13
COPY COPY COPY COPY SHOP SHOP SHOP SHOP KISA ÖZET COPY SHOP AVRUPA BİRLİĞİ

AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Embed Size (px)

DESCRIPTION

AOF cikmis sorular ve Ders ozetleri

Citation preview

Page 1: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

COPY COPY COPY COPY SHOPSHOPSHOPSHOP

KISA ÖZET

COPY

SHOP

AVRUPA BİRLİĞİ

Page 2: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti
Page 3: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

1.Ünite - Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve

Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

Tarihte Avrupa bütünleşmesine ilişkin ilk girişimleri açıklamak

M.Ö. VIII. yüzyıldan itibaren, Latin ve Cermen etkisinde bulunan bölge için Avrupa tabiri başlanmıştır.

Charlemagne döneminde Avrupa tabiri, Doğu Roma (Bizans) ve İslam hâkimiyetinde olmayan kıta

topraklarını tanımlamak için kullanılır olmuştur.

Bu şekilde tanımlanan Avrupa’da devletler arasında bir bütünleşme sağlanmasına ilişkin görüşler XIII.

yüzyıla kadar ulaşır. Bu dönemde Dante, Pierre Du Bois sonrasında 17. ve 18. yüzyıllarda William

Penn, Abbe de Saint Pierre Hristiyan devletler arasında bir üst örgütlenmeyi önermektedir.

Jean Jacques Rousseau ve Alman düşünür Emmanuel Kant, ünlü Fransız romancı Victor Hugo da

devletler arasında Avrupa Birleşik Devletleri kurulması fikrini ileri sürmüştür. Birinci ve İkinci Dünya

Savaşı arasındaki dönemde bütünleşme girişimlerinin en önemli örneği Kont Richard Coudenhove

Kalergi’nin Pan Avrupa girişimidir.

Kalergi’nin girişimi resmî Avrupa kuruluşlarına giden yolda önemli bir destek olarak görülmüştür.

İkinci Dünya savaşı sonrasında İtalyan federalist Altiero Spinelli tarafından gerçekleştirilen

girişimlerde dönemin en dikkate değer bütünleşme hareketlerindendir.

Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında bütünleşme açısından nasıl bir ortam içinde

bulunduğunu ifade etmek

Savaşın Avrupa devletlerini ekonomik ve siyasi açıdan olumsuz etkilemesi nedeniyle İkinci Dünya

Sonrası dönem bütünleşme hareketlerinin en yoğun şekilde görüldüğü dönemdir. Bir başka deyişle,

bu dönem federalizmi savunan kesimlerin ve özellikle de hükûmette ki kuruluşların etkinliklerini

artırdığı bir dönemdir. 1946 yılında Zürih Üniversitesinde yaptığı ünlü konuşmada Winston Churchill,

Sovyet tehlikesinin bertaraf edilebilmesi için Fransa ve Almanya öncülüğünde bir Avrupa Birleşik

Devletleri oluşturulması fikrini vurgulamıştır.

Bütünleşmenin hızlımı yoksa aşamalımı gerçekleştirileceği konusunda farklı görüşler ortaya çıksa da

bu dönemde etkin olan Birleşik Avrupa Hareketi ve Avrupa Federalistler Birliği gibi girişlimler savaşı

sonrası bütünleşme ivmesinin hız kazandığını göstermektedir. Nitekim 1948 yılında toplanan Avrupa

Kongresi 1949 yılında Avrupa Konseyi’nin kurulmasına giden yolu açacak önemli bir aşamadır.

Avrupa devletlerinin savaşı sonrası ekonomik ve politik durumlarını onları neden iş birliğine

yönelttiğini açıklamak 1945 yılında sona eren savaş, Avrupa’da çok ciddi bir sosyal, ekonomik ve siyasi

yıkıma yol açmıştır. Altyapının çökmesi ve savaşı ekonomisi giderek kötüleşen durumunun temel

nedenleridir. Düşen millî gelirler ve yüksek enflasyon yanında Avrupa, siyasi bakımdan da eski gücünü

yitirmiştir. Bu dönem zaten siyasi olarak ABD ve SSCB’nin etkin olduğu bir dönemdir.

Page 4: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Bu durumda savaşı sonrası siyasi ve ekonomik koşullar Avrupa devletlerini daha önce olmadığı kadar

iş birliğine yöneltmiştir. Bu dönemde ABD’nin Avrupa bütünleşmesine kayda değer bir etkisi olduğu

görülmektedir. Bunun yanında, Almanya’nın yeniden bir savaşla sebebiyet vermemesi için gerekli

siyasi ve ekonomik önlemlerin alınması, savaş sonrasının en önemli gündem maddelerinden biridir.

Özellikle Fransa’nın Almanya’nın yeniden güçlenmesinden duyduğu korku ve Almanya’nın zengin

kömür ve çelik yataklarına ilişkin düzenlemelerin sağladığı önem Avrupa’nın ne şekilde bir arada

tutulabileceğine ilişkin planların geliştirilmesine neden olmuştur. Nitekim Fransa Ekonomik Planlama

Kurulu Başkanı Jean Monnet’nin Planı, Fransız ekonomisinin kalkınması için ABD yardımlarına giden

yolu açmış, Almanya sorununun çözümlenmesi, bir başka deyişle zengin kömür ve çelik yataklarının

denetlenmesi için öneriler ise Schuman Planı’nın ana fikrini oluşturmuştur.

