10
Sanat Burada, Öğrenciler Nerede? HAFTALIK SÜRELİ ÜCRETSİZ E-GAZETE 30 Mart 2014 Pazar Sayı: 21 www.acabagazetesi.com Elif Çağlar: Sinirlenildiğinde ‘Caz Yapma!’ Derler; O Yüzden Caza Devam Sayfa7 Jübilesini yapan voleybolculardan henüz yeni başlayan amatörlere, Türkiye Voleybol Federasyon Başkanı’ndan takım antrenörlerine kadar çeşitli voleybol aktörleriyle Türk voleybolunu masaya yardık. Sayfa 8-9 Çek Bi’ Selfie Sayfa 3 TAPE BAĞIŞIKLIĞI Demokrak bir ülkede yayınlandığı takrde ülke gündemini derinden sarsabilecek, beraberinde isfalar ve yargılanmalar gerebilecek tapelerin her gün bir yenisi yayınlanıyor. Bu kayıtlara yönelik gelişrilen tepkilerin mizahi eksene kayması da dikka çekiyor. “Tapelere bağışıklık mı kazandık?”, “Mizah tercihi doğru mu?” ve “Bilim ışığındaki çözüm yolu nedir?” sorularına yanıt aradık. Sayfa 5 Türkiye, İran Olur (mu ?) Aynı Anasının Kızı, Tıpkı Babasının Oğlu SAYFA SAYFA 6 2 Sayfa 4 Markalaşma Yolunda, Türk Voleybolu Veleyboldan Voleybola

Acaba Gazetesi Sayı 21

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Haftalık E-Gazete

Citation preview

Page 1: Acaba Gazetesi Sayı 21

Sanat Burada, Öğrenciler Nerede?

HAFTALIK SÜRELİ ÜCRETSİZ E-GAZETE 30 Mart 2014 Pazar Sayı: 21

www.acabagazetesi.com

Elif Çağlar: Sinirlenildiğinde ‘Caz Yapma!’ Derler; O Yüzden Caza Devam Sayfa7

Jübilesini yapan voleybolculardan henüz yeni başlayan amatörlere, Türkiye Voleybol Federasyon Başkanı’ndan takım antrenörlerine kadar çeşitli voleybol aktörleriyle Türk voleybolunu masaya yatırdık. Sayfa 8-9

Çek Bi’ SelfieSayfa 3

TAPEBAĞIŞIKLIĞI

Demokratik bir ülkede yayınlandığı taktirde ülke gündemini derinden sarsabilecek, beraberinde istifalar ve yargılanmalar getirebilecek tapelerin her gün bir yenisi yayınlanıyor. Bu kayıtlara yönelik geliştirilen tepkilerin mizahi eksene kayması da dikkati çekiyor. “Tapelere bağışıklık mı kazandık?”, “Mizah tercihi doğru mu?” ve “Bilim ışığındaki çözüm yolu nedir?” sorularına yanıt aradık. Sayfa 5

Türkiye,İran Olur (mu ?)

Aynı Anasının Kızı, Tıpkı Babasının OğluSAYFASAYFA

62

Sayfa 4

Markalaşma Yolunda, Türk VoleyboluVeleyboldan Voleybola

Page 2: Acaba Gazetesi Sayı 21

“Anasının kızı” ya da “Babasının oğlu” gibi ifade-ler, aslında çocukların karakterleri hakkında bir ipucu veriyor. Peki, çocukların karakter-leri gerçekten de ebeveynlerinin birer yansı-ması mıdır yoksa çocukların, ebeveynlerinden bağımsız karakteristik özellikleri de var mıdır? Bu sorunun yanıtını, konunun uzmanlarından dinledik.

“Kendi Olamayan Çocuklar, Ebeveynlerine Öfke Duyar”

Pedagoji Derneği Başkanı Uzman Pedagog Mehmet Te-ber, çocukların fiziksel özelliklerinin yanı sıra birtakım ruhsal özelliklerinde de ebeveynlerinin izlerini taşıdığı-nı söyleyerek, “Çocuk, kişiliği şekillenirken en çok an-ne-babası ile muhatap olur ve onlara benzer. Çocukların kişilik olarak biraz anne ve babasını andırması da nor-mal kabul edilir. Ancak ne zaman ki anne-baba çocukla-rının kendi olmasına izin vermezler ve kendilerinin bir kopyası çocuk oluşturmaya çalışırlar; işte o zaman ‘ana-sının kızı’ ya da ‘babasının oğlu’ olabilir” dedi.

Ebeveynlerin, çocuklarını kendilerine benzetmeye çalış-masının çocuklarının kendi olma sürecine ve kişiliğine zarar verebileceğinin altını çizen Teber, “Çocuğumuzun bizim gibi düşünmemesi, bazen bize karşı çıkması, bizim dediklerimizin tersini yapması kendi kişiliğini koruma çabasıdır ve buna saygı gösterilmelidir. Anne-baba her karşı çıktığında çocuğu baskılamışsa, ezmişse çocuk kendi olamaz. Kendi olmadığı için de anne-babasına derinden öfke duyar” ifadelerini kullandı ve şöyle devam etti; “Ba-

zen ç o -c u ğ u n k e n d i olma süre-cini engel-lemek baskı ile bazen de aşırı sevgi ile olur. Çocuk, anne-babasının sevgisini yitirme-mek için hep onların istediği gibi davranır. Çocuksu hareketleri bile yapamaz. Bunlar ‘akıllı, uslu’ çocuklar olarak bilinirler ama sağlıklı çocuk değillerdir. Çocuğa verilen koşullu sevgi, çocuğu kendi gibi değil an-ne-baba gibi olmaya iter.”

