16
Yıl: 10 Sayı: 69 Şubat - 2013 Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz BULTÜRK–NuriAdalı Konferans Salonu Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI adlı Sohbet düzenlendi Bulgar Hükümetinin İstifası Onaylandı Bulgaristan’da Erken Genel Seçim 12 Mayıs’ta Bulgaristan parlamen - tosu, Başbakan Boyko Bori - sov hükümetinin istifasını onayladı. Bulgaristan parlamen - tosu, Başbakan Boyko Bori - sov hükümetinin istifasını onayladı. Hükümetin istifası, 5’e karşı 209 oyla kabul edildi. Bir milletvekili çekimser kaldı. Başbakan Borisov, parlamen- toda yaklaşık 5 saat süren tartışma- lar ve görüşmelere katılmadı. Bakanla- rın büyük bir bölümü görüşmeleri izledi. İktidardaki GERB milletvekilleri, Borisov’un programının yoğun olduğunu ve bu nedenle salona gelmeyeceğini bildirdiler. Oturumda muhalefetin eleştirile- rini Başbakan Yardımcısı ve İçiş leri Ba - kanı Tvetan Tzvetanov yanıtladı. Devamı 15’te Trans Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı projesi için imzalar atıldı. Azerbaycan’dan Avrupa’ya doğal- gaz geçişini öngören Trans-Adriyatik doğalgaz boru hattı (ΤΑΡ-Trans Adri - atic Pipeline) projesinin hayata geçiril - mesi için gerekli olan Yunanistan, Arna - vutluk ve İtalya arasındaki hükümetler arası anlaşma bugün Atina’da imzalandı. Devamı 14’te BAŞYAZI Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan Stratejik Analiz - 1 Birlik olabilmek için ahlaklı olmak yeter DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT B U L T Ü R K Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BUL- TÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk kimliğini yaşatma ve geliştirme te- melinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir. Devamı 3‘te Kosova’da artık şirket ka - yıt formları Türkçe de basılacak. Kosova Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın kararı üzerine Kosova genelinde ka- yıt formları Türk dilinde de olacak. Şirket açmak isteyen ve kaydını yap - tırmak mecburiyetinde olan Ko- sovalı Türkler, bundan böyle ka- yıt formlarını Türkçe doldurabilecek. Türkçe şirket kayıt formları, sadece Prizren ve Mamuşa’da değil, Kosova ge - nelinde uygulanacak. Anadili Türkçe olan şirket sahipleri , kayıt formlarını tüm Kosova’da Türkçe doldurabilecek. Bu kayıt formlarından Kosova’ya ge - len Türk yatırımcıları da yararlabilecek. Türk girişimcileri bundan böyle Kosova’nın her hangi bir yerinde şirket kayıt formlarını Türkçe doldurabilecek. Şirket kayıt formları sadece de- ğil, şirket kapatma ya da isim değiş - tirmek formları da Türkçe olacak. Kosova Ticaret ve Sanayi Bakan Yar - dımcısı Cüneyd Ustaibo, Kosovaport’a yaptığı açıklamada, başlıca amacın, Koso - vaalı Türk şirket sahiplerine olduğu gibi Devamı 6’da Azerbaycan’da 2012 yılının Ka- sım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açık- landı. Anket sonucunda Başbakan Er - doğan “Türk Dünyası’nda Yılın Si- yasetçisi” ödülüne layık görüldü. Azerbaycan’da 2012 yılının Ka- sım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açık- landı. Anket sonucunda Başbakan Er - doğan “Türk Dünyası’nda Yılın Si- yasetçisi” ödülüne layık görüldü. Devamı 3’te Rafet ULUTÜRK Kardeş Ülkeden, Yılın Ödülü Erdoğan’a HOCALI-AZERBAYCANIN DEİĞİL TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR Balkanlarda Yeni Boru Hattı Cumhurbaşkanı Saakaşvili, Azerbaycan te- masları kapsamında düzenlediği basın top- lantısında, Türkiye, Azerbaycan ve Gür- cistan tarafından ortaklaşa yürütülen BTK projesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Projenin bir an önce sonuçlandırılmasının önemini vurgulayan Saakaşvili, yıl sonuna ka- dar bunun gerçekleşeceğini ümit ettiğini belirtti. Projenin Azerbaycan ve Gürcis - tan için tarihi bir şans olduğunun altını çi - zen Cumhurbaşkanı, BTK’nin kendileri için Avrupa’ya açılan kapı olduğunu kaydetti. Devamı 6’da Bultürk Genel Mer - kezde bu gün 24.02.2013yılı TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üni- versitesi Uluslararası İlişkiler Bö- lümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğu- rul İsmayil “Hocalı Soykırımını” Anlattı, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin Genel Merkezi tarafından “Ho- calı Katliamı” konulu sohbet düzenlendi. Konferansta açılış konuşmasını yapan Türk - gündem internet sayfasının sahibi ve Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Bülent MAŞA- OĞLU, Başta Mete han, Fatih ve M.K.Atatürk olmak üzere tüm Türk Dünyasında Balkanlar’da, Orta Asya’da, Kafkaslarda, ve dünyanın her hangi bir yerinde Türklük uğu - runa şehit düşenlere Saygı duruşuna davet etti. Ardından “1992 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı ka- sabasında yaşananların bir insanlık katli - amı olduğunu anlattı. Devamı 9’da BukonudaTogurulhocamızınAnkara’dan Kosova’da Şirket Kayıtı Türkçe Yapılabilecek Almanca Bilmiyor Diye Kalp Nakli Yapmadılar! İnegöl Belediyespor, 37 yaşındaki Bulgar vo - leybolcu İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı. İnegöl Belediyespor voleybol takımı, daha önce Beşiktaş voleybol takımında forma gi - yen ve Beşiktaş’ın voleybol branşını kapatması üzerine ülkesine dönenerek CSKA Sofya takı - mında forma giymeye başlayan 37 yaşındaki Bul - gar İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı. Tec - rübeli voleybolcu, düzenlenen törenle kendisini Turuncu-Lacivertli renklere bağlayan imzayı attı. İnegöl Belediyespor salonunda düzenlenen imza töreni öncesi konuşan Belediyespor Baş - kanı Adem Tayyar; sezon başında gerçekleştiri - len teknik kadro değişikliği ve yapılan transferler ile voleybolda ciddi bir ivme yakaladıklarını belirtti. Devamı 3’te İnegöl’e Bulgar pasör Aylık Siyasi Aktüel Gazete 1913’te Sofya Belçika’nın Antwerpen şehrinde ülke vatan- daşlarından sadece 17 Avro kayıt ücreti alınır - ken, yabancılardan tam 250 Avro kayıt ücreti alınıyor. Belçika’nın Antwerpen şehrine taşınarak kayıt yapmak isteyen yabancılar, Belçikalılar gibi 17 Avro yerine 250 Avro harç ödemek zorundalar. Zira Antwerpen’in Fla - man nasyonalist Belediye Başkanı Bart de Wever, ya - bancıların kaydının daha fazla zaman gerektirdiğini öne sürerek harç miktarını 20 kattan daha fazla artırdı. De Wever’in sosyal işler ve vatandaşlıktan so- rumlu meclis üyelerinden Liesbeth Homans, ırkçı uy - gulamaya karşı gösterilen tepkileri anlamadığını, yaban - cıların kaydı için ekstra bir gişe gerektiğini ve ekstra bir rapor hazırlandığını belirtti. Homans, Fransa’da 260 Avro ve Hollanda’da 950 Avro alındığını örnek vererek, ken - dilerinin aldığı 250 Avronun adil olduğunu öne sürdü. Uygulamayı eleştiren Belçika İnsan Hakları Birliği ta - rafından, bunun adil değil, ayrımcı olduğu, ırkçı reflek - sin bir görüntüsü olduğu kaydedildi. De Wever’in Antwer - pen çevresine büyük bir uçurum çekmek istediği belirtildi. Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu ProAjesini Durdurmak Felaket Olur

BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesinin 69.Sayısı

Citation preview

Page 1: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Yıl: 10 Sayı: 69 Şubat - 2013 Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz B U LT Ü R K – N u r i A d a l ı K o n f e r a n s S a l o n u A z e r b a y c a n ’ ı n H O C A L I S O Y K I R I M I a d l ı S o h b e t d ü z e n l e n d i

Bulgar Hükümetinin İstifası Onaylandı Bulgaristan’da Erken Genel Seçim 12 Mayıs’ta

B u l g a r i s t a n p a r l a m e n -tosu, Başbakan Boyko Bori-sov hükümetinin istifasını onayladı.

B u l g a r i s t a n p a r l a m e n -tosu, Başbakan Boyko Bori-sov hükümetinin istifasını onayladı.

Hükümetin istifası, 5’e karşı 209 oyla kabul edildi. Bir milletvekili çekimser kaldı.

Başbakan Borisov, parlamen-toda yaklaşık 5 saat süren tartışma-lar ve görüşmelere katılmadı. Bakanla-rın büyük bir bölümü görüşmeleri izledi.

İktidardaki GERB milletvekilleri, Borisov’un programının yoğun olduğunu ve bu nedenle salona gelmeyeceğini bildirdiler.

Oturumda muhalefetin eleştirile-rini Başbakan Yardımcısı ve İçiş leri Ba-kanı Tvetan Tzvetanov yanıtladı.

Devamı 15’te

Trans Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı projesi için imzalar atıldı.

Azerbaycan’dan Avrupa’ya doğal-gaz geçişini öngören Trans-Adriyatik doğalgaz boru hattı (ΤΑΡ-Trans Adri-atic Pipeline) projesinin hayata geçiril-mesi için gerekli olan Yunanistan, Arna-vutluk ve İtalya arasındaki hükümetler arası anlaşma bugün Atina’da imzalandı.

Devamı 14’te

B A Ş YA Z IBulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan

Stratejik Analiz - 1Birlik olabilmek için ahlaklı olmak yeterDOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT

B U L T Ü R K Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle

Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BUL-TÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk kimliğini yaşatma ve geliştirme te-melinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir.

Devamı 3‘te

Kosova’da artık şirket ka-yıt formları Türkçe de basılacak.Kosova Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın

kararı üzerine Kosova genelinde ka-yıt formları Türk dilinde de olacak.Şirket açmak isteyen ve kaydını yap-

tırmak mecburiyetinde olan Ko-sovalı Türkler, bundan böyle ka-yıt formlarını Türkçe doldurabilecek.Türkçe şirket kayıt formları, sadece

Prizren ve Mamuşa’da değil, Kosova ge-nelinde uygulanacak. Anadili Türkçe olan şirket sahipleri , kayıt formlarını tüm Kosova’da Türkçe doldurabilecek.Bu kayıt formlarından Kosova’ya ge-

len Türk yatırımcıları da yararlabilecek.Türk girişimcileri bundan böyle

Kosova’nın her hangi bir yerinde şirket kayıt formlarını Türkçe doldurabilecek.Şirket kayıt formları sadece de-

ğil, şirket kapatma ya da isim değiş-tirmek formları da Türkçe olacak.Kosova Ticaret ve Sanayi Bakan Yar-

dımcısı Cüneyd Ustaibo, Kosovaport’a yaptığı açıklamada, başlıca amacın, Koso-vaalı Türk şirket sahiplerine olduğu gibi

Devamı 6’da

Azerbaycan’da 2012 yılının Ka-sım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açık-landı. Anket sonucunda Başbakan Er-doğan “Türk Dünyası’nda Yılın Si-yasetçisi” ödülüne layık görüldü.Azerbaycan’da 2012 yılının Ka-

sım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açık-landı. Anket sonucunda Başbakan Er-doğan “Türk Dünyası’nda Yılın Si-yasetçisi” ödülüne layık görüldü.

Devamı 3’te

Rafet ULUTÜRK

K a r d e ş Ü l k e d e n , Yılın Ödülü Erdoğan’a

HOCALI-AZERBAYCANIN DEİĞİL TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR

Balkanlarda Yeni B o r u H a t t ı

Cumhurbaşkanı Saakaşvili, Azerbaycan te-masları kapsamında düzenlediği basın top-lantısında, Türkiye, Azerbaycan ve Gür-cistan tarafından ortaklaşa yürütülen BTK projesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Projenin bir an önce sonuçlandırılmasının önemini vurgulayan Saakaşvili, yıl sonuna ka-dar bunun gerçekleşeceğini ümit ettiğini belirtti.

Projenin Azerbaycan ve Gürcis-tan için tarihi bir şans olduğunun altını çi-zen Cumhurbaşkanı, BTK’nin kendileri için Avrupa’ya açılan kapı olduğunu kaydetti.

Devamı 6’da

B u l t ü r k G e n e l M e r -kezde bu gün 24.02.2013yıl ı

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üni-versitesi Uluslararası İlişkiler Bö-lümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğu-rul İsmayil “Hocalı Soykırımını” Anlattı,

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin Genel Merkezi tarafından “Ho-calı Katliamı” konulu sohbet düzenlendi.

Konferansta açılış konuşmasını yapan Türk-gündem internet sayfasının sahibi ve Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Bülent MAŞA-OĞLU, Başta Mete han, Fatih ve M.K.Atatürk olmak üzere tüm Türk Dünyasında Balkanlar’da, Orta Asya’da, Kafkaslarda, ve dünyanın her hangi bir yerinde Türklük uğu-runa şehit düşenlere Saygı duruşuna davet etti.

Ardından “1992 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı ka-sabasında yaşananların bir insanlık katli-amı olduğunu anlattı. Devamı 9’da

Bu konuda Togurul hocamızın Ankara’dan

K o s o v a ’ d a Ş i r k e t K a y ı t ıT ü r k ç e Ya p ı l a b i l e c e k

Almanca Bilmiyor Diye Kalp Nakli Yapmadılar!

İnegöl Belediyespor, 37 yaşındaki Bulgar vo-leybolcu İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı.

İnegöl Belediyespor voleybol takımı, daha önce Beşiktaş voleybol takımında forma gi-yen ve Beşiktaş’ın voleybol branşını kapatması üzerine ülkesine dönenerek CSKA Sofya takı-mında forma giymeye başlayan 37 yaşındaki Bul-gar İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı. Tec-rübeli voleybolcu, düzenlenen törenle kendisini Turuncu-Lacivertli renklere bağlayan imzayı attı.

İnegöl Belediyespor salonunda düzenlenen imza töreni öncesi konuşan Belediyespor Baş-kanı Adem Tayyar; sezon başında gerçekleştiri-len teknik kadro değişikliği ve yapılan transferler ile voleybolda ciddi bir ivme yakaladıklarını belirtti.

Devamı 3’te

İnegöl’e Bulgar pasör

1913 Sofya Aylık Siyasi Aktüel Gazete1 9 1 3 ’ t e S o f y a

Belçika’nın Antwerpen şehrinde ülke vatan-daşlarından sadece 17 Avro kayıt ücreti alınır-ken, yabancılardan tam 250 Avro kayıt ücreti alınıyor.

Belçika’nın Antwerpen şehrine taşınarak kayıt yapmak isteyen yabancılar, Belçikalılar gibi 17 Avro yerine 250 Avro harç ödemek zorundalar. Zira Antwerpen’in Fla-man nasyonalist Belediye Başkanı Bart de Wever, ya-bancıların kaydının daha fazla zaman gerektirdiğini öne sürerek harç miktarını 20 kattan daha fazla artırdı.

De Wever’in sosyal işler ve vatandaşlıktan so-rumlu meclis üyelerinden Liesbeth Homans, ırkçı uy-gulamaya karşı gösterilen tepkileri anlamadığını, yaban-cıların kaydı için ekstra bir gişe gerektiğini ve ekstra bir rapor hazırlandığını belirtti. Homans, Fransa’da 260 Avro ve Hollanda’da 950 Avro alındığını örnek vererek, ken-dilerinin aldığı 250 Avronun adil olduğunu öne sürdü.

Uygulamayı eleştiren Belçika İnsan Hakları Birliği ta-rafından, bunun adil değil, ayrımcı olduğu, ırkçı reflek-sin bir görüntüsü olduğu kaydedildi. De Wever’in Antwer-pen çevresine büyük bir uçurum çekmek istediği belirtildi.

Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu ProAjesini Durdurmak Felaket Olur

Page 2: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

2 Bulgaristan Türklerinin Sesi

S t r a t e j i k A n a l i z

Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BUL-TÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk-Müslüman kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir.

Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuv-vetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Der-nek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bul-garistan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sos-yal ve kültürel faaliyetlere geçti. “BULTÜRK GA-ZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hü-kümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gün-dem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulga-ristan Başbakan Yardımcısı T. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cum-hurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgaris-tan Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir.

Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ül-kede örgütlenme çabaları devam eden Der-neğin kuruluş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönül-den desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı.

İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulu-türk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ER-DEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ, Bülent Ma-şaoğlu, Niyazi Güler, Beycan Gönlüşen, Sey-han Özgür ve kuruluşundan bu güne kadar yöne-time gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu.

BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sım-sıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden ya-ratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarat-tığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı.

İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de oldu-ğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk-Müslüman kimliğimiz olduğuna ke-sin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın son-suza dek var olma hakkı kazanan Türklüğümüzü-Müslümanlığımızı yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yarata-nın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen al-gıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şey-ler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü.

Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rast-ladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, tota-liter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük.

Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöne-ticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde de-ğerlendirilirken ABD’li Huntington’un yeni dünya düzenini “Medeniyetler çatışması belir-leyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip ol-mak çatışmak için en önemli nedendi.” On-larsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu.

“Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uy-garlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncü-lerinin hafızası Huntington’un yenidünya dü-zenini iradesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı!

Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıris-tiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hı-ristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik or-tamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş ol-mamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtma-lar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bi-linç ve vicdanlarına tamamen ters olan Hunting-ton savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirle-yen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların ge-lişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” On-lar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi.

Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totali-ter rejimden gelmişlerdi. “Türk-Müslüman kim-liğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgar-laştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalık-larla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Do-ğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendile-riydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapa-cak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi.

Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden na-siplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, daya-nılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayakla-

narak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin onları göçe zorlayıp sınır dışı ettiği, zülüm devri;

İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan en-dişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne in-mekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele veril-mişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Do-ğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgür-lük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti.

Onlarla amansız boğuşma gereki-yordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlük-ler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli po-lis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı.

Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürü-müzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Va-tan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürü-müz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle top-rak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şe-hitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır.

Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp at-mak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayan-lar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türk-lere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soy-suz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek kolay de-ğildi10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seç-menlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık.

Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türk-lük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demok-rasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün-Müslümanlığın yolunu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı.” Türkleri, Müslümanları hak ve öz-gürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun po-litik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı!

Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniver-site görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” ola-rak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapisha-nede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için ne-ler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gi-diş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu.

En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesi-nin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden ka-bul etmesi, uluslararası insan hakları örgütleri-nin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı..

Terk sözle halkımızın (dünyanın da) gözünü bo-yayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Do-ğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleş-meyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüz-yıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızın başlattı. Ya-lan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı.

Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler.

Kuracakları kültür ve hizmet derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşata-caktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsı-nacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan ko-rumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Fela-ket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı.

Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol ara-nırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Av-rupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dün-yanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde gö-rüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı.

Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Av-rupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik topluluk-ları farklılıklar zenghinliğinde bir edinim ola-rak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu.

Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşa-mak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslüman-ları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygar-lıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgar vatandaşlığını koru-muş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyor-lardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir ba-kış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu.

Tüm Müslüman Türklerin aynı gen ve kül-tür dokusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitli-liği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi.

İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir ara-yış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeş-lerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BUL-TÜRK Derneği kuruldu. (devam edecek)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-1BULTÜRK FAALİYETLERİNDEN

Bulgaristan Cumhurbaşkanı BULTÜRK Yönetimi ile Birlikte

İstanbul Vali Yrd. Sn.Harun KAYA‘yı Makamında Ziyaret

UHÖH Genel Başkanı BULTÜRK Yönetimi ile Birlikte

Bulgaristanlı Emekli Büyükelçiyi Sn.Onur OYMEN’i Makamında ziyaret

BULTÜRK Yönetimi - Bulgaristan Parlamentosun’da

Taksim HOCALI Katliamı Mitinginde BULTÜRK

Page 3: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

İnternet üzerinden yapılan ve tüm dünyada herkes tarafından oylanabi-len ankette Türk dünyasının tanınmış siyaset, bilim, kültür adamları, millet-vekilleri, sanatçılar, gazetecilerinde bu-lunduğu 60 kişi arasında birinci olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan“Türk devletleri ve Halkları Coğrafyasının Yılın Siyasetçisi” ödülünü aldı. Yapı-lan açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın Türk dünyasının önde gelen devleti olan Türkiye’nin nüfuzunun dünyada artırılmasında, bölgede önemli siyasi rol üstlendiği ve ekonomik yükselişine katkı sağladığı belirtildi. Başbakan’ın ayrıca Türk devletleri arasında enteg-rasyon süreçlerinin, ortak kuruluşla-rın ortaya çıkarılmasında hizmetle-rine göre de değerlendirildiği açıklandı.Ödül alan isimlerin açıklandığı top-

lantıda Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra Türk kültürünün korunmasında yaptığı katkılarla Azerbaycan’ın Cumhurbaş-kanı Haydar Aliyev’in eşi Haydar Ali-yev Vakfı Başkanı ve milletvekili olan Mihriban Aliyev, “Türk Kültürünün Ha-misi” ödülünü alırken Kırgızistan’ın eski Cumhurbaşkanı Roza Otunbayev’de en çok oy alan isimler arasında yer aldı.

Çalışmalarında “Birlikten kuvvet do-ğar, o kuvvetse her zorluğu yener.” ilke-sine dayanan Dernek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere geçti. İnternet yayın organı “BULTÜRK GAZETESİ ve in-ternette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili ku-rum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stra-tejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hükümet ve devlet makamla-rıyla iletişim kurarak gündem belirleyen odak oluş-turdu. 2012 sonunda Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Ts. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgar Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir.

Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme ça-baları devam eden Derneğin kuruluş amaçları soydaş-larımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönülden desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı.

İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulutürk Baş-kan oldu, Yardımcılarından, İsmail ERDEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ ve kuruluşundan bu güne kadar yö-netime gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu.

BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, or-tak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sım-sıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden ya-ratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarattığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, ta-rih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı.

İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de olduğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk kim-liğimiz olduğuna kesin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın sonsuza dek var olma hakkı kazanan Türklüğümü-zün yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, as-lında bizdeki değişimleri yaratanın, değişimin kendisi ol-duğunu görüp hemen algıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şeyler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşa-tabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü.

Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya dü-zeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rast-ladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, to-taliter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok bü-yük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük.

Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yönetici-leri tarafından analiz edilip derin bir şekilde değerlen-dirilirken ABD’li Huntington’un yenidünya düzenini “Medeniyetler çatışması belirleyecektir” savı, nefesle-rini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kül-türe sahip olmak çatışmak için en önemli nedendi.” On-larsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu.

“Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uygarlık do-ğacağına inanan” BULTÜRK öncülerinin hafızası Huntington’un yenidünya düzenini idesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı! Onlar, Osmanlı zamanında farklı kül-türlerin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hıristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kar-deşlik ortamında iç içe komşu komşu yaşaya geldik-leri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş olmamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtma-lar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yol-ları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bilinç ve vicdanlarına tamamen ters olan Huntington savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdi. Farklı kül-türler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlık-ların gelişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” On-lar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi.

Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totaliter re-jimden gelmişlerdi. “Türk kimliğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgarlaştırma”, “Türkleri, Pomak-ları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalıklarla uğraşan zalim bir toplumdan göç yo-luyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinme-mişti. Doğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli men-subiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar ken-dileriydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapa-cak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi.

Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden nasip-lerini aldıkları, pek çok kurban verirken, dayanılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayaklanarak devir-dikleri totaliter Jivkovist rejimin onları göçe zorlayıp sı-

nır dışı ettiği, zülüm devri; İkincisi, Bulgaristan’da

kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik top-lum koşulları içinde ya-şayan kardeşlerinin duru-munun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde

yaşayan soydaşların bundan endişelenip huzursuz ol-masıydı. Olayların özüne inmekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele verilmişlerdi. Lider olarak kabul ettik-leri Ahmet Doğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgürlük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti. On-larla amansız boğuşma gerekiyordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli polis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı.

Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürü-müzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Vatan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürümüz birbirine örül-müştür. Bir başka değişle toprak, Türk kültürünün kök-leridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgilile-rin, yiğitlerin, şehitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır.

Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp at-mak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayanlar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türklere kır-dırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soysuz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek 10 yıllarını aldı. Yeni düşman arala-rına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seçmenlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık.

Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türk-lük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demokrasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün yolu kesenler yine üstün gel-mişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı. Türkleri, Pomakları, Müslü-manları hak ve özgürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun politik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir ger-çekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı!

Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniver-site görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” olarak sızdı-rılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılan-mış”, “cezaevinde, hapishanede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için neler neler yapılmıştı. Gafil avlanacak-ları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geç-medi. Bu gidiş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kar-deşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdan-sız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu.

En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitle-sinin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etme-den kabul etmesi, uluslararası insan hakları örgütle-rinin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı..

Terk sözle halkımızın gözünü boyayanlar işi başar-mıştı. Sahte bir lider olan A. Doğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleşmeyen vaatlerle insanımızı uyu-tuyordu. Yeni yüzyıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızınbaş-lattı. Yalan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı.

Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler.

Kuracakları kültür ve dayanışma derneği insanlık ta-rihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşatacaktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yad-sınacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan ko-rumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Fela-ket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı.

Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol ara-nırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Bir-liği üyeliği için aday oldu. AB ise, dünyanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde görüyordu. İnanılacak gibi de-ğildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı. Bulgaristan 1990’dan beri ye-rinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Avrupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik topluluk-ları farklılıklar zenginliğinde bir edinim olarak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluştu-rucu öğesi olarak görmek istiyordu. Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve gelenek-sel halk kültürleriyle yaşamak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanları Avrupa Birliği’nin yaşama ça-ğırdığı yeni uygarlıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni mede-niyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgaristan vatandaşlığını korumuş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB va-tandaşı oluyorlardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir bakış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu.

Tüm Türklerin aynı gen ve kültür do-

kusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitli-liği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi.

İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir arayış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BULTÜRK Derneği kuruldu.

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-2B U L T Ü R K - STRATEJİK DOĞUŞ

BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hiz-met Derneği’nin doğuşu ve fiilen kuruluşu bü-yük bir kültürel birikim ve medeni cesaret ürünüdür.

1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri Balkan Türk-leri Kültür ve Dayanışma Derneği’nde örgütlenmişti. Ge-nel Merkezi İstanbul / Çemberitaşta bulunan Dernek çok dağınık olan göçmen kitlesinin nabzını tutmakta zorlanı-yordu. Başkanlık görevinde bulunan Mehmet Çavuş, İs-met Sezer gibi Bulgaristan Türk aydınları edebiyat der-gisi ve kitaplar yayınlayıp, göçmen geceleri düzenleyerek Vatan özlemiyle yanan dertli göçmen ruhuna manevi gıda sağlamaya çalışıyordu. Dernek 1972’de Pomakla-rın ve 1984’te Bulgaristan Türklerinin adlarının değişti-rilmesine değişik biçimde güçlü tepkiler gösterdi. Bulga-ristan göçmenlerinin İstanbul Taksim ve Aksaray kitlesel protesto mitingleri yapan en büyüklerinden biri oldu.

Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Türkiye’de Yazarlar ve Gazeteciler Birlikleriyle ger-çekleştirdiği ortak eylemlerde Bulgaristan Türk-lerine karşı uygulanan zülüm politikası Türkiye ka-muoyuna, dünyaya duyuruldu. Kınandı ve protesto edildi. Türkiye Doğu Türkistan, Ahıska, Afganistan ve Türkiye’de bulunan Karadeniz ve diğer bölge Der-nekleri, Tiyatrocu ve Oyuncuları, Gazeteciler Derneği ve benzer kuruluşlar “Bulgarlaştırma zulmüne” sert tepki gösterdi, haklı davamızla dayanışma içindeydi.

Değişik biçimlerde ortaya çıkan güçlü başkaldır-manın unutulmaz örneklerinden biri, Bulgar ve Türk iyi komşuluğuna ve barış ve güvenlik direnişine kat-kılarından dolayı Bulgaristan’ın en büyük edebi-yat ödülü olan “Kiril ve Metodiy” madalyası ile ödül-lendirmek üzere, 1985’te Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanlığı tarafından Sofya’ya da-vet edilen, bilinen Türk yazar Ceyhun Demirtaş’ın “Siz Türk kardeşlerimin adlarını değiştirip, kendilerine zü-lüm ederken, ben bu ödülü alamam!” demesi olmuştu.

1989 Ağustosu’nda Totalitarizmin zincirlerini kopa-rıp, zırhlı kapılarını kıran Türkiye’ye akan Bulgaristan Türkleri Anavatan’ın büyük kentlerine toplu halde yer-leşti. Göçmenlerle ilgili yeni bir durum oluştu. Bu defa ar-kalarında sınır kapıları açık kaldı. Gelenler Bulgaristan’a sırt çevirmemişlerdi. Hepsine çifte vatandaşlık, ardın-dan da hak ettikleri Avrupa Birliği vatandaşlığı tanındı. Yeni tip vatandaşlık, yen bir etkileşim meydana geldi.

Onları terk etmeyen iyimserlik “Mevlam birçok dert vermiş, beraberinde derman vermiş!” sözlerinde dile ge-liyordu. Anavatan’a yerleşirken, Ata Vatan’ı unutma-dılar. Totaliter rejimden demokrasiye geçiş sağladıkları Bulgaristan’ın toplumsal politik yaşamından el çekmek istemiyor, orada da önemli bir faktör olmaya kararlıy-dılar. Yerel, Parlamento, Cumhurbaşkanı ve halk oyla-ması gibi seçimlere katılmaya özel olarak davet edil-diler. Oy hakkını hem Bulgaristan’da hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde kullanabileceklerdi. Gelirken yerel ve merkez kütüklerde kayıtlarını sildirmemiş, mal mülk üzerinde haklarını korunmuştu. Daha ilk seçimlerde, ilk defa her iki ülkede sandık başına gidip Bulgaristan’ın bir an önce demokratikleşmesine öz katkı Türkiye Cumhuriyeti’nden geldi. Bulgaristan’da 1990 ‘da kuru-lan Hak ve Özgürlükler Hareketi onların yardımlarıyla ve daha sonra çift vatandaş olanlarının da oylarıyla mec-liste güçlü oldu. Parlamenter grup oluşturdu. Birkaç yıl sonra koalisyon hükümetine katıldı. Böylece öz hakla-rını her iki ülkede de yasal yollarla elde edip savunma ve geliştirme yolunu öz çabalarıyla açtılar. Bu, daha önce görülmemiş yeni bir durum oluşturdu. Çabalarında diplomatik destek de gördüler. HÖH sosyal ve politik ya-şamın oluşturucu öğelerinden biri olarak kabul edildi.

Resmi rakamlarda 500 bin kişi civarında olan ama aslında 2011 yılına kadar devam eden ekonomik göçle Türkiye’de çalışan ve okuyanlarla birlikte çok daha kala-balıktılar. Küme küme topluca yaşayan bu dinamik kitle gi-derek büyüyen bir önem kazanıyordu. Son 30 yılda başına gelenleri tüm olup bitenleri sükûnetle, sabırla ve büyük bir olgunlukla karşılaması dikkati çekti, kamuoyunu düşün-dürdü. Sükûnet ve sabırlarında bilgelik ve beklenti vardı.

