı ve ihtimali sonucu mu yapılmış yoksa kasten birilerinin özel hayatına müdahale olarak hu-kuk dışı bir eylem olarak mı? Bunu anlamak için polislere sorgularda yöneltilen sorulara bakmak yeterli. “DHKP-C ile irtibatlı olduğu iddia edilen polisi niye dinledin?” diye bir soru var mesela. Bir de Star ve Yeni Şafak’ın “7 bin kişi dinlendi” manşeti vardı, daha sonra bizzat İstanbul başsavcısı ve yine ha-vuz gazeteleri tarafından yalanlanarak 242 kişinin mahkeme kararıyla dinlendiği ortaya çıkmıştı. İşte bu yalan ve kurgu haberler

polislere soruldu. Başbakanın niye dinlendiği soruldu ki gerçekte başbakan dinlenmemiş, sadece hakkında dinleme kararı olan kişilerle görüştüğü için dinlemeye takılmıştı. İşte, bu sorulardan örgüt çıkarılmaya çalışılmakta. Hem kanuna göre bir örgüt en az 3 kişiden oluşuyorsa, iki istihbarat müdüründen nasıl örgüt çıkarılacağı yine özel seçilmiş yargı mensuplarının özel becerilerine bağlı. Yoksa kanun ve hukuk açısından mümkün değil.

‘Casusluk’ iddiası ise daha farklı bir tartışmayı getiriyor. Selam ve Tevhid so-ruşturmasında dinlemeye takılan zamanın başbakanı Erdoğan üzerinden bu suçlama

inşa ediliyor. Erdoğan’ın ses kayıtlarının çözümü ortada yok. Sadece bir hükümet gazetesinde kısa bir konuşma yayımlandı; ama onun da kaynağı nedir bilinmiyor. Casusluk suçunda, casusluk yapılan ül-kenin tespit edilmesi kanuni zorunluluk. Polislere operasyonda ise böyle bir tespit hiç yok. Hangi konuşmalar hangi ülkeye ya da ülkelere servis edilmiş? Ortada casusluk iddiasını ispatlayacak ne bir konuşma ne de casusluk yapılan ülke var. İkisi de yok ancak hayalî ve tahminî bir suçlama ile polisler tutuklanıyor.

Üçüncü olarak, polislere yönelik operasyonlarda “darbe teşebbüsü” suç-laması aşamasına geçildi. Selam Tevhid

Örgütü soruşturmasına verilen takipsizlik kararı nasıl polislere “casusluk” suçlaması gerekçesi olduysa, bu kez de 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında aynısı yapıldı. 25 Aralık yolsuzluk soruşturmasına 25 Temmuz 2014’te verilen takipsizlik kararında, polislerin bu soruşturma ile hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiği iddia edildi. Ancak ne hikmetse, 25 Temmuz’da verilen takipsizlik 40 gün saklanarak mali şube polislerine operasyon yapıldığı 1 Eylül günü İstanbul Başsavcılığı’nca kamuoyuna açıklandı. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yolsuzluk gündemi tartışılmasın diye ger-

YOLSUZLUKTAN ‘DARBE’ ÇIKARAN ‘YENİ TÜRKİYE’Polislere yönelik operasyonların üçüncüsü diğerlerinden farklı oldu. Aylardır medyada dile getirilen “darbe” suçlaması, yargı eliyle resmî kayıtlara sokuldu. Kamuoyu, bu iddiaları haklı kılacak delil istiyor ama iktidar ve medyası çarpıtma bilgiler dışında bir şey ileri süremiyor.

Page 17: Zamandk275 eg

17 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEM

MF

çekleşen erteleme de polislerin nasıl bir algı operasyonu eşliğinde infaz edildiğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu 96 şüpheli hakkında verilen takipsizlik ka-rarında, yolsuzluk soruşturmasının “darbe teşebbüsü” olduğu iddia edilerek soruşturma başlatılması için İstanbul Başsavcılığı’na bil-dirilmesine karar verildiği yazıyor. Madem “darbe teşebbüsü” suçlama, o hâlde deliller ne diyerek dosyaya bakmak icap ediyor. 141 sayfanın yaklaşık 60’ında mali şube polisle-rinin tespit ettiği, başlarında Yasin El Kadı, Latif Topbaş, Bilal Erdoğan, Binali Yıldırım ve Cemal Kalyoncu’nun bulunduğu iddia edilen 5 ayrı gruptan oluşan örgütün, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, imar usulsüzlükleri gibi onlarca eylemi sayılıyor. Yani kararın yarısı, polislerin mahkeme kararı ile tespit ettiği suç eylemleri. Darbe teşebbüsü yapanlar, bunu kanuna göre suç olan eylemleri tespit ederek yapmış. Böyle bir isnadın, hukuk mantığında yeri yok.

Kamuoyu nasıl ikna olabilir?Ayrıca kararda, yolsuzluk soruşturması

hukuk tekniği açısından da ele alınırken tuhaf tespitlere yer verilmiş. Mesela, soruş-turmanın o zaman yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 250’nci madde ile görevli savcılık ve mahkeme kararla-rıyla başlatılmasının kanuna aykırı olduğu iddia ediliyor. Hâlbuki geçmiş örneklerine baktığımızda, örgütlü bir yapı çerçevesinde ihaleye fesat karıştırma suçu CMK 250 ile görevli mahkemelerin görev alanında. Ve buna örnek olarak geçmişte birçok yargılama yapılmış. Takipsizlik kararının altına imza atan savcılar, bu gerçeği bilmiyor olamaz herhâlde. Bunun yanında, ek dinleme kararı alınırken arada bir ya da iki gün boşluk kalmasını da kanuna aykırı gören savcıların, dinleme kararının süresi bittikten sonra yeni bir mahkeme kararı almak için 1 ya da 2 gün geçeceğini bilmeyecek kadar yargı pratiğinden uzak olmaması gerekir.

Takipsizlik kararının son 30 sayfası ise yaklaşık 60 sayfa delilleri sayılan yolsuzluk soruşturmasının aslında bir “darbe teşeb-büsü” olduğuna ikna etmek için ayrılmış. İlk argüman ise mali şube biriminde kul-lanılan bilgisayarlarda silinmiş evrakların geri getirildiği ve bazı taslaklarda “dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan”, “örgüt lideri dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan” yazdığı iddiası. İkinci delil ise mali şube polislerinin kendi aralarında kullandığı iddia edilen “malispark” isimli programdaki yazışmalar. Bu yazışmalar içinde “bütün kabineyi burada toplayacağız”, yurtdışından gelecek bir “abi” gibi konuşmalar olduğu ileri sürülüyor. 17 Aralık’tan sonra bütün polisle-rin görevlerinden alınıp yeni atanan emniyet müdürü Selami Altınok’un başbakanın uçağıyla İstanbul’a getirildiği göz önüne alındığında, emniyetteki bilgisayarlardan elde edildiği iddia edilen bu deliller nasıl gü-venilir olabilir. Savcının operasyon talimatını yerine getirmeyip doğrudan hakkında rüşvet iddiaları bulunan içişleri bakanının dediğini

yapan emniyet müdürleri ortadayken, adli kolluk yönetmeliği değiştirilmiş, yargıya son hızla müdahale edilmişken, mali şube bilgisayarlarından bu verilerin çıktığına ka-muoyu nasıl ikna olabilir? Buna ilişkin teknik rapor var mı, varsa ne kadar hukuki? Hepsi tartışmalı. Kaldı ki eski Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı savunmasında, savcıya veri-len resmî fezlekede “dönemin başbakanı” yazmadığını, kendisinin asla böyle bir ifade kullanmadığını söylüyor. Savcılığa giden asıl fezleke ortadayken, bu şekilde bir iddia var olan “darbe” iddiasını sulandırmaktan öteye gitmiyor. Saygılı ayrıca, mali şube bünyesinde “malispark” isimli program kullanmadıklarının da altını çiziyor.

Darbe teşebbüsüne dair üçüncü iddia da “Gizli tanık Fatih” isimli bir polisin ifadesi. Gizli tanık Fatih, bir şüpheli için “Zaman gazetesine aboneyse çıkartalım” dendiğini ancak abone olmadığı ortaya çıkınca şüpheli olarak bırakıldığını söylüyor ki evlere şenlik bir iddia. Sonuç olarak, “darbe teşebbüsü” diye ağır bir suçlama ortaya atacaksın ve gösterilen deliller ise bu üç iddiadan ibaret olacak. Gerçekten, hiçbir darbe teşebbüsü dosyası bu kadar gayriciddi olmamıştı.

Bu suçlamanın kanuni boyutuna bakacak olursak, TCK 312’de düzenlenen darbe teşebbüsü suçu için “Cebir ve şiddet” şartı getiriliyor. “Cebir”den kasıt, failin amacına ulaşmak için kullanabileceği meşru olma-yan yöntemler. Yani, silah gücü ve hukuk dışı yöntemler olması lazım. Yolsuzluk soruşturmasına bakıldığında, bütün işlemler temel olarak yasal çerçevede sürmüş. Ortada devasa yolsuzluk iddiaları, telefon konuşma-ları var. Telefon konuşmalarını zorlama ve çarpıtma tespitlerle delil olmaktan çıkartarak yolsuzluk soruşturmasını darbe teşebbüsüne çevirmek hukuk açısından mümkün olmaz. Ancak başka bir irade lazım. Yoksa hukuk somut olaylara, delillere bakar. Kanaat ya da tahmine bakmaz. Ama bizim ülkemizde, siyasiler, hissediyor, kanaat getiriyor ya da tahmin ediyor. Seçilmiş hâkim ve savcılar da bunlara hukuki kılıf bulmaya uğraşıyor.

Bir yargı metninde açık açık yalan yazıl-mış. Ahmet Hakan Coşkun’un iletişiminin tespit edildiği yazıyor; ama işin gerçeği, Coşkun hakkında dinleme kararı olan biriyle yaptığı ve suç içermeyen tek bir telefon gö-rüşmesi var. Zaten ne şüpheli ne de mağdur. Ama 17 Aralık’tan sonraki süreçte bilerek şov, göz boyama ve belki de korkutma amaçlı, Coşkun’un savcılığa çağrılıp ifade vermesi sağlandı. Medya üzerinden bizzat en üst düzey devlet yöneticileri tarafından ve bizzat medya mensupları tarafından algı operas-yonu, korkunç derecede kara propaganda yapıldığı bir gerçek. Ama şimdi bunu aşan bir durum oldu, artık bizzat savcılık belgelerinde çarpıtılmış bilgilere yer veriliyor. Gerçeği çok kolay anlaşılabileceği hâlde, özel tercih edilmiş hâkim ve savcılar, bu çarpıtılmış bilgiler içeren belgelere imza atarak “hukuki” çerçeve kazandırıyor. Ama bu dosyalar hep aynı hâkimlerin önünde kalmayacak, bir gün hukuk perspektifli gerçek hukukçuların önüne geldiğinde, lime lime dökülecek.

TARIH, OĞLUMU VE ARKADAŞLARINI ALTIN HARFLERLE YAZACAK Ayşe Korkmaz (Tutuklanan polislerden Hüseyin Korkmaz’ın annesi): 17 ve 25 Aralık’taki rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu soruşturan emniyet personeline yönelik gözaltılarda mah-kemeye sevk edilen 12 polisten 5’i tutuklandı. Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı ile birlikte Kazım Aksoy, Hüseyin Korkmaz, Mustafa Demirhan ve Arif İbiş, delilsiz gerekçeler gösterilerek darbeye teşebbüs suçlamasıyla cezaevine gönderildi. Hü-seyin Korkmaz’ın annesi Ayşe Korkmaz’ın adliye önünde söyledikleri herkesi duygulandırdı: “Ben çocuğumu 15 yaşında asker ettim. Bu yaptığı operasyon, dünyada bile görülmemiş bir yolsuzluğun operasyonuydu. Ama ödülü hapis oldu. Olsun, girsin oğlum. Yusuflar da hapse girdi. Yusuflar hapse girsin ki Züleyhalar görsün, gerçeği görsün. Allah izan versin herkese. Oğlum, polis akademisini bu vatana, bu millete hizmet etmek için seçti. Vatanına ihanet etmez. Tarih, bu isimleri altın harflerle yazacak. Çok şükür ben öyle birinin annesiyim. Buraya başımız dik geldik, dik gideceğiz. Ne kadar ağzını kapatmaya çalışsalar da yine de susturamazlar onu. Kafası kadar yüreği vardır oğlumun. Kor gibi imanı var. Allah’a dayanmak zorunda. Paralarla, kasalarla oynatmadım onu, ben onu Allah sevgisiyle büyüttüm. Şu an suç işleyenlerin davaları da görülecek elbet bir gün. Bakalım onlar o zaman dik durabilecekler mi?”

Sırlı hesaplar şeffaflaşıyorİsviçre kararlı yaptırımlar karşısında pes etti! Küresel zenginlerin gayriresmî hesaplarının gizliliği artık sona eriyor. Bankacılık sektörünün güncel kaybı 383 milyar doları aştı.

ÖZGÜR TAŞCIOĞLU CENEVRE

1Dünya ekonomisinin yaşadığı son krizde vergilendirilmemiş gelirleri

tespit için büyük bir mücadele başlatan ABD ve Avrupa ülkeleri her geçen gün hedeflerine bir adım daha yaklaşıyor. Özellikle ‘bankacılık gizliliği’ adı altında dünya zenginlerinin gayriresmî hesapla-rına ev sahipliği yapan İsviçre, kendisine uygulanan kararlı yaptırımlarla artık bu özelliğini kaybetti. Son raporlar İsviçre bankalarının geçen altı yıl içerisinde 383 milyar dolar fon kaybına uğradığını or-taya çıkardı.

Kısaca müşterisi ile banka arasındaki ilişkileri gizli tutma esasına dayalı yani üçüncü kişilerin bilgi edinimine kapalı olan bu sistem artık bir İsviçre efsanesi olarak anılacak. Başta Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve sonrasında Avrupa Birliği içerisindeki ülkeleri iflas etme noktasına getiren ekonomik krizde G8 liderleri 2008 yılında yaptıkları toplan-tıda vergi cennetleri olarak adlandırılan ülkeleri hedef göstermiş ve artık bu ülke-lerde hesapları olan vatandaşlarına göz açtırmayacakları mesajını iletmişlerdi. O güne kadar Avrupa Birliği üyesi olmayan ve ikili ilişkilerde AB’li bürokratlara özel-likle bankacılık yasalarında en büyük zorlukları çıkaran İsviçre, geçen yıllarda kendisine karşı uygulanan siyasi ve hu-kuki bürokrasi karşısında artık kaçacak bir yer bulamadı.

Amerikalı vergi müfettişleri ülkele-rinde faaliyette bulunan İsviçre banka-larına karşı yürüttükleri incelemelerde kendi vatandaşlarının vergi dairelerine deklare etmedikleri kazançlarını tespit etti. Önce ülkenin bir numaralı bankası UBS’ye 780 milyon, daha sonra da iki numaralı banka olan Credit Suisse’e 2,8 milyar dolarlık vergi kaçırmaya teşvik ve yardımdan ötürü rekor bir ceza verildi. Geçmişten önemli dersler çıkaran Ame-rikalı müfettişler kısa adı FATCA (Foreign

Account Tax Comliance Act) olan ve bankaların ABD vatandaşı müşterilerinin hesap detaylarını otomatik bir şekilde ABD Maliye Bakanlığı’na bildirmesini ön gören otomatik bilgi paylaşım anlaşma-sını İsviçre’ye imzalattılar.

FATCA 1 Temmuz itibariyle yü-rürlüğe girdi. Çoğunluğunu Avrupa ülkelerinin oluşturduğu OECD (Ekono-mik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ise FATCA’dan esinlenerek benzer bir bilgi paylaşım anlaşmasını üyeleri arasında imzalattı. OECD üyesi olan İsviçre bu anlaşmaya da karşı duramadı. Bütün bu siyasi görüşmeler arasında İsviçre ban-kalarında çalışan bazı kişilerin özellikle Alman ve Fransız vatandaşlarının hesap bilgilerini illegal yollarla elde etmeleri ile birlikte açık artırmayla satışa çıkarmaları esnasında yaşananlar olayların tuzu biberi oldu. Alman Şansölyesi Merkel’in, hesap detaylarının olduğu meşhur CD’leri satın almaya hazır olduklarını söylemesi ile bir-likte Alman vatandaşlarına yurtdışındaki hesaplarını deklare etmeleri karşılığında az bir ceza ile kurtulmalarının önü açılmış oldu.

2008 sonrası yaşananların kısa bir özeti bu şekildeyken sektörel danışmanlık ve muhasebe şirketi Pricewaterhouse Co-opers son raporunda İsviçre bankalarının geçen altı yılda fon kayıplarının 383 milyar doları bulduğunu açıkladı. Şirket, gelirleri deşifre olan hesap sahiplerinin kendi ül-kelerinde maliye bakanlıklarına yaklaşık 120 milyar dolar ceza ödediklerini, geri kalan miktarın ise başka ülkelere transfer olduğunu belirtti. Bir başka raporda ise 94 özel banka içinde 59 tanesinin 2013 yılında zarar ettiği açıklandı.

St. Gallen Üniversitesi’nin raporunda Amerikan yönetiminin İsviçreli özel ban-kalara uygulamasını şart koştuğu yeni vergi regülarizasyonu nedeni ile geçen yıl üçte ikisinin zarar ettiği belirtildi. İsviçreli bankacılar ise hâlen yurtdışından fon girişlerinin devam ettiğini, bankacılık sis-

Page 18: Zamandk275 eg

Selçuk Gültaşlı

Ya deport ya iade!Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO Zir-

vesi’ne katılımı öncesi ve sonrası yaşananlar, Başbakan Erdoğan’ın 21 Ocak’ta Brüksel’i ziyaretini ne kadar da çağrıştırıyor. Yanında yine yakından tanıdığımız, en ziyade alakaya mazhar, şimdi daha da büyümüş uçakta kad-roları berdevam ve sorulmasında mahzuru olmayan 5 soruyu hıfzetmiş gazeteciler.

Mevzumuz da üç aşağı beş yukarı aynı: ‘paralel yapı’nın daha da derinlemesine dün-yaya aktarılması ve Hocaefendi’nin iadesinin temini. Slogandaki hafif farklılık ilk anda göze çarpıyor. Ahmet Hoca’nın 1 Eylül’de Meclis’te okuduklarını pek tedai ettirmeyen 62. Hükümetin yeni sloganı sanki: ya deport ya iade!

İktidar, 9 aydır dinlemelerle ortaya çıkan yolsuzluklar üzerinden kendisine darbe ya-pıldığını savunuyor ama Erdoğan kendisini, bakanlarını, üst düzey bürokratlarını aylardır, yıllardır dinledikleri tescillenen ABD, İngil-

tere ve Almanya liderlerine sitem ederken diplomatik zarafetin zirvesinde dolaşan bir devlet adamına dönüşüyor. Kendisinden umduğumuz, ‘ey Merkel, ey Cameron, ey Obama’ gibi yeri göğü inletecek ikazları boşuna bekliyoruz. Bu konuda çok ısrar ederse, zaten pörsümüş ‘paralel’ safsatasının yaldızının daha da döküleceğini o da çok iyi biliyor. Siteminde biraz ‘canınız sağolsun. Sizden gizlimiz, saklımız yok’ havası var. Mesela, ‘Merkel dinleme konusunda ayrıntılı izahat verdi mi?’ sorusunu iki cümle ile ge-çiştiriyor Cumhurbaşkanı. Bir önceki sualde yine dinleme ve Merkel kelimeleri yanyana geldiğinde, Erdoğan’dan ne bir uyarı, ne bir telin, ne bir serzeniş sadır olmuş. Öyle yazıyor yanındaki gazeteci refiklerimiz.

İktidar medyasına bakacak olursak Ho-caefendi’nin etrafındaki ‘çember’ daralıyor, ‘kıskaç’ kuvvetleniyor ve ‘geri sayım’ hızla-narak devam ediyor. Dönemin Başbakanı

Erdoğan 21 Ocak’ta Brüksel’den dönerken de AB’ni paralele ikna ettiğini iddia etmiş, bu iddiası iktidar medyasının manşetlerini süslemişti. 9 aydır aklı başında bir AB yet-kilisinin hala ‘paralel yapı’ tezini, hükümete 17 Aralık’ta darbe yapıldığını savunduğunu işitmedik.

DARBE DIYORUM, ALO!!!Dahası AKP ‘bana darbe yapıldı’ dedikçe,

Brüksel yolsuzluklardan dem vuruyor. Bu hafta, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarını yapan polis şeflerinin ‘darbecilikten’ tutuk-landığını sorduğumuz AB’nin cevabı kısa ve net: yolsuzlukla mücadele AB siyasi kritele-rinin anahtar unsurudur. Ve üstü örtülü bir uyarı da var: yolsuzlukla mücadelenin dış yatırımcılar için de en temel kriterlerinden biridir. 27 Nisan muhtırasına AB’nin tepkisini hatırladığımızda, hükümetin ‘bize darbe ya-pıldı’ iddiasına Brüksel diplomatik nezaketin dışına çıkıp tercüme edildiğinde şunu diyor: biz Türkiye’de darbenin ne olduğunu gayet iyi biliriz, böyle bir darbe bizim lugatte yok! AB’nin 17 Aralık’a nasıl baktığını görmemiz

için fazla beklemeyeceğiz. İlerleme raporu 8 Ekim’de açıklanacak, biz de, iktidar da merakımızı gidereceğiz.

Demem o ki, Erdoğan ‘paralel yapı’ ile ilgili belge göndereceğine söz verdiği sadece Obama’ya değil, bütün dünyaya bu ‘müdellel ve mevsuk darbe teşebbüsünü’ teferruatıyla şerhetmeli ki, cümle alem Yeni Türkiye’nin ihyasına şahitlik etsin! Yolsuzluğun darbe girişimi; havuz medyasının basın hürriyetinin ta kendisi; kaç İsmail kaç’ın yargı bağımsız-lığının şahikası; haşhaşi, parazit, sülük, kan emici vampir, virüs gibi sıfatlarla iblisleştir-menin de toplumu kucaklama olduğunu öğrensin!

Ahmet Hoca’mızın 62. Hükümet programında geçen ve bütün kalbimizle desteklediğimiz özlü sözü ile bitirelim:‘Dev-letler ve milletler ancak ve ancak aidiyet bilinciyle ayakta dururlar, eğer bir toplumda aidiyet bilinci zayıflamışsa, devlet bir grup vatandaşını dışlamışsa, ötekileştirmişse, o andan itibaren o devletin ayağa kalkması, o milletin felah ve sükun bulması mümkün değildir.’

18 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEM‘Yav he he’ diplomasisiALI HALIT ASLAN

1İki hafta önce IŞİD’e karşı

‘stratejimiz henüz yok’ diyerek hem Ameri-ka’yı hem dünyadaki müttefiklerini kaygı-landıran ABD Başkanı Barack Obama için Galler’deki NATO zir-

vesi liderliğine güven tazeleme fırsatıydı. Ve o fırsatı iyi değerlendirdi. Avrupalıları etra-fında kenetleyen Obama, eve moralli döndü. Şimdiye dek Rusya’yla ve IŞİD’le mücadele konusunda elini taşın altına koymaya fazla yanaşmayan Avrupalılar, yeni taahhütler altına imza attılar.

Bir zirveyle bahar olmaz tabii ki. NATO ittifakını bekleyen çok ciddi sınamalar var. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana kimlik krizine giren organizasyon üzerin-deki ölü toprağını yavaş yavaş atıyor sanki. Özellikle Rusya’nın meydan okumaları, Batı’ya sandığı kadar güvende olmadığını tekrar hatırlattı. Doğu ve güney Avrupalı müttefiklerin jeostratejik değeri ön plana çıktı. Türkiye güneyde IŞİD kuzeyde Rus yayılmacılığının etkisiyle Batılı müttefikleri nezdinde tekrar kıymete bindi.

ERDOĞAN NIYE MUHATAP ALINIYOR?Bu bağlamda Türkiye’yi temsilen zirveye

katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdo-ğan’ın Başkan Obama dahil Batılı liderlerce muhatap alınması çok normal. Neticede NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahip bir ülkenin seçilmiş lideri. Peki bu Erdoğan’a ve emanetçisi hükümete güvendikleri ve saygı duydukları anlamına mı geliyor? Bence hayır. İç kamuoyunda Batı’ya şahin kesilip liderleriyle bir araya geldiğinde süt dökmüş kediye dönenlere kim itimat eder? Batılılar Ankara’nın ikili oynamalarından kaygılı ol-masalar, dinlemek için istihbarat teşkilatlarını seferber etmezlerdi herhalde.

Peki Erdoğan ve emrindeki siyasi kadro-nun hukukun üstünlüğünü, basın özgürlü-ğünü, bağımsız sivil grupları ve muhalifleri tehdit eden otoriterleşme eğilimleri ABD ve Batı’nın yaklaşımını hiç etkilemeyecek mi? Batılı devletler daha öncelikli ulusal güvenlik

çıkarlarını sağlama alma adına ikili ilişkilerde demokratik kusurları gündeme getirmeyi geri plana atabiliyor. Haddizatında Soğuk Savaş boyunca yaptıkları tam da buydu. Eski Türkiye’deki askeri darbelere, insan hakları ihlallerine, yolsuzluklara genelde göz yumdular. Ya da yeterince yüksek sesle eleş-tirmediler. Verdikleri uluslararası meşruiyet karşılığında ise, kim bilir ne tavizler aldılar. İçerde yeni diye yutturulmaya çalışılsa da gerçekte eskisinin ideolojik gömlek değiş-tirmiş şekli olan AK Parti rejiminden niye istifade etmeye çalışmasınlar ki? İslamcı tonlara sahip olduğundan laikçi karakterli eski rejime nazaran daha bir soğuk yaklaşır-lar ama çıkarlarının gereğini yapmaktan da geri durmazlar.

Erdoğan ile Obama’nın görüşmesine de az önce zikrettiğim perspektiften bakmakta fayda olabilir. Medyaya resim verilirken Obama’nın bence hiç de tesadüfü olmayan bir şekilde yansıttığı sert vücud dilinden, bu görüşmeyi sırf ülkesinin çıkarları için kerhen yaptığı her haliyle belliydi. Basının önünde Erdoğan’la samimiyet ifade eden sıcak şahsi iltifatlardan kaçındı. Daha çok

Türkiye’nin NATO ittifakındaki rolünü ve Batı ile İslam dünyası arasındaki köprü rolünü vurguladı. Henüz tüm detaylarına vâkıf olmadığımızdan içerde Obama’nın Erdoğan’a demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda güçlü mesajlar verip vermediğini bilmiyoruz. Ancak görev süresi boyunca bir insan hakları ve demokrasi kahramanından ziyade soğukkanlı, realist ve pragmatik davranan Obama’dan Türkiye’de demokrasi konusunda fazla topa girmesini beklememek lazım. Diğer yandan Erdoğan’ı tasvip ettiği için değil, ülkesinin ulusal güvenlik çıkarları öyle gerektirdiği için bu randevuyu verdiği her halinden belli.

GÜLEN MESELESI YINE ÇARPITILIYORObama’nın Erdoğan’la ayakları geriye

gide gide görüşmesinin sebeplerinden biri, içeriğinin zaman zaman Türkiye ka-muoyuna çarpıtılarak yansıtılması. Bunun en dramatik örneğini Erdoğan şubattaki telefon görüşmesini sanki Obama Fethullah Gülen’i iade talebine sıcak bakıyormuş gibi yansıttığında görmüştük. İlişkiler tarihinde ilk kez Beyaz Saray bir Türk başbakanını

yalanlamıştı. Son görüşmeden sonra da gerek Erdoğan’ın demeçlerine gerek yandaş medyaya iletilenlere bakınca, benzer bir hava oluşturulmaya çalışıldığı müşahede ediliyor. Olay sanki Obama ‘belgeleri gönderin, hallederiz’ noktasındaymış gibi sunuluyor. Gerçekte ise Erdoğan ve ekibinin yersiz ve hukuksuz taleplerini savuşturma politikası güden Beyaz Saray’ın bu kez nasıl tepki vereceğini bilahare göreceğiz.

‘Paralel’ yaftası ile bir kısım devlet memu-runu ve sivil toplumu ulusal güvenlik tehdidi gibi takdim edip ayrımcılıklarına yabancı devletlerden destek isteyenler sadece kendi acziyetlerini ve antidemokratik eğilimlerini tescil etmiş oluyor. Türkiye Cumhuriyeti devletini de küçük düşürüyor. Demokratik dünya, Ankara ahalisinin bu tür takıntıla-rına hiç yabancı değil. Batılı başkentlerde zamanında ‘irtica tehlikesi’ adına yapılan abartılı girişimler gibi, şimdi de ‘yolsuzluk soruşturmaları paralel devlet darbesiydi’ türü komplo teorilerine gülüp geçiliyor. Ama Türkiye jeostratejik konumunu kaybetmediği sürece, içlerinden ‘yav he he’ deyip, işlerini yürütmeye devam ederler.

Page 19: Zamandk275 eg

Sezaryenden sonra normal doğum mümkün mü?

Page 20: Zamandk275 eg

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

Sezaryenden sonra normal doğum mümkün mü?

Kusma nimetiVarlığın dili

İnsanın en önemli reflekslerinden biri olan kusma; mide ve bağırsak muhteviyatının kuvvetli kasılmalarla ağız ve burun yoluyla dışarı atılması hâdisesidir. Önemli bir uyarıcı olan kusma; kafa içinde basınç artmasıyla seyreden beyin kanamaları veya tümörlerinde, idrar yolu enfeksiyonlarında, şeker komasına doğru ilerleyen kan şekeri seviyelerinde ve bağırsak tıkanıklıklarında ilk bul-gulardan birisidir. Kusma sayesinde, gerçek rahatsızlık ortaya çıkartılabilir.

Vücudumuzda yerleştirilmiş bütün mekanizmalar gibi kusma da, belli bir plan ve program dâhilinde ger-çekleştirilir. Bu esnada vücutta harika bir koordinasyon sergilenir. Beyinde bulunan kusma merkezi, bu koor-dinasyonu sağlamakla vazifelidir. Kusma öncesi ağız içindeki tükürükte ve burun salgılarındaki hızlı artma; bir adım sonra bu yollardan atılacak yüksek asitli mide

muhteviyatının vereceği zararı azaltan bir tesir gösterir. Meselâ bu salgı artışı, diş minelerinin korunmasına ve-sile olur. Normalde bir gıda maddesinin ulaşmasıyla ince bağırsaklardan kalın bağırsaklara doğru gerçekleşen itme hareketi, tersine dönerek ince bağırsaklardan mideye akım olur. Bu sırada mide-bağırsak geçişini sağlayan bir kapı hükmündeki kaslar gevşeyerek açılır; böylece bağırsak muhteviyatı midede birikir. Kusma öncesi derin nefes alıp vermeler, kusma sırasında nefes ihtiyacını azaltır; ses tellerinin birbirine yaklaşarak nefes yolunu kapatması sayesinde de kusulan mide muhteviyatının akciğerlere kaçması zorlaşır.

Bu mekanizmalar olmasaydı, her kusma bir felaketle neticelenebilirdi. Kapanan ses tellerine rağmen, nefes alma gayreti ile göğüs kafesinde negatif basınç, karın kaslarının kasılmasıyla da karın içinde pozitif basınç

ortaya çıkar. Mide muhteviyatının kolayca dışarı atılması için yüksekten alçağa doğru basınç oluşur. Kusmanın hemen öncesi, mide-bağırsak geçişini sağlayan kapının kasları kasılarak kapanır. Yemek borusu-mide geçişini sağlayan kapının kasları gevşeyerek açılır. Böylece kusulacak muhteviyatın, ince bağırsaklara kaçmadan, yemek borusu yoluyla atılmasına imkân sağlanır.

Kusma tamamlandıktan sonra, karındaki kasılma-ların ortadan kalkması ve kana salgılanan endorfin sayesinde, insanda genel bir rahatlama hissi oluşturulur.

Netice olarak, kusma zâhiren sevimsiz görünse de, vücudumuzda gerçekleşen bütün hâdiseler gibi, ince bir sanatın ürünüdür. Şâfî-i Hâkim’in hiçbir şeyi abes yaratmadığının delillerinden birisi olan kusma, bize bahşedilen büyük bir nimettir.

Kusma zâhiren sevimsiz görünse de, vücudumuzda gerçekleşen bütün hâdiseler gibi, ince bir sanatın ürünüdür. Şâfî-i Hâkim’in hiçbir şeyi abes yaratmadığının delillerinden birisi olan kusma, bize bahşedilen büyük bir nimettir.

Page 21: Zamandk275 eg

10.09.2014 04:19 05:59 12:52 16:19 19:33 20:53 11.09.2014 04:20 06:01 12:52 16:17 19:30 20:50 12.09.2014 04:22 06:04 12:51 16:15 19:27 20:47 13.09.2014 04:23 06:06 12:51 16:13 19:24 20:44 14.09.2014 04:24 06:08 12:51 16:11 19:21 20:41 15.09.2014 04:25 06:10 12:50 16:09 19:18 20:38 16.09.2014 04:27 06:13 12:50 16:07 19:15 20:35

STOCKHOLM İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10.09.2014 04:50 06:30 13:23 16:50 20:05 21:25 11.09.2014 04:51 06:32 13:23 16:48 20:02 21:22 12.09.2014 04:52 06:34 13:23 16:46 19:59 21:19 13.09.2014 04:54 06:37 13:22 16:44 19:56 21:16 14.09.2014 04:55 06:39 13:22 16:42 19:53 21:13 15.09.2014 04:56 06:41 13:22 16:40 19:50 21:10 16.09.2014 04:58 06:44 13:21 16:38 19:47 21:07

DRAMMEN İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10.09.2014 04:46 06:26 13:16 16:44 19:54 21:14 11.09.2014 04:47 06:28 13:16 16:42 19:52 21:12 12.09.2014 04:48 06:30 13:16 16:40 19:49 21:09 13.09.2014 04:49 06:32 13:15 16:38 19:46 21:06 14.09.2014 04:50 06:34 13:15 16:36 19:43 21:03 15.09.2014 04:51 06:36 13:14 16:35 19:40 21:00 16.09.2014 04:52 06:38 13:14 16:33 19:38 20:58

10.09.2014 04:47 06:27 13:21 16:47 20:03 21:23 11.09.2014 04:49 06:30 13:21 16:45 20:00 21:20 12.09.2014 04:50 06:32 13:20 16:43 19:57 21:17 13.09.2014 04:51 06:34 13:20 16:41 19:54 21:14 14.09.2014 04:53 06:37 13:20 16:39 19:51 21:11 15.09.2014 04:54 06:39 13:19 16:37 19:48 21:08 16.09.2014 04:55 06:41 13:19 16:35 19:44 21:04

10.09.2014 04:50 06:30 13:24 16:50 20:06 21:26 11.09.2014 04:52 06:33 13:24 16:48 20:03 21:23 12.09.2014 04:53 06:35 13:24 16:46 20:00 21:20 13.09.2014 04:54 06:37 13:23 16:44 19:57 21:17 14.09.2014 04:56 06:40 13:23 16:42 19:54 21:14 15.09.2014 04:57 06:42 13:23 16:40 19:51 21:11 16.09.2014 04:58 06:44 13:22 16:38 19:48 21:08

10.09.2014 04:53 06:33 13:29 16:54 20:13 21:33 11.09.2014 04:54 06:35 13:29 16:52 20:10 21:30 12.09.2014 04:56 06:38 13:28 16:50 20:07 21:27 13.09.2014 04:57 06:40 13:28 16:48 20:04 21:24 14.09.2014 04:59 06:43 13:28 16:46 20:01 21:21 15.09.2014 05:00 06:45 13:27 16:43 19:57 21:17 16.09.2014 05:02 06:48 13:27 16:41 19:54 21:14

HELSİNKİ İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

TAMPERE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

OSLO İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıGÖTEBORG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam YatsıKOPENHAG İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10.09.2014 04:55 06:35 13:23 16:52 19:58 21:18 11.09.2014 04:56 06:37 13:22 16:50 19:55 21:15 12.09.2014 04:57 06:39 13:22 16:48 19:53 21:13 13.09.2014 04:58 06:41 13:22 16:47 19:50 21:10 14.09.2014 04:59 06:43 13:21 16:45 19:47 21:07 15.09.2014 05:00 06:45 13:21 16:43 19:45 21:05 16.09.2014 05:01 06:47 13:21 16:41 19:42 21:02

10.09.2014 04:46 06:26 13:14 16:43 19:49 21:09 11.09.2014 04:47 06:28 13:14 16:41 19:47 21:07 12.09.2014 04:48 06:30 13:13 16:39 19:44 21:04 13.09.2014 04:49 06:32 13:13 16:38 19:42 21:02 14.09.2014 04:50 06:34 13:13 16:36 19:39 20:59 15.09.2014 04:51 06:36 13:12 16:34 19:36 20:56 16.09.2014 04:52 06:38 13:12 16:32 19:34 20:54

ODENSE İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10.09.2014 04:55 06:35 13:24 16:52 20:00 21:20 11.09.2014 04:56 06:37 13:23 16:51 19:57 21:17 12.09.2014 04:57 06:39 13:23 16:49 19:54 21:14 13.09.2014 04:58 06:41 13:22 16:47 19:52 21:12 14.09.2014 04:59 06:43 13:22 16:45 19:49 21:09 15.09.2014 05:00 06:45 13:22 16:43 19:46 21:06 16.09.2014 05:01 06:47 13:21 16:42 19:44 21:04

AARHUS İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

ZEYNEP KAÇMAZ

1Kadınların takip ettiği popüler bazı forum ve bloglara göz attığımızda

çocuk bakımı, hamilelik ve doğum tartışılan konular arasında başı çekiyor. Özellikle de doğum meselesinde anneler, anılarını paylaştıktan sonra ileriki doğumları için bir-birlerine danışıyor. Bu da genellikle sezaryen sonrası normal doğum yapılıp yapılamaya-cağına dair sorular oluyor. Lakin duyumlara dayalı kontrolsüz yayılan bilgiler sebebiyle bazıları korkuya kapılıyor, ikinci doğumla-rında da sezaryeni tercih ediyor.