Çocukların, anne ve babalarından ayrı ayrı ruhsal ihtiyaç-larını karşıladığını vurgulayan Uzman Pedagog Teber, kız çocukların babaya, erkek çocukların ise anneye düşkün olmasının sebebini şöyle açıkladı; “Anne şefkatin, sev-

ginin, dinginliğin karşı-

lan-d ı ğ ı

bir li-m a n d ı r .

Baba ise ka-rarlılığın, gü-

cün, güvenin, sağlıklı sınırların

karşılandığı bir liman. Aslında çocukların karşıt cins ebeveyne daha çok bağlı olması, kendinde ol-mayanı arayışından kaynaklanabilir. Kızlar narin-

dir, baba ile birlikte hem narin hem güçlü olur. Erkek ise hareketli, hızlı ve hırçın olabilir. Bu nedenle de anne ile şefkat yönünü geliştirir.”

“Ebeveynlerin Eğitim Düzeyi Karakter Belirlenmesinde

Etken”Uzman Pedagog Nilüfer Evgin ise çocukların karak-

terlerinin, ebeveynlerinin birer kopyası olmadığını savunarak, “Çocukların kişilik özelliklerini belir-leyen çeşitli etmenler vardır. Bunlardan biri de anne ve babaların çocuklarına karşı olan tutum ve davranışlarıdır. Ebeveynlerin çocuklarına olan yaklaşım biçimleri, çocukların kişiliklerinin oluş-masında etkendir. Anne ve babaların aşırı otoriter yaklaşımlarının sonucu farklı olacak, aynı şekilde aşırı ilgisiz ve duyarsız yaklaşımlarının çocuklar üzerindeki etki ve sonuçları farklı olacaktır” açıkla-malarında bulundu.

“Ebeveynlerin eğitim düzeyleri, eğitime bakış açıları, olaylara karşı davranış ve tepkileri, çevre koşulları, çocuğa bakış açıları, kendilerinin ye-tişme koşulları da kendi yaklaşım biçimlerinde, dolayısı ile çocuklarının kişilik özelliklerinde be-lirleyici etkenlerdendir” diyen Evgin, ebeveynleri bu konuda dikkatli olmaya çağırdı.

www.acabagazetesi.com2

Aynı Anasının Kızı,Tıpkı Babasının Oğlu

İçerisinde bulunduğumuz toplumda, “Anasının kızı” ya da “Babasının oğlu” tabirleri, dilimize yerleşen ve en çok kullanılan tabirler arasında yer alıyor. Bazen bir gurur ve övgüyü ifade eden bu kullanımlar, bazen de öfkeyi dile getiriyor. Fakat unutmamak gereken bir şey var; ebeveynler, çocukların karakterlerinin oluşmasında büyük rol üstleniyor.

Peki, AilelerNe Yapmalı?

Çocuğun kendi olmasına izin verilmeli. Bu hata yapmasına, deneyerek öğrenmesine, ebeveynlerin-den farklı düşünmesine, kendi fikirlerini ortaya koy-masına, düşüncelerine saygılı olunmasına izin vermektir. Çocukları zorlayarak bir şekle sokma çabası genelde ters tepmektedir. Bu nedenle saygı ve hayati tehlike sınırlarını zorlamadığı sürece çocuğun kendisi olmasına imkan ta-nınmalıdır.

Kısacası çocukların karakter gelişimleri için anne ve babaların sevgi dolu, ilgili, tutarlı, dengeli, hoşgörülü, özgüveni destekleyen ve değer veren tutum, davranış ve yak-laşım biçiminde, aile ortamı içeri-sinde olmaları gerekmektedir.

Page 3: Acaba Gazetesi Sayı 21

Herhangi bir kimsenin bir cep telefonu veya fotoğraf ma-kinesiyle kendi fotoğrafını çekmesi ve sosyal medyaya yüklemesi anlamına gelen selfie, kısa sürede hayatımız-da büyük bir yer etti. Hatta öyle ki; henüz yeni tanıştı-ğımız bu kelime, Oxford Üniversitesi tarafından “2013 yılının kelimesi” seçildi.

Sosyal İhtiyaçlar Ön Planda Psikolog Murat Bilim, antik dönemdeki insanların kendi portre ve büstlerini yaptırmasına benzettiği selfie için, “Bu durumun altında yatan motivasyon, çoğunlukla beğenilme, kabul ve saygı görme, onaylanma gibi sosyal ihtiyaçlardır. Eskiden sosyalleşerek tatmin edilen duygular, günümüzde sosyal medya aracılığıyla kendini göstermektedir” dedi. “Selfie, her ne kadar narsistik bozukluk ve özgüven eksik-liği olarak yorumlanıyor olsa da, çok büyük bir psikolojik bozukluğa işaret etmez” diyen Psikolog Bilim, sosyal ihti-yaçların sosyal medya yolu ile karşılanmasının sağlıksız ol-madığını vurguladı.