Söyledikleri Türkülerde “Ana baba hasreti... Dost has-reti zor imiş, Yine gönlüm hoş değil!” diyorlardı. On-lar “şehir ruhlarından, yardım bekleyen” eski soydaş-lardan farlı, yüksek ruhlu, pek çoğu da tahsilli kişilerdi. Türkiye’de ardı arası kesilmeyen Balkan göç kafileleri bir “acılar denizi” olarak biliniyordu. Ne ki, yeni gelen-ler “sıcak vatan sevgisini” unutamıyor, orada kalan top-raklarımız “Türk Yurdu”,”Türk ırkının beşiği” duygusu gönüllerini terk etmiyordu. Balkanlar “Ata Yurdu” ger-çeği belleklerine silinmeyen bir mühür gibi basılmıştı adeta. “Acı paylaştıkça azalır!” “Kendi elleriyle kö-kenlerini koparmamalı insan!!!” bilinci yerleşiyordu.

Devamı 7’de

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT

B U L T Ü R K

Hem teknik ekibe hem de voleybolculara güvendi-ğini belirten Tayyar, “Başarımızı daha da artırmak adına kadromuza taze kan ve heyecanlar da katıyoruz. Sezo-nun ikinci yarısında başarımızı daha da üst seviyelere çı-karmak için kadromuz içerisine başarılı bir ismi daha ka-tarak, Bulgar voleybolcu İvaylo Barutov ile anlaştık” dedi.

İvaylo Laçhezarov Barutov’un, 1976 Bulgaristan Sofya doğumlu olduğunu aktaran Adem Tayyar, “1.98 cm bo-yunda ve 93 kiloda. Pasör çaprazı olan Barutov; bizden önce Bulgaristan CSKA Sofya takımında oynuyordu. Ba-rutov, Türkiye’de de birçok takımda forma giyerek; Bursa Emniyetspor, Arkas, Halk Bankası, Ziraat Bankası ile 2010-2011 sezonunda en son Beşiktaş’ta oynadı. Ba-rutov; bunların yanında Yunanistan, Fransa, Avusturya ve İran gibi ülkelerin çeşitli takımlarında da oynadı” dedi.

İvaylo Laçhezarov Barutov’un; İnegöl Belediyespor’un ilk yabancı transferi olduğunu söyleyen Tayyar; İne-göl Belediyespor Barutov’a; İvaylo Barutov da İne-göl Belediyepor’a çok şey kazandıracaktır. Ben yeni transferimizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum” dedi.

Para, seks ve mafyaKimi çevrelerin aşırı müstehcen bulma-

sına karşın, Çalga türü Bulgaristan’ın yeni zen-ginleri ve gençler arasında sevilerek dinleniyor.

Para, seks ve gangsterleri konu alan şarkılar, genel-likle yarı-çıplak kadın şarkıcılar tarafından söyleniyor.

Bulgaristan Maliye Bakanlığı’nın inter-net sitesinde AB fonlarına layık görülen proje-lerden biri olarak Payner Media’nın adının geç-tiğini öğrenen bazı çevreler, öfkeyle tepki verdi.

Mali yardımın gerekçesi olarak Payner Media’nın ‘’hem Bulgaristan’da hem de uluslararası piyasalarda yüksek kalitede medya ve müzik ürünleri üreten öncü rolünü korumasının’’ amaçlandığı belirtiliyor.

Ancak tiyatro yönetmeni Alexander Mor-fov, ‘’Dünyaya Bulgar kültürü olarak bunu mu göstereceğiz?’’ diye sorarak, Çalga müziğe pa-rasal desteğin ‘’korkunç’’ olduğunu açıkladı.

Protesto çağrısıTiyatro ve sinema prodüktörü Tedy

Moskov, ülkenin tiyatro, opera ve mü-zik çevrelerinden herkesi protestoya çağırdı.

Ancak Bulgar hükümetinin Avrupa fonların-dan sorumlu bakanı Tomislav Donçev, bir rad-yoya verdiği mülakatta, ‘’resmi çerçevede her-şeyin doğru biçimde yapıldığını’’ belirtti.

AB’nin verdiği fonlar, Bulgar ekono-misini daha rekabetçi kılmayı hedefliyor.

Bakan Donçev, bir müzik şirketi-nin ülke ekonomisini hangi açılardan daha re-kabetçi kılacağını tekrar değerlendirecekle-rini vadederek eleştirileri yatıştırmaya çalıştı.

K a r d e ş ü l k e d e n , yılın ödülü Türkiye’ye

İnegöl’e Bulgar plasör

Page 4: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

4 Bulgaristan Türklerinin Sesi

Türk Demokratik Partisi Genel Başkanı ve Milletvekili Dr. Kenan HASİP ile yapılan röportaj

Nermin Yazıcı: Sayın Başkan, Makedonya’da kaç tane Türk par-tisi var ve bunların kaç tanesi yönetimde?

Kenan Hasip: Üç tane Türk partisi var Ma-kedonya siyasi sahnesinde. Makedonya’da 80’in üzerinde parti var. İki milyonluk ülke olmasına rağmen 80’in üzerinde parti olması oldukça fazla. Hatta daha önceleri 100’ün üzerindeydi bu parti-lerin sayısı. Siyasi parti yasasında birtakım deği-şiklikler olunca siyasi partilerin sayısı azalmaya başladı. Ama iki milyonluk ülke için seksen tane parti olması dediğim gibi oldukça fazla.

Nermin Yazıcı: Siz neye bağ-l ı y o r s u n u z b u ç e ş i t l i l i ğ i ?

Kenan Hasip: Parti kurmak için beş yüz tane üyeniz olması gerekiyor. Eskiden böyleydi, şimdi rakamı bine kadar yükseltiler. Onlardan imzalı bir program, bir tüzük uygularsanız top-lantı yapılıyor ve partinin kaydını yapıyorsunuz.

Nermin Yazıcı: O zaman 80 partinin içinde üç tane Türk partisi çok değil gibi görünüyor?

Kenan Hasip: Demokrasinin ana felsefesi olan çok partili döneme geçtik. Biliyorsunuz o geçici dönem oldukça fırtınalı oldu. Özellikle 90’lı yıl-larda çok sayıda siyasi parti kuruldu. Genelde ku-rulan tüm partiler etnik bazda olan partilerdi. Ar-navutlar, Makedonlar, Türkler, Sırplar vs. hepsi kendi partilerini kurdu. Hepimiz kendi etnik sınır-larımız içine kapandık. Ve o süre devam ediyor. Bulgaristan’da etnik bir parti kurmak yasaktı. Ve hak ve özgürlükler hareketi siyasi alanda etnik bir grupta toplanamadı. Bizde de diğer etnik köken-lere ait kişiler partimize üye değil. Partimiz her-kese açık ama sadece kendini Türk hissedenlere.

Nermin Yazıcı: Makedonya’da p a r t i n i z i n d u r u m u n e d i r ?

Kenan Hasip: Biz parti olarak 2002 yılından beri hükümet ortağıyız, iktidardayız. 2002 yılın-dan beri Makedonya parlamentosunda devamlı-lık sağlayan tek parti biziz. Diğer partiler kısmen başarılı oluyordu. Bazen milletvekili çıkarıyorlardı bazen çıkaramıyorlardı. Biz 2002 yılından itibaren 6 milletvekili çıkardık son döneme kadar. Son iki dönemde bir milletvekilimiz var ama bunları ko-alisyonlarla, ittifakla sağlıyoruz. Dönem içerisinde 2002 yılından bu yana devamlı mecliste milletve-killerimiz var, 3 dönem hükümet ortaklığımız var.

Nermin Yazıcı: Makedonya’daki Türk-lerin bir siyasi parti olarak sizden beklen-tileri neler? Siz onların sorunlarına yöne-lik olarak hangi icraatları gerçekleştirdiniz?

Kenan Hasip: Aslında 1990 yılında partimi-zin kurulma amaçlarından biri bu topraklardaki Türklerin dilini, dinini, tarihini, kültürünü ko-rumak ve ikinci, üçüncü sınıf vatandaşı olma-mak, eşit olmak. 1994-1998 yılında bir millet-vekili çıkarabildik, 2002’ye kadar da milletvekili çıkaramadık. Fakat bunun nedeni anti demokra-tik seçim modelleriydi. 1998’de %8’lik bir ba-raj sistemi uygulandı. %4 gibi bir nüfusa sahip iken % 5’lik oranı sağlamak için tüm halk oy verse de sayı üstünlüğünü kazanamazsınız. On-dan sonra seçim modeli değişti. Karma, çoğulcu model uygulandı. O modelden yine vazgeçildi. Nispi modele geçildi ama Makedonya altı par-çaya bölündü. Tek bir bölge olsaydı 3-4 dört mil-letvekili çıkarmak mümkündü. Ama altıya bö-lündükten sonra milletvekili çıkarmak imkânsız hale geldi. Çünkü dört seçim bölgesinde millet-vekili çıkarmak için sayımız yetmiyordu. Tüm vatandaşlar oy kullansa bile yeterli sayıya ulaşıla-mıyor. Ortalama sekiz bin oy gerekiyor ve yirmi üç bin seçmenimiz var, % 20’si yurt dışında, se-çim döneminde burada olmadığı için oyunu kul-lanamıyor. Yurt dışında oy kullanmak hakkı yok, ancak ülkesine dönüp oyunu öyle kullanması ge-rekir. Son yıllarda katılım oranı çok düşük olduğu için % 60 civarında o yüzden sekiz bini toplaya-bilmek mümkün değil. Bu durumu ancak 2002 yılında fark ettik. Tek başına katılabilmek bi-raz şansa kalıyor. Ancak seçim öncesi ittifak, or-tak liste hazırlanırsa öyle seçime katılıyoruz.

Nermin Yazıcı: Şu anda Mec-liste iki Türk partisinin milletvekili var?

Kenan Hasip: Koalisyonla, tek parti olsak bile seçilebilmesi mümkün değil. Türkler de Arnavut-lar gibi yurt dışına gidiyor, batıya göç artınca do-ğal olarak öğrenci sayısı da azaldı. Nüfus kaybı azalmasında da sayımlara katılmazsa da etkiliyor. 2011 sayımlarının iptal edilmesinin nedeni budur. Yurt dışındaki insanları da kayda almak. Arna-vutlar bu durumu oldukça zorlayınca iş çıkmaza girdi ve sayımlar iptal edildi. Biz istatistik verilere güvenmeyen kişileriz. İşini doğru düzgün yapmı-yor, bunu da sayımızın sürekli azalmasından an-lıyoruz. Oysa sayımızın azalması mümkün de-ğil. Türklerin doğal artışı % 13. 2 civarındaysa genel nüfus azalmaz. O yüzden güvenmiyoruz ayrıca sayımları on dört ayda değerlendiriyorlar.

Nermin Yazıcı: Ohri Çer-

çeve Ant laşmas ı ’n ın Türk-lere yönelik yansımaları nasıl oldu?

Kenan Hasip. Arnavutlar Makedonya’da ol-dukça fazla ve üstün olduğu için öncelik tanınıyor. Aynı büyük balık küçük balığı yer mantığıyla. Biz parti olarak hükümet ortağı olmamıza rağmen eli-mizden geleni yaptık. Son iki yılda iki yüz devlet memuruna iş sağlamak iki milyonluk ülkede ol-dukça zor, kolay değil. Devlet memurlarına çeşitli bakanlıklar sağladık. Devlet çapında on tane ku-rulda genel müdür, yönetim kurulunda müdür var.

Nermin Yazıcı: Bu üç Türk part i s in in etki leş imi nas ı l?

Kenan Hasip: Tek partili sistemde parçala, böl ve yönet 1990’lara kadar devam etti. Belli yer-lerde sana destek çıkılıyor, partiler kuruluyor. İs-tensin ki Türklerin oyları bölünsün. Böyle bir gi-rişimle ikinci parti kuruldu. Türkiye’deki partiler de buradaki durumu etkiliyor. Ak Parti kanadı, CHP kanadı gibi… Türkiye’nin politikasını ya-kından takip ediyoruz. Siyasi partilerin etkileri bu-raya yansıyor. Dıştan yardım alıp içeride parti ku-rulabiliyor. Partililerin birlik sözleri lafta kalıyor.

Nermin Yazıcı: O zaman şu an-laşılıyor ki, Makedonya’nın iç poli-tika gereği farklı partiler çıkıyor, buna Türkiye’deki çeşitlilik de ekleniyor?

Kenan Hasip: Türkiye’nin politikasında bö-lünme, parçalanma yok. Fakat bir gerçek var ki Makedonya’da halktan destek alan, önde gelen bir parti var o da biziz. % 80 oy alıyoruz. Bu oy-ların % 20’si kaybolsa, azalsa bizim için bu çok büyük rakam olur. Çünkü nüfusumuz az. Fakat şimdi çok partili bir sistemin özelliği var o da re-kabet ortamının olmasıdır. 1999’dan itibaren tek Türk partisiydik. Rekabet ortamı seçim politi-kasına rağbeti arttırdı. Ev ev gezmeye, mahalle mahalle dolaşmaya başladık. Bütün Türk parti-leri aynı şeyleri söylüyorlar: Türkçe eğitim, ta-rihi, kültürel mirasın korunması vs. Azınlık olan partilerin sağı / solu yoktur. Ana hedefleri ayakta durmaktır. Ana felsefe hükümetin bir parçası ola-bilmektir. Altı yıl sosyal demokratlarla işbirliği yaptık ama onlar sekiz yıl muhalefet olunca sağ kesime geçtik ve parlamentoya temsilcimizi koy-duk, hükümetin bir parçası olduk. Türkiye’de eğitim gören gençler geliyor ve onları partiye sokmak istiyoruz. Bu öğrenciler devlet kurum-larında çalışıyorlar. Ama bakan olabilmeleri için tecrübeye sahip olmaları gerekiyor. Üniversite-den mezun olur olmaz hemen bakan olunmu-yor maalesef. Ve buradaki parti sistemini bilmi-yorlar. Fakat partimiz onlara her zaman açıktır.

Nermin Yazıcı: Başbakan yakın bir ta-rihte Makedonya’yı ziyaret etti, gö-rüşmeleriniz oldu mu kendisiyle?

Kenan Hasip: Evet, evet. Türkiye’nin bu son yıllardaki dış politikaları takip etmiş olduğumuz, buranın gözüyle baktığımız zaman Türkiye ya-vaş yavaş bölgede değil, dünya çapında güçlü politikalar üretmeye başladı. Bu bir gerçektir. Bu Ak Parti döneminde oldu. Nasıl istersek yorum-layalım bu bir gerçektir. Üç dönemdir bu parti tek başına iktidar Türkiye’de. Tahmin edebildi-ğim, benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de ciddi kalkınma tek parti iktidarıyla olmuştur. Ve Recep Tayyip Erdoğan dünya lideri bence. Her gittiği yerde büyük bir coşkuyla karşılanıyor. Buna ben-zer son ziyareti de Makedonya’ya oldu. Üsküp’te özellikle Gostivar’da on binlerce insanı kent mer-kezine topladı. Bu Kenan Hasipın ne kadar saygın oluşunun bir göstergesidir. Bu bir, ikinci mesele Türkiye’nin dış politikası da son yıllarda güçlendi. Türkiye kendi sınırları içinde kapanmış olan bir ülke değil yavaş yavaş dünyaya açılmaya baş-ladı. Bölge açılmaya başladı. Balkanlara özellikle açılmaya başladı. Ve dünyanın dört tarafında aktif bir diplomasisi olan büyük bir ülke oldu. Elbette bu durum buradaki Türkleri dahi etkiledi. Böyle

güçlü, her gün büyüyen, güçlenen Türkiye’yi gö-rünce biz de gururlanıyoruz. Bize bir gurur kay-nağı oldu. Biz Türkiye’den gelen büyüklerimizi büyük bir coşkuyla büyük bir sevgi ile karşılarız.

Nermin Yazıcı: Başbakan’ın zi-yareti partinizin iktidardaki ko-numuna da yansıyor şüphesiz?

Kenan Hasip: Evet, bu çok normal. Benim, Başbakan’ın gelmesinden önce Makedonya CumhurKenan Hasipı ile görüşmem oldu. Ken-disiyle bir fikir alışverişinde bulunduk. Ne gibi konular gündeme gelebilir diye vs. Eskiden böyle değildi ama. Bugün Türkiye global bir politika yürütüyor. Dünyanın her tarafında olup bitenleri bilmek zorundadır. Siz büyük politikalar üretmek isterseniz dünyanın en ücra köşelerinde olup bi-tenleri bilmek zorundasınız. Şimdi bunları takip etmek, bunları aktif bir şekilde yürütmek için bü-yük bir potansiyel lazım. Son yıllarda Türkiye bu potansiyeli yakalamaya başladı. Gönül ister Tür-kiye önümüzdeki yıllarda daha da güçlensin. 2023 projesi önümüzdeki 10 ekonomiden biri olmak, ben tahmin ederim olacak böyle devam ederse. Avrupa ciddi bir kriz yaşıyor, Amerika’da yeni bir kriz dalgası başlıyor. Elbette o krizler Türkiye’yi dahi etkileyebilir. Ama gördük ki sanki Türkiye bu krizden çok hızlı çıkıyor, hemen ardından ekonomide de bir büyüme oluyor. Demek sağ-lam bir ekonomi yapısı var. Üstelik genç nesil de var, bu çok önemli. Batı ülkelerinde örneğin Almanya’da nüfusun % 60’ı 60 yaşın üzerinde, Türkiye’nin % 60’ı 30 yaşlarının altında. Bu çok büyük bir potansiyel, insan potansiyeli çok bü-yük olduğu için bu ülkenin geleceği de var. Yö-netmek lazım, yönetici lazım. Siz yanlış politika-lar yürütüyorsanız tüm bu potansiyellere rağmen bir yerlere varamazsınız. Sevindirecek bir şey var, Türkiye iyi yönetiliyor bence. Bütün bu potansi-yelleri yönlendirecek bir gücü var. Bugün tahmin ederim ki hedeflerine ulaşacak Türkiye. Bu bize gurur veriyor ve burada bir Türkleri güçlendiriyor.

Nermin Yazıcı: Buradaki Türk nü-fusun öncelikli sorunları nelerdir?

Kenan Hasip: 18.000 civarında Türk işsiz. Bu büyük bir rakam, bu 18.000 dışında, Arna-vutlar ve Makedonların oluşturduğu 280.000 iş-siz var. Demek işsizlik oranı çok yüksek bu bi-rinci mesele. İkinci mesele eğitimde, her yerde Türkçe eğitim sağlayamadık maalesef. Biz bili-yorsunuz ki ana dilde eğitim alma hakkımız var. Fakat hakkı yaşamak bir problem. Çünkü bili-yorsunuz sınıf bulmak yasaya göre 20- 25 öğ-renci olması gerekiyor, bazı yerlerde biz dört ya da beş öğrenciyi toplamakta bile zorluk çekiyo-ruz. Makedonya’daki köylerde 15 – 20 ya da 30 haneli köylerde yeterli öğrenci toplayamaz-sınız. Bütün köylerdeki öğrencileri alıp ancak belli bir yerde toplayıp ancak o şekilde yeterli sa-yıda öğrenci sağlayabilirsiniz. Gerçekçi olmak la-zım bizim yasal hakkımız var ve gereken şartları oluşturmak lazım. Bir tarafta kadro yetersizliği var, yeterince öğretmenlerimiz yok. Bu dönem içerisinde 60’ın üzerinde yeni Türkçe sınıf aç-tık. Açtığımızda düşünün ki zaman içerisinde kadro yetiştirmek istiyoruz ama yetiştiremiyo-ruz. Şimdi siz sınıf açıyorsunuz, Türkçe eğitimi sağlıyorsunuz ama bunun için öğretmenlerini-zin olması lazım. Yeterli sayıda öğretmenimiz ol-madığı için de ya Makedonca devam etmek zo-runda kalıyor ya da Makedonca ders veriyor.

Nermin Yazıcı: Türkiye des-tek vermiyor mu bu konuda?

Kenan Hasip: Türkiye’den destek var, fakat il-köğretimde bu sayıda öğretmen getirmek müm-kün değil. Amacımız burada yetiştirmek. Büyük bir öğrenci projesi vardı maalesef biz zamanında belli bir strateji üzerinde uygulayamadık. Genelde eğitim branşlarında sıkıntı var. Bakıyorsunuz sı-nıfta eczacı, mühendis, doktor olmak isteyenler

var fakat bizim öğretmenlerimiz yok. Gençle-rimizde ilgi yok bu branş için. Biz de parti ola-rak Türkiye ile buradaki ihtiyaçları ön plana çı-karamadık. Buradaki üniversitelerde çok sayıda öğrencimiz var ama ciddi bir kadro yetersiz-liği var. Üçüncü mesele buradaki tarihi ve kültü-rel eserlerimizi korumak ve onların restorasyon-larını otantik bir şekilde yapmak. Burada ciddi sıkıntılarımız var. Biz Türkiye’yi devamlı sey-rediyoruz özellikle Başbakanla sayısız görüşme-lerimiz olmuştur. Kendisi de bizleri çok seviyor, Makedonya köylerini çok iyi biliyor. Çok yakın ilişkilerimiz var. Devamlı bu konuları gündeme getiriyoruz. Ne kadar da yıkılsa da, eskise de çok sayıda Osmanlı eserleri var, çünkü buraya Os-manlı çok fazla eser yapmış. Maalesef çeşitli bü-rokrasi engellerden dolayı restorasyonlar istediği-miz şekilde olmuyor. Bugünki Taşköprü 10- 15 yıl öncesinden farklı. Ne hale geldi. Kültür zen-ginliği için sesimizi yükseltiyoruz. Anavatanı-mıza sesleniyoruz. Sadece Osmanlı değil, Bizans döneminden de kalan birçok eserler var burada. Onları korumakla kültürümüzü koruruz, kültürü-müzü korumakla milli kimliğimizi koruruz. Biz bu şeylere önem veriyoruz çünkü çok önemli.

Nermin Yazıcı: Son olarak ne-ler eklemek istersiniz? Parti olarak ge-leceğe yönelik hedefleriniz nelerdir?

Kenan Hasip: Birinci hedef çalışmalarımızı profesyonelce yapmalıyız. Bugün bu memle-ketin sorunlarını paylaşıyoruz ve bunu iktidarda parti olduğumuz için yapmalıyız. Profesyonel ta-kımı oluşturmak için belli kaynaklara ihtiyacınız var. Genelde Makedon partileri güçlü kaynak-lar bularak kendilerini ayakta tutuyor. İkinci he-def kendi iç sorunlarımızla uğraşırken komşu ül-kelerinizdeki soydaşlarımızın dertlerini unuttuk. Biz birbirimize bağlı olmalıyız. Kosova, Bulga-ristan, Bosna Hersek vs. burası büyük bir coğ-rafya. Bizim ortak dertlerimiz var. Nerelere git-seniz aynı sıkıntılar var. Eğitim, eserlerimizin korunması, vs. Ortak bir platform oluşturmak zo-rundasınız. Bulgaristan’ın, Kosova’nın sorunu olursa hepimizin sesi çıksın. Arnavutların güçlen-mesi ortak bir platform oluşturmalarındandır. Bu-gün Sırbistan’da sıkıntı olsa Arnavutluk’ta, Batı Makedonya’dan ses çıkıyor. Böyle birbirimize bağlı olmuş olursak bu iletişimi bir şekilde sağla-mış olsak bence hedeflerimize daha kolay ulaşırız.

Nermin Yazıcı: Peki var mı Bal-kan ülkeleriyle böyle temaslar?

Kenan Hasip: İlişkilerimiz var ama ob-jektiflikte sıkıntılar var. Batı Trakya’daki kar-deşlerimizin dertleri çok büyük. Onların Makedonya’ya gelmeleri sıkıntı, oradaki mil-letvekilleriyle görüşüyoruz ama bölgede araş-tırma yaparsanız Makedonya’daki Türklerin konumu ile Bulgaristan, Batı Trakya’daki Türk-lerinin konumunun farklı olduğunu görürsü-nüz. Birbirimize yardımcı olursak, bunu ulu-sal platforma taşırsak uzun vadeli işler yaparız.

Nermin Yazıcı: Buradaki tasarımı yapacak özne kim olacak? Buradaki parti ile Balkan-lardaki temsilci mi, yoksa Türkiye’den mi?

Kenan Hasip: Türkiye’nin bu işin içinde ol-ması ulusal camiada kötü. Türkiye’nin ne işi var burada diye. Türkiye’nin buradaki halkla il-gilenmesi doğal hakkıdır. O hakkı kimse ala-maz bu bir gerçektir. Ama siz iş yapmak için kendi potansiyelinizle yapmalısınız. Ve zaten tar-tışıyoruz bunu siyasi parti mi yapsın yoksa ulu-sal bir platformda mı yapılsın onu tartışıyoruz.

N e r m i n Ya z ı c ı : B u t a r-tışma ne kadar olgunlaştı peki?

Kenan Hasip: İletişim yok ama yavaş ya-vaş alt yapısını oluşturuyoruz. Bunu açık net bir şekilde söylüyorum. Biz yapacağız, bi-zim potansiyelimiz var, gücümüz de var. Bu davaya gönül veren insanlarımız var.

Mustafa BereketliTDP Kuruluş Dönemi

Yurd Dışı ilk Fahri Onur üyesi

Nermin Yazıcı TDP Genel Başkanı ve Makedonya Milletvekili Dr.Kenan HASİP ile Roportaj

Page 5: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Bulgaristan’daki Yahudilerin ta-rihi MÖ 2. yüzyıla kadar uzanır. Bu za-mandan beri herzaman bir Yahudi nü-fusu olan Bulgaristan’da Yahudilerin Bulgaristan tarihinde antik çağlardan Orta Çağa ve bugüne kadar önemli rolleri bulunur.

Bulgaristan’daki Yahudi cemaatiyle ilgili en eski yazı MÖ 2. yüzyıla aittir. Ulpia Oescus’da (günümüzde Plevne iline bağlı Gigen’de) La-tince yazılmış bir bulguda menora ve arksina-gog Joseph’in şehirdeki Yahudi nüfusuyla ilgili bildirdiği veriler bulunur. Ayrıca, Roma İmpa-ratoru I. Theodosius’un 379’da Yahudilere karşı verdiği fermanla İllirya ve Trakya’daki sinagogları yıkması bölgede Yahudi nüfusu-nun bulunduğunu belirten kanıtlardan biridir.

Birinci Bulgar İmparatorluğu 681’de ku-rulduktan sonra Bizans İmparatorluğunun zulmünden kaçan Yahudilerin buraya yer-leşmiş olma ihtimali vardır. I. Boris’in hü-kümdarlığı sırasında paganları Yahu-dileştirme çabaları muhtemeldir, fakat en nihayetinde 9. yüzyılda Bulgar Ortodoks Ki-lisesinin kurulmasıyla halk Hıristiyanlaştı-rılmıştır. Kometopule hanedanlığında gö-rülen Samuil, Moses ve David gibi isimler onların anne tarafından Yahudi olma ihtima-lini de sunar fakat bu tartışmalı bir konudur.

Yahudiler, İtalya’nın Ragusa Cumhuriye-tinden gelenlerle birlikte 967’de İkinci Bul-gar İmparatorluğunun serbest ticaret politika-larıyla Niğbolu’ya yerleşti. Ardından, Bulgar Çarı Ivan Alexander, Hristiyanlığa geçip Te-odora adını alan Yahudi kökenli Sarah isimli bir kadınla evlendi. 1352 kilise konseyinde kafirlerle Yahudilerin aforoz edilme ve üç Yahudinin idam kararı çıktı, karar Çar tara-fından geri çevrilmesine rağmen bu Yahu-diler halk tarafından linç edilerek öldürüldü.

14.-15. yüzyıllara kadar Roman-yot olan Yahudi nüfusuna 1376’da

Macaristan’dan gelen Aşkenazlar da katıldı.Osmanlı İmparatorluğu Bulgar

İmparatorluğu’nu istila ettiği zaman Vidin, Nikopol, Silistra, Pleven, Sofia, Yambol, Plov-div (Philippopolis) ve Stara Zagora’da Ya-hudi cemaatleri bulunmaktaydı. 1470’de Ya-hudilerin Bavaria’dan kovulmasıyla Yidiş dilini konuşan Aşkenazlar da bölgeye yer-leşti. 16. yüzyılın ortalarında Sofya’lı haham-larca Selanik’te Aşkenaz dua kitapları basıldı

İlk Sefarad göç dalgası Selanik, Make-donya, İtalya, Ragusa ve Bosna üzerinden 1494’te gerçekleşti; bu Yahudiler hali ha-zırda yerleşik olan Yahudilerin bulunduğu Osmanlı’nın ticaret merkezi olan şehir-lere yerleşti. Sofya’da Romanyot, Aşkenaz ve Sefaradların 1640’a kadar kendilerine ait cemaatleri bulunmaktaydı fakat bu ta-rihte cemaatler tek haham altında toplandı.

17. yüzyılda Sabetay Sevi’nin görüşleri Bulgaristan’da popülarite kazanınca Sevi’nin destekçileri Gazze’li Nathan ve Samuel Primo Sofya’da aktif rol aldı. Döneminin yeni tica-ret merkezi Pazarcık şehri gibi ülkenin deği-şik yerlerine yerleştiler. 1688’deki Çiprovtsi ayaklanması sebebiyle Ragusa tüccarları-nın ticaret yapma hakları ellerinden alınınca Yahudilere yeni haklar tanınındı ve böy-lece Yahudiler ticaret alanlarını genişlettiler.

“Baba Vida”- Vida Nine Ortaçağ Şato Ka-leleri Tuna kıyısında, nehrin büyük bir kıv-rım yaptığı alanda bulunuyor. Vidin şehri, Bulgaristan’ın en kuzey-batı kısmında Tuna nehrinin Kara Deniz’e ulaşmak için yap-tığı uzun yolculuğunun sonuna yaklaşırken bü-yük ve yavaş dönemeç yaptığı yerde bulunuyor.

Tuna kıyısındaki Vidin şehri, Millat’tan önce 3.yüzyılda kuruldu. Efsanelere göre, hem şehir, hem de kale Karpatlardan Stara Planina Balkan dağına kadar toprakları bulunan bir hükümdarın kızı Vida’nın ismini taşıyor. Vida, babasının ölü-münden sonra, küçük kardeşleri Kula ve Gımza ile beraber babasından miras kalan toprakları bö-lüşür. Kula kendi eyaletini kurar ve bugünkü Kula kasabası çevresine yerleşir. Gımza kale-sini Gımzagrad olarak adlandırır (Gımza şehri).

İlginçtir, günümüzde Sırbistan topraklarında geç Roma döneminden kalma Gımzagrad adını taşıyan siteden arkeolojik tarihi bulgular var. Kula ve Gımza hemen evlenir. Eşleri çok savur-gan ve bilnçsiz bir şekilde tüm varlık ve topra-kalrı kaybeder. Vida tüm evlilik tekliflerini red-deder. Yalnız kalmayı, halkını savunmayı, elinde kılıçla büyük çarlığını yönetmeyi tercih eder.