1980’lerinsonunda Amerika’da “Sezar-yen en iyi doğum şeklidir” açıklaması yapıldı. Tabii bu görüş dalga dalga tüm dünyaya yayıldı. Haliyle doktorlar ve anne adayları bu durumdan etkilendi. Son birkaç yıla kadar da bu yöntem popülerliğini korudu. Ancak sezaryenin aksine normal doğumun daha sağlıklı olduğunun ispat edilmesiyle birlikte bu furya sona ermeye başladı. ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde normal doğumlar arttı. Ayrıca edinilen bilgi ve dene-yimler sezaryenden sonra normal doğumun mümkün olduğunu binlerce kez ispatladı. Tutum değişikliği ülkemizde de görüldü. Sağlık Bakanlığı sezaryene sınırlandırmalar getirdi. Doktorlar, araştırmaları yakından takip etti. Aslında sezaryenden sonra normal doğum yeni ortaya çıkmadı. Ama ülkemizde yeni yeni konuşuluyor.

Günümüzde ciddi talep gören sezaryen-den sonra normal doğum önceki yıllarda birçok doktor tarafından da tercih edilmi-yordu. Anne ve bebek açısından oluşabilecek riskler sebebiyle hamileler, tekrar sezaryene yönlendiriliyordu. Ancak bu durum biraz olsa değişti. Normal doğum uygulamaları artmaya başladı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru’ya göre artışın en büyük sebebi sezar-yendeki kesi şeklinin değişimi. Eski yıllarda rahme yapılan kesi dikti. Hal böyle olunca diğer gebeliklerde rahmin yırtılma olasılığı çok fazlaydı. Şimdi ise bu uygulama çok özel durumlar (bebeğin yan durması, bebeğin eşinin (plesanta) rahim ağzını kapatması vb) dışında yapılmıyor. Günümüzde rahim alt bölgesine yatay kesi yapılıyor. Bu kesi, sonraki doğumlar açısından daha güvenli. Rahmin yırtılma olasılığı yüzde 1’den daha az. Öte yandan kesi şeklindeki değişimin nedeni ise sezaryende kullanılan dikiş materyallerindeki değişiklikler ve yenilikler.

ülkemizde sezaryanden sonra normal doğum yaygın değil Sezaryen sonrası normal doğumu birçok

ülke uyguluyor. Amerika’da yüzde 19,9, Norveç’te yüzde 5,7, İsveç’te yüzde 53 ora-nında olduğu biliniyor. İsveç’te birinci doğu-munda sezaryeni tercih edenlerin yüzde 70’i ikinci bebeklerini normal doğumla dünyaya

getiriyor. Sezaryenden sonra normal doğum diğer ülkelerdeki kadar yaygın değil fakat ülkemizde de bu hususta ara ara tebliğler yapılıyor. Kapsamlı olmamakla birlikte üniversitelerde yapılan çalışmalar da var.

Anne hangi şartları taşımalı?

Sezaryen olup da sonraki doğumunu normal yapmak isteyen annenin bazı şartları taşıması gerekiyor. Prof. Dr. Faruk Buyru’ya göre öncelikle kadının bu yöntemi istemesi gerekiyor. Önceki sezaryenin hangi nedenle ve nasıl yapıldığı araştırılmalı. Mesela daha önce kemik yapısı uygun olmadığı için sezaryenle doğum yapan birinin sonraki doğumlarında da aynı yöntem tercih edi-lir. Rahim şekil bozukluğu ya da rahmin yırtılması gibi bir durum olmamalı. Daha önceden yatay kesili en fazla iki sezaryen geçirmeli.

İlk doğum esnasında bebeğin sıkıntıya girmesi, ters gelmesi, doğumun ilerlememesi gibi durumlar sebebiyle yapılan sezaryen sonrasındakilerde normal doğum denene-bilir. Çünkü bu problemler kalıtsal olmadığı için ikinci kez yaşanma ihtimali az.

Öte yandan ailelerin sezaryen sonrası verilen ameliyat notunu muhafaza etmesi veya bunun verilmesini talep etmesi çok önemli. Çünkü önceki sezaryende yatay kesi kararı verilerek başlanmış bir sezaryen çeşitli nedenlerle dikey kesiye dönüştürülmüş olabilir ve bu da ameliyat raporunda belir-tilir. Böyle bir durumda normal doğumdan vazgeçmek gerekebilir.

Bazı durumlarda sezaryen sonrası normal doğum uygulaması riskli. Mesela iri bebek gibi normal doğumu zorlaştıracak etkenlerin varlığı, daha önce dikey kesik yapılması veya önce rahimin doğumda yır-tılması. Daha önce çeşitli sebeplerle cerrahi işlemlerde rahime derin kesiler yapılması (miyom operasyonları vs.) da normal do-ğumu sakıncalı hale getiriyor. Ayrıca doğu-mun uzaması, su kesesinin erken açılması ve 40 haftalık süre dolduğu halde doğumun başlamadığı durumlarda normal doğumda ısrar edilmemeli.

Her hastalık ve durumda olduğu gibi sezaryen sonrası normal doğum esnasında da bazı komplikasyonlar gelişebiliyor. En sık rastlanılan sıkıntı ise doğuramamak. Kadın çok istiyor, sağlık ekibi elinden geleni yapıyor ancak doğum gerçekleşmeyebiliyor. Bebeğin doğum kanalına girmesi lazım. Bu vücut tarafından yapılamamışsa ne kadar beklenirse beklensin normal doğum olmu-yor. Bir diğer sıkıntı da rahmin yırtılması. Ancak bu olasılık yüzde 1’den daha düşük. Üçüncü risk olarak da yırtılmaya bağlı iç kanama. Bu sebeple sezaryen sonrası normal doğum yapmayı düşünenler hastanenin koşullarına dikkat etmeli. Doğum yapılacak hastane veya poliklinikte anne ve bebek için yoğun bakım ünitesi bulunmalı. Acil bir sezaryen için ekip ve ameliyathane hazır bulunmalı.

Bir kadın ne kadar çok sezaryen doğum yapmışsa normal doğum yapma olasılığı o kadar azalıyor. Birinci sezaryenden sonra normal doğum yapma ihtimali daha yüksek, ikincisinde biraz daha düşüyor, üçüncüsünde risk arttığı için tercih edilmemeli. Sezaryenden sonra uzun süre geçtiğinde dikişlerin tamamen iyileştiğine dair inanış çok da doğru değil. 3-4 ay sonra tüm tabakalarda iyileşme gerçekleşse de kesi yapılan yerlerin tamamen eski halini alması mümkün değil. Daha önce esneme kabiliyeti olan dokular, ameliyat sonrası bağ do-kusu ile onarılır. Yeni oluşan dokunun esneme ve gerilme yeteneği, hiç kesilmemiş bir doku gibi değildir. Bu nedenle gerilme ve zorlan-ma durumlarında yırtılma olasılığı her zaman vardır.

Sezaryen sayısı ne olmalı?

Page 22: Zamandk275 eg

HATICE TUBA ÇETINKAYA

1Ehl-i Beyt’in ve bu vesileyle bütün

mü’minlerin annesi dün-yayı teşrif ettiğinde, babası Allah Resulü çok sevinmiş ve bu müjdeyi ashabıyla paylaşmıştı. İnsanların kız-larını diri diri toprağa göm-düğü, kıyamadıklarında ise yüzlerinde utançla gezdiği yıllarda O, (sallal-lahu aleyhi ve sellem) en küçük kızının doğumunu da neşeyle karşılamıştı. Bu kutlu yavruya ‘cehennem-den uzak oluş’ anlamında Fatıma adını vermişti. Ki Fatıma, büyükan-nesinin ve ‘ikinci annem’ dediği Hz. Ali’nin annesinin de ismiydi. Habibullah, çok sev-diği bu kadınlardan bahsederken de ‘Ben Fatımalar’ın evladıyım.’ buyururdu.

Hz. Fatıma çocukluğunda müşriklerin babasına (aleyhissalatü vesselam) zulmüne bire bir şahit olmuştu. Bir gün Efendimiz’e hakaret eden ve saldıranları görmüştü. Müşrikler kalabalığı dağılınca babasını oradan almış, kanayan yerlerini temizleyip yaralarını sarmıştı. Belki bu zulümler yü-zünden Fatıma, babasına anne şefkatiyle bağlıydı. Hatta ‘Ümmü Ebiha’ yani babasının annesi şeklinde anılır olmuştu. Yine Allah Resulü’ne benzerliğinden ötürü babasının kızı anlamında ‘Bint-i Ebiha’ da onun la-kaplarından biriydi. Bunların yanı sıra Hz. Fatıma, ay gibi parlak simasıyla ‘Zehra’; iffeti ve edebinden dolayı da ‘Betül’dü. Kur’an ahlaklı Peygamber’in dizinin dibinde yeşeren Ehl-i Beyt ağacının narin fidanı; ağırbaşlılığı, temizliği ve güzelliğiyle kadınların efendisi, yani ‘Seyyid-i Nisa’ idi.

‘Fatıma benden bir parçadır’Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)

kızı Fatıma’yı öyle seviyordu ki, onun için ‘Baban sana feda olsun.’, ‘Babasının annesi’ gibi ifadeler kullanırdı. “Kızım Fatıma’yı se-ven beni sevmiştir, Fatıma’yı memnun eden beni memnun etmiştir, Fatıma’yı üzen beni üzmüştür. Fatıma benden bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş olur, beni incitense Allah’ı incitmiştir.” hadisiyle bize de Ehl-i Beyt’ini sevmenin önemini anlatıyordu. Bir gün Hz. Abbas ve Hz. Ali, Resulullah’a Ehl-i Beyti’nden en çok kimi sevdiğini sordular.

O ise yine biricik kızını işaret etti: “Ehl-i Beyt’im içinde bana en çok sevgili olan ciğer köşem Fatıma Zehra’dır.” Babasının Fatıma’ya bağlılığı belki de bütün evlatlarını genç yaşta toprağa vermesin-

dendi ve onların sevgisi de Fatıma üzerinde toplanmıştı. Rivayetlere göre Kasım’la Abdullah 2 ve 3, ablalarından Zeyneb 30, Rukiyye 21, Ümmü Gülsüm ise 26 yaşlarında vefat etmişlerdi. Zaten küçük yaşta annesini ahirete uğurlayan Fatıma validemiz, kardeş-lerinin de birer birer vefatına şahit olarak babasının acılarının en büyük ortağıydı. Fakat bunların yanında, Rahmet Peygam-beri’nin en büyük tesellisi de yine Fatıma’ydı çünkü neslinin onunla devam edeceğini bildirmişti Allah (cc). Oğlu Abdullah’ın be-bek yaşta vefatıyla azgın müşrikler O’nunla soyu kesik manasında “ebter” diye dalga geçiyorlardı. Allah, habibini yalnız bırakır mı böyle bir durumda? Kevser Suresi nazil oldu: “Biz gerçekten sana verdik Kevser. Sen de Rabb’in için namaz kıl ve kurban kesiver. Doğrusu, seni kötüleyendir ebter!” buyurarak asıl soyu kesiklerin Efendimiz’e hakaret edenler olduğunu bildirmiş ve O’nu ‘kevser’le müjdelemişti Rabb’imiz. Bazı âlimler burada ‘kevser’i Peygamber soyunu devam ettirdiği için Hz. Fatıma olarak tefsir etmişlerdir.

‘Ilmin kapısı’ ile evlilikAllah’ın Sevgilisi’ne kim bilir kimler

akraba olmak istiyordu ama O (aleyhis-salatü vesselam), Fatıma’nın taliplerini nazikçe reddediyordu. Sonunda Hz. Ali bu işe cesaret etti ama Resulullah’la bir türlü konuşamamıştı. Ancak “Herhalde Fatıma’yı istemeye geldin.” deyince mahcup, ‘Evet’ cevabını verebildi. Hz. Ali yoksul olduğun-dan, Efendimiz mehir için ona hediye ettiği zırhı satmasını söyledi ve rivayetlere göre 400 dirhem etti. Fatıma Annemiz ise bu mehri

düğünde kullanılmak üzere yine zevcine hediye etti. Derken Fatıma’nın biricik baba-sından ayrılık vakti geldi çattı. Duygulanıp ağladığında onu teskin edecek olan ise, yine Allah Resulü’ydü: “Ey kızım, ben seni herkesten daha âlim, daha ahlaklı, daha faziletli ve ilk önce Müslüman olan biriyle evlendiriyorum. Allah’ın yeryüzünde senin için iki kişi seçmesinden razı değil misin? Onlardan biri baban, diğeri ise eşindir.” Hz. Fatıma’yı düğüne Efendimiz’in eşlerinden Ümmü Seleme ile birlikte yine O’nun dadısı Ümmü Eymen hazırladı. Âlemlere rahmet olan Peygamber’in kızı zemini toprak bir eve gelin gidiyordu ve çeyizi rivayetlere göre şunlardan ibaretti: İçi yün dolu bir döşek, yine içi hurma lifi dolu bir yastık, sedir, üç minder, birer battaniye, kilim, havlu, elek, su testisi, koç postu, iki el değirmeni ve iki elbise…

Hz. Fatıma ile Resul-i Zîşan (sallallahu aleyhi ve sellem) bu evlilikle birbirinden hiç kopmadı. Efendimiz her sabah mescide giderken kızı ve damadının evinin önünden geçer, kapılarından onlara şöyle seslenirdi: “Ey Muhammed’in ev halkı, Haydi namaza!” Bu seslenişin ardından da “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.” (Ahzab Suresi - 33) ayetini okurdu. Hz. Peygamber’in bu mübarek ailesi hayatları boyunca zühd içinde yaşadı. Tek elbiselerini gece yıkayıp gündüz giyerek, ellerine avuçlarına geçeni infak ederek geçirdiler ömürlerini. Bir gün Hz. Fatıma, babasının karşısına rivayete göre elinde bir gerdanlıkla girdi. Bunu gören Hz. Peygamber, “İster misin ki halk ‘Peygam-ber’in kızı elinde cehennemden bir zincir, bir kolye taşıyor.’ desinler?” ikazıyla kızını sarstı. Hz. Fatıma, bu ikaza karşılık kolyeyi satıp bir köle satın alarak onu da azad etti. Olanları babasına anlatınca Efendimiz, “Fatıma’yı cehennemden koruyan Allah’a hamd olsun!” diyerek şükretti. Bu süs ve heves haram değildi elbette ama belli ki Âlemlerin Sultanı, kızının nazarını tamamen uhrevî güzelliklere

çevirmek istiyordu.

3 gün sadece suyla oruç tutunca…

Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin zirvede yaşa-dıkları Müslümanlık gelmiş gelecek tüm inananlara örnek ola-cak nitelikteydi. Allah

(cc) da onların iyiliğini, dindarlığını ‘ebrar ayetleri’ (İnsan Suresi / 5-22) ile taçlandırdı ve takdir etti. Bu ayetlerin nüzul sebebi ise, Ehl-i Beyt’in aile efradının tuttuğu üç günlük oruçtu. Ama nasıl bir oruç? İlk niyetlendikleri gün iftara yiyecekleri bir şey olmadığı için Hz. Ali üç ölçek ödünç arpa bulmuştu. Hz. Fatıma bunun bir ölçeğiyle ekmek yaptı. Akşam tam iftar edecekleri sırada kapıya bir fakir geldi ve yiyecek istedi. Onlar da ekmeklerini bu fakire tasadduk edip suyla oruç açtılar ve ertesi güne niyetlendiler. Yine bir ölçekle ekmek yaptı Fatıma Annemiz. Bu kez iftar vakti kapıya bir yetim geldi ve sadaka istedi. O günün ekmeği de yetime nasip oldu ve Ehl-i Beyt üçüncü orucuna da suyla niyetlendi. İftar vakti bu sefer de kapıda muhtaç bir esir vardı sadaka isteyen. Son ekmeklerini de esire verip dördüncü gün tekrar suyla oruca niyet ettiler. 3 gündür suyla oruç tutmaktan halsiz kaldı Hz. Fatıma. Hz. Ali de çocuklarını yanına alıp Peygamberimiz’in huzuruna vardı. Onları bu halde gören Resul-i Ekrem çok üzülmüştü ki Cebrail (as) yukarıda adı geçen ayetleri getirdi, yaptıklarının Allah katındaki makbuliyetini bildirdi.

‘Toprağın babası’ Hz. AliEhl-i Beyt’in huzurlu bir aile hayatı vardı.

Ancak onlar da insandı ve arada küçük kırgınlıklar yaşanıyordu elbette. Kainatın Efendisi (aleyhissalatü vesselam) ise şahit olduğu bu küslükleri barıştırıncaya kadar uğraşır, emeline ulaşınca da sevincine diye-cek olmazdı. Bir gün bu eve gelip damadını göremeyince, “Amcanın oğlu nerede?” diye sordu kızına. O da eşinin bir kırgınlıkla evden gittiğini söyledi. Hz. Ali’yi mescidde, toprağın üzerine uzanmış halde bulan Al-lah Resulü ona “Kalk ey Ebu Türab!” diye seslendi. Yüzüne topraktan yapışan tozları sildi ve elinden tutup evine götürerek biricik kızıyla damadını barıştırdı. Evden çıkarken sevincinin sebebini soran sahabilere, “Ben nasıl sevinmeyeyim ki, en çok sevdiğim iki kişinin arasını buldum.” diye cevap verdi.

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

GÜZELLİKLERİN ANNESİ

Z. FATIMA

Page 23: Zamandk275 eg

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

Hekimoğlu İsmail

Ağlatmak için değil, gözyaşı silmek için yaratıldınİnsan neye güvenirse O’na havale

edilecektir. Gerçekte, kendimizi Allah’a beğendirmeliyiz. Bunun için de ‘Allah için işlemeliyim, O’nun için çalışmalıyım, O’nun rızası dâhilinde hareket etmeliyim.’ demek lazım. Şöhret afete dönerse, helal daireden bizi çeker, götürür harama sokar. Demek ki, şöhret bir insanı inançlarının aksine sevk edebilir. Aklıyla kalbini bütünleştirenlerin şöhretle ilişkisi olmaz. Hedef Allah rızasıdır.

Kapitalist sistemlerde para kazanmak esastır. İslamiyet’te, helalinden kazanmak, helale para harcamak farzdır. Çünkü Müs-lüman, helal dairede yaşıyor. Helal dairede çalışması, düşünmesi, gezmesi hep sevap kazandırır.

Bir insanın kendisini Müslümanca idare edebilmesi siyasettir. Ailesini, işyerini Müs-lümanca idare etmesi siyasettir. Eğer devlet kadrolarında vazife alırsa orada da Müs-lümanca hareket etmesi siyasettir. Siyaset, yöneticiliktir. Her an, her yerde doğru olursa

insan, iki dünyasını da kazanır.Topraktan yaratılan insan, toprak kadar

tevazu sahibi olmalıdır. İnsan için en tehlikeli durum, Allah’a muhtaç olmadığını zannet-mektir. Her şey Allah’a muhtaçtır.

Her insan ya Allah’a itaat eder, yahut canının istediği gibi yaşar. ‘Dünya işi’ diye bir şey yok. Ben Müslümanım, her işimde İslam’a uyarım. İşlerim de ibadet olur.

Müslüman, mütevazı olur. Bir insan alkışa, övülmeye önem verirse insanlar için yaşar. Bunlara önem vermezse Allah için yaşar. Müslüman iyi insandır. İyi insan da İslam ahlakına sahiptir. İnsan olmak başka, insaniyet daha başkadır. Şunu unutmamak lazım, herkes Abdülkadir Geylani olamaz. Amma herkes Müslüman olabilir.

İnsan yolcudur, her yolcunun çantası vardır. Ahirete giden yolcunun çantasında sevap çoksa bahtiyardır. Dünya da fanidir. İnsan öldüğü anda şöhreti, makamı, malı, mülkü, sevdikleri hep burada kalır. Kendisi

yalnız gider. Cenaze, kabir kapısından ahiret sarayına çıkar. Her sarayın salonu ve hapis-hanesi vardır. Bunun için ahirete giden yolcu hazırlıklı gitmeli.

Kalbinde dünya olanın, dünya kadar da derdi olur. Erzincan’da Terzi Baba isminde bir zat, müridini ziyarete gitmiş. Demiş ki, bu bahçeye elma dik. Mürit de zamanı gelince o bahçeye elma fidanları dikmiş. Ertesi sene, fidanlar meyve vermiş. Bu benim şeyhimin kerametidir diye ağaçlara iyi bakar ve saygılı davranırmış. Terzi Baba tekrar ziyarete gittiğinde bu sefer ağacın dallarını kırıp yere vurmaya başlamış. Mürit heyecanlanmış. Aman efendim demiş, bir hata mı ettik. Terzi Baba buyurmuş ki; ‘Elmaları bahçeye dik dedim, kalbine dik demedim.’

Bediüzzaman Hazretleri, ‘Hücumât-ı Sitte’ adıyla Yirmi Dokuzuncu Mektub’un altıncı kısmında, ‘İns ve cin şeytanlarının altı desiselerini inşaallah akim bırakır ve hücum yollarının altısını da seddeder’ diyerek bu

imtihanların en tehlikeli olanlarını ‘hubb-u cah, korku, tamah, ırkçılık, enaniyet ve ten-perverlik’ olarak tesbit etmiş (yine bir başka sözünde) ‘İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz’ buyurmuşlardır.

Uhuvvet, ehad, vahdet, ehadiyet, vah-daniyet aynı kelimeden üretilmiştir. Birlik ve beraberlik demektir. Allah, atomlardan molekülleri, moleküllerden elementleri, ele-mentlerden her şeyi yaratmıştır. Yani, yaratık-ların bütünü atomların uhuvvetiyle meydana gelmiştir. Ağaç, bütünüyle meyvesine yönelir. Kuş, yavrusuna hizmet eder. Gezegenler güneşe itaat eder. Canavarlar, yavrularının hizmetkârıdır. Kâinatın hamuru, uhuvvettir. Sadece Allah Ehad’dır. Yani, tektir. Her şey Allah’ın sıfatlarının tecellisidir.

Allah’ın sıfatlarını beşer planında uygula-yan başarılı olur. Uhuvvet, kâinatın esasıdır. Uhuvvet hayattır; yaşamayı kolaylaştırır. Kısacası vücudumuzda başlayan uhuvvet, ailede, ilçede, ilde, millette, devlette ve dün-yada gerçekleşmeli. Ey insan, sen yara açmak için değil, yara sarmak için yaratıldın.

Ağlatmak için değil, gözyaşı silmek için yaratıldın. Çünkü sen insansın...

Daha sonraları Hz. Ali, Ebu Türab, yani toprağın babası lakabıyla anılmaya başladı ve bunu çok sevdi.

‘Bu sana hizmetçiden daha hayırlıdır’Hz. Ali’nin ile Hz. Fatıma, varlarını

yoklarını ailecek İslam’a harcıyorlardı. Yattıkları yorganı uzunlamasına örttükle-rinde sırtları, enlemesine örttüklerinde de başlarının açıkta kaldığı rivayet edilir. Bu hal içerisinde evin temizliği, değirmenin elle çevrilmesi, su testisinin taşınması gibi birçok ev işi Fatıma’nın eline bakıyordu. Onun yıprandığını gören Hz. Ali, eşine babasından bir hizmetçi istemesini söyledi. Resulullah durumu dinledikten sonra şöyle buyurdu: “Ya Fatıma, Allah’tan kork ve Allah’a karşı vazifende kusur etme! Allah’ın omzuna yük-lediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sadık ve itaatkâr ol. Onun hakkını da gözet. Sana ayrı bir şey daha söyleyeyim. Yatağına girmek istediğin zaman 33 defa ‘Sübhanallah’, 33 defa ‘Elhamdülillah’, 33 defa da ‘Allahüekber’ de. İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.”

‘Gözlerinizi kapayın Fatıma binti Muhammed geçecek’İki Cihan Güneşi ruhunun ufkuna yü-

rümeden önce kızını yanına çağırmış, ona bir şeyler söylemiş, Hz. Fatıma da ağlamıştı. Tekrar bir şeyler söylediğinde ise Fatıma Zehra’nın yüzü gülüyordu bu kez. Hz. Aişe Annemiz bu manzarayı görmüş ve neden önce ağlayıp sonra güldüğünü sormuştu Hz. Fatıma’ya. Cevabı onun ağzından duyalım: “Önce, Resûlullah bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci konuşmamızda benim, İmran kızı Meryem hariç diğer kadın-ların Cennet’te efendisi olacağımı müjdeledi, bunun üzerine güldüm.” Başka bir rivayette ise, Ehl-i Beyt’ten kendisine ilk kavuşacak kimsenin kendisini olduğunu duyunca gülümsediği söylenir.

Hz. Fatıma tesettüre çok önem verirdi. Hatta cenazesinin küçük bir çadırda yı-kanmasını, burada iki kişinin bulunmasını istemiş, cenazenin kimse tarafından görül-memesi için de gece defnedilmeyi vasiyet et-mişti. Öyle de yapıldı. Bir hadiste, Efendimiz, Hz. Fatıma’nın bu edebine binaen kıyamet günü perde gerisinden bir münâdînin şöyle sesleneceğini bildiriyor: “Ey mahşer halkı, gözlerinizi kapayın Fatıma binti Muham-med geçecek.” Fatıma Validemiz’in kabri konusunda rivayetler olsa da genel kabul Cennetü’l-Baki’ye defnedildiğidir.

Adanmış hayatlar

11. yüzyıl sonlarında Türkistan’ın Merv şehrinde doğan ve yetişen Abdurrahman Hâzinî, ömrünün çoğunu Horasan’da geçirmiş, 12. yüzyılın ortalarına doğru da vefat etmiştir. Kendisi, daha ilk talebelik yıllarında ilme olan iştiyakı ve çalışma disiplini ile fark edilmeye başlanmıştı. Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer zamanında bir ilim merkezi hâline gelen Merv’de başta fizik olmak üzere astronomi ve matematikte mümkün olabilen en iyi eğitimi alarak kendisini yetiştirmiştir. Özellikle teraziler, yerçekimi, yoğunluk ve özgül ağırlık konularında, yaşadığı asrın değerli âlimlerinden biri olmuştur.

Hâzinî, gözlem ve deneylere oldukça önem veren gerçek mânâda bir ilim adamıdır. Bunun yanında kendisinden önceki ilim ve araştırma âşıklarının da çalışmalarına çok önem vermiş ve özellikle İbn-i Heysem ve Birûni’nin eserlerinden istifade etmiştir.

Teraziyle alâkalı 12. yüzyılın başına kadar devam eden teorik incelemelerin ve pratik başarıların daha sonraki gelişimi, Hâ-zinî’nin 1121’de yazdığı Mizanü’l-Hikme (Hikmet Terazisi) isimli eserden takip edilebilir. Bu eser, hidrostatik ve terazilerle ilgili 12. yüzyılda İslâm dünyasının ulaştığı seviyeyi gösterir. Hâzinî bu eserinde, icat ettiği hassas terazilerin ayrıntılı tarifleri yanında,

İslâm âlimlerinden konuyla alâkalı birçok bilgi de aktarmaktadır. Bilim tarihçisi G. Sarton bu çalışmayı, İslâm ilim dünyasının önde gelen mekanik eseri olarak vasıflandırmıştır.

Yerçekimi prensibinin de mucidi olan Hâzinî, kütleler arasın-daki çekim prensibini daha o zaman ortaya koymuştur. Yaptığı birçok deney sonunda bütün cisimlerin yerkürenin merkezine doğru bir kuvvetle çekildiğini, bu kuvvetin ise düşen cisim ile çekim merkezi arasındaki mesafeye bağlı olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla yerçekimini Newton değil, ondan beş yüz sene önce yaşayan Hâzinî keşfetmiştir. Bu kural daha sonra Newton tarafından, iki cisim arasındaki kütle çekim kanunları olarak ifade edilmiştir.

Hâzinî’nin bir diğer buluşu ise dakika terazisidir. Bu terazi, temelde dakikayı ölçen hususi bir su saatidir. Ayrıca bu sistem, dünyanın bir günlük dönüşünü ölçmeye de yarar.

Hâzinî, dinini öğrenme, anlama ve yaşama konusunda da ol-dukça şuurlu davranmış, âlime yakışır bir tevazu içinde yaşamıştır. Allah’a inanmanın ilim adamına yeni ufuk ve kapılar araladığına inanmış, başarısının arkasında bu sağlam temelin olduğunu beyan etmiştir.

Asırlara ışık tutan bir âlim: Abdurrahman Hâzinî

Page 24: Zamandk275 eg

BU SAY FA, M. FET HUL LAH GÜ LEN HO CA EFEN DI’NIN SOH BET VE YA ZI LA RI ESAS ALI NA RAK HAZIRLANMAKTADIR.

kur su@za man.com.tr

İkindi Sohbet-

Günümüzde birçok şey gibi insanın dünya ve ukba hayatı adına değer ver-mesi gerekli olan şeyler maalesef olması gereken konumda değil. Her nedense insanlar en çok düşünmeleri gerekli olan şeyleri en az düşünüyor, en önemli şeyleri en sonda bir yere koyuyorlar. Fıkıh usulü diliyle ifade edilecek olursa, “zarûriyât” gerilerin gerisinde, “hâciyât” onun önünde, “tekmiliyât” ve “tahsiniyât” kadem kadem hâciyatın önünde ve işin en garibi “fuzûliyât” hepsinin önünde. Öte taraftan onlar bu gerçeği fark etmiyor, fark etmeme bir yana yaptıklarına mutlaka bir bahane, bir neden bulup bu düşüncelerini, inançlarını ve onlara bağlı olarak yaptıkları amellerini meşru bir mekâna oturtmaya çalışıyorlar.

Hâlbuki önemli olan Allah’ın önce-likleridir, O’nun bize, önem verin dediği şeyleri yine O’nun sıralaması içinde ka-bullenmedir. Bu sıralamaya önem vermek, Allah’ı tazim demektir. Onun için ayette buyrulur ki; “...Kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takva duygusundandır (yani Allah ile olan irtibatındandır).” (Hac, 22/32) Takva kelimesi “vikâye”den gelir ki bu Allah’ın himayesine sığınma demektir. Demek bu sıralamaya önem vermeme, yerlerini değiştirme Allah’ın himâyesinden çıkma manasını taşır.

Evet, kanaat-i acizanemce biz her şeyi alt-üst ediyor, kendi heva ve hevesimize bağlıyoruz. Din yine ortada aslî hüviyeti ile duruyor ama bizim bu terk-i mevkilerle (durulması gereken yerleri terk etmekle), izhar ettiğimiz dindarlığın murad-ı İlahiye uygun olduğunu söylemek çok zor olsa gerek.

Dinde Zaruri Olanlar Dinde, halk arasında imanın şartları

olarak bilinen altı esasa inanmak temeldir. Bu temeller üzerinde fazla teferruata dalın-ması, aralarında siyah-beyazı yansıtacak ölçüde derin ve farklı yorumlara girilmesi çok doğru değildir. Yalnız bu demek de-ğildir ki farklı yorumlar olmayacak. Hayır, olabilir. Mesela Zât-ı Ulûhiyet’le alâkalı tasavvufçuların bir kısım farklı mütalâaları, hakikî ulûhiyet telakkisine dokunmuyorsa onlar mazur olabilirler. Veya Fahrüddin Râzî ve İmam Gazâlî örneğinde olduğu gibi haşir mevzuunda küçük yorum fark-lılıkları her zaman olabilir; ancak bir tek şartla: “Temellerin sarsılmaması”. Fakat temel esaslara taalluk ettiği zaman her ne kadar küçük de olsa söz konusu fark-lılıkları ve tartışmaları bazı ulema dalâlet kategorisi içinde saymışlardır. Çünkü imana müteallik meseleler, nazarî de olsa inanılması, öylece kabul edilmesi lazım gelen şeylerdir. Bunlar, olmazsa olmaz hakikatlerdir, yani zarûriyâttır.

Hâciyât olan şeylere gelince -ki bunlar bir ölçüde dini koruma adına dış kale, dış surlar gibi şeylerdir- bunlarda iş biraz daha esnekliğe müsaittir. İnsana geniş sayılabilecek ölçüde düşünme alanı tanın-mıştır burada. Meselâ sıfât-ı sübhaniye, esma-i İlahiye mevzularında, onların hakikatleri ve yeryüzündeki tecellileri adına mütalâada bulunma gibi. Yalnız

bu alanda dahi olsa yorumlamalarda bu-lunurken takınılacak tavır çok önemlidir. Kaldı ki bu tavır ilgili kişinin imanı ile doğrudan alâkalıdır. Biz selef-i salihinden, bırakın bir ayet hakkında yorum yapmayı, o ayete kendini muhatap gördüğü için okuduğu an kendinden geçen ve sonra da farklı mütalâalara kapalı kalıp bir türlü ikna olmayan yüce ruhları biliyoruz. Mesela bunlardan birisi: “Sizden hiç kimse yoktur ki cehenneme varmasın. Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.” (Meryem, 19/71) ayetini okuyunca tir tir titremiş ve ayetin gerisini okuyamamış. Çevresinde-kiler; “Devamı var bunun” deyip ayeti okumuşlar: “Sonra Allah’tan korkup fenalıklardan sakınan müttakileri kurtararak zalimleri diz üstü çökmüş vaziyette orada bırakacağız.” (Meryem, 19/72); ama tavrı değişmemiş.

Gerektiği Gibi İnanma“İman edip imanlarına zulüm

bulaştırmayanlar var ya, işte korku-dan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.” (En’âm, 6/82) ayeti söz konusu olduğunda da aynı tavrı sergilemiş çokları: Bu ayeti okuyan sahabiler, Efendi-miz’e gelmişler ve tahassür içinde “hangimiz zulme bu-laşmamıştır ki?” demişlerdir. Zira zulüm, nihayetinde geniş bir kavramdır. Nefsine zulmetme, mahiyetine zulmetme, zamanına zul-metme, Allah’ın tayin-takdir buyurduğu hayata zulmetme vs. Haddini bilmemek, ona tecavüz etmek, aşırı gitmek zulmün başka göstergeleri. “Şimdi zalim miyim ben? Aşırı gidiyor muyum? Zalim olmadığıma, aşırı gitmediğime kim teminat verecek?” demişler. Buna karşılık Efendimiz ayetteki zulümden maksadın şirk ol-duğunu beyan ederek onları rahatlatmıştır. Kat’iyen ihraz edeceğimiz yerler hakkında rahmet-i İlahiye ve O’nun hakkındaki ümidimizin dışında hiçbir sermayemiz yok. Kaldı ki Cennet istihkak alanı değildir. O Cenab-ı Hakk’ın fazlıdır, ihsanıdır. Cehennem’e gelince orası istihkak alanıdır. İnsan yaptığı amelleri ile hak eder orayı. Dolayısıyla herkes Cehennem’le yüz yüze geleceği gerçeğini hatırından çıkarmamalı. O günün, o anın endişesini taşımalı ve korkmalı. Korkmuyorsa bir insan, öyle bir endişesi yoksa, akıbetinden endişe edilir onun. İçinde duygularına hâkim böyle bir korku yoksa korkulur ondan. Gerektiği gibi inanmamıştır denebilir

Allah’ın himâyesine sığın!Dinde, halk arasında

‘imanın şartları’ olarak bilinen altı esasa inanmak

temeldir. Bu temeller üzerinde farklı yorum-

lara girilmesi çok doğru değildir.