Sosyal Fobisi Olanlar da Selfie Çekiyor

Yaşam koçluğu yapan Barış Düzgören, fotoğraf sanatına olan merakından dolayı selfie akımına kendisinin de ka-pıldığını söyleyerek, “Bu akım aslında insanın bilinçal-tındaki eksik duyguları tamamlamak ister. Amaç; beden dilini çözmek ve ruhsal anlamda özgüven eksikliğini ta-mamlamaktır” ifadelerini kullandı. Kişilerin fotojenik olma ve kendini tanıma isteğinden dolayı selfie çektiğini belirten Düzgören, “Örneğin du-dağını beğenmeyen bir kişi, sanal ortamda daha iyi bir fotoğraf açısıyla dudaklarını göstermek ister. Bu akım bazen hastalık gibi gözükse de aslında topluma kendini sevdirme ve sempatik gösterme akımıdır. Tabii kendini beğenmişlik duygusuyla da selfie çekenler var” diyerek, sosyal fobisi olan insanların da kendini bu akıma kaptır-dığını sözlerine ekledi.

www.acabagazetesi.com 3

Özgüvenimi Kaybettim,Hemen Selfie Çekmeliyim

Kişilerin kimi zaman kitap okurken, kimi zaman uzaklara dalıp giderken, kimi zaman da dudaklarını büzerken kendilerini çektiği fotoğraflar… Son günlerde hemen hepimiz bu pozlara rastlıyoruzdur. Instagram ile başlayan ve “selfie” diye adlandırılan bu fotoğraf akımı, çoğu uzmana göre özgüven eksikliği kaynaklı.

Selfie, Vesikalık İçin Yeterli Değil

Fotoğraf stüdyolarına gidip vesikalık çektirmeyi sevme-yenlerin çözüm olarak gördüğü selfie, ne yazık ki vesika-lık için yeterli değil. Fotoğrafçılar, çok yüksek çözünür-lüklü kameralara sahip olan cep telefonlarıyla çekilen vesikalıkların dahi devlet kurumları tarafından kabul edilmeyeceğini ve bunun için kimsenin selfie’ye vesikalık konusunda güvenmemesi gerektiğini söylüyor.

Page 4: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com4

Temel özellikler açısından değerlendirildiğinde çok da yakın yapıya sa-

hip değil bu iki ülke. İnsan haklarının gözetilmesi gereken durumlar-

dan medya yapılanmalarına, Avrupa’yla olan temaslardan Suriye’deki

iç savaşa yönelik söylemlere kadar kalın çizgilerle ayrılmış durumda

Türkiye ile İran’ın siyasal ve toplumsal yapısı.

Neo-Liberalizm mi? Kapalı Toplum

mu?

Son yıllarda ise İran’ın öncelikle teknoloji alanındaki atılımları dik-

katleri çekerken, Türkiye’de yaşanan internet yasakları iki ülkenin

“gelişmişlik” yönünden benzemesine neden oldu. Başbakan Erdo-

ğan’ın tüm dünyayı önemsemediğini dile getirmesi de neo-liberalizm-

le bütünleşen Türkiye’nin kapalı topluma doğru evrilme ihtimalinin

konuşulmasına yol açtı.

“Türkiye’deki Özgürlükler İran’ı

Aratacak Durumda”

İran Devleti’nde iki yıl boyunca petrol danışmanlığı görevini yürüten

Prof. Dr. Ahmet Övgün Ercan, İran’da dikkati çeken ilk unsurun sanıl-

dığı gibi kapalı bir toplum olmadığını belirtiyor. İran’ın tek bir anaya-

sayla yönetildiğini ve bunun da Kur’an-ı Kerim olduğunu anımsatan

Prof. Dr. Övgün, “Türkiye’de ise bu açıdan bakıldığında iki anayasanın

var olduğunu söyleyebiliriz. Biri İran’daki gibi kutsal kitap, diğeri ise

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” diyor.

Prof. Dr. Övgün, İran’daki sosyal ve gündelik yaşama dair de şu değer-

lendirmelerde bulunuyor; “İran’da eğitim-öğretim sürecinde erkekler

ile kadınlar ayrı sınıflarda derslerini işliyor ve öğrenci yurtları da bu

şekilde düzenlenmiş durumda faaliyetlerini sürdürüyor. Fakat kadın-

lar sürekli olarak baskı rejiminden sıkıldıklarını ifade ediyor.”

Türkiye’de son dönemlerde yapılan kısıtlamaların ve yasakların, İran’ı

aratacak bir konuma doğru ilerlediğini vurgulayan Prof. Dr. Ahmet Öv-

gün, “Bu baskı, rejim ve ahlakın bozulmasına neden oluyor. İran’daki

sürece adım adım ilerliyoruz” diye konuştu.

“Türkiye, Totaliter Bir Ülke Olma

Yolunda”

Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süley-

man İrvan, günümüzde İran’ın özgürleşme konusunda önemli adımlar

attığını vurgulayarak, “Türkiye’de ise otoriteye doğru giden bir süreç

var. Özellikle medya ve internet alanında yapılan sansürler, Türki-

ye’nin kötü bir geleceğe doğru ilerlediğinin bir göstergesi” dedi.

Türkiye’nin totaliter bir ülke olma yolunda ilerlediğini söyleyen Prof.

Dr. İrvan, “İran’ın kapalı, yasakçı bir toplum yapısına sahip olduğunu

ve orada yaşayan insanların da bu durumu kabullendiğini öne süren

görüşler var. Fakat bilinmeli ki oradaki toplum da tıpkı Türkiye’deki

gibi özgürlükleri için mücadele veriyor” ifadelerini kullandı.

“Çok şükür ki muhalefetin tamamen ortadan kaldırıldığı bir ülkede

yaşamıyoruz” diyen Prof. Dr. Süleyman İrvan, ülkeler arasında karşı-

laştırma yapmak yerine, ülkelerin kendi içlerinde karşılaştırılma yapıl-

masını ve ancak bu şekilde bir ülkenin gelişmişlik seviyesine ulaşabile-

ceğinin de altını çizdi.