Erişimi zor bir kale kurar, yanına şato inşaa eder, burada uzun yıllar, ihtiyarlığa kadar ya-

şar. Vida adaletli, dürüst ve güçlü bir hüküm-darmış. Vefat ettikten sonra, yerli halk şükran-lık duygularının ifadesi olarak şatoya onun adını verir ve ona artık “Baba Vida”- Vida Nine denil-meye başlanır. Vida ile ilgili efsaneler çoktur, an-cak en yaygın olanı size şimdi anlattığımız hi-kayedir. Turistik rehberler gezilerine bailıyor.

Kompleksin ilk planı belirlenmiş değil.Ku-rulmasına 10. yüzyılın ikinci yarısında baş-landığı tahmin ediliyor. Sonraları arazi-leri genişlemiş, iç ve dış olmak üzere, iki koruma duvar yapılmış, dokuz kule inşaa edilmiş.

Kalenin en iyi korunan bölümü İvan Stratsimir’in adıyla başlanıyor. Hükümdar onu kendi konağı yapmış ve İkinci Bulgar Çarlığı döneminde bir feodal şato olarak kullanmış-tır. İvan Stratsimir Bulgarların son Ortaçağ ça-rıdır. Vida Kulelerin iç cephesinde yerleşim konutları var ve hepsi merkez bahçeye bakar.

Tarih Müzesi Başkanı Fionera Filipova anlatıyor: 15.- 19 yüzyılda bu kompleks bir savunma te-

sisi olarak kullanılıyormuş, ateş topları ve silah techizatları da burada yer alıyormuş. Bugünkü halini 17.-18. asırda alıyor ve dokauz dekar alan üzarine genişliyor. Etrafı 20 metre geniş çukurla çevrili. Geçmişte bu set Tuna sularıyla doluyor-muş, girişte ise bir ahşap köprü varmış, sonra-ları onun yerine bir taş köprü yapılmış. “Baba Vida” hem savunma tesisi hem de hükümdar şa-tosu olarak kullanılan Ortaçağ şatolarından günü-müze kadar tamamen korunmuş olan tek kaledir. Kalenin kuleleri, şehrin kuzey-doğu bölümünde Tuna nehri kıyısında boy gösteriyor. Kale du-varlarının temelleri 10. yüzyılın sonunda “Bono-niya” antik kalesi kalıntıları üzerinde atıldı. “Baba Vida” Ortaçağ kale inşaatının en etkileyici anıtıdır.

Osmanlı döneminde kalenin yerleşim alanı ta-lan edilmiş. Onun yerine taştan bçlmeler yapı-lır ve onlar yemek ve silah deposu, ayrıca koru-maların evleri olarak kullanılırmış. İlk arkeolojik kazılar 1856-62 döneminde yapılır.Birkaç me-deniyetin izlerine rastlanır-Roma döneminden Boloniya kalesi kalıntıları üzerine inşaa edil-miş şato 2. asıra ait.B,zans, Roma, erken ve geç Bulgar dönemleri, Osmanlı dönemi izlerine ras-tamak mümkün. 1960 yılalrında arkeolojik ka-zıalrın üzerine 400 kişi izleyeni barındıran Yaz Açıkhava Tiyatorsu açılmış. Orada geleneksel olarak müzik ve tiyatro temsilleri gerçekleşiyor.

Vidin deyince “kaleto” adıyla bilinen diğer ya-pıt da bilinmeli. Osman Pazvatoğlu’nun cami-isi de mutlaka anılamlıdır. Dönemlin Osmanlı hükümdarı Pazvantoğlu’nun yaptırdığı camii yanında kütüphane, medrese var ve bu yapıt da Bulgaristan’da ulusal anıt statüsü almıştır.

T ü r k ç e s i : S e v d a D ü k k a n c ı

“Baba Vida Kuleleri”

İslam cengaverlerinin yiğitliklerini gören bu zavallı in-sanlar büyük bir coşkuyla Hak dinini kabul ediyorlardı.,

Henüz akıncıların girmedikleri topraklardaki garip-ler ise, kendilerini inim inim inleten beylerine, efen-dilerine ‘bu yaptıklerinizi Türkler yanınıza bırakmazlar, bunların hesabını sizden bir bir sorarlar’ diyerek, kendi kur-tuluşlarının da bir an önce gelmesi için dua adiyorlardı.”

“Bir yürekte iki sevda olmaz!” deyen yazar R.Fiş, “dev-şirme” olayının da gönüllü ve hatta törenlerle yapılduı-ğını anlatıyor. Sokolu’nun bir devşirme olduğuna değine-rek, Vaşvezirliğe yükseldiğini, “Drina” Köprüsü, Antakya Camii gibi tarihte eşine seyrek rastlanan eserlerini anlatıyor.

Aşmaya çalıştığımız büyük tarihsel gerçeğin özünde olan-lar Kuran’ın okkalı sözlerinde şöyle nakledilmiştir:”İnsanları dilleriyle, renkleriyle sevmektir, ırkçılık yapmamaktır!” (Ku-ran . Rum 22) Balkanlar’da Sağır ve Karanlık Ortaçağı’da bu denli güçlü bir sevgi ışığı hem kurtarıcı hem de yeni dünya, insan kardeşliği yaratan mucize gibi aydınlatmıştır. Kosovo Savaşı’ndan sonra 300 yıl Balkanlarda ayaklanma olmamış, savaş çıkmamışsa toplum bu sonsuz insan sevgiden güç aldı.

Bu adaletin temelinde yine İslamla gelen ve iyi komşu-luk ve hoşgörü kültürümüzü yerleştiren “İhtiyacından faz-lasının, yoksula ait olduğunu bilip vermektir” (Zariyat 19)

Bu adalet kültürü bizim Müslüman yaşayış tarzımızın her-kes tarafından kucaklanması kapılarını ardına kadar açmıştır.

Gerçek durum buyken, son yüzyılda Bulgaristan’da Türk-lere karşı oluşturulan “Korku kültürü” insanımızı kalıpla-yıp gölgesinden korkan duruma getirdi. İnsanları midya gibi yaşamaya zorladı. Hele son 23 yılda Ahmet Doğan döne-minde dinimiz, dilimiz ve öz kültürümüz bir yana itilip ak-tif uygulama usulleriyle tamamen köreltilip unuturulmaya çalışılırken, çok acılar yaşandı. Hele Atavatan gururumuzu istediğimiz gibi yaşayamamamız çok ezici ve incitici oldu.

Biz karşılık beklemeyene uymak zorundayız. Gerçek ada-lete yolu dünya menfaatlerini ön plana çekmeden yürüyenle-rin, dürüst insanların, bizim yolumuzdur. Sorumlulukla yaşa-mak ne büyük bir cesarettir. Biz cesur olmaya devam edelim.

Bizim vicdan temizliğimizden, adalet duygumuzdan ve sonsuz gücümüzden titreyenlerin uykusu kaçıyor. Tarih kitap-larında, Bulgar edebiyat eserlerinde, sınıf odalarında, toplan-tılarda kafalarımıza zorla doldurulan korku kültürü ve daha sonra da bizimle hesaplaşma uygulaması sözde haklı olduk-ları saçmalığı, tarih çöplüğüne itileceklerin başında geliyor.

En kötü olan ise belki şudur. Bize olumlu ör-nek olarak gösterilenlerin sahte olması. Başka-ları tarafından gösterilen pozetiv kişilikler çürük çıkıyor.

İy is in iy is i o lan b iz kendimiziz!Örnekleyelim: Bulgaristan’da 15 kitabıyla bi-

linen Petar Yapov’un DS ve KGB Ajanı ŞEY-TAN DOĞAN adlı son kitabı ilgililerce artık okundu.

Ahmet Doğan’ın ajanlıklarını ve ihanetlerini, Türlüğümü-zün katili olduğunu kanıtlamak, daha önce CIA ve KGB iletişim grubunda çalışmış ve Ahmet Emin öldürülmez-den önce Hak ve Özgürlükler Hareketi Sofya Şehir Ör-gütü Başkanı ve 8 yıl da HÖH Merkez Konsey Opera-tif Büro üyeliği olan Yapov’a mı düşmüş diyebilirsiniz.

Değinmek istediğim konu ihanetler, ajanlıklar, hırsızlıklar değil. Bu nitelikleri HÖH yönetiminin her katında ve her ki-şiğinde kolayca bulabilirsiniz. Şu da var. Kim kimin peşinde, kim kimin yakasında tespit etmek artık güç oldu. İt ürür ker-van yürür gibi birşey...Bir defa Türklüğümüzün yaşamasın-dan yana olanların hepsi ajan olmalı. Türklük ajanları... As-lında, kimin ajanı oldukları pek önemli değil. A. Doğan KGB ajanıymış ama yargılanmayacakmış. Çok hizmet etmiş. Kime mi? Orası önemli mi dersşiniz! Faişenin para için ki-minle ilişkiye girdiği önemli değilse, A. Doğan’ın kiminle fin-girdediği neden önemli olsun. Al gülüm ver gülüm. Önemli olan perde ardından Türklükle hesaplaşanlara hizmet etmek...Bu gibi ajanlığı kanıtlamak işe yaramaz. Bu işler için, örneğin ihanet için bizde ceza yasası yok. Olmaması daha iyi. O za-man bizimle 130 yıldan beri hesaplaşmaya çalışanları, safla-rımızdan binlerce kurban alanları hapse atmamız gerekecek...

Yasa olması önemli değil, önemli olan kötülük olsun... Sonra etrafında, toplumda dürüst adam ol-

mayınca, senin temiz olman ne işe yarar!!!Yazar Yapov, A. Doğan’ın ajanlıklarından sonra

biz Bulgaristan Türklerine örnek olarak iki Pomak va-tandaş göstermiş... Biri, Gotse Delçev doğumlu, Sofya Tıp Akademisi’nde Profesör Doktor olan Doğan Ziya. Bu diş hekimi Ahmet Doğan’ın da sıkı fıkı dostuymuş.

Geçen hafta Prof. Dr. Doğan Ziya’nın Türkiye Cumhuriyeti’nden emekli maaşı aldığını, eşine de bir Türk emekli maaşı uydurmak için çok çaba gösterdiğini öğrendim. Daha da çarpıcı olan ise, 2012 yazında Prof. Dr. Doğan Ziya İstanbul Kadıköy’den bir daire satın almış ve T.C’ye yer-leşme ve daimi kalma planlarını açıklamıştır. Gotse Delçev’i VATAN olarak beyenmeyen Prof. Dr. D. Ziya 6. katın 25. dairesinden denize bakıp VATAN özlemi giderecekmiş... Gü-ler misin ağalar mısın. A. Doğan’ı misafir olarak davet etmiş ve WİSKY’yi artık buzdolabına yerleştirmiş...Bravo! Sanki bizim Vatan’da bizim Hasan agadan başka yurtsever yok...

Neden böyle oluğuna aklım ermiyor. Vatan-dan, Atavatandan Anavatana kaçtığımıza göre, he-saplaşma kültürünün sopası hep sırtımızda mı yoksa!....

Hesaplaşma Kültürü-2

Hikmet EFENDİEVTürk kültür, sanat ve edebiyatının dışa

açılması çalışmaları kapsamında başlatılan Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İlgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayım-lanmasına Destek Projesi (TEDA) çalış-maları hızla sürüyor.2005 yılında hayata...

Türk kültür, sanat ve edebiyatının dışa açılması çalışmaları kapsamında başlatı-lan Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İl-gili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi (TEDA) çalışmaları hızla sürüyor. 2005 yılında ha-yata geçirilen ve Türkçe’nin yazı dili biri-kiminin uluslararası çevrelerde tanıtılması için başlatılan proje kapsamında bugüne kadar bin 351 eser 54 farklı dile çevrildi.

Türk kültür, sanat ve edebiyatı ile ilgili klasik ve çağdaş eserleri yayımlayan ulus-lararası kuruluşlara karşılıksız destekte bu-lunmak amacıyla hayata geçirilen ‘Türk Kültür, Sanat ve Edebiyat Eserlerinin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanma-sına Destek Projesi (TEDA)’ 2005 yılında başladı. “Türk edebiyatının dünyaya açı-lımı” olarak nitelendirilen TEDA projesi kapsamında toplam bin 351 Türkçe eser, 54 farklı dile çevrilerek 57 ülkede yayım-landı. TEDA projesi kapsamında çeviri ve yayın destek çalışmaları devam ederken, bu çerçevede desteklenen eser sayısının 2012 yılının ilk iki döneminde 366 oldu. TEDA desteklerinde 215 destek ile büyük bir Türk nüfusunun yaşadığı Almanya açık ara lider oldu. Bu ülkeyi 169 destekle Bulgarca, 117 destekle Arapça izledi.

Türkçe eserlerin çevrildiği diller ara-sında Almanca, Arnavutça, Boşnakça, Yunanca, Rusça, Lehçe, Rumence, Ma-carca, Gürcüce, Urduca, Çinçe, Korece, Çekçe, Tamilce, İbranice, Japonca, Kata-lanca, Ermenice, Endonezce, Slovakça, Fince, Malayalamca gibi diller de yer aldı.

2005’DE 39 OLAN ESER SAYISI HER YIL KATLANARAK ARTTI

Yayınevlerinin yanı sıra üniversiteler ve dernekler TEDA’ya başvurarak, başka dillere çevrilmesini istedikleri eserleri aday gösterebiliyor. Projenin başladığı ilk yıl 39 eser yabancı dillere çevrilirken bu rakam her geçen gün daha da arttı. 2006 yılında 61 eser yabancı diller çev-rilirken bu rakam 2007’de 199,2008’de 182,2009’da140 ve 2010 yılında 182 ola-rak gerçekleşti. TEDA projesi katılımı son yıllarda artarak 2011’de 182 eser ve son olarak 2012 yılının ilk iki döneminde 366 eser yabancı dillere çevrildi. Bu yıl çevirisi yapılan eserler arasında Orhan Kemal’in Evlerden Biri, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Ensti-tüsü, Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi ve Mustafa Armağan’ın Abdulhamid’in Kurtlarla Dansı gibi eserler yer alıyor.

TÜRK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ESER-LERİ DÜNYA KÜTÜPHANELERİNDEBaşka dillere çevrilen eserler arasında

Mevlana’nın Mesnevi, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat yanı sıra Dede Korkut Oğuznameleri başı çekiyor. Ayrıca Ah-met Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Ha-lide Edip Adıvar, Sait Faik Abasıyanık, Perihan Mağden, Orhan Pamuk, Ahmet Ümit, Buket Uzuner, Hilmi Yavuz, Talat S. Halman, Adalet Ağaoğlu, Orhan Ke-mal, Elif Şafak, Falih Rıfkı Atay, Aziz Ne-sin, Can Dündar, Sabahattin Ali ve Zülfü Livaneli gibi yazarların kitapları yer alıyor.

Türk Edebiyatı Dünyaya Açıldı

Bulgaristan’daki Yahudilerin tarihi

Page 6: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

6 Bulgaristan Türklerinin Sesi

24 şubat 2013’te Sofya’da Bakan-lar Kurulu önünde 10 bin kişi adına konuşanlar BULGARİSTAN’DA POLİTİK MODELİN DE-ĞİŞTİRİLMESİNİ istediler. “Halk biziz!” “Devlet Biziz!” “Politik parti modeli eskidi!” “Protesto eden-lerin özgür iktidarı kurulacak!” sloganlarıyükselt-tildi. Sofya şiddetli gösterilere sahne oldu. Ekonomik bunalımı aşamayan Bulgaristan, politik krize battı.

Müslüman –Türk-Pomak ve Çingenlerin ağır-lıklı olduğu Kırcali, Razgrat,Şumen, Silistra ve Kuzey Batı Bulgaristan il merkezlerinde yo-ğun hareketlenme beklenirken Smolyan ve Bla-goevgrat eyleme geçti. Plovdiv ve Varna’da Kitle eylemlerine “Yabancı tekeller ülkemizden hemen kovulsun!” “Soygun ve talana son!” istekleriyle 10 binden 30 bine kadar öncelikle gençler katıldı.

Bütün mitinglerde Veliko Tırnovo ve Varna’da “çağresizliğe karşı”kendini ateşe ve-renler bir dakika saygı duruşuyla anıldı.

Hükümetin istifası üzerine göstericiler Cum-hurbaşkanı Rosen Plevneliev ile görüşmek iste-diler. Hiçbir politikacının katılmasını istemedik-leri bu görüşmenin naklen yayında kameraların önünde yapılması talebinde bulundular. Politikacı-lar siyasetin dışına itildi. Yeni bakış açıları aranıyor.

Göstericiler Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nı yaktılar. Temel yasanın halkın değil, bir avuç zen-ginin çıkarlarını savunduğunu öne sürüyor-lar. Göstericiler, siyasi partilerin tümünün yasak-lanmasını, halkın Parlamentoda direk ve daha etkin temsilini talep ederek, eylemlerini sürdürüyorlar.

Bulgaristan’da “yüksek elektrik faturalarını pro-testo ederken” alevlenen halk isyanı ateşi bacayı sardı. B. Borisov iktidarı, ekonomik ve sosyal prob-lemleri çözememekle itham edilirken, somut ola-rak halkın kanını emen tekellerle ve ahtopotlarla başa çıkamamkla, işsizlik ve yoksulluk sorunlarını-çözüm getirememkle, eğitim ve sağlık alanında çö-küşle, bürokrasi ve memur tabakasına özel imtiyaz-lar tanımakla suçlanıyor. Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) halk ayak-lanmasının devrimleşme sürecinden korktu ve po-litikadan el çekti. Partiler hükümet kurmak istemi-yor. Bulgaristanıhükümet olmanın korkusu sardı...

Basın ve TV halk ayaklanmasına neden olan ÇEZ elektrik dağıtım şirketi yönetiminde görev alan koda-manların listesini çıkardı. Bu baş belası yabancı şir-kette “HÖH-DPS” eski Başkanı ve şimdiki Fahri Başkan Ahmet Doğan’ın eski eşlerinden biri ve “HÖH-DPS “Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un oğulu çok yüksek maaşlı görevlerde bulunuyor.

Yeni dönem Bulgaristan tarihinde III. Çarlığın ilan edildiği 1908’den beri ilk defa iktidarsızlaşma, parti-leri yasaklama, parti erkini reddetme, Anayasayıge-çersiz kılma istekleri yükseltilirken, teknokrat bir erki göreve davet eden eğilim derinleşip güç topluyor. Biz-deki politik modelin değiştirilmesi ne anlama gelir:

1.Başkanlık Sistemi kurulabilir;2.Politik partilerin faaliyetlerine son verilebilir. 3.Politik partilerin kapatılması demokra-

tik düzenin yıkılması ve yerine otokratik diktatör-lük veya Başkanlık iktidarı kurulması anlamına gelir. Bu dönem 1934’te denenmiş ve Aleksan-dır Tsankov’un faşit hükümeti işbaşına gelmiş-tir. Bu kabine dünya tarafından tanınmamıştır.

Düzensiz ayaklanma ve direnişlerde yo-ğunlaşma şartlarında öz yönetme mekaniz-ması oluşturan protesto gösterileri gün geç-tikçe daha etkin politik nitelik kazanıyor.

Fakat bu Bulgaristan’da yapılan protestoların Rusya tarafından desteklediği de gözlerden kaçmıyor.

Bulgaristan için olduğu kadar 27 Avrupa Birliği devleti için de, yepyeni bir politik ortam oluşturan ayaklanma, dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Yu-nan sokak direnişçileri ile kıyaslama yapmak isteyen-ler hemen sustu. Arap Baharı’na benzemediğine işaret edildi. Komşuda ve Arabistan’da kavga muhalefet ve iktidar partileri arasında şiddetlenirken, bizde politik partilerin tümü politikadan çekilmek zorunda kaldı. Siyasetten ümidini kesmiş olan kitleler siyasi partilerin örgütlerini dağıtmaya, siyasi hayattan uzaklaşmaya, de-folmaya çağrılıyor. Siyasiler soygun, talan ve dolandı-rıcılıkla itham ediliryor. Savcılık göreve davet ediliyor.

Direnişin yabancı tekellere tepkisi çok güçlü ve destek topluyor. İçlerinde Ahmet Doğan’ın ve HÖH yönetim ekibinin de olduğu, yerli oligarşik mafya çemberinin AB’li sömürücü tekellerle talancı or-taklığına son verilmesi isteğı kesinlik kazanıyor.

Kükredikçe yayılan politik atılımda başat de-vinim gücü olan sendikacılarla omuz omuza yü-rüyen üniversiteliler ön saflarında yumruk sıkıyor. Ayaklanma daha birinci haftasında enter-nasyonel boyut aldı. Berlin, Paris, Londra ve Mad-

rit Bulgaristan Büyükelçilikleri önünde toplanan ka-labalık Sofya’da polisle dişdişe göz göze kavga edenlerle dayanışma halinde olduklarını duyurdu.

Bulgaristan’da toplumsal demokratikleşme süreci, HÖH-DPS de dahil olmak üzere, 23 yıldan beri ik-tidarı paylaşan partiler tarafından baltalandı.İktidarlar haklarımızı elde etme davamızı ve özgürleşme özlem-lerimizi dürüp rafa kaldırdı. Bu yüzden totaliterizmi 1990’da devrimci kükremeyle tarihe itmek istesek bile, özlediğimiz ideal demokrasi gerçekleşmedi. Bun-dan dolayı mitinglerde yükselen sloganlarda toplumu doğrudan demokratik prosedürlerle yönetme, yerel ve merkezi öz yönetime geçme istekler gibi politik de-ğişiklikler talep ediyorlar. Görüldüğü üzere, Mayısta yapılacak erken seçimlere kadar isyan ateşi sönme-yip alevlenerek tüm köy ve kentlere sıçrayacak gibi.

Müslümanlar köy, semt, mahalle ve belediyelerini henüz bütünüyle kucaklamamış olan bu özgün atı-lım, artık spontane toplantı ve mitinglerde kendini her yerde gösteriyor. Bizler, Bulgaristan halkı toplamında çok önemli bir oluşturucu öğe olarak şahlanan cesare-tin sokak zorlamalarına tarafsız kalamayız. Politik or-tamı sallayan yeni güç, tüm yolsuzluklarda parmağı olan HÖH-DPS lider ekibini de politik sahneden fır-latmaya hazırlanıyor. Görüldüğü üzere HÖH-DPS’nin lider ekibinin eli tamamen kirlenmiş durumdadır.

Zamlı elektrik faturaları size de bize de geldi. “Olay, bir soygundur!” deyenlerin kalesinde he-pimize yer var. Dava hepimizin ortak davasıdır.

Sömürülmemize, soyulmamıza, ulusal çıkarla-rımızın ayakaltına alınmasına, sokakların kan gö-lüne çevrilmesine karşı bayrak açmak bizim de en doğal hakkımızdır. İsyan ateşini yakan ve alevlen-diren genç aydınlar hepimizin ortak hak ve menfa-atlerini gündeme getirdi. Bizim çıkarlarımızı da sa-vunuyor. Direnişleri başlatan, elektronik çağın, post modern dünyanın ortaya çıkardığı okumuş, bilgili ve namuslu gençler, sendikacılar, dernekçiler bizdendir. Doğal öncülüğü kabullenelim. Zam olaylarını pro-testo edenlerin ordusuna katılalım amma bu hükü-metin bizlere Türklere yönelik yapılanları ve yapıl-mayanları da görmezden gelmeyelim, gelemeyiz.

Siz de hatırlayın: 19 Mayıs 2012’de Cebel’de halka hita-

ben Bulgarca bir konuşma yapan Hak ve Özgür-lükler Hareketi Başkanı A. Doğan şöyle demişti:

“Halkımızın geçim sorunlarını çözeme-yen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) nin bundan öte var olması anlamsızdır!”

Biz hepimiz acız! İşsiziz! Bankalara borçluyuz! Çözdüğünüz sorun varsa gösterin de biz de görelim!

Özgürlük ve ekmek için ayaklandık. Sizlere “paydos.” Yalan dolan; çarpma çırpma; zavallı in-sanları aldatıp uyutma politikanız bizde taşa çarptı.Herkes gözünü açtı. Türk onurumuzu ayak altına aldınız. Çevirdiğiniz sinsi dolapların bedeli sırtı-mıza yüklendi. Yüz karası tarih yazdınız! Onu-rumuzu kırdınız! Tarihte lekeli bir yer aldınız.

Yeni seçimlerde 2013!te. Müslümanların oyu Ulusal Hak ve Özgürlükler Partisi’ne vere-ceğiz. Ateist HÖH Artık Gözümüze görünmesin!

Öz insanımızı bize, kardeşi kardeşe düşman eden, sizden olmayanları evinden yerinden, dede toprağından soğutan siz oldunuz. Birbirinizin ya-lan dolanını,hırsızlıklarınızı gizlediniz. Çeteleştiniz. Mafyalaştınız. Adalet önünde hesap vermelisiniz.

Soyguncu çetenize katılmak istemeyenlerin çek-mediği kalmadı. Siz insan kayırdınız. Bizi hor görüp mafyalarla senli benli, sarmaş dolaş oldunuz. Ortaklık-lar kurup binbir şeytanlık yapmaktan geri durmadınız. Kimsenin gözyaşına bakmadınız. Açlığımızla alay et-tiniz. Çilemize, çekimize yüz çevirdiniz. İşte bakın, ayaklananlar tüm politikanıza “hayır” diyor. Sizi çöpe atıyor. “Devlet Biziz!” “İktidar Biziz!” “Halk Biziz!” Sarayları yıkıp yakan isyanlardır. İsyan ateşine hiç-bir zırhlı araç dayanamaz! Bayraklarınız indiriliyor.

Halkımızdan, haklı davamızdan ve mücade-lemizden uzak durun. Saraylarınızı ateş saracak. Dostlarınız uzaktalar, uzak suyla yakın ateş sön-dürülmez. Çağresizsiniz. Gönüllerden düştünüz. Bu defa başta değil, ayakaltındasınız! Sizi deh-şete düşüren nefret ateşinde yakanların kâbusudur.

Korkuyla yaşanmaz. Politikadan tamamen çe-kiliniz! Defolurken Hak ve Özgürlükler Hareketi-mizi gerçek sahiplerine, halkımızın onurlu evlatla-rına, ölümsüz kahramanlarımıza devredemediniz amma bu Müslümanlarını değil amma sizin HÖH ile birlikte son seçiminiz bu seçimler olacaktır. Tüm HÖH’çülere duyurulur, artık bu partiden hiç kimseye fayda gelmez. Herkes bir an önce ken-dine gelerek UHÖH’nde yerini alması gerektiği gün bu gündür. UHÖH adalet, samimiyet ve yeni nesillerin yeridir. Müslüman halkına duyurulur.

HÖH-DPS’nin Bundan Öte Var Olması Anlamsızdır!”BULTÜRK’E GELEn YazI Lahey’den Boşnakları üzen karar

Eski Yugoslavya’da işlenen savaş suç-ları için Lahey’de kurulan mahkemede, 2 Ekim 2008 tarihinden beri tutuklu ola-rak yargılanan eski Yugoslavya Ordusu (JNA) Genelkurmay Başkanı ve eski Sırp general Momçilo Perişiç beraat etti.

Eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in en önemli adamlarından biri olarak bilinen ve 1993-1998 yılların arasında Genelkur-may Başkanı olarak görev yapan 69 yaşındaki Pe-rişiç, Lahey’deki mahkemece daha önce, başkent Saraybosna’nın kuşatılmasında ağır silah kullan-mak, keskin nişancılara ve Sırp askerlerine destek vermek ve Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’in füze-lerle vurulmasından suçlu bulunarak, 6 Eylül 2011 tarihinde 27 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

Perişiç’in, avukatları aracılığıyla başlattığı temyiz davasının karar duruşması bugün yapıldı. Duruşmada, mahkemenin nihai kararını açıkla-yan hakim Theodore Meron, 1993-1995 yılları arasında Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da yaşanan olaylarla Perişiç’in doğrudan bağlantılı olduğunun kanıtlanmadığını söyledi.

Mahkeme kararında Perişiç’in, Bosna sa-vaşı sırasında aktif olan Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na destek veren Yugoslavya Ordusu’nun (JNA) başında bulunduğu, ancak Saraybosna ve Srebrenitsa’da işlenen suçların planlandığı her-hangi bir toplantıya katıldığının ispatlanmadığı kaydedildi.

Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun JNA ile doğrudan bağlantılı olmadığı, iki ordunun birbirin-den bağımsız olduğunu savunulan kararda, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin JNA’dan emir almadığı sa-vunuldu. Kararda, eski Yugoslavya Ordusu’nun izlediği politikanın, Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na doğrudan yardım etmeye yönelik poli-tika olmadığı, zanlı Perişiç’in de Sırp Cumhuriyeti Ordusu mensupları tarafından işlenen suçları des-teklediğinin kanıtlanmadığı ifade edildi.

Perişiç’in, Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na

yardım ettiği, ancak bu yardımların suç işle-meyi desteklemeye yönelik olmadığı öne sürülen kararda,Perişiç’in işlenen savaş suçlarına doğru-dan katılmadığı, bu yüzden daha önce verilen ce-zanın iptaline karar verildiği bildirildi.

Daha önce 27 yıl ceza almıştı Eski Yugoslavya Ordusu (JNA) Genelkur-

may Başkanı Momçilo Perişiç hakkında, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın kuşatılmasında ağır silah kullanmak, keskin nişancılara ve Sırp askerlerine destek vermek ve Hırvatistan’ın baş-kenti Zagreb’in füzelerle vurulması suçlamalarıyla 7 Mart 2005’te iddianame hazırlanmış, kendisi de aynı gün Lahey’deki mahkemeye teslim olmuştu.

Perişiç, iki gün sonra 9 Mart’taki ilk duruş-masında iddianamedeki bütün suçlamaları red-detmiş ve suçsuz olduğunu ileri sürmüştü. 2 Ekim 2008’de Lahey’de yargılanmaya başlanan Perişiç’e mahkeme, söz konusu suçlardan 6 Eylül 2011 tarihinde 27 yıl hapis cezası vermişti.

Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da 1990’lı yıl-larda yaşanan savaşta, özellikle eski Yugoslavya Ordusu tarafından desteklenen, silah ve savaş ge-reçleri verilen paramiliter birlikler, çok sayıda sivili katletmişti. Bosnalı ve Hırvat yetkililer, savaşın dı-şında kaldığını iddia eden JNA birliklerinin de bir-çok bölgede, doğrudan savaşa girdiğini belirtiyor.

Saakaşvili: Bakü-Tiflis-Kars Demir-yolu projesini durdurmak felaket olur

Projenin karşısına çıkarılan engellerin her iki ülkenin de ulusal çıkarlarına ters olduğunu söy-leyen Saakaşvili, “Bu bir felaket olur. Projenin durdurulması büyük suç ve vebali de ağır olur. BTK’nin başka alternatifi olmadığını düşünüyo-rum. Aksi durumu ulusal çıkarlarımıza ihanet ola-rak kabul ederim. Proje, bizim AB ve NATO yo-lumuzdur ve sıkı işbirliği ile sonuca ulaşmalıyız. Dostumuz ve ortağımız Türkiye’nin de önemli rolü var projede. BTK’nin kısa sürede faali-yete başlayacağına şüphem yok” diye konuştu.

Daha önce Gürcistan Başbakanı Bidzina İva-nişvili, yönetime geldikten sonra BTK ile ilgili bazı endişeleri olduğunu söylemiş fakat Azer-baycan ziyaretinin ardından yaptığı açıkla-mada, projeyle ilgili ikna olduğunu belirtmişti.