Page 25: Zamandk275 eg

İçinizde, güzelliği temsil eden, Allah’ın güzel dediğini güzel kabul eden, çirkin dediklerini de çirkin sayan ve gönülleri fetheden ve her sîneye iyilik bayrağını diken kutlu bir cemaat olsun.. olsun ve gittikleri her yere burcu burcu Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) gül koku-sunu götürsünler. Bunu yaparken de sadece ve sadece Cenâb-ı Hakk’ın ululuk ve izzetini duyurmanın heyecan ve helecanını yaşasın, başka hiçbir mülâhazaya da bağlanmasınlar.

Allah’ım! Beni, bütün mü’min kardeşlerimi, mü’mine bacılarımı ve arkadaşlarımı kurbiyetinin halâveti ve üns esintileriyle rızıklandır. Eziyet ve ızdırap veren saik-lerden halas eyle. Sen benim Rabb-i Rahimimsin; ben ise Senin zavallı ve boynu tasmalı bir kapıkulunum. Evliya ve asfiyaya lütuf buyurduğun faziletleri bana ve benimle beraber bulunanlara da nasip et. Akıbet açısından hayırlı olan dualarımı kabul buyur.

Abdullah Aymaz

Tweet çekeceğime tevhid çekerim

Biz, esas meselemiz ve işimiz olan hizmet-i İmaniye ve Kur’aniyeye bakalım. Gıybet, iftira ve yalan silahları ile saldıranlarla mücadele edemeyiz. Çünkü o tahrifkâr ve tahripkâr silahları bir Müslüman olarak kullanamayız. Biz şer’î, makul olan şu mesajlara kulak verelim:

Hiç kimse moralinizi bozmasın. Göreceksiniz halk sizin yanınızda olacak ve gerçekler tüm çıplaklığı ile ortaya çıkacak. Siz, size edilen hakaretlerin aynıyla karşılık verip kalp kırmayın.

Böyle dehşetli bir asırda, insanın en büyük meselesi: İmanı kurtarmak veya kaybetmek dava-sıdır.

Hiç kimse moralini bozmasın. Bu millete, bu milletin bu gününe ve yarınına, hatta bütün insanlığa yapılan şu hizmetler Allah’ın izni ve inayetiyle devam edecek, kervan yürüyecektir. Bu kervanı yine Al-lah’ın lütfu ve keremi ile ne iftira durdurur, ne de tezvir.

Yapılan iş, Allah rızasına uygunsa, İnsanlığın İftihar Tablosu ondan hoşnutsa; iki üç ay içinde üç defa yol değiştiren, or-tada durup “Acaba nerede olursam, orada daha fazla çıkar el ederim!” mülahazasıyla hareket eden, “zıp orada zıp burada” bütün hayatlarını dünyevî çıkara bağlamış insanlar tarafından tazyik görüyorsanız, hakaret görüyorsanız, bunu size Allah’ın bir teveccühü ve iltifatı olarak kabul edin.

Bize hiçbir şey diyemezler iftiraları havada kalır. Çalmadık, çırpmadık, ihtilas yapmadık, devletin malı deniz… demedik.

Haine pes etmek davaya ihanettir.Hatayı, günahı, zulmü umursamamak;

en büyük hata, en büyük günah, en büyük zulümdür.

Paralel yok ama Paralâl (paranın lâl ettiği, susturduğu) insanlar çok…

İnsan kendi eğriliğini görmesi onun önemli faziletle-rindendir.

“Bu hareket” para kazanma davası değildir; gö-nül kazanma davasıdır. Bu hareket sadece hasbîler ve beklentisizler tarafından götürülebilecek bir harekettir. Dünyevî bir kısım beklentileri olanlar kendiliklerinden elenir giderler.

Hepiniz böyle alnı açık, yüzü aksınız! Elhamdülillah ‘Bize “hırsız” demediler. “İrtikâp yaptı” demediler, el-hamdülillah! “İhtilasta bulundu” demediler. “İhaleye fesat karıştırdı” demediler. “Yakınlarını kayırdı” demediler. “Bir şirzime-i kalîl yeniyetmelerle işe vaziyet etti” demediler. Ne dediler? Âlemin güleceği şeyleri söylediler. Her zaman Hak; hakkın ve hakikatın yanındadır. Madem Hak yolda-sınız, Cenab-ı Hak sizinle beraberdir.

Gönül rızası ile olanları Allah’ın takdirine bırakmalı. Biz karışırsak, karıştırırız. Cenab-ı Hak bize; buyrun kendiniz yapın der, bizi bizle baş başa bırakır!

Tepeden tırnağa, alabildiğine genç, dinç, gözü pek ve inançla gerilmiş yiğitler; içinde bulundukları toplumu aydınlatıp insanlığa yükseltme uğrunda onlarla bütünleşir, onlarla içli dışlı olur, onların keder ve sevinçlerini paylaşır; ruhlarının ilhamlarını onların sinelerine boşaltmak için durmadan yollar araştırır ve ızdıraplarla kıvranırlar.

Evet işimize bakalım… Müşteriler bekliyor. Tweet çekeceğimize tevhid çekelim… Bırakalım tweet’i tetikçiler çeksin! a.aymaz@za man.com.tr

HAFTANIN DUASI SÖZÜN ÖZÜ

Yapılan iş, Allah rızasına uygunsa, Insanlığın Iftihar Tablosu ondan hoşnutsa; iki üç ay içinde üç defa yol değiştiren, ortada durup “Acaba nerede olursam, orada daha fazla çıkar el ederim!” mülahazasıyla hareket eden, “zıp orada zıp burada” bütün hayatlarını dünyevî çıkara bağlamış insanlar tarafından tazyik görüyorsanız, hakaret görüyorsanız, bunu size Allah’ın bir teveccühü ve iltifatı olarak kabul edin.

Çerağ perişan

his dünyası

Susup bir kulak ver yükselen sese,Bir baştan bir başa dünya perişan.Sarmalanıp konmuş inanç kafese,

Gözü damla damla semâ perişan...

Nesiller arası korkunç uçurum,Ölülere azap yerde bu durum..Fiyakalı bir iş, her gün oturum,

Dertlere dermanda edâ perişan.

Cemiyet derbeder, dünya sahipsiz,Bilmeyen bilmiyor, bilenler hissiz;Kalmamıştık böylesine kimsesiz!Düşünceler sisli, dimağ perişan.

Dertli sîneler var sır tutar demez,Alev alev ama şikâyet bilmez.

Bunlar da olmasa hiçbir dert dinmez,Duman duman yanan çerağ perişan...

M. Fethullah Gülen

Cennete iştiyakKur’an’da Allah’ın azab ve te’dib ile alâkalı ortaya koyduğu

meseleler küllî şeylerdir. Meselâ; “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlâtlarından bile kaçar. O gün onlardan her birinin başından aşkın derdi ve tasası vardır.” (Abese, 80/34-37) ayeti bu hakikate küçük bir örnek. Fakat şu da unutulmamalı; hiçbir umumî hüküm yoktur ki onun içinden hususî bir şey istisna edilmiş olmasın. Dolayısıyla ayet kâfi r-mü’min ayırdetmeksizin herkesi kapsar. Ancak istisnai mahiyette Cenab-ı Hakk’ın siyanet buyurduğu bazı kimseler olabilir. Zira onlar masum ve aynı zamanda masûndur. Ama buna rağmen onların da meselenin küllîliği karşısında endişe taşıdıklarını görüyoruz. Kıyamet sahnelerini anlatan hadis-i şerifl ere bakın. Bütün enbiya-i izam mahşerde “Allahümme sellim, sellim” diyorlar. Sıratta aynı şeyi söylüyorlar. Cennet’e adımlarını atacakları ana kadar bu duayı tekrar ediyorlar. Demek meseleyi umumî olarak kabul ediyorlar.

Bununla beraber Cenab-ı Hakk’ın kahrı, te’dibi, lütufl arı adına istisnaları olabileceğini hatırdan çıkarmadan meseleleri küllî olarak ele almak lazım. Onun için her mü’min ben de o müstesnalardan biri olabilirim ümidini taşımalıdır. Tıpkı hadiste anlatılan insan örneğinde olduğu gibi: Bir zat Cehennem’e çok yakın bir yerde durduruluyor. Yüzü cehenneme müteveccih. “Ya Rabbi! Yüzümü bir döndür de cennete bakayım.” der. “Daha ötesini istemeyeceğine dair söz ver bana” diyor Cenab-ı Hak. Yüzü çevrilince; “Ya Rabbi! Az yaklaştır” diyor. Yine söz alıyor Allah (cc) başka bir şey isteme-yeceğine. Az yaklaşıyor oraya. İçeriyi müşahede ediyor kapıdan. İçerde baş döndüren güzellikleri, hadisin ifadesiyle “Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklından bile geçirmediği” güzellikleri bütün ihtişamıyla, gözleri kamaştıracak şekilde görünce; “Ya Rabbi! İçeriye koyar mısın?” diyor. Çünkü tahammül edilecek gibi değil. Bir tarafta dünyanın binlerce sene mes’ûdâne hayatının, dakikasına mukabil gelmediği bir cennet hayatı, beri tarafta cehennem var. Hadisin ravisi olan Hazreti Ebu Hureyre diyor ki: “Cenab-ı Hak, “Pekâlâ sen de gir içeri!” der ve tebessüm eder. Tebessüm, Allah’ın münezzehiyeti, mukaddesiyeti, mübecceliyeti, muazzamiyeti içinde bir tebessüm.

Fasıldan Fasıla

Page 26: Zamandk275 eg

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

BULMACA40Hazrlayan: Ali Topdağ

[email protected]

BASİT TOPLAMA

•Her satr, her sütun ve kaln çizgilerle belirlenmiş 6 kutuluk bölgeye 1’den 6’ya kadar olan rakamlar birer kere yazarak diyagram doldurun. • Birleştirilmiş iki hücredeki saynn toplam 5’tir.

BEŞ TOPLAMLI SUDOKU

•Aşağdaki her fişte üçer harf var vardr.•Ortadaki fiş, soldaki ve sağdaki fişlerle ayr ayr kullanlarak iki ayr kelime oluşturmaktadr. •Şimdi size ortadaki fişten yararlanarak diğer fişlerdeki harfleri bulmak düşüyor…

FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA

AMA

KUM

SEK

TIK

RET

•Aşağdaki diyagramda verilen saylardan yatay veya düşey oklar çizerek tüm kutu-lar doldurun. • Oklar diğer saylarn üzerinden geçme-meli, birbirini kesmemeli ve kesişme-meli.• Oklarn geçtiği kutularn saysnn toplam çktklar kutudaki say kadar olmaldr.

OKLARLA KUTU DOLDURMA

2 1 1 21 1

2 43 33 34 2

1 12 1 1 2

11

1

11

1

•1 ve 2 saylarn aşağdaki diyagramlara yerleştirin. •Her satr ve sütundaki saylarn toplam 7 olmal.•Kenarlardan komşu olan kutularda ayn saylar olmamal. •Baz kutular boş kalabilir.•Alt say bizden, hadi kolay gelsin…

3

6

1

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

BEŞ TOPLAMLI SUDOKU

OKLARLA KUTU DOLDURMA

BASİT TOPLAMA

FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA

2 1 2 22 2 2 1

2 1 1 2 12 2 1 2

2 2 1 2

2 1 2 21 1 2 1 2

BAL KAN YON

PAN AMA ZON

AFR İKA MET

KAN ADA LET

İZO BAR DAK

3 4 1 5 6 2

5 2 6 4 1 3

2 6 4 1 3 5

1 5 3 6 2 4

6 3 5 2 4 1

4 1 2 3 5 6

3 31 4 2 3

2 3 22 3 2

3 2 4 13 3

HaHaHazzzrlrlrlayayayananan::: AlAlAliii ToToTopdpdpdağağağa.ta.ta.topdopdopdag@ag@[email protected]

BULMACA40 BU

Hazrlayan: Ali Topdağ[email protected]

BASİT TOPLAMA

•Her satr, her sütun ve kaln çizgilerle belirlenmiş 6 kutuluk bölgeye 1’den 6’ya kadar olan rakamlar birer kere yazarak diyagram doldurun. • Birleştirilmiş iki hücredeki saynn toplam 5’tir.

BEŞ TOPLAMLI SUDOKU

•Aşağdaki her fişte üçer harf vardr.•Ortadaki fiş, soldaki ve sağdaki fişlerle ayr ayr kullanlarak iki ayr kelime oluşturmaktadr. •Şimdi size ortadaki fişten yararlanarak diğer fişlerdeki harfleri bulmak düşüyor…

FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA

AMA

KUM

SEK

TIK

RET

•Aşağdaki diyagramda verilen saylardan yatay veya düşey oklar çizerek tüm kutu-lar doldurun. • Oklar diğer saylarn üzerinden geçme-meli, birbirini kesmemeli ve kesişme-meli.• Oklarn geçtiği kutularn saysnn toplam çktklar kutudaki say kadar olmaldr.

OKLARLA KUTU DOLDURMA

AE

2 1 1 21 1

2 43 33 34 2

1 12 1 1 2

11

1

11

1

•1 ve 2 saylarn aşağdaki diyagramlara yerleştirin. •Her satr ve sütundaki saylarn toplam 7 olmal.•Kenarlardan komşu olan kutularda ayn saylar olmamal. •Baz kutular boş kalabilir.•Alt say bizden, hadi kolay gelsin…

3

6

1

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

BEŞ TOPLAMLI SUDOKU

OKLARLA KUTU DOLDURMA

BASİT TOPLAMA

FİŞLERLE KELİME OLUŞTURMA

2 1 2 22 2 2 1

2 1 1 2 12 2 1 2

2 2 1 2

2 1 2 21 1 2 1 2

BAL KAN YON

PAN AMA ZON

AFR İKA MET

KAN ADA LET

İZO BAR DAK

3 4 1 5 6 2

5 2 6 4 1 3

2 6 4 1 3 5

1 5 3 6 2 4

6 3 5 2 4 1

4 1 2 3 5 6

2

3

2

34

1 3

2

1

3 31 4 2 3

2 3 22 3 2

3 2 4 13 3

Page 27: Zamandk275 eg

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

9 EY

LÜL

2014

SAL

I

Yeni

Bah

ar Ç

ocuk

08-0

9 Bul

mac

alar

9 EY

LÜL

2014

SAL

I

ÇÖZMECE

Page 28: Zamandk275 eg

26 MART - 1 NISAN 2014

Ahmet Şahin

Yeni Bahar Çocuk 15 Faaliyet

9 EYLÜL 2014 SALI

12

3456

Malzemeler:Dikdörtgen kalın fon kâğıdıRenkli keçeli kalemlerYapıştırıcıRenkli plastik kaşıkOynayan gözlerMakas

1

2

3

4

5

6

KÂĞIT HELVA

Önce oynayan gözleri kaşık üzerine şekildeki gibi yapıştırın. Fon kâğıdını ikiye katlayın.

Katladığınız fon kâğıdına şekildeki gibi kanat çizip, kesin. Katlı olan kâğıdı açın.

Kanatları renklendirin ve tekrar ikiye katlayıp makas ile şekildeki gibi ortadan kesikler atın. Kâğıdı açıp kaşığın sap kısımlarını bu kesiklerden geçirin, kolay gelsin.

Kâğıttan kelebek yapalım

anım arkadaş-larım, bu hafta sizlerle birlikte

kelebek yapacağız. Evde küçük kardeşleriniz varsa onları eğlendirmek için bu neşeli kelebeği yapa-bilirsiniz, hoşça kalın.

C

HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜ[email protected]

KatlKatl

Hayvan bağırsaklarından yapılan kokoreç yenir mi?

Soru: Çevremizde kokoreç denen bağırsak dönerleri tabaklara kona-rak, yahut da ekmek arasına doldurularak müşteriye sunulmaktadır. Çoğunlukla ekmek arasında uzatılan bu bağırsak dönerlerinin yenip yenmeyeceği konusunda farklı sözler dinliyoruz. Kimileri bunlar yenmez derken, kimileri de bir haramlık söz konusu olmaz, diyorlar. Bir şiş üzerine sarılarak kömür ateşi üzerinde pişirilen bu bağırsak dönerlerine siz ne diyorsunuz? Bazılarının iddiaları gibi yenmez mi, yoksa yenir ama özelliğini ve temizliğini tam koruma şartıyla mı? Bize bu konuda bilgi verirseniz tereddütlerden kurtulma sevinci yaşayacağız?Cevap: Önce şu temel hükmü hatırlayalım. Eti yenen

hayvanların (işkembe, karaciğer, dalak ve bağırsak) gibi saka-tatlarının temizlenerek yenmesi caizdir. Bunlarda bir şüphe ve tereddüt söz konusu değildir. Olmamalıdır da.

Ancak eti yenen hayvanların yenmeyen organları da vardır. Onlar da fıkıh kitaplarında şöyle sıralanırlar:

“- Kesilen hayvanın akan kanı, erkeklik ve dişilik organı, yumurtaları (husyeler), et üzerinde kalan toparlak guddeler, idrar torbası (mesane) ve öd kesesi!.”

Bunlar yenilmez. Nitekim kurbanlarda da bu organlar etten ayrılıp yenmeyen sakatatlar tarafına atılırlar. Ayrıca, yenebilen bağırsakların içine bu yenmeyen maddelerden karıştırılırsa ye-

nilmez hale gelmiş olur. Bu sebeple bağırsakların içine koç yumurtası da konarak pişirildiği söy-lentisi doğru ise, yenmesi caiz olan kokoreç içine yenmesi caiz olmayan sakatat karıştırıldığından yenmez hale getiriliyor demektir.

Bir başka temizlik şartı da: yenmesi helal olan bağırsaklarının yenebilir hale getiril-mesi için önce içindeki pisliklerden tam olarak temizlenmesi gerekir. Eğer temizlenmeden içindeki kirleriyle birlikte sıcak suda kaynatılırsa, pislik kaynama sırasında

bağırsağın özüne nüfuz edeceğinden dolayı sonraki yıkamalarda temizlenmesi mümkün olmaz! Bu sebeple baştan bağırsakların içini ve dışını pisliklerden temizlemek gerekiyor ki, kokoreçte kirlilik şüphesi söz konusu olmasın. Kokoreç yapma belgesi almış olanların bu şartları yerine getirme mecburiyetleri söz konusudur.

Sorulmalıdır. Kendilerine sunulacak kokoreç dönerinin ana malzemesinden ve yapılan temizliğinden emin olmayanlar yemezlerse bir şüpheliden kaçınma dikkati göstermiş olurlar, bir vebale maruz kalma da söz konusu olmaz.

Soru: Camiye girdiğimde imamın namazı kılıp mihrapta Kur’an okuduğunu gördüm. Vakit kaybetmeden bir köşeye çekilerek hemen namazımı kılmaya başladım. Namaz sonrasında bir kardeşimiz beni ikaz etti: Sen dedi camiye girdiğinde Kur’an okunuyordu. Okunan Kur’an’ı dinlemen farzdı. Hemen namaza başlaman uygun olmadı, dedi. Ben bu ikaza bir şey diyemedim, ama böyle olduğunu da ilk defa işittiğimden size sorma gereği duydum. Namaza sonradan gelen biri, imam Kur’an okurken bir köşede namazını kılamaz mı? Bana yapılan bu ikaz doğru mu?Cevap: Doğru yanı da var, eksik anlatım da söz konusudur.

Çünkü okunan Kur’an’ı dinlemek farz-ı ayn değil farz-ı kifayedir. Yani orada dinleyen bir kişi varsa bu farz yerine geliyor demektir. Başkaları hemen bir köşede namazlarını kılabilirler. Çünkü dinleyen bir kişinin varlığı diğerlerinden dinleme mecburiyetini kaldırmış olur.

Soru: Bazen abdest alırken bazen de guslederken aceleden besmele çekip niyet etmeyi unutuyoruz. Sonradan hatırımıza gelince de şüp-heye düşüyoruz guslümüz, abdestimiz sahih olmadı mı yoksa diye. Besmelesiz niyetsiz abdest ve gusül sahih olur mu?Cevap: Hanefi’de abdest ve gusülde besmele çekip niyet

etmek sünnettir. Unutulursa sünnet sevabından mahrum kalınır, fakat abdeste gusle bir zarar gelmez. Şafii’de ise abdest ve gusülde niyet farz kabul edildiğinden dikkatli olunmalı, unutulmamalıdır.

Yenmesi helal olan bağırsaklarının yenebilir hale getirilmesi için önce içindeki pisliklerden tam olarak temizlenmesi gerekir. Eğer temizlenmeden içindeki kirleriyle birlikte sıcak suda kaynatılırsa, pislik kaynama sırasında bağırsağın özüne nüfuz edeceğinden dolayı sonraki yıkamalarda temizlenmesi mümkün olmaz!

Eğer Allah’a bir daha işiniz düşmeyecekse

Gazneli Mahmut, İslam’ı yaymak amacıyla Hindistan’a on sekiz sefer düzenlemişti. Bu seferlerin birinde oldukça şiddetli bir direnmeyle karşılaşmış, bu zor durumdan kurtulmak için Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu: “Ey Rabb’im! Sen yardım edensin. Bizlere yardım eyle. Şayet bu savaştan galip çıkarsam aldığım bütün ganimetleri yoksullara dağıtacağım.”

Gazneli Mahmut, bu seferden zaferle çıkmıştı. Elde ettiği ganimetleri de yoksullara ve garibanlara dağıtmaya başlamıştı. Ancak sultanın yanındaki vezirler bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Bu durumu sultana, “Aman

sultanım! Ne yapıyorsunuz? Bunca değerli altınlar, inciler fakir fukaraya dağıtılır mı? Hem onlar,

bunların kıymetini ne bilecek? Üstelik devletin bu ganimetlere ihtiyacı var!”

diyerek dert yanmışlardı. Gazneli Mahmut’un kafası bu sözler üzerine karışmış, kararsızlığa düşmüştü. Bu kararsızlıktan kurtulmak için devrin âlimine bu durumu danışınca, Gazneli Mahmut’a şu şekilde tavsiyede bulundu: “Sultanım! Bunda kararsızlığa

düşecek bir taraf yok! Çok basit bir tercih karşısındasınız. Eğer Allah’a

bir daha işiniz düşmeyecekse hemen adamlarınızın dediğini yapın, ganimetleri

hazineye koyun; ama Allah’a tekrar işiniz düşecekse verdiğiniz sözü tutun, adağınızı yerine getirin, ganimetleri yoksullara dağıtın.”

Page 29: Zamandk275 eg

ELI ORDUKAYA

1Babamla konuşacak hiçbir şey bula-mıyorum. Odada yalnız kalsak bir-

birimize söyleyecek tek söz çıkmıyor ağ-zımızdan. Bakışlarımızı bile kaçırıyoruz. Halbuki içimden ne çok cümle kuruyorum ona. Çocuğumla aynı duruma düşmekten korkuyorum.” Belki kendinizden belki de çevrenizden gayet iyi bildiğiniz bu prob-lem toplumda hayli yaygın. Pek çoklarının bamteline dokunan baba-oğul iletişimsiz-liği bahsi geçtiğinde burun sızlatıyor. Bu ruh hâli “Erkekler ağlamaz, sevdiğini belli etmez” gibi kültürel kodlamalardan mıdır, babanın nasıl gördüyse oğluna öyle davran-masından mıdır yoksa fıtrattan mıdır çoğu zaman bilinmiyor. Ama neticede karşımıza hayat boyu kolay kolay tamir edilemeyecek bir kopukluk olarak çıkıyor.

Ataerkil aile yapımızın yanlış temeller üzerinde şekillendirdiğimizde de ortaya çıkan bu tablo babadan ziyade oğulun hayatını etkiliyor. Babanın kucağına aldığı minik oğlunun gözlerinin içine baktığı anda başlıyor baba-oğul ilişkisi. Anne ile evladı arasındaki fıtri iletişimi baba kendi çabalarıyla inşa etmeye başlıyor doğumdan hemen sonra. Rolünü yanlış anlayan baba bebekliğinden itibaren oğluna mesafeli davrandığında aynı evde yabancı insan profili oluşturuyor farkında olmadan. Birbi-rinin ne sevdiğini, neyi ima etmek istediğini anlamayan anlamak bile istemeyen baba ve oğul tablosu. Bir yerde fark edilip müdahale edilmediğinde ise yıllar geçtikçe bu mesafe artarak büyüyor. Yargılanma duygusu, kar-şınızdakini kaygılara sevk etmeme arzusu, uzun yıllar ayrı yaşamış olma (yatılı okul)

gibi nedenler de eklenince kişisel konularda iletişim tamamen kopuyor.

Bu sahnede suçlu aramak yerine sebep-lerini bulmak için kapısını çaldığımız Uzm. Psikolog Efkan Yeşildağ en büyük faktör olarak anneyi işaret ediyor. Önce şaşırıyoruz. Şaşkınlığımızı giderme adına bize hemen bir örnek veriyor Yeşildağ. Veli toplantılarına katılan, çocuğunu okula, parka, markete gö-türen annelere “Bunlar babanın vazifesi değil mi?” diye sorduğunda “Babası gitmiyor.”, babalar da “Niye siz ilgilenmiyorsunuz?” sorusuna “Annesi gidiyor.” cevabını aldığını belirten Yeşildağ, bir noktaya özellikle işaret ediyor: “Baba ile oğlunun iletişim kurmasına anne fırsat vermiyor.” Bu yargı başta çok acı-masızca gelse de genelleme yapılacak kadar yaygın olduğunu öğreniyoruz sonrasında. Babası hayatta olduğu halde “Çocuğuma hem annelik hem babalık yaptım.” diyen anneler de “yapmasaydın” cevabını işitiyor genellikle. Yeşildağ “Yaratıcı öbür tarafta annelere bu çocuğa niye babalık yapmadın diye sormayacak.” diyerek annelere hem kendilerine gereğinden fazla sorumluluk yüklememelerini hem de baba-oğul ilişkisini zedelememelerini tavsiye ediyor. İşin kötü tarafı ise eşi ile çocuğu arasında iletişim kablosu vazifesi üstlenen kadın ileride baba-oğul arasında çıkan bir çatışmada en büyük zararı kendisi görüyor.

Efkan Yeşildağ’a göre annelerin oğulla-rına karşı gösterdikleri aşırı koruyucu tavırlar masum da olsa çocuklarda travmatik etkiler bırakabiliyor. İkna olmayan anneler ise “cinsel sapma” tehlikesini duyduklarında durumun ciddiyetini anlıyor. Çünkü oğul babayla kuramadığı özdeşimi anneyle kurup kadınsal özellikler geliştirmeye baş-

lıyor. Uzmanların burada babalara tavsiyesi eşi, anne-babasıyla olması gerektiği gibi çocuklarıyla da aralarına başka birilerini sokmamaları.

Ailede sosyalleşme figürü olan baba, çocukların ruh dünyasında eksiklikleriyle var olduğunda özellikle erkek çocukların sosyal yaşamları felce uğruyor. Yeşildağ, babanın çocuklarına karşı mesafeli olması gerektiği görüşünde. Fakat bu mesafe toplumda kopukluk olarak tezahür ediyor. Mesafe disiplini sağlarken kopukluk tama-men iletişimsizliği ve duygusal bağın bile

sağlanamayışını netice veriyor.Yeşildağ, baba ile oğul arasındaki

iletişimi inşa etmede annenin rolünün altını sık sık çiziyor. Çocuk büyütmede yapılan en büyük hatalardan biri de ba-banın korkulacak biri olarak yansıtılması. Anne yaramazlık yapan çocuğuna “Akşam babana söyleyeyim de gör. Baban gebertir seni. Aman baban duymasın.” cümleleriyle babayla oğul arasında duvar örüyor. Sevgi bağları bir türlü oluşamıyor. Halbuki çocuk anneden sevgi ve temel güven duygularını karşılarken babadan da onay ve takdir

doyumunu sağlıyor. Babayı ceza ve tenkit makamına oturttuğumuzda çocuğun kişiliği maalesef tamamlanmamış oluyor.

Bu şekilde ergenliğini atlatan ve yetişkin-liğe adım atan erkek çocuk, sosyal hayatta kendine güveni bir türlü sağlayamıyor, attığı her adımı tedirgin atıyor. Sosyal ilişkileri de zayıf olan erkek çocuk karşılaştığı problem-leri çözmekte zorlanıyor. Çünkü çocuk ancak babasıyla geliştirdiği ilişki çerçevesinde karşılaşılan problemleri nasıl çözeceğini öğrenebiliyor.

Annelerin baba-oğul arasındaki alan ihlaline çoğu zaman babalar kolaycılıkla yaklaşıp ses çıkarmıyor. Belki de işlerine geliyor. Nasıl olsa anne ilgileniyor, sorunları çözüyor, evlada bir şey söylenecekse anne üzerinden söyleniyor. Baba yorulmuyor! Anne de “bu çocuk benim. tavrıyla kendisine bağımlı hale getirdiği oğlunun sosyal hayatta elini kolunu bağlıyor hatta ileride evliliğini bile tehlikeye atıyor.

Efkan Yeşildağ erkeklerin babalarından öğrenemedikleri babalığı baba olduklarında evlatlarından öğrendiklerini söylüyor. Çünkü bebeklik, çocukluk, ergenlik ve gençlik devreleri bu şekilde geçmiş bir baba-oğul ilişkisi kolay kolay kırılamıyor. Babadan ziyade bu durumu değiştirmek isteyen oğul da ya aradığı cesareti bulamıyor ya da artık o da gerek duymuyor. Çoğu kez “Ben babam gibi bir baba olmayacağım” kararlılığıyla okuyor, araştırıyor, gözlemliyor, seminerlere katılıyor ve o eksiği bir avantaja çeviriyor. Zira bir mü’min bilincine sahip her insan yaşadığı her olayı sonraki hayatı için kazanıma dönüştürebiliyor. Belki de böyle oğullar mükemmel bir baba olmayı babalarına borçludurlar kim bilir!

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

Bir evde iki yabancı baba - oğul Baba olmanın heyecanı içinde kucağına aldığı minik oğlunun gözlerinin içine baktığı anda başlıyor babanın oğluyla ilişkisi. Veya aynı evde bir ömür sürecek iki yabancının hayat hikayesi.

Page 30: Zamandk275 eg

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

AHMET DOĞRU

1Mescid-i Nebevî’nin günümüzdeki tarihî kısmı Sultan Abdülmecid za-

manındaki yenilemeden kalma haliyle mu-hafaza ediliyor. Mescidin bazı kısımlarının cemaate tehlike arz edecek hale gelmesi üzerine Abdülmecid, o zamanın parasıyla 700 bin Mecidiye altını (140 bin kese akçe) sarfıyla binayı yeniden yapıldı denilecek surette tamir ettirdi. 1366-77 yılları ara-sında devam eden inşaatta katip, mühendis, mübaşir gibi memurların haricinde günlük 350’şer amele çalıştı. Padişah, Peygamber Mescidi’ne harcanacak paranın her türlü şüpheden hali olmasını istediğinden har-cama, doğrudan devletin karma bütçesin-den yapılmayıp parasının helal olduğuna itimad edilen şahıslardan borç alındı, daha sonra ödendi.

Ravza-i Mutahhare kubbeleri inşa edileceği sırada toz, toprak dökülmesi ve gürültü gibi sebeplerle edebe mugayyir bir hareket olmaması için tahta perde ile iskele kuruldu. Ustalar çalışırken sessizliğe o derece ihtimam gösteriyorlardı ki altta ibadet edenler ne zaman çalışıp ne zaman istirahat ettiklerini fark edemiyorlardı.

Peygamber-i Âlîşân (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Efendimiz zamanında Mescid-i Saadet’in kıble tarafında üç sıra revak vardı. Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Allah cümlesinden razı olsun) birer revak daha ilave etti. Melik Nasır b. Muhammed Muhammed b. Kalavun ile 4. Murad Han da üçer revak ekledi. Yapılan yenilemede Peygamber Efendimiz’in (sas) tensibiyle dikilen, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman zamanında da ashabın kabulüne mazhar olan direklerin yerlerine dokunulmadı. Yeni yapılacak kubbeler buna göre planlandı. Geçmiş devirlerin yadigârı olan tarihî eserler de mecburiyet olmadıkça muhafazaya çalı-şıldı. Bu sayede Sultan Kayıtbay tarafından yaptırılıp II. Mahmud devrinde yenilenen Hücre-i Saadet kubbesi, yine Kayıtbay hay-ratı olan Mihrab-ı Nebi, Kanuni tarafından yaptırılan Mihrab-ı Süleymanî, 3. Murad’ın hayratı Minber-i Şerif gibi pek çok eseri tarihi bir bütünlük içinde görebiliyoruz. Yapılacak değişikliklerle ilgili tartışmaların İstanbul’a aksetmesi üzerine taraf-ı padişâhîden sadır olan fermandaki “Velid b. Abdülmelik’in Zevcât-ı Mutahherât-ı Nebevî hucurat-ı ulyâsını hedm ve tahrib etmesi mülûk-i Benî Ümeyye’nin inkıraz ve izmihlalinden başka neye yaradı?” ifadesi dikkat çekicidir.

İnşaat için lüzum eden taşlar Medine-i Münevvere’nin mübarek mekanlarından Akik vadisinde bulunan taş ocağından çıkarıldı. Daha önceki inşaatlar için eski sultanlar Mısır gibi uzak diyarlardan taş ge-tirmek mecburiyetinde kalmışlardı. Caminin yazıları ashabdan Temîm-i Dârî Hazretleri (ra) neslinden Abdullah Zühdü Efendi eliyle yazıldı. Abdullah Zühdü Efendi, yazıları üç yılda tamamladı.

Mescid-i Nebevi inşaatı sırasında birçok güzel hadise de yaşandı. Bun-lardan biri de Peygamber-i Zîşâ’nın (aleyhisselâm) başı hizasından çıkan su. Efendimiz’in mübarek başları hizasında bulunan Serir ve Tevbe direklerinin temelleri kazı-lırken gayet latif, lezzetli ve hoş kokulu bir su çıktı. Ahalinin bu sudan kap kacaklarını doldurmak için giriştikleri hücumun huzurda hür-metsizliğe sebep olacağı hissedilince derhal te-mel atıldı, su kaynağı kapatıldı. Kaynak k a p a t ı l m a d a n önce kaplara doldurulan su-dan İstanbul’a ve sair belde ahalisine de gönderildi.

İstanbul’a gönderilen suyun koyul-duğu deriden mamul kap, halen Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde muhafaza ediliyor.

İnşaat tamamlandığında Kumluk denilen iç bahçenin ön

tarafındaki kemerlerin üze-rine yerleştirilmek üzere

bir kitabe hazırlanmasına, kitabenin üzerine de padişahın tuğrasının yerleştirilmesine karar

verildi. Kitabenin manzum metni

eski Medine ka-dılarından bir zat tarafından yazılıp padi-şaha gösteril-

m e k

üzere İstanbul’a gönderildi. Sultan Abdülmecid merhum, hakkındaki şairane tasvirlerin Peygamber huzuruna götürül-mesinin münasip olmayacağını, daha düz bir metin yazılmasını, hazırlanan kitabenin de revaklar üzerinde hazırlanan yere değil, yan kapılardan birine yerleştirilmesini istedi. Padişah, “Ben kimim ki Sultan-ı Enbiya (aleyhi a’zamü’t-tehâyâ) Efendimiz Haz-retlerinin bizzat tesis buyurmuş oldukları bina-i mukaddese dahiline tuğra-yı saltanat ta’likine cüret edeyim. Tarih ve tuğra için tehiyye kılınan mahall-i mes’ûd-ı mübâreke, ol makam- ı vacibü’l-ihtirama mütenasib bir hadis-i celîl tenmîk ve bu tarihin tashihiyle Harem-i Saadet kapılarından birinin bâlâ-yı tâkına ta’lik edilmesi daha münasiptir.” dedi. Bahsedilen yere Mescid-i Nebevî’de kılana namazın faziletine dair hadis-i şerif, tuğra için hazırlanan yuvarlak kısma da “Kale’n-Nebiy Aleyhisselâm” ifadesi yazıldı. Mescid-i Nebevî inşaatında hizmet eden eşeklerin ölünceye dek başka bir hizmete koşulmaması için hususi ahır yaptırıp yem tahsis ettirmesi de Sultan Mecid’in bu ko-nuda hassasiyetinin bir başka delili.