Türkiye, İran Olur (mu ?)Uzun yıllardır sık sık gerek tartışma programlarının

gerekse sokak sohbetlerinin gündeminde değerlendirilen “Türkiye, İran oluyor” söylemi, internet

yasaklarıyla birlikte yeniden gün yüzünde çıktı. Peki, gerçekten Türkiye, İran olur mu ya da oldu mu?

Page 5: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com 5

Geride bıraktığımız yıllarda kayıt altına alınan te-lefon görüşmelerinin bugünlerde her gün bir yenisi yayınlanıyor. Tapelerin müdahale edilmiş bir şe-kilde yayınlanmış olduğu ve bu yüzden “A’dan Z’ye yalan, yanlış” olarak değerlendirilmesi gerektiği, AK Parti üyeleri tarafından her platformda dile getirili-yor. Herhangi bir montaj yapılmadığını ve bu yüz-den doğru olduğunu düşünenler ise bu görüşmelerin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Yüce Divan’a ka-dar götürebileceğine işaret ediyor.

Adını Tape Koydum Her gün yeni bir tapeye uyanmamız, yayınlanan ka-yıtların fon müzikleriyle birlikte sunulması ve sosyal medyada yayınlanması da işin ciddiyetinin mizahla yer değiştirmesine yol açıyor. “Sana en sevdiğim ta-peyi dinletiyim mi?” diye yöneltilen soruları, “Yük-sek yüksek tapelere ev kurmasınlar” ifadesi takip ediyor.

Türk Psikologlar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Gökhan Malkoç, tapelerin ilk paylaşıldığı günlerde ilgi çektiğini fakat daha sonraları sık periyotlarla ya-yınlandığından ve montaj iddialarının sıkça dile ge-tirilmesinden dolayı etkisini kaybettiğini ifade etti.

Sık Paylaşılması, Alışılmasına Neden Oluyor

Canlı organizmasında bulunan uyaran-tepki meka-nizmasına işaret eden Prof. Dr. Malkoç, “Canlı, bir uyarana devamlı maruz kalınca, sonrasında alışma sürecine giriliyor ve tepkiler azalıyor. Gerçek ya da montaj olduğu yönünde ifade edilen söylemler de toplum olarak tepkimizin değişmesine neden olu-

yor” diye konuştu.

Gezi Parkı Olayları’nda ve 17 Aralık yolsuzluk ope-rasyonlarında düşülen yanlışa tapelerde de düşül-düğüne dikkati çeken Prof. Dr. Gökhan Malkoç, “Karşımıza bir problem çıktığında, bunu bilimsel olarak çözme yoluna gitmiyoruz. Aslında olması ge-reken bir hipotez geliştirilerek veri toplanması ve bu hipotezin test edilmesi. İddiaları doğruluğa kavuş-turmak bu yolla çok kolay. Bu yol seçilmediği için de toplum gerçeği öğrenemiyor ve çözüm bulunamı-yor” dedi.

Mizah, Siyasi Bir Enstrümana Dönüşüyor

Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sinan Özbek, söz konusu ses kayıtlarının, de-mokratik bir ülkede peş peşe istifalar getirebile-cekken Türkiye’de böyle bir tablo oluşmamasının, üzerinede düşünülmesi gereken bir olgu olduğunu söyledi.

İletişimin, artık ülkelerin kendi ulusal sınırlarında sürdürüldüğü ve kontrol edildiği bir olgu olmaktan çıkmış olduğunu ve Türkiye’nin de bu gelişmelerin dışında hareket edemeyeceğini anımsatan Prof. Dr. Özbek şöyle devam etti; “Türkiye bir yandan dün-ya demokrasisinin geldiği düzeyden etkilenir, pay alırken diğer bir yandan da son derece ‘taşralı’ bir görünüm sergiliyor. Bu çok ciddi bir gerilimdir. Bir toplum, bu gerilimi uzun süre sürdüremez.”

İktidarın sertleşmede sınır tanımamasının karşı ta-rafı ezen ve çaresiz bırakan bir boyut kazandığının da altını çizen Prof. Dr. Sinan Özbek, “Şimdi böy-

lesine bir güç karşısında biçare duruma düşen in-sanlar ne yapabilir? Ya hırsla cevap vermeye çalışır, saldırıya geçer ya da durumu mizah konusu yapar. Mizaha iten, karşınızdaki gücün ezici boyutudur. Bu ezici güç karşısında mizah, biraz olsun nefes alabil-meyi sağlar. İşte tam da bu aşamada mizah siyasi bir enstrümana dönüşür” ifadelerini kullandı.

Tepkiler, İnanma-Reddetme İkilemine

SıkışıyorMuğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Zafer Durdu, bir toplu-mun neye nasıl tepki verdiğinin, neyi olumladığının ya da olumsuzladığının siyasal kültür ile yakından ilgili olduğunu söyledi ve ekledi; “Ses kayıtları din-lendiğinde ‘kesin doğrudur’ düşüncesinden hareket etmek ile ‘kesinlikle montajdır’ düşüncesinden yola çıkmak iki uçtaki duruşu sosyolojik olarak bir nok-tada buluşturur: ideolojik kutuplaşma.”

Kesin gerçekliğin ortaya çıkması konusundaki zor-laşmanın, bireyleri tepki verirken ideolojik kalıplar içinde taraf almaya ittiğini söyleyen Yrd. Doç. Dr. Durdu, “Bir bunalıma doğru sürüklenen ülkemiz in-sanları, ani tepkilerle ve algı yönetimiyle bir toplum mühendisliğine hapsedilmemelidir” dedi.