Avrupa bütünleşme girişimlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin rolünü açıklamak

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa bütünleşme girişimlerinde ABD’nin etkisi büyüktür. ABD pazarını

oluşturan Avrupa devletlerinin olumsuz ekonomik koşuları ile Soğuk Savaş koşullarında SSCB

ilerlemesinin durdurulması gereği, ABD’nin Avrupa bütünleşmesine desteğinin temel sebepleridir. Bir

başka deyişle, Soğuk Savaş koşullarını da, SSCB’nin Doğu Avrupa’da nüfusunun artması Fransa ve

İtalya’da komünist partilerin güç kazanması gibi gelişmeler, Sovyet etki alanının genişlemesi

karşısında ABD’nin Avrupa’yı ekonomik ve siyasi açıdan güçlendirmesi gereğini daha da belirgin hâle

getirmiştir. Savaş sonrası ABD de işsizlik ve gelir kaybına uğramıştır.

Daha da önemlisi, dolar stokları eriyen ve alım güçleri kalmayan Avrupa devletleri nedeniyle ABD

ihracat gelirlerinin büyük oranlarda düşmesi ve yapısal sorunların ortaya çıkması tehlikesi ortaya

çıkmıştır. Bu durumda ABD’nin öncelikli hedefi kendisine en yakın ve hâlihazırda ekonomik bağımlılığı

had safhada olan Avrupa pazarlarının canlandırılması olarak ortaya çıkmıştır. Ekonomik koşullara

SSCB’den duyulan tehdit de eklenince ABD somut girişimlerle Avrupa bütünleşmesini hızlandırıcı etki

yapmıştır. Bunlardan biri 1947 yılında ABD’nin komünist tehlikesidir.

Lizbon Zirvesi ve Antlaşması’na giden süreci açıklamak

Lizbon Zirvesi ve Antlaşması, 1980’li yılların ortası ile başlayarak, günümüze kadar Lizbon Zirvesi ve

Antlaşması’na giden süreci açıklamak. Lizbon Zirvesi ve Antlaşması, 1980’li yılların ortası ile

başlayarak, günümüze kadar ulaşan kurucu antlaşmaları değiştirme sürecindeki son halkadır.

Özellikle AB, 1990’lı yıllar ile birlikte 2000’li yıllardaki üye sayısının on beşten yirmi yedi ve öte-sine

çıkacağının farkına varınca; arka arkaya kurucu antlaşmalarını değiştirmek için çabalamıştır.

Bu yönden, AB, 2000’li yıllarda ilk kez bir Konvansiyon kurarak, kurucu antlaşma değişikliği sürecini

vatandaşlarına daha yakınlaştırmak is-terken; bu Konvansiyonun katkılarıyla ortaya konan Avrupa

Birliği Anayasal Antlaşması, ironik bir biçimde, Fransa ve Hollanda gibi iki kurucu devletin halkı

tarafından 2005 yılında referandumda reddedilmiştir. Bununla birlikte AB; artık yirmi yedi üye devlete

ulaşmıştır ve reforma ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla Lizbon Antlaşması, Avrupa Birliği Anayasal

Antlaşması’nın onay sürecinin tamamlanamamasını takiben, AB’nin ihtiyaç duyduğu reformları

gerçekleştirmek üzere ortaya çıkmıştır. Lizbon Antlaşması sonrası genel olarak Avrupa Birliği’ni

tanımlamak.

2. Ünite - Lizbon Antlaşması, Maastricht Antlaşması (1993)

Page 5: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Lizbon Antlaşması, buna paralel olarak, Avrupa Topluluğu / Avrupa Birliği ikili ayrışmasına da son

vermiştir. Buna göre, artık yalnızca tek tüzel kişilik olarak Avrupa Birliği, varlığını sürdürmektedir.

Lizbon Antlaşması’nın genel hükümler yönünden getirdiği değişiklikleri listelemek

Lizbon Antlaşması, genel hükümlerle ilgili olarak, esasen altı noktada değişikliklere yer vermektedir.

Bu bakımdan, AB’nin değerleri ve he-defleri yönünden, insan haklarına saygı vurgusu artmış ve bir iç

pazar ve ekonomik ve parasal birlik kurmanın ötesinde özgürlük, güvenlik ve adalet alanının tesisi

hedefler arasındaki yerini almıştır. Yetki yönünden AB, yetkinin niteliği, anlamı ve içeriğine yer veren

yetki katoloğu ile tanışmıştır. Güçlendirilmiş iş birliği yönünden, AB, belirli bir sayıdaki üye devletin

kendi aralarında daha çok bütünleşmesini eskisine nazaran kolaylaştırmıştır. AB karar alma usulleri ve

tasarrufları yönünden AB, kural olarak, olağan yasama usulü ile karar alır hâle gelmiş ve AB

tasarrufları, bir yandan yasama ve yasama-dışı tasar-ruf olarak ayrılırken öte yandan

sadeleştirilmiştir.

Kurucu antlaşmaların gözden geçirilme usulü yönünden AB, ufak değişiklikler geçiren olağan usule ek

olarak, bu gözden geçirmeyi hızlandıracak basitleştirilmiş değiştirme usulleri ile tanışmıştır. AB’den

ayrılma yönünden AB, ilk kez açıkça bir üye devletin AB’den ayrılma ihtimalini Antlaşmalara

geçirmiştir.