Peygamber mescidine helal parayla hizmet Mescid-i Nebevî’nin halen muhafaza edilen tarihî kısımları Sultan Abdülmecid zamanında yenilenmişti. Abdülmecid, bu konuda o kadar hassas davrandı ki inşaatta hizmet eden eşekler için bile başka bir işte kullanılmasınlar diye hususi ahır yaptırıp ölünceye kadar yem tahsis etti.

Inşaatta çıkan suyun taşındığı deri kap.

Page 31: Zamandk275 eg

31 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEM

Sahibi/Publisher: Moving Media ApSYönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer

Vedat Oğuz

ÜLKE VE BÖLGE TEMSILCILIKLERI• Isveç: Ibrahim Kaya .......................................................................................... + 46 76 160 46 03• Norveç: Ömer Fevzi Ipek ................................................................................... + 47 47 23 03 91• Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ......................................................................... + 358 46 63 44 686• Grönland, Izlanda: Mehmet Bayhan ................................................................. + 0045 27222296• Aarhus: Rasim Atakan ...................................................................................... + 45 42 20 66 16• Istanbul: Salih Beşir .......................................................................................... + 90 5332 83 89 86

NYE

Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 Internet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892

Reklam [email protected] ...............................+45715 14 385Haber: ....................... [email protected] Okur Hattı: [email protected]: [email protected] ........................... +4570206970

Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

CVR-nr. 25065557

Genel Yayın MüdürüEditor-in-Chief

Kamil Subaşı[email protected]

Haber MerkeziRedaktion Center

Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya,

Engin Tenekeci, Yavuz Şahin [email protected]

Grafik TasarımSebahattin Çelebi

Reklam / Advertising +45 71 51 43 85

[email protected]

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Gurbetçiler de şifayı aktarlarda arıyorERSAN TEMIZEL

1Avrupa’da yaşayan gurbetçiler Ana-dolu’da yetişen ıhlamur, kuşburnu

gibi kışlık içecekleri ve bitkisel ilaçları Tür-kiye’deki aktarlardan alıyor. Gurbetçilerin yıllık olarak yaptıkları bu alışveriş aktarların da yüzünü güldürüyor.

Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçiler yaz tatillerini genellikle memleketlerinde geçiriyor. Haliyle bu durum esnafın yüzünü güldürüyor. Aktarlar da yüzü gülen esnaflar arasında. Avrupa ülkelerinde bitkisel ilaçlara ulaşamayan gurbetçiler, yaz tatili için mem-leketlerine geldiklerinde ihtiyaçlarını bir ya da iki yıllık olarak alıyor.

Gurbetçilerin aktarlardan aldıkları bitkisel ilaçların başında zayıflama çayı geliyor. Saç dökülmesine karşı ve ciltte oluşan lekelere yönelik bitkisel ilaçlar ise ikinci sırada. Sivilce, akne, romatizma, eklemlerde kireçlenmeye karşı kullanılan bitkisel ilaçlar da en fazla alınan çeşitler arasında. Güzellik yağları da tercih edilen ürünlerden. Gurbetçiler aktar-lardan aldıkları ürünler için en az 50 en fazla 300 lira ödeme yapıyor.

Gurbetçiler, aktarlardan kış mevsimi için de bazı ürünler alıyor. Zira Anadolu’ya ait ıhlamur, nane limon, kuşburnu gibi bitkileri yabancı ülkelerde temin etmek kolay değil. Kışın grip ve nezleden korunmak için bol miktarda ıhlamur, kuşburnu ve nane limon alan gurbetçiler, adeta bir yıllık stok yapıyor.

Uzun zamandır Kapalıçarşı’da aktarlık yapan Furkan Şifalı Bitkiler Satış Yeri sahibi Yunus Gezgin, diğer esnaf gibi kendilerinin

de gurbetçilerin alışverişinden memnun olduklarını dile getiriyor. Gezgin, gurbetçi-lerin Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere gibi ülkelerde Anadolu’ya ait olan bazı bitkisel ilaçları bulamadıkları yönündeki ifadelerini hatırlatarak, “Gurbetçi aileleri-mizin çoğunluğunda tükettikleri gıdaların hormonlu olması nedeniyle ailece obezite şikayetleriyle karşılaşıyoruz. Düzenli kulla-nıldığında bir ayda 5-7 kilo verebiliyorlar. Bizden en az 4-5 aylık ihtiyaçlarını alıyorlar.” diyor. Yunus Gezgin, gurbetçilerin zayıflama çayının yanı sıra, ıhlamur, kuşburnu, nane limon, Hürrem yağı, saç dökülmesine ve cilt lekelerine karşın bitkisel ilaçlar, sivilce ve akneye karşı kullanılan bitkisel karışımlar, ro-matizma ile kireçlenmeye karşı bitkisel ilaçlar aldıklarını belirtiyor. Bir başka aktar ise yaz aylarında gurbetçilerin satışları canlandırdı-ğını anlatarak, bir yıl boyunca yaptıkları satış miktarını gurbetçilerin sayesinde iki aylık dönemde sattıklarını ve kazanç sağladıklarını dile getiriyor.

Kendilerindeki ve çocuklarındaki kilo sorunundan dolayı zayıflama çayı alan Almanya’da yaşayan bir aile, geçen yıl da aynı çaydan aldıklarını ve faydasını gördük-lerini aktarıyor. Almanya’da tıbbi anlamda gördükleri tedavinin kilo vermelerine imkân sağlamadığını belirten aile, “Bitkisel ilaçları bulunduğumuz yerde alma imkânımız yok. Çünkü Anadolu’ya has olan bu ürünler orada satılmıyor. Yine kış ayında bize özgü şekliyle grip ve benzeri soğuk algınlıklarına karşı korunmak için ıhlamur, kuşburnu ve benzeri bitkilerden alıyoruz.” diyor.

Page 32: Zamandk275 eg

32 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEM

Dördüncü cephe Türkiye mi?IŞİD’in Suriye, Irak ve Lübnan’ın ardından farklı kollardan ülkemize yönelmesi, hükümete tehditlerini artırması kamuoyunda ‘Yeni cephe Türkiye mi?’ tedirginliği oluşturdu. Yetkililer, uzmanlar ve elde edilen istihbarî bilgiler, örgütün Türkiye’yi hedefe koyduğuna işaret ediyor.MESUT ÇEVIKALP

1Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın üçte birini işgal eden Irak Şam İslam Devleti’nin

(IŞİD) iki koldan Türkiye sınırına yönelmesi dikkat çekti. IŞİD’in geçen hafta Suriye’de Azez, Irak’ta Peşabur sınır kapılarına eş zamanlı yürümesi ‘Yeni cephe Türkiye mi?’ sorusunu gündeme taşıdı. Suriye ve Irak hâkimiyetini güçlendiren örgüt ağustos ba-şında Lübnan sınırını aşıp Arsal kasabasına girdi. 100’den fazla savaşçısının hayatına mal olsa da geri çekilmedi! Sınırdaki sessiz bekleyişi ülkenin iç kesimlerine ilerlemek için uygun zamanı kolladığı izlenimini oluş-turuyor. IŞİD’i sahada etkili kılan özellik-lerden biri şartların olgunlaşmasını sabırla beklemesi zira!

2011’de Irak’tan Suriye’ye geçerek rejim karşıtı cepheye eklenen IŞİD ilk iki yılında Türkiye’yi doğrudan hedefe koyan eylem ve söylemlerden kaçındı. Bu tavır örgüt açısından zorunluluktu aslında. Çünkü Türkiye hem savaşçı devşirdikleri hem de lojistik destek gördükleri yegâne ülkeydi. 2013’te Kuzey Suriye’de hâkimiyeti güçlen-dirip savaşçı-para-silah doyumuna ulaşınca zihninin gerisindeki Türkiye düşmanlığı gün yüzüne çıktı. Ankara’ya ilk açık tehdidini 21 Mart’ta Süleyman Şah Türbesi üze-rinden gönderdi. 3 gün zarfında türbenin boşaltılmasını istedi. Ankara Türk toprağı konumundaki Süleyman Şah Türbesi’ni boşaltmadı. IŞİD de türbe çevresindeki çemberi kaldırmadı! Orada da uygun zamanı bekliyor!

IŞİD ‘mürted’ (dinden dönmüş) olarak gördüğü Türkiye’ye asıl darbeyi 11 Hazi-

ran’da Musul Başkonsolosluğu’nu basarak indirdi. Başkonsolos Öztürk Yılmaz ile 49 diplomatik personeli rehin aldı. Türk top-rağı sayılan konsolosluğu askerî karargâha çevirdi. İkisi çocuk 49 diplomatik rehineyi Ankara’ya karşı yaklaşık 90 gündür elinde koz olarak tutuyor. Ankara’nın rehineleri kurtarmak için örgütle Kuzey Irak’ta üçe üç görüşmeler yaptığı söyleniyor.

Türkiye neden hedef?Aynı günlerde liderleri Ebubekir El

Bağdadi’yi ‘Halife’ ilan eden örgüt, ya-yımladığı ‘Hilafet’ haritasında Türkiye’yi işgal edilecek ülkelerin içinde gösterdi. Yani Türk hükümetine bayrak açtı! Sonraki 3 ayda Türkiye’ye yönelik tehditlerini artırarak sürdürdü. 9 Ağustos’ta IŞİD sözcüsü Ebu Musa, Atatürk Barajı’nda su tutmakla suç-ladığı Türkiye’yi İstanbul’u vurmakla tehdit

etti. 12 Ağustos’ta bu kez bizzat ‘Halife’ Bağdadi hedefe koydu Ankara’yı. Tayyip Er-doğan’ı peşmerge güçlerini desteklemekle suçlayıp tehdit etti: “Yakında kendinizi İslam’ın oğullarının doğrudan karşısında bulacaksınız. Derhal bana biat edin!”

Örgüt NATO üyesi Türkiye’nin ABD ve Batı dünyasıyla yakın ilişkilerinden rahatsız. Dahası IŞİD’e Kuzey Suriye’de ilk ve en ağır operasyonu TSK düzenlemişti. Türkmenleri korumak amacıyla havadan ve obüslerle IŞİD mevzilerini vurmuştu. Ayrıca kendine bakan yönüyle Suriye, Irak ve Lübnan’a kafa tutabilirken Türkiye karşısında pasif kalmak istemiyor. Türkiye’ye meydan okumanın varlığını güçlendirdiğini hesap ediyor.

Aksiyon’a konuşan üst düzey Türk yetkili, örgütün Suriye ve Irak’tan eş za-manlı olarak Türkiye sınırına yürümesini kurmay bir zekâya bağlıyor: “IŞİD homojen

değil. Dört farklı gruptan oluşuyor: Cellatlar, direnişçiler, aşiretler ve Baasçılar. Örgütün askerî stratejisini geri plandaki Baasçılar belirliyor. Çoğu Saddam döneminden kalan kurmay asker bunlar. Örgüt bu birikim sayesinde sahada stratejik hamlelerle iler-liyor. Önce barajları, ardından da petrol kuyularını zapt ettiler. Şimdi de Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye açılan sınır kapılarını, Türkiye sınırını kontrol etmeye yöneldiler. ”

Aynı yetkili şartlar olgunlaştığında örgütün Türkiye’ye saldırmaktan çekinme-yeceğini düşünüyor. İşgal edecek kapasitesi olmasa da şiddetli, kanlı eylemlerle Türk hükümetini dize getirme denemelerini ihtimal dışı görmüyor: “IŞİD; Suriye, Irak, Lübnan’dan sonra dördüncü cepheyi Türkiye’de açabilir. Böyle bir ihtimal var. Ama bu bir işgalden çok kanlı eylemlerle içeride karışıklık, kaos çıkarma şeklinde olabilir. Türk güvenlik birimleri bu yönde bazı istihbaratlar da elde ediyor. Türk hükü-metine gözdağı vermek için terör eylemleri düzenlemeleri ihtimal dışı değil yani.”

Uyuyan hücreler hareketleniyor!Sınırın öte tarafından artarak gelen

tehditkâr söylemlerin Türkiye’de uyuyan El Kaide/IŞİD hücrelerini hareketlendirdiği tespit edildi. Güvenlik birimleri örgütün Türkiye içindeki Türk hücrelerinin eyleme hazırlandığını rapor etti. Teknik takibe takılan bir IŞİD yöneticisinin “Suriye’nin fethedilmesinin ardından sıra Türkiye’ye gelecek. İstanbul’u da alacağız inşallah.” dediği kaydedildi.

Bir terör uzmanı, geçmiş yıllarda Türki-ye’de 5 kanlı eyleme imza atan, bugünlerde

Horasan

Şam

Kürdistan

KafkasAvrupa

AnadoluEndülüs

Mağrib

Habeş

Elkinna Hicaz

Yemen

Irak

IŞID’in temmuz ayında ilan ettiği Islam Devleti’nin (Halifelik) hedeflenen sınırları...

Page 33: Zamandk275 eg

33 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEMuyuyan El Kaide eylemcilerinden bir kısmı-nın IŞİD’e kaydığını anlatıyor: “Özellikle hücrelerde hareketlenmeler görülüyor. IŞİD gerekli gördüğünde bu hücreler üzerinden Türkiye içinde kanlı eylemlere girişmekten kaçınmayacaktır.”

Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Af-rika Masası Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, örgütün Türkiye’ye yönelik artan tehditlerini stratejik temelde şekillenmekte olan karşıt ‘Batı Koalisyonu’na bağlıyor: “IŞİD de biliyor ki; örgütün sona erdirilmesinde en önemli, hayati rolü Türkiye oynayabilir. Türkiye’yi sürekli istikrarsızlaştırmakla tehdit etmesinin gerisinde Ankara’yı olası Batı Koalisyonu’na dâhil ettirmeme çabası yatıyor.”

Erkmen, Türkiye gibi çoğu Ortadoğu devletinin IŞİD tehdidini gelecek yıllarda da yakından hissedeceğini, bölgedeki çatışma hâli sürdükçe eli kanlı örgütün varlığını koru-yacağını iddia ediyor: “Toprak, silah, eylemci ve para noktasında oldukça güçlenen IŞİD’in

bölgeden kolayca temizlenebileceğini dü-şünmek zor. Lübnan, Türkiye ve Ürdün gibi ülkelere genişleme eğilimi var. Türkiye’nin, sınırının dibine yerleşen, içinde vatandaşları-nın da olduğu bu örgütün yol açtığı tehditten kolayca sıyrılmasını beklemek abes olur!”

Geçen hafta Cihan Haber Ajansı’na konuşan Suriye Müslüman Kardeşler (İhvan) lideri Muhammed Riyad Şukfa da IŞİD’in Türkiye’de örgütlendiğini, terör eylemle-rine hazırlandığını doğrulamıştı: “IŞİD’in Türkiye’ye girdiği konusunda elimizde ciddi bilgiler var. Türkiye’de güçlenirlerse her türlü eyleme girişebilirler. Askerî-sivil hedefl eri vurabilirler.”

IŞİD üç yılda sahadaki varlığını güç-lendirdi. Bugünlerde Suriye’nin yüzde 25’i, Irak’ın yüzde 40’ı örgütün kontrolünde. Zapt ettiği petrol kuyuları, sınır kapıları ve bankalar üzerinden milyar dolarlık servete ulaştı. Varlığıyla doğru orantılı olarak savaşçı sayısı 60 bine (25 bini yabancı) dayandı. Savaşçıların ağırlığını Iraklılar ile Suriyeliler oluşturuyor. Bunun yanında Belçika’dan Rusya’ya, ABD’den Türkiye’ye kadar 30 farklı ülkeden gelen yabancı savaşçılar da var. Örgütte 500 kadar Türk savaşçının bulunduğu düşünülüyor. Türk savaşçıların ağırlıklı olarak Adıyaman, Bingöl, Mardin, Diyarbakır, Kırşehir, Konya, Ankara ve İstanbul’dan gittiği biliniyor.

Bu noktada 62. Hükümet’e ciddi gö-revler düşüyor. En başta IŞİD’i terör örgütü olarak kodlayıp bu ve benzeri gruplara göz yummadığını ulusal-uluslararası kamuoyuna göstermeli. Ayrıca Türkiye’yi yabancı savaş-çıların geçiş, lojistik üssü olmaktan çıkarmalı. Sıkı takiple Türklerin IŞİD’e katılmasının önüne geçmeli. İçte ve dışta IŞİD karşıtı kampanyalara (rehinelerin sağlığı için örtülü de olsa) destek vermeli!

IŞID sözcüsü Ebu Musa, 9 Ağustos tarihinde Atatürk Barajı’nda su tutmakla suçladığı Türkiye’yi, Istanbul’u vurmakla tehdit etmişti.

Ankara’nın IŞID’e karşı beceriksiz olma lüksü yokMUSTAFA EDIP YILMAZ

1Ankara’nın diplomaside bir ‘ses’ sorunu var. Sessiz, stratejik ve derinden olmayı becerememe sorunu…

Herkesin bildiği büyük hevesler, rakip ve düşmanların sabotajlarıyla yalnız hayal olarak bırakılacağı gibi; devlet mahremiyetini layıkıyla gizleyememenin de ciddi sonuçları vardır. Ülkeyi temsilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıl-dığı NATO Zirvesi’nde Türkiye’nin, 49 rehine verdiğimiz IŞİD örgütüne karşı teklif edilen 10 üyeli ‘çekirdek grup’ içerisinde anılması, Ankara adına büyük bir siyasi becerik-sizlik. Oysa yanı başımızdaki IŞİD barbarlığının, doğrudan Türk hedefl erine yönelmesini engellemek için çok daha dikkatli davranılmalıydı. Duyulan ‘sessizliğimiz’le komik duruma düşerken maalesef rehinelerimizin hayatlarını da tehlikeye atıyoruz.

Batı askeri ittifakı için Galler’de önceki gün biten zirve, pek çok gözlemciye göre tarihinin en kritik toplantılarından biriydi. Rusya’yla yaşanan Ukrayna krizinin Soğuk Savaş dönemine benzer bir şekilde tekrar birbirine yaklaştırdığı müttefi k devletler, IŞİD tehdidini de öncelikli olarak görüştü. Bu zirveye, zihni iç siyasetle meşgul olarak katılan Türk heyeti tam olarak nasıl bir katkı sundu, sunabildi bilmiyoruz. Ancak ulusal ve daha da kötüsü uluslararası basına verilen “Türkiye, IŞİD’e karşı çekirdek grupta ancak mücadeleye sessiz destek verecek” fotoğrafı, devletin ne denli sorumsuzca yönetildiğinin de işareti. Ankara pekâlâ müttefi klerimizden gizlilik talep edebilir, herkesin gözleri önünde bu kadar önde görünmemizi engelleyebilirdi.

Çekirdek grupta hemen göze çarpan ilk detay, ülkelerin yüklendiği riskler arasındaki asimetri. ABD önderliğinde kurulan koalisyonun diğer üyeleri Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Danimarka, Polonya, Kanada ve NATO üyesi olmayan Avustralya. Yani sıcak çatışmaların yaşandığı ve IŞİD’in doğrudan etkili olduğu, bizim de komşumuz olan, Irak ve Suriye’ye Türkiye’den sonra en yakın olanı kabaca 3 bin kilometre uzaklıkta. Şüphesiz bu ülkeler de örgüt karşısında öncü rol üstlenerek ciddi riskler alıyorlar ancak bunu Türkiye’nin karşı karşıya olduğu risklerle (49 rehine, yurt içinde terör eylemleri tehlikesi, örgüt içinde Türk militanlar vs...) kıyas etmek dahi mümkün değil.

Amerikan heyetinin yaptığı açıklamalara ve çıkan kulis

haberlerine bakılacak olursa ABD, Pakistan’da terör örgütü El Kaide’ye yaptığı gibi IŞİD’i de yalnızca havadan vuracak. Kara savaşı bizzat yapılmayacak. Washington’un süratle genişletmeyi ümit ettiği koalisyonun diğer üyelerinden de mali, istihbari ve lojistik destek isteniyor. Türkiye’den beklenti ise, anlaşıldığı kadarıyla, güney sınır güvenliğini temin ederek IŞİD’e katılmak için ülkeye gelenlerin bu amaçlarına ulaşmalarını zorlaştırmak. Zira örgütün teç-hizat ve gıda malzemeleri temin ettiği gibi savaşçıları da uzun süre Türkiye üzerinden safl arına kattığı yönündeki söylemler, son dönemde ayyuka çıkmıştı.

Strateji yoksunuyuz!ABD’nin IŞİD’e yönelik hava saldırıları, örgütün Irak

Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) başkenti Erbil’e yaklaşması ve artan kitlesel katliam riski nedeniyle 8 Ağustos’ta başlatılmış ve aralıklarla sürüyordu. IŞİD ise buna kan donduran Amerikalı rehine infazlarıyla karşılık verdi. Ankara, bu süreçte olması gerektiği gibi 49 rehineyi ve diğer riskleri düşünerek ABD jetlerinin Adana’daki İncirlik Hava Üssü’nden kalkmadığını özenle gündemde tutuyordu. İktidarın da IŞİD hakkındaki açıklamalarında dikkatli davrandığı görülüyordu. Önceki gün dünyaya ve pek tabii IŞİD’e verilen fotoğraf ise Ankara üzerindeki IŞİD şüphelerini hafi fl etirken bu politikayı da akamete uğrattı.

Ayrıca, doğrudan tehdit altındaki diğer bölge ül-kelerinin de risk yönetim hesapları çerçevesinde krize Türkiye’den daha ihtiyatlı yaklaştığı görülüyor. Aynen Türkiye gibi hem Irak hem de Suriye’ye komşu olan Ürdün’ün IŞİD’e karşı ABD’ye istihbarat desteği vermesi söz konusu. Ancak Erdoğan gibi NATO Zirvesi’nde hazır bulunan Kral Abdullah’ın ülkesi Ürdün, çekirdek grupta yer almadı.

ABD’nin stratejisinde diğer ayağı oluşturan ‘Suriyeli ılımlı muhalif gruplara askeri ve mali desteğin artırılması’ konusunda da Riyad’ın kapısının çalınacağı konuşuluyor. Ancak Irak’a biz gibi IŞİD’in elindeki kuzeyden değil, halen ordu ve Şii milis güçlerin kontrolünde olan, dolayısıyla da çok daha güvenli bir konumdaki, güneyden komşu Suudi Arabistan da çekirdek grupta yok.

Adeta göz göre göre rehin verdiğimiz ve aralarında iki de bebeğin bulunduğu 49 insanımız ve yakınları için esaretten daha ağırı, söz konusu onlar olduğunda yapılan siyasi ihmal ve beceriksizlikler olsa gerek.

HABE

R AN

ALIZ

Page 34: Zamandk275 eg

34 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEMSELMA TATLI

1AKP’nin iktidara geldiği günden itiba-ren entelektüeller, siyasetçiler, toplum

bilimciler ve araştırmacılarca belki de en fazla tartışılan ancak üzerinde bir türlü uzlaşı sağlanamayan konuların başındadır, Türkiye’nin dindarlaşıp dindarlaşmadığı.

Bu konuyu ilkin 28 Şubat sürecinin 1000 yıl süreceği söyleminin boşa çıktığını düşünen ve ‘İttihatçı-Kemalist’ zihniyetten beslenen elitist kesim gündeme getirmişti. Onlara göre, Türkiye muhafazakârlaşıyordu. Hem de hızla. ‘Derin karar mekanizmaları’ derhâl harekete geçmeliydi. Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ kavramına bu yüzden dört elle sarılmışlardı.

Önceleri laik-elitist-Kemalist kesim baskıcı uygulama ve beklentilerinin devamı adına gerektikçe, ‘Türkiye dindarlaşıyor’ algısını üretecek argümanları kullanıyor-lardı. AKP hükumetleri döneminde olayın rengi değişti. Bu partinin iktidarda bulun-masının tabii sonucu ve başarısıymış gibi sunuluyordu olgu. Parti, seçmenlerine, “Bak AKP sayesinde Türkiye dindarlaşıyor. O hâlde dindarlaşmanın önünü açan AKP’ye destek vermeye devam etmeliyiz.” mesajı veriyordu. Başta Tayyip Erdoğan, her parti yöneticisi bu algıyı pompaladı kamuoyuna. Peki, bu gerçek miydi? Türkiye toplumu hakikaten dindarlaşıyor muydu? Araştırma-lar ortaya koydu ki, ülkedeki dindarlaşma katsayısı 1980 ve 1990’ların fevkinde değil. Aksine dindarlarda sekülerleşme yönünde değişimler gözleniyor.

AKP her ne kadar kendini ‘dindar-mu-hafazakâr’ diye tanımlasa da izlediği po-litikalar bu iddiayla uyuşmuyor. ‘Kültürel, entelektüel ve kentli bir davranış’ hüviye-tindeki ‘muhafazakârlık’, ‘tarihî, kültürel ve geleneksel’ değerlerin koruyuculuğunu savunurken; AKP icraatlarıyla bilakis bu do-kulara zarar verdi. Genel kabulle arzulanan; muhafazakârlıkta mevcut hâlin korunması, değişim olacaksa bile bunun doğal süreçte kendiliğinden pratiğe dönüşmesiydi. Ancak Türkiye’de son 12 yıldaki ‘sessiz devrim’ ni-telemeli değişimlerin çoğu devlet eliyleydi. Yanlış şehirleşme politikaları sebebiyle ken-tin ve kırsalın dokusu bozuldu. Zincirleme çözülmeler birbirini izledi.

Müslümanın şehir modeli ne? İmar sırasında şehrin doğal ve tarihî

yapısının zarar görmemesi esas olmalıydı. AKP bunu hiçbir zaman gözetmedi. Özellikle büyük şehirler ihtiyaç dikkate alınmaksızın beton yığını hâline getirildi. Dolayısıyla tarihî ve kültürel kimliklerinden uzaklaştırıldı. Olmayacak yerler imara açıldı. Sosyolog Ali Bulaç tam da bu noktada şunları söylüyor: “Şunu kendimize soralım: Müslümanların şehir modeli bu mu? Bizim medeniyet tasavvurumuz bugün çılgınca ve yapay olarak büyütülen İstanbul mu? Elbette hayır! Şehirlerin küçültülmesi, tabi-atın korunması lazım. İstanbul’u böylesine büyütüyorsa bunun sebebi yatırımlarla elde edilen yüksek ranttır, yoksa hiçbir yatırım insanların hayatını kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor, çekilemez hâle getiriyor.”

Gazeteci-yazar Taha Akyol’a göreyse, betona yatırımlarıyla AKP muhafazakârlığı çiğniyor: “Muhafazakâr bir iktidar, Süley-maniye ile Sultanahmet’le yarışan beto-narme bir cami yapmayı tarihe saygısızlık kabul eder ve yapmaz bunu. Çamlıca’ya Sultanahmet’le yarışan betonarme bir cami yapmak gösteriştir, muhafazakâr bir kültür değildir. Muhafazakârlar ne yapar? Muhafazakârlar Mimar Sinan’ın kıymetini bilirler, ondan esinlenerek yeni formlar üretebilirler, yeni formlara karşı değildirler. Bugün muhafazakârlar İstanbul’un tarihî siluetini bozan, Mimar Sinan’ın eserlerini gölgede bırakan gökdelenleri dikmekten çekinmiyorlar.”

Hatalar kırsalı da etkiledi. Örneğin, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) şehrin doku-

sunu dikkate almadı. Yüzlerce yıldır ahşap mimarinin hüküm sürdüğü Doğu Kara-deniz’de de, taş bina orijinli Güneydoğu Anadolu’da da betondan binalar dikildi. Oysa 10-12 katlı betonarme binalar yığmak yerine, bölgenin hammaddesini kullanarak tarihî dokusuna uygun konutlar üretilmesi

beklenirdi. Osmanlı döneminde kültürel bozulmanın ilk örneklerinden sayılan apartman modeli Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar götürüldü. Partiyi destek-leyen müteahhitlerin para kazanması için konut edindirme eşittir apartman formülü tedavüldeydi. Bunun Anadolu’ya sosyolojik

zararları akıllardan uzak tutuldu. Mahalle kültürü ortadan kalktı, komşuluk ilişkileri zayıfladı. Dolayısıyla ortak değerler de rafa kalktı. Kırsalda da büyük şehirdekine benzer suçlar artmaya başladı. Köy köylükten, kasaba kasabalıktan çıktı.

AKP’nin iktidara geldiği günden iti-baren entelektüeller, siyasetçiler, toplum bilimciler ve araştırmacılarca belki de en fazla tartışılan ancak üzerinde bir türlü uzlaşı sağlanamayan konuların başındadır, Türkiye’nin dindarlaşıp dindarlaşmadığı.

Bu konuyu ilkin 28 Şubat sürecinin 1000 yıl süreceği söyleminin boşa çıktığını düşünen ve ‘İttihatçı-Kemalist’ zihniyetten beslenen elitist kesim gündeme getirmişti. Onlara göre, Türkiye muhafazakârlaşıyordu. Hem de hızla. ‘Derin karar mekanizmaları’ derhâl harekete geçmeliydi. Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ kavramına bu yüzden dört elle sarılmışlardı.

Önceleri laik-elitist-Kemalist kesim baskıcı uygulama ve beklentilerinin devamı adına gerektikçe, ‘Türkiye dindarlaşıyor’ algısını üretecek argümanları kullanıyor-lardı. AKP hükumetleri döneminde olayın rengi değişti. Bu partinin iktidarda bulun-masının tabii sonucu ve başarısıymış gibi sunuluyordu olgu. Parti, seçmenlerine, “Bak AKP sayesinde Türkiye dindarlaşıyor. O hâlde dindarlaşmanın önünü açan AKP’ye destek vermeye devam etmeliyiz.” mesajı veriyordu. Başta Tayyip Erdoğan, her parti yöneticisi bu algıyı pompaladı kamuoyuna. Peki, bu gerçek miydi? Türkiye toplumu hakikaten dindarlaşıyor muydu? Araştırma-lar ortaya koydu ki, ülkedeki dindarlaşma katsayısı 1980 ve 1990’ların fevkinde değil. Aksine dindarlarda sekülerleşme yönünde değişimler gözleniyor.

AKP her ne kadar kendini ‘dindar-mu-hafazakâr’ diye tanımlasa da izlediği po-litikalar bu iddiayla uyuşmuyor. ‘Kültürel, entelektüel ve kentli bir davranış’ hüviye-tindeki ‘muhafazakârlık’, ‘tarihî, kültürel ve geleneksel’ değerlerin koruyuculuğunu savunurken; AKP icraatlarıyla bilakis bu do-kulara zarar verdi. Genel kabulle arzulanan; muhafazakârlıkta mevcut hâlin korunması, değişim olacaksa bile bunun doğal süreçte kendiliğinden pratiğe dönüşmesiydi. Ancak Türkiye’de son 12 yıldaki ‘sessiz devrim’ ni-telemeli değişimlerin çoğu devlet eliyleydi. Yanlış şehirleşme politikaları sebebiyle ken-tin ve kırsalın dokusu bozuldu. Zincirleme çözülmeler birbirini izledi.

Müslümanın şehir modeli ne? İmar sırasında şehrin doğal ve tarihî

yapısının zarar görmemesi esas olmalıydı. AKP bunu hiçbir zaman gözetmedi. Özellikle büyük şehirler ihtiyaç dikkate alınmaksızın beton yığını hâline getirildi. Dolayısıyla tarihî ve kültürel kimliklerinden uzaklaştırıldı. Olmayacak yerler imara açıldı. Sosyolog Ali Bulaç tam da bu noktada şunları söylüyor: “Şunu kendimize soralım: Müslümanların şehir modeli bu mu? Bizim medeniyet tasavvurumuz bugün çılgınca ve yapay olarak büyütülen İstanbul mu? Elbette hayır! Şehirlerin küçültülmesi, tabi-atın korunması lazım. İstanbul’u böylesine büyütüyorsa bunun sebebi yatırımlarla elde edilen yüksek ranttır, yoksa hiçbir yatırım insanların hayatını kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor, çekilemez hâle getiriyor.”

Gazeteci-yazar Taha Akyol’a göreyse, betona yatırımlarıyla AKP muhafazakârlığı çiğniyor: “Muhafazakâr bir iktidar, Süley-maniye ile Sultanahmet’le yarışan beto-narme bir cami yapmayı tarihe saygısızlık kabul eder ve yapmaz bunu. Çamlıca’ya Sultanahmet’le yarışan betonarme bir cami yapmak gösteriştir, muhafazakâr bir kültür değildir. Muhafazakârlar ne yapar? Muhafazakârlar Mimar Sinan’ın kıymetini bilirler, ondan esinlenerek yeni formlar üretebilirler, yeni formlara karşı değildirler. Bugün muhafazakârlar İstanbul’un tarihî siluetini bozan, Mimar Sinan’ın eserlerini

Muhafazakâr anlayışta ahlak

depremi‘Türkiye dindarlaşıyor mu?’ sorusu 2002’de başlayan AKP iktidarı döneminde daha da önem kazandı. Parti

özellikle son yıllarda dindarlığı ‘politikalarının’ merkezine oturttu. Ama sonuç ortada: Eskisine oranla dinin

hayattaki fonksiyonelliği artmadığı gibi pek çok İslamî değer erozyona uğradı.

Page 35: Zamandk275 eg

35 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANGÜNDEMgölgede bırakan gökdelenleri dikmekten çekinmiyorlar.”

Hatalar kırsalı da etkiledi. Örneğin, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) şehrin dokusunu dik-kate almadı. Yüzlerce yıldır ahşap mimarinin hüküm sürdüğü Doğu Karadeniz’de de, taş bina orijinli Güneydoğu Anadolu’da da betondan binalar dikildi. Oysa 10-12 katlı betonarme binalar yığmak yerine, bölgenin hammaddesini kullanarak tarihî dokusuna uygun konutlar üretilmesi beklenirdi. Osmanlı döneminde kültürel bozulmanın ilk örneklerinden sayılan apartman modeli Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar gö-türüldü. Partiyi destekleyen müteahhitlerin para kazanması için konut edindirme eşittir apartman formülü tedavüldeydi. Bunun Anadolu’ya sosyolojik zararları akıllardan uzak tutuldu. Mahalle kültürü ortadan kalktı, komşuluk ilişkileri zayıfladı. Dolayısıyla ortak değerler de rafa kalktı. Kırsalda da büyük şehirdekine benzer suçlar artmaya başladı. Köy köylükten, kasaba kasabalıktan çıktı.

Çekirdek aile yaşlıları vurdu Öte yandan geniş aileler daralarak çekir-

dek aileye dönüştü. Hâlbuki değerler yeni nesle dede ve nineler eliyle öğretilmekteydi. Kötü gidişten en çok yaşlılar etkilendi. Şu istatistiklere bakınca tablodaki vahameti göreceksiniz: AKP iktidarındaki 10 yılda huzurevlerinde kalanların sayısı neredeyse yüzde 100 çoğaldı. Miktar 2002’de 13 bin 548 idi, 2012’de 20 bin 596’ya tırmandı.

Aslında kırsalda çalışma sahaları açarak köyden kente göçü tersine çevir-mek olmalıydı amaç. Bölge insanı kendi yöresinin sunduğu imkânlarla iş ummuştu. İstanbul’da onlarca katlı binalar yükseliyor ama 2014 Türkiye’sinde elektriksiz ve susuz Anadolu köyleri var hâlâ. Pek çok sektörü sürüklüyor diye inşaata odaklanıldı. Sanayi ve tarım ihmal edildi. Ev kredileriyle geniş kesimler bankalara borçlandı. Büyük şehre göç mecburileşti âdeta. Şu ironiye bakın ki, Büyükşehir Belediye Başkanı iken Tayyip Erdoğan İstanbul’a vize uygulanmasını gündeme getirmişti. Şehrin bir girdaba itil-diğini ta o günlerden görmüştü. Şimdi tam tersine metropolü (Kuzey İstanbul projesi) büyütmeye çalışması o günkü düşüncesiyle taban tabana çelişiyor.