Tapelere olan kayıtsızlığın artmasını halkın ümitsiz-liğine bağlayan Yrd. Doç. Dr. Zafer Durdu, “Tepkiler artık inanma-reddetme ikilemine sıkışmış pozisyon-da. Herkes kendi konumundan hareketle, her yeni tapeyi benimsediği siyasal görüş doğrultusunda yo-rumluyor” açıklamasında bulundu.

17 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen yolsuzluk

operasyonlarının ardından yayınlanmaya başlanan ses

kayıtları, paylaşıldığı ilk günlerde büyük tepkilerin yaşanmasına

neden oldu. AK Parti üyelerinin ve çevrelerinin yaptıkları telefon

görüşmelerin yer aldığı bu önemli kayıtlara yönelik tepkiler ise ilk

günkü etkilerini yitirmeye başladı.

Her Gün Bir Yeni Tape

Page 6: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com6

Seul’de 79 Bin,İstanbul’da774 Öğrenci!

Geçtiğimiz yıl yayınlanan Dünya Şehirleri Kültür Raporu verilerinde, İstanbul’da sanat dersi alan öğrencilerin sayısı 774 olarak açıklanmıştı. Seul’de sanat dersi alan yaklaşık 79 bin öğrenci düşünüldüğünde bu sayı, ülkemiz için oldukça üzüntü verici. Biz de Acaba Gazetesi olarak bu durumun nedenlerini araştırdık.

Ülkemizde genellikle kısıtlama ve yasaklarla günde-me gelen sanat, ne yazık ki Türk öğrencilerin de pek ilgisini çekmiyor. Gelişmişlik seviyesini belirlemede öncü kriterlerden biri olarak dikkati çeken sanat, iş bulamama korkusu nedeniyle ülkemiz gençleri tara-fından tercih edilmiyor.

2013 yılında yayınlanan Dünya Şehirleri Kültür Raporu verilerine göre Dünya genelinde en fazla sanat öğrencisi bulunan şehir, Seul. 78 bin 443 öğrencinin sanat eğitimi aldığı Seul’ü, ikinci sı-rada 43 bin 501 öğrenciyle Şangay izliyor. Tokyo da 25 bin 444 öğrenci ile üçüncü sırada yer alı-yor. Tokyo’yu sırasıyla Londra, Sidney, Toronto ve Amsterdam takip ediyor. 8 şehrin yer aldığı listede İstanbul ise 774 öğrenci sayısıyla son sırada bulunuyor.

“İş İmkanı Yok,Atamalar Çok Az”

Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bö-lümü 3. sınıf öğrencisi Deniz Eden, ilk

başta sadece açıkta kalmamak için bu bölümü tercih ettiğini ama son-

ra dersleri ve bölümünü sevdiğini belirterek, “Sanat Tarihi me-

zunları, sanat tarihçisi olarak arkeolojik kazılara katı-

labiliyor ve müzelerde çalışabiliyor. Aslın-

da yurtdışında önemi hayli

büyük bir a lan

ama ne yazık ki Türkiye’de daha oturmamış” diyor.

Türkiye’de sanat eğitimi alanlara iş imkanı sağlanma-dığına dikkati çeken Eden, “Sanat Tarihi bölümün-den mezun olanlar, para kazanmak için arkeolojiye yöneliyor. Geçen sene sadece 3 kişi atanabilmiş. Yani atamalar da çok az. Türkiye’de 38 okulda sanat tarihi bölümü var ama öğrenciler bir topluluk bile oluştur-mamış. Biz, de ‘Sanat Tarihi Öğrenci Topluluğu’nu kurarak bunun savaşını vereceğiz” ifadelerini kulla-nıyor.

“Birçok Ülkeye Göre Sanat Alanında Daha Genciz”

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi De-kanı Prof. Dr. Meltem Yılmaz, İstanbul’daki sanat eğitimi alan öğrenci sayısının az olmasının, çok sayı-da sosyolojik, toplumsal, kültürel ve ekonomik nede-ni olabileceğini belirtiyor ve ekliyor; “Sanat yapmak toplumumuzun bir bölümünde her anlamda kabul görürken, başka bir bölümünde aynı derecede kabul görmemektedir. Bu durum, toplumda sosyal sınıfların sanata bakış açılarının değerlendirilmesini gerektir-mektedir. Sanatın özgürleşip, geliştirilmesi ise Cum-huriyet döneminde gerçekleştiğinden ötürü, birçok ülkeye göre bu konuda daha genciz.”

Sanatın bir kültür işi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, “Sanatın gelişimine katkıda bulunmak en baş-ta yöneticilerin ve eğitimcilerin görevidir. Gençlerin sanata yönlendirilmesi, ülkemizde kültür seviyesini yükseltir, yaratıcılığı ve hoşgörüyü geliştirir” diyerek, sanata değer verilmesi ve sınırlandırılmadan, yargılar-dan uzak bir şekilde gerçekleştirilebilmesini diliyor.