Lizbon Antlaşması’nın Avrupa Birliği’nin kurumları bakımından getirdiği değişiklikleri açıklamak

Lizbon Antlaşması, AB’nin kurumları bakımından kimi önemli değişiklikler getirmiştir. Bir kere, Avrupa

Parlamentosu, olağan yasama usulü kullanılan alanlardaki artış ve bütçenin tümü hakkında söz

söyleme imkânının gelmesi ile birlikte daha da güçlenmiştir. AB Zirvesi ise ilk kez AB’nin kurumu

olarak sayılarak, iki buçuk yıllık bir dönem için bir Başkan’a sahip olmuştur. Konsey, yeni Başkanlık

rejiminin yanı sıra nitelikli oy çokluğu sistemi yönünden üye devletlerin sayısına ve nüfusuna dayalı

yeni sisteme en geç 31 Mart 2017 tarihinde tam olarak geçecektir. Komisyon, bu yönde karar alınırsa

oluşumu yönünden rotasyon sistemi ile üye devletlerin 2/3’ün-den gelen komiserler ile toplanacaktır.

Ancak şu an için böyle bir gelişme ufukta görünmemektedir. Avrupa Birliği Adalet Divanı, muhtelif

biçimlerde yargı yetkisini arttırmıştır.

Lizbon Antlaşması’nın Avrupa Birliği’nin demokratik hayatına katkılarını belirtmek

Lizbon Antlaşması, AB’nin demokrasisinin standardını yükseltmeyi tasarlamaktadır. Bunun için,

Avrupa düzeyinde göreve gelmek bakımından doğrudan seçimle oluşan tek AB kurumu olan Avrupa

Parlamentosu, yetki artışı yaşamıştır. Bundan başka, üye devletler nezdinde halkın temsilcileri olan

ulusal parlamentolar, Avrupa seviyesindeki gelişmeler konusunda bilgilendirilme ve dahası ilgili AB

tasarruflarını katmanlı yetki ilkesine uyum yönünden denetleme görevi üstlenmiştir. Ayrıca AB,

vatandaş girişimi ile en az bir milyon Birlik vatandaşının AB’ye herhangi bir tasarruf hazırlanması

yönünde öneride bulunması imkânı getirmiştir.

Lizbon Antlaşması’nın Avrupa Birliği’ndeki insan haklarına katkılarını belirtmek

Lizbon Antlaşması, insan haklarının korunması yönünde iki önemli aracı içselleştirmek istemiştir. Bir

kere, Avrupa Birliği Temel Haklar fiyarti, Antlaşmalar ile aynı hukuki değere sahip tutularak, AB hukuk

Page 6: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

sisteminin bir parçası hâline getirilmiştir. Yine, AB, Lizbon Antlaşması’nın öngördüğü üzere Avrupa

İnsan Hakları Sözleşmesi’ne katılmak için girişimlerine devam etmektedir. Lizbon Antlaşması ile

Avrupa Birliği yönünden özgürlük, güvenlik ve adalet alanı ile AB’nin dış ilişkileri konusundaki

yenilikleri açıklamak. Lizbon Antlaşması özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yönünden, bu alanı AB’nin

ulusüstü yapısına hemen hemen tümüyle bütünleştirmiştir. Böylelikle örneğin, bu alan yönünden,

kural olarak, olağan yasama usulü ve nitelikli oy çokluğu kullanılacak ve tüzük, direktif ve karar ile

tasarruf çıkarılacak ve Avrupa Birliği Adalet Divanı, bu alan ile ilgili olarak yorum ve hukuki denetim

yetkisine sahip olacaktır. Lizbon Antlaşması,

AB’nin dış ilişkileri yönünden, AB’yi dünyada daha görünür kılmak adına, Ortak Dış Politika ve

düzenlemeler getirmiştir. Roma Antlaşmaları 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Avrupa

bütünleşmesi ilk gelişmelerinin teorik olarak nasıl açıklandığını incelemek

İkinci Dünya Savaşı sonrası hızlanan Avrupa bütünleşmesi girişimleri, bütünleşmenin ani ve hız-lı bir

şekilde gelişmesini savunanlar ile aşamalı bir bütünleşme öngörenler arasında görüş ayrılıkları ile

tanımlanabilir. Avrupa bütünleşmesinin en önemli teorik arka planı olarak kabul edilen ve 1950’lerin

ikinci yarısında geliştirilen yeni işlevselcilik (Neofonksiyonalizm) teorisi aşamalı bütünleşme modeli

fikrinden doğmuş ve gelişmelerin açıklanmasında önemli bir referans noktası haline gelmiştir. Ernst B.

Haas tarafından geliştirilen bu teori, yayılma (spill-over) kavramı ile esas itibarıyla ekonomik

bütünleşmenin siyasi bütünleşmeye varıp varamayacağı noktası ile ilgilenmiştir. Teoriye göre bir

politika alanında başlayan iş birliği ve bütünleşme, birbirleriyle yakın ilişkileri nedeniyle diğer politika

alanlarına yayılabilecektir.

1950 ve 60’lı yıllarda popüler olan teori, Birlik’in kurucuları Jean Monnet ve Robert Schuman’ın

görüşlerini yansıtması bakımından da önemlidir. Supranasyonal bir yapıyı öngören teori; 1960’lı

yılların ortalarından itibaren bütünleşme hareketindeki gelişmeleri öngöremediği yönünde eleştirilere

uğramıştır.