Almanca bilmiyor diye kalp nakli yapmadılar!Belçika’nın Antwerpen şehrinde ülke vatan-

daşlarından sadece 17 Avro kayıt ücreti alınırken, yabancılardan tam 250 Avro kayıt ücreti alınıyor.

Belçika’nın Antwerpen şehrine taşınarak ka-yıt yapmak isteyen yabancılar, Belçikalılar gibi 17 Avro yerine 250 Avro harç ödemek zorun-dalar. Zira Antwerpen’in Flaman nasyonalist Belediye Başkanı Bart de Wever, yabancıların kaydının daha fazla zaman gerektirdiğini öne sü-rerek harç miktarını 20 kattan daha fazla artırdı.

De Wever’in sosyal işler ve vatandaş-lıktan sorumlu meclis üyelerinden Lies-

beth Homans, ırkçı uygulamaya karşı gös-terilen tepkileri anlamadığını, yabancıların kaydı için ekstra bir gişe gerektiğini ve eks-tra bir rapor hazırlandığını belirtti. Homans, Fransa’da 260 Avro ve Hollanda’da 950 Avro alındığını örnek vererek, kendilerinin al-dığı 250 Avronun adil olduğunu öne sürdü.

Uygulamayı eleştiren Belçika İnsan Hakları Birliği tarafından, bunun adil değil, ayrımcı ol-duğu, ırkçı refleksin bir görüntüsü olduğu kay-dedildi. De Wever’in Antwerpen çevresine büyük bir uçurum çekmek istediği belirtildi.

Türkiye’den gelen işletmeci ve yatım-cıların kayıt işlerini kolaylaştırmak ol-duğunu belirtti. Kosovalı Türklerin kayıt formlarının doldurulması esnasında dil açısından sıkıntı yaşamamaları için bu uy-gulamaya gidilmesinin sebeplerden biri ol-duğunu kaydeden Bakan Yardımcısı Cü-neyd Ustaibo, diğer yandan Kosova’da şirket kurmak istiyen ve Türkiye’den ge-len, yanlarında tercüman çalıştırmak mecburiyetinde kalan Türk girişimcileri-nin, kayıt formlarını sadece Prizren ve Mamuşa değil, Kosova’nın her hangi şe-hirinde Türkçe doldurabileceğine işaret etti. Söz gelimi, Klina ya da Graçanitsa’da

şirket açmak istiyen Kosovalı Türk ya da Türkiye’den gelen girişimci, ka-yıt formlarını türkçe doldurabilecek.

K o s o v a ’ d a ş i r k e t k a y ı t ıT ü r k ç e y a p ı l a b i l e c e k

Page 7: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

KARANLIK SAVAŞ : ZİHİNSEL İŞGAL • Karanlık bir savaşla karşı karşıyayız. Niçin

karanlık? Çünkü bu savaş gözlerimizi kör ediyor, gerçekleri göremiyoruz. Bize gösterilen boş ha-yallerle zaman tüketiyoruz. Saldırganın kim ol-duğunu, hangi silahla, nasıl ve nereden saldı-racağını da bilemiyoruz. Doğrudan beynimize saldırıyorlar, farkında değiliz. Beş duyumuz ve zih-nimiz gizlice ele geçiriliyor. Algımızı oluşturan ile-tişim kaynakları yabancılara satılırken, taşıt fa-rına yakalanan tavşanlar gibi çaresiz ve hareketsiz bakıyoruz. Bizi biz yapan değerler elden gider-ken habersiz seyrediyoruz. Akıl tutulması işte bu!

Sonuçta algımız giderek değişiyor. Her çe-şit göz boyama ve aldatma sonucu dostu düş-man, düşmanı da dost görmeye başlıyoruz. Top-lumsal paranoya ve şizofreni olmaya zorlayan bu savaş, bizi kendimizden bile şüpheye düşü-rüyor. Bundan daha karanlık savaş olur mu? Yaşam tarzını sinsice belirleyen bu akıl oyu-nunu idrak edemeyen milletlerin işi çok zor.

Amaç ; insan zihnini ele geçirmek • Bu karanlık savaşın hedefi; derin aklımızı

ve beynimizi önce dağıtmak, sonra kendi ga-yesine uygun olarak yeniden oluşturmak. Bu-nun için de öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamları seçiliyor. Son iki asırdır bu sistem fabrika gibi çalışıyor ve ge-leceğin karar vericilerini yetiştiriyor. Stratejik yerlerin bu beyinlerle sessiz ve derinden ele ge-çirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve et-kili bir yöntem. Bu karanlık akıl oyunuyla belirle-nen kötü kader ise toplumun yaşam tarzı oluyor.

• Bilinçaltına gönderilen sinyallerle körpe beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robot-ları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tar-zını kurgulamanın en kestirme yolu bu. Med-yayı dikkatlice incelersek zihinsel devşirmenin her çeşidini kolayca görebiliriz. Bu yöntemin en etkili olduğu dönem ise çocukluk dönemi:

• Bu dönemde algılanması istenen nesneler, sevgi ve güven sözcükleri içine gizlenerek reklam-lar, çizgi filmler ve çocuk programlarıyla sunulur. Çünkü ilk algılanan nesneler anne baba gibi vaz-geçilmez olacaktır. Bu şekilde çocuğun zihinsel bariyerleri kolayca geçilerek sigaradan cep tele-fonuna, janjanlı şeylerden kolalı içkilere kadar ya-şam tarzına girmesi istenen her şey, zihinlere kök hücre nakli gibi ekilir. Minik beyinlere binlerce kere aşılanan ‘hayata bağlar’ - ‘bağlan hayata’ gibi şifre sözcüklerle ilişkilendirilen görüntü ve kurgu-lar, çocukları hayata bağlıyan vazgeçilmez nes-neler olur. Onlarsız hayat artık mümkün değildir.

• Minik yavrular bu nesnelerin sağlığa veya in-san hayatına zararlı olabileceğini idrak edemez. Sonraki yıllarda bu nesnelerin zararlı olduğu id-rak edilse bile iş işten geçer ve bu alışkanlıklar ha-yatın parçası olur. Artık insanı yaşadığı dünyaya bağlayan bu nesnelerdir ve bunlar olmadan ya-şamak anlamsızdır. Bunların yan etki ve zarar-ları bile unutulur, bağımlılık benliği esir alır. Öz-gürlükler, sadece silahla yok edilmiyor. Henüz reşit olmayan beyinlerin bu şekilde aşılanması, özgürlükler açısından endişe vericidir. Küre-sel minik robotlara dönüştürülmeye çalışılan ‘Se-locan’ larımızı, bu esaretten nasıl koruyabiliriz?

Zihinsel işgal ve zihinsel soykırım • İnsan beynini ve yaşam tarzını kurgulayan bu

savaş, kültürel salgın olarak yayılıyor. Eğlenceden eğitim ve kültüre kadar bir çok alanda sessiz ve derinden bulaşıyor. İnsan beynine en yoğun bilgi girişinin olduğu ortamlar; eğitim kurumları, yazılı ve görüntülü medya, internet ve eğlence mekanları bu salgının yayılma yerleri. Çünkü bu virüs bilgi-lendirme, eğitim, öğretim, eğlendirme gibi yararlı faaliyetler sırasında zihinlere kolayca nüfuz ediyor.

• ‘Yat yat uyu’ virüsünün uyuşturduğu beyinlere hastalıklı yaşam tarzını sinsice yükleyen bu salgın pop kültürü, çağdaş ve modern yaşam gibi fiya-kalı isimler arkasına saklanarak, dilimizden ma-ğaza isimlerine kadar yöresel ve geleneksel bize ait ne varsa hepsini 4 aşamada silip süpürüyor.

1. Birinci aşama, dış dünyayı tanıma ve bil-gilendirme maskesiyle yapılan zihinsel al-datma ile başlar. Yararsız bilgilerle, pembe ha-yallerle sanal bir dünya kurulurken aslında yapılan iş, zihinsel aldatmadır. Bu pembe dün-yanın zihinleri uyuşturan morfini ise televole.

2. İkinci aşama ise bilgi bombardımanı ara-sına sokuşturulan kirli bilgilerle inşa edilen zi-hinsel kirletme dönemidir. Bilgi çağının en ciddi sorunu, bu bilgi kirlenmesinin yıllar süren tor-tusu olan zihinsel kirlenmedir. Bu dönemde ya-lan yanlış bilgiyle doldurulan kirlenmiş beyin-ler, kendilerine yaklaşan felaketi kurtuluş gibi görürken, bilinçaltına yazılan seçenekler liste-

sinden seçimler yapmayı özgürlük zannedebilir. 3. Üçüncü aşamada, yabancı kültürel değer-

ler ve düşünce şekli bütün zihni kaplarken zihin-sel işgal tamamlanıyor demektir. Beyinler sığla-şırken yaşam tarzı istenilen şekle dönüşmüş olur.

4. Bu son aşamada ise zihinsel köleliğe yol açan zihinsel soykırım dönemidir. Bize ait ne varsa, acı-masız şekilde imha edilir. Milli ve manevi değer-ler, vatan, bayrak, din, ahlak ve size ait her şey ge-reksiz, modası geçmiş ve çağ dışı kabul edildiği için imha edilmelidir. Bu son dönem bildiğimiz soykırımdan daha acımasız ve tehlikelidir. Çünkü maddi soykırıma uğrayan toplumlar bedenen yok olduğu için, artık onları kullanma şansı yoktur. Zi-hinsel soykırıma uğrayan toplumlar ise asgari bir ücretle köle olarak kullanılabilir. Beyinlerine işle-nen biat ve itaat programları sonucu sefalet ücre-tiyle çalışan verimli sürüler olurlar. Kanlı savaş-lar sonucu esir alınan toplumlar ise sürekli isyan ettiği için verimli değildir. Aradaki fark budur.

• Bu zihinsel köleler, hayatını beynine yükle-nen yeni değerlere göre tanzim ettiği için özünden uzaklaşır, kendi değerlerini küçümser hatta onları düşman gibi görmeye başlar. Kutsal değerleri çiğ-nenir veya satılırken sevinir ve üzülenleri yadırgar, ‘noolmuş yani?‘ der. Çünkü ruhunu yeni kutsallar sarmıştır. Zihinlere ne yüklerseniz yaşam tarzına o yansır. Kendi annesini, babasını, eşini, kardeşini, sülalesini, komşusunu bile acımasız bir şekilde öl-dürmekten çekinmez ama aynı gün eğlence par-tisi verirken, sakladığı annesinin cesedini, arka-daşlarının keyfini bozan utanılacak bir nesne gibi görür. Yaşadığı toplumu ve değerlerini aşağıla-yan anlayışın temeli işte bu zihinsel soykırımdır.

Kötülük Savaşı • İyi olan her şeyi yok ederek yerine kötülük to-

humları eken bu karanlık savaş, iyilerin kaybettiği ve yalnız kötülerin kazandığı kötülük dünyasında yaşamanın kuralını da belirliyor; kötü olmak ve kötülük etmek! Toplumsal şiddetin temelinde med-yadan beynimize binlerce kere kazınan vahşet programları var. Bu filmlerde her çeşit vahşet ve kötülük zevkli bir oyun gibi sunuluyor. Öldürücü silahlarla her şeyi yok eden kin ve intikam tohum-ları, Terminatör rolünde zihinlere ekiliyor. Bula-şıcı hastalık gibi yayılan bu salgın, yaşam tarzı-mızı her çeşit hastalık ve kötülük üreten bataklığa çeviriyor. Bir karıncayı bile koruyup kollayan, bir ekmek kırıntısına bile saygı gösteren yüce bir kül-türün gönül insanları, vicdanları sarsan akıl al-maz vahşete zihinsel yöntemlerle işte böyle itiliyor. Zihinsel işgal ve zihinsel soykırım işte budur! Bu zihinsel oyunun gizlenmesine, sonu gelmez vah-şetin medyada reklam ve reyting malzemesi ya-pılmasına ne demeli? Bu karanlık savaşta batak-lığı yaratan organizasyonu kurutmadan, kötüler ve kötülüklerle tek tek nasıl başedebiliriz? ‘İyi-ler kazanır, kötüler kaybeder’ gerçeğine daya-nan iyilik dünyasını beyinlere nasıl işleyebiliriz?

• Gerçek hayattan ‘rol modeli’ olarak zihin-lere yansıyan; güç ve paranın bütün değerleri eze-rek yerine geçmesi, toplumun yaşam tarzını kemi-ren başka bir salgın hastalığa daha yol açıyor. Bu tehlikeli salgın yolsuzluktur. Güç ve paraya ulaş-mak için her yolu mübah kılan bu virüs, esir al-dığı toplumu çökertir, yaşam tarzını hastalık üreten bataklığa çevirir. Çünkü tüm kaynaklar yolsuz-luğa kurban gittiği için, ruhsal ve sosyal hastalık-lar içinde kıvranan toplum yeni kurban olacaktır. Önlenemeyen sosyal hastalıklar, zincirleme yolla ve çığ etkisiyle yaşam tarzımızı işte böyle kirletiyor.

• Kirlenmiş bilgiyle beyinleri sığlaşan toplumlar soygunun boyutunu kavrayamaz, neden ve nasıl olduğunu anlayamaz, önlem alamaz, alık alık sey-reder. Kaybettiği trilyon dolarların binde birini bile tekrar borç alabilmek için, kedinin kendi kuyru-ğuyla oynadığı gibi sürekli dolanır durur. Esareti kurtuluş olarak algılar, sürekli sahte şifreleri çöz-mekle oyalanır. Halbuki, asıl Da Vinci’nin şifresi; kendi hayatının ve sağlığının kilitlendiği bu şifredir, bilemez ve çözemez! İçine düştüğü bataklığı idrak edecek ve kurutacak zihinsel yetenek ve derinliği de kaybeder. Onların yapabileceği tek şey; bu batak-lığın sürekli ürettiği sivrisinek ordusuyla savaşmak ve kıt kaynaklarını ahmakca harcamaktan ibaret-tir. Ama bu sivrisinek bulutları hiç bitmeyecektir.

• Bilinçaltı kurgulama ve algı yönetimi, zihin-sel köleliği sağlamanın en kısa yolu. Bu yolla, tek kurşun atmadan toplumlar kolayca yönetilir. Bilim ve akıl gücünü devredenler, yöneten aklı kaybet-tiği için yönetilen duruma düşerler. Zihinleri dev-şiren bu algı oyunuyla, çağdaş kölelik işte böyle oluşuyor. Bu akıl oyununda, sağlıktan ekonomiye her alanda devam eden küresel savaşın değişik şe-killerini bilmeyen toplumların yaşama şansı yok.

Düşünenleri düşündüren şu oldu: Bulgaristan Türkleri de, ihaneti, zorbalığı, baskı ve terörü kö-tülükleri, çabuk unutan, yaralarını kendisi sarabi-len, öç almayı düşünmeyen olgunluğa erişmiş-lerdi. Hoşgörü, garez gütmeme, alicenaplık ve alçak gönüllülük gönüllerine yerleşmişti. Kötülük eden “Allahından bulsun!” bilincine ermişlerdi.

Ata Vatan’da anaerkil bir halk topluluğu ola-rak yaşaya gelmişlerdi. Türkiye’de Ataerkil bir aile ve toplum yapısı vardı. Birinci ve son söz yaşlı er-keğin, dedenin ve babanındı. Orada erkekleri ha-pislere, toplama kamplarına sürülünce ayaklanan analar, eşler, kızlar ve bacılar olmuştu. Farklılık bü-yüktü ve hemen alışmak zordu. Hür kadınımızın yeniden kafası içine tıkılması gibi bir şeydi. Yeni ortamda “en büyük suç” biraz da neredeyse güzel kız ve kadın olmaktı. Bu da işi yokuşa sürüyordu.

Bir de şu var. KANATKARDILAR! To-taliter zülüm düzenini T. Jivkov’un başına yık-makla yetindiler de arkalarındaki köprüleri yık-mak da istemiyorlardı. Acılarını bilinçaltına atılar. Bıçakları bilemek den vaz geçtiler. Ağırdan aldı-lar. Aralarında “Bulgar devleti gençtir, gencin kanı kaynar. Gelip geçer!” diyenler de vardı. Yaraları sarılınca, Bulgarlara kem gözle bakanlar azaldı.

Balkan Derneği 1989’dan sonra gelenlerle yaşa-yan farklı duyguları, yerleşen düşünceyi anlamaya, özünde derin Ata Vatan sevgi ve özlemi olan bu mayalanmayı çözmeye çalışmadı. Göçmenler ara-sında dolaşan “Ata yurdunu koruyan ilerler, ko-rumayan kaybolup gider” gibi sözler buna işa-retti. Bulgaristan’a çeşitli vesilelerle gidip gelenler çoğalırken “Vatandan ayrılan yedi yıl ağalar, kardeşlerinden ve halkından ayrılan ömür boyu ağalar!” gibi sözler her yerde dolaşmaya başladı.

Son büyük göçlerle aileler iyice parçalanmıştı. Yaşlıların çoğu gelemedi. “Dedemin mezarı nere-deyse, Vatanım orasıdır!” “Köksüz ağaç olmaz!” “Bizim burada neyimiz var?” diyenler de oldu. Soy köklerini koruyanlar yaşlandıkça ziyaretler, öz-lem giderme sıklaştı. Bulgaristan’la Türkiye arasında yeni kültürel alış verişin yeni atkısı dokunmaya baş-ladı. Bu atılımda, Bulgaristanlı Türkler birkaç dilli bir kültürel oluşumun baş mimarı olmaya talep oldular.

Göçmen semtlerindeki kahvehanelerde, ku-lüplerde herkesçe sevilen Türk nihavent maka-mın bir esintisi olan Bulgar “çalga” müziği du-yuldu, soydaşlar gecelerine, bazı düğün ve şenliklere “Glorya”, “İvana” gibi Sofya çalga yıldızları davet edilmeye başlandı. Aynı yıllarda Türk sanatı film, kitap, sahne etkinlikleriyle Bulgaristan’a taşındı. Ça-nak antenler göklere dikildi. Bulgaristan’da Türk TV dizilerinin başarısı nostalji gideren Bulgar aile-leri de küçük ekrana kilitledi. Sadece bu filmleri an-layabilmek için Türkçe öğrenenler bile oldu. Farklı kültürler kaynaşmaya tepkili değildi. Turist değiş dokuşu milyonlara uzanırken, hafta sonu alış veri-şini Edirne’de yapan Bulgar aileler, yine hafta so-nunda Panporovo ve Bansko kayak merkezlerinde boy gösteren, yazları da Bulgaristan’ın Karadenizine giden Türk gençleri Bulgarlarla dostluklar kurdu.

Belki de “dünyayı yöneten bilgi ve sevgidir” diyenlerin haklı olduğunu kanıtlamak için 10 bine yakın Türkiyeli genci, bunlar arasında büyük sa-yıda soydaş, Bulgar Yüksek enstitülerinde oku-mayı seçti. 1980’lerde başımıza gelenlere rağmen “iyi yürekli bir toplum meydana getirme müm-kündür,” diyenler geleceği düşünüyordu. Sofya, Plovdiv ve Varna’da süper Türkçe ve iyi Bulgarca konuşan gençlere sık sık rastlamak olağan oldu.

Tarih içinde Barak Baba’nın, Sarı Saltukların, Bali Dedeler’in, Demir Baba ve Gül Baba gibi ev-liyalarımızın, bizim oraları baştanbaşa gezen ve gü-zelliklerimizi tüm dünyaya anlatan Evliya Çelebi-lerin ve daha nice ermişlerin emelinde tıpkı deniz suyundaki tuz gibi, hakikatin içinde erimiş ve her-kes için eşit olan bir adalet vardı. Onlar insanların aklından ve ruhundan geçenleri okuyarak dostluk ve kardeşlik yollarını açmışlar, farklı din ve gele-nekleri, yaşam tarzını yan yana yaşatmayı başarmış-lardı. İnsanları dilleriyle, renkleriyle, kültürleriyle, farklılıklarıyla, yaşam biçimleriyle sevmeyi bu top-raklara getiren, onlardı. “Anana babana yardım etmek, el âleme muhtaç etmemektir!” anlayı-şını Balkanlara yerleştiren de onlardı. “Komşunun tarlasına yağsın, bize nemi yeter!” “Komşun aç iken, tok yatan bizden değildir” sözleri bugün de onları hatırlatıyor. Ermişler, “Tanrı’nın verdiği ni-metleri adaletli dağıtılınca herkese yeter!” kül-türünü var olma şekillerimizin güzellikleri içinde yaşatırken, iyi komşuluklara, karşılıklı hoşgörüye hayat hakkı kazandırmıştı. Emel ettikleri topluca yaşamada bir tek zorbalık, baskı ve eziyet yoktu.

“Bir ağaç gibi tek ve Hür, Bir orman gibi kardeşçe!” felsefesi Şeyh Bedretinlerin 13. asır

Deliorman bilgeliğine dayanır. O zaman bu za-man bu bilgelik o topraklarda derin köklerle yaşar.

Tabi, yeni zamanlarda dünyada insanlar eski de-ğer yargılarına tabii değildir. Her devrin yeni kıs-tası, yeni bakış açısı vardır ama kesintisiz bir devam olan yaşam ermişlerin bilgeliğini asla unutmaz...

Bundan dolayı olacak, gelen Bulgaristan Türkle-rinin onurlu geçmişlerinde “tövbe” edecekleri, uta-nacakları, karmaşık ve suçluluk duygusu yaratacak hiç bir şey olmadığı sezilip görülüyordu. Namuslu olma her birinin en belirgin çizgisiydi. Bu anlamda, son büyük göçten sonra geri dönüşleri hak edilmiş bir seçenekti. Bu böyle olmasa 122 bin insanımız Bulgaristan’daki evlerine yerlerine geri dönmezdi.

Güneş her yerde herkes için birdi...Bir başka gerçek de şuydu: “Aydınları, ka-

dınları ve gençliği diri olan toplumların diz üstü çöktüğünü tarih kaydetmemişti!”

Parçalanırken yara almış ama ayakta kalmışlardı.İşte böyle bir tarihsel ortamda, BUL-

TÜRK kurucu Başkanı Prof.Dr.Hyati DUR-MAZ ve ekibi stratejik atılım ve hedef sapta-maya başladı. Bu daha önce hiçbir derneğin yapmadığı, yapmayı düşünemediği bir atılımdı. Nitelik olarak yeni bir yaklaşım gerektiriyordu.

Derin gözlemler ve irdelemelerle büyük biri-kim sonucu belirlenen amaca ulaşmak için yeni bir yol tutulacak, yeni yöntemlerle çalışıla-cak ve herkesin gönlü seferber edilecekti. Mu-hacir, Soydaş ve Bulgaristanlı kardeş gibi ayı-rım yapılmayacaktı. Soy bir, doku aynı, bilinç düzeyi olgunlaşmış geni bir hedef kitlesine yöneldi.

Bu büyük göçmen yığınını kucaklayıp yönetmek için sanat ve bilimi geliştirilip yetkinleştirilecekti.

Amaçlara ulaşmak için hem Bulgaristan hem de T.C. imkan ve güçleri birlikte kullanılacak, her za-man her yerde iki ülkede yaşayan ama aynı soy ve kökten olan Türk, Gagauz ve Müslümanlar hiç-bir ayrım yapmadan savunulacak ve yöneltilecekti. Çift vatandaşlılığı kendi Halkı için kullanılmalıdır. Halkını yaşat ki devlet yaşasın sloganı öne alındı.

Önce soydaşlarımızın sorunları kucaklanıp her bi-rine çözüm aranacaktı. Soydaşlar Bulgaristan’daki demokratik yapılanmaya dâhil edilecekti. Soydaş-larımızla Bulgaristan’daki kardeşlerimiz arasındaki temas ve yardımlaşmanın daha da verimli biçim-lerde derinleşmesi yolları açılacak, kolaylıklar sağla-nacaktı. Göçten önce Bulgaristan’da köreltilen Türk sanat, edebiyat ve kültürü içinde gelişme olanakları sunulacaktı. Eğitim ve öğretime öncelik tanınacaktı.

Müslüman-Türk kültür dokusunu her iki ül-keye de büyük boyutlu yayma, hem ata hem de ana vatanda yaşatma ve insanımıza her ko-nuda ve her alanda her zaman hizmet sunma ni-yetiyle yola çıkıldı. Gazete ve elektronik pay-laşım yolları seçildi. Halkın nabzı tutuldu.

Büyük hedefin programsal stratejisinde, Müslümanlığı-Türklüğü Bulgaristan’daki kar-deşlerimiz ve Türkiye’deki soydaşları-mız arasında aynı anlamlarla, aynı ana dille ve öz kültürümüzle yayma yer aldı.

XXI. Yüzyılla kapıya gelen olaylarda gelece-ğin çevresi arandı. İnsanımızı Türkiye, Bulga-ristan ve A.B. vatandaşı olarak kucaklanacaktı. Hedef dünya vatandaşı olmayı hak etmekti.

Dayanaklarımız arasında en fazla önem arz edenler ana dilimiz, öz kültürümüz, Türk kim-liğimiz ve ne kadar çok renkle zengin-leşirse zenginleşsin öz medeniyetimizdi.

Başta gelen ödevimiz ise, hep Müslüman-Türk kimliğimizi savunmak ve geliştir-mek olacaktı. Evlatlarımıza ana dilimizle bir-likte ulusal dili ve aile ve toplum kültürümüzü öğretmek de ödevler arasına alındı. Türk kimliği-mize değişik yönden saldırılar geliyor ve gelebilirdi.

Tam o dönemde kendi partimiz olan “HÖH’ün” lideri A. Doğan “bütünleşen” “eriyip kaybolan” kimlikler teorisi geliştirdi. Bu kabul edilemezdi. Bu teori, farklılıkların güzelliğini bütünlük içinde yok et-meyi hedefliyordu. Stratejimizde bir görüş ve hedef olarak yer alamazdı. O, bu işte bizi Avrupa’ya örnek vermeye kalktı. Hevesi kursağında kaldı. Unutma-mıştık, eski cadı Avrupa öteden beri Balkanlar’da Müslüman-Türk kimliğini yok etmek peşinde ol-duğunu. İslam’ı dışlamak için nice planlar yapmıştı.

BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kül-tür ve Hizmet Derneği iki ülke arasında oluşan ve yerleşen yeni durumda “KARDEŞLİK SI-NIR TANIMAZ” sloganıyla gündem yaptı. Bu yeni esinti emsalsiz bir stratejiydi. Mırılda-nırken Mehmet Akifin şu dörtlüsü aklıma geldi:

Değilmi cephemizin sinesinde iman birSevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan birDeğil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmazCıhan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz!”

(devamı gelecek sayıda)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-2-B U L T Ü R K

Page 8: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

8 Bulgaristan Türklerinin Sesi

S t r a t e j i k A n a l i z

Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BUL-TÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Müslüman-Türk kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk dernektir.

Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuv-vetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Der-nek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bul-garistan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sos-yal ve kültürel faaliyetlere geçti. “BULTÜRK GA-ZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hü-kümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gün-dem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulga-ristan Başbakan Yardımcısı T. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cum-hurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgaris-tan Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir.

Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıl-dırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme çabaları devam eden derneğin kuru-luş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da ya-şayan kardeşlerimizce cani gönülden des-teklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı.

İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulu-türk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ER-DEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ, Bülent Ma-şaoğlu, Niyazi Güler, Beycan Gönlüşen, Sey-han Özgür ve kuruluşundan bu güne kadar yöne-time gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu.

BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sım-sıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden ya-ratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarat-tığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı.

İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de oldu-ğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk-Müslüman kimliğimiz olduğuna ke-sin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın son-suza dek var olma hakkı kazanan Türklüğümüzü-Müslümanlığımızı yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yarata-nın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen al-gıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şey-ler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü.

Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rast-ladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, tota-liter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük.

Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöne-ticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde de-ğerlendirilirken ABD’li Huntington’un yeni dünya düzenini “Medeniyetler çatışması belir-leyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip ol-mak çatışmak için en önemli nedendi.” On-larsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu.

“Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uy-garlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncü-lerinin hafızası Huntington’un yenidünya dü-zenini iradesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı!

Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıris-tiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hı-ristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik or-tamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş ol-mamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtma-lar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bi-linç ve vicdanlarına tamamen ters olan Hunting-ton savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirle-yen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların ge-lişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” On-lar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi.

Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totali-ter rejimden gelmişlerdi. “Türk-Müslüman kim-liğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgar-laştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalık-larla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Do-ğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendile-riydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapa-cak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi.

Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden na-siplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, daya-nılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayakla-

narak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin onları göçe zorlayıp sınır dışı ettiği, zülüm devri;

İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan en-dişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne in-mekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele veril-mişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Do-ğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgür-lük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti.

Onlarla amansız boğuşma gereki-yordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlük-ler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli po-lis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı.

Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürü-müzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Va-tan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürü-müz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle top-rak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şe-hitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır.

Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp at-mak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayan-lar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türk-lere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soy-suz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek kolay de-ğildi10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seç-menlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık.

Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türk-lük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demok-rasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün-Müslümanlığın yolunu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı.” Türkleri, Müslümanları hak ve öz-gürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun po-litik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı!

Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniver-site görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” ola-rak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapisha-nede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için ne-ler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gi-diş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu.

En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesi-nin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden ka-bul etmesi, uluslararası insan hakları örgütleri-nin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı..

Terk sözle halkımızın (dünyanın da) gözünü bo-yayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Do-ğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleş-meyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüz-yıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızın başlattı. Ya-lan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı.

Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler.

Kuracakları kültür ve hizmet derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşata-caktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsı-nacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan ko-rumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Fela-ket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı.

Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol ara-nırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Av-rupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dün-yanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde gö-rüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı.

Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Av-rupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik topluluk-ları farklılıklar zenghinliğinde bir edinim ola-rak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu.

Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşa-mak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslüman-ları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygar-lıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgar vatandaşlığını koru-muş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyor-lardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir ba-kış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu.

Tüm Müslüman Türklerin aynı gen ve kül-tür dokusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitli-liği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi.

İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir ara-yış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeş-lerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BUL-TÜRK Derneği kuruldu. (devam edecek)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT

Sağılık Bakanımız Sn.Mehmet MÜEZİNOĞLU BULTURK Derneğinde

Bağcılar Belediye Başkanının Makamında Ziyaret

Dünya Belediyeler Birliği BaşkanıMimar Sn. Kadir TOPBAŞ

BULTÜRK Gazetesi Okuyor

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplu-luklar Başkanı Sn.Kemal YURTNAÇ

Page 9: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 9

İstanbul Genel Merkezimize gelerek bizleri onurlandırmıştır. Kendisine huzurunuzda teşekkür ediyor ve bizim bu organizas-yonumuza katılımınızdan dolayı hepi-nize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi.