“Sanat Sadece Hobi Değil, Meslektir”

Külsat Sanat Akademisi Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Küçükmotor da gelişmiş ülkelerde eğitim, kültür ve sana-ta önem verildiğine dikkati çekerek, ülkemizin de gelişmiş ülkelerin arasında yer alabilmesi için özellikle sanat eğiti-mine özen gösterilmesi gerektiğini belirtiyor. İstanbul’da sanat eğitimi alan öğrenci sayısının sadece 774 olmasını, toplumun kültürel yapısıyla ve siyasi iktidarın tutumuyla ilişkilendiren Küçükmotor, “Ülkemizde gençler vakitleri-nin büyük bir bölümünü arkadaşlarıyla gezip dolaşmaya, park ve kafelerde oturmaya ayırıyor. Oysaki Avrupa’da gelir düzeyi düşük olan insanlar bile sanat etkinlikleri-ne katılmak veya sanat eğitimi almak için bu işe para ayırıyorlar. Biz de ise ücretsiz sanat eğitimi verdiğimiz halde katılımcı sayısı çok az” ifadelerini kullanıyor.

Günümüzde sanat alanından da iyi paralar ka-zanılabileceğinin altını çizen Küçükmotor, “Artık yeni nesil sanatçılar, sanattan para kazanmayı öğrendi. Biz de sanata dair bir şeyler yapmak isteyen öğrencilerimizi özellikle oyunculuk alanına yönlendiri-yoruz. Konservatuarlarda sanat eğiti-mi alan öğrencilerimiz, sanatı sev-melerinin yanı sıra sanatı meslek edinmek ve yaptıkları işlerden de para kazanmak istiyor” diyerek, sanatın sadece bir hobi değil aynı za-manda meslek de olduğunu dile getiriyor.

Page 7: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com 7

Önemli isimlerden aldığınız eğitimler dik-kati çekiyor. Deneyimli kişilerden, dene-yimleriyle zenginleştirdikleri bilgileri al-mak sizin için büyük avantaj olmuştur. Peki, müzikte eğitimin yeri ve önemi sizce nedir?

Eğitim alıp da ruhu anlamamış veya eğitim almasa da pırıltısını göstermiş müzisyenler var. Bu istisnalar genel tabloyu yansıtmıyor ama. O yüzden tamamen kişisel hislerimle cevap vereyim. Ben içimde müzik olduğunu anladığım andan itibaren onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istedim. Bu nedenle müzik eğitimi almak, yapabileceklerimin en basiti ve baş-langıcıydı. Aşık oldum çünkü müziğe. Hala da öyle-yim, hala da öğrenmeye devam ediyorum. Aksini yer-mem ama anlayamam da.

Caz ile bir albümü dinleyerek tanışmışsınız. Peki, o albümü dinlemeseydiniz yine de bu alana yönelir miydiniz? “İyi ki o albümü din-lemişim” diyor musunuz?

O albüm olmasa başka bir vesileyle yine tanışırdık bence.

Albümünüzle de önemli bir işe imza atarak, ülkemizdeki cazseverlere ulaştınız. Peki, “al-büm yapmak” gerek maddi gerekse de ma-nevi anlamda günümüzde ne derece önemini koruyor?

Günümüzde bizler gibi daha küçük kitlelere hitap eden müzisyenler için albüm tamamen gönülden ge-len bir çalışma. Maalesef maddi getirisi bir sonraki projelerinizi destekleyecek, size finansal özgürlük ve-

recek gibi değil. Paylaşmak, müziğimizi duyurmaya çalışmak, derdimiz bu.

Peki, sahne performansınızın da sizin için ayrı bir önemi olsa gerek. Sahne öncesi yapmış oldu-ğunuz totem-uğur benzeri bir inancınız var mı?

Hayır yok. Sadece her şeyin yolunda gitmesini dile-rim içimden...

Sinirlenildiğinde “Cazzz yapma!” diyen bir toplumda caz yapmak… Nasıl bir duygu bu?

Zor… Zaman zaman da yıpratıcı. Tanımadığımız ve o şansı vermediğimiz için az dinleyicisi olan bir müzik. O yüzden de; devam!

CAZZZ YAPMA, CAZ YAP!İçinizden “Neden farklı?” diye sorduğunuzu varsayıyor ve cevabını hemen veriyoruz; çünkü Çağlar, ülkemizde tüm söz ve müzikleri kendisinin hazırladığı İngilizce bir albüme sahip olan ilk kadın caz vokalisti.

O, zor bir işi başarıyor; sinirlere hakim olunamadığı anlarda “Cazzz yapma!” denilen bir ülkede “caz” yapıyor. Elif Çağlar, henüz 11 yaşındayken tanıştığı cazı, diğer müziklerden farklı olduğu için seven ve ilk albümü “m-u-s-i-c” ile farkını ortaya koyan başarılı bir sanatçı.

Page 8: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com8

Jübilesini yapan voleybolculardan henüz yeni başlayan amatörlere, Tür-kiye Voleybol Federasyon Başkanı’ndan takım antrenörlerine kadar çeşitli voleybol aktörleriyle Türk voleybolunu masaya yatırdık. Vakıfbank, Halkbank, Eczacıbaşı, Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve diğerleri… Türk bayrağını uluslararası organizasyonlarda dalgalandıran bu kulüpler, voleybolda Türkiye’nin dünya markası olması yolunda önem-li adımlar atıyor. Türk Milli Takımı da “Filenin Sultanları” ile bu adımlara sıçrayışlarıyla katkıda bulunuyor.

Amatör Sporcular,Başarıları Örnek Alıyor

Amatör voleybolcu Murat Sarpkaya henüz 16 yaşında ve XVII. Akdeniz Oyunları için inşa edilen Mersin Voleybol Salonu’nda geleceği için hazır-lanıyor. İlk olarak Kayseri’de bu branşla tanışan Sarpkaya, ailesinden gizli olarak çalışmalara başlamış. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Mersin’de bulunan spor lisesine gelen amatör sporcu, bu süreci şöyle anlatıyor; “Mersin’de önemli bir spor ya-tırımı var. Buraya gelecek sporcular için önemli bir kent. Hayalim; pro-fesyonel olarak 1. Lig’de yer almak ve büyüklerimiz gibi başarılara imza atmak. Bu yönde de hırsla çalışıyorum.”