Yeni bir hukuk dalı olan AB hukuku ile uluslararası hukuk arasındaki ilişkileri benzerlik ve

farklılıklarıyla tanımlamak

AB hukuku “entegrasyon hukuku” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan ele alındığında buhukuk

sistemi federal ya da konfederal bütünleşme olgusuna kadar uzanan bir sürecin hukuksalaltyapısını

düzenler. Dolayısıyla AB Hukuku Birliği’ne üye devletlerin ulusal egemenlik yetkilerinin bir bölümünü

örgüte devretmeleri üzerine kuruludur.

Bu sonuç, AB hukuk normlarının üye devletlerde zorunlu biçimde uygulanmaları gereğini gündeme

getirir. Buna karşılık uluslar arası hukuk devletlerin egemen eşitliği üzerine kuruludur ve egemen

yetkilerin devri söz konusu değildir. Bu ünitenin ilk amacı, yeni hukuk düzeninin geleneksel

uluslararası hukuktan farklılıklarını ortaya koymaktır.

AB hukukunun ayırıcı özelliklerine açıklık getirmek

Yine uluslararası hukuktan farklı olarak AB hukuku, kendine özgü kimi özellikleri olan bir hukuktur.

işte bu nedenle bu ünitenin amaçları arasında anılan özellikleri de vurgulamak gerekmiştir. Bunlar; AB

hukukunun uluslar üstü nitel iği, AB hukukunun üye ülkeler hukuk düzenlerine önceliği, kimi

durumlarda AB hukukunun, başkaca bir iç hukuk düzenlemesine gereksinime duymaksızın üye

Page 7: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

devletlerde doğrudan doğruya uygulanması ve doğrudan etki doğurması gibi uluslararası hukukun

yabancısı olduğu konulardır. Bu bölümde bu kavramlara açıklık getirilmiştir.

AB hukuk sisteminin birincil kaynaklarını (Antlaşmalar) ele almak ve açıklamak

AB hukuk sisteminin kendine özgü kaynakları vardır. Zaten AB hukuk sistemi bu kaynaklara da-yalı

olarak kalıcılığını sürdürür. Bunların ilki ve en önemlisi, birincil kaynak dediğimiz ve üye devletler

tarafından imzalanan “kurucu antlaşmalar”dır. Bunlar Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa

Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun kurucu antlaşmalarıdır.

Ancak, ilerleyen yıllarda bu antlaşmaların günün koşullarına uyarlanması için değiştirilmeleri ve

güncellenmeleri gerekmiştir. İşte, Katılma Antlaşmaları, Tek Avrupa Senedi, Maastricht Antlaşma-sı,

Amsterdam Antlaşması, Nice Antlaşması gibi kimi antlaşmalar bu üç kurucu antlaşmayı zaman içinde

değiştirmişlerdir. Bu antlaşmalar da AB hu-kukunun birincil kaynakları arasında yer almaktadır.

Günümüzde tüm bu Antlaşmaların yerini alan Avrupa Birliği Antlaşması ile Avrupa Birliği’nin işleyişine

Dair Antlaşma, AB hukukunun birincil kaynaklarıdır. Bu ünitenin bir amacı da bu hukuk kaynaklarını

okurlarına verebilmektir.

AB hukuk sisteminin ikincil kaynaklarını (tüzük, yönerge ve karar) ele almak ve bu kaynakları

incelemek,

Birincil hukuk normları olan “antlaşmalar” dışında, AB hukukunun yine kendine özgü “ikincil hukuk

normları” vardır. Tüzükler, yönergeler ve kararlar olarak anılan bu normlar, belli bir hiyerarşik

sıralama ile yöneldiği devletleri, AB kurumlarını ve gerçek ya da tüzel kişileri bağlarlar.

Tüzükler (réglements), ulusal parlamentolardan çıkmış yasalar gibi hukuksal sonuç doğururlar ve

uygulanmaya konulmak bakımından bir ulusal norma gereksinme duymazlar. Yönergeler (directives),

varılacak sonuçlar bakımından üye devletleri bağlar ancak üye devletlere bu yönergeleri uygulamak

bakımından bir iç hukuk düzenlemesi yapma olanağı tanımıştır.

Kararlar (décisions) ise yöneldiği gerçek ya da tüzel kişileri doğrudan bağlar. AB hukuk sistemi içinde

son derece önemli olan bu ikincil hukuk kaynaklarının okurlara anlatılması da bu ünitenin bir başka

amacıdır.

Avrupa Birliği içerisinde yer alan temel kurumları sıralamak

Avrupa Birliği’nin kurumsal yapısı, geleneksel devlet idaresinden oldukça farklı ve karmaşık bir

sisteme dayanmakta olup söz konusu yapı içeresinde yer alan ve birlik idaresinden sorumlu temel

kurumlar Avrupa Birliği Anlaşması’nın 13. maddesi altında sayılmıştır.

Söz konusu maddeye göre, Avrupa Birliği Parlamentosu, Avrupa Hükûmet ve Devlet Başkanları

Konseyi, Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği Adalet Divanı, Avrupa

Merkez Bankası ve Avrupa Sayıştayı Birlik’in temel kurumlarıdır.