2002’den bu yana ekonomide göreceli iyileşme sağlansa da, dar gelirliler bundan hak ettikleri ölçüde faydalanamadı. Küçük esnaf iflasla yüz yüze bırakıldı. Büyüme politikaları vatandaşı üreticilikten ziyade tüketime motive etti. Alışveriş çılgınlığında başrolü örümcek ağı misali yurt sathına yayılan AVM’ler oynadı. 2002’de 62 tanesi fa-aliyetteydi. 2012’de sayı 310’a yükseldi. 93’ü İstanbul’da. Metropol, Avrupa’da birinci, dünyadaysa ilk 5’te. Yaklaşık 57 işkolunu doğrudan etkileyen AVM’ler dikildikleri yer-lerdeki küçük esnafı bitirdi. Şu bilgi Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu’ndan: 2005’ten 2013’e kadarki dönemde tam 1 milyon 145 bin 641 esnaf kepenk kapattı.

AKP’nin sürdürdüğü politikaların te-melinde ‘rant, rüşvet ve yolsuzluk’ tespit

eden Ali Bulaç şunları kaydediyor: “İktisat politikalarının temelinde büyüme varsa, bir ülke sürekli bir biçimde büyümek üzere ayarlanmışsa tüketimi azdırması kaçınılmaz olur. İnsanlar gittikçe talep edecekler, talep ettikçe üretilecek ve üretim yapıldıkça bü-yüme sağlanacaktır. Fakat fiiliyatta sistemin böyle işlemediğini biliyoruz. Büyüme üre-timi, reel ekonomide iyileşmeyi getirmiyor, aksine kredi kartı harcamalarını kışkırtıyor, milyonlarca insanı bankalara bağımlı hâle getiriyor. Bir muhafazakâr-dindar partinin iktisat politikası bu mu olmalıydı? Bugün büyüme, daha çok proje demek, çünkü daha çok proje daha çok rant, daha çok yolsuzluk ve rüşvet demektir. Öncelikle söz konusu büyüme hastalığından kurtulmak gerekir.”

Kanaat yok oldu! Kanaat faktörü insanların hayatından

kaybolup gitti. Çok tüketmek için çok ka-zanmak şarttı! Ev, araba, makam ve prestij peşinde koşulur oldu. ‘Gösteriş’ bir zamanlar

ayıplanan bir davranış kalıbıyken, baş tacı yapılıverdi. Bu kör yarışta hayata tutunmaya çalışanlar borç batağına saplandı. Kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 2003’te 5 bin 781 idi. 2013 sonunda 912 bin 839’a fırladı. 2014’ün ilk beş ayında ise bu sayı 532 bini aştı. Mütevazı yaşantılarıyla bilinen mu-hafazakâr ailelerin fertleri gösteriş rekabeti-nin en ön sıralarında görülür oldu. Bir anda zenginliğe, sermayeye, kapitale kavuşan bu kesim neticede değerlerini erozyona uğrattı.

Büyük şehre göçe zorlanan ailede, kadın da iş hayatına atıldı. 2002’den 2013’e ülke-deki sigortalı kadın işçi sayısı 1 milyon 47 binden 3 milyon 181 bine çıktı. Bunun da sosyal altyapısı hazırlanmadığından farklı komplikasyonlara yol açtı. Şehre göçen aile-ler kültür şoku yaşadı. Taha Akyol’un ifade-leriyle “Henüz Türkiye’de kentli davranışlar ve değerler oturmadı. Geleneksel değerler de şehirleşme sürecinde etkisini kaybetti. Bu yozlaşma daha çok şehirleşmenin etkisi ile oluyor. Hükümetin bu konuda eleştirilecek

olan tarafı da maalesef muhafazakâr değer-leri bir siyasi retorik ile götürmesi, hâlbuki muhafazakâr değerleri kendi kavramları ile götürmek, savunmak, ortaya koymak gerekir, hükümet muhafazakâr değerleri kendi siyasi mücadelesinde bir kılıç gibi, kalkan gibi kullanıyor.”

Şehirleşmeyle değerlerden kopuş… Tüketimin, rekabetin ve hırsın azması… Ve ekonomik problemlerin kaçınılmazlığı… Bütün bu faktörler aileleri dağılma noktasına getirdi. Boşanmalar tavan yaptı. Yine aynı dönemde (2002-2013) 95 bin 323’ten 125 bin 305’e yükseldi. Kadın cinayetleri de arttı ve alenileşti. Adalet Bakanlığı istatistikleriyle; 2002’de 66 kadın cinayeti işlenmişti. 2009’da 953’e çıktı. Yüzde 1400’lük korkunç bir artışla karşı karşıyayız. 2009-2013 yılları arasında 1611’e tırmandı.

Ailelerin dağılmasıyla çocuklar suç maki-nesine dönüştü. Hakkında dava açılan çocuk sayısı 2002 yılında 5 bin 371 idi. 2012’de 54 bin 934’e fırladı. Uyuşturucu tedavisi görenlerin oranı ise 10 yılda 17 kat arttı. Çocukların karıştıkları suçların nitelikleri de kompleksleşti. Adam öldürmeye kadar vardı.

AKP iktidarında zengin ve fakir arasındaki gelir uçurumunun daralması umuluyordu. Ne yazık ki bu hâli lehine kullanmayı yeğledi parti. Makarna ve kö-mür gibi küçük yardımlarla düşük gelirliler bağımlı hâle getirildi. Bulaç’ın konuya ilişkin şu tespitleri çok önemli: “Milyonlarca insana ayni veya nakdi yardımlar yapıyor. İlk anda bu çok hayırlı gibi görünüyor, ne var ki söz konusu ianeler milyonları üretici olmaktan çıkarıyor. Liberal piyasada milyonların eme-ğini sömüren timsahlara karşı diğerlerini üretici yaparak güçlendireceğine ianelerle onları ömür boyu yoksulluk sınırının altında tutuyor. Bu ekonomi açısından kitlelerin aleyhinedir ama siyasi bakımdan kazanç getirmektedir. Çünkü iane almaya alışmış milyonlar aynı zamanda AK Parti’ye angeje yapılmış seçmenidir. Doğru olanı ise dört sene boyunca her gün yoksula, zayıfa bir balık vererek seçim günü sandığa götürmek değil, ona olta vermek ve balık tutmasını öğretip özgürleştirmektir.”

Kaybedersek siz de kaybedersiniz Evet, gösterişe, güce, paraya önem

veren ve bununla birlikte mutluluktan da uzaklaşan bir Türkiye profiliyle yüz yüzeyiz. Baş döndürücü çözülmenin mimarları, siyasi programını ve söylemlerini din üzerinden yürütebiliyor hâlâ. Kendilerine oy vermeyen-leri dinî referanslarla eleştirebiliyor. Milliyetçi Hareket Partililer için “Bunlar Fatiha’yı dahi bilmezler” denebiliyor. CHP’ye de benim başörtülü bacıma şunu bunu yaptılar argü-manıyla yükleniliyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın söylemiyle, AKP kendini dindarların teminatı olarak görüyor: “Biz kaybedersek siz de kaybedersiniz.”

17-25 Aralık süreciyle birlikte yaşanan son gelişmeler ise AKP’nin dindarlık karnesine birçok kırık not ekledi. Muha-fazakâr-dindar bir hükümet, tarihinin en büyük yolsuzluğuyla suçlanıyor.

Gazeteci Taha Akyol, Çamlıca’ya Sultanahmet ya da Süleymaniye ile yarışan betonarme bir cami yaptırmanın muhafazakâr zihniyete yakışmadığını, sadece bir gösteriş olduğunu düşünüyor: “Çünkü muhafazakâr bunu tarihe saygısızlık olarak kabul eder.”

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasından geriye bu görüntüler kaldı. Ali Bulaç, öncelikle ‘büyüme’ hastalığından kurtulunması gerektiğini düşünüyor: “Bugün büyüme, daha çok proje demek. Çünkü daha çok proje, daha çok rant, rüşvet ve yolsuzluk demek.”

Intiharlar katlandı 2002’de 2 bin 300 intihar vakası mey-

dana geldi. 2013’teyse 3 bin 189. TÜİK raporlarına yansıyan baş sebep ekonomik sıkıntı. Psikolojik hastalıklar da aldı başını gitti. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, antidepresan kullanımının son 5 yılda yüzde 54 arttığını açıkladı. Alkol kullanımı da yükselişteydi. 2001’de 583 milyon litre içki tüketilmişti. Miktar 2012’de 2 milyar litreyi geçti. 2002 yılında içkiye başlama yaşı 15-16 iken bugün 10-11’lere indi. Şiddet,

taciz ve tecavüz 10 yılda 14 kat arttı. İşte Ekonomik Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 36 sanayileşmiş ülkedeki 11 kriterli mutluluk araştırmasının sonucu: En mutsuz ülke Türkiye.

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Hakan Yılmaz’ın 2006-2012 arasını kap-sayan muhafazakârlaşma anketiyle, dinî hassasiyetlerin azaldığı görüldü. 5 vakit namaz kılanlar yüzde 5,3; kendini dindar tanımlayanlarsa yüzde 7 azaldı. Ramazan

orucu tutanlar bile yüzde 7,3 eridi. Rehman ve Askeri adlı iki araştırmacının 208 ülkeyi dâhil ettikleri dindarlık incelemesinde Tür-kiye ilk 100’e dahi giremedi. Faiz, rüşvetli işlemlerin sıklığı, vergilerin adilliği, yargının bağımsızlığı, sivil ve politik haklar ve sosyal yardımlar gibi kriterler dikkate alınarak hazırlanan raporda 103’üncü olabildik.

Gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak, devletin din-dar nesil yetiştirme gibi bir projesi olamaya-cağını söylüyor: “Devletin bir dindarlaştırma

politikası olamaz. Bu laikliğe aykırıdır. Ha tabii dindarların önü açıldı, bu doğru. Ama insanlar daha dindar oldu diyemeyiz. Çünkü dindarlaşma öyle dışarıdan enjekte edilerek gerçekleşmez. Bir insan dışarıdan baktığınız zaman orucunu tutar, namazını kılar ama bir de bunun iç yüzü var. Ahlaksızsa, kul hakkı yiyorsa, yalan söylüyorsa şeklî açıdan dinî vecibeleri yerine getirenlere samimi dindar diyemem. Dindarlığın bir ahlakî boyutu vardır.”

Page 36: Zamandk275 eg

36 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANDÜNYACEMAL TUNÇDEMIR

1Bir zamanlar New York’un en kudretli adamı olan William Tweed, 1823 yı-

lında bir sandalye imalatçısının oğlu olarak doğdu. Çocukluğunda eyerci çırağı olarak çalıştı. Muhasebe eğitimi gördü. 20’li yaşla-rının ortasında itfaiyeci oldu. Her biri farklı bir grup veya çeteyle irtibatlı itfaiye şirket-lerinin müthiş bir rekabet içinde oldukları günlerdi. Öyle ki bazen yangın yerine gelen iki itfaiye şirketi kavgaya tutuşur, bu sırada yanmaya devam eden bina küle dönerdi.

Her politik grubun kendi itfaiye şirketi vardı. Tweed’in hırs ve yeteneklerinin politikacı-ların dikkatini çekmesi uzun sürmedi. 1851 yılında daha 27 yaşındayken şehrin belediye meclis üyeliğine seçilmeyi başardı. Politika ve medya tarihinin en efsane yolsuzluk öy-külerinden biri böyle başladı.

Tweed, New York’un göç dalgaları ve yeni endüstrilerle ne kadar hızlı değişmeye başladığını çok iyi gördü ve yükselen dalgaya bıraktı sörf tahtasını. 1850’lerin başında, şehir politikasına hükmeden Tammany Hall adlı politik dar daireye üye olmayı başardı. Tam-many topluluğu adını efsane Kızılderili reisi ‘Tamanend’den alıyordu. William Tweed, 1860 yılında New York bölgesi Demokrat Parti başkanı, 1863 yılında da Tammany topluluğunun ‘büyük reisi (Grand Sachem)’ seçildi. Artık şehirdeki en kudretli isimdi.

Altın kaplama sefaletKuzey-Güney iç savaşı, Amerikan halkını

büyük bir fakirliğe mahkûm ederken, savaş sonrası oluşan yeni endüstriler ABD’de yeni bir zengin sınıfı ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Politika ve gazeteleri kullanarak

zenginleşen bu dönemin güçlü isimlerine ABD politik literatüründe ‘Robber Barons (Hırsız Baronlar)’ deniyor. Tabir ilk kez Atlantic dergisinin Ağustos 1870 tarihli sayısında kullanıldı. 1890’lara kadar süren dönemde hızla zenginleşen demiryolu patronu C. Vanderbilt’ten petrol devi J. D. Rockefeller’a, finansın babası J.P Mor-gan’dan tütün ağası JB Duke’e, çelik kralı A. Carnegie’den emlak devi Jacob Astor’a 20 kadar işadamı ‘Hırsız Baronlar’ın önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Politikacıların aynı zamanda şirket sahibi olabildikleri, arazi spekülasyonu, finans manipülasyonları ile

bu servet yarışına katıldıkları, gazetelerin ise onlara tetikçilik yaptığı bu yolsuzluk çağına, Mark Twain’in 1873 yılında yayımlanan aynı adlı romanından dolayı bugün ‘Gilded Age (Altın Yaldızlı Çağ)’ deniyor. Twain, altın kaplamalı görüntünün altındaki büyük sosyal ve ekonomik sefaleti satirik bir dille anlatıyor romanında.

Tweed işte bu sosyal yapının en altın-dan en üstüne yükseldiği için iktidarı nasıl avucuna toplayacağını çok iyi biliyordu. Ka-zandığından destekçilerine de pay vermeyi asla ihmal etmedi. Artık adı ‘Boss Tweed (Patron Tweed)’ olmuştu. Şehirde ‘Boss’

denildiğinde herkes kimin kastedildiğini biliyordu. 1870’lere girilirken Tweed, ünlü ‘5. Cadde’deki görkemli bir konakta yaşı-yordu artık. Politik organizasyonun perde arkasından, bugün ‘Tweed Ring (Tweed Çetesi)’ diye anılan organize suç örgütünü yönetiyordu. Eyalet politikasından şehrin belediye politikasına ve medyasına kadar her şeyi avucunda tutuyordu. Belediye başkanı da adamıydı, eyaletin valisi de, şehir mecli-sinin tamamı da… Luc Sante, ‘Low Life’ adlı kitabında, Tweed tarafından o günlerde ünlü dolandırıcıların nasıl şehrin üst makamlarına getirildiklerini, sabıkalı hırsızların mahkeme-

lere görevli olarak atandıklarını, isimleriyle birlikte çarpıcı şekilde anlatıyor.

Aynı zamanda dönemin en büyük yatırımlarını gerçekleştiren Erie Railroad şirketinin, Brooklyn Bridge şirketinin, Third Avenue Trenyolu şirketinin, Harlem Gazyağı şirketinin yöneticisiydi. Guardian Savings Bank’ın başkanı, Tenth National Bank’ın sahibiydi. Rüşvetlerden elde ettiği parayı büyük ölçüde emlaka yatırıyordu. 1870’lerin başında New York’un en büyük arazi sahi-biydi. O günkü yerleşim alanlarının dışında kalmış değersiz arazileri satın alıyor, belediye imkânlarıyla bölgeye yollar inşa ederek ara-

En büyük belediye yolsuzluğu Bu Robin Hood(!) çaldığının üçte birini kendisine alıyor, üçte birini çetenin liderleri ve üyeleri arasında pay ediyor, yüzde 5’ini Sherwood Ormanı’ndaki gazetelere veriyordu. Artanı da fakirlere harcıyordu. İşte Tweed, namı diğer “Boss Tweed” 1860’larda New York’u yönetirken kamudan toplam 8 milyar dolar çalan bu tarz bir Robin Hood’du.

William Tweed (Boss Tweed)

Page 37: Zamandk275 eg

37 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANDÜNYAzinin değerini artırıp satıyordu. Ünlü Harlem semti de bu dönemin ürünlerinden.

Yeni Dünya’ya Eski Dünya’dan ilk kitlesel göçün başladığı yıllardı. Tweed’in çete düzeninin en önemli insan kaynağı da bu göçmenlerdi. Özellikle de İrlandalı göç-menler. Kendini ‘gerçek Amerikalılar’ olarak gören Protestan yerliler tarafından sürekli horlanıp dışlanmaları, Katoliklerin William Tweed’in peşine takılmasında en önemli etkendi. Onlar sayesinde şehirdeki her seçimi istediği gibi manipüle edebildi. Bugün bile New York polis teşkilatı NYPD ve itfaiye departmanı NYFD’nin çoğunlukla İrlanda kökenlilerin elinde olmasında Tweed’in etkisi büyük. Kenneth Ackerman, “Boss Tweed: Yolsuz Bir Politikacının Yükseliş ve Düşüşü” adlı ünlü biyografisinde şöyle yazıyor:

“Tweed, horlanan göçmenleri, ‘seçmen’ olarak görüp saygı gösterdi. Daha önce görülmemiş belediye ve kamu sosyal yardım programlarıyla bu göçmenlerin saygısını ve sadakatini kazandı. Yardımları farklı şekil-lerde yapıyordu. Göçmen mahallelerinde okul ve hastane yapılması için eyalet büt-çesinden para da sağlıyordu. Noel zamanı, göçmenlerin evlerine kömür de dağıtıyordu. Veya evlerine ekmek götürebilecekleri, ta-şeron kamu işleri veriyordu. Tweed, yeni bir kıtaya gelmiş, yeni bir hayat kurmaya çalışan ve üstelik de yerli çoğunluğun baskılarına maruz göçmenlere, kendi gücünden hisse ve aidiyet hissi veriyordu.”

Seçim günleri Katolik göçmenler sandık-lara akın ediyordu. Bazıları 10 hatta 20 kez oy kullanıyordu. Mükerrer oydan utanmıyor, aksine her yerde anlatıyorlardı. Bu, şehre hükmeden Demokrat Parti’ye üye olmanın, şehir yönetiminde bir iş kapabilmenin ve-Amerikalı olabilmenin tek yoluydu. Union Square gibi meydanlarda görülmemiş miting kalabalıkları birikiyordu. Çoğu Tweed’i âdeta Robin Hood gibi görüyordu. Kenneth Acker-man ise kitabında, Tweed’i ‘şaşı gözlü Robin Hood’ olarak nitelendiriyor: “Bu Robin Hood, zenginden çaldığının üçte birini kendisine alıyor, üçte birini çetenin liderleri ve üyeleri arasında pay ediyor, yüzde 5’ini Sherwood Ormanı’ndaki gazetelere veriyordu. Bütün bunlardan artanı da fakirlere harcıyordu. İşte Tweed böyle bir Robin Hood.”

Tweed, kamu projelerinden elde ettiği komisyon ve rantın büyüklüğünü gördükçe çok daha büyük kamu projeleri başlattı. Bu yatırımların tamamının kaynağı borç-lanmaydı. New York’un borcu sadece 1868–1870 arasında, o günün parasıyla 30 milyon dolardan 100 milyon dolara çıkmıştı. Tweed çetesinin kamudan 2009 değeri ile 8 milyar dolardan fazla çaldığı belirlenecekti. Kenneth Ackerman, ‘tarihin en büyük yerel yönetim yolsuzluğunun kahramanı’ diye nitelendirdiği Tweed’in sisteminin ihalelerde nasıl işlediğini ise şu şekilde anlatıyor:

“Eğer şehir yönetimine herhangi bir mal veya hizmet satmak istiyorsanız, faturanızı Şehir Yönetim Kurulu’na veriyordunuz. Tweed, bu kuruldaki adamları aracılığıyla kârınızın yüzde 15’ini alıyordu. Ancak za-manla bu oran yüzde 25, 35, 45 ve hatta bir ara yüzde 65’e kadar çıktı.”

Tweed’in kamusal yatırım yolsuz-luklarının en büyüğü ise ironik olarak bir mahkeme binası oldu. 1858 yılında yapımına başlandığında 250 bin dolar inşaat bütçesi öngörülen bina, bittiğinde, toplamda bele-diye bütçesinden 13 milyon dolar (bugünün parasıyla 178 milyon dolar) çıkmasına neden olmuştu. Tek bir binanın inşaatına ödenen bu para, ABD’nin 1867 yılında, Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklüğündeki Alaska’yı satın almak için Ruslara ödediği paranın iki katından fazlaydı. 19’uncu yüzyılın inşaatı en pahalı binası olarak kayıtlara geçti.

Kendi medyasını kurdu Tweed, daha şehrin iktidar odağı olmaya

başladığı ilk günlerde, gazeteleri, ‘kontrol altında tutulması gereken öncelikli güç’ olarak görüyordu. Satın alamadığı her kalem

onun için bir tehditti. Rodger Streitmatter, “Kılıçtan Keskin: Haber Medyası Amerikan Tarihini Nasıl Şekillendirdi” kitabında o günkü medya manzarasını şu şekilde ak-tarmakta:

“1862 yılında, New York meclisi, her muhabire, ‘şehre hizmeti’ karşılığı olarak yılda 200 dolar ödemeyi öngören bir tasarıyı kabul etti. Tammany Hall’un ‘cömertliğiyle’ bu miktar birkaç yıl içinde 10 kat arttı. Ancak yönetimin medya üzerindeki etkinliğini asıl tesis eden bu maaştan da çok, şehrin reklam bütçesiydi. Tweed, şehrin en büyük üç gaze-tesinin, New York World, New York Herald ve New York Post gazetelerinin her birine yıllık 80 bin dolarlık kamu reklamı veriyordu. Tweed’in yolsuzluk imparatorluğu süresince şehir hazinesinden gazetelere, sessizliklerini kazanmak için giden paranın toplamı, o dönemin değeriyle 7 milyon dolardı.”

Tweed, parasıyla medyaya, medyasıyla da New York’un bütün gündemine hük-mediyordu. Düşük tirajlı bir gazete ile bir karikatüristin kalemi hariç.

Her şey Tweed’e kızgın iki memurun, bu mahkeme binası inşaatı ve diğer belediye harcamalarındaki yolsuzluğun harcama belgelerini New York Times’a sızdırmasıyla değişti. İlk haber 8 Temmuz 1871’de yayım-landı. Tweed çetesi önce önemsemedi. Hâlâ

konuyu örtbas edebileceklerine inandılar. Ancak bir karikatüristin gücünü hesapla-mamışlardı. Harper’s Weekly karikatüristi Thomas Nast, bugün Amerikan politika tarihi klasikleri arasına girmiş ünlü karikatürlerini çizerek paranın kimin cebine girdiğini işaret etti. Cin lambadan çıkmıştı.

Thomas Nast, çizgileriyle Amerikan po-püler kültürüne derinden iz bırakmış efsane bir çizer. Demokrat Parti’nin sembolünün ‘eşek’ olması da, Cumhuriyetçi Parti’nin sembolünün ‘fil’ olması da Thomas Nast’ın karikatürlerinin eseridir. Yine bugünkü tom-bul ve beyaz sakallı Noel Baba imajı da Nast, Noel Baba’yı böyle çizdiği içindir.

Tweed, Amerikan medya tarihine geçen ünlü tepkisinde, “Bu gazete (NYT) ne yazı-yor umurumda değil. Seçmenlerimin çoğu okumayı bilmiyor. Ancak bu lanet resimleri görüyorlar ve haberdar oluyorlar.” diyecekti.

1851 yılında kurulan ve şehrin en kü-çük gazeteleri arasında yer alan New York Times’ın kaderini değiştiren de Tweed’in yolsuzluklarını haberleştirme cesareti oldu. Tweed, gazeteyi doğrudan satın almayı de-nedi önce. Ancak NYT’nin patronu George Jones, gazetesini satmayı reddetti. Bununla da yetinmeyerek, gazetenin başyazısından, “Hiç bir para, New York Times’ın tek bir hissesinin bile Tweed çetesince alınmasına yetmez.” diyerek sert bir karşılık verdi. Ve NYT her gün Tweed hakkında yeni bir araştırmacı gazetecilik haberine yer vermeyi sürdürdü. O haberler, bugün modern araştırmacı gazeteciliğin ilk örnekleri olarak görülüyor. Gazetenin sistemlerini sallamaya başladığını görünce, Tweed’in adamları parayı bir kez daha kullanmayı denediler. Ancak bu kez gazeteyi satın almak yerine doğrudan rüşvet önerdiler.

Şehir Saymanı (comptroller) Richard Conolly, NYT’nin patronuna gönderildi. Meyer Berger’in “New York Times’ın Tarihi: 1851-1951” adlı kitabında aktardığına göre Conolly, o görüşmede gazetenin patronuna, “5 milyon dolar, her şeyi yerli yerine koymak için yeterli bir para değil mi, efendim? 5 milyon dolar!” diye sorar. “Şeytan bile bana bundan fazlasını öneremez.” diye karşılık verir NYT’nin patronu Jones. Conolly bu ce-vabı, Jones’un para ile ilgilendiğine yorar ve devam eder: “Bir düşünün, bu para ile neler yapılmaz ki… Avrupa’ya gidip bir kral gibi

yaşayabilirsiniz…” “Haklısınız” der Jones ve ekler: “Ama bir kral gibi yaşarken bile aslında aşağılık bir adam olduğumu bileceğim.”

NYT’nin aylar süren ısrarlı yayınları ve Nast’ın karikatürleri nihayet sonuç verdi ve Tweed hakkında soruşturma komitesi kuruldu. Devreye hukuk girdi. Tweed aynı yılın ekim ayında tutuklandı ama ödediği rüşvetlerle kısa sürede kefaletle serbest bı-rakıldı. Ve bu sırada Tammany Hall, itibarını yeniden kazansın diye onu bir kez daha senatör seçtirdi. Ancak hakkında açılan yeni davalar, gücünün çözülmesine neden oldu. ‘Harami Baronlar’ ve Tammany Hall onun güçten düştüğünü anladılar ve desteklerini çekmeye başladılar. Yerine yeni bir büyük reis seçtiler. Çetenin birçok önde gelen ismi ABD dışına kaçtı. Tweed yeniden hapse girince bir daha asla cezaevinden çıkamayacağını anladı. Kaçmaya karar verdi. 1875 yılında 60 bin dolar rüşvet vererek hapishaneden kaçtı.

Önce Küba’ya, oradan da İspanya’ya geçti. Ancak Nast’ın karikatürleri orada da yakasını bırakmadı. İspanya’da, Nast’ın karikatürlerinden kendisini tanıyan birinin ihbarıyla yakalandı ve ABD’ye gönderildi. Hapisteyken, New York eyalet yönetimiyle, serbest bırakılması karşılığında, Tweed çetesinin bütün sırlarını ve bilgilerini paylaş-mayı kabul etti. Bu yazıdaki birçok bilginin kaynağı olan bilgileri yetkililere verdi. Ancak, salıverilmeden 1878 yılında hapishanede zatürreeden öldü.

ABD, önemli dersler çıkardı Tweed’ten sonra ABD’de politikanın ve

özellikle de belediye yönetimlerinin birçok uygulama ve kuralı değişti. Yolsuzluk ve seçim sandığı manipülasyonlarını engelle-yecek birçok mekanizma geliştirildi. Elbette ki yolsuzluk ve seçim hileleri tamamen yok edilemedi ancak Gilded Çağı’ndaki gibi de olmadı bir daha. ABD’de politikacılar ile ilgili ‘denge ve kontrol’ sistemi Tweed’ten sonra büyük ölçüde gelişti. Birbirini denet-leyebilecek güçler dengesinin ve kontrol mekanizmalarının yokluğunun sonuçları acı şekilde tecrübe edilmişti zira. Yine Tweed yüzünden bugün bütün şehir ve eyalet meclislerinde, hukuk kurumlarında, ‘Etik Ko-miteleri’ yer alıyor. Yine kamu görevlilerinin alacakları hediyelere üst limiti geleneği de Tweed tecrübesi sayesinde yerleşti Amerikan politikasına.

Kaderin cilvesi belki de bugünün New York’una Tweed’in adını taşıyarak ulaşabilen tek yapı ‘Tweed Courthouse’ binası. Evet, Tweed’in inşası sırasında büyük çaplı yol-suzluğa imza attığı mahkeme binasıydı bu. Tweed, bu mahkeme binasında yargılanacak ve 12 yıl hapis cezasına çarptırılacaktı. Cham-bers Street’te bulunan bina bugün şehrin okul sisteminin yönetildiği yer.

Tweed dönemi, gücün tekelleşmesinin ve denetim mekanizmalarının yokluğunun nelere yol açabileceğinin göstergesi olma-sının yanı sıra, özgür medyanın da böylesi suiistimallerin önündeki en önemli engel olduğunu gösteren bir tecrübe olarak da anılıyor. Bu nedenle sadece Amerikan politik tarihinin değil, evrensel medya tarihinin de müstesna öykülerinden biridir. Kudretli bir politik yolsuzluk sistemini çökertmeye bir karikatürist ve o günlerde çok düşük tirajlı küçük bir gazetenin cesareti yetmişti. Tweed, hapis yatarken görüştüğü Brooklyn Eagles yazarı William Hudson’a, “Bu gazetecileri de politikacıları satın aldığım kadar kolay satın alabilseydim başıma bunlar gelmezdi. Bunlar (gazeteciler), evlerine götürecek ekmek almaya paraları olmadığı dönemde bile önerdiğim paraları kabul etmediler.” yakınmasında bulunacaktı.

Tweed haberleriyle, medya tarihine geçen bir destana imza atan New York Times, Twe-ed’in hapse mahkûm edildiğini duyurduğu, ‘Nihayet Adalet’ manşetli 20 Kasım 1873 tarihli sayısının başyazısında şöyle yazacaktı: “Devletin, organize hırsızlıktan başka bir şey olmadığı teorisi, bugün ölmüştür.”

Harper’s Weekly karikatüristi Thomas Nast

Page 38: Zamandk275 eg

38 6–12 EKİM 2010 ZA MANEKONOMÝ38 KÜLTÜR 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMAN

Bir zamanlar buralar hep bostandı

Langa Mahallesi, haritalarda Katip Kasım Mahallesi olarak anılsa da, bölge insanı hâlâ eski ismiyle biliyor yaşadıkları muhiti. Yenikapı banliyö treni istasyonunun hemen arkasında, geceleri korka korka yürünen sokaklarıyla Aksaray’a doğru uzanan bu mahalle, bir zamanlar bostanları ile meşhurdu. Burada yetiştirilen ürünler, 90’lı yılların sonuna kadar at arabalarıyla şehrin muhtelif yerlerine dağıtılır, pazarda bulunan Langa ürünleri sofraları süslerdi. Barış Manço’nun şarkısında, sokaktan gelen o ses, Langa ürünlerini satan “domates, biber, patlıcan”cıya aitti belki de.

Langa, ismini Bizanslıların şehre hakim olduğu yüzlerce yıl önceden şimdiye taşıyor. Şehri çepeçevre kuşatan surların Marmara kıyısında, duvarların hemen dışında kalan bu bölgeye vakti zamanında ‘dışarıda’ anlamındaki ‘Vlanga’ ismi verilmiş. Suriçi İstanbul’unun tek akarsuyu buradan dökülürmüş Marmara’ya. Gelen alüvyonlarla çok verimliymiş Langa’nın toprakları, şimdi toprağın esamesi okunmasa da. Bir zamanlar, sistemli bir çabayla bütün şehrin meyve ve sebze ihtiyacını sağlayan bu verimli topraklarda, şimdi sanayi sitesi sakinleri ekmeğinin peşinde. Sanayi sitesinin hemen yanı başındaki şantiye kalıntıları, grinin bütün tonlarını barındırıyor manzarasında. Gürcistan, İran, Romanya, Azerbaycan yolunu karayolu ile kat etmek durumundaki insanların ilk ya da son durağı, Emniyet Otogarı da mahallenin diğer bir yüzü. Aksaray Bölgesi’ndeki bavul ticaretinin nakliyesi buradaki firmalarca sağlanıyor ve Langa’daki garajlardan yükler yükleniyor TIR’lara.

Langa’nın ara sokakları dar, birbiri ardına dizilmiş beton yapıların ara-sında, yıkılmaya yüz tutmuş ahşap yapılar, bükük boyunları ile mahallenin eski hali hakkında fikir veriyor. Sokaklarda gezerken, yabancı uyruklu in-sanların çokluğu göze çarpıyor en önce. Kasap İlyas Camii’nde kılınan cuma namazında bir Afrikalı ile yan yana hutbe dinleniyor, sokaklarda yol sordu-ğunuz kumral ka-dın, bilmediğiniz bir lisanda cevap verebiliyor size. Mahallenin genç-leri köşe başındaki çay ocağının tabu-relerinde kuş mu-habbeti yapıyor, muhabbet le r ine dahil olursanız konu “bonzai” kullanıp hastanelik olan komşu çocu-ğuna gelebiliyor.

Page 39: Zamandk275 eg

M. Nedim Hazar

39 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANYORUM

Ali Ünal

Firavun veya Firavunî idarelerKur’ân-ı Kerim müsbetin kusursuz

misalleri ve temsilcileri olarak peygamberleri isimleriyle zikrederken, menfînin en çukur temsilcileri ve misallerini genellikle Firavun gibi unvanlarıyla anar.

Dolayısıyla bu misaller, sadece belli tarihî şahıslara değil, o şahısların kendileriyle sembolleştiği sıfatlara ve fiillere de bakar. Bu, nitekim bir âyette de açıktır: “Onlar, Firavun’un idaresine tâbi oldular. Oysa Firavun’un idaresi âdil, doğru ve hakka dayalı değildi.” (11:97) Âyetin başında Firavun bir defa zikredildikten sonra, devamında “Onun idaresi” şeklinde zamir kullanmak belâğate daha uygun düşerken, Firavun’un tekrar anılarak, “Firavun’un idaresi” denmesi, merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın dikkat çektiği üzere, tarihte kalmış tek bir Firavun’u değil, bütün Firavunî idareleri nazara vermek içindir.

Firavunî idarenin birinci sıfatı, bir “yüce ilâh”a inanmakla beraber, pratikte kendisini en üstün otorite kabul etmesi, ülkenin mutlak sahibi ve halkın ilâhı ve rabbi olarak görmesidir. (28:38; 43:51) Bu idare, Karuni misal bir sermaye sınıfına, Hamanimisal, her yaptığını dine ve/veya kanunlara uyduran bir vezir veya müesseseye, Firavuni misal zalim ve zorba bir diktatöre, kısaca, Âhiret endişesi taşımayan, ululuk taslayan zalim bir triumviraya dayanır. Firavun’un, ayrıca aile veya hanedanı (Âl-i Firavun), acımasız, kışkırtıcı danışmanlar kadrosu (mele’) ve bahşişlerini, gözdeleri olmayı bekleyen büyücüleri, modern mukabiliyle aydınları, medyası vardır. (28:4, 39; 26:109, 114; 29:39; 40:24) İşte bu yapısı ve özellikleriyle Firavunî idare halkı hiçe sayar; halk da korkudan, özellikle de fâsık oldukları için ona körü körüne tâbi olur. (43:54; 10:83) Bu noktada Suat Yıldırım hocanın yorumu çok güzeldir: “Halkı hiçe sayan bir dikta yönetimi, hukuku çiğner, çevresindeki menfaatçi dalkavuklarla bir oligarşi kurar, dürüst ve erdemli insanları susturur. Halk da fâsık ise, hak, bâtıl, erdem onlar için önemsiz olduğundan sürü gibi ona uyarlar. Zulme, şahsiyetsizliğe boyun eğer ve ses çıkarmazken, hakkı tutan bir ses yükseldiğinde onun susturulmasına

seyirci kalır, hattâ iştirak ederler. İşte bunlar zilleti kabul ettiklerinden, hiçe sayılmaya müstahak olmuşlardır.” Yalnız, Mısır Firavun’un, karşı tarafın tezlerini taraftarlarının bilmesinin önünü kapayan firavunlara göre insaflı bir yanı vardı ki, Hz. Musa’ya (a.s.) bütün halkın önünde davasını delilleriyle açıklamasına, büyücüleriyle halk önünde müsabaka yapmasına izin vermişti.