Ardından Bultürk Derneğinin Ge-nel Başkanı Hocalı Katliamının 21. yıl dönümü dolayısıyla düzenlendiği kay-detti. “Müslüman-Türk sivillerin toplu şekilde katledildiği bu vahşetin, Rus-lara ait 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermeni güçleri tarafından gerçekleştirildiğini belirten ULUTÜRK, Azerbaycan’ın resmi açıklamasına göre saldırıda 106’sı kadın, 83’ü çocuk 613 kişinin hayatını kaybettiğini dile getirdi. Hocalı katliamının en acımasız, en vah-şice planlanarak uygulanan son yılla-rın en büyük soykırımı olduğunu bil-direrek, “İnsan Hakları İzleme Örgütü,

Hocalı katliamını Dağlık Karabağ işga-linden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliam olarak nitelendirmiştir. Ho-calıda katliam bölgesini gezen Fransız Gazeteci Jean YvesJunet, gördükleri kar-şısında, ‘Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalı-daki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz’ ifadelerini kullanmış ve vahşetin boyutunu gözler önüne sermiştir” dedi.

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de doğan, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversi-tesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğrul İsmayil da “Ho-calı Katliamı” konulu konuşmasından;

“Azerbaycan ilk kez 1828 yıllarında Rusya tarafından işgal edildi ve çok acı-masız bir politika izlendi. Amaç tarihte hep Türk hükümranlığında olan bu böl-gedeki nüfus dengesini değiştirmekti. Bu topraklara 1 milyon Er-meni yerleştirildi. Bu yüzden 26 Mayıs 1918’de bağımsızlı-ğını ilan eden Gürcistan’ın sı-nırları belliyken, Azerbaycan’ın sınırları bilinmiyordu. Da-hası bağımsızlık Tiflis’te ilan edildi, çünkü Bakü Türklerin kontrolü dışında bir şehir ya-pılmış, Bolşevik-Taşnak işbir-liğiyle Müslüman ve aydın nü-fus Bakü’den uzaklaştırılmıştı. Yani bağımsızlığın ilanı yeterli değildi, vatan topraklarının da geri alınması gerekiyordu. Ni-

tekim 28 Mayıs’ta bağımsızlık ilan edil-diği halde Gence’ye ancak Haziran’da gi-rilebildi. Büyük bir mücadele ve destek gerekiyordu. Beklediğimiz destek de el-bette Türkiye’den geldi ve Nuri Paşa ko-mutasındaki birliğin yardımı ile toprakla-rımızın kurtarılması mücadelesi başlatıldı. Karış karış, sokak sokak mücadele ve-rildi. Sonunda Bakü kurtarıldı ve Azer-baycan milli bayrağı nihayet dalgalandı.

O zamanki bayrağımız, kırmızı üze-rine yıldızdı. Ancak Osmanlı’nın 1.Dünya Savaşı’nı kaybetmesi üzerine toprakla-rımız kısa bir süre sonra İngilizler ta-rafından işgal edildi. İngilizler bağım-sızlığımızı tanımadı, topraklarımızı Rus toprakları saydı. Resulzade ve arkadaşla-rının çabaları sayesinde dünya kamuoyu Azerbaycan’ı tanıdı. 12 Ocak 1920’de Mil-letler Cemiyeti, ardından Avrupa ülkeleri Azerbaycan’ı tanıdığında topraklarımızın büyüklüğü 114 bin kilometrekare idi. Ma-alesef bağımsızlığımız uzun sürmedi. İçe-riden Rusya’ya bağlı komünist grupların 11.Kızıl Ordu’ya güvenip, kaos çıkarması sonucu Ruslar topraklarımızı bir kez daha işgal etti ve bu işgal 1991’e kadar sürdü.”

“Azerbaycan ile Ermenistan arasında oldukça uzun bir tarihi geçmişe sahip olan ve halen bir çözüme kavuşturulmayı bekleyen Karabağ sorununun, katliamlar, yerinden edilmeler gibi ciddi insan hakları ihlallerine neden olduğunu ve her sene Hocalı katliamının yıl dönümü dolayısıyla bu katliamı tekrar tekrar yaşadığını vurgu-layarak, normal bir insanın böylesi bir vah-

şeti yapamayacağını dile getirdi. Bu katliam yani HOCALI

SOYKIRIMI sadece Azerbaycan’ın değil aynı zamanda TÜRK MİLLETİNİN NA-MUS MESELESİDİR. Bu gün halen kadınla-rımız kayıp, onlardan haber alınamıyor. HO-CALI – Rusya’nın KGB’nin planlı prog-ramlı yapılan bir soy-kırımdır, bunu Türk

Milletine çok iyi anlatılmalıdır” dedi.Rus işgalinin ardından yaşananları ve

bunun Azerbaycan Türklerine etkisini de anlatan T.İsmail, “Kızıl Ordu’nun işgali çok acımasız oldu. Soykırımlar yaşandı, önce Türkçü aydınlar, ardından da bir nebze millilik taşıyan komünistler kırıma uğratıldı. Alfabemiz değiştirildi, devlet dili Rus grameri üzerine kuruldu. O yüz-den bugün de konuştuğumuz Azerbaycan

Türkçesi, Türkçe değil, Rus gramerine yakın. Kimliğimizle oynandı. Bizim Türk değil, Azerbaycanlı olduğumuz anlayışı yerleştirilmeye çalışıldı. Aynı sıkıntı bugün de devam ediyor. Türk’tük, şimdi Azer-baycan Türklüğü yerine Azerilik oluş-maya başladı. Bu çok yanlıştır, evet, ben Azerbaycanlıyım ama ismim var, Azeri değil, Türk’üm. Rusya’nın tüm sınırlama-larına, baskılarına rağmen bu gerçek orta-dan kaldırılamadı, kaldırılamaz da” dedi.

Devam etti; Bugün Azerbaycan’da sa-dece ekonomik ve siyasi değil, başka alan-larda da sorunlar yaşandığını, kültürel ve maneviyat alanında bir çöküntü görüldü-

ğünü, yabancı hayranlığının arttığını vur-guladı. Özellikle gençlerin başarıyı dışarıda aradığını “Tüm bunlara rağmen Türklük, Azerbaycan’ın varlığına damgasını vur-muştur, her zaman beynimizde ve kal-bimizde yaşayacaktır” şeklinde konuştu.

Ve devam etti; Ermeni işgali altındaki bölgeler dâhil Azerbaycan topraklarının büyüklüğünün 29 bin kilometrekareye düştüğünü bildirdi ve “Hukuki boyutunu bilmiyorum ama 1920’de dünya kamuo-yunca tanınan 114 bin kilometrekare olan topraklarımızda hak iddia ediyorum” dedi.

Doç. Dr. İsmail, bir başka soru üzerine

Rus kayıtlarına göre, 1920’lerde Kars da-hil Ermenistan sınırlarında sadece 1 mil-yon 100 bin Ermeni varken, bunun 7-8 katı Müslüman nüfus bulunduğunu, 1949’da da Erivan’ın yarısının, tüm Ermenistan’ın da yüzde 75’nin Türk olduğunu, bugünkü noktaya sürgünlerle gelindiğini anlattı.

“Devletleri insan vücudu gibi düşü-nün. Vücut sağlam olduğunda içindeki yabancı unsurlar, sadece vücudun güç-

lenmesine yardım eder, ancak vücut zayıf düştüğünde, o ya-bancı unsurlar da vücudu iyice zayıf düşürür. Onun için her zaman çok güçlü olmak zo-rundayız” diyerek tamamladı.

Sonunda, BULTÜRK Ge-nel Başkanı Rafet ULU-TÜRK tarafından Sn.Toğurul İSMAİL’e programa katılımın-dan dolayı ve Y.K.Üyesi Bü-lent MAŞAOĞLU’na böyle güzel bir sohbeti düzenlenme-sini organize ettiğinden do-layı Teşekkür takdim etti.

İ y i l i k t e y a r ı ş a n m i l l e t -ler insanlığın yüz akıdırlar

Sevgili genç kardeşlerim, ömür boyu geliştir-meğe çalıştığımız bir kişilik rengimiz olmalıdır. Anılınca hatırlanan, aranınca hemen bulunan kişilik motiflerimiz, irademizi kullanmamız ve çalışkanlığımızla çok yakından ilgilidir.Ancak bir takım oyuncusu olduğu-

muzu da hiç unutmamalıyız. Çünkü in-san sosyal, medeni bir varlıktır. Yalnız-lık ise sadece Allah(CC)’a mahsustur.

Bakır atomlarından altın, altın atomlarında da bakır molekülleri meydana gelmez. Öy-leyse kaliteli atom ve moleküllere muhtacız.

Günah ve sefahatin yaygın olduğu çevre-lerde, emek harcanmayan kalp ve bedenlerde güzellik aranmaz. Yeteneklerini uygun ortam-larda geliştirmiş sporcular, uyumlu takım oluş-turabilirlerse güzel sonuçlar onların demektir.

Kişilik kalitemiz aile kalitemizi, aile değeri-miz mahalle ve şehir değerimizi, mahalle ve şehir değerimiz milletimizin değerini gösterir.İ y i l i k t e y a r ı ş a n m i l l e t -

ler insanlığın yüz akıdırlar. Görülüyor ki çalışma hep küçükten başlamalı

ve gücümüz yettiğince bütüne gidilmelidir.Bir bilge zat, “genç iken dünyayı,

orta yaşta ailemi, şimdi ölüm döşe-ğindeyim, kendimi kurtarmak için uğra-şıyorum. Tersini yapsaydım, kendimi ve ailemi kurtarabilirdim. Belki dünyanın gü-zelleşmesine katkım olurdu” demektedir.Edison öldüğünde, geride yapmak iste-

dikleri, düşündükleri, tecrübeleri ile dol-durulmuş 2.900 adet defter bırakmıştı.

“- Gençleri çeşitli sınıflara ayırabiliriz. Va-zifesini yapanlar vardır. Vazifesini yaptıkla-rını iddia edenler vardır. Üçüncü bir gurup daha vardır ki, onlar vazifelerini yaptıktan sonra, biraz daha fazlasını yapmak için çalı-şırlar.” İşte bunlar dava adamı olabilecekler.

Kendini geliştirip, çevresine katkıda bulunan gençleri görüyor, geleceğe ümitle bakıyorum.

Nafiye YILMAZ

İyilikle Y a r ı ş -m a k

Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu BaskanıH O C A L I - AZERBAYCAN’IN D E İ Ğ İ L TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR

Osmanlı Öncesi İstanbul’da Su Tesisleriİstanbul’un bilinen en eski su tesisleri: Roma İm-

paratorluğu dönemine tarihlenmektedir. Sahip ol-dukları kentlerde su tesislerine büyük önem veren Romalılar, Antik Byzantion / Konstantinopolis / İstanbul’da da geniş bir su şebekesi kurmuşlar; ken-dilerinden önceki uygarlıklarda olduğu gibi şehre anıtsallık ve hareket kazandıran çok katlı, sütunlu ve heykellerle süslü nympheumlara, hamamlara, evlere, saraylara su getiren yapıları inşaa etmişlerdir. Vitruvius, roma dönemi mimarlığı yapı tipleri ve in-şaa tekniklerini anlattığı on kitaptan oluşan De Arc-hitecture adlı eserinin VIII. Kitabında Roma’daki su yapılarını (sukemerleri, kuyular, sarnıçlar, sutera-zileri), IX. ve X. Kitaplarda da su aletlerini (su sa-ati, su orgu, su basma makinaları, su çarkı, su değir-meni, Ctesibius pompası) anlatırken Roma dönemi maksemlerinin, suyollarının, kanalların, büyük su toplama havuzlarının tanımlarını vermektedir.

Roma dönemi ile ilgili bilgi veren yayınlardan, şehre uzak kaynaklardan kanallarla taşınıp getirilen suların, yüksek yerlerdeki su toplama havuzlarında ve taksimlerde toplanarak ve kanallarla sarnıçlara, evlere ve çeşmelere dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Strzygowski ve Forchheimer, İstanbul’un Bizans dönemi su yapılarını anlattıkları Die Byzantinisc-hen Wasserbehalter von Konstantinopel (1893) adlı kitapta, Belgrad Ormanları’ndaki bendlerde toplanan suların bir boru hattı ile buradan alınıp Haliç’e akan iki derenin oluşturduğu vadiler üze-rinden sukemerleri yoluyla taşınarak şehir sularında Eğrikapı’ya kadar geldiğini, buradan kente dağıtıl-mak üzere üç ayrı semtteki (Atpazarı, Yenibahçe, Ayasofya) taksimlere ulaştığını belirtmektedirler.

O s m a n l ıÖ n c e s iSu Tesisleri

Page 10: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

10 Bulgaristan Türklerinin Sesi

•Bilime dayalı tıp, çocuk ölümlerini azalttığı ve in-san ömrünü uzattığı için dünya nüfusu hızla artıyor.

•Hastalık üreten yaşam tarzı yüzün-den ise hastalıklar ve hasta sayısı artıyor.

•Artan nüfus ise sosyal güvenlik, iş ve para istiyor. •Artan nüfus, yaşlı ve hasta sayısının yol açtığı sorun-

lar, yönetimleri ve ekonomistleri kara kara düşündürüyor. •Çünkü sosyal güvenlik fonları ve ekonomi çöküyor. •Bitkisel tıbbın hakim olduğu 19. yüzyılda dünya

nüfusu %60 artarken, modern tıbbın etkili olduğu son 43 yılda % 100 arttı. Her 12 yılda 1 milyar ar-tan nüfusun, 2050’de 12 milyar olması bekleniyor.

•Dünya kaynakları ve çevre tükeniyor. •Bu artışın devamı halinde küresel

ısınma ve krizleri önlemek mümkün değil. •Küresel ısınma, doğurganlık, hasta-

lık üreten yaşam tarzı ve yaşlı nüfusu artıran mo-dern tıp anlayışı artık daha çok sorgulanıyor.

•Kimse açıkca söylemese de, küresel kri-zin önemli bir nedeni insan ömrünün uza-ması sonucu artan sosyal güvenlik açıkları.

•Uzayan insan ömrünün nedeni ise mo-dern tıptaki gelişmeler, tedaviler ve ilaçlar.

• Amerika’dan Avrupa ve Japonya’ya ka-dar insan ömrü 90’a dayanmış bulunuyor.

•Gittikçe yaşlanan batıda, artan sağ-lık harcamaları ve emekli maaşlarının yarat-tığı kara delikleri, petrol kuyuları bile kapatamıyor.

•Yaşlanan nüfusa musallat olan Alzhei-mer, kanser, romatizma, diyabet, kalp ve akci-ğer hastalıkları, organ nakilleri ekonomiyi zorluyor.

• G e l i ş m e k t e o l a n ( s ö m ü r ü -len) ülkelerde durum daha da kötü.

•Çalışanlardan toplanan primler, artan sağ-lık harcamalarını ve emekli maaşlarını karşılamıyor.

•Öte yandan otomasyon, robot teknoloji ve krizle ar-tan işsizlik, sosyal güvenlik fonuna akışı azaltıyor.

• S o n u ç ; k a r a d e l i k d e n i -len ekonomiyi yutan bitmeyen açıklar.

•Küresel çözümün kod adı; Değişim •İstenilen şekilde değişecek ve dönüşeceğiz. •Bu zihinsel savaşın yöntemi : zihinsel kaos. •Zihinler önce karışacak sonra değişecek. •Sonuçta, sağlığı koruyan, hastalıkları önleyen yaşam

tarzı değişimi yerine, ekonomik kaygıları ön plana çıkaran duygusuz ve vicdansız bir dünyaya mahkum oluyoruz.

•Bu köklü değişim neden yapılıyor ? •Modern tıbbın uzattığı insan ömrü, dünya nü-

fusunun katlanarak artmasına yol açarken, kü-resel ısınma ve ekonomik krizi kamçılıyor.

•İnsan ömrünü uzatan ve bu yolla dünya nüfu-sunu artıran bu sürecin tersine çevrilmesi gerekiyor.

•Aksi takdirde yaşlanan ülkeler, yatalak has-talar yurduna dönerken krizden krize girecek.

•Amerikan sağlık sisteminde, önümüzdeki 10 yıl içinde 2 trilyon dolarlık kesinti yapılması için düğmeye basıldı.

•Bedava sağlık hizmeti verilecek milyonlarca hasta nedeniyle, sağlık bütcesinde oluşacak tril-yonlarca dolarlık karadelik nasıl önlenecek ve ay-rıca trilyonlarca dolarlık tasarruf nasıl sağlanacak ?

•Çok basit ! Değişim-dönüşüm pla-nıyla, sağlık anlayışı kökten değişecek.

•Hastalık üreten bataklığı kurutmak yerine para ge-tiren işlere odaklanan ‘bırakınız hasta olsunlar’ di-yen sağlık anlayışına, küresel ekonomik kriz ne-deniyle ‘bırakınız ölsünler’ anlayışı eklenecek.

•Müzmin hastalığı olan yaşlı ve ya-t a l ak has t a l a r a önce l ik t an ınacak .

•Bu amaçla birçok ülkede pahalı teşhis ve teda-vilerin sosyal güvenlik dışına çıkarılması ve bunlara ulaşımın zorlaştırılması gündemde.

•Sihirli otlar ve mucize sağlık cihazla-rının reklamları medyayı kaplarken, sağ-lık ürünleri satan marketler, eczaneleri yutacak.

•Nasıl mı? İlaç ve mucize bitkilere harcanan para reklam-larla marketlere gideceği için, eczanelerin cirosu düşecek.

•Sağlıktan, trilyonlarca dolarlık tasarruf için her yol mübah. Sonuçta faturayı herkes ödeyecek.

• K ü r e s e l d e ğ i ş i m p l a n ı n e d i -yorsa yapılacak, yoksa durum kötü.

•Giderek yaşlanan dünyaya sunulan yeni sağlık planı bu. • A k ı l o y u n u b ö y l e o y n a n ı y o r : •Bu kısır döngüden çıkış yolu; son 50

yılda dünya nüfusunu 3 milyardan 7 mil-yara çıkaran modern tıbdan bitkisel tıbba geçiş.

•Hayati önemi olan nüfus artışının önlenmesi ve nü-fusun azaltılması, zorla değil akıl oyunuyla olmalı.

•Savaşlar çözüm değil. Dünya savaşları ve İspan-yol gribinde bile zayiat, dünya nüfusunun yüzde biri.

•Dünya nüfusunda gelecek 50 yıldaki artışı ön-leyen ve hatta azaltan kansız yöntemler var mıdır?

•Doğurganlığı azaltan GDO’lu ürünler ile ömrü uzatan bilime dayalı tıbdan, bitkisel tıbba ge-çiş sihirli çözüm olabilir mi? Kısırlıktan herçe-şit hastalığa uygun ortam yaratan GDO’lu ürün-ler vesayet altındaki ülkelerde hızla yayılıyor.

•Binlerce yılda otlardan süzülerek geli-şen bilimsel tıptan, yeniden otlarla teda-viye, özgür(!) medya gayretiyle geri dönüyoruz.

•Sağlık anlayışı ayrışırken kutuplaşıyor. Modern tıbba inananlar için bilimsel tıp, diğerleri için bitkisel tıp.

•Bitkisel tıbba yönlendirilen hastalar, hasta akınından çöken sağlık sistemi ve sos-yal güvenlik açıklarının çaresi olacak.

•Kaynatılıp içilen sihirli otlar, modern tıbba ula-

şamayanlar için kolay ve ucuz çözüm. •Sağlıklı ve doğal yaşam kod adıyla yapılan bu operas-

yon, hastalıklı yaşam tarzının panzehiri olarak sunulacak. •Detoks masalıyla yapılan uyutma da bu plana dayanıyor. •Özgür(!) medyayı bir anda saran bu pazarlama

ve yönlendirme sebepsiz ve kendiliğinden değil. •Susmak bilmeyen koronun amacı zihinsel kaos. •Kanıta dayalı tıp yerine bitkilerin ön plana çı-

karılması bu yüzden moda gibi yayılıyor. •Sağlık bilincinden yoksun halkı, her derde

deva gibi sunulan sihirli ve mucize bit-kilerle oyalamak işin özünü oluşturuyor.

•Büyülenen herkesin elinde sihirli reçeteler ve formüller. Herkes kendi çapında eczacılık ve doktorculuk oynuyor.

•İnsan ömrünü uzatan kanıta dayalı tıptan, ömrü uzattı-ğına dair bir tek meta-analiz dahi bulunmayan mucize bit-kilere kaydırılan yeni sağlık anlayışı ile beyinler yıkanıyor.

•Tabii bu yeni planı, bilimde kanıtın gücü ve me-taanaliz konusunu bilmeyenlerle tartışmak imkansız.

•Çiğdem çiçeğinden elde edilen kolşisin isimli ilacın, 1 mg dozda etkisiz, 2 mg dozda et-kili, 25 mg üzeri dozda öldürücü olduğunu,

•Yüksük otundan elde edilen ve nanogram düze-yinde etkili olan Digoxin’in öldürücü dozu ile te-davi edici dozunun çok yakın olduğunu anlatmak zor.

•Çiftkör, randomize, çok merkezli araştırmaların kanıta dayalı tıbbın temeli olduğundan habersiz ve bilgisiz olan toplumları şifa niyetine otlarla aldatmak ise çok kolay.

•Bilimde kanıtın gücü ve derecesi dersini bilme-yenler, bilgi adına önüne ne koyarsanız inanırlar.

•Mucize bitkiler ve sihirli gıdalar üstüne kutsal me-tinlerin sos olarak kullanılmasına ayrıca gerek var mı?

•Diğer bir yöntem ise, kanıt gücü yüksek bilimsel araş-tırmalardan yoksun kopya ve plasebo etkili yalancı ilaçlar.

•Orijinal ilaçların onda biri kadar ucuz kopya ilaç-lara geçilmesi, ilaç faturalarını azaltmak için gerekli.

•Kopya ilaçların insan ömrünü uzattı-ğına dair araştırma olmadığına göre, ya-şam süresinin kısalmasından medet umuluyor.

•Yani bir taşla iki kuş vurulacak, böy-lece sosyal güvenlik açıkları kapanacak.

•Bu i l aç la r ın düşük f iya t ı nede -n iy le o luşan şüphe le r dağ ı t ı lma l ı .

•Bilimsel araştırmaların orijinal ilaçla ya-pıldığını, kopya ilaç kullananlar bilmemeli.

•Etkisizlik veya yan etki halinde ise, ilaç aleyhtarı kampanyalar düzenlenmeli, otlarla tedavi özendirilmeli.

• M e t a a n a l i z l e r d e n y o k s u n p a -lavra tedavilerle insanlar oyalanmalı.

•B i r t a ş l a a l t ı kuş vuru lu r mu? •Bilimsel tıbdan palavra tıbba geçiş sonucu, yaşlı

nüfusu 30 yılda eriterek küresel ısınmayı önleme, •Emekli maaşları ve sağlık harcamalarından kur-

tulma, erken yaşta ölenlerin mirascılarına piyango, • S o s y a l g ü v e n l i k a ç ı k -

ları ve ekonomik krize kolay çözüm… •İnsan ömrünü çaktırmadan kısaltma-

nın yolu palavra tıp, dört dörtlük akıl oyunu : •Otlarla aldatmak, yalancı ilaçlar, bi-

limsel tıbbın kötülenmesi, zihinsel kaos. •Zenginler için kişiye özel genetik ilaç-

lar üretilirken garibanlar papatya suyuna ta-lim etmeli, sihirli gıda ve bitkilerle oyalanmalı.

•Böylece hastanelerdeki yığılma önlenmeli. •Küresel oyunun amacı ; yaşlı nüfusu azalta-

rak sosyal güvenlikteki kara deliği kapatmak. • Ç ü n k ü y a ş l a n a n n ü f u s u n s a ğ -

lık harcamaları genç nüfusun onlarca katı. •Bu yüzden genç yaşta emekli olup 90 yaşına kadar

emekli maaşı ve bedava sağlık hizmeti artık tarih olacak. • D e ğ i ş i m i ç i n b i l g i k i r l i -

liği ile zihinleri karıştırmak yeterli. •Zihinsel kaos, insanları değiştirmenin en kolay yolu. •Medya değişimin tılsımlı anahtarı. İlacın etkisini söyler-

seniz ilacı alan artar, yan etkisini söylerseniz bırakan artar. •İlaçlarını bırakan hastalar iki sek-

törü canlandırır : Hastalık ve cenaze. •Değişimin şifresi ; ‘hayat fani ölüm ani’ •Hastalık üreten yaşam tarzı ise Azrail’in silahı. •B i r yanda neo l ibe ra l po l i t i ka l a -

rın oyuncağı haline getirilen modern tıp, •Öte yanda otlarla meze yapılan sağlık anlayışı. •Bir yanda paraya dayalı bilimsel tıp, • Ö t e y a n d a m u c i z e b i t k i -

ler arasına sıkıştırılan sağlık ve hayatımız. •Bir yanda küresel sermayenin yönlen-

dirdiği araştırmalar ve bilim adamları, •Öte yanda ne idüğü belirsiz araştırmalar ve simsarları. •Bir yanda paraya kurban edilen bilim, •Öte yanda, ekonomiye kurban edilen sağlık, •Ve tüm medyayı saran zihinsel kaos uzmanları. • İnsanl ık a lemine geçmiş o lsun !

Kaynaklar : •www.kemalyesilcimen.com

• Bilim ve teknoloji alanında Anadolu boz-kırlarında silikon vadisi benzeri şehirler kurmak yerine, ithal edilen uçak, silah, rüzgar trübinleri ve nükleer teknoloji için kıt kaynaklarımızı har-cıyoruz. Aşıdan ilaca, bilişimden uzay teknoloji-sine, enerjiden yeraltı kaynaklarımıza kadar ha-yati alanlarda araştırmalar yapacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak yerine, 20-30 mil-yar dolar gibi bir serveti nükleer santral kur-maları için yabancılara hediye etmekle çağ atlayacağımız pompalanıyor. Bu değirmene su taşıyan lobinin, komisyon hırsını önlemek mümkün değil. ‘İthal etmek daha ucuz ve man-tıklı’ diyerek, yabancı temsilciliği yapan bu lo-binin hedefi teknolojik kastrasyon: Biz size en gelişmişini veririz, yeter ki siz yapmayın. Pa-tente, projeye, üretime ve teknolojiye dönüşme-yen palavra araştırmalarla göz boyayıp, bilim adamı pozlarında medyada fiyaka yapın yeter.

• Bilim savaşının hedefi bu : Ne işe yara-dığı bilinmeyen sözde araştırmalarla kıt kay-nakları tüketmek ve teknolojik kastrasyonla ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirmek. Bi-lim ve teknolojide bağımlı ülkelerin demok-ratik ve özgür yaşama şansı yok. Osmanlı ne-den yıkıldı? Bilim ve teknoloji devriminden uzak tutmanın yolu da tıpkı Osmanlı’da ol-duğu gibi, aydın ve bilim adamlarını öbür dün-yanın sorunlarıyla oyalamak. Bu yöntem ol-dukça başarılı. Ülkemizin en hayati sorunlarını çözmek amacıyla Bilim ve Teknoloji Mer-kezi kurmak ve ülkeyi pazar olmaktan kur-tarmak kimsenin aklına gelmiyor. Çağdaş uy-garlık düzeyine, bu amaçtan yoksun eğitim - öğretim anlayışıyla ve ithal mallarla gelemeyiz.

• YÖK sistemi, acilen ‘Ulusal Araştırma Mer-kezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Tek-noloji Merkezi’ kurulmasını organize edecek şekle dönüşmeli, tüm eğitim ve öğrenim ku-rumları bu merkezin hedeflerine uygun ola-rak düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır. Aksi halde milyarlık bütçeleri,

bu amaçtan yoksun üniversitelere harcamak, bilim ve teknolojide kastrasyon anlamına ge-lir. Milli sanayi ile bilim dünyamızı buluşturan bu merkezlerin kurulması, her türlü dış baskı-dan korunması ve bağımsız olarak çalışması elbette devlet eliyle olacaktır. Bağımlı ülkele-rin bunu başarması zordur. Temel sorun burada yatmaktadır. Baskılara karşı çıkan ülkelerin kar-şılaştığı güçlükleri ise görüyoruz. Bilim ve Tek-noloji savaşlarının acımasız şekilde sürdüğü çağımızda, nadide bilim adamlarımızın can gü-venliğini bile sağlamaktan aciz durumdayız. Kapalı sistem Bilim ve Teknoloji Merkezleri ol-madan bu güvenliği sağlamak mümkün değil.

• Özgür ve bilimsel düşünmeyi yok eden ez-berci ve teste dayalı sistem yerine, ilaçtan aşıya, enerjiden milli güvenlik ve uzay teknoloji-sine… temel sorun ve ihtiyaçlarımıza yönelik Bilim ve Teknoloji seferberliği hemen başlatıl-malıdır. Bu amaca yönelik olarak bilim adam-larımızın dış merkezlerde çalışması, bilgi ve deneyim transferi için şarttır. Bu amaca yönel-meyen dış geziler turistik seyahat anlamı taşır.