3. Ünite - Birlik kurumlarının kimlerden ve nasıl oluştuğunu açıklamak

Page 8: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Birlik’in Kurucu Anlaşmaları, her bir kurumun kimlerden ve hangi usuller dairesinde oluşacağı ile ilgili

olarak çeşitli hükümler ihtiva etmektedir. ABA’ya göre Parlamento Birlik vatandaşlarının

temsilcilerinden oluşmakta ve üyeleri serbest ve gizli oyla doğrudan genel seçimlerle beş yıllık bir süre

için birlik vatandaşları tarafından seçilmektedir. Birlik’in kısaca Zirve olarak tanımlanan diğer bir

kurumu olan Avrupa Hükûmet ve Devlet Başkanları Konseyi ise üye devletlerin hükûmet

başkanlarının yanı sıra Zirve üyeleri tarafından seçilecek bir başkan ve Avrupa Komisyonu

başkanından oluşmaktadır. Bu iki kurumu sırasıyla izleyen Konsey, üye devletlerin, üye devletleri

taahhüt altına sokma ve oy kullanma yetkilerine

sahip bakan seviyesindeki temsilcilerinden ve Komisyon, 31 Ekim 2014 tarihine kadar her üye

devletten bir kişi olmak üzere 27 üyeden, 1 Kasım

2014 tarihinden sonra ise üye devlet vatandaşları arasından seçilen ve üye devlet sayısının üçte iki-

sine eşit sayıda üyeden oluşacaktır. Birlik’in yargılama organı olan Avrupa Birliği Adalet Divanı,

Adalet Divanı, Genel Mahkeme ve uzmanlık mahkemesi olmak üzere üç farklı mahkemeden oluş-

makta ve her bir mahkemede görev alacak yargıçların ve diğer aktörlerin sayısı, seçimi ve atanmasına

ilişkin kurallar Birlik mevzuatı içerisinde ayrı ayrı gösterilmektedir.

Birlik kurumları arasına sonradan dahil olan ve parasal birliğe üye 11 devlet tarafından 1998 yılında

kurulan Avrupa Merkez Bankasının en önemli iki organı, parasal veya bankacılık alanlarında mesleki

yetkinlikleri ve deneyimleri tanınmış olan kişiler arasından seçilecek bir başkan, bir başkan yardımcısı

ve bunların dışında dört üyeden daha oluşan Yönetim Kurulu ve Yönetim Kurulu üyelerinden ve Euro

bölgesi içerisinde yer alan üye devletlerin ulusal merkez bankalarının yöneticilerinden oluşan Yönetim

Konseyi’dir.

Birlik’in en eski kurumlarından biri olan Sayıştay ise kendi ülkelerinde dış denetim kurumlarında

çalışan ya da çalışmış olan veya özellikle söz konusu görev için yeterliliğe sahip kişiler arasından

seçilen ve üye devletlerin Konsey tarafından atanan birer vatandaşından oluşmaktadır.

Birlik kurumlarının görev ve yetkilerini tanımlamak

Birlik vatandaşlarının temsilcilerinden oluşan Avrupa Parlamentosu’nun sahip olduğu en önemli

yetkiler Konsey ile ortak olarak yasama ve bütçe işlevlerini ve Anlaşmalar’da belirtildiği üzere siyasi

denetim ve istişare işlevlerini yürütme yetkileridir.

Zirve ise Birlik’in kalkınması için gerekli itici gücü sağlayacak ve yine Birlik’in siyasi yönelimlerini ve

önceliklerini belirleyecektir. Birlik’in en önemli karar alma organı olan Konsey’e ayrıca yürütmeye

ilişkin bir takım özel yet-kiler de tanınmıştır. Birliğin, yürütmeye ilişkin en

temel organı olan ve Birlik içerisinde yasama sürecini başlatabilme yetkisine sahip tek kurum olma

özelliğini taşıyan Komisyon ise aynı zamanda anlaşmaların ve onlara uygun olarak Birliğin kurumları

tarafından belirlenen önlemlerin uygulanmasını sağlamak ve denetlemek ile de yükümlüdür.

Birliğin yargılama organı olan Avrupa Birliği Adalet Divanı, Birlik kurumlarının ve üye devletlerin

Anlaşmaların uygulanmasında ve yorumlanmasında hukuka uygun hareket etmelerinin

Page 9: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

sağlanmasından ve bu amaçla yargı yetkisi içerisinde önüne getirilen çeşitli nitelikteki davaların

karara bağlanmasından sorumludur.

Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Sayıştayı ise sırasıyla Euro bölgesinin para politikasının

yürütülmesi ve Birlik’in ve Birlik tarafından kurulan organ, ofis ve ajansların bütün gelir ve gider

hesaplarının incelenmesine ilişkin birtakım görev ve yetkilere sahiptir.

4. Ünite - Avrupa Birliği’nin Bütünleşme Süreci

Avrupa bütünleşmesinin tarihsel arka planını ve AB öncesi girişimleri ifade etmek

Avrupa bütünleşmesi, AKÇT ve AET’nin kurulmasıyla başlayan bir süreç değildir. Avrupa’yı birleştirme

düşüncesi, Antik Yunan’a kadar uzan-maktadır. Farklı tarihsel dönemlerde, farklı düşünürlerce

geliştirilmiş tasarımların hemen tümün-de Avrupa devletlerinin barış, istikrar, güvenlik ve ekonomik

gelişme amaçlarıyla bir araya gel-meleri savunulmuştur.