Firavunî idare, yaptığı her işi güzel görür ve beğenir; herkesin de öyle görmesini ister. Halkı gruplara ayırır ve özellikle içlerinde kendisiyle doku uyuşmazlığı içindeki bir grubu sürekli ezmeye çalışır (28:4). Halkın neye ve nasıl inanacağını kendisi tayin ve başka türlü davrananları her şekilde tehdit eder (20:71). “Hz. Musa ve kardeşi”ni göz boyamakla, ülkenin dinini ve düzenini değiştirmeye, ülkede bozgunculuk çıkarmaya çalışmakla suçlar. Bu konuda, mele’si de Firavun’u “Bunları kendi hallerine bırakacak mısın?” diye sürekli kışkırtır. (7:127; 20:71) Firavunî idare, diktiği yüksek kuleler, inşa ettiği piramitsel yapılarla da meşhurdur. (28:38; 89:10)

Firavun, Cenab-ı Allah’ın art arda gönderdiği ikaz mahiyetindeki musibetlerden ders almaz; hattâ bunları Hz. Musa ve mü’minlerden, ülkedeki bütün güzellikleri de kendisinden bilir (7:131, 133). Hz. Musa ve tâbileri için halk karşısında “Bunlar küçük ve bozguncu sefil bir grup; biz ise onları ezecek güçlü ve büyük bir topluluğuz” dese de, içten içte onlardan korkar (26:54-56). Firavun’u gücünün zirvesinde iken, Hz. Musa ve tâbilerini tam yakaladık dedikleri anda helâk eden Allah, Firavun ve ekibini Ateş’e çağıran önderler yapmış ve Kıyamet’e kadar peşlerine lânet takmıştır (28:41-42). Herkesin dünyadaki imamları, önderleriyle çağrılacağı Kıyamet Günü’nde (17:71) Firavun, kavminin önüne düşer ve onları hayvanların suya götürüldüğü gibi Ateş’e götürür. Yani, Firavun, yol bilmez kör bir çoban, ona tâbi olanlar da onun kör sürüsüdür. (11:98)

[email protected]

CHP yol ayrımındaALI BULAÇ

Türkiye, açık veya üstü örtük siyasetin ve-sayet altında yol almaya çalıştığı bir ülke. İlk müdahale olan 27 Mayıs’ta CHP önemli rol oynadı. Aydınlar genellikle CHP’nin yanında yer alır. Türkiye’de aydının seçkinci karakteri dolayısıyla mer-kez sağ veya Milli Görüş partilerine değil de CHP’ye yakınlık göstermesi CHP’yi oy deposu olan kitlelerden ayırır. Kılıçdaroğlu elitlere saygı gös-terip elitizme karşı çıkarken önemli bir sorunun altını çizmiş oluyor.

Bu açıdan CHP’nin en kıdemli siya-setçilerinden Deniz Baykal’ın gözlemleri önemlidir. “Siyasal Katılıma Bir Davranış İncelemesi” adlı kitabında (1970-Ankara, s. 117-118) Deniz Baykal iki siyaset arasındaki farkı şöyle anlatır:

“Belli ilkeler grubuna göre toplumu düzenleme amacına yönelmiş bir siyaset anlayışı vardır... (Bu ilkelerin) belli bir soyut değer açısından taşıdıkları önem özellikle ağır basmaktadır. Böyle bir değerlendirme-

nin yapılması ise, entelektüel bir faaliyeti gerekli kılmaktadır. CHP’nin toplumdaki elit gruplara bağlılığı buradan gelmektedir. CHP hareketinin altında yatan siyaset anlayışı, belli soyut değerlere göre taşıdıkları önem dolayısıyla seçilmiş bazı ilkelere dayanarak toplumu düzenlemek amacına yönelmiştir. Bu durum da onu bu değerlerle uğraşan

toplumsal gruplara karşı hassas hale getirmektedir. Buna karşılık, DP çizgisinde yer alan hareketin altında yatan siyaset anlayışı, belli ilkelere göre toplumu düzenlemek amacına yönelmiş değildir. Bu, daha çok toplumda karşı tepki şeklinde ken-dini gösteren bir siyaset anlayışıdır. Bunun içinde, ortada görülen ilkeler,

siyasal faaliyete yön vermek üzere önceden konulmuş ilkeler değil, faaliyetin sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan ilkelerdir. Bu anlayışa göre siyaset, toplumsal dengenin bir muhassalasıdır, yoksa o dengeyi değişti-recek bir araç değil. Bununla ilgili olarak, AP (Adalet Partisi), soyut değerlerle uğraşan-lardan değil, toplumun tabanından gelecek taleplere, baskılara karşı hassastır. Seçim planındaki başarısı da bunun sonucudur.”

Baykal CHP ile sağ kitle partileri arasın-

daki farkları beş noktada toplar:“1 - CHP geleneğinde önemli olan,

belli bir çözümün “soyut değeri ve rasyonel geçerliliği”dir. DP (Demokrat Parti)-AP çiz-gisinde ise çözümlerin sosyal işleyebilirliliği, talep-imkân dengesi yani “fonksiyonel” değeri önemlidir.

2 - CHP’nin siyaset anlayışı “sistematik ve ütopik” olduğu halde, DP-AP’ninki “ampirik ve pragmatik”tir.

3 - CHP’nin siyaset anlayışı “elitist (seç-kinci)”, sağ kitle partilerinki ise “popülist (halkçı)” niteliktedir.

4 - Kadroların temel yaklaşımı farklıdır. CHP anlayışında siyasî kadro “misyoner tipler”den, DP-AP çizgisinde ise kadrolar “siyasî komisyoncu (political brokers)” denilen tiplerden oluşmaktadır.

5 - İki parti tipinin ihtiyaçlar karşısındaki tavırları da farklıdır. CHP çizgisi, sürekli olarak ihtiyaçların tatminini geriye bırakmak, uzun vadeli ihtiyaçları ön plana almak eğilimi göstereceği halde, DP-AP çizgisi ani ve kısa vadeli tatminler arayacaktır.”

1980’lerden sonra Bülent Ecevit de, Tür-kiye’de sol hareket içinde etkin olan seçkinci-lerden yakınmıştı. Ancak Ecevit ve diğer sol, sosyal demokrat ve sosyalist hareket içinde

yer alanlar, kendilerini değiştirme, toplumun değişen ihtiyacı ve yükselen taleplerine göre politikalarını yeniden düzenleme yolunda adım atmadılar. Aydınlar kendileri için öz-gürlük, halk için despotizmi öngörmüşlerdir. Beş müdahaleye ve aydının genelde itirazına rağmen 1950’den bu yana sağ partilerin siyasal iktidarı ellerinde tutmaları (DP-AP-ANAP- RP-AK Parti), Tek Parti geleneğine ve onun temel varsayımlarına bağlı olan seçkinlere, aydınlara ve bunların somut ifadesi olan siyasal partilere karşı halkın gerçek tutumunun ne olduğunu yeterince göstermektedir. Zamana karşı dayanıklı tek parti vardır, o da CHP’dir, çünkü CHP sadece devletin partisi değil, devletin kendisi olmak istemektedir.

Ancak tarihinde ilk defa CHP kenara itildi, AK Parti iktidarı onu “çevre partisi” olmaya zorladı. Şimdi CHP yol ayrımında bulunuyor; ya paradigmatik bir değişim geçirecek veya Türkiye her defasında meşru seçimleri kazanan tek parti yönetimine doğru giderken sadece seyredecek. Kılıçdaroğlu bunun farkında, bir hamle yapmak istiyor.

[email protected]

Vicdan ve adaBaşbakan Yardımcısı ve Hükümet

Sözcüsü Bülent Arınç’ın geçtiğimiz gün yaptığı konuşma gerçekliğin farklı olarak algılanması bir yana, siyasetin hakikati ne derece büküp, kendi mantık kaidelerine oturtmaya çalıştığının da ibretli bir belgesi olarak tarihe geçti. En basitinden özel okul teşviklerinde yapılan ve hakkaniyetle uzaktan yakından ilgisi olmayan, vicdanları yaralayan ayrımcılık daha taze iken, Arınç’ın, “Yaptığımız şey bir Gestapoculuk değildir, hukuk içinde hareket edeceğiz. Bütün mücadelemiz hukuk içerisinde olacak.” demesi, kusura bakmasın ama havada kalıyor.

Geçmişte bahsini ettiği okullar hakkında yaptığı konuşmaları hatırlatan Arınç’ın, bugün bu okullara reva görülen zulümleri ve gizli açık yapılanları bilmemesi sanırım mümkün değil. Meselenin ‘paralel yapı’ değil, sivil bir hareketi topyekûn bitirme operasyonu olduğu artık herkesin malumu. Bunu “fetret devri istiyorlar” türünden siyasi mülahazalarla yapılan açıklamalarla izah etmek mızrağı çuvala sığdırmıyor maalesef.

Hiçbir fenalık yapılamasa dahi, ortasından yol geçirilen, olmadı tablalarına göz dikilen eğitim kurumlarına yapılan haksızlıkların ‘saflık’la hele hele hak ve hukuk ile izahı mümkün olamıyor.

Kaldı ki, hukuk sanırım darbe dönemlerinde bile bu kadar yara almamıştı sevgili okur. ‘Hükümete darbe’ gibi ciddi bir davanın iddianamesi hepi/topu üç sayfa mı olur?

Sayın Arınç’ın haklı olduğu tek husus var. Hukuk devletinde hiçbir paralel yapılanmaya izin verilmemeli. Üzerine gidilmeli, sorumlular bulunup hesap sorulmalı. Kesinlikle haklıdır. Ancak eksiktir. Böyle bir iddiayla yola çıkıp, tarihin en büyük memur kıyımını yapmak da insaf sınırları dâhilinde midir? Fişlemeden en çok Arınç ve yol arkadaşları çekmiştir. Sanırım, şu anda ülke genelinde bütün işlerin fişleme, yaftalamayla yürüdüğünü bilmiyor Sayın Hükümet Sözcüsü.

Gece gündüz yapılan yayınlarla halkın

bir kesiminin nasıl şeytanlaştırıldığına vicdanı el veriyor diyelim, Anadolu’nun samimi insanlarının sırf bir siyasi partiye sempati duymuyor diye üzerine nasıl çullanıldığını, müfettişler salındığını, açıklarının özenle arandığını, olmadı ayrımcılığa tabi tutulduklarından da habersiz sanırım.

Samimiyetle söyleyeyim ki; biz Bülent Arınç’ı siyasetin vicdanı olarak bildik yıllar yılı. Özellikle 28 Şubat’taki nefes kesen baskı ve sindirmeler dönemindeki vicdanlı çıkışları hâlâ hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır. Bakkalın, kebapçının ‘irticacı’ diye fişlenip ötekileştirildiği dönemlerde uzatılan mikrofona ‘madem öyle hepimizi bir adaya doldurun orada yaşayalım’ dediğini dün gibi hatırlıyorum. Şimdi aynı insafsızlığı bizzat yapan tarafta olmak Arınç’ın vicdanını hiç mi rahatsız etmez, bilmek isterim şahsen!

Doğrudur, varsa ‘çete’ yapılanması içinde olanlar tespit edilip kesinlikle hesap sorulsun. Ama fişleyenlere de hesap sorulmalı bile en azından bir cümle edilmesini beklemek hakkı değil mi bu milletin? Aylardır çiğnenip duran ‘paralel’ sakızı her türlü fenalığa göz yummanın gerekçesi olabilir mi? Banka batırmaktan medya sindirmeye, okulları kapatmaktan teşvik ayrımcılığına kadar her gün yaşanan onlarca haksızlık ve insafsızlık vicdanlı insanları rahatsız etmez mi?

Her şeyi bir kenara bırakıp, Malatya’daki bir okulun müdürü olan Zeki Göçer’in şu sorusuna cevap verecek vicdanlı biri çıkar mı: “1 Eylül’de teşvikten faydalanan okulların listesi açıklandığında Malatya’daki tüm özel okulların kapsam içinde olduğunu görmüştük. 4 Eylül’e gelindiğinde sadece kurumumuza ait okulların listeden çıkarıldığını gördük. Ben şimdi ‘1 Eylül’de nasıl ve hangi kriterlere göre listeye girdik. 4 Eylül’de neden çıkarıldık?’ diye soruyorum.” Galiba gerçekten birileri safmış ama…

Adalardan birinin adını ‘Paralel’ koyup insanları oraya mı yollamak lazım acaba? [email protected]

Page 40: Zamandk275 eg

40 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANYORUM

DAĞISTAN ÇETİNKAYA KRAL VE SOYTARI

Dinlemeler, kafa karışıklığı ve hukukî durumMUSTAFA ZEKI YILDIRIM*

1Ceza Muhakemesi Hukuku’nda yer alan her türlü koruma tedbiri kişinin

herhangi bir temel hakkına müdahale teş-kil eder. Ancak suç işleyenlerin bulunup cezalandırılmasında kamu yararı olduğu için amaca uygun orantılı müdahaleleri, Anayasa, hukuka uygun bulmuştur. Koruma tedbirlerinin kişi haklarına müdahale teşkil etmesi de farklılık arz eder. Bunların en ağırı tutuklama ise yakalama, gözaltı, arama da yine ağır müdahalelerdir. Dinlemeler ise kişi haklarına, basında oluşturulan havanın aksine temel haklara diğerlerine nazaran daha hafi f müdahaledir.

Polisin yasalardan kaynaklanan görev-lerine baktığımızda; iki temel görevi ortaya çıkıyor. a-Adli kolluk; suç işlenmesinden sonra, cumhuriyet savcısının emir ve ta-limatlarıyla yürütülen, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanımlanan faaliyetler. b- İdari kolluk; asayişin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, kamu güvenliği ve düzeninin korunmasına dönük faaliyetlerdir. “Dinle-meler” de suç işlenmesinin önlenmesine dönük istihbarî (önleme amaçlı) dinlemeler ile suç işlendikten sonra suç delili elde etmeye dönük adli dinlemeler olarak farklı düzenlenmiş, adli dinlemeler niteliği gereği daha sıkı kurallara bağlanmıştır.

Adli dinleme şöyle özetlenebilir: Bir suç ihbarı durumunda, (öldürme, rüşvet, hakaret gibi) cumhuriyet savcısının, emrindeki adli kolluk (polis vb.) vasıtasıyla, suçu işleyeni ve onu mahkûm etmeye yetecek delilleri bulup mahkemenin huzuruna getirmesi gerekir. Suç işleyen kişi, kendisini ve suç delillerini gizlemesi, tahrif etmesi muhtemel olduğu için, her türlü delil ihtimali hukuka uygun yollarla tespit edilip koruma altına alınması zorunluluktur.

İşte suç şüphesi altında olan kişiyle ilgili, iletişimin kayıt altına alınması da delil elde etme yöntemlerinden biridir. Usulüne uygun bir şekilde yapılan dinlemelerde elde edilen bilgiler, delil olarak mahkemede kullanılır. Bu delillere dayanarak kişinin suç işlediğine hükmedilebilir. Ayrıca kovuşturma safhasında, duruşmalarda bu deliller dile getirileceği için aleniyet kazanır, herkes tarafından bilinme imkânı olur. Demek ki, dinlenen kişi açısından iki olumsuz netice ortaya çıkar. Konuştuklarının aleyhine delil olması, konuşulanların herkes tarafından bilinebilir olması. İstihbarî dinlemelerde bu iki olumsuz netice yasayla önlenmiştir.

Bundan dolayı yasa, hâkimin dinlemeye karar verebilmesi için kişinin suçu işlediği hakkında “somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı” ayrıca “başka

suretle delil elde edilmesi imkânının bu-lunmaması” şartlarının gerçekleşmesini aramıştır.

İstihbarî (önleme) dinlemesi ise; ortada henüz bir suç yok iken, suç oluşumları, yabancı ülke faaliyetleri, bunların birbirle-riyle ilişkileri ve faaliyetlerini takip etmek, işlenmesi muhtemel bazı suçları önlemek amacıyla, hâkim kararıyla yapılan dinle-melerdir. İstihbarat birimi (MİT, Jandarma İstihbarat, Emniyet İstihbarat) öngördüğü suç tehlikesiyle ilişkili kişileri belli bir süre dinler. Dinleme sonlandırıldığında dinleme kayıtları yok edilir, bu dinlemeler kimseyle paylaşılmaz, ifşa edilmez. Bu dinlemelerde elde edilen herhangi bir bilgi veya suç delili mahkemede kişi aleyhine kullanılmaz.

1) İlgili kanunda (PVSK ek m.7) önleme dinleme yetkisi polis istihbarat birimine de verilmiştir. Bu düzenlemeyi değerlendirmek gerekirse şunlar söylenebilir:

İstihbarî (önleyici) dinleme bir uzmanlık sahasıdır, ayrıca niteliği gereği (örgütlü suçlar, karşı casusluk vb.) gizlilik gerektirir. Yasa elde edilen bilgilerin amaçları dışında kullanılamayacağını, elde edilen bilgi ve kayıtların saklanmasında ve korunmasında gizlilik ilkesi geçerli olduğunu belirtmiştir. Demek ki temel yaklaşım dinlenen kişilerin ve elde edilen bilgilerin gizli tutulması, ifşa olmamasıdır. Buna aykırı davranışlar suç olarak kabul edilmiştir. Dinleme konusunda takdir hakkı istihbarî dinlemeye ihtiyaç duyan emniyet istihbarata aittir. Dinleme talebinde olması gereken “tedbire başvurul-masını gerektiren nedenler belirtilir” ifadesi genel dinleme taleplerini engelleyici, keyfi liği

önlemeye dönük bir düzenlemedir.2) Kanun hâkim kararı aramış, ancak

hâkime adli dinlemede olduğu gibi değerlen-dirme kriteri vermemiştir. Bu durum keyfi liğe yol açacağı şeklinde eleştirilmiştir. Esasında ortada henüz bir suç yok iken, aynı zamanda belli bir uzmanlık gerektiren bir sahada, hâkimin istihbarî anlamda bu dinlemelerin gerekli olup olmadığı konusunda değerlen-dirme yapması, yasa koyucu kendisinden beklememiştir. Burada hâkimden beklenen; hakkın kötüye kullanılmasının mevzubahis olup olmadığı, nedensiz, keyfi , genel bir dinleme talebi olup olmadığı, bunun yanında yasada belirtilen teknik konulara -süreler gibi- uyulup uyulmadığı değerlendirmesidir. Hâkim kararında ayrıca şöyle bir fayda vardır; dinlemeleri talep eden kurumun dışında, bağımsız bir devlet erki tarafından; kimin talebiyle, ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiği saatiyle kayıtlara girdiği için, bu tür dinlemelerle elde edilen bilgilerin kötüye kullanılması engellenmiştir.

3) Yasa “hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı telefon numaraları veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodundan belirlenebilenler”in dinleme talebinde ol-masını istemiştir. Bu düzenlemenin anlamı, kanaatimce dinleme kararlarında mutlaka gerçek kimlik bilgilerinin olması, bu bilgiler yok ise bu talebin usulsüz ve yanıltıcı olduğu anlamına gelmeyeceğidir. Tersi bir yaklaşım istihbarî dinlemenin niteliğine, ruhuna ay-kırıdır, dinleyeceğiniz kimsenin açık kimlik bilgileri size verilmez, bazen tespit edemez-siniz, aynı zamanda bazen gerçek bilgilerin

girilmesi, hususiyle tanınan kişiler açısından gizliliği ortadan kaldırıcı, dinlenen kişinin ifşa olmasına imkân sağlayıcı etkisi olabilir. Ayrıca diğer ülkelerin yürüttüğü casusluk faaliyetlerine karşı gerçek isimle dinlemek bazen sizin yıllar süren çalışmalarınızın ifşa olmasına neden olabilir. Çünkü dinleme talebi üç birimden geçerek gerçekleşiyor. İstihbarat birimi talep ediyor, hâkim karar veriyor, TİB değerlendirip uyguluyor. Bu kademeleri, burada çalışanları düşündü-ğünüzde bazen istihbarî dinlemeyi gerçek isimle yapmak anlamsızlaşır. Bu konuda takdir istihbarat birimlerinindir. Önemli olan hâkim açısından dinlenen telefonun, diğerlerinden ayrıştıracak bilgilerin kimlik kayıtlarına girilmesidir. Yasal düzenleme de bu yoruma imkân vermektedir. Yasada yer alan “veya” bağlacı “belirlenebilenler” ifadesi kimlik bilgilerinin doğru olması zorunluluğu konusunda amir bir hükmün olmadığını ifade etmektedir. Oysa ceza yargılamasında şüphelinin kimliğiyle ilgili sorulara doğru cevap vereceği vurgulan-mıştır. Yine iddianamede şüphelinin kimlik bilgilerinin olması aranmış, ancak doktrinde belirtildiği gibi bu bilgilerin bilinmemesi du-rumunda “ona geçici bir kimlik verilerek bu koşul yerine getirilmeli, İddianame düzen-lenmelidir. İddianame bu sebepten dolayı reddedilmemelidir.” (Centel, Zafer; s.136) denilerek, gerçek olmayan kimlik bilgilerinin kullanılarak iddianamenin düzenlenebileceği belirtilmiştir.

Netice itibarıyla istihbarî (önleme amaçlı) dinlemeler; günümüz şartlarında, birey ve toplumun güven içersinde yaşayabilmesi ve ülke çıkarları açısından zorunluluktur, kamu yararı vardır. Suiistimallerin önlenmesi için istihbarat birimlerinin dışında, hâkim kararının istenmesi, dinlemeleri TİB yerine getirmesi, yerinde düzenlemelerdir.

Anlaşılması ve izahı mümkün olmayan, yabancı ülkelerin sizi (Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Merkez Bankası, Genelkurmay Başkanlığı, Bakanlar Kurulu vb.) dinlediğinin ifşa ve kabul edildiği, hükümranlık hakları-nıza müdahale edildiğinin sabit olması kar-şısında, ölçülü bir tepki veremeyişiniz, buna karşılık devletinizin yetkili kurumlarının, ya-sal görevleri gereği dinlemelerine karşı en üst perdeden en ağır ithamlarda bulunmanızdır. Bu yaklaşım, ülke çıkarlarının (siyasi, askeri, bilimsel, ekonomik vb.) her türlü tehlikeye açık olması, vatandaşların (şantaj, tehdit vb. fi illere karşı) korunmasız kalması demektir. Hiç kimse konuya kendi özel ajandasına göre bakmamalı, kamu menfaatlerini önceleyerek değerlendirmelidir.

*Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi

Page 41: Zamandk275 eg

Ekrem Dumanlı

Sayıların altında ezilmek: Çoğunluk zulmüGüçlü olan mı haklıdır; haklı olan

mı güçlüdür? Kadim bir tartışmadır bu. En çok da, uzun seneler boyu mağdu-riyetler yaşayan İslam dünyası cevap aramıştır bu suale. Kur’an, sünnet ve tarihî tecrübeler Müslümanları kesin bir hükme taşımıştır: Aslolan haktır; güç değil. Güçlü hale geldiğinizde ise İslam ayrıca sizi ikaz eder, zulümden sakın-dırıp adalete çağırır. Bugün demokratik rejimler olarak gördüğümüz yerler ise bu gerçeği acı tecrübelerle idrak etmiş, iktidarları denetleyen ve dengeleyen kural ve kurumlar ihdas etmiştir.

Sayılar insanı çoğu kez aldatır, şı-martır, küstahlaştırır azgınlaştırır; çünkü aslolan hakkı hatırlamak, gücü adalet üzerine kullanmaktır. Aklını rakamlarla bozmuş, hakkaniyet ve adaleti çoğunluk desteğine inhisar etmiş insanları Kur’an defalarca uyarıyor. Sadece Tekasür Suresi bile kemmiyet altında ezilmenin vahametini gözler önüne seriyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir” adlı eserinde sureye şu anlam veriliyor: “Çoğalma yarışı diye çevirdiğimiz, birinci ayetteki ‘tekasür’ kelimesi, bu sure bağlamında özellikle ‘yüksek bir amaç gütmeden, ne-den niçin demeden mal, evlat, yardımcı, hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çoğunluk ile övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevi ve ahlakî sorumluluğu düşünmeden alabildiğine kazanma hır-sına kaptırmak’ anlamına gelmektedir.”

Tekasür Suresi’nin ilk iki ayetinde “(1) Çoğalma yarışında kendinizi öyle kaptırdınız ki (2) Sonunda (kimin yakını daha çok diye) kabirlere bile gittiniz!” buyruluyor. Aynı tefsirde, “Çokluk yarı-şı”nda kendini haklı ve güçlü göstermek için kabirlerdeki yakınlarını bile saymaya kalkışanları anlatırken cahiliye Arapla-rına atıfta bulunup övünç için atalarını, mallarını, mülklerini, evlatlarını sayması naklediyor ve şu manidar yorumla manaya derinlik katıyor: Taraftarların çoğunluğu ile övünme…

Dünyanın şirazesi kaydı. Müslüman-ların İman-İslâm-İhsan temelleri üzerine kurulu muvazenesi de bozuldu maalesef. Özellikle “siyasal İslam” diye anılan ce-reyanlar, “sandığa yansıyan halk iradesi” diye bir kavrama adeta imanî bir anlam yükledi. Tabii ki kitle desteğinin makul bir yeri, makbul bir izahı var; ancak hak ve adaleti sayılara mahkûm etmek zulüm dolu bir sapmaya vesile olabilir. Tarihte örneği çok bunun. Üstelik her şeyi halk desteğine bağlamak, çelişki dolu bir önermeyi içinde barındırıyor. Mesela temel ölçüyü alınan oya indirgerseniz şu tip soruların içinden nasıl çıkabilirsiniz: “Geçmişte çok düşük oylar almıştınız; ölçünüz sandığa yansıyan oy miktarıysa dün ‘batıl’dınız bugün ‘hak’ mı oldunuz? Yarın sandıktaki denge değişirse yeniden ‘batıl’ durumuna mı düşeceksiniz?” Daha çetin soru: “Sandıktan zaferle çıkan nice siyasî lider/oluşum var; onların yüksek miktarda oy alması yürüttükleri politikaların hakperest ve adalet üzere olduğunun delili sayılabilir mi?”

Asıl konu şudur: Partiler, gruplar, cemiyetler yaygınlaşmak ister. İşte tam bu noktada güç sarhoşluğuna dûçar olmamak, hak ve adaletten ayrılmamak,

çoğunluğun şımarık zulmüne boyun eğmemek gerekiyor. Hele hele “nesil yetiştirmek” gibi iddianız varsa, kem-miyet-keyfiyet meselesine çok fazla kafa yormanız gerekiyor. Unutmayın: İslam’ın ilk 15 senesinde münafık diye bir zümre de yoktu, öyle bir kavram da. Bedir zaferinden sonra Müslüman-lık, toplumsal bir güç merkezi haline geldiğinde içi dışı aynı olmayanlar, yalancılığı meslek haline getirenler Müslüman’mış gibi görünmeye başladı. Bu arada menfaat umarak ya da kor-karak Müslümanların arasına sızmaya başlayanlar oldu. Bozgunculuk yapan ve fitne çıkaran bu kitle Kur’an ve Hz. Peygamber tarafından deşifre edildi. İnsanlık tarihinin en duru döneminde bile menfaatperest ve korkakların boz-gunculuğuna dikkat çekiliyor; demek ki sahte mücahitlerin fitnesi kıyamete kadar sürecek ve o zümre kıblesini hep

güce göre ayarlayacak. Münafık hep gücün yanında yer aldığı için zulüm saflarında yer almaya da mecburdur...

Yetiştiricileri yetiştirmeden, ha bire büyümeye çalışmak tarihî bir hatadır. Yarım yamalak eğitimden geçmiş, me-selenin lübbü değil kışrı etrafında başı dönmüş nesiller yetiştirirseniz ne bin bir ümitle o işi yapanlar muradına erer; ne de sizin yaldızlı laflarınıza umut bağla-yanlar. Adanmış ruhlar, beklentisiz ne-siller, fedakâr yiğitler, hasbî ve diğerkâm insanlar yetişsin istiyorsanız, önce hak ve adaleti yerli yerine oturtacaksınız; çünkü zalimlerin yetiştirdiği hayırlı bir nesil hiçbir zaman olmadı; olamaz da!

Ille de hukuk, ille de hukuk!Aylardır zulmediliyor. Devlet me-

murlarının bir kısmı meslekten atılıyor, diğer bir kısmı sürgün üstüne sürgüne tabi tutuluyor. İşadamları pervasızca

fişleniyor ve işyerlerine vergi memurları gönderiliyor. Bir bankayı batırmak için en alçak yayınlar yapılıyor, sudan ba-hanelerle eğitim yuvalarının kapılarına kilit vuruluyor. Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli âlimlerden birine ağza alın-mayacak hakaretler savruluyor. Türkiye, Türkiye olalı böyle boğucu bir atmosfere şahit olmadı…

Hukuk ayaklar altına alındı, alınıyor. Keyfî uygulamalarla insanlar hakkında işlem yapılsın isteniyor. Tabii ki talep edilen icraatlar, hukuksuz ve çok ağır suç. Bir gün bu ülke normalleştiğinde yukarıdan dikte edilen hukuk dışı her işlemin hesabını hukuk bizzat soracak. Sorması gerekiyor. Bugün sözlü talimatla yargıya, idareye, hukuksuz iş yaptıranlar yarın kendilerini savunabilecekleri kur-nazlık sergileyebilir; ama o talimatları uygulayanların kaçacak yeri olmayacak. Sözlü talimat verenler, suç ortaklarını yapayalnız bırakacak çünkü...

Hukuksuz taleplere karşı dik duran-lara ayrıca linç kampanyası düzenleniyor. Yargıtay Başkanı Ali Alkan, adlî yıl açılı-şında yargı üstündeki baskıları gündeme getirdi. Tarihî bir belge bıraktı arkasında. Bir gün siyasetin yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını nasıl ayaklar altına aldığı incelendiğinde, o tarihî konuşma önemli bir hüccet olacak.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç, katıldığı adlî yıl açılış resep-siyonunda çok açık ve net konuştu. İhbar mektuplarıyla insanların karalandığını, ortada somut belge olmaksızın fişlen-diğini çok net dile getirdi ve kendisine gelen hukuk dışı fişleme raporlarını -ki fişleme anayasal suçtur- “kaldırıp attığını” söyledi. AYM Başkanı’na yakışan da budur! Partizan zorbaların AYM Başkanı’na var gücüyle saldırması geldiğimiz noktanın acı bir göstergesidir. Bir azgınlığın yansımasıdır...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e gazeteciler soru sormuş o da cevap vermiş. Aynı hukukî duruşu sergiliyor Genelkurmay Başkanı ve bazı “siviller”e demokrasi dersi veriyor. Genelkurmay Başkanı sıfatını taşıyan bir kişinin ortada bir iddia varsa deliller istemesi kadar doğal bir şey olabilir mi? Eskiden Tayyip Erdoğan da, Abdullah Gül de, diğer AK Parti kurmayları da delilsiz iddialara karşı çıkardı. AK Par-tili yetkililerin YAŞ kararlarıyla atılan askerler ile ilgili söylediklerini hatırlayın lütfen. Genelkurmay Başkanı bugün aynı şeyi ifade ediyor. Kaderin cilvesine bakın ki o gün askerler “delilsiz fişlemeler”le insanlara zulmediyor siyasiler buna direniyor, hukuk dışı kararlara “şerh” koyuyorlardı; bugün aynı siyasi kadrolar delilsiz ispatsız fişlemelerle hukuksuz bir icraat talep ediyor, askerler evrensel hukuk kurallarına vurgu yapıyor.

Yargıtay Başkanı’na, AYM Başka-nı’na ve Genelkurmay Başkanı’na tepki gösterenler tarihî bir hata yapıyor; çünkü hukuk herkese lazım; özellikle de siyaset yapanlara. Tarihte bir tanecik örneği var mı ki zulüm ile âbâd olunabilsin. Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı, yeni başbakan ve yeni bakanlar ile girdiği bu yeni dönemde evrensel hukukun en temel ilkesine geri dönmesi, çağdışı cadı avı hevesinden vazgeçmesi gerekiyor.

10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANYORUM41

Page 42: Zamandk275 eg

1

2

3

4

5

6

7

Yklmş,

harap olmuş

İstavritin küçüğü olan

balk

Çekmeceli

çamaşr

dolabSki

Baston

Suçu bağşlam

a

Küçük, minik

Hyanet, hainlik

Kafiye

Yarş bölümü

Caka

Zor olmayan

Şark sözü tekrar

Hintli

Yine hecesi

Alt resimdeki

âmâ şarkc

Bir ada ülkesi

Canl, hayatta

Japon güreşi

Hatr

Torunu olan kadn

Çiçek demeti

Nihayet, bitim

İç sknts

Akira Kurosava film

iBir aktör (Tanju...)

Yark, yrtk

Çizgili kumaş

Nezir

Beyaz

Atn yavrusu

Kuş sesi

Baryumun

remzi

Ömrün kalan ksm

Ufuklar

Ksaca indiyum

Güç, kuvvet

Bir sunucu (...Yeprem

)

Konya’da bir baraj

Boyun

Eski dilde su

Eski bir başlk

Dünyann tarlas

Teoloji

Değerli bir taş

Gümüşün

remzi

Cet

Sinir hastalklar

Özür dileme

Tekin olm

ayan

Yasa

Zorla, zoraki

Yabani hayvan barnağ

Kiloamper

Kt

Bir gezegen

Güzel koku

Bağrma

Maden ocağ

yoluRom

anya’nn başkenti

Bir mezhep

imam

Üst resim

de (...Dündar)

Elinden skça kaza çkan

Müslüm

an’n kblesi

Yaşamsal

Zemine

paralel olan, ufki

Kaln ağaç başlar

Kalayn sem

bolü

Tayin

Alg

Denge

Halinyumun

remzi

Bir canl grubuu

Sevgiil veya uçurum

Bir dilek şart eki

Krmz

Şikar

Bir nota

Bayan rahip

Metal

Yavşan otu

Kulağn duyduğu

Bir müzik aleti

Bir müzik aleti

Dinin direği olan ibadet

Yaşam

Ylan

Merdiven ayağ

Denizin kabarm

as

En küçük askeri birlikKsa vadeli serm

aye

y.sab rioglu@za m

an.com.tr

1910 OCAK 2013 PERŞEM

BE ZA MAN

BULMACA

Ha zýr la yan: YAL ÇIN SAB RÝ OÐ LU

Çocuk dilinde pis

Bir mastar eki

Fotoğraf

Kraliçe başlğ

Bir Amerika

ülkesi

Büyük sert kaya

Tanesi olm

ayan

Ksaca oksijen

Ksaca kalsiyum

Efendimiz’in

halas

Mehm

et Akif Ersoy’un eseri

ÞÝF

RE

KE

LÝ ME

:1

23

45

67

KE

ME

A

VI

SU

DO

KU

BU

LM

AC

A

Tab lo da ki tram lý ka lýn çiz gi ler le be lir len-

miþ 3’e 3’lük ka re le re, 1’den 9’a ka dar

ra kam la rý bi rer kez kul la na rak yer leþ ti-

rin. Öy le yer leþ tir me yap m

a lý sý nýz ki, bü tün 3 lük le ri dol dur du ðu nuz da tab lo-nun bü tün ku tu la rý yu ka rý dan aþa ðý ya ve sol dan sa ða 1’den 9’a ka dar ra kam

lar-dan bi rer kez kul la nýl m

ýþ ol sun.

NKÜ

SUD

OKU

ÇÖZÜ

67

5

57

96

34

94

3

29

16

43

13

6

35

61

78

12

8

26

18

97

67

9

69

81

34

25

7

71

32

59

86

4

42

56

87

93

1

86

25

73

94

1

19

74

86

53

2

54

32

19

87

6

41

67

29

38

5

97

83

45

62

1

35

21

68

79

4

Ü

K N

Ç

N

M

Z Ü

K

R

E M

E

T

K A

T A

K O

L

M

Ü

Ç R

O

B

L

I N

M

L

A K

A D

U

B

Ş İ

D

O

M

A S

Ý S

Þ B

A K

Ý N

R

E

V

Z K

U

T E

M

K İ

N

Ý G

N

Ý Ç

E A

P F

A H

E

R

O

R

A R

Ý

B

H

B K

V V

S Ü

G

Ý D

Y

G E

U

H

E M

Þ

İ R

E

K R

L

O

D

Ð Y

T E

Ü

M

R

J Ğ

E T

T A

Ý R

O

M

V E

A V

Ý M

L

A N

Ü

B

Y C

O

Ü

O

S R

U

C

U

N

E G

L Ý

A

T Ð

R

S Ü

L

A N

R

T

A R

M

C

F E

Z E

G M

L

N

Ý M

O

Ü

T

Ý

K A

D

R

A Ç

E S

A L

E Z

Ö

S

U

D

L Z

O

S G

K F

Ü

H

Ý J

L

R

Ü

G Ý

Y L

R

O

S A

L Ð

N

E

G E

Ý A

E C

E Ü

L

Y Y

Ü

G Z

A Z

Ð N

Z

R

P L

Ý R

G

T E

Ö

N

R

G A

U

O

U

E H

Z

L C

O

R

L E

Y Ð

M

D

L N

Ö

L

O

B E

N

R

D

E R

B

L J

İ L

Ü

K Þ

E K

T Ý

K A

V İ

L C

N

U

T A

Þ D

Aþaðýdaki kelim

eleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir m

isiniz?ABD

ULLAH

, BAKANAK, CÝBALÝ, ÇARDAK, D

İŞBUDAK, EGZAM

A, FAYTO

N, GAZO

LÝN, H

EMÞİRE,

ÝNCÝR, KEÞKÜ

L, LENGER, M

ERDANE, N

İKMET, OYLAM

A, Ö

ZGÜN

, PERGEL, RESSAM, SÖ

ZEL, ÞEFKAT, TEM

ERKÜZ, U

RGAN, Ü

NAL, VAKÝT, YERGÝ, ZAM

AN.