Sporcuların Fiziksel Yapısı Gelişiyor 70’li yıllarda sporla tanışan İbrahim Çelik, o dönemlerde sadece futbo-

lun revaçta olmasından dolayı Eskişehir’de bulunan Futbol Okulu’na gidiyor. Ardından voleybola yöne-len Çelik, 20 yaşında profesyonel olarak bu branş-ta mücadele etmeye başladığını söylüyor ama bu yaşın oldukça geç olduğunu da ekliyor. İlk olarak İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT) Spor Kulübü’nde görev alan Çelik, Galata-saray’da ve Milli Takım’da da forma giymiş. Bugün gelinen noktayla geçmiş yıllar arasında çok sayıda fark görüldüğüne işaret eden İbrahim Çelik, “İlk olarak fiziksel anlamda gelişmelerin ya-şandığını söyleyebiliriz. Bizim dönemimizde ben 1.95’lik boyumla en uzun sporculardan biriydim. Şimdilerde ise en kısa voleybolcu 2 metre. Bunun te-mel nedeni ise bizim fizik olarak değil de teknik olarak çalışmamız” diyor.

“Malzemecimiz Bile Yoktu” Eski milli voleybolcu Çelik, geçmiş dönemlerde mali işlerden ko-naklamaya, tesisten antrenöre kadar çeşitli sıkıntıların da yaşandığını ifade ediyor ve ekliyor; “Bir antrenörümüz vardı ve antrenörlüğün yanı sıra koçluk ve kondisyonerlik de yapardı. Şampiyon olduğumuz yıllarda malzemecimiz bile yoktu. Gelinen noktada ise her alanda ayrı bir görevli var. Örneğin sporcu fizyoterapistine kolunun zayıf olduğunu söylediğinde, özel bir programla çalışabiliyorsun. Bizim zamanımızda ‘Sen bizim evladı-mız gibisin’ denilip ödemeler bile geciktiriliyordu.”

Çok değil, 2000’li yıllardan önce ismi dahi doğru telaffuz edilemeyen bir spor branşıydı voleybol. Türk kulüp takımlarının ve Milli Takım’ın Avrupa kupalarında üst sıraları göremediği o dönemin ardından bu ibre tersine döndü ve Türk voleybol tarihinde yeni bir sayfa açıldı.

VeleyboldanVoleybola

Dünya Markası Olma Yolunda,Türk Voleybolu;

Page 9: Acaba Gazetesi Sayı 21

www.acabagazetesi.com 9

Türk Voleybolunda 2003 Öncesi - 2003 Sonrası

Dönem 90’lı yıllarda spor hayatına başlayan Özlem Öz-çelik, Türk voleybolundaki yükselişin en yakın tanıklarından biri. Çünkü 2003 yılında Anka-ra'da oynanan Avrupa Şampiyonası finalinde Fi-lenin Sultanları’nın aldığı başarıda rolü büyük. Özçelik, bu başarının kırılma noktası olduğuna işaret ediyor ve o tarihten sonra önemli bir ivme kazanıldığını belirtiyor. Voleybol branşında Türkiye, transfer bütçele-rinde İtalya’nın ardında geliyor. Bunun sebep-lerinden biri de sponsorların bu spora ilgisinin artması. Eski milli voleybolcu Özçelik, gelinen

noktayı şöyle yorumluyor; “Ligimizde kali-tenin artmasıyla birlikte transferler so-

nucu ülkemize gelen yabancı oyuncu seviyesinde de yükselme oldu. Ay-

rıca futbolda tabir edilen 3 bü-yük kulübün voleybol branşına

olan yatırımları ile salonlara olan ilginin artmasına da

katkıda bulundular ve Türk voleybolunda profesyo-nellik adına adımlar atıl-maya başlandı.”

“Başarı, Tüm

Voleybol Camiasının”

Son yıllarda önemli ba-

şarılara imza atan ve geç-tiğimiz haftalarda Avru-

pa ikincisi olarak sezonu tamamlayan Vakıfbank Spor

Kulübü’nün Yardımcı Antrenörü Ferhat Akbaş, Türkiye’de voleybol

branşında büyük bir yükseliş yaşan-dığını ve özellikle kadınlarda hiçbir

spor branşıyla kıyaslanamayacak ölçüde bir süreç yaşandığını dile getiriyor. Söz konusu

başarıyı, uzun yıllar verilen bir emeğin sonucu olarak yorumlayan Akbaş, şöyle devam ediyor; “Belli bir takımın değil tüm voleybol camiasının katkısıyla bu noktaya gelindi. Altyapıya olan ilgi ve orada yetişen yetenekler sayesinde uzun yıllar Türk voleybolunun iyi yerlerde olacağı görüşün-

deyim.” Antrenmanların da önemli bir faktör olduğunun altını çizen Ferhat Akbaş, hem bireysel hem de takım halinde çalışmalar yapıldığını söylüyor. İyi bir voleybolcu olmak için farklı bileşenlerin olduğunu söyleyen Akbaş, bu maddeleri şöyle sı-ralıyor; “Çabuk karar verme yetisi, topa olan yat-kınlık, fiziksel güç, takım halinde hareket ede-bilme, baskı altında rahat davranabilme, pozitif bakış açısı gibi özellikler üst düzey bir voleybol-cuda görülebilen özellikler arasında.”