Bütünleşmeyi ekonomik gerekçelere dayandıranlar, mali ve parasal birlik konularını öne çıkarmış ve

ticaret serbestisini savunmuşlardır. Bütünleşmenin siyasal boyutuna vurgu yapanlar ise tüm devletleri

bir araya topla-yan idari ve siyasi kurumlar tasarlamışlardır

Düşünürler ve siyasi kişilikler tarafından geliştirilen önerilerin büyük bir çoğunluğu, bugünkü AB

organlarına benzer organlar ve yine bugünkü AB’ye benzer sayıda üye öngörmüşlerdir. 19.yüzyıla

kadar, düşünce tarihinde yer alan tasarıların çok azı yaşama geçebilmiş, geçenlerin de ömrü kısa

olmuştur. 19.yüzyıldan itibaren ise iki dünya savaşı yaşanmış olmasına rağmen Avrupa’da örgütlenme

çabaları artmış ve çoğu teknik ekonomik alanlarda iş birliği öngören bu örgütler AB’nin yapı taşlarını

döşemiştir.

Avrupa bütünleşmesini açıklayan kuram ve yaklaşımları açıklamak

Klasik uluslararası örgütlerden daha ileri düzeyde işbirliği öngören, bir ortaklık anlamına gelen Avrupa

bütünleşmesi 1950’lerde kristalize olma-ya başlayınca, bilim çevreleri açısından da yeni bir inceleme

alanına dönüşmüştür. Bu çerçevede geliştirilen yaklaşımlardan biri olan klasik işlevselcilik,

bütünleşmenin teknik alanda başlamasını ve ekonomik-mali çevrelerin başını çektiği uluslar üstü bir iş

birliği olarak kalmasını önermektedir. Yeni işlevselci yaklaşım ise sektörel bazda başlayan bir

bütünleşmenin, diğer sektörlere ve siyasal mekanizmalara doğru yayılmasının ve siyasal

bütünleşmeye gidilmesinin kaçınılmazlığı üzerinde durmuştur.

Haberleşme yaklaşımı, bütünleşmenin ancak haberleşme ve ulaşım ağlarının kurulmasıyla

sağlanabileceğini ileri sürmüş, serbest ticaretin sağladığı bağların geri dönülmez bir sadakat ortamı

vurgulayarak bunun güvenlik topluluğu oluşturacağını savunmuştur.

Federalistler ise bütünleşmenin siyasal örgütlenme biçimiyle ilgilenmiş, halkları ve devletleri bir araya

getirecek idari, siyasal ve hukuksal mekanizmalar tasarlamışlardır. Bunlardan farklı olarak sosyal

inşacılık yaklaşımı, toplumsal karşılıklı algıların bütünleşme sürecini belirleyen temel değişken

olduğunu savunmuş, toplumlar ne kadar etkileşim içine girerlerse o oranda algıların değişimine katkı

Page 10: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

sağlanacağını ileri sürmüştür. Bununla birlikte, karşılıklı algı ve davranışların bölgesel bütünleşmeyi

mutlaka federal bir örgütlenmeye götürmeyeceği belirtilmiştir.

AB’nin benimsediği bütünleşme yöntemini, geçirdiği evreleri ve gelinen aşamadaki birlik modelini

değerlendirmek

Avrupa bütünleşmesi, yeni işlevselci ve kurum-sal federalist yaklaşımların birleşme modelini

benimsemiştir. Buna göre, önce Roma Antlaşmalarıyla Gümrük Birliği ve Ortak Pazar aşamaları

gerçekleştirilmiş, ardından Maastricht Antlaşmasıyla Ekonomik Parasal Birlik’e geçilmiştir. Her bir

aşamadaki siyasal işbirliği, ekonomik iş birliğinin gerektirdiği oranda olmuştur.

İşbirliğinin yoğunlaşması ve ortaklık konularının artması an-lamına gelen siyasal derinleşme,

ekonomik de rinleşmeyi izlemiştir. Dolayısıyla AB’nin siyasal iş birliği de uyumlaşma, topluluk olma ve

birlik olma aşamalarından geçmiştir. Kurulduğu gün-den itibaren bir yandan derinleşen Avrupa

bütünleşmesi, aynı oranda da genişleme yaşamıştır. Derinleşmenin her krize girdiği dönemde

genişleyen AB, bugün üye sayısının çokluğu ile ortak politika üretme gereği arasında ‘derinleşme

genişleme’ çelişkisi yaşamaktadır.

Bununla birlikte, AB iç içe halkalar olarak ifade bulan, çok halkalı ya da çok vitesli bir model

uygulamaktadır. En iç halka, en sıkı işbirliği anlamına gelen Euro bölgesi, en dış halka da aday ülkelere

işaret etmektedir. İsteyen üye, hedeflediği halkanın koşullarını yerine getirdiğinde bir üst iş birliği

aşamasına geçebilmektedir.

Yapısı, kurumları ve derinleşme genişleme modeli açısından AB, ‘Devletler Birliği’ anlamına gelen bir

konfederasyon olarak tanımlanamaz. Ancak aynı AB, ‘Halklar Birliği’ adı verilen bir federasyon da

değildir. Hem halkların hem de devletlerin karar alma sisteminde yer aldığını anlatan ifade

‘Vatandaşlar Birliği’dir ve AB’nin benimsediği yarı federasyon (quazi) modeli de bu tanıma yakındır.