��

�İ

��

��

��

����

����

��

���

����

����

����

��

���

��

����

����

����

���

����

��

����

����

����

����

����

��

����

��

���

����

����

����

����

����

����

���

����

���

���

����

����

���

���

����

����

����

��

����

����

���

���

���

����

����

����

����

��

��

����

��

����

���

����

����

��

����

����

����

����

���

���

���

��

����

���

����

���

���

����

����

��

����

���

����

��

���

���

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

��

����

����

�

����

����

����

��

����

����

����

��

���

���

����

����

����

����

����

����

���

���

����

����

����

����

����

����

����

��

����

���

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

��

����

���

����

����

����

��

���������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������

���İ����İ�İ����İ��İ��������������������������İ��İ������������İ��İ���ŞİŞ�İ�������İ�������������������İ����������İ����İ����

SOLDAN SAĞA 1) Eskiden, şehirlerde veya büyük m

erkezlerde hastalara bakm

ak için açlan kuruluş, sağlk yurdu, hastane.– Eski dilde su. 2) Peştam

al, futa.– Bir kta. 3) Süs bitkisi olarak da yetiştirilen, karabuğdaygil-lerden, 1-2 m

etre yüksekliğinde, büyük yaprakl, beyaz çiçekli, çok yllk ve otsu bir bitki.– İslam

’n şartlarndan biri. 4) Tem

bih sözü.– İsviçre’de bir nehir.– Bayağ. 5) Bir bağlaç.– Çok koyu.– Bir organm

z. 6) Padişahlarn gönül alm

ak, ödüllendirmek için birine giydir-

dikleri değerli kumaş veya kürkten

yaplmş giysi, kaftan.– İstanbul’da

bir semt. 7) Avrupa’da bir yarm

ada.– İngiltere’den ABD’ye giderken bir buzdağna çarparak batan, lm

lere konu olm

u ş ünlü transatlantik. 8) Alm

veya satmda bir şeyin para karşl-

ğndaki değeri, eder, paha.– Gemilerde,

ambarlara ve m

akine bölümüne hava

vermek için güverteye açlan baca.

YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Herhangi bir konuda tutulacak yol için üst m

akam-

lardan alt makam

lara belli bir esasa

dayanarak verilen buyruk, talimat. 2)

En fazla, en çok.– Bizmutun sem

bolü. 3) Rivayet eden.– Seslenm

ek veya ilgi ve dikkat çekm

ek için söylenen bir söz. 4) Vücuttan idrarla atlan zararl bir m

adde.– Şundan dolay, şu sebeple, çünkü. 5) Em

eline erişen, gayesine ulaşan, başaran. 6) Süs, gösteriş, debdebe, görkem

. 7) Parola.– Ahenk, ölçü, düzenlilik. 8) Gem

ilere yol gösteren şk kulesi.– Uzaklk işareti. 9) Fasla.– Asya’da bir ülke. 10) Dolayl olarak anlatm

a, üstü kapal olarak belirtme,

ihsas.– Birdenbire, anszn. 11) Bilimsel

niteliği olan. 12) Dikdörtgen biçiminde,

uç ksmnda yarm

çembere benzeyen

bir çknts olan Roma m

ahkemesi.

Dünkü bulmacalarn çözüm

leri

BulmacaRefik Aydýn

r.ay din@za m

an.com.tr

12345678

12

34

56

78

910

1112

12345678

12

34

56

78

910

1112

O T

O B

İ Y

O G

R A

F İ

M

Ü T

E K

A M

İ

L

L S

U N

Y

A K

U T

K

U T

R E

T

M

A R

A B

A

İ

İ K

İ L

E M

R E

Z İ

L

L

B E

T O

N

D A

V A

İ N

E K

Z

A H

İ R

E

K E

T E

N

M

A R

A Z

A

42 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANBULMACA

BULMACALARIN CEVAPLARI 43’NCÜ SAYFADA

Page 43: Zamandk275 eg

1

2

3

4

5

6

7

Yk

lmş

, ha

rap

olm

İsta

vriti

n kü

çüğü

ola

n ba

lk

Çekm

ecel

i ça

maşr

do

lab

Ski

Bast

on

Suçu

bağşl

ama

Küçü

k, m

inik

Hy

anet

, ha

inlik

Kafiy

e

Yarş

böl

ümü

Caka

Zor

olm

ayan

Şark s

özü

tekr

ar

Hin

tli

Yine

hec

esi

Alt

resi

mde

ki

âmâ şa

rkc

Bir

ada

ülke

si

Canl,

haya

tta

Japo

n gü

reşi

Hatr

Toru

nu o

lan

kad

n

Çiçe

k de

met

i

Nih

ayet

, biti

m

İç skn

ts

Aki

ra

Kuro

sava

film

iBi

r ak

tör

(Tan

ju...

)

Yark

, yr

tk

Çizg

ili k

umaş

Nez

ir

Beya

z

Atn

yav

rusu

Kuş

sesi

Bary

umun

re

mzi

Öm

rün

kala

n k

sm

Ufu

klar

Ksa

ca

indi

yum

Güç

, kuv

vet

Bir

sunu

cu

(...Ye

prem

)

Kony

a’da

bir

ba

raj

Boyu

n

Eski

dild

e su

Eski

bir

başlk

Dün

yan

n ta

rlas

Teol

oji

Değ

erli

bir

taş

Güm

üşün

re

mzi

Cet

Sini

r ha

stalk

lar

Özü

r di

lem

e

Teki

n ol

may

an

Yasa

Zorl

a, z

orak

i

Yaba

ni

hayv

an

barn

Kilo

ampe

r

Kt

Bir

geze

gen

Güz

el k

oku

Bağ

rma

Mad

en o

cağ

yo

luRo

man

ya’nn

başk

enti

Bir

mez

hep

imam

Ü

st re

sim

de

(...D

ünda

r)

Elin

den

skç

a ka

za çk

an

Müs

lüm

an’n

k

bles

i

Yaşa

msa

l

Zem

ine

para

lel o

lan,

uf

ki

Kaln

ağa

ç başl

ar

Kala

yn

sem

bolü

Tayi

n

Alg

Den

ge

Hal

inyu

mun

re

mzi

Bir

canl

grub

uu

Sevg

iil v

eya

uçur

um

Bir

dile

k şa

rt

eki

Krm

z

Şika

r

Bir

nota

Baya

n ra

hip

Met

al

Yavş

an o

tu

Kulağ

n du

yduğ

u

Bir

müz

ik a

leti

Bir

müz

ik a

leti

Din

in d

ireği

ol

an ib

adet

Yaşa

m

Yla

n

Mer

dive

n ay

Den

izin

ka

barm

as

En k

üçük

as

keri

birl

ikK

sa v

adel

i se

rmay

e

y.sa

b ri

og

lu@

za m

an

.co

m.t

r

1910

OCA

K 20

13 P

ERŞE

MB

E Z

A M

AN

BULM

ACA

Ha z

ýr la

yan

: YA

L ÇIN

SA

B R

Ý OÐ

LU

Çocu

k di

linde

pis

Bir

mas

tar

eki

Fotoğr

af

Kral

içe

başlğ

Bir

Am

erik

a ül

kesi

Büyü

k se

rt

kaya

Tane

si

olm

ayan

Ksa

ca o

ksije

n

Ksa

ca

kals

iyum

Efen

dim

iz’in

ha

las

Meh

met

Aki

f Er

soy’

un e

seri

ÞÝF

RE

KE

LÝ M

E:

12

34

56

7

KE

ME

A

VI

SU

DO

KU

B

UL

MA

CA

Tab l

o da k

i tra

m lý

ka lýn

çiz

gi le

r le

be lir

len-

miþ

3’e

3’lü

k ka

re le

re,

1’den

9’a

ka d

ar

ra ka

m la

rý b

i rer

kez

kul

la na

rak

yer l

eþ ti

-ri

n.

Öy l

e ye

r leþ

tir m

e ya

p m

a lý s

ý nýz

ki,

bü tü

n 3

lük l

e ri

dol d

ur du

ðu nu

z da

tab l

o-nu

n bü

tün

ku tu

la rý

yu k

a rý d

an a

þa ðý

ya v

e so

l dan

sa ð

a 1’d

en 9

’a k

a dar

ra k

am la

r-da

n bi

rer

kez

kul la

nýl m

ýþ o

l sun

.

NK

Ü S

UD

OK

U

ÇÖ

67

5

5 7

9 6

3 4

94

3

2 9

1 6

4 3

13

6

3 5

6 1

7 8

12

8

2 6

1 8

9 7

67

9

69

81

34

25

7

71

32

59

86

4

42

56

87

93

1

86

25

73

94

1

19

74

86

53

2

54

32

19

87

6

41

67

29

38

5

97

83

45

62

1

35

21

68

79

4

Ü

K

N

Ç

N

M

Z

Ü

K

R

E

M

E

T

K

A

T

A

K

O

L

M

Ü

Ç

R

O

B

L

I N

M

L

A

K

A

D

U

B

Ş

İ

D

O

M

A

S

Ý S

Þ

B

A

K

Ý

N

R

E

V

Z

K

U

T

E

M

K

İ N

Ý

G

N

Ý Ç

E

A

P

F

A

H

E

R

O

R

A

R

Ý B

H

B

K

V

V

S

Ü

G

Ý D

Y

G

E

U

H

E

M

Þ

İ R

E

K

R

L

O

D

Ð

Y

T

E

Ü

M

R

J Ğ

E

T

T

A

Ý

R

O

M

V

E

A

V

Ý M

L

A

N

Ü

B

Y

C

O

Ü

O

S

R

U

C

U

N

E

G

L

Ý A

T

Ð

R

S

Ü

L

A

N

R

T

A

R

M

C

F

E

Z

E

G

M

L

N

Ý M

O

Ü

T

Ý

K

A

D

R

A

Ç

E

S

A

L

E

Z

Ö

S

U

D

L

Z

O

S

G

K

F

Ü

H

Ý J

L

R

Ü

G

Ý Y

L

R

O

S

A

L

Ð

N

E

G

E

Ý A

E

C

E

Ü

L

Y

Y

Ü

G

Z

A

Z

Ð

N

Z

R

P

L

Ý R

G

T

E

Ö

N

R

G

A

U

O

U

E

H

Z

L

C

O

R

L

E

Y

Ð

M

D

L

N

Ö

L

O

B

E

N

R

D

E

R

B

L

J İ

L

Ü

K

Þ

E

K

T

Ý K

A

V

İ

L

C

N

U

T

A

Þ

D

Aþa

ðýd

ak

i k

eli

me

leri

ta

blo

nu

n i

çin

e s

erp

iþti

rdik

. B

un

larý

bu

lab

ilir

mis

iniz

?A

BD

UL

LA

H,

BA

KA

NA

K,

CÝB

AL

Ý, Ç

AR

DA

K,

DİŞ

BU

DA

K,

EG

ZA

MA

, FA

YT

ON

, G

AZ

OL

ÝN,

HE

MÞİR

E,

ÝNC

ÝR,

KE

ÞK

ÜL

, L

EN

GE

R,

ME

RD

AN

E,

NİK

ME

T, O

YL

AM

A,

ÖZ

N,

PE

RG

EL

, R

ES

SA

M,

ZE

L,

ÞE

FK

AT,

TE

ME

RK

ÜZ

, U

RG

AN

, Ü

NA

L,

VA

KÝT

, Y

ER

GÝ,

ZA

MA

N.

��

�İ

��

��

��

����

��

���

���

���

����

��

����

��

���

��

����

����

����

���

����

��

����

��

����

����

����

��

��

����

��

���

����

��

����

����

����

����

��

���

����

��

���

���

����

���

��

���

����

��

����

���

���

����

��

���

���

���

����

����

����

��

����

��

����

��

����

���

����

����

��

����

��

����

����

����

��

����

���

��

��

���

����

���

���

����

����

��

��

����

���

���

���

��

����

����

��

����

����

��

���

����

����

��

����

����

����

����

����

����

��

��

����

����

����

����

����

����

����

��

��

����

���

����

��

��

��

��

��

����

�

����

����

����

��

����

����

����

��

���

���

����

����

��

��

����

����

����

���

���

����

��

����

����

��

��

����

����

��

��

����

���

����

��

����

����

����

��

����

����

����

��

����

����

����

����

����

��

���

��

����

��

����

���

����

����

����

��

����

����

�����

����

�����

����

����

����

����

����

����

�����

����

����

����

������

����

���

����

����

�����

�����

�����

�����

����

���

����

�����

���

����

�����

����

������

���

����

������

����

����

����

����

����

����

������

����

�����

�����

����

����

����

�����

��ŞİŞ�İ��

����

���

����

����

����

����

���

�����

�����

���

���

SOLD

AN S

AĞA

1) E

skid

en, ş

ehir

lerd

e ve

ya b

üyük

mer

kezl

erde

has

tala

ra

bakm

ak iç

in a

çla

n ku

ruluş,

sağ

lk

yurd

u, h

asta

ne.–

Esk

i dild

e su

. 2)

Peş

tam

al, f

uta.

– B

ir kt

a. 3

) Süs

bitk

isi

olar

ak d

a ye

tiştir

ilen,

kar

abuğ

dayg

il-le

rden

, 1-2

met

re y

ükse

kliğ

inde

, büy

ük

yapr

akl,

bey

az ç

içek

li, ç

ok yllk

ve

otsu

bi

r bi

tki.–

İsla

m’n

şar

tlar

ndan

bir

i. 4)

Tem

bih

sözü

.– İs

viçr

e’de

bir

neh

ir.–

Bay

ağ.

5) B

ir b

ağla

ç.–

Çok

koyu

.–

Bir

org

anmz

. 6) P

adiş

ahla

rn

gönü

l al

mak

, ödü

llend

irm

ek iç

in b

irin

e gi

ydir-

dikl

eri d

eğer

li ku

maş

vey

a kü

rkte

n ya

plmş

giy

si, k

afta

n.– İs

tanb

ul’d

a bi

r se

mt.

7) A

vrup

a’da

bir

yarm

ada.

– İn

gilte

re’d

en A

BD

’ye

gide

rken

bir

bu

zdağn

a ça

rpar

ak b

atan

, lm

lere

ko

nu o

lmuş

ünl

ü tr

ansa

tlant

ik. 8

) Alm

ve

ya s

atm

da b

ir ş

eyin

par

a ka

rşl

ndak

i değ

eri,

eder

, pah

a.–

Gem

ilerd

e,

amba

rlar

a ve

mak

ine

bölü

mün

e ha

va

verm

ek iç

in g

üver

teye

lan

baca

. YU

KARI

DAN

AŞAĞ

IYA

1) H

erha

ngi b

ir

konu

da tu

tula

cak

yol i

çin

üst m

akam

-la

rdan

alt

mak

amla

ra b

elli

bir

esas

a

daya

nara

k ve

rile

n bu

yruk

, tal

imat

. 2)

En fa

zla,

en

çok.

– B

izm

utun

sem

bolü

. 3)

Riv

ayet

ede

n.–

Sesl

enm

ek v

eya

ilgi

ve d

ikka

t çek

mek

için

söy

lene

n bi

r sö

z.

4) V

ücut

tan

idra

rla

atla

n za

rarl b

ir

mad

de.–

Şun

dan

dola

y, ş

u se

bepl

e,

çünk

ü. 5

) Em

elin

e er

işen

, gay

esin

e ul

aşan

, baş

aran

. 6) S

üs, g

öste

riş,

de

bdeb

e, g

örke

m. 7

) Par

ola.

– A

henk

, öl

çü, d

üzen

lilik

. 8) G

emile

re y

ol g

öste

ren

şk

kul

esi.–

Uza

klk

işar

eti.

9) F

asla

.–

Asy

a’da

bir

ülk

e. 1

0) D

olay

l ol

arak

an

latm

a, ü

stü

kapa

l ol

arak

bel

irtm

e,

ihsa

s.–

Bir

denb

ire,

anszn

. 11)

Bili

mse

l ni

teliğ

i ola

n. 1

2) D

ikdö

rtge

n bi

çim

inde

, uç

ks

mn

da y

arm

çem

bere

ben

zeye

n bi

r ç

knts o

lan

Rom

a m

ahke

mes

i.

nk

ü b

ulm

aca

lar

n ç

özü

mle

ri

Bulm

aca

Refi

k Ay

dýn

r.ay

din@

za m

an.c

om.t

r

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

O

T O

B

İ

Y

O

G

R

A

F İ

M

Ü

T E

K

A

M

İ

L

L S

U

N

Y

A

K

U

T

K

U

T

R

E

T

M

A

R

A

B

A

İ

İ

K

İ L

E

M

R

E

Z

İ

L

L

B

E

T

O

N

D

A

V

A

İ

N

E

K

Z

A

H

İ

R

E

K

E

T E

N

M

A

R

A

Z

A

1

2

3

4

5

6

Bir k

ağt

kuru

luşu

muz

Buka

lemun

, re

nk

değiş

tireb

ilin

bir h

ayva

n

Kim

yada

bi

zmut

un

rem

zi

Bir o

rganmz

Acem

i

Bir t

iyatro

es

eri

Bir t

ür

mak

ineli

tüfe

k

Boru

sesi

Man

da

yavr

usu

Bir y

eryü

şekli

Ünlü

bir

illizy

onist

Biyo

loji i

le

ilgili

Nİ re

mizl

i ele

men

t

Alan

ya’da

bir

çay

Öldü

rme,

yok

etm

e

Mac

era

düşk

ünü

Dava

lara

baka

n

Mem

leket

ler

Rüzg

ar

Arzu

etm

ek,

rica e

tmek

Bir b

ağlaç

Bary

umun

re

mzi

Şasiy

et

İnsa

nlar

Pasa

k

Bir t

ür to

prak

Bir y

eryü

şekli

Aske

r şap

kas

İtalya

’da o

va

Nefe

sli b

ir ça

lg

Faiz

Durg

unlu

k,

tem

bellik

Tesb

ih b

aşlğ

Ksa

ca

num

ara

Tekm

e

Ruhs

al

bozu

kluk

Kabu

l et

mem

e

Verm

e,

ödem

eEs

ki di

ktat

ör

(...A

min

)

Su Şehi

r

Cehe

nnem

m

eleği

Bir t

ür ce

tvel

Saym

a, sa

ym

Ksa

ca ka

rbon

Bir ş

air

Lezz

et

Fena

değ

il

Edeb

iyatla

ilg

ili

Bir y

ük

hayv

an

Liter

atür

Otom

obild

e bi

r par

ça

Bir ü

lke

Sem

bolü

olan

elem

ent

Vago

n çe

ken

mak

ine

Bir t

ür sa

hne

eser

i

Belir

ti

Ksa

ca

otom

obil

Sana

t akm

Hris

tiyan

din

yüğü

resm

i

Kuş y

uvas

Kona

k,

apar

tman

Acele

, tez

Ksa

ca az

ot

Bir h

arfin

ok

unuş

u

Kötü

, alça

k,

ölüm

cül u

r

Küçü

k cad

de

Ztlk

, çelişk

i

Koru

ma,

ko

llam

a

Yöne

ticilik

Bağm

l

Aşr

müz

ik düşk

ünü

Güçb

eğen

ir

Nesir

de

yap

lan u

yak

Dişi

cin

Resim

deki

Atin

a an

t

Dal, b

ölüm

Habe

rci

San

Yl

Gözü

açk

Ksa

ca p

osta

ku

ruluşu

muz

Hatr

latm

a ya

zs

Bir u

zakl

k ifa

desi

Ticar

et

Bir t

ür ü

rete

ç

Bir h

arfin

ok

unuş

u

Sarlk

Bir t

ür tu

zsuz

pe

ynir

Bir t

ür ka

natl

cek

Dilsi

z

Anka

ra’n

n bi

r ilç

esi

Çabu

k ka

vray

an

y.sa

b rio

glu@

za m

an.c

om.tr

1911

OCA

K 20

13 C

UMA

ZA M

ANBULM

ACA

Ha zý

r la ya

n: Y

AL ÇI

N SA

B RÝ O

Ð LU

Bayağ

Bir i

limiz

Vasf

, key

fiyet

Eğer

Bir t

ür ko

lsuz

üst g

iysisi

Sinem

acla

rn

kulla

ndğ

bir

tür a

let

Düz k

enar

l şa

pka

Ylan

kavi

nam

lu o

luğu

İstan

bul’d

a bir

sem

t

İnce

iğne

işi ile

yap

lan

ÞÝF R

E K

E LÝ

ME

:1

23

45

6

KE

ME

A

VI

Tab l

o da k

i tra

m lý

ka lýn

çiz g

i ler le

be l

ir len

-m

iþ 3’e

3’lü

k ka

re le

re, 1

’den

9’a

ka d

ar

ra ka

m la

rý bi

rer

kez

kul la

na ra

k ye

r leþ t

i-rin

. Öy l

e ye

r leþ t

ir me

yap m

a lý s

ý nýz

ki,

bü tü

n 3

lük l

e ri d

ol du

r du ð

u nuz

da ta

b lo-

nun

bü tü

n ku

tu la

rý yu

ka rý d

an a

þa ðý

ya

ve s

ol da

n sa

ða 1

’den

9’a

ka d

ar r

a kam

-la

r dan

bi re

r kez

kul

la ný

l mýþ

ol su

n.

SU

DO

KU

B

UL

MA

CA

NKÜ

SU

DO

KU

ÇÖZÜ

4

3 5

8

4 9

2

8 3

9

3

9 7

45

29

6

4 9

7

7

2 1

6

6 7

9

7 6

8

48

16

75

39

2

59

38

21

76

4

72

69

43

85

1

21

48

57

96

3

95

81

36

47

2

36

72

94

51

8

73

61

28

54

9

21

93

45

68

7

48

56

79

13

2

Þ F

E Z

Ü

G R

E N

T

C Ý

E J

T A

J S

Ç V

Ý O

A

J T

G S

N

P Ý

T Z

F E

R M

A

N

E T

İ J

E Ü

Ç

A Þ

T K

V A

H

A S

D

L

N

Ý K

U

F D

E

S K

Y A

L A

Y

A E

Ç Ý

Þ Y

Ü

Y A

O

E F

H

A

M

K G

T A

V A

B A

O

T P

Ç O

İ Ü

R

Ð E

E C

S S

N

V R

Z U

G L

M

D

A N

S

M

R V

Ý Ý

Ü

L

O

U

H

A Ð

K A

İ N

M

V

C E

R

R E

A A

V N

A

E G

A L

K D

U

Ý L

G M

L

E Þ

R D

H

Ý

E O

Ð

N

Ý R

I M

R

Ğ E

V T

U

L J

U

Ü

H

E P

T K

T O

N

E

J Y

A Ý

N

R D

R

E A

K İ

L K

R E

Z Ö

E İ

E L

Ð H

Z

V R

N

S L

Ü

A

V T

S Y

Ü

A Ý

Ý K

G A

E H

Ç

A E

O

Y

H

Z Ç

O

N

K Ö

Y

O

U

M

H

R D

Ý

A R

N

U

E A

K Ý

L

Ý G

L T

F Ð

N

K D

K

G N

J

Z

L O

E

A N

S

L P

S E

K F

Ü

P

Þ E

C N

K

A

J E

N

E G

R E

S

Aþað

ýdak

i kel

imel

eri t

ablo

nun

için

e se

rpiþ

tird

ik. B

unla

rý b

ulab

ilir

mis

iniz

?AM

İGO,

AN

TRE,

BAY

AT, C

ÝNAY

ET, Ç

OKG

EN, D

ERGA

H, E

VRAK

, FER

MAN

, GEN

ÝZ, H

ADİS

E, ÝÇ

TEN

, KU

KLA,

LEY

LEK,

MES

LEK,

NER

GÜZE

, OSM

ANLI

, ÖZE

RKLİ

K, P

EYAM

Ý, RE

YHAN

, SER

GEN

, ÞAT

AF,

TEDA

VÝ, U

ÐURL

U, Ü

STÜ

N, V

ÝZÝT

E, Y

AĞM

UR,

ZÝY

AN.

��

�İ

��

��

��

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

�����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

�����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

���

����

����

���

����

����

����

���

����

����

������

�����

�����

�����

�����

�����

������

�����

����

�����

����

������

�����

����

����

�����

����

�����

����

������

�����

���

����

�����

����

�����

�����

����

�����

����

�����

�����

����

�����

����

����

����

�����

���

�����

����

�����

�����

����

�����

����

�����

�����

����

�����

����

����

����

�����

�����

�����

�����

������

���

SOLD

AN SA

ĞA 1)

Ger

çekl

eştir

ilmes

i im

kânsz

tasa

r ve

ya d

üşün

ce.–

Kur’a

n’da

bir

sure

. 2) H

asta

fare

lerd

en

insa

na g

eçen

bir

mik

robu

n ol

uştu

rduğ

u bu

laşc

, öl

dürü

cü b

ir ha

stalk

, tau

n.–

Mut

fak

eşya

s ya

pmn

da, k

âğt

ve

doku

ma

sana

yisin

de k

ulla

nla

n ya

pay

reçin

eler

in ü

retim

inde

yer

ala

n ki

mya

sal b

ir m

adde

. 3) E

ski d

ilde

bağ

r-sa

klar

.– Uy

gunl

uk, m

utab

akat

.– Bi

r so

ru şe

kli.

4) N

iyob

yum

un se

mbo

lü.–

Sine

ma l

mle

rinin

sana

t, eğ

itim

ve

gene

llikl

e kü

ltür a

maç

lar

göz ö

nünd

e tu

tula

rak

topl

andğ

, kor

unduğu

yer

ve

ya k

urum

. 5) K

endi

ne ö

zgü

bir

özel

lik ta

şyan

zam

an p

arça

s.– İ

ki d

arasn

daki

srt

. 6) İ

lanl

ar, d

uyur

ular

.– Ön

, ark

a, sa

ğ, so

l, üs

t, al

t vb.

yan

larn

he

r biri

. 7) K

uşla

rda

ve b

öcek

lerd

e uç

may s

ağla

yan

orga

n.– D

erin

ba

ygn

lk, v

ücut

taki

irad

i faa

liyet

lerin

du

rmas.

8) E

man

et o

lara

k, e

man

et

şekl

inde

.– Bi

r çoğ

ul e

ki.

YUKA

RIDA

N AŞ

AĞIY

A 1)

Çifte

koş

ulan

ökü

zleri

yürü

tmek

için

kul

lan

lan,

ucu

na n

odul

ça

klmş

uzun

değ

nek.

2) İş

gör

mey

i,

çalş

may s

evm

eyen

, çab

a gö

ster

-m

ekte

n, s

kntd

an k

açan

(kim

se),

üşen

geç.

3) G

öçeb

e ça

dr.

– Had

ise,

olay

. 4) E

ski d

ilde

ayak

.– Mzr

ak, s

üngü

vb

. sila

hlarn

sivr

i ucu

. 5) Yklm

ş ve

ya

çok

hara

p ol

muş

yap.

6) D

uala

rdan

so

nra

söyl

enen

söz.–

Lez

zet.

7) İz

mir’

in

Selçu

k ilç

esin

de b

ulun

an a

ntik

kent

.– Bi

r tü

r cet

vel. 8

) Büy

üklü

k, iri

lik b

akmn

dan

şaşl

acak

dur

umda

ola

n ne

sne.

9)

Geviş

get

iren

hayv

anla

rn ay

akla

rnn

ar

kasn

daki

köre

lmiş

trna

k, ke

mik

çkn

ts. 1

0) İla

ç.– A

vust

urya

’da b

ir şe

hir.

11) Ü

ç boy

utlu

sine

ma

tekn

iği. 1

2) Ya

nağ

n al

t tar

af, ç

ene.–

Taşt

larn

ön

bölü

mün

de

bulu

nan,

ksa

ve u

zun

mes

afey

i aydn

-lat

may

a ya

raya

n ş

k düz

eneğ

i.

Dünk

ü bu

lmac

alar

n ç

özüm

leri

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

D

A R

Ü Ş

Ş İ

F A

A

B

İ

Z A

R

A M

E

R İ

K A

R

A V

E N

T

N A

M

A Z

E

M

İ

A A

R E

A

D İ

K

İ

Z İ

F İ

R İ

E

L

T

H

İ L

A T

R

A M

İ

İ

B E

R

T İ

T A

N İ

K

F

İ Y

A T

M

A

N İ

K A

43 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANBULMACA

1

2

3

4

5

6

7

Ykl

mş,

ha

rap

olm

İstav

ritin

çüğü

ola

n ba

lk

Çekm

ecel

i ça

maşr

dola

bSk

i

Bast

on

Suçu

bağşla

ma

Küçü

k, m

inik

Hya

net,

hain

lik

Kafiy

e

Yarş

böl

ümü

Caka

Zor o

lmay

an

Şark s

özü

tekr

ar

Hint

li

Yine

hec

esi

Alt r

esim

deki

âm

â şa

rkc

Bir a

da ü

lkesi

Canl, h

ayat

ta

Japo

n gü

reşi

Hatr

Toru

nu o

lan

kad

n

Çiçe

k dem

eti

Niha

yet,

bitim

İç skn

ts

Akira

Ku

rosa

va fi

lmi

Bir a

ktör

(Ta

nju.

..)

Yark

, yrtk

Çizg

ili ku

maş

Nezir

Beya

z

Atn

yavr

usu

Kuş s

esi

Bary

umun

re

mzi

Ömrü

n ka

lan

ksm

Ufuk

lar

Ksa

ca

indi

yum

Güç,

kuvv

et

Bir s

unuc

u (..

.Yepr

em)

Kony

a’da

bir

bara

j

Boyu

n

Eski

dild

e su

Eski

bir b

aşlk

Düny

ann

ta

rlas

Teol

oji

Değe

rli b

ir taş

Güm

üşün

re

mzi

Cet

Sini

r ha

stalkl

ar

Özür

dile

me

Tekin

ol

may

an

Yasa

Zorla

, zor

aki

Yaba

ni

hayv

an

barn

Kilo

ampe

r

Kt

Bir g

ezeg

en

Güze

l kok

u

Bağ

rma

Mad

en o

cağ

yo

luRo

man

ya’nn

başk

enti

Bir m

ezhe

p im

am

Üst r

esim

de

(...D

ünda

r)

Elin

den

skça

ka

za ç

kan

Müs

lüm

an’n

kb

lesi

Yaşa

msa

l

Zem

ine

para

lel o

lan,

uf

ki

Kaln

ağa

ç başla

r

Kalay

n

sem

bolü

Tayin

Alg

Deng

e

Halin

yum

un

rem

ziBi

r can

l gr

ubuu

Sevg

iil ve

ya

uçur

um

Bir d

ilek ş

art

eki

Krm

z

Şika

r

Bir n

ota

Baya

n ra

hip

Met

al

Yavş

an o

tu

Kulağ

n du

yduğ

u

Bir m

üzik

alet

i

Bir m

üzik

alet

i

Dini

n di

reği

ol

an ib

adet

Yaşa

m

Yla

n

Mer

dive

n ay

Deni

zin

kaba

rmas

En kü

çük

aske

ri bi

rlik

Ksa

vade

li se

rmay

e

y.sa

b rio

glu@

za m

an.c

om.t

r

1910

OCA

K 20

13 P

ERŞE

MBE

ZA

MA

NBULM

ACA

Ha zý

r la ya

n: Y

AL ÇI

N SA

B RÝ O

Ð LU

Çocu

k di

linde

pis

Bir m

asta

r eki

Fotoğr

af

Kral

içe b

aşlğ

Bir A

mer

ika

ülke

si

Büyü

k ser

t ka

ya

Tane

si ol

may

an

Ksa

ca o

ksije

n

Ksa

ca

kalsi

yum

Efen

dim

iz’in

ha

las

Meh

met

Akif

Er

soy’u

n es

eri

ÞÝF

RE

KE

LÝ M

E:

12

34

56

7

KE

ME

A

VI

SU

DO

KU

B

UL

MA

CA

Tab l

o da k

i tra

m lý

ka lýn

çiz g

i ler le

be l

ir len

-m

iþ 3

’e 3

’lük

ka re

le re

, 1’d

en 9

’a k

a dar

ra

kam

la rý

bi re

r ke

z ku

l la na

rak

yer le

þ ti-

rin. Ö

y le

yer l

eþ tir

me

yap m

a lý s

ý nýz

ki,

bü tü

n 3

lük l

e ri d

ol du

r du ð

u nuz

da ta

b lo-

nun

bü tü

n ku

tu la

rý yu

ka rý d

an a

þa ðý

ya v

e so

l dan

sa ð

a 1’d

en 9

’a k

a dar

ra k

am la

r-da

n bi

rer k

ez k

ul la

nýl m

ýþ ol

sun.

NK

Ü S

UD

OKU

ÇÖ

ZÜM

Ü

67

5

5 7

9 6

3 4

94

3

2 9

1 6

4 3

13

6

3 5

6 1

7 8

12

8

2 6

1 8

9 7

67

9

69

81

34

25

7

71

32

59

86

4

42

56

87

93

1

86

25

73

94

1

19

74

86

53

2

54

32

19

87

6

41

67

29

38

5

97

83

45

62

1

35

21

68

79

4

Ü

K

N

Ç N

M

Z

Ü

K

R

E M

E

T

K

A T

A K

O

L

M

Ü

Ç R

O

B

L

I N

M

L

A K

A

D

U

B Ş

İ D

O

M

A S

Ý S

Þ B

A K

Ý

N

R

E V

Z K

U

T

E M

K

İ

N

Ý G

N

Ý Ç

E A

P F

A H

E

R

O

R

A R

Ý

B

H

B K

V

V S

Ü

G Ý

D

Y G

E U

H

E M

Þ

İ R

E

K

R

L O

D

Ð

Y

T E

Ü

M

R

J Ğ

E T

T A

Ý R

O

M

V E

A V

Ý M

L

A N

Ü

B

Y C

O

Ü

O

S R

U

C

U

N

E G

L Ý

A

T Ð

R

S Ü

L

A N

R

T

A R

M

C

F E

Z E

G M

L

N

Ý M

O

Ü

T

Ý

K

A D

R

A

Ç E

S A

L E

Z Ö

S

U

D

L Z

O

S

G K

F

Ü

H

Ý J

L

R

Ü

G Ý

Y L

R

O

S A

L Ð

N

E

G E

Ý A

E C

E Ü

L

Y Y

Ü

G Z

A Z

Ð N

Z

R

P L

Ý

R

G T

E Ö

N

R

G A

U

O

U

E H

Z

L C

O

R

L E

Y Ð

M

D

L N

Ö

L

O

B E

N

R

D

E R

B

L J

İ L

Ü

K

Þ E

K

T Ý

K

A V

İ L

C N

U

T

A Þ

D

Aþa

ðýda

ki k

elim

eler

i tab

lonu

n iç

ine

serp

iþti

rdik

. Bun

larý

bul

abil

ir m

isin

iz?

ABD

ULL

AH, B

AKAN

AK, C

ÝBAL

Ý, ÇA

RDAK

, DİŞ

BUD

AK, E

GZAM

A, F

AYTO

N, G

AZO

LÝN

, HEM

ÞİRE

, ÝN

CÝR,

KEÞ

KÜL,

LEN

GER,

MER

DAN

E, N

İKM

ET, O

YLAM

A, Ö

ZGÜ

N, P

ERGE

L, R

ESSA

M, S

ÖZE

L,

ÞEFK

AT, T

EMER

KÜZ,

URG

AN, Ü

NAL

, VAK

ÝT, Y

ERGÝ

, ZAM

AN.