• Kötü kaderimizi değiştirecek, arkası bitmez sonuçlarla boğuşmak yerine temel çözümleri sağlayacak beyin nakli olan; ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Teknoloji Merkezi’ ni başarmak dileği ile…

İşte Türkiye’nin beyni : Bilim ve Teknoloji Merkezi SAĞLIKTA YENİ DÖNEM : OTLARLA ALDATMAK

Bankalarla Anlaşmalıyız

Diş Hekimi

Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler/

Tel: 0212 556 45 30

A . H a l i d e Ü M İ T F E R

Page 11: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

YaSasın BKP’nin Türk KomünistleriLütvi Mestan Kimdir nasıl lider olduYaşasın BSP’nin Türk Komünistleri

Ç o k s e v d i ğ i m i z , g ö z bebeğimiz,Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanlar olarak kendimize zırh gibi gördüğümüz HÖH 1990 yılında doğdu. Çokşirin, çok sevecen, çok samimi idi partimiz o ilk yıllarında . Türk bilinci-nin, İslam anlayışını, dilimizi ve kültürü-müzü sahiplenecek muhafaza edecek ve geliştirecek ümidi veriyordu o yıllarda. Coşkuyla, heyecanla ve özveri ile, hiç bir karşılık beklemeden, gönüllerden ge-len bir hizmet anlayışıile oluşmuştu bu gönül birliği. Fakirdik, fukaraydık, bil-gisizdik fakat onurluyduk. Güçlüydük, çünkü inançlıydık. Umutluyduk, çünkü davamız vardı o zaman. Davamızın tek amacı; insan gibi yaşamak, bilinç altındaki kimliğimizi yaşatmak, dilimizi konuş-mak, özgürce ibadet edebilmek, kültürü-müzü yaşatmak ve çocuklarımızın gelece-ğini, nesillerimizi güvence altına almaktı. Onca çileye, baskıya, işkenceye rağ-men hiç kin beslemeden, kan dökme-den, sabırla acılarımızıiçimize göme-rek durmadan yolumuza devam ettik. Fakat bu birliktelik, bu güç, birilerini ür-kütmüştü. Kırmızı canavar (BKP) kür-künü değiştirerek tekrar çıktı karşımıza.Beslediği, büyüttüğü yavrularını(ajanları) tekrar harekete geçirerek daha korkunç bir süreç başlattı - Gizli Asimilasyon. İlk darbe 1992 yılında DGB (Demokratik Güçler Birliği) ile beraber yaptığımız ko-alisyonu, A. Doğan’ın (HÖH) tek taraflı fes etmesiyle ve hükü-met ortaklığından çekilmesiyle gerçekleşti. Aynı kadro BSP-HÖH işbirliğini kurdu ve de-mokrasinin önü kesilmiş oldu.1993’de BSP (eski komünist par-tisinin yeni ismi) gizli bir genelge ile tüm eski sistemde görev almış olan Müslüman-Türk asıllı birey-leri tekrar görevlendirerek HÖH yönetimini ele almaları emredildi.O zaman halk psikolojisini iyi bilen ve emir almaya alışkın ko-münist uşaklarının bu emri yerine getirmeleri pek de zor olmadı.Çünkü onlara karşı koyabi-lecek, özgüveni olanlar, özellikle genç aileler, aydınlar zaten Bulgaistan’ı terk etmişler ve göç devam ediyordu.Partide görev alan genç aydınlar, tahsilli fa-kat devlet mekanizmalarına yabancı, siyaset-ten uzak, ak sakallısı ve yol göstereni olma-dığı için tecrübesizliklerine yenik düştüler.Zaman geçtikçe HÖH, muhtarlık, meclis üyeliği, belediye başkanlığı, vali yardımcı-lığı, milletvekilliği devlet memurluğu v.s. gibi görevlerle devlet mekanizmalarında yer edinmeye başladı. Dolayısı ile bu imkanları sunan HÖH’de büyük bir değişim oldu.H Ö H B İ R C A Z İ B E O D A Ğ I N A D Ö N Ü Ş T ÜTürklüğünden utanan, başka partiler-den medet uman ancak başarılı olama-yan, sözde Türk aydınlarıkendilerine has entrikalarla HÖH’e akın ettiler. Kırca-ali bölgesinde bunlardan biri de Sn. Lütvi Mestan’dı. Bir anda kendilerini HÖH yö-netiminde, hatta merkezde buldular. Bura-lara yuvalandıktan sonra maddi imkanlarla da tanışma fırsatları oldu. Bu imkanları sa-dece kendi çıkarları doğrultusunda kulla-narak bir anda kendi dere-beyliklerini kur-dular. Bu beylikler eski rejimde aktif görev almış ailelerden oluşmaktaydı ve halen devam etmektedir. Maddi imkanları ar-tıkça dere-beyler sınıf atladılar ve halk-tan koptular. 90’lı yıllarda halk bir bek-lenti içindeydi ve sabırla, inançla oylarını tereddütsüz HÖH’e verdiler. 2000’li yıl-ların başında halk arasında çatlak sesler, başkaldırı ve umutsuzluk belirdi. Bu baş-kaldırıları yok etmek ve halkı tekrar bir araya getirebilmek için eski ajanlar ken-dilerine has bir yöntem geliştirdiler: 2005 yılında A. Doğan tarafından Ataka (Irkçı Bulgar Partisi) kurulması için 1.600.000 Leva hibe edildi. Ataka kurularak, eski-

den denenmiş bir strateji ortaya konuldu.Ataka maşasıyla halkı yine eskiden oluğu gibi, korku, baskı, tehdit ile karşı karşıya bıraktılar. Böylece HÖH’ün oyları patladı.Fakat tüm bu çevirdikleri entrikalarla kara gibi gördükleri buz dağının sıcak akıntılara yöneldiğini ve eridiğini fark edemediler.Bulgar meclisinin gizli istihba-rat elemanlarını (ajanları) açıklama ka-rarı almasıyla sular daha da ısındı. 2010 yılında Bultürk’ün yaptığı anke-tin sonuçları bu durumu net olarak or-tay koydu. Yani ankete katılanların %64’ü HÖH yönetiminden memnun olmadığını dile getirdi. Fakat HÖH bunu görmezden gelerek geçiştirebileceklerini zannettiler. Anketten sonra yazılı ve görsel med-yaya demeç veren HÖH yönetici-leri “Bunlar saçmalık, gerçeği yan-sıtmıyor” gibi demeçler verdiler. Fakat ciddiye alınmayan bir anket HÖH’ü böldü. Bu anket sonrası partinin 2. adamı teşkilattan sorumlu başkan yardımcısı görevinden istifa etti. Üstelik istifa ge-rekçesinde anket sonuçlarını tasdikledi.Bundan sonraki süreçte ve gelişen olaylarda, medyada HÖH yönetimine karşı eleştiriler ve memnuniyetsizlikler daha da arttı. Anket sonuçlarını asıl tasdikleyen 2011 yerel se-çimleri ve Cumhurbaşkanlığıseçimleri oldu. 2009 Genel seçimlerinde 710 bin oy alan HÖH’ün oyları 2011 yerel seçim-lerinde 201 bin oya geriledi. Bu durum HÖH yönetiminde paniğe sebep oldu.Aslında bu, Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayını des-

teklememelerinin cezası idi.23 yıl boyunca yap(a)madıklarının muha-sebesini yapmaya başladılar. Fakat artık hal-kın gözünde miatları dolmuş, halkın sabrı tükenmiş, tüm itibarları yerle bir olmuştu.Tüm bu parti aleyhine gelişen süreçte HÖH önderleri bir panik havası içerisinde kendilerince çözüm üretmeye çalıştılar. Hayatında camiye girmemiş partililer yağ-mur dualarında el açtılar, mevlitlerde boy göstererek kendileri gibi ajan olan imam ve müftülerle aynı karelerde poz verdi-ler. 110 bin lerden 12.000’e düşen Türkçe okuyan öğrenci sayısı ile alınan yüz kara-sını kendilerince silmeye çalıştılar. Biraz gecikmeyle de olsa (23 yıl) okullarda ana dilde eğitim önergesi sunarak. Önerge de-mişken bir de soru önergesi sundular mec-lise. (Neden Bultürk ile Bulgaristan Parla-mentosuna gelen eski göçmenlere parasız vize veriliyor diye.) Daha sonra,anlaşılan alınan tepkilere karşılık “Pardon” derce-sine Türkiye’deki eski göçmenlere vizesiz Bulgaristan’a giriş yapabilmeleri için yeni bir önerge sundular-şaşkın ördek misali.Belene ve siyasi hüküm giymiş olanlara “ONUR BELGESİ” adı verilen bir kağıt parçası ile değer vermeye çalıştılar. Bu dava adamlarımız adına toplantılar düzenlediler. Saçı beyazlamış, sefil kalmış kahramanla-rımızAvrupa insan hakları mahkeme kapı-larını aşındırır iken parti önderleri hep gör-mezden geldi onları. Halk da yemiyor artık, çünkü 23 yıl sabırla hep değişmelerini bek-lemekteydiler, halkta artık umudunu kesti. Türkiye ilişkilerini sıcak tutmak için he-yetler gönderdiler fakat resmi kurum-larda muhatap bulamadılar. Bir kaç “Bulgaristanlı”Milletvekili aday adayları, dernek başkanları ve belediye çalışanları dı-şında “Hoş geldiniz” diyenleri pek olmadı.

Kısacası halkın nabzına göre şerbet vermeye çalıştılar amma yüzüne gözüne bulaştırdı-lar. Demek biliniyormuş Halkın beklenti-leri fakat artık geç oldu ,tavşan dağı aşmıştı.Nitekim oluşan kamuoyu baskılarısonucu partinin korunması içgüdüsü ile hareket edenler dediler ki, DEĞİŞİM ŞART. Na-sıl bir değişim? Tabi ki taze kan değil, yeni simalar değil sadece ufacık bir “rokado” yani yer, sandalye değişimi. Değişim ta-mam da, parti yönetimindeki gruplaşma-ları, kutuplaşmaları ve anlaşamamazlıkları dışarıya yansıtmadan nasıl gerçekleştiri-riz bu değişimi? Seçim esnası olası tar-tışmaları nasıl atlatabiliriz. Bu “değişim” diye adlandırdığımız hamleyi nasıl halka yuttururuz? Bu konudaki olası yorumla-rın, eleştirilerin önünü nasıl kesebiliriz?Tüm bu sorular HÖH’ün 8. Olağın kong-resinde cevap buldu. Strateji 10 numara tebrik etmemek elde değil. Fakat evdeki hesap çarşıdakini pek tutmadı galiba. Ahmet Doğan’ın raporundaki Tür-kiye ile Bulgaristan başbakanlarıarasın-daki iyi ilişkileri eleştirmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni küçümsemesi hiç de ya-kışık almadı. Kendi ağzından duyul-saydı daha çok antipati kazanmış olacaktı.Medyanın, Oktay’ın geçmişine, ailesine, hobilerine, hatta sevgilisine kadar yazıp çizdikleri için asıl yazılması gereken yeni başkan Sn. Lütvi Mestan’ın geçmişi göl-gede kaldı veya örtbas edildi. Bu bilgi-ler seçim öncesi tartışılmalıydı. Fakat parti yöneticileri buna cesaret edemedi. Çünkü parti içi “demokrasiye “ ,daha doğrusu des-

potizme karşı koymuş olacaklardı.Sadece emniyeti ilgilendi-ren Oktay’ın bilgileri ye-rine Lütvi Mestan ile ilgili bilgi-leri kamuoyu ile paylaşmanın daha yararlı olacağını düşündük. Yeni başkan Lütvi Mestan 1960 Kırcaali’nin Ada köyünde (Ostrovets) doğdu. Üniversite mezunu.????????? tarihinde Pavel adıyla Bulgar gizli istihbaratına dahil olmuştur.90’lı yılların başlarında Mestanlı DGB (Demokratik Güçler Bir-liği) kurucusudur. Ayni partiden Bulgar ismi ile Belediye Başkan adayı olmuştur. Bu dönemde en il-ginç çıkışı “HÖH’ün bir gele-

cek vaat etmediği, gelecek DGB’de” ve “HÖH Aydın Türkler’den yoksun bir partidir”demeçleriydi. Geç de olsa Türk ismini geri aldıktan sonra HÖH kapıla-rını çalmaya başladı ve HÖH’e dahil ol-mayı başardı. 2001, 2005 ve 2009 parla-mento seçimlerinde milletvekili seçildi. 2005 seçim öncesi propaganda çalışma-larında Kırcaali’nin Sağırlar köyünde bir öğretmenin “Biz okullarda ne zaman Türkçe okutacağız” sorusuna kendisine yakışır bir cevap vermiştir: “Ne yapacak-sınız Türkçe öğretip de,İngilizce öğre-tin, Avrupa vatandaşı olsun çocuklarınız”. Kendisi için Türkçe bu kadar önemsizdir. Şubat 2011’de Ataka partisinin meclise sunduğu “OSMANLI DEVLETİ BUL-GARLARA SOYKIRIM UYGULA-MIŞTIR” önergesine yeni başkan Lütvi Mestan evet oyu kullanarak tarihe geçmiş-tir. Evet, sözde Türk partisi HÖH %100 oyla sayın Lütvi Mestan’ı HÖH’ün ba-şına yeni başkan seçmiştir. Todor Jivkov bile %99 oyla seçiliyordu. Demek olu-yor ki bizim demokrasi daha doğrusu to-taliter anlayışımız daha baskın ve gelişmiş.Bu da insanlarda eskiyi çağrıştı-rıyor ve 9 eylül törenlerindeki slogan-ları akla getiriyor. Nostalji ile ola-yıözetleyecek olursak şöyle bir slogan yakışır “Yaşasın Bulgar Sosyalist Partisi-nin TÜRK Komünistleri. URRRRAAA !”Tepedeki Ahmet Aga dedi:“ L ü t v i s e n o l a c a k -sın başkan” ve öyle oldu.Sokaktaki Ahmet Aga da diyor ki;“SAVA GİTTİ, PAVEL GELDİ.” B u i ş b e n i g e r d i . Seçim zamanı geldi mi?Ben de bilirim işimi .

Şubat ayının ikinci haftası Sevgililer Günü olarak tüm dünyada kutlanmaktadır. Bu nedenle aşk ve sevgi ilişkisine bir göz atacağız. Bu iki önemli kavramın ana öznesi kadın olduğu için kadın olgusunu da kısaca irdeleyeceğiz. Ve aşkla sevgi arasındaki farkı ortaya koyacağız.

Aşk nedir? Bir körün, bir sağıra ‘Çok güzelsiniz’ demesi midir? Evrensel bir duygu mudur? Marazi bir durum mudur? Yoksa yaşa-mımızın olmazsa olmazı mıdır?

Ne yazık ki, aşkın sembolü ya da tarafı olan kadın bugün acılar içindedir. Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelmektedir. Alabildi-ğince şiddet görmektedir. Töre kurbanı olmakta-dır. Dinci fanatizmin baskısı altındadır. Ekonomik özgürlüğü yoktur. vs.

Kadın nedir? Kadın annedir, sevgi-dir, emektir, aşktır. Edebiyat,müzik, resim, hey-kel, mimarlık, tiyatro gibi insanda coşku ve be-ğeni uyandıran bütün güzel sanatların içinde daima kadın vardır. Gün olur kadın, Florance Nihtengale’de yardımseverliğin, özverinin timsa-lidir. Gün olur, Madam Curi’de azmin ve cesare-tin simgesidir.

‘’Bir kadının güzelliği sevmeye başla-dığında ortaya çıkar.’’ der. ünlü bir düşünür. Aşk; on yedi, on sekiz yaşlarından sonra karşı cinse duyulan, cinsel eğilimlerden kaynaklanan ilgi, sevgi ve tutku aşk olarak yorumlanabilir.Yaşam bir çiçek, aşk ise onun dalıdır. Yaşamı anlamlaştı-ran ve güzelleştiren bir duygudur. Aşk maça ben-zer; ya yenersin, ya da yenilirsin. Berabere kalır-san evlenirsin.

Aşk öylesine bir yüce duygu ki, ırk, din, düşmanlık hatta yaşamak bile insanın gözünden silinir gider. Aşk, acısından mutluluk duyulan, ölüm kadar güçlü, yaşam kadar tatlı bir duygu denizidir. Birine aşık olmak, birbirinin gözle-rine hayran hayran bakmak değil, aynı beyinle aynı hedefe bakmasını bilmektir. Kendisine say-gısı olan bir kadın, koca değiştirebilir, fakat aşık değiştiremez. Erkek ise ne kadar büyük ruhlu olursa, sevgisi de o kadar derin olur.

Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri için yalnız kalır-lar. Epikür, ‘’Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz. Bir uygarlığın yet-kinliği ancak kardeşlik ve sevgi ile mümkündür.’’ Der. Uzmanlara göre gerçek bir aşkın iki sene süresi vardır. Ve bu süre içinde aşklarını dostluğa dönüştüremiyenler aşklarını da kaybederler . Aşk debisi yüksek bir nehir gibidir. Akarken çevresine zarar verebilir. ‘’ Aşkta acı vardır, verdiği kadar alır.’’ denilmesinin nedeni budur. Nihai sevgi ise, nehrin aktığı bir okyanus gibidir. Durgundur, din-gindir. Ve orada gerçek huzur vardır. Debisi yük-sek bir nehre güvenemeyiz ama dingin bir denize ya da okyanusa güvenebiliriz.

Sevgi; bir insanın gelişmesine kişinin kendini karşılıksız adamasıdır. Ve sevgi davranış-larımızın temelinde yatan toplumsal bir güçtür. Sevginin koşulu, koşulsuz sevgidir. Sevilenin ku-surlarını hoş görmeyen onu sevmiyor demektir. Sevgi insanlar arasında bir değer olursa; güçlü-ler zayıfları ezmez. Çoğunluklar, azınlıklara baskı yapmazlar. Kimse,kimseyi ötekileştirmez.Zengin-ler yoksulları sömürmezler. Usta olanlar çırak olanlarla alay etmezler. Yani kibirlenmezler. Bu-rada yaşam paradigmalarının, bakış açılarının da büyük önemi vardır. Bilelim ki, koşulsuz sevgi kişisel sevginin de güvencesidir.

Yunus Emre aşk için; ‘’Ruhun yüce kudretidir ve manevi mükemmelliğin özüdür, aşk gelince bütün eksiklikler biter.’’ Der. Ve ilave eder: ‘İşitin ey yarenler/Aşk bir güneşe benzer/Aşkı ol-mayan gönül/Misali taşa benzer.

Dr.Ataner YILDIRIMKişisel Gelişim Uzmanı[email protected]

Aşk mı Sevgi mi?

Page 12: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

12 Bulgaristan Türklerinin Sesi

İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü D i r e k t ö r ü Prof. Dr. Erkan Topuz,

Gerçekler

SEYTAN Dogandc-KGB AJANI

Kanserle mücadelenin anne kar-nında başladığına dikkat çeke-rek hamile kadınların ve be-bek sahibi insanların evde dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı. Erkan Topuz, bulaşık deterjanların-dan, halıların temizliğine kadar çok önemli ayrıntılardan bahsetti. “Be-nim mücadelem bu yaştan sonra hal-kımızı kanserden korumaktır. Kanser tedavisi sonra geliyor. Bir korunma bin tedaviden evladır. Bunları ilk defa duyuyorsunuz ama gerçek bun-lar. Ben bunları kendimi bu işe ada-dığım için anlatıyorum. Bu anlat-tıklarımı Türkiye ilk defa duyuyor. Belki dünyada da çok az duyan var-dır” diyen Prof. Dr. Erkan Topuz, herkesi şaşırtan açıklamalar yaptı. “Ben gerçekleri anlatıyorum. Ama çok fazla anlatmıyorum çünkü her şey sarsılabilir Türkiye’de” diyen Topuz’un sarsıcı açıklamaları şöyle: -Evde sokakta giydiğimiz ayakka-bılarla dolaşmamalılar. Eğer evde ayakkabı ile geziyorsak dışarıdan gel-diğimiz ayakkabıları çıkartıp başka bir ayakkabı giymeliler. Çünkü dı-şarıdan giydiğimiz ayakkabı ile eve soktuğumuz pestisitler kanserin en önemli sebeplerinden bir tanesi-dir. (Pestisit: Tarım ürünleri, kim-yasallar, egzozdan çıkan gazlar vs) -Kanserle mücadele anne karnında başlıyor. Anne adayları aşırı miktarda vitamin almaktan kaçınsınlar. Çünkü bilinçsizce alınınca vitaminin için-deki kobalt, bazı aşırı miktarda mina-reller... Doktor bir tane yut diyordur ama çocuk gelişsin diye bir kaç tane yutuyorlar. Bu çocukta birikime se-bep olabilir ve kansere neden olabilir. -Gökkuşağının 7 rengini, ne bu-luyorlarsa, hepsinden günde en azından 3-5 tane yesin-ler. Her bir renkte bir şeyler var. -Kırmızı et alsınlar gebeler haftada 2 kere. Özellikle balıkla beslensin-ler. Sağlıklı bir insanın kansere yaka-lanmaması için, bebeğin daha anne rahmindeyken vücudunun direnci-nin artması ve zehirleri alarak bağı-şıklık sisteminin bozulmaması lazım.

Devamı Gelecek sayıda

ŞEYTAN DOĞANBULGAR DEVLET İSTİHBARATI (DS) İLERUSYA DEVLET GÜVENLİK KOMİTESİ

(KGB) A J A N I - ŞEYTAN: AHMET DOĞAN

Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) en yüksek yürütme organı Merkez Konsey Operatif Büro’da 8 yıl çalışan ve HÖH Baş-kanı Ahmet Doğan’ın özel sekreteri Ahmet Emin’in öldürülmesinden sonra parti görevle-rinden ayrılan araştırmacı Bulgar yazar Pe-tır YAPOV, 2009’da DS ve KGB ŞEYTANI DOĞAN başlıklı 15. kitabını yayınladı.

Artık 83’ünü dolduran usta kalem, 1946’da Sofya üniversitesinde hukuk tahsilini bitirdi. Hapishanede kaldığı 1952-1954 yılları hariç, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi ( MK) Politik Büro üyelerinden ba-zılarına hukuk danışmanlığı yaptı. 1964’te da-vet edildiği Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Merkezi İstihbarat Dairesi (CİA) ile SSCB Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) ara-sındaki İLETİŞİM GRUBU’nda görev aldı. Bu görevde KGB şefi Yuriy Andropov ve CİA Şefi William Colby ile defalarca görüştü.

1972’de Sofya’ya döndü ve BKP MK Genel Sek-reteri ve Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un kızı, BKP MK Politik Büro üyesi Lüdmila Jikova’nın danışmanı oldu.

1990’da Bulgaristan Türk aydınlarından re-jisör A. Derviş ve Bulgar Ordusu İnşaat Er-leri Albayı F. Feyzullov tarafından HÖH üye-liğine davet edildi ve aynı yıl HÖH Başkent Örgütü Başkanı ve Merkez Konsey üyesi se-çildi. Başkan Ahmet Doğan da dahil, tüm yet-kili HÖH’lüler ve milletvekilleri başkent örgü-tüne üyedir. Yapov, kitabın önsözünde YAŞAM ÖYKÜSÜNÜ ANLATIRKEN, HÖH’ten tama-men koptuğunu yazmıyor. Son 5 yılda HÖH’ün Bulgar dilinde çıkan 4 yazılı yayın organından biri olan, haftalık “Uikent”te yakın ve uzak Bul-gar geçmişinden olay ve kişileri konu ediyor.

P. Yapov özellikle vurguladığına göre, 300 sayfalık son eserini şu nedenle kaleme al-mış: “Günümüzde Bulgaristan’ın genel po-litik durumu ve tarihimizin son 30 yılında meydana gelen önemli olaylara ve bun-lara katılan bazı kişilere ilişkin çarpıcı ger-çekleri kamuoyunun bilmesi zorunlu oldu!”

Onun sıralamasında, çarpıcı olaylar ara-sında başta gelen Hak ve Özgürlükler Partisi’nin kurulması, Bulgaristan çapında po-litik yapılanması, iktidar ortaklığına yüksel-mesi ve muhalefetteki tutumu başta gelirken, önemli kişilerin arasında ise, HÖH partinin ku-rucusu ve değişmez lideri Ahmet Doğan’dır.

İrdelenen dönemde, Bulgaristan Cumhuri-yeti NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyesi oldu. Halkın ekonomik ve sosyal durumu iyileşe-ceğine kötüleşti. Dünyada derinleşen mali ve ekonomik bunalım dalgası ülkeyi tamamen çökertebilir. Bulgar milliyetçiliği yeşerdi, az-maya başlıyor. Ülke istikrarsızlık batağına düştü.

Kitaptaki ana sima HÖH ve baş-k a n ı A H M E T D O Ğ A N ’ d ı r.

Kamuoyuna önce Madi Goga-nov olarak çıkan Ahmet Doğan kimdir?

29 Mart 1954 günü Tolbuhin (Dobriç) iline bağlı Pçelarovo köyünde dünyaya ge-len Ahmet DOĞAN’ın asıl adı Ahmet İsmai-lov Ahmedov’tur. DedesiTürk bir göçmen aile-den olup 1944’te BKP’ye üye olan, daha sonra da “sosyalist emek kahramanı” ünvanı alan, Ahmet dede köy çobanıydı. 1962’de 10 kişi-kik aile Varna’ya bağlı Drındar köyüne taşındı. (Yapov eserde yer vermese de, A. Doğan ko-nusunu işleyen birçok çağdaş Bulgar yazar, babasının bir Varna Çingenesi (şopar) oldu-ğunu ve doğumundan sonra anesinden ay-rıldığını ve oğuluyla asla ilgilenmediğini, to-runun dede yanında büyüdüğünü v.b.yazdı.)

1971’de Varna Dimitrovçu Komünist Gençlik Birliği İl Komitesi’nin dikkatini çeken A. İ. Ah-metov iki tez üzerinde çalıştı: Birinci, “Çağdaş Bulgar Gencinin Sınıfsal Özgörevleri!”; İkinci, Sosyalizimde Kişilik!” O, 1973 – 1975’te İn-şaat Erleri’nde vatan görevini komsomol sekre-teri olarak yaptı. Askerde meslek kursları gördü.

Hayatının belki de en önemli olayı 1974’te ba-şına geldi. Bulgar gizli servisi (DS) subayları onu kışlada buldu. O gizli ajan olmayı “Türk yönünde” çalışmayı kabul etti. 20 yaşındaydı.

Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarını he-def alan bu hain gizli çalışma halen devam edi-yor. DS’nin gizli gözü büyük sayıda kardeşimi-zin Bulgar Türk sınırında kurşunlanmasına, kayıplara karışmasına, tutuklanıp hapsedilme-sine, tartaklanmasına, işkence görmesine, sa-kat kalmasına, toplama kamplarına atılmasına, Bulgar köylerine sürülmesine, işsiz kalmasına v.b. v.b. neden oldu. (A.Doğan’ın DC-ajanı dos-yası 20 cilt olup Bulgaristan’da yayınlandı.)

P. Yapov’un kitabı okurlarının eline geçme-den, Sofya’da DC ajan dosyaları artık açılmıştı. Yazar eserinin ana çizgisini değişik açıdan geliş-tirdiği için, tozlu ajan dosyalarını fazla karıştır-mıyor. Bir de bu eserdeki olayların pek çoğu ya-zarın gözleri önünde ceryan etmiş ya da kişisel algılama ürünüdür. Yazarın gizli dosyalara pek güven bağlamaması, belki de, DC’nin birçok kirli işi yazıp çizmeden yapması, KGB’nin de karışık işlerini ajan dosyalarına işlemediğini bil-mesinden dolayı olabilir. Yapov’un, Ahmet Do-ğan konusuna eğilen yerli yazarlara sitemi şöyle:

Gazeteci Toma Bikov “DOĞAN DOSYASI” eserinde, “Çok büyük ve çok tehlikeli bir ajan olan A.Doğan’a, Türk etnik toplululğun-dan iyi balıkları avlatan, avcı.” dedi. O ise, bu konuda, Bulgar gizli polisini bilgilendiren zavalı bir ihbarcı! Okurlar Bikov’a inanmadı.

Hemen ardından gazeteci Grigor Lilov da bir kitap yazdı: “Boyko Borisov Gizli Bir Tasarım”. “HÖH lideri Ahmet Doğan ile bugünkü Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov aynı gölden iki balık” yani “ikisi de DS-gizli servis ajanı” olarak gösteril-miş. Yapov, “yanlış bir kıyaslama” dedi.

(Son 23 yılda, Bulgar politikasında bir olgu olan lider A. Doğan hakkında birçok başka ki-tap da çıktı. Birçoğu uzun övgü öyküsüdür. Ör-neğin HÖH miletvekillerinden İvan Palçev ile Prof. Dr. İbrahim Tatarlı A. Doğan’ı “emsal-siz bir kahraman” “Türklük davasına en sadık Baba” “hak ve özgürlüklerimizin gü-vencesi” “Türk ve Pomaklarla birlikte Çin-gene ve Bulgarların haklarının da garan-törü” olarak yücelttiler. Birçok usta kalem ise konuya uzak kaldı. Ahmet Doğan’ı öven İvan Palçev daha sonra Bulgaristan Bakü Büyü-kelçisi atandı. Prof. İ. Tatarli’nın Bulgar di-linde yazılmış eserleri HÖH parasıyla basıldı.)

(A. Doğan’ın “emsalsiz Bulgar etnik mo-delini” övenlerin arasında Bulgaristan Sosya-list Partısı (BSP) akademisyenlerinden Prof. Dr. Maksim Mizov da yer alıyor. O, Doğan’ın “etnik politikasının doğruluğunu” 700 sayfada anlata anlata bitiremedi. Bulgaristan Türk ve Pomak-ları Doğan önderliğinde AB’de benzeri olma-yan, bütünleşen etnisitedir, diye yazdı. Bu bilim adamı, Bulgar gerçekliğinde eritilemeyen ve asla kaybolmayıp, aksine hep çoğalan Çingeneler den kurtulma yolunu şöyle tarif etti: “Tek taraflı uçak biletiyle hepsini ABD’ye gönderelim!”)

P. Yapov Ahmet Doğan’ın şeytanlıklarını an-latırken, BulgaristanTürk ve Pomaklarının ge-leceğini Bulgar dili ve yaşayış biçimi teme-linde Bulgar ulusuyla kaynaşıp etnik topluluk olarak eriyip kaybolmalarından, ana dil ola-rak Bulgar dilini kabul etmelerinden ve böy-lece Bulgarlarla kaynaşmalarından yana olduğunu örneklerle açıyor. Bu konudaki düşün-celerini Gotse Delçev’li (Nevrokop) Prof. Do-ğan Ziya ve Rifat Bey soyları örnekleriyle ka-nıtlamaya çalışıyor. Bu soyların evliliklerle tam eşitliğe kavuştuklarını yazıp örnekliyor.

Kitapta, HÖH’lüler arasında Türk Po-mak ve diğer Müslümanların kimliği ko-nusunun tartışıldığına ilişkin bilgi yok.

O, okura kimlik bilinci oluşturmanın HÖH içinde can alıcı konu olarak çözüm ara-dığını sezdiriyor ama problemi işlemi-yor. Hiç olmadı bu konuda DC ile KGB’nin ne düşündüğünü açmıyor. Anadil dersim ne-rede? deyen öğrencilere yanıt vermiyor.

Zengin deneyimden doğan bu politik eser, HÖH beyin merkezinde yıllarca çalıştıktan sonra kaleme alınmıştır. Yazar, Bulgar milli bi-linçten söz ederken, XX. y.y. da Bulgar hal-kına çok yara açan milliyetçi hortlamaları, za-manı dolmuş değer yargıları kıstasıyla sunuyor.

Demokratik toplumda karşılıklı hoşgörü kül-türünün galip gelmesi zorunlunu sanki göre-miyor. Avrupa Birliği’ni de, tüm farklılıklara yaşam hakkı tanıyan yeni bir medeniyet ola-rak algılamıyor. Devamı Gelecek Sayıda

K e m a l l a r ( B u l -g a r c a : İ s p e r i h ) ,

Kuzey doğu Bulgaristan’da, Razg-rad iline bağlı bir şehirdir. Deli-orman bölgesinin bir parçasıdır.

Şehrin ismi Osmanlı döneminde Ke-mallar iken, daha sonra Bulgar hanı Aspa-ruh onuruna İsperih olarak değiştirilmiştir.

Şehirde Bulgarlar ve Türkler karışık olarak yaşarlar. Bir Ortadoks kilisesi, bir de cami vardır. Bugünkü şehir, 1545’te, tarihi Bronz Devrine kadar uzanan eski bir yerleşimin üzerine kurulmuştur. Ke-mallar ismi resmi kayıtlarda ilk olarak 1573’te bir Osmanlı vergi kaydında geç-miştir. 1934’te adı İsperih olarak değiş-tirilmiş, 1960’ta da şehir ilan edilmiştir.

Yakınlardaki Sveştari’deki Trak mezarı, UNESCO Dünya Miras Listesi’ndedir. Diğer bir popüler ziya-ret yeri de 17. yüzyıl’dan kalma bir Bek-taşi türbesi olan Demir Baba Tekkesi’dir.

Yerleşim BirimleriAkçalar (Belintsi-Белинци) Kılıç Serman (Bırdokvo-Бърдоквa) Eski Balabanlar (Vazovo-Вазово) B ü y ü k K o k a r c a l ı ( G o -

lam Porovets-Голям Поровец) Ferhatlar (Delçevo-Делчево) Duraç Köy (Ludo-Gortsi-Лудогорци) Nasufçular (Duhovets-Духовец) Hüseyinler (Dragomıj-Драгомъж) Yunus Abdal (Yonkovo-Йонково) Kıdır Köy (Kitançevo-Китанчево) At Köy (Konevo-Конево) Kabullar (Kıpinovtsi-Къпиновци) Aslan Köy (Lavino-Лъвино) K ü ç ü k K o k a r c a l ı ( M a -

lak Porovets-Малък Поровец) Osman Mahalle (Peçenitsa-Печеница) Ayva Altı (Pod Ayva-Подайва) Köse Abdi (Raynino-Райнино) Mumcular (Sveştari-Свещари) O r t a M a h a l l e

( S r e d n o s e l t s i - С р е д о с е л ц и ) E s k i M a h a l l e ( S t a r a

S e l i ş t e - С т а р о с е л и щ е ) Höyüklü (Üyüklü) (Todorovo-)Тодорово, S a l d ı m K ö y ( Y a -

kim Gruevo-Яким Груево)

Gökyüzünün yarıldığı anBir çoğumuz gök gürlediğinde ve gök-

yüzünde çıkan o büyük enerjinin korku-suna kapılırız çünkü olağanüstü bir ses ve öfkeyle karşı karşıya olduğumuzu sanarız.