5. Ünite - Avrupa Birliği’nin Genişleme ve Avrupa Komşuluk Politikası

Beşinci genişleme sürecinde yer alan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Güney Kıbrıs ve Malta siyasi ve

ekonomik yapıları yönüyle homojen olmayıp, AB’ye üye ülkelere de benzerlik göstermemektedir. Bu

nedenle AB, söz konusu ülkelerin tam üyeliklerini öngörerek Kopenhag kriterleri olarak adlandırılan

yeni tam üyelik kriterleri tanımlamıştır. Kopenhag kriterleri siyasi, ekonomik ve müktesebat uyumu

kriterlerinden oluşan bir bütündür.

AB’nin beşinci genişleme sürecinde yer alan ülkelerden Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovak

Cumhuriyeti, Slovenya, Estonya, Letonya, Litvanya, Güney Kıbrıs ve Malta’nın tam üyelikleri 1 Mayıs

2004 tarihinde, Bulgaristan ve Romanya’nın tam üyelikleri ise 1 Ocak 2007 tarihin-de gerçekleşmiştir.

Böylece sürecin iki aşaması tamamlanmıştır.

Süreçte yer alan Türkiye ile tam üyelik müzakereleri sürerken Hırvatistan ile müzakereler 2011 yılında

tamamlanmıştır. Hırvatistan’ın 2013 yılında tam üye olması beklenmektedir. Beşinci genişleme

sürecinde Türkiye ile birlikte Makedonya, Karadağ ve İzlanda aday ülke olarak yer almaktadır.

Page 11: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Avrupa Birliği’ne tam üyelik kriterlerini ve tam üyelik sürecinin aşamalarını tanımlamak AB’nin beşinci

genişleme sürecine kadar olan dönemde AB’ye tam üyelik için gereken tek kriter, Avrupalı bir devlet

olunması idi. Ancak AB, beşinci genişleme süreci öncesinde Kopenhag kriterleri olarak adlandırılan

yeni tam üyelik kriterleri belirlemiştir.

Kopenhag kriterleri siyasi, ekonomik ve müktesebat uyumu kriterlerinden oluşan bir bütündür. Tam

üyeliğe aday ülke ile tam üyelik müzakerelerine başlanmasının ön koşulu, Kopenhag siyasi

kriterlerinin sağlanmasıdır.

AB’ye tam üyelik süreci, tam üye olmak isteyen ülkenin tam üyelik başvurusuyla başlamaktadır.

Avrupa Komisyonu’nun olumlu görüşü (Avis) üzerine ülkeye adaylık statüsü tanınmaktadır. Tam

üyeliğe adaylık sürecindeki ülke için öncelikle Avrupa Komisyonu tarafından Katılım Öncesi Strateji

belirlenmekte ve Katılım Ortaklığı Belgesi düzenlenmektedir. Tam üyeliğe aday ülke, Katılım Ortaklığı

Belgesi’ndeki öncelikleri nasıl ve hangi sürelerde yerine getireceğini taahhüt eden bir Ulusal Program

hazırlanmaktadır. Tam üyeliğe aday ülkenin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmesiyle birlikte

tam üyelik müzakereleri başlatılmaktadır. Tam üyelik müzakereleri tarama süreciyle başlamakta ve

fiilî müzakerelerle sürmektedir.

Müktesebat başlıklarının tümünde müzakerelerin nihai olarak sona ermesiyle birlikte tam üyelik

antlaşması taslağı hazırlanmakta ve taslak AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun onayına

sunulmaktadır. Tam üyelik antlaşması tam üye ülkeler ile aday ülke tarafından imzalanmakta ve kendi

anayasal usullerine göre onaylanmaktadır. Onay süreci tamamlandıktan sonra tam üyelik antlaşması

yürürlüğe girmekte ve tam üyelik ger-çekleşmektedir.

6. Ünite - Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Sürecini İfade Etmek

Türkiye AB ilişkileri, 1959 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği ortak üyelik başvurusuna dayan-

maktadır. Taraşar arasındaki ortaklık ilişkisini düzenleyen temel belge, 1 Aralık 1964 tarihinde

yürürlüğe giren Ankara Anlaşması’dır. Ankara Anlaşması taraşar arasında kademeli olarak bir gümrük

birliği oluşturmayı amaçlayan ve tam üyelik taahhütü içeren bir anlaşmadır. Ankara Anlaşması ile

gümrük birliğinin hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olmak üzere üç

dönemden oluşması planlanmıştır. Hazırlık dönemi sorunsuz bir biçimde sona ermiş ancak geçiş

döneminde Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirememesi ve askerî müdahale nedeniyle ilişkiler

bir süreliğine askıya alınmıştır. Türkiye’nin 14 Nisan 1987 tarihinde gerçekleştirdiği tam üyelik

başvurusuyla birlikte ilişkiler tekrar normalleşme sürecine girmiştir.

Türkiye’nin o tarihteki başvurusu sonucunda tam üyelik gerçekleşmemiş ancak ilişkilerin

normalleşmesiyle gümrük birliğinin son dönemine geçilmiştir. Türkiye gümrük birliğinin son

döneminde Aralık 1999 Helsinki Zirvesi kararları ile tam üyeliğe aday üye olarak kabul edilmiş ve

AB’nin beşinci genişleme sürecine katılmıştır.