��

�İ

��

��

��

����

����

��

���

����

����

����

��

���

��

����

����

����

���

����

��

����

����

����

����

����

��

����

��

���

����

����

����

����

����

����

���

����

���

���

����

����

���

���

����

����

����

��

����

����

���

���

���

����

����

����

����

��

��

����

��

����

���

����

����

��

����

����

����

����

���

���

���

��

����

���

����

���

���

����

����

��

����

���

����

��

���

���

����

����

����

����

���

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

��

����

����

�

����

����

����

��

����

����

����

��

���

���

����

����

����

����

����

����

���

���

����

����

����

����

����

����

����

��

����

���

����

��

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

����

���

����

����

��

����

���

����

����

����

��

����

����

������

�����

�����

����

������

�����

����

�����

�����

�����

����

�����

�����

����

����

����

����

�����

����

�����

����

����İ

����

�����

���

�����

�����

�����

�����

�����

����

�����

���

���İ

����İ

���

����

����

����

�����

����

����

�����

���

�����

������

���

��ŞİŞ�

����

����

�����

����

����

����

���

�����

����

����

���

SOLD

AN SA

ĞA 1)

Esk

iden

, şeh

irler

de

veya

büy

ük m

erke

zlerd

e ha

stal

ara

bakm

ak iç

in a

çlan

kur

uluş

, sağ

lk

yurd

u, h

asta

ne.–

Eski

dild

e su

. 2)

Peşt

amal

, fut

a.– B

ir k

ta. 3

) Süs

bitk

isi

olar

ak d

a ye

tiştir

ilen,

kar

abuğ

dayg

il-le

rden

, 1-2

met

re y

ükse

kliğ

inde

, büy

ük

yapr

akl,

bey

az çi

çekl

i, ço

k y

llk

ve o

tsu

bir b

itki.–

İsla

m’n

şart

larn

dan

biri.

4)

Tem

bih

sözü

.– İs

viçr

e’de

bir n

ehir.

– Ba

yağ

. 5) B

ir bağl

aç.–

Çok

koyu

.– Bi

r org

anmz.

6) P

adişa

hlarn

gön

ül

alm

ak, ö

dülle

ndirm

ek iç

in b

irine

giy

dir-

dikl

eri d

eğer

li ku

maş

vey

a kü

rkte

n ya

plmş

giys

i, ka

ftan.

– İst

anbu

l’da

bir s

emt.

7) A

vrup

a’da

bir y

arm

ada.

– İn

gilte

re’d

en A

BD’y

e gi

derk

en b

ir bu

zdağn

a ça

rpar

ak b

atan

, lm

lere

ko

nu o

lmuş

ünl

ü tr

ansa

tlant

ik. 8

) Alm

ve

ya sa

tmda

bir şe

yin

para

karşl-

ğnd

aki d

eğer

i, ed

er, p

aha.

– Gem

ilerd

e,

amba

rlara

ve

mak

ine

bölü

mün

e ha

va

verm

ek iç

in g

üver

teye

açl

an b

aca.

YU

KARI

DAN

AŞAĞ

IYA

1) He

rhan

gi b

ir ko

nuda

tutu

laca

k yo

l için

üst

mak

am-

lard

an a

lt m

akam

lara

bel

li bi

r esa

sa

daya

nara

k ve

rilen

buy

ruk,

talim

at. 2

) En

fazla

, en

çok.

– Bizm

utun

sem

bolü

. 3)

Riv

ayet

ede

n.– S

esle

nmek

vey

a ilg

i ve

dik

kat ç

ekm

ek iç

in sö

ylen

en b

ir sö

z.

4) V

ücut

tan

idra

rla a

tlan

zara

rl b

ir m

adde

.– Şu

ndan

dol

ay, şu

sebe

ple,

çü

nkü.

5) E

mel

ine

erişe

n, g

ayes

ine

ulaş

an, b

aşar

an. 6

) Süs

, gös

teriş

, de

bdeb

e, g

örke

m. 7

) Par

ola.

– Ahe

nk,

ölçü

, düz

enlil

ik. 8

) Gem

ilere

yol

gös

tere

n ş

k ku

lesi.

– Uza

klk

işar

eti.

9) F

asla

.– As

ya’d

a bi

r ülk

e. 10

) Dol

ayl

olar

ak

anla

tma,

üst

ü ka

pal

olar

ak b

elirt

me,

ih

sas.–

Bird

enbi

re, a

nsz

n. 11

) Bili

mse

l ni

teliğ

i ola

n. 12

) Dik

dört

gen

biçim

inde

, uç

ksm

nda

yarm

çem

bere

ben

zeye

n bi

r çkn

ts o

lan

Rom

a m

ahke

mes

i.

Dün

kü b

ulm

acal

arn

çöz

ümle

ri

Bulm

aca

Refik

Ayd

ýnr.a

y din

@za

man

.com

.tr

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

1 2 3 4 5 6 7 8

12

34

56

78

910

1112

O

T O

B

İ Y

O

G R

A F

İ

M

Ü T

E K

A M

İ

L

L S

U

N

Y

A K

U T

K

U T

R

E T

M

A

R A

B A

İ

İ

K İ

L E

M

R

E Z

İ L

L

B

E T

O

N

D

A V

A

İ

N

E K

Z

A H

İ

R E

K

E T

E N

M

A R

A Z

A

Page 44: Zamandk275 eg

44 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANSPOR

Fenerbahçe, 31. haftada Çaykur Rizespor ile 0-0 berabere kalarak bir ilki başardı ve kadın taraftarların önünde şampiyonluğu garantiledi. 19. kez mutlu sona ulaşan Sarı-Lacivertli futbolcular ise sahada büyük sevinç yaşadı.

Türkiye'nin gruptan çıkamaması beceriksizliktir Euro 2016 elemeleri öncesi son provasında Danimarka'yı deplasmanda 2-1 yenen A Milli Takım'a, Sepp Piontek'ten uyarı geldi. Efsane teknik adam, millilerin ikinci yarıda sergilediği oyunu 90 dakikaya yayması gerektiğini söyledi. Piontek, İzlanda, Letonya, Çek Cumhuriyeti, Kazakastan'ın da yer aldığı A Grubu'nda Hollanda dışında güçlü bir rakip olmadığını savundu.

HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1Türk futbolunun uluslararası arenada boy göstermesine öncülük eden A Milli

Takım'ın eski hocalarından Sepp Piontek, Türkiye'nin ‘futbol ülkesi' olduğunu gös-termesi için mutlaka Euro 2016'ya katılması gerektiğini söyledi. Danimarka–Türkiye ha-zırlık maçını statta izleyen Piontek, Zaman'a özel açıklamalarda bulundu. Danimarka karşısında ilk yarı ne yaptığını bilmeyen, ikinci yarı ise sahaya hakim bir Türkiye gördüğünü belirten efsane teknik adam, iki kimlikli oyunun her zaman sonuca olumlu yansımayacağını söyledi. İşte Piontek'in an-lattıklarından öne çıkanlar...

Türkiye, şanslı bir gruba düştüHollanda hem oyuncu kalitesi hem

de oynadığı futbolla grubun favorisi. Çek Cumhuriyeti'nin eski gücünden uzak olması Türkiye için ciddi bir avantajdır. Kazakistan, Letonya ve İzlanda ise Türkiye'ye rakip olacağını sanmıyorum. Açıkçası Türkiye, bu grupta en kötü ihtimalle ikinci olur. Ancak bu durum, oyuncuları ve Fatih Terim'i rehavete sevk etmemelidir. Türkiye'nin küçük ülkelere karşı puan kayıplarına çok sık tanıklık ettik. Rakip güçsüz olunca Türkler maça motive olmakta zorlanıyor.

Izlanda'yı hafi fe almamak gerekTürkiye, gruplardaki ilk maçı

olan İzlanda'ya karşı iyi motive olmalı. Zira puan kaybıyla başlayan bir Euro 2016 yolculuğu emniyetli devam etmez. İzlanda'nın kâğıt üzerinde zayıf gözükmesine T ü r k i y e aldanma-mal ıd ı r . F a r k l ı b i r

hava şartlarında maç oynanacak ve sıcak iklimden gelen Türkler için beklenmedik sonuç olabilir. Fatih Terim'in bütün bunları düşüneceğine inanıyorum.

Ikinci yarıdaki futbol umut verdiDanimarka karşısında ilk yarı çok kötü,

ikinci yarı ne yaptığını bilen, sahaya hakim bir Türkiye vardı. Takım bireysel özellikleri iyi olan oyunculardan kurulu. Bu özelliklerin mutlaka takım oyununa dönüşmesi lazım. İkinci yarı özellikle Emre Belözoğlu'nun oyuna girmesi takıma pozitif katkı yaptı. İkinci yarıdaki oyuna bakarak, Türkiye'nin iyi yolda olduğunu rahatlıkla söylerim. Fakat bu futbolun 90 dakikaya yayılması şart.

Brezilya'da neden yoktunuz?'Türkiye, 2014 Dünya Kupası'nda neden

yoktu' sorusunun cevabı çok basit; yeterince iyi olmadığı için. Türkiye, Brezilya'ya gitseydi birçok ül-keden daha iyi futbol oynardı ve derece yapardı, sözlerinin hiçbir kıymeti yok. Kupaya katılan her ülke hak ederek geldi. Biz olsak daha iyi derece yapardık sözleri yerine ‘Neden olama-dık?' sorusunu sorup ileriye dönük plan yapmak gerekir. Duygusallığa

g e r e k yok.

Türk futbolcusu Avrupa'yı düşünmeli Türkiye'nin mutlaka

futbolcu ihraç eden ülke konumuna gelmesi lazım. Danimarka 5,5 mil-y o n l u k ülke ama o n l a r c a oyuncusu y u r t -d ı ş ı n d a o y n u y o r . Ö z e l l i k l e A n a d o l u takım-

larındaki futbolcular İstanbul kulüpleri yerine Avrupa'yı hedef almalıdır. Elbette üç büyük takım birçok Avrupa kulübünden daha popüler ve oldukça yüksek ücret veriyor. Ama oyuncular Türk futbolunu düşünme adına fedakârlık yapıp Avrupa'yı tercih

etmelidir. Bu, milli takıma çok olumlu katkı sağlayacaktır. Sadece Arda Turan'la olmaz.

Kulüpler transferde seçici davranmıyor

İyi yabancı oyuncular hem lige kalite katar hem de yerli oyuncuların gelişimine katkı sağlar. Doğrusu ben

bazı Anadolu kulüplerinin sıradan yaban-cıları kadrosuna katmasına anlam veremi-

yorum. Şampiyonluk mücadelesi vermeyen bu takımlar pekâlâ yerli oyunculardan

kurulu bir takımla da aynı puanı toplar. Alınan yabancıların çoğu

Türk futbolculardan kalite olarak daha düşük. Ya-

bancı transferlerinde planlamanın çok iyi

yapılması lazım. Aynı mevkide benzer özellik-lere sahip Türk oyuncu varken, illa yabancı olacak demek l ü z u m s u z transferden başka bir şey değil-dir.

Milli Takım'a, Sepp Piontek'ten uyarı geldi. Efsane teknik adam, millilerin ikinci yarıda sergilediği oyunu 90 dakikaya yayması gerektiğini söyledi. Piontek, İzlanda, Letonya, Çek Cumhuriyeti, Kazakastan'ın da yer aldığı A Grubu'nda Hollanda dışında güçlü bir rakip olmadığını savundu.

HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1Türk futbolunun uluslararası arenada boy göstermesine öncülük eden A Milli

Takım'ın eski hocalarından Sepp Piontek, Türkiye'nin ‘futbol ülkesi' olduğunu gös-termesi için mutlaka Euro 2016'ya katılması gerektiğini söyledi. Danimarka–Türkiye ha-zırlık maçını statta izleyen Piontek, Zaman'a özel açıklamalarda bulundu. Danimarka karşısında ilk yarı ne yaptığını bilmeyen, ikinci yarı ise sahaya hakim bir Türkiye gördüğünü belirten efsane teknik adam, iki kimlikli oyunun her zaman sonuca olumlu yansımayacağını söyledi. İşte Piontek'in an-kimlikli oyunun her zaman sonuca olumlu yansımayacağını söyledi. İşte Piontek'in an-kimlikli oyunun her zaman sonuca olumlu

lattıklarından öne çıkanlar...

Türkiye, şanslı bir gruba düştüTürkiye, şanslı bir gruba düştüHollanda hem oyuncu kalitesi hem

de oynadığı futbolla grubun favorisi. Çek Cumhuriyeti'nin eski gücünden uzak olması Türkiye için ciddi bir avantajdır. Kazakistan, Letonya ve İzlanda ise Türkiye'ye rakip Türkiye için ciddi bir avantajdır. Kazakistan, Letonya ve İzlanda ise Türkiye'ye rakip Türkiye için ciddi bir avantajdır. Kazakistan,

olacağını sanmıyorum. Açıkçası Türkiye, bu grupta en kötü ihtimalle ikinci olur. Ancak bu durum, oyuncuları ve Fatih Terim'i rehavete sevk etmemelidir. Türkiye'nin küçük ülkelere karşı puan kayıplarına çok sık tanıklık ettik. Rakip güçsüz olunca Türkler maça motive olmakta zorlanıyor.

Izlanda'yı hafi fe almamak gerekIzlanda'yı hafi fe almamak gerekTürkiye, gruplardaki ilk maçı

olan İzlanda'ya karşı iyi motive Türkiye, gruplardaki ilk maçı

olan İzlanda'ya karşı iyi motive Türkiye, gruplardaki ilk maçı

olmalı. Zira puan kaybıyla başlayan bir Euro 2016 yolculuğu emniyetli devam etmez. İzlanda'nın kâğıt üzerinde zayıf gözükmesine T ü r k i y e aldanma-mal ıd ı r . F a r k l ı b i r

hava şartlarında maç oynanacak ve sıcak iklimden gelen Türkler için beklenmedik sonuç olabilir. Fatih Terim'in bütün bunları düşüneceğine inanıyorum.

Ikinci yarıdaki futbol umut verdiIkinci yarıdaki futbol umut verdiDanimarka karşısında ilk yarı çok kötü,

ikinci yarı ne yaptığını bilen, sahaya hakim bir Türkiye vardı. Takım bireysel özellikleri iyi olan oyunculardan kurulu. Bu özelliklerin mutlaka takım oyununa dönüşmesi lazım. İkinci yarı özellikle Emre Belözoğlu'nun mutlaka takım oyununa dönüşmesi lazım. İkinci yarı özellikle Emre Belözoğlu'nun mutlaka takım oyununa dönüşmesi lazım.

oyuna girmesi takıma pozitif katkı yaptı. İkinci yarıdaki oyuna bakarak, Türkiye'nin iyi oyuna girmesi takıma pozitif katkı yaptı. İkinci yarıdaki oyuna bakarak, Türkiye'nin iyi oyuna girmesi takıma pozitif katkı yaptı.

yolda olduğunu rahatlıkla söylerim. Fakat bu futbolun 90 dakikaya yayılması şart.

Brezilya'da neden yoktunuz?Brezilya'da neden yoktunuz?'Türkiye, 2014 Dünya Kupası'nda neden

yoktu' sorusunun cevabı çok basit; yeterince iyi olmadığı için. Türkiye, Brezilya'ya gitseydi birçok ül-keden daha iyi futbol oynardı ve derece yapardı, sözlerinin hiçbir kıymeti yok. Kupaya katılan her ülke hak ederek geldi. Biz olsak daha iyi derece yapardık sözleri yerine ‘Neden olama-dık?' sorusunu sorup ileriye dönük plan yapmak gerekir. Duygusallığa

g e r e k yok.

Türk futbolcusu Avrupa'yı düşünmeli Türkiye'nin mutlaka

futbolcu ihraç eden ülke konumuna gelmesi lazım. Danimarka 5,5 mil-y o n l u k ülke ama o n l a r c a oyuncusu y u r t -d ı ş ı n d a o y n u y o r . Ö z e l l i k l e o y n u y o r . Ö z e l l i k l e o y n u y o r .

A n a d o l u takım-

larındaki futbolcular İstanbul kulüpleri yerine Avrupa'yı hedef almalıdır. Elbette üç büyük takım birçok Avrupa kulübünden daha popüler ve oldukça yüksek ücret veriyor. Ama oyuncular Türk futbolunu düşünme adına fedakârlık yapıp Avrupa'yı tercih

etmelidir. Bu, milli takıma çok olumlu katkı sağlayacaktır. Sadece Arda Turan'la olmaz.

Kulüpler transferde seçici Kulüpler transferde seçici davranmıyordavranmıyor

İyi yabancı oyuncular hem lige kalite katar hem de yerli oyuncuların gelişimine katkı sağlar. Doğrusu ben

bazı Anadolu kulüplerinin sıradan yaban-cıları kadrosuna katmasına anlam veremi-

yorum. Şampiyonluk mücadelesi vermeyen bu takımlar pekâlâ yerli oyunculardan

kurulu bir takımla da aynı puanı toplar. Alınan yabancıların çoğu

Türk futbolculardan kalite olarak daha düşük. Ya-

bancı transferlerinde planlamanın çok iyi

yapılması lazım. Aynı mevkide benzer özellik-lere sahip Türk oyuncu varken, illa yabancı olacak demek l ü z u m s u z transferden başka bir

Piontek, 1990-93 yılları arasında A Milli

Takım'da yardımcılığını üstlenen Terim'e

güvendiğini söyledi. Ikili Danimarka maçı öncesi

hasret gidermişti.

Page 45: Zamandk275 eg

45 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANSPOR

Fenerbahçe, 31. haftada Çaykur Rizespor ile 0-0 berabere kalarak bir ilki başardı ve kadın taraftarların önünde şampiyonluğu garantiledi. 19. kez mutlu sona ulaşan Sarı-Lacivertli futbolcular ise sahada büyük sevinç yaşadı.

2.17 boyundaki 1995 doğumlu Boşnak muhaciri Emircan Koşut, Girit’te düzenlenen Ümit Erkekler Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda İspanya’yı yenerek altın madalyayla dönen Milli Takım’ın en önemli oyuncularından, Anadolu Efes’in de pivotu. Koşut, en çok ‘Sulak alanda mı büyüdün?’ diyenlere sinir oluyor.

NBA’ye seçilerek orada kalıcı olmak istiyorum

Fenerbahçe, 31. haftada Çaykur Rizespor ile 0-0 berabere kalarak bir ilki başardı ve kadın taraftarların önünde şampiyonluğu garantiledi. 19. kez mutlu sona ulaşan Sarı-Lacivertli futbolcular ise sahada büyük sevinç yaşadı.

2.17 boyundaki 1995 doğumlu Boşnak muhaciri Emircan Koşut, Girit’te düzenlenen Ümit Erkekler Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda İspanya’yı yenerek altın madalyayla dönen Milli Takım’ın en önemli oyuncularından, Anadolu Efes’in de pivotu. Koşut, en çok ‘Sulak alanda mı büyüdün?’ diyenlere sinir oluyor.

NBA’ye seçilerek orada kalıcı olmak istiyorum

FEHMI UR

Basketbola başlama hikâyeniz nasıl gerçekleşti?Babam ve annem eski

basketçilerden. Onların basketbola başlamamda çok etkisi oldu. Bu spora 8 yaşında merhaba dedim. İlk olarak Ülkerspor’un altyapısına gitmiştim. Sonra, babam 2005 yılında Bayrampaşa Sancakspor kulübünü açtı ve buraya geldim. 6 yıl orada kaldım. 3 senedir de Anadolu Efes’te oynuyorum.Anadolu Efes ile üçüncü sezonu geride bıraktınız. Peki, daha öncesinde 2.Lig’in size ne gibi katkısı oldu?

Bana saha içinde nasıl sert olmamı öğretti. Tecrübe kazandırdı. Beko Basketbol Ligi öncesi kendime güven kazandım. Yani oynayarak daha da güçlendim. Önemli olan altyapıdayken düzenli çalışmayı sürdürebilmek...Altyapılardayken, bu seviyelere çıkabileceğinizi düşünüyor muydunuz?

Hedefi m her zaman en yüksekti zaten. Bu kapsamda çalışmalarımı hiç aksatmadım. Bunda takım antrenörlerimin ve ailemin desteği çok büyüktü.Hem geçen sezon, hem de Avrupa Şampiyonası’ndaki performansınız hakkında neler söylemek istersiniz?

Milli Takım olarak iyi oynadık. Kendi takım arkadaşlarımızın açıklarını kapatmaya gayret ettik. Komple bir takım oluştu. Şampiyonada da bunu ispatladık ve ilk kez Ümit Milli Takım ile şampiyon olduk. Kişisel performans olarak ise en iyimi vermeye çalıştım ama daha iyi olabilirdim. Bunun için, daha iyi savunma yapmam gerekiyor. Ofansta kaçırdığım boş atışlar vardı onları kaçırmamam lazım. Daha fazla ribaunt alabilirdim. Türkiye, Girit’te düzenlenen U20 (Ümit Milli) Erkekler Şampiyonası finalinde İspanya’yı yenerek tarihinde ilk kez şampiyon oldu. Siz de o kadronun önemli bir parçasıydınız. O duyguları biraz tarif edebilir misiniz?

Müthiş bir gurur yaşıyor insan içinde. Hani,

‘Anlatılamaz yaşanır’ derler ya tam onun gibi.

Eve geldikten sonra ‘Şampiyon olduk’

falan diyorsunuz. Ardından A Milli Takım’da da ilki biz gerçekleştiririz diyoruz inşallah. Bu motivasyon

ile var gücümüzle çalışıyoruz.

U18 Avrupa Şampiyonası da

Türkiye’de düzenlendi ve Türkiye şampiyon oldu. Yani bu

sene çifte zafer yaşadık…96 jenerasyonu için bu çok büyük bir şanstı. Onlar da

bu fırsatı tepmeyerek, ülkemizde düzenlenen şampiyonada birinci oldular. Gerçekten, U18 takımı da çok iyi bir jenerasyon. Yıldız takımlarda da şampiyon olmuştu. Onlardan dört arkadaş genç takımda bizimle beraberdiler. Peşimizden geliyorlar. (Gülüyor)

Basketbol kişiliğinize neler kattı?Dostluğu öğretti. Takım arkadaşlığını, birlikte hareket

etmeyi, birlik beraberliği…Hidayet Türkoğlu, Semih Erden gibi basketbolcular ile aynı mahallede büyümek sana ayrı bir motivasyon kaynağı olsa gerek…Aynen öyle. Başarı anlamında onları geçmek için de

uğraşacağım. (Gülüyor)Anadolu Efes’i tercih etmede özel bir sebebiniz var mı?Yok, herhangi bir sebebim yok. Sadece Anadolu Efes teklif

yaptı. Biz de kabul ettik, transfer oldum.Basketbol ile eğitim bir arada gidiyor mu?İdmanlardan dolayı eğitime biraz ara verdim. Türkiye’de

eğitim ile basketbol beraber gitmiyor. 10. sınıfta Anadolu Efes’e transfer olduktan sonra birini seçmek zorunda kaldım ve basketbolu seçtim. Liseyi bitirdim. Haliç Üniversitesi’ne de başladım ancak derslere katılamıyorum.

İkisini götürmek bu kadar zor mu?Samimi söylüyorum çok zor. Antrenmanlar çok uzun

sürüyor çünkü. Profesyonel olmak istiyorsanız seçim yapmalısınız. Ancak Fenerbahçe Ülker’den Berk Uğurlu var. O bu konuda başarılı gerçekten.

Sizi neler rahatsız ediyor?Boyumun uzun olması bazen insanlarda çok şaşkınlığa

sebep oluyor. Hatta aşırı tepkiler bile oluyor. ‘Oha boya bak’, ‘Sulak alanda mı büyüdün?’ gibi espriler yapıyorlar. Onlara sinir oluyorum.

Boyunuzun çok uzun olmasının avantajları veya dezavantajları neler?Basketbolda birçok avantajı var. Kolay blok, ribaunt…

Çok hızlı uzadım ve zayıf düşmem de dezavantajım. Normal hayatta ise kıyafet bulma zorluğu çekiyorum. Kapılardan geçerken, metroya, metrobüse binerken...

Türkiye’de örnek aldığınız oyuncu var mı?Kerem Gönlüm. 37 yaşında olmasına karşın hırsı, çalışma

isteği, hep oyunun içinde kalması beni etkileyen yönlerinden birkaçı. Bu sene hepimizin abisiydi.

Kişisel hedefiniz neler?Bu sene Anadolu Efes’te uzun süreler alıp, kendimi

daha iyi göstermek istiyorum. Yeni antrenörümüz Dusan İvkoviç bizim için iyi bir avantaj. Ondan bir şeyler öğrenip, çalışacağım.

İvkoviç, gençler için büyük bir fırsat herhalde…Evet. Sırp koçlar genelde gençleri oynatır zaten.

Obradoviç’in yaptığı gibi. Hak edene süre veriyorlar. Ben de formayı hak etmek için var gücümle çalışacağım.

5 yıl sonra hedeflediğiniz bir yer var mı?NBA’ye seçilerek orada kalıcı olmak istiyorum. Ama

öncesinde takımımla beraber burada şampiyonluklar yaşamak istiyorum.

NBA’de tuttuğunuz bir takım var mı?New York Knicks. Hem de oynamak istediğim takım.Oyuncu olarak ise…Dirk Nowitzki, Kevin Garnett.Kendi jenerasyonunuzda beğendiğiniz oyuncular kimler?Şampiyonaya giden 12 oyuncunun hepsi büyük

potansiyele sahipler. O yüzden ayırt ettiğim bir oyuncu yok. Ancak bir kişi söylemem gerekse Cedi Osman olur. Bu sezon kendisini çok iyi geliştirdi.

Bu gelişimi neye bağlıyorsun?Bu sezon iyi süreler aldı. Artı olarak ekstra çalışmalar yaptı.

Bir de verilen fırsatları iyi değerlendirdi.Çalışmak istediğiniz koç-oyuncu desek kimleri söylersiniz?Antrenör olarak İvkoviç, oyuncu olarak da Rajon Rondo

diyebilirim.

Page 46: Zamandk275 eg

46 10 - 16 EYLÜL 2014 ZAMANSPOR

SEBA DEĞİL HEBA SEZONUDaha ilk hafta tribünler boş kaldı. Şiddet ve kötü tezahürat eksik olmadı. Süper Kupa maçında yaşananlar hepimizi futboldan soğuttu. Durum onu gösteriyor ki marka değeri yüksek(!) futbolumuz Süleyman Seba ismini heba edecek.BEHRAM KILIÇ

1Adını Süleyman Seba koyduk 2014-15 sezonunun. Kısa bir süre önce kay-

bettiğimiz Beşiktaş’ın efsanevi başkanının adına itiraz eden olmadı. Onun birleştirici, şiddetten uzak, fair-play eksenindeki yöne-ticilik anlayışı, rakiplere olan saygısı örnek olur düşüncesindeydi bu kararı alanlar. Tüm paydaşlar Seba’yı göz önüne getire-rek onun hayatından bir ders çıkartır ve şiddetten uzak bir lig izlememize yardımcı olurlardı beklentimiz. Gelin görün ki adını Süleyman Seba da koysanız, Rahibe Teresa da koysanız değişen bir şey yok. Daha F.Bahçe ile G.Saray arasındaki Süper Kupa maçında, daha ligin ilk haftasında kavga, gürültü, şiddet ve küfüre, sahaya atılan yabancı maddelere şahit olduk.

Manisa’daki Süper Kupa finaliyle baş-ladı film! G.Saray ve F.Bahçe başkanlarının Futbol Federasyonu’nun verdiği cezalar sebebiyle tribündeki yerlerini alamadıkları bu karşılaşma saha olaylarıyla tarihe geçti. F.Bahçe kalecisi Volkan’ın maç içindeki davranışları, maç sonrası açıklamaları yenilir yutulur cinsten değildi. G.Saraylı taraftarların sahaya attığı yabancı mad-deler, hem de Cezayir’de bir futbolcunun sahaya atılan yabancı maddeler yüzünden öldüğünü öğrendikleri hafta korkutucuydu (Cezayir Ligi’nde Alger ile Kabylie arasında 23 Temmuz’da oynanan maçta Kabylie taraftarları sahaya taş ve molotofkokteyli attı. Atılan taşın başına isabet etmesi sonucu yaralanan Kamerunlu oyuncu Ebosse, kaldırıldığı hastanede kurtarılamadı). Ga-latasaraylılardan aşağı kalmamaya çalışan F.Bahçeli taraftarların maden şehitlerinin yararına oynanan bir maçta, Somalı aileleri dehşete düşüren davranışları ürküttü bizleri. Bu yaşananların üzerine gelen Volkan-Melo olayı ve iki büyük camianın yönetimlerinin birbirlerini suçlayıcı açıklamaları... 6222 sayılı yasanın defalarca delindiği bir maçtı F.Bahçe-G.Saray karşılaşması. Mevcut yasaya göre onlarca taraftar ve yönetici

cezalandırılmalıydı. Yasayı koyan vardı ama uygulayan yoktu.

Aylar öncesinden belli olduğu hâlde Manisa Atatürk Stadı’nın zemini için kılını kıpırdatmayan federasyonun tavrına ne demeli? Oyuncuların sakatlanmamasına herkes şükretti. Dünya derbisi dediğimiz karşılaşma dünyanın hiçbir ülkesi tarafından naklen yayımlanmıyordu. Böyle bir statta maç oynatan zihniyetin yönettiği ülke futbolunun dünyanın çok da umurunda olmaması normaldi.

‘Futbolda kara iklimi var’2010-11 Şike Sezonu’ndan(!) sonra

sürekli irtifa kaybeden bir ligle karşı karşı-yayız. Taraftar artık maçların sadece sahada oynandığına inanmıyor. Sadece taraftarı suçlayarak ve terbiye ederek futbolu şid-detten arındıracağını sananlar yanılıyor. Futbolu yönetenler ‘marka değeri’ diye diye kendilerini kandırıyor. Ligin adının Sü-leyman Seba konduğu toplantıya gidelim. Federasyon Başkanı Yıldırım Demirören, Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ ve Millî Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim açıklıyorlardı bu tarihi kararı. Yalan beyan yüzünden Beşiktaş’ın Avrupa’ya gi-dememesine sebep olan eski kulüp başkanı Demirören’in, İstanbul Büyükşehir Beledi-yespor Başkanlığı yaptığı dönemde şikeden yargılanan ve herkesin gözü önünde sorgu aşamasında özel muameleye tabi tutulan Gümüşdağ’ın, G.Saray teknik direktörü olduğu dönemde yedek kulübesindeki hâl ve hareketleri, hakemlere karşı pek de yakışık almayan davranışları sebebiyle defalarca cezalandırılmış Terim’in, yani sicilleri herhangi bir maçta olay çıkartan herhangi bir taraftardan daha bozuk üç ismin kamuoyuna duyurduğu bir karardı bu. Örnek olması gereken ama geçmişteki tavır ve davranışlarıyla bunu başaramamış kişilerin aldığı kararlar taraftarın üzerinde ne kadar etki bırakabilirdi ki? Bu soruya yine Terim cevap versin isterseniz: “Şu anda futbolumuzda bahar iklimi yok, kara iklimi

var. Aklımızı başımıza almalıyız. Yoksa el birliğiyle futbolu öldürüyoruz. Böyle giderse bizi turnuvalara çağırmazlar.” Hocanın bunun farkında olması güzel bir gelişme...

Adını Süleyman Seba koyarak başlayan ligin ilk haftasında tribünler de bomboş kaldı. Süper Lig’de oynanan ilk haftaki 9 maçtaki toplam seyirci 77 bin 600 kişiydi. Bu sene başlayan Passolig ve e-bilet uygulaması tribünleri daha ilk hafta fena vurdu. Fişlene-ceklerini düşünen futbolseverler kendilerine dayatılan Passolig kartlarına rağbet etmedi. Şu ana kadar satılan (3.9.2014 tarihi itiba-riyle) Passolig kartı sadece 262 bin 297.

Ilk hafta 4 takım PFDK’yaKoca bir sezon böyle boş tribünlere

oynanacaksa vay ligimizin hâline! Bazı spor otoritelerinin ifade ettiği gibi marka sözleri ancak duvar yazısı olur. Polonya’daki Dünya Erkekler Voleybol Şampiyonası’nda Polonya ile Sırbistan arasındaki maçı 61 bin 500 kişi izledi. Bir voleybol karşılaşmasından bahsediyoruz. Türkiye’de en sevilen spor dalı olan futbolda böyle seyirci sayısı uzun süredir sizlere ömür. Futbolseverler ne yazık ki heyecanını kaybetmiş. İnsanlar artık maçlara gitmeye üşeniyor. İlk hafta G.Saray’ı ağırlayan Bursaspor’un iki tribünü cezalıydı. Geri kalan tribünlerin yarısı zor doldu. Kayseri Erciyesspor-Trabzonspor maçı boş tribünler önünde oynandı. Sivasspor-G.Antepspor maçında tribünler-deki seyirci sayısı sahadaki futbolcu sayısı kadardı! Balıkesir’de yeni sezon öncesi 13 bin Passolig kartı ve 5 bin 300 kombine bilet satıldığı açıklanmasına rağmen Akhisar Belediyespor’la oynanan maçta tribünlerin yarısı boş kaldı. Son şampiyon F.Bahçe’nin de kale arkası tribünleri cezalıydı. Buna rağmen Karabükspor maçında maraton tribünündeki boşluklar dikkat çekiciydi. Uzun süre Passolig yetkilileriyle anlaşmaya yanaşmayan F.Bahçe’nin bundan sonraki maçlarında da aynı manzaralar yaşanabilir. Zira henüz Sarı-Lacivertli taraftarlar Passo-lig kartlarını almaya başlamadı.

Futbol ülkesi diye övünen, futbolu sevdiğini iddia eden Türkiye’de bunlar yaşanırken Avrupa’da durum nasıldı? Almanya’da 44 bin, İngiltere’de 36 bin, İspanya’da 26 bin ve Fransa’da ise 22 bin seyirci ortalamasıyla oynandı ilk hafta maç-ları. Almanya’nın 2. Ligi olan Bundesliga 2’de bir önceki hafta toplam 197 bin 400 kişi tribünlere koştu. Maç başına ortalama 21 bin 933 kişi. İngiltere 2. Ligi Champi-onship’te maç başına seyirci ortalaması 22 bindi. Süper Lig’de maç başına 8 bin 622 kişi tribünlerde yer aldı. Taraftarlar Passolig kartlarına ve e-bilete tepkili. Bu tepki önü-müzdeki haftalar da sürecek gibi. İlk hafta 9 maçın maç maç seyirci sayılarını Passolig yetkilileri ve federasyondan istedik ama temin edemedik. Dolayısıyla genel toplamı sizlerle paylaşabiliyoruz. Bu iki kurum da verileri nedense gizli tutmayı tercih ediyor. Oysa Avrupa’da seyirci sayıları daha maç oynanırken stat ekranlarına yansıyor.

Az sayıdaki seyircinin yer aldığı tri-bünler küfürden de geri durmadı. İlk hafta oynanan 9 maçın 4’ünde kötü ve çirkin tezahürat yapıldığı gerekçesiyle G.Saray, F.Bahçe, Bursaspor, Eskişehirspor ve Torku Konyaspor, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Bu kulüpler çirkin ve kötü tezahürattan dolayı 50’şer bin lira para cezasına çarptırıldı.

PTT 1. Lig’de durum daha da vahim. Gaziantep Büyükşehir Belediyespor-Bo-luspor maçını sadece 50 kişi izledi! 28 Ağustos itibari ile PTT 1. Ligde sadece 24 bin 299 Passolig kartı satıldı. Passolig’e başından bu yana karşı çıkan ve e-bilet almaya yanaşmayan Karşıyaka taraftarları ise eşi görülmemiş bir protestoya imza attı. Takımlarını kamp yapılan otelden yaklaşık 100 araçlık konvoyla alan Yeşil-Kırmızılılar, Antalyaspor maçının oynanacağı Buca Arena’ya kadar kafileye eşlik etti. İç sahada ortalama 5 bin kişiye oynayan Karşıyaka’da yüzlerce taraftar stada girmeyerek takımla-rını dışarıdan destekledi. Tribündeki seyirci sayısı 500’ün biraz üzerindeydi.

FOTOĞRAF: DHA FOTOĞRAF: CİHAN

FOTO

ĞR

AF:

DH

A

Volkan-Melo

K. Erciyes-Trabzonspor

Karşıyaka-Antalya

Mersin İdman Yurdu-Beşiktaş

Page 47: Zamandk275 eg

www.irmaktv.com.tr• D Smart Kanal 91 • Teledünya Kanal 115 • Digitürk Kanal 65• Frekans 12729 Horizontal 5/6 Symbol Rate: 30.000

youtube.com/irmaktvfacebook.com/irmaktv twitter.com/irmaktv

Hergün09:0019:00

Page 48: Zamandk275 eg