“Bugüne Bir Anda Gelinmedi”

Uluslararası Voleybol Federasyonu (FIVB) Uluslararası Voleybol Antrenör Eğitmeni Nejat Sancak, 1988-1990 yıllarında yapılan altyapı ve üstyapı yatırımlarının karşılığının alındığını hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor; “Özellikle o dönemlerde, Voleybol Antrenörleri Derneği’nin 6 yıl arka arkaya İstanbul ve Mersin'de dönemin Mersin Belediye Başkanı Kaya Mutlu'nun des-tekleriyle düzenlediği uluslararası turnuvalar, Türk voleybolunun dışa açılımında en önemli rolü oynamışlardır. Dolayısıyla bu güne bir anda gelinmemiştir.” Antrenörlük açısından da gelinilen noktayı de-ğerlendiren Sancak, “Türk antrenörler yine 1987 senesinden itibaren Çek Cumhuriyeti, Yuna-nistan, İsviçre gibi ülkelerde düzenlenen FIVB kurslarına katılarak, iletişimin çok zayıf olduğu bu dönemlerde Türk meslektaşları ile bilgi köp-rüsü oluşturarak çok önemli bir misyonu başa-rıyla gerçekleştirmişlerdir” diyor.

Markalaşan Türk Voleybolu

Türkiye’nin voleybolda dünya markası olması yönünde ilerleyen süreç üzerine değerlendir-melerde bulunan Türkiye Voleybol Federasyon Başkanı Özkan Mutlugil, bu yönde büyük atılım-larda bulunulduğuna dikkati çekiyor. Türkiye Voleybol Federasyonu’nun (TVF), Av-rupa Voleybol Konfederasyonu tarafından tüm Avrupa federasyonlarına örnek gösterilen bir fe-derasyon olduğuna işaret eden Mutlugil, bu iler-leyişin planlı bir şekilde voleybola yapılan katkı ve çalışmalar sayesinde yaşandığını söylüyor.

Yapılan Tesisler Meyvesini Verecek

Türkiye’de en başarılı takım sporunun voleybol olduğunu ve buna bağlı olarak da gelecek için ümit verici bir tablo çıktığını söyleyen Başkan Özkan Mutlugil, şöyle devam ediyor; “Spordan ve sporcudan başarı bekleniyorsa, kaliteli tesis-lerin de sunulması gerekiyor. Yapılan yatırımla-rın ve tesislerin meyvesini uzun yıllar boyunca alacağımızı düşünüyorum. Gerçekleştirilen dün-ya çapındaki tesisleşme atağı neticesinde kaza-nan hep ülke sporumuz olacak.” Spor sevgisini ve voleybolu küçük yaşlardan itibaren tüm ülke geneline yaymak, başarılı vo-leybolcu ve voleybolu seven kitleler oluşturmak amacıyla TVF tarafından hayata geçirilen “Fab-rika Voleybol Projesi” de Türk spor geleceği adı-na dikkati çeken projeler arasında.

Plaj Voleybolu da

Yükselişte Plaj voleybolu ve bu alandaki başarılar

da dikkati çekiyor. Milli plaj voleybol-

cusu Murat Giginoğlu, XVII. Akdeniz

Oyunları’nda bu dalda Türkiye’ye altın

madalya kazandırarak önemli bir başa-

rıya imza atmıştı.

Son yıllarda bu alanda önemli yatırımlar

yapıldığını ve kapalı kortlardan açık te-

sislere kadar çok sayıda fırsatın oluştu-

rulduğunu ifade eden Giginoğlu, “Halk-

bank Spor Kulübü’nde kış liginde de

başarılara imza attık. Amatör sporcular-

la plaj voleybolunu tanıştırmak adına gi-

rişimlerde bulunuyoruz. Gelen ortak gö-

rüş, plaj voleybolunun çok zevkli olduğu

yönünde. Bu bağlamda yakın gelecekte

daha büyük başarılara imza atılabilece-

ğini söylemek isterim” diyor.

Page 10: Acaba Gazetesi Sayı 21

İletişim Adresleri

www.acabagazetesi.com

issuu.com/acabagazetesi

[email protected]

facebook/acabagazetesi

twitter/acabagazetesi

instagram/acabagazetesi

HAFTALIK SÜRELİÜCRETSİZ E-GAZETE

30 MART 2014 PAZAR SAYI: 21

Genel Yayın YönetmeniDOĞUKAN GEZER(539) 879 7155

[email protected]

Yazı İşleri MüdürüECE MEHMETOĞLU

[email protected]

İçerik DanışmanıALİ İYİDERE

[email protected]

Sayfa TasarımGÜLTEN ACAR

[email protected]

www.acabagazetesi.comACABA

Geride bıraktığımız aylarda yerel se-çimlerin önemine ilişkin olarak ifade edilen söylemler, bu seçimin “baş-ka” seçim olduğuna işaret ediyordu. Kimi çevreler seçmenlerine hitap

ederken “yeni” bir Türkiye vaat etti, kimileri ise özgürlük ve demokrasi kavramlarına atıfta bulundu. Türkiye için milat kabul edilen 30

Mart 2014 tarihi geldi, geçiyor. Kim kazanırsa kazansın ve oy oranları ne olursa olsun, Acaba olarak daha de-mokratik, daha özgür, daha gelişmiş bir Türkiye temenni ediyoruz.

Daha İyi Bir Türkiye İstiyoruz

O Gün Geldi…Seçimler Bitti…