Oysa şimşek çakmasının yine bizler için fayda sağladığını biliyormuydunuz?

Tabiatta meydana gelen her olay gibi şimşek çakmasının da bir ne-deni ve hatta faydaları vardır.

Havadaki bağımsız nitrojen gazını, nit-ratlara dönüştürür. Nitratlar,toprakta yeti-şen bitkilerin gıdalarından en önemlisidir.Yağan yağmur,nitratları toprağa emzirir.Böylece, bitkilerin yetişmesi için yararlı bir unsur kendi liginden sağlanmış olacaktır.

Bütün bitkiler için dengelenmiş bir gıda unsuru listesi gereklidir. İyi çiftçi-ler, dolayısı ile ekip biçtikleri toprakla-rın bünyesine gerekli unsurları katarlar. Bu,bir nevi ayarlama , hızlandırmadır. İn-sanların yiyeceklerinde yaptıkları vita-min ayarlamalarından farksız bir şeydir.

Bir daha sefere yıldırım veya şim-şek gördüğünüzde, bitkiler için ne ka-dar yararlı olduklarını hatırlamanız,belki de onlara karşı duyduğunuz korku veya çekingenliği hafifletecektir. ..

Page 13: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dünya Medyasından HaberlerAçıkl ıyoruz: Bir leş ik Kral l ı -

ğın içerdeki düşmanlarla gizli savaşıHükümet, son 2 yıldır, bakanlara, ulusal güvenliğe

tehdit olarak düşündükleri kişileri vatandaşlıktan çıkarma yetkisi veren gizli bir program yürütüyor.

Soruşturmacı Gazetecilik Bürosunun The In-dependent için yaptığı araştırmaya göre, İçiş-leri Bakanı Theresa May, terörist yahut mili-tan gruplarla ilişkisi tespit edilen 16 Britanya vatandaşının pasaportlarını iptal etti. Vatan-daşlıktan çıkarılanlardan ikisi yakın zaman önce ABD’nin insansız hava araçlarıyla ger-çekleştirdiği saldırılarda hayatını kaybetti.

Programı eleştirenler, bunun hükümete sorum-luluktan kaçma fırsatı verdiğini ifade ediyorlar. Bu kişiler öldürüldüğünde ya da gizlice sorgu-landıklarında, Britanya’nın müdahale etmesine gerek kalmıyor. Pasaportları iptal edilen kişile-rin ülkeye giriş hakları ellerinden alındığı için uygulamaya itiraz etme imkânları da olmuyor.

İtalya’nın tasarruf programını durdurma olasılığı AB içinde çalkantıya yol açıyor

İtalya’da yapılan genel seçimlerin sonuç-ları, Avrupa piyasalarında sarsıntıya yol açtı.

Başbakan Mario Monti’nin teknokrat eği-limli reform hükümetinin seçimlerde uğra-dığı hüsran, krizden çıkış için uygulanan ta-sarruf programına karşı olan seçmen tepkisini net bir şekilde ortaya koyuyor. Yeni kurulacak hükümetin yürürlükteki kemer sıkma tedbirle-rini sürdürüp sürdürmeyeceğine ilişkin belir-sizlik, Avrupa piyasalarını olumsuz etkiliyor.Dün Milan Borsası günü yüzde 4 değer

kaybıyla tamamlarken; İtalyan bankaları-nın toplam piyasa değeri yüzde 7 oranında geriledi. Krizin diğer ülkelere yayılabile-ceği endişeleriyle birlikte Almanya, Fransa ve Britanya’da piyasalar günü düşüş-lerle kapatırken; Deutsche Bank başta ol-mak üzere birçok yerel bankada yüzde 5’lere kadar varan değer kayıpları yaşandı.

D e v l e t i n d u r u m u : 2 0 1 3Güney Afrika devlet başkanı Jacob Zuma halka sesleni-

şinde ülkenin geleceği için bir yol haritası çizdi. Zuma eği-tim, istihdam, sağlık ve ekonomik büyüme konularında ko-nuştu. Zuma, Ulusal Kalkınma Planı’nı da halka açıkladı.

Ekonomik büyümedeki yavaşlığa dikkat çeken Zuma, geçen yılki yüzde 3,5’lik büyüme rakamla-rına rağmen bu sene yüzde 2,5 beklendiğini belirtti. 2020 yılına kadar 11 milyon iş yaratılması içinse üç kat daha fazla büyüme rakamı elde edilmesi gerekiyor.

Enerji ve eğitimin de gündemde olduğu konuşmada Zuma, yenilenebilir enerji kaynakları için 675 kilo-metrelik aktarma hattı inşaatının tamamlandığını du-yurdu. Mart ayına kadar da yeni öğretmenlerin atan-ması ve 98 yeni okulun hizmete girmesi planlanıyor.

“ O z a m a n A B ’ y e h o ş ç a k a l d e r i z ”Türk hükümeti, AB üyelik müzakereleri-

nin sürmesi için baskıyı artırmaya çalışıyor ve ül-kesinin yüzünü doğuya çevirmekle tehdit ediyor.

Başbakan Erdoğan, bir televizyon programında, Rusya Devlet Başkanı Putin’e, Şanghay 5’lisi ile işbirliği teklif et-tiğini, bu durumda AB’ye hoşçakal diyeceklerini söyledi.

Erdoğan’ın bu açıklaması, Türkiye’nin geleneksel Batı’ya yöneliminin sonu mu geldi tartışmalarını alevlendirdi.

Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıs’ın dönem baş-kanlığı nedeniyle Ankara ile Brüksel arasın-daki ilişkiler yeni yıla kadar donmuş durumdaydı.

Almanya’da doğup büyüyen Türk-ler 23 yaşına kadar, iki vatandaş-lıktan birisine karar vermek zorunda. 23 yaşına kadar, Türk vatandaşlı-

ğından çıktığını belgelemeyenler Al-man vatandaşlığından çıkarılıyor.Birçok Türk, bu süreyi kaçır-

dığı veya bu konuda bilgisi olma-dığı için vatandaşlıktan atılıyor.Türklerin, Alman vatandaşlığını tercih

etmesinde en etkili neden, bir Almanın sahip olduğu haklara sahip olabilmek.Bu arada uzmanlar, vatandaşlık yasası-

nın AB hukukuyla çeliştiğini belirtiyor.Uzmanlar, vatandaşlıktan çıka-

rılanların dava açması halinde bu haklarını geri kazanma şansla-rının az olmadığını kaydediyor.

Bersani’nin, istikrarlı bir koalisyon için ortağa ihtiyacı varİtalya’daki seçimin sonucunda karmaşık bir durum ortaya çıktı. Pier Luigi Bersani’nin merkez sol ittifakı Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kazanırken, Senato’da iki büyük bloktan hiçbiri çoğunluğu elde edemedi.İlk hesaplamalara göre, eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin partisi ile Bersani’nin partisi Senato’da neredeyse başa baş geldi.Hükümetin parlamentonun her iki kanadında da çoğunluğa ihtiyacı olacağı için Bersani’nin kendisine koalisyon ortağı bulması gerekiyor. Muhtemel adaylar arasında eski Başbakan Mario Monti’nin partisi de bulunuyor.

Fakirlik tehdidiyle karşı karşıya olan Bulgarların öfkesi dinmiyorBulgaristan’da dün de onbinlerce insan artan fakirliği ve yabancı “tekelleşmeyi” protesto etti.Cumhurbaşkanı Rossen Plevneliyev başkent Sofya’da göstericilerin karşısına çıktı ve krizin çözümü için diyalog sözü verdi.Eski AB Komiseri Meglena Kuneva’ya göre, Bulgaristan’da demokrasi tehlikede.İspanya’da da yüzbinler, hükümetin tasarruf politikasını protesto amacıyla sokaklara döküldü.

Ben 2 yıldan beri Almanya Hamburg’ta inşaat işçisiyim. Hemşerim Ali Çakır’ın yardımıyla gittim ve oraya tutundum.

Noel tatili denen bayram günlerini 2013 yılbaşı tatil günleri ile birleştirerek Torlak’a (Tsar Samoil) geldim. Evli değilim. Anam babam ve kardeşlerim burada yaşıyor. Kasabada iki kahve var. Her gün dolup taşıyor. Birinde camiye gidenleri, diğerinde ise gençleri bulabilirsiniz. Bir fincan kahve başında cıgara püfletip politika ufalayanlar çoğalmış. Gençlerin gözleri açılmış, hepsi beklenti içinde. Samimi konuşmalarda umut ışığı arıyorlar. Pasaport cepte ama dış ülkeye çıkacak durumları yok. Mesleği olmayanlar da var. Mesleksiz Avrupa ülkelerinde iş bulmak imkânsız, dil bilme şartı da var tabii. İşsiz olan yeni evliler de derin derin düşünüyor. Ticaret durmuş. Kötü tabii.

Şu günlerde kahveleri, bazen de biraları ben ödediğim için masamın etrafı hep kalabalık.

Bizim kasaba büyük olmadığından haberler bir uçtan bir uca acele geziyor. Sabahleri herkes birkaç haber getiriyor kahveye. Gece TV yayınlarından akılarında kalanları seriyorlar ortaya. Şu Rumeli TV yayınları her evde hep açık. Sofya TV yayınlarından BiTiVi izlenirken, Türk ve Müslümanlık düşmanı dedikoducu Skat TV’de fazlaca seyredilenler arasında bulunuyor.

Yorumlanan politik haberlerin başında her sabah DPS var. Masama oturanların hepsi bu partiye oy vermişler, ama hiçbir şey elde edememişler. 1990’dan beri Ahmet Doğan Torlak’a hiç uğramamış. Vakti olmamıştır diyorlar. DPS’nin iktidar olduğu sürede burada bir baraj duvarı patladı ve kasabamız 4 metre su seli altında kalmıştı. O zaman Başbakan yardımcısı Emel Toşeva mağdurlara özel yardım gösterilmesine çok çaba göstermiş, yiyecek ve giyecek yardımlarını ise Türkiye’den gelen “Deniz Feneri” vakfı elemanlarından Adem, Beyhan ve Ebazer dağıtmışlar. İyilikler unutulmuyor. Şimdi artık o su baskını felaketı yaraları sarılmış ve gönüller huzur içinde.

Bilmem bilir misiniz? Buralara derin kar düşer. Bu yıl da kış sert geçiyor. Ekinler kar altında. Derin kalın altında soğuklamazlar, inanç budur. Meyve ağaçları da bekliyor. Halk da değişiklikler bekliyor. Kanımca buradaki gençler şu demokrasinin, liberalizmin, modernizmin ve postmodernizmin ne olduğunu pek anlayamamışlar. L. Mestan’ın Sofya meclisinde yaptığı konuşmaları da halk diline tercüme etmek gerek. Anlaşılmayan konuşmadan fayda beklemek yanlış olur. Ahmet başkan ise hepten uçmuş gitmiş. Anasıyla konuşsa anlaşabileceklerinden kuşkuluyum.

“Bultürk” gazetesini ilk burada gördüm. Kasabada başka Türkçe gazete yok. Sizi internette de bulabiliyorlar. İlgi büyük. Her yazı okunuyor. Tartışılıyor. Başkan Rafet beyle görüşmek ve sohbet etmek isteyenler var. İstanbul’a yolum düşerse ben de uğrayacağım derneğinize.

Vaktinizi alıyorum ama tek Türkçe gazetede burada işaret ettiğim soyut konular işlenmiyor. Masama toplananlar arasında üniversiteli de yok. Kalın kitap okumuş olsalar, belki ayrıntılara girip açıklık getirebilirler de...

Bulgarca “Politika” gazetesinde konuya ilişkin yazılar var, ama onları pek okuyup da anlayan yok. DPS adına yazılan yazılar çok yüksek politik dille kaleme alındığından dolayı, onlardan da pek bir şey anlaşılmıyor. Hedef yok. Hedef olmayınca yolumuz da yok, diyorlar. DPS partisinin politik ajitasyon kadrosu zayıf. Toplantılarda konuşma yapanların ya da rapor sunanların kendilerinin anlattıklarından haberdar olduğu kanısında değilim. Konuları açamıyorlar.

Ben Avrupa’dan geldiğim için bana soruyorlar. Ben orada bir işçiyim. Bu konular benden uzak. Arkadaşlarım da sohbetlerimizde bu gibi konuları açmıyorlar. Herkes işinde cebinde, dil bilmediğimiz için gazete ve TV de gözden kulaktan uzak.

Size bu mektubumu, lütfen halkın beklediği konuları işlemenizi rica ediyorum.

Sağlıcakla kalınız. Bekliyorum.

Dobruca’dan Bir Mektup

Putin belediye hizmetleri sorumlularını bozguna uğrattı: “Delirmişsiniz!”Vladimir Putin dün belediye hizmetleri ile ilgili toplandı. Devlet Başkanının elektrik, doğalgaz, su, kanalizasyon ve diğer hizmetlerin tarifelerinin aşırı deredece yükseltilmesine “Delirdiniz mi siz?” diyerek tepki göstermesi toplantıya damga vurdu. Devlet Başkanı dünkü toplantıda Bölgesel Kalkınma Bakanı İgor Slyunayev’den faturalardaki bu artışın nedenini vatandaşa açıklamasını istedi.Putin, Bakanlar Kuruluna bu hizmetlere yapılan zamların ne kadar mantıklı ve sosyal açıdan ne kadar adil olduğunu bir hafta içinde araştırma talimatı verdi. Devlet Başkanına göre, bütün hizmetlere yapılan toplam zammın yılda %6’yı geçmemesi gerekiyor. Oysa ki 1 Temmuz’dan itibaren doğalgaz %15,elektrik %12, ısıtma ve su %10 zamlanmış olacak.

İ t a l y a s e ç i m l e r i n i n s o n u ç -ları euroya dair korkuları tazeliyor

İtalya’da Pazar günü yapılan genel seçim-ler sonrasında Euro bölgesinin yeni bir kar-gaşa içine sürüklenmesi muhtemel görünüyor.

Seçim sonuçlarına ilişkin projeksiyonlar istikrar-sız bir parlamento manzarası ortaya koyarken; popü-list ve anti-reformist partilerin gösterdiği başarı ekono-mik reformların geleceğine ilişkin endişeleri arttırıyor.

Merkez sol ve merkez sağ partilerden hiçbirinin çoğun-luğu sağlayamadığı Senato’nun dengesi, eski komedyen Beppe Grillo’nun başını çektiği popülist 5-Yıldız Hareke-tine kalmış gibi görünüyor. Seçimlerde en çılgın tahminle-rin dahi ötesinde bir başarı yakalayan Hareket, ittifaklar dı-şında İtalya’nın en geniş destekli tekil partisi haline geldi.

Bu sonuçlar, ülkeyi zayıf bir hükümet ile seçimlerin yenilenmesi arasında bir tercih yapmaya zorlayabilir. Vekiller yine sarhoşluğa daldı

Duma, alkollü araç kullanma ve alkollü araç kul-lanma sonucu ölüme sebep olma suçlarına ait cezaları arttırmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz hafta Anayasa Hu-kuku Komisyonundaki hararetli tartışmaların ardından ta-sarının 20 Şubat’ta Duma’da birinci okunuşta görüşül-mesine karar verildi. Ancak bu hafta tasarının gündeme alınması zor görünüyor. Çünkü hükümetin önerisini destek-leyen vekillerin tasarıyı ne zaman hazır edecekleri belli değil.

Son aylarda alkollü sürücüler yüzünden yaşanan bü-yük kazalar iktidarı mevcut mevzuattaki 6-24 ay hapis cezasını ağırlaştırma kararı almak zorunda bıraktı. Geç-tiğimiz sene Duma’ya sunulan tasarıda cezaların ağır-laştırılmasının yanı sıra, kanında 0 promilden biraz fazla alkol bulunan kişilerin de alkollü sayılması öngörüldü. An-cak bu, gerek Duma içerisinde, gerek dışarıda sert tepki-lere neden oldu. Yüksek Mahkeme de sert cezalar öngö-ren tasarıyı eleştirdi. Hükümet ise bazı küçük notlar da ilave ederek tasarıya destek çıktı. Şimdi Duma, aynı ta-sarıyı yeni eklemelerle gündeme almaya hazırlanıyor...

Gillard’ın kumarı: 2013 Federal Seçimleri 14 Eylül’de

Başbakan Julia Gillard, dün Ulusal Basın Kulübünde yaptığı konuşmada bu yılki olağan genel seçimlerin 14 Eylül tarihinde gerçekleşeceğini açıkladı. Muhalefetin hazırlıksız yakalandığı açıklamadan bazı kabine üyelerinin dahi önceden haberdar olmadığı bildiriliyor.Başbakanın bu beklenmedik hamlesi sonrası, ülkenin 7.5 ay süreyle bir seçim atmosferi içine girmesi muhtemel… Gillard’a göreyse bu, yeni yıla bir tertip ve düzen getirecek; hararetli kampanyalar yerine sakin ve akılcı tartışmaların hâkim olduğu bir sürecin önünü açacak.Tarihinin kesinleşmesi, Gillard’a göre muhalefetin seçim vaatlerinin maliyetini açıklamama konusundaki mazeretlerini ortadan kaldırıyor. Başbakanın kararını “taktiklerin stratejinin önüne geçtiği bir hamle” olarak değerlendiren muhalefetin tepkisi ise zaman çizelgesindeki farklılıkların partinin seçim politikalarında bir değişiklik yaratmayacağı yönünde… Koalisyon lideri Tony Abbot, partinin vaatleriyle ilgili maliyet hesaplarını Mayıs bütçesiyle seçim tarihi arasındaki sürede ortaya koyacağını açıkladı.

Amerika’da dünyanın en büyük havayolu oluştu

American Airlines ve ulusal rakibi US Airways birleşerek dünyanın en büyük havayolu şirketini oluşturdu.İki şirketin yetkilileri, dün New York’ta yaptıkları açıklamada, firmaların çalışan sayısının 100 binin üzerinde olduğunu, yılda 140 milyon yolcuyu 56 ülkeye taşıdıklarını belirtti.Birleşmenin ardından, borsa değeri yaklaşık 11 milyar dolar olan şirket, American Airlines ismini kullanacak.Şirketin yönetim kurulu başkanı, US Airways’in patronu Douglas Parker olacak.

Page 14: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

14 Bulgaristan Türklerinin Sesi

Bulgar vakfı Sarıgül’e dava açtı!

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZAlmanya-Köln: Rafet DALAmerika-New York: Alaattin GokayBelçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAHİspanya-Madrid: Hüseyin Hasan Kazakistan- Türkistan: ErkanBulgaristan - TemsilcileriSofya: Hikmet EFENDİEVBlagoevrad: Bülent MURADOVSmolyan: Rufat FELETİKırcaali: Emel BALIKÇIMomçilgrad: Akif MEHMETArdino: Aziz ŞAKİRCebel: Erdal H. AHMETPlovdiv: Fikret SEPETÇİStara Zagora: Mehmet KRALLoveç: Emine BAYRAKTAROVATroyan: Ergül BAYRAKTARPleven: Rafet RODOPLUŞumen: Nurten RECEPRazgrad: Aydoan ALİTırgovişte: Sevinc YÜCE Silistra: Tijen GÜLERVarna: Salih POMAKDobriç: Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU

ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM

İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL

İst. Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR

ist. G.O.P.aşa: Sevilcan YÜCE

ist. 500 Evler: Nedim BİRİNCİ

ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER

ist. Avcılar: Müjgan DENİZ

ist. Başakşehir: Ayten ERDEM

ist. Kağıthane: Nazım ÇAVUŞ

Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet: Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN

Bursa-İnegöl Bayram BAYRAM

İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU

İzm.Görece: Mümin GÜNEY

İzm.Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU

İzm.Bornova: Kenan ÖZGÜR

Edirne: Nadir ADLI

Kırklareli: Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ: Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN

Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE

Aylık Siyasi Aktüel Gazete1913 Sofya

www.bulturk.org /[email protected] Tel:0212 477-62-10İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK

Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK

Yazı İşleri MüdürüAlptekin CEVHERLİ

Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Semra HÜSEYİN

Genel Yayın YönetmeniRafet ULUTÜRK

Genel Yayın MüdürüDr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZDiş Hekim İsmail ALİOĞLUProf. Dr. Emin ÇARIKÇIProf. Dr. Ahmet ÇOLAKD o c . D r. S a k i n Ö N E RDoç. Dr. Emine İNANIRD o c . D r. H a s i n e Ş E NDiş Hekimi Halide ÜMİTFER

Haber Sorumlusu: Nafiye YILMAZHukuk Danışmanı: Av. Hasan MOLLAOĞLUEkonomi Müdürü: Mujgan DENİZİstihbarat Müdürü: Hüseyin YILDIRIMEğitim Sorumlusu: Muazzez YURDAKULGörsel Yönetmen: Muharrem KIRANKültür-Sanat: Muharrem TERZİSpor Müdürü: İbrahim SOYTÜRKArt Direktör: Samet ERDEMİnternet Müdürü: Murat ULUTÜRKHalkla İlişkiler: Orhan ÇAKIRReklam Müdürü: Neriman ERALP

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST.

Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altıTel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRKBu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder.

Yazarlar yazılarından sorumludur.www.bulturk.org

“Tapu bizim, inşa-atı yık, arsamızı ver”

Türkiye’nin en büyük so-runlarından olan ‘azınlık va-kıflarına ait taşınmazların iadesi’yle ilgili 28 Ağus-tos 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Ka-nun Hükmünde Kararname (KHK), ile 1936 beyanna-mesi ile bildirilen taşın-mazlar vakıflara devredildi. Ancak kararnamenin uygu-lamasında zaman zaman ih-tilaflı durumlar da ortaya çıkıyor. Kararname, Bul-gar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı ile Şişli Belediyesi’ni de mahkemelik etti. Şişli Belediyesi’nin Çağlayan’da yaptırdığı yeni hizmet binasının bulunduğu 4 bin 589 metrekare arazinin tapusu, Devamı5’de

Vakıflar ile ilgili kararnameyle Bulgar Ek-zarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı’na verildi. Arazinin sadece 600 metrekaresinin tapusu Şişli Belediyesi’nde kaldı. Vakıf yöneticileri 7 ay önce arazilerinin tapularını da aldı. Ancak arazinin üzerinde Şişli Belediyesi’nin yaptır-dığı yeni hizmet binası inşaatı sorun oldu. Va-kıf inşaatı tamamlanmak üzere olan yeni hiz-met binası ile ilgili Şişli Belediyesi’ne uyarı yazısı gönderdi. Arazilerinin vakfa ait ol-duğunu ve inşaatın durdurulması gerekti-ğini belirten vakıf, yaptıkları görüşmelerden bir sonuç elde edemeyince dava açtı. Bul-gar Vakfı, tapusu ellerinde olan arazilerinde tamamlanmak üzere olan Şişli Belediyesine ait yeni hizmet binası inşaatının durdurul-masını, ve yapının yıkılmasını talep ediyor.

VAKIF: Gelsin-ler masaya oturalım

Kanuni yollara başvur-maktan başka çarelerinin kalmadığını ifade eden Bulgar Ekzarhlığı Orto-doks Kilisesi Vakfı Baş-kanı Vasil Liaze, “7 aydır belediyeye yazı gönderi-yoruz ama hâlâ inşaata devam ediyorlar. Bele-diye hiçbir yazımıza ce-vap vermedi. Mecbu-ren dava açtık. Mustafa Sarıgül’ü çok seviyoruz. Bir araya geldik. Fakat

bir türlü bir çözüm önerisi gelmedi. Yani size şurayı veririz gibi bir öneri bile gelmedi. Biz hakkımızı arıyoruz. Hakkımızı vermek istiyor-larsa gelsinler masaya oturalım” diye konuştu.

Şişli Belediyesi: Yasadan önce satın aldık Tapu devrinin haksız olduğunu söyleyen

Şişli Belediyesi de yürütmeyi durdurma tale-biyle mahkemeye başvurduklarını açıkladı. Be-lediye yetkilileri, “Söz konusu arazi, bugünkü İstanbul Adliye Sarayı’nın bulunduğu alanda, belediyemize ait olan bir arazi ile takas yapı-lıp, üzerine de bir miktar para ödenmek sure-tiyle hazineden satın alınmıştır. Bu satış işlemi, son Vakıflar yasası yürürlüğe girmeden önce gerçekleştiğinden, yasaya dayanılarak yapılan işlemler bu araziyi etkilememektedir” dediler.

T R İ LY O N L A R H A R C A N D IBulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı,

şu an bitmekte olan ve trilyonlar harcanan yeni hizmet binası inşaatının durdurulma-sını inşaat atıklarının temizlenmesini ve ara-zinin boş olarak teslim edilmesini istedi.

Bulgaristan’ın güzel doğası, dünya ge-nelinde ünlüdür, dağları ise çoktan turistler ve tırmancılar arasında popülerdir. Doğa-mızın inanılmaz güzellikteki manzaraları ve çeşitli zorluklardaki güzergahları, birçok ülkeden dağcıları çekmektedir. Doğaya, dağdaki gezilere ve maceralara sevgi, 40 yıllık bir geleneği olan İngiliz turistler ku-lübünün üyelerini de ülkemize götürdü. Her yıl birçok gezi ve yarış düzenleyen Long Distance Walkers Association Yaya Turizmi Derneği’ne farklı yaşta 7 binden fazla kişi üyedir. Walk Bulgaria Bulgaristan Turistler Derneği’nin daveti üzerine bu yaz İngiliz kulübünün üyeleri yüksek dağları-mızda geziye çıkmak üzere ülkemize geldi.

Bulgaristan’da ilk defa bulunmayan Yaya Tu-rizmi Derneği Sekreteri Philip Heneghan, şunları pay-laştı: “Birkaç yıl önce Bulgaristan’ı bisikletle ziya-ret ettim. Ancak insan bisikletle yolculuk yaparken muhteşem manzaraların tadını tamamen çıkaramıyor. Bu yüzden yeniden burada bulunmaktan ve ülkenizin ne ka-dar güzel olduğunu daha iyi anlamaktan mutluyum.”

İngiliz yaya turizmi severler, Bulgaristan’ın en yüksek dağları Rila ve Pirin’e ünlü tırmancı Doyçin Vasilev’in eşli-ğinde yöneliyor. Yaya turizmi severlerin güzergahı, göz ka-maştırıcı güzellikteki tepelerden geçiyor ve bütün gruba unu-tulmaz anlar yaşatıyor. Philip Heneghan, grup üyelerinin hepsinin, dünyayı çok gezdiğini, Alpler’de de geziler yaptı-ğını, ancak Bulgaristan dağlarının bunlarla rekabete çıkabil-diğini söyledi. Yükseklikler, manzaralar ve eşsiz güzergahlar, ülke genelinden turistler için son derece celbedicidir. Ancak İngiliz turistler, Bulgaristan’daki dağ tesislerinin iyileşmelere ihtiyacı olduğunu da belirtiyor. Philip Heneghan’a göre ül-kemiz, bu tür turizmin gelişiminden kazançlı çıkabiliyor. Zor güzergahlardan geçişlerde Bulgar tırmancılarının tecrübesi çok değerlidir. Yine de dağlardaki güvenlik, temel önceliktir ve turistler bunu çok iyi biliyor. Orta İngiltere Yaya Turizmi Derneği Sekreteri Michael Buckley, ülkemizin dağlarından ve Doyçin Vasilev ile gezilerinden izlenimlarini paylaşarak şunları söyledi: “Benim için Doyçin, doğayı çok iyi tanıyan bir kişidir. Doyçin, bizi güzelliğinden nefesimizi alan güzer-gahlardan geçirdi. Çok tehlikeli yerlerden geçtik, ama her se-ferinde grubumuz Doyçin2in bilgileri sayesinde gevendeydi.”

Orta İngiltere Yaya Turizmi Derneği Sekreteri Michael Buckley’ye şimdiye kadar Bulgaristan’ı ziyaret etmeyen dağ-cılara ve turistlere ne gibi tavsiyeler verebildiğini sorduk ve ce-vap şöyle: “Bulgaristan’daki dağ tesislerinin yenilenmesi gere-kiyor. Bu yüzden turistler, yeterince yiyecek ve içecek yanında taşımalıdır. Ayrıca ekipman ve yeterince elbiselerin sığınabile-ceği büyük bir çanta da gereklidir. Bundan başka insan sadece gözlerini açıp doğanın güzelliklerinin tadını çıkarmalıdır.”

Jonathan Bateman, Yaya Turizmi Derneği’nin Bulgaristan’ın dağlarını gezmek için buraya gelen bir üye-sidir. Kendisi, bütün Avrupa’yı yaya gezmiştir. 50 yaşların-daki Jonathan Bateman, insanın hayatında bu yaştan sonra da maceralara ve yarışlara yer olduğunu iddia ediyor. Jonat-han Bateman, Londra’daki yıllık 42 kilometrelik maraton ya-rışmasını 2 saat 55 dakikada katederek iki kez kazandı. Jonat-han Bateman, şunları belirtti: “Mükemmel hava bana hoş bir sürpriz yaptı. Dağlarınızı görme fırsatım oldu. Bütün Bulgar-lar çok misafirperver ve dostaneyidi. Yemekleriniz ve biranız nefisti. Avrupa’daki bütün ülkeleri gezmek istiyorum. Do-ğası korunmuş yerler ve dağlar keşfetmek çok güzeldir. Yaya turizmi severlere Bulgaristan’ı kesinlikle tavsiye ederdim.”

T ü r k ç e s i : R a y n a İ v a n o v a

İngiliz Yaya Turizmi Severler Bulgaristan’ın Dağlarında Unutulmaz Yaşantılar Peşinde

Bulgar Bisikletçinin A l t ı n ı A l ı n d ı

Türkiye’nin organizasyonunu yaptığı Cum-hurbaşkanlığı Bisiklet Turu 2012’de ya-rışı kazanan Ivailo Gabrovski’nin doping yap-tığı gerekçesiyle altın madalyası alındı.

Uluslararası Bisiklet Birliği’nin (UCI) resmi in-ternet sitesinde yer alan bilgiye göre, 24 Nisan’da koşulan Elmalı Etabını birincilikle bitiren, diğer etaplarda da hiçbir sporcunun farkı kapatmasına izin vermeyen Gabrovski’nin (A) numunesinin po-zitif çıktığı açıklanmıştı. 2003 yılında da doping kullandığı için yarışlardan men cezası alan Bul-gar sporcunun (B) numunesinin de pozitif çık-ması sonrasında UCI sıralamada yenilik yaptı.

UCI tarafından Ekim 2012’de 2 yıl yarışlardan men cezası alan Gabrovski’nin birinciliği iptal edi-lirken, yarışı ikinci sırada tamamlayan Kazak sporcu Alexsandr Dyachenko altın madalyanın yeni sahibi oldu. UCI’nın kararı sonrasında ise turda ikinciliğe Bulgar sporcu Danail Andonov Petrov, üçüncülüğe ise İspanyol Adrian Palomares Villaplana yükseldi.