Page 12: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Türkiye ile tam üyelik müzakereleri başlamadan beşinci genişleme sürecinin ilk dalgası gerçekleşmiş,

Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan, Slovak Cumhuriyeti, Slovenya, Estonya, Letonya, Litvanya,

Güney Kıbrıs ve Malta 1 Mayıs 2004 tarihi itibarıyla AB’ye tam üye olmuştur.

Ekonomik politikaları açıklamak

AET’den bu yana Avrupa bütünleşmesi kapsamında ekonomik politikalar uygulanmaktadır. Zaten

Avrupa bütünleşmesinin ekonomik bütünleşme üzerine oturması böyle bir süreci olumlu

etkilemektedir. Bu çerçevede salt olarak ekonomik ve parasal konuları ilgilendiren politikaların yanı

sıra rekabet, ticaret ve vergi gibi daha dolaylı ekonomik politikalar uygulanmaktadır.

Sosyal politikaları ifade etmek

Ekonomik politikaların yanı sıra Avrupa bütünleşmesi çerçevesinde sosyal politikalar konusun-da

anlamlı uygulamalar mevcuttur. Bu politikalar tüketicinin korunmasından bölgesel politikaya, eğitim

politikasından çevre politikasına kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir.

7. Ünite - Topluluklardan Avrupa Birliği’ne Avrupa Bütünleşmesinin Geçirdiği

Değişim Süreci

Derinleşme/genişleme ilişkisini açıklamak

AET’den AB’ye geçiş süreci Avrupa Birliği literatüründe derinleşme/genişleme tartışmalarının en

yoğun yaşandığı dönemlerden biridir. Avrupa bütünleşmesi bu dönemde iç pazarın tamamlanması,

birlik, Avrupa Birliği modeli ve siyasi iş birliği derinleşme projelerini birer birer hayata geçirirken diğer

yandan genişlemeyi ihmal etmemiştir.

Dolayısıyla bu noktada derinleşme/genişleme dengesi olabildiğince korunmaya çalışılmış-tır. Diğer

yandan sanılanın aksine derinleşmenin genişlemeye engel olmadığı/olamayacağı; buna mukabil

genişlemenin de derinleşmeye ket vurmayacağı bu süreçte açıkça ortaya konmuştur.

Avrupa Tek Senedi’ni açıklamak

17-28 Fiubat 1986 tarihinde imzalanan bu metin aslında AET Antlaşmasının birçok hükmünü

değiştiren bir genel revizyon metnidir. Bir başka deyişle üye devletler arasında imzalanmış olan bir

Antlaşmadır. Bu Antlaşmanın en temel özelli-ği iç pazarın tamamlanmasıyla ilgili belirli bir tak-vim

öngörmüş olması ve Topluluk bütünleşmesiyle siyasi iş birliğini aynı metin içinde toplamış olmasıdır.

Avrupa Birliği yapılanmasını tanımlamak:

Avrupa Birliği yapılanması Maastricht Antlaşması ile getirilen yapıya verilen addır. Üç sütun üzeri-ne

oturmaktadır. ilk sütun Avrupa Topluluklarını içinde barındıran Topluluklar sütunudur. 2. sütun Ortak

dış ve Güvenlik Politikasına ilişkindir. 3. sütun ise Adalet ve içişleri alanında iş birliğine ilişkindir.

8. Ünite - Lizbon Antlaşmasını Açıklamak

Page 13: AOF Avrupa Birligi Ders Ozeti

Ekonomik ve parasal birliği açıklamak

Lizbon Antlaşması Anayasal Antlaşma’nın yürürlüğe girememesi sonucu oluşan karmaşık durumu

sona erdiren bir Antlaşmadır. Haziran 2007’de Hükûmetlerarası Konferans toplanmış ve 13 Aralık

2007’de Antlaşma imzalanmıştır.

Tüm üye devletlerin Antlaşmayı onaylamaları sonucu 1 Aralık 2009’da yürürlüğe girmiştir. Lizbon

Antlaşması “Topluluk” yapılanmasını ve üç sütunlu yapıyı ortadan kaldırmıştır.

Ekonomik ve parasal birlik her ne kadar kurucu metinlerde öngörülmemiş olsa da zaman geçtikçe

Avrupa bütünleşmesi için bir zorunluluk hâli-ne gelmiştir. Bugün 17 üye devlet ekonomik ve parasal

birliğe dâhildir. Ancak son dönemle Yunanistan, İtalya ve ispanya gibi ülkelerdeki kriz nedeniyle zor

günler geçirmektedir.

Siyasi iş birliğini açıklamak

Siyasi iş birliği Avrupa bütünleşmesi çerçevesinde başlangıçtan itibaren gündemde olan konulardan

biridir. Bu konuda 1960’lı yılların başında Fouchet Planları hazırlandıysa da sonuçta üye devletler

tarafından kabul edilmemiştir. 1970’li yıllarda Davignon raporlarıyla belirli bir ilerleme

sağlanabilmiştir. Siyasi iş birliği daha ziyade dış politikada uyumlu hareket etme şeklinde algılanmıştır.

Ancak bugün bile dış politikayı ilgilen-diren tüm konularda AB ülkelerinin tam anlamıyla uyumlu

hareket ettiği söylenemez. Zira zaman zaman birbiriyle çelişen ulusal menfaatler devreye

girmektedir.