UCI’nın sitesinde ayrıca Gabrovski’nin 16 Temmuz 2014’e kadar hiçbir resmi mü-sabakada yarışamayacağı da açıklandı.

Anlaşma, Yunanistan Dışişleri Ba-kanı Dimitris Avramopulos, Arna-vutluk Başbakan Yardımcısı ve Eko-nomi Bakanı Endmont Hacinasto ve İtalya Ekonomik Kalkınma Bakanı Co-rorando Passera tarafından imzalandı.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlenen imza töreninde, Yuna-nistan Başbakanı Andonis Sama-ras ve ABD Dışişleri Bakanı Yardım-cısı Eric Roubin de hazır bulundu.

Samaras, yaptığı konuşmada, Yunanistan’ın, Doğu Akdeniz böl-gesindeki enerji haritasında odak nok-tası olabileceğini belirterek, TAP proje-sinin gerçekleşmesiyle Yunanistan’ın, ikinci sınıf önemi olan hedef ülke ol-maktan çıkarak, Avrupa’nın enerji hat-larının geçtiği bir ülke olacağını söyledi.

Doğalgaz hattı inşasının Yunanistan’a 1,5 milyar avroluk yatırım yapılmasına ve yüzlerce yeni iş yeri açılmasına imkân sağlayacağını belirten Samaras, ülkenin yararına olabilecek her türlü fırsatı de-ğerlendirmekte kararlı olduğunu kaydetti.

Ana kaynağı Azerbaycan’ın Şahdeniz 2 yatağı olan doğalgazın, Türkiye ara-cılığıyla Bulgaristan, Romanya ve Ma-caristan üzerinden Avusturya’ya akta-rılmasını öngören Nabucco West boru hattına alternatif olarak hazırlanan TAP projesi, doğalgazın Türkiye’nin mev-cut boru hattı aracılığıyla Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’nın Ta-rando bölgesine aktarılmasını öngörüyor.

Bu konuda hangi projenin tercih edi-leceğiyle ilgili kesin kararın Hazi-ran ayında açıklanması bekleniyor.

Balkanlarda yeni boru hattı

Page 15: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Bulgaristan, “pastırma bizim kültürümüzdür” dedi, Avrupa Birliği’ne patent başvurusunda bu-lundu. Pastırmanın kendi kültürlerine ait olduğunu iddia eden Bulgaristan, Avrupa Birliği’ne patent başvurusunda bulundu.

Bu başvuru , pastırmasıyla meşhur Kayseri ve Afyonkahisar’da tepkiyle karşılandı. Türk mutfa-ğının adına destan yazılan lezzeti, keskin kokusu, bol baharatı ve çemeniyle Kayseri’nin yöresel gı-dası olan pastırmanın talibi var... Bulgaristan, “pas-tırma bizim kültürümüzdür” dedi, Avrupa Birlği’ne patent başvurusunda bulundu.Tartışmanın fitilini de böylece ateşlemiş oldu...

HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞMANI:‘’Pastırma normal sığır,pastırma normal

manda,pastırma kayzer sığır pastırma kayzer manda olmak üzere Bulgaristan’ın 4 tane müra-caatı var.’’ Üstelik, Bulgaristan, patent başvuru-sunu, Kayseri’nin eski adı olan “kayzer” ismiyle yaptı. Kayserililer ayağa kalktı. Türkiye’de yıllar-dır süren “pastırma ve sucuk kimin?” tartışması Kayseri ile Afyonkarahisar arasında bitip tükenme-

yen bir konu. Hatta, Afyonkarahisar Ticaret Bor-sası pastırma ve sucukla ilgili patent başvurusunu Bulgaristan’dan da önce yaptı.

HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞMANI:‘’2012’nin 8.ayı itibariyle biz AB’ye müra-

caat yaptık Afyon sucuğu ve Afyon pastır-ması ile ilgili.’’ MEHMET MÜHSÜRLER--AFYONKARAHİSAR TİCARET BORSASI BAŞKANI:

‘’Pastırma da bizim kültürümüze direk has bir mamül olduğundan dolayı Bulgaristan da bunun müracaatı yapmasına göre Bulgaristan ı́n yaptığı emek hırsızlığıdır diye düşünüyorum.’’

Avrupa Birliği, Bulgaristan’ın başvurusunu ince-lemeye aldı. Olumlu bir karar çıkarsa anında itiraz edilecek. HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞ-MANI: ‘’Bulgaristan’ın yaptığı başvuru henüz ilan aşamasına geçmediği için onu bekliyoruz.’’

Bekleyiş devam ediyor, Sonuç ne olur bilin-mez ama pastırmanın patenti için Kayseri ve Afyonkarahisar’dan sonra Bulgaristan da kıyasıya bir yarışın içinde buldu kendini...

Bulgaristan ‘’PASTIRMAYA’’ göz dikti Hayatlarını bir davaya vakfedenlerin hareket nokta-ları idealleridir. Dava ruhuna sahip olanlar hayatlarını ideal-lerine göre program altına alır, his ve düşüncelerini, ideal-lerinin istikametinde disipline eder, arzu ve isteklerine yine bu çerçeve içinde gem vururlar. Onların yasadıkları hayat, kendi hayatları değil, ideallerinin gerektirdiği hayattır. Onla-rın ruh, kalb ve kafaları bu hayat tarzına göre şekillenir. Bi-zim dilimizde onların ifadesi “idealist”, daha ciddi “Dava Adamı”, daha samimi söyleyişiyle de “Dertliler” dir.

Davaların ardına yığın yığın insanların takıldığı gö-rülür. Ama o yığınlar içinde hayatını “ideali eksenine” oturtmuş az insan gösterilebilir. O anlamdaki kala-balık kitleleri en iyi tarif eden kelime “sempatizan”dır.

Dava Adamları ile sempatizanlar arasındaki fark, dava adamlarının “gündelik ve dünyalık” işlerini “boş vakit-lerinde” yapması, sempatizanlarınsa davalarını “boş va-kitlerini değerlendirme “ olarak mülahaza etmeleridir.

Kedi, aslangiller familyasındandır. Ama kırk tane kedi bir araya gelse, bir tane aslan etmez. İşte dava adamı bu demektir.

Bu dertlilerden birisi son nefesinde, “Bu iman da-vası kadar azametli bir dava yeryüzüne bir daha gel-meyecek ve bu dava uğruna ölenlerin şerefine denk bir şeref daha dünyada vücud bulmayacaktır.” diye-rek, dertli bir ruhun fedakarlıktaki nihai ufkunun tercümanı oluyordu. Çünkü bir davâ adamının, üzerine düşen vazi-feyi yerine getirmesi, davâsına olan inancı nispetindedir.

Günümüzde, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başba-kanlık Kupası gibi isimler altında kupa maçları yapılı-yor. İslâm davâsının müntesipleri öyle bir kupa için ya-rışıyorlar ki, bu yarışın sonunda verilecek olan kupanın bir kulpunu onlar, diğer kulpunu ise Allah (c.c) tutacak-tır. Doğrusu böyle bir kupaya canlar fedâ edilse değer!..

Dâva adamı, güldürmek için ağlar… Yedirmek için, yemez. Dünyaya karşı daima oruçlu-

dur. Yaşatmak için ölür. Döverler, bu uğurda niyaz eder; sö-verler, dua eder; başını yararlarsa Hakkın Habibi gibi elle-rini kaldırır: “Hidayet nasip et bu insanlara Allah’ım! Bunlar beni bilmiyorlar.” der, niyaz eder, af diler.

Üstadımız da, “Kurânımız yeryüzünde cemaat-siz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehen-nemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücu-dum yanarken, gönlüm gül – gülistan olur.” demiştir.

Dâva Adamının lügatında kırılma, da-rılma kelimeleri yoktur. Konu ile alakalı iki misal:

1. Üstadımız “İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, sa-adet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl ol-sun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon ki-şinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade- imanını kurtarmaya ve-sile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar ima-nın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.”

2. “Madem ki Nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi se-kiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işken-celer ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulme-denlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindan-larda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.”

Bazı ağabey ve kardeşlerimizin küçük sı-kıntı ve tıkanmalarda hizmeti ve cemaati bırakma-ları, bu zaviyeden ciddi değerlendirilmesi gerekir.

İman ve Kur’ân hizmeti, fedakâr insanlar ister. Fe-dailerin zamana, mekana ve ortama göre fedakarlıkları değişiyor. Mustafa Sabri Efendi “ İslam bugün öyle fedakarlar ister ki, değil dünyasını ahiretini feda et-meye hazır olsun.” Bu hususta duyguyu düşünceyi döve döve inceltmek ve eritmek lâzımdır. İnsan incelip erime-lidir ki, hizmet düşüncesine herhangi bir tortu karışmasın.

Meselâ, baba ister ki, oğlu dine hizmet etsin. Ama bir işi olsun, hatta evi barkı da olsun. Ancak, dinini de terk etmesin. Bu çok masum gözükebilir. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm diyor ki: “Hayır, hayır siz dünyayı arzuluyor, ahireti geriye bırakıyorsunuz.” Yani dünyanız ağır ba-sıyor. Ahirete gelince, onu ikinci plâna atıyorsunuz diyor.

Öyleyse her şeyden önce, bu mevzuda yapıla-cak tek şey, nefsimizde ve neslimizde iman ve Kurân hizmeti işlene işlene bir ruh haline getirilmesidir.

Bu konuda üç misal verilebilir:1. Varlıkların varlık sebebi Hz. Peygamber, “Sağ

elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu dava-dan vazgeçmem.” ifadesiyle; aynı gerçegi, dertlilerin an-layış ufkunda “gönül verilen davanın” dünyadan ve dünya üstündeki her seyden daha ulvi olduğunu haykırmış ve meselenin bu perspektiften en parlak misali olmuştur.

2. Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştü-ler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce “Bu suyu İkrime’ye götür” dedi. İkrime suyu alır-ken, Süheyl’in kendine baktığını gördü, suyu içmeye-rek “Bunu götür Süheyl’e ver” dedi. Fakat su Süheyl’e yetişmeden Süheyl şehid olmuştu. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime’de şehid düştü. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris’te şehadet şerbetini içmişti.”

3. Mus’ab bin Umeyr, Uhud Savaşı’nda bir kı-lıç darbesiyle sağ kolunu kaybetmesinin ardından san-cağı sol koluna almış, ikinci bir kılıç yarasıyla sol kolunu da kaybedince bu haliyle kendisini Peygambe-rimiz (sav)’e siper yapmıştır. Peygamberimiz (sav)’i ko-rurken vücuduna saplanan bir mızrak ile şehit olmuştur.

Dava adamı dünyayı aşmış adamdır. Üstadımız “Ben iki elime iki dünyamı almışım.

Tek dünyalı olanlar karşıma çıkmasın.” diyerek dün-

yayı aşmanın muvaffakiyetin sebebi olacağını göstermiş-tir. Aşamayanlar dava adamı olamazlar. Dindar olurlar, inanç ve akidelerinde tam olurlar ama, dava adamı olamaz-lar. Dava adamı İslâm’a, Kur’ân’a ve halkına, milletine hiz-metten bir an dûr olsa, kendini büyük günah işlemiş sayar.

Gaye-i Hayatı:Dava adamının en büyük ideali, İslâm’ın ve bulunduğu

toplumuna hizmet olmalıdır. Evlenme, çoluk-çocuk edinme ve makam sahibi olmanın da kendine göre bir önemi vardır. Ama, davasına hizmet, bunların daima önünde yer almalıdır.

Evet, davamız, hayatımızın gayesi olmalıdır. Günü-müzde, bir kısım müessese ve şahıslar bu duyguyu öldü-rüyorlar. Hayatı, lezzeti, nefsânî hazları birinci plâna çıka-rıyor ve zamanla herkesi çürütüyorlar. Hakikat açısından dünyevî düşünceleri İslâm’a rağmen ön plâna çıkaranlar aldanmıştır. Ayrıca dava adamı, hayatının gayesi olan hiz-meti için daima tıkalı görünen yolları açmak için çareler arar.

Bir avukat, bir gün İstanbul’un Anadolu yakasında otu-ran bir dostuna telefon açar: “Aziz kardeşim, filan mahke-meden beraat kararını al bir saat içinde büroya getir.” Bir müddet sonra telefon çalar: “Ağabey, Boğazda korkunç bir fırtına var, ne vapurlar çalışıyor, ne motorlar. Ne yapayım?”

Avukat, karşı tarafın yakınmasını duymamış gibi so-rar: “İstediğim belgeleri aldın mı kardeşim?” “Evet ağa-bey, aldım.” “Şimdi tekrar ediyorum, beni iyi dinle: O bel-geleri hemen buraya getireceksin. Alıp mahkemeye ibraz edeceğim. Ve biiznillah, mevkuf üç kardeşim serbest ka-lacak.” “Ama ağabey, vapurlar…” avukat karşı tarafın sö-zünü keserek: “Yüzme biliyor musun?” “Evet, ama…” “Yüz, kardeşim!” “İstersen köprünün tellerine yapış, kar-şıya geç!” (O zaman Boğaz köprüsü henüz inşa halindedir.) Tabii yüzmedi, fakat şartlara teslim olmaktan da vazgeçti.

Bütün iskeleleri dolaştı. Nihayet şartlara meydan oku-yan cesur bir kaptan buldu, motorla karşıya geçip avu-kata kavuştu. Dolayısıyla, Hizmette “olmaz”lar olamazdı. Yapılması gereken her iş mutlaka yapılmalı, hizmetin önüne “olmazlar” dan , “gitmezler” den maniler çıka-rılmamalıydı. Bekir Berk Ağabey! Hep “Bana neden ol-mayacağını değil, nasıl olacağını söyleyiniz.” diyordu.

Hizmet insanının özellikleri: Hizmette misal olma mevkiinde bulunanlar, her şey-

leriyle “hizmet insanı” olmak zorundadırlar. Bunlar gece gündüz durmadan koşturmalı, hatta onları kimse uyurken görmemeli. Mümkünse günde beş-altı saat uyku bir iki saat diğer ihtiyaçlar, bunun dışında hep hizmet etmelidirler. Evet onlar, ancak bu şekilde etraflarına numune olabilirler.

Ayrıca, hizmet insanı, kendisini davasından alıko-yacak her şeyi elinin tersiyle itmesini bilmelidir. Ev mi, çoluk çocuk mu, iş mi her neyse ayağına pranga olan hiçbir şeyin esiri olmamalıdır. Esasen, bir kısım özel du-rumlar dışında, Dava Adamının şahsî hayatı yoktur.

Dava Adamının Yapılan Hizmetleri Sahiplenmeleri: Diğer taraftan, yapılan hizmetleri sahiplenme, mu-

vaffakiyetleri kendinden bilme de bir şirk-i hafi olacağı kat’iyen unutulmamalıdır. Bu konuda Kur’ân bize bir ölçü veriyor: “Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler ise in-sanın nefsindendir.” Öyleyse biz de değerlendirmeleri-mizi bu ölçü içinde yapmalı, kusurları kendimize alarak, muvaffakiyetleri de Cenâb-ı Hakk’tan bilmeliyiz. Bu bi-zim Rabbimiz’le olan irtibatımızın gereği ve emaresidir.

Dava Adamının Diyeti: İbrahim olmayı isteyen, aynı zamanda ateşe atıl-

mayı da istemektedir. Yusuf gibi olmanın yolu, hapis-haneden geçer. Dava adamı olarak ölmek, havari gibi yaşamaya bağlıdır. Bunları birbirinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Hem şehadet iste, hem de can pazarına gelme!..

Olacak şey mi bu? Şimdiye ka-dar olmamış, bundan sonra da olamaz!..

Üstadımız “Beni nefsini kurtarmayı dü-şünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarma yolunda dün-yamı da fedâ ettim, âhiretimi de.” diyor…

Ebu Musa el-Eş’ari (r.a) şöyle anlatıyor: “Peygamber ile (a.s.m) beraber savaşa çıktık. Altı kişiydik. Bizim bir devemiz vardı. Ona sıra ile biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim her iki ayağım hem şişti, hem de tırnaklarım düştü. Bu yüzden ayaklarımıza çaputlar (bez parçaları, paçavralar) bağlıyorduk. İşte o gazveye (sefere) bun-dan dolayı “Zatu’r Rika” (Paçavralar Harbi, Ayağı Sargılılar Harbi) denilmiştir.” (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe,)

Gerçek Dava Adamına Terettüb Eden Şey:Gerçek bir davâ adamına terettüb eden vazifelerin en

önemlisi, davâsına karşı göstermesi gereken vefâdır. Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) gibi tefekkür dünyamızı aşan insanları tahlil etmek bize düşmez. Ama, onları alıp kesse-niz, kanlarının her damlası ‘vefâ, vefâ’ diye bağıracaktır. Hz. Sıddîk (r.a)’ın vefâsına bakın ki, hicret esnâsında yedi sekiz ya-şındaki kızı Hz. Âişe yanında yoktu. Aynı şekilde, Hz. Ömer (r.a) hicret ederken, küçük oğlu Abdullah yanında değildi.

Bulgaristan tarihinin ilk referandumuna ha-zırlanıyor, halk önümüzdeki günlerde nükleer enerjiyi oylayacak. Bulgaristan’da ülkenin ta-rihindeki ilk referandumunda halka “yeni nük-leer santral yapımı ile Bulgaristan’da nükleer enerji sektörü geliştirilsin mi?” sorusu sorulacak.

Başbakan Boyko Borisov, partisi GERB ta-raftarlarının referandumda, ‘hayır’ oyu kul-lanmalarını istedi. Nükleer enerji konudaki görüşlerini açıklayan Başbakan Borisov, Koz-loduy Nükleer Santrali’nde 7. ve 8. blokları-nın inşa edilmesine izin vereceklerini ifade etti.

Nükleer enerji referandumuna muhalefet par-tisi SDS’nin sempatizanlarının katılmaması çağ-rısında bulunan Kabavinov, nükleer enerji me-selesinin halk oylamasına sunulacak bir konu olmadığını savundu. 2012’de Bulgar Sosyalist Partisi, Belene’de yeni nükleer santral inşa edil-mesi konusunda 500 bin üzerinde imza topla-mış ve meseleyi ocak sonunda yapılacak refe-randuma taşımıştı. Bulgaristan’da 27 Ocak’ta yapılacak olan referandum için yurtdışında 36 ülkede vatandaşlar oy kullanabilecek.

Belçika’da yabancılardan 20 kat daha fazla harç!

Dr.Nedim BİRİNCİD a v a A d a m ı

Bilgilendirme

Marmaris Turizmİstanbul Otogar

0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65500 Evler - 0531 450-46-85

Borisov ise oylamadan hemen önce parlamentoya gelerek, kısa bir konuşma yaptı. Borisov, yabancı bir istihbarat ser-visinden kendisine yönelik suikast plan-landığı bilgisini aldığını belirterek, üyele-rinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) parti-sine yönelik, “Beni öldürtmek isteyen onur-sal başkanınız Ahmet Doğan. Lütfen, bir komisyon kurup, konuyu araştırın” dedi.

Salonda şok etkisi meydana getiren açıkla-madan sonra bakanları ile birlikte parlamento binasının önüne çıkan Borisov, burada topla-nan 3 bine yakın taraftarını sakinleştirmeye çalıştı. Borisov, halkın dağılması ve provo-kasyonlara kapılmaması için çağrıda bulundu. Parti bayrakları sallayan kalabalık, Borisov’un sözleri üzerine yavaş yavaş dağılmaya başladı.

HÖH Lideri Lütvi Mestan ise partisi-nin böyle bir bunalımda taraf olmayaca-ğını bildirdi. Mestan, kendilere ula-şan bilgilere göre ülkede kanlı olayların çıkarılması için planlar yapıldığını öne sürdü.

Ülkede çıkan siyasi krizle ilgili Cum-hurbaşkanı Rosen Plevneliev’in saat 15.00’de açıklama yapacağı bildirildi.

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Ro-sen Plevneliev, erken genel seçimin 12 Mayıs’ta düzenleneceğini duyurdu.

Boyko Borisov hükümetinin istifası üze-rine Bulgaristan’da siyasi kriz sürerken, Cumhurbaşkanı Plevneliev, mecliste yap-tığı konuşmada, parlamentoda üçüncü en büyük gruba sahip, üyelerinin çoğunlu-ğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgür-lükler Hareketi (HÖH) partisine yarın hü-kümeti kurma görevi vereceğini bildirdi.

Plevneliev, HÖH’ün de beklendiği gibi gö-revi iade etmesi durumunda erken seçime gi-dileceğini ve bu tarihin 12 Mayıs olacağını açıkladı. Plevneliev, daha önce Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için Vatandaşlar (GERB) ve ardından ana muhalefet Bulgaristan Sosya-list Partisi’ne (BSP) hükümeti kurma görevini vermiş, her iki parti bu hakkından vazgeçmişti.

Plevneliev, seçimden önce anayasa-nın kendisine verdiği yetkiyle parlamen-toyu feshederek, uzmanlardan oluşan ge-çici bir hükümet kuracağını bildirdi.

Halkın gösterileriyle ilgili Plevne-liev, “Hepimiz aynı gemideyiz, kriz-den hep birlikte çıkacağız” dedi.

Bulgar hükümetinin istifası onaylandı

Page 16: BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Aylık Siyasi Aktüel Gazete1913 Sofya

Cumhurbaşkanı Gül: Balkanlar Barış Yarımadası OlmalıAİHM’den Özürlüler İçin Önemli Karar

Edirne’de TEM otoyolu ke-narında dikilmek üzere bırakı-lan çam fidanlarını çalan Bulgar uy-ruklu iki kişi, gişelerde yakalandı.Orman İşletme Müdürlüğü tarafından

Havsa ilçesi yakınlarında yolun kena-rına dikilmek için çam fidanlar bırakıldı. İstanbul’dan Edirne istikametine seyreden C 3871 EK Bulgar plakalı aracın sürücüsü İ.S ve İ.D yolun kenarında durarak fidan-ları aldı. 8 adet fidanın dorsenin alt kıs-mındaki bölmelere yerleştiren sürücüler Bulgaristan’a doğru yollarına devam etti.Fidanların çalındığı bilgisi üzerine hare-

ket eden İl Jandarma Komutanlığı görev-lileri, gişeler önünde önlem aldı. Gişeler-den çıkış yapan araç durduran jandarma çalınan 8 adet çam fidanı ele geçirildi.Olayla ilgili sürücüler gözaltına alı-

nırken izinsiz alınan çam fidan-lar Edirne Orman İşletme Mü-dürlüğü ekiplerine teslim edildi.Tercümanları aracılığıyla ağaç-

ları alma gerekçesini anlatan sürücü-ler, fidanları Bulgaristan’daki TIR sü-rücülerin kullandığı boş bir alanda dikmek için aldıklarını söyledi.

Çam Fidanlarını Çalan Bulgar Zanlılar, Yakalandı

UHÖH Genel Başkanı G.TAHİR’İ M a k a m ı n d a Z i y a r e t

İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörü Sn.Mustafa Kaya U H Ö H P a r t i s i G e n e l B a ş k a n ı v e B u l g a r i s t a n l ı Ö ğ r e n c i l e r

AİHM işyer inde özür lü le r in hak -ları konusunda önemli bir karar açıkladı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) işyerinde özürlülerin hakları konusunda önemli bir karar açıkladı.

Strasbourg Mahkemesi, işyerinde tuvalet olmadığı gerek-çesiyle Ankara’dan davacı olan bir memurun başvurusunu, “iç hukuk yollarını tüketmediği” gerekçesiyle geri çevirdi.

Antalya’da vergi dairesi memuru olan Mehmet Bayrakcı adlı davacı, çalıştığı işyerinde kendisi gibi özürlüler için özel tuvalet olmamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılıkla ilgili maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 2008 yılı sonunda Strasbourg Mahkemesi’ne başvurmuştu.

AİHM belgelerinde, Bayrakcı’nın, geçirdiği bir trafik ka-zası sonucunda bir bacağını kaybettiği ve yüzde 60 özürlü olduğu not edildi. AİHM, Bayrakcı’nın işyerinde özür-

lülere özel tuvalet için müdürüne yaptığı başvuruya “ka-dınlar tuvaletini kullan” cevabını aldığı da kaydedildi.

Vergi dairesi müdürlüğünün bu yanıtını Ankara Mah-kemeleri gündemine taşıyan Bayrakcı’nın bu başvurusu da, “Binanın düzenlenmesinden müdür değil idare so-rumludur” gerekçesiyle 2007 yılında reddedildi. Ankara Mahkemesi, Bayrakcı’dan kadınlar tuvaletini kullanma-sını istenmesinin “ihtiyaçtan kaynaklandığına” hükmetti.

AİHM, işyerinde özürlüler için özel tuvalet olmama-sının, Mehmet Bayrakcı’nın günlük yaşamında ciddi ve gerçek sonuçlar doğurduğu ve Bayrakcı’nın yaşam ka-litesini olumsuz etkileyecek düzeyde kendisinde sıkıntı ve küçük düşürücü duygu yarattığınının “şüphe uyan-dırmadığını” belirtip, bu durumun Avrupa İnsan Hak-ları Sözleşmesi’nin “özel hayatın korunması”yla ilgili 8’inci ve “ayrımcılığın yasaklanması”yla ilgili 14’üncü maddelerinin kapsam alanına girdiği tespitinde bulundu.

Ancak AİHM, Bayrakcı’nın sadece kendi müdü-rüne karşı tazminat davası açmış ve konuyu idari mah-kemeler önüne taşımamış olmasını göz önünde bu-lundurarak, “iç hukuk yollarının tüketilmediğine” kanaat getirdi ve başvuruyu “kabul edilemez” ilan etti.

Karar, AİHM kulislerinde özürlülerin hak-ları açısından “önemli” olarak tanımlanıyor.

Bulgar Ortodoks Kilisesi 42 yıldan sonra ilk kez patrik seçimi organizasyonu düzenledi.

Geçen sene vefat eden Patrik Maksim’in ye-rine Rusçuklu Neofit seçildi. İki turda yapı-lan oylama sonrası seçilen Neofit, halka çanla-rın çalmasıyla duyuruldu. Yeni görevine törenle uğurlanan patrik, ömür boyun görev yapacak.

Seçim sonucunun ilan edilmesinden sonra yerli ve yabancı misafirler, Kilise Yönetimi bi-nasından Aleksandır Nevski Katetdrali’ne ka-dar kordon halindeki yürüyüşe katıldı. Kordon etrafında asker temsilcileri yer aldı. Kated-

ralde ise tahta çıkarma töreni düzenlendi. Tö-rende “ehil” anlamına gelen sözün üç kez tek-rarıyla patrik görevine resmen başlamış oldu.

Törene Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile çok sayıda yabancı misyon temsilcileri de katıldı.

Neofit, tüm Bulgar halkın kurtuluşu için dua edeceğini açıkladı. 1945 yılı doğumlu olan Ne-ofit, Moskova İlahiyat Fakültesi mezunu. Kısa zaman önce Dosya Komisyonu, Neofit’i 1983 yılında devlet istihbaratı tarafından Simeonov la-kabıyla kullanmak için kayda geçirdiğini ve 1990 yılında da kayıtlardan silindiğini açıklamıştı.

Bulgaristan Yeni Patriğini Seçti

Cumhurbaşkanı Gül, ‘’Gelecek kuşaklara Balkan-ları bir barış yarımadası olarak miras bırakmak, hepi-mizin omuzlarında taşıdığı tarihi bir sorumluluk’’ dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Sırbistan Cumhurbaşkanı To-mislav Nikoliç onuruna Çankaya Köşkü’nde ak-şam yemeği verdi. Gül ve Nikoliç, davetli-leri Büyük Şeref Salonu’nun kapısında karşıladı.

Gül, yemekte yaptığı konuşmada, ‘’Bi-zim için Sırbistan, fiziki sınırımız olmasa da komşumuzdur. Türk insanı, Sırbistan’ı eş-siz tarihi ve doğal güzellikleriyle bilir’’ dedi.

Gül , sözler ini şöyle sürdürdü:‘’Bir Sırp atasözü, ‘Buğday tanecikleri ekmek,

taş parçaları kale yapar’ der. Bu ziyaretlerinizin sa-dece Türk ve Sırp halklarının değil, Balkanlar-daki tüm milletlerin geleceğe güvenle bakması açısından büyük önem taşıdığı kanaatindeyim. Esasen gelecek kuşaklara Balkanları bir ba-rış yarımadası olarak miras bırakmak, hepimi-zin omuzlarında taşıdığı tarihi bir sorumluluktur.

Bu doğrultuda Balkanlardaki tüm ülkelerle bir-likte, Sırbistan’ın da Avrupa ve Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesini kuvvetle destekliyo-ruz. İkili ilişkilerimizi çok güçlü tutmakta kararlı-yız. İşbirliğimizi iş, yatırım, ticaret ve kültür alan-larında yoğun bağlarla taçlandırmak azmindeyiz.’’

‘’Türkiye çok önemli ve yakın bir ortaktır’’S ı r b i s t a n C u m h u r b a ş k a n ı To -

mislav Nikoliç de şöyle konuştu:‘’Ülkem için yakınımızda, komşu denilecek

mesafede bulunan Türkiye çok önemli ve ya-

kın bir ortaktır. Bu durum, bizim için büyük bir sorumluluk ve yükümlülük teşkil etmektedir.

Özellikle çevresinde meydana gelen olaylar ışı-ğında Ankara’nın duruşunu ve coğrafi, siyasi ve ekonomik konumunun hassasiyetini anlıyorum. Bazı sınamalarla karşılaşıyor olsak da Sırbistan da etrafında ve bölgede bulunan tüm ülkelerle yapıcı ve iyi komşuluk ilişkileri sürdürmekten yanadır.’’

Yemeğe, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, iş adamları, akademisyenler ve bürokratların yanısıra Sırp sporcular da katıldı. Fenerbahçe’de forma gi-yen futbolcu Milos Krasic, Gençlerbirliği’nin oyun-cuları Dejan Lekic, Nemanja Tomic ve Dusko To-sic ile basketbolcular Vladimir Stimac ve Ivan Milijkovic yemeğin konukları arasında yer aldı.

Bulgaristan’da ikinci nükleer santral pro-jesi parlamento tarafından da reddedildi. Par-lamentonun kararıyla Belene Nükleer Sant-rol Projesi tamamen yürürlükten kalktı.

Belene Nükleer Santral Projesi 27 Ocak’ta refe-raduma sunulmuş ancak katılım oranı yüzde 27 civarında kalmıştı. Referandum katılım düşük-lüğü nedeniyle geçersiz sayılsa da projeye karşı çıkanların oranının yüzde 60 olduğu belirlenmişti.

Nükler santral projesi Bulgaris-tan parlamentosunun da gündemine geldi.

Proje, 114’e karşı 40 oyla reddedildi. Böylece Belene’de kurulması planlanan sant-

ralle ilgili proje tamamen yürürlükten kalmış oldu. Parlamento, Kozluduy’daki mevcut santrale

bakım yapılarak kullanımına devam edilme-sini kararlaştırdı. Bulgaristan’ın enerji ihtiyacı-nın yüzde 40’ını karşılayan Kozluduy santra-line yeni bir reaktör inşa edilmesi de gündemde.

Bulgaristan’da İkinci Nükleer Santral P r o j e s i Y ü r ü r l ü k t e n S a l d ı r ı l